Anadolu’da asırlardan beri büyük bir kitlenin eğlenme ve coşma heyecanına cevap teşkil eden halk rakıslarını kitabımızın konusu bakımından incelemekte özel bir fayda vardır.
Anadolu halk rakıslarında pek eski zamanlardan beri devam edip gelmiş birçok figürler vardır ki, bunlar bize millî âhenk ve estetik ölçüleri içinde geçmiş zamanların hatıra ve itikatlarını nakletmektedirler. Bunların mühim bir kısmı eski Türk dininin çeşitli tezahürleri olan dinî dramlardan kalma parçalardır; zamanla asli hüviyetlerini kaybederek ve cemiyet içinde eğlence haline gelerek tekrarlana tekrarlana bugüne kadar erişmişlerdir.
Son zamanlarda memleketimizde folklor çalışmaları ilerleyip çoğaldıkça Anadolu’daki halk şiirleri ve halk musikisi ile beraber halk oyunları da dikkati çekmeye başladı; bazı tarama seyahatleri tertip edildi ve dağınık olmakla beraber, İstanbul ve Anadolu dergilerinde birçok da neşriyat yapıldı. Bu neşriyat halk şiirlerine ve halk türkülerine aittir, fakat içlerinde konumuzu ilgilendiren kısımlar da vardır. İstanbul Konservatuarının tertip etmiş olduğu Anadolu seyahatleri hakkında Mahmut Ragıp Gazi Mihal’in bazı neşriyatı (1) ve Milli Eğitim Bakanlığı adına her yaz Anadolu’da gezip çalışan Halil Bedi Yönetken ve Muzaffer Sarısözen’in muhtelif dergi ve gazetelerde çıkmış olan makaleleri, mevzuumuz bakımından ehemmiyetlidir. Bu musikici muharrirler, yarınki Türk san’at tarihçisinin büyük bir dikkat ve ehemmiyetle telâkki edeceği birçok orijinal malzeme toplamışlardır. Gerek bunların, gerek şimdiye kadar çeşitli dergilerde dağınık olarak neşriyat yapmış olan başka folklorcuların yazılarında ve şahsen Anadolu seyahatlerimizde ilgilendiğimiz bu çeşit oyunlarda dram san’atı ile alâkalı gördüğümüz birçok maddeler vardır.
Her şeyden önce bir umumî müşahade olarak şunu kaydetmek icap eder: Anadolu halk rakıslarından bilhassa iki veya daha fazla kimsenin ve bazan oldukça büyük bir kalabalığın birleşerek oynadığı toplu oyunlarda açık bir Ballet-pantomime manzarası görmemek mümkün değildir. Bunlar bazı yerlerde kemençe, bazı yerlerde def veya saz refakatiyle oynanır. Oyuncuların hareketleri ritmik ve bediî olduğu kadar ifadelidir; yâni figürler, jestler, hattâ bazan oyun esnasında çehrenin aldığı mânâ ile ya iç âlemin neş’e, ıztırap, rica, şikâyet ve buhranları söylenilmek istenilmiştir; yahut doğrudan doğruya maddî hayatta geçmiş hadiseler, epik vak’alar raks, musiki ve hareketle tamamiyle dramatik olarak bildirilmeye çalışılmıştır. Bunların çoğunda bediî ve ritmik hareketlerin arkasında tarih konuşur.
Güzel toplu oyunlarımızdan biri olan Erzurum barları davul, zurna ile oynanır. Bu oyundaki hoplayıp zıplamalar, kol ve ayak hareketlerini seyrederken tarihçinin geriye çevrilmiş olan gözü en eski Türk Şamanlarının geçmiş asırlarda musiki ve rakısla birlikte yaptıkları ibadetleri görür gibi olur.
Onüçüncü asır muhaliflerinden Ebülferec, Süryani dilinde yazmış olduğu eserde (2) Selçuk torunlarının büyüğü Tuğrul Beyin evlenmesi münasebetiyle yapılan düğünü anlatır. Rus müşteşriki Barthold, İstanbul Darülfununda verdiği Orta Asya Türk tarihi hakkındaki derslerinde Ebülferec’in bu eserinden ve o düğünden bahsederek o zaman ki Türklerin bir oturup bir kalkarak bir nevi rakıs icra ettiklerini söylemiş, bunun her halde Ruslarda Pliaska ve Prisiadki denilen raksın aynı olduğunu ve Rusların bu raksı Türklerden almış olması lâzım geleceğini ilâve etmişti. Barthold’un dersleri kitap halinde basılmıştır (3).
Bugünkü Erzurum barlarında bu eski Türk raksının aslî karakterini görmemek mümkün değildir. Erzurum barları içinde bir de davulcunun tek başına davulunu çalarak oynadığı güzel ve heybetli bir rakıs vardır. sanatkârın boynunda asılı olan davul, ipin uzunluğu müsaadesi nispetinde havaya kaldırılır; davulcu onun başı üstünde tutarak çalar, ayni zamanda ritm ve musiki ile âhenkli bir surette hoplayıp zıplayarak oynar; bazan davulunu çalmakta devam ederek çömelir, arka üstü yere yatar, fakat musikiye, sanatına, maharetini göstermeye devam eder. Bu, zevk ve heyecan verici bir sahnedir. Erzurum barı oynayan Anadolu Türk’ünün ibda ettiği bu güzel sahne, Altaylarda yaşayan Şamanlarda buna yakın çizgilerle mevcuttur ve en eski Türk ruhânîlerinin san’atkârane ibadet sahnelerinden başka bir şey değildir. Bu arada bar sözünün Altay Şamanlarında davul anlamına kullanıldığını da ilâve edelim.
Bu davul oyunu Anadolu’nun Doğu-güney vilâyetlerinin bir çoğunda da, bar adını taşımamakla beraber, bilinir ve oynanır.
Erzurum barları içinde diyalog şeklinde oynanan hançer barı ile turna barı tamamiyle taklidî ve tesvirî oyunlardır. İki kişinin karşı karşıya geçerek davul ve zurna âhengine uyarak oynadığı bu oyunlardan birincisinde elleri bıçaklı oyuncular eski kahramanların vuruşma sahnelerini temsil ederler; ikincisinde biri erkek biri dişi iki turnanın sevişme sahnesi temsil edilir. Asırlarca Türk halkının tabiat ve aşk şiirlerinde yer almış, uzaklardan haber getirmiş, sevgiliye haber götürmesi kendisinden istenilmiş olan turna, eski Türk totemcilik dininin bakiyesi bir semboldür; Türk boylarının kendilerini bir kuş, bir ağaç, herhangi bir tabiat maddesi neslinden gelmiş saydıkları devirlerin sembolüdür.
Karadeniz kıyılarında Rize ve Of çevrelerinde yakın zamanlara kadar düğünlerde genç kızların ve genç erkeklerin birarada oynadıkları eski bir Türk raksını yerli ve yaşlı kadın öğretmenlerinden biri M.R. Gazimihal’e anlatmıştır. Bu oyunun adı Diyal Oğlu raksıdır. Bu oyunda onbeş yirmi kız bir sıraya, bir o kadar delikanlı da karşı sıraya diziliyorlar; tulumcu nalı, âşıkâne sözler, önce karşılıklı ve tek tek, sonra yine karşılıklı fakat koro halinde tekrarlanarak devam ediyor; el ele tutuşmuş bir halde ileri geri hareketler yapılarak musiki ile birlikte raks ediliyor; arada hoplayıp zıplama fasılları da var. diyalog şeklinde ve evlenmemiş genç kızlarla bekâr erkekler arasında oynanan bu oyunda kızlar ve erkekler, gönüllerinin çektiği kimseleri seçerek onlarla bu musikili konuşma yolundan anlaşıyorlar, bu suretle yeni düğünler hazırlanmış oluyor.
Karadeniz kıyılarının bu eski Diyal Oğlu oyunu bize Yakut Türklerinin İlkbaharda ve yazın umumî bir sevinç içinde güneş altında yaptıkları eski bir din törenini hatırlatmaktadır. Yakutlar bu âyini zürriyet, doğum ilâhesi saydıkları Azyit adına yapıyorlardı. Ak şaman dokuz bâkire genç kızla dokuz evlenmemiş delikanlı seçer, bunları yan yana dizer, kendisi başkalarında olduğu halde küçük davulunu çalarak ve ilâhîler söyleyerek ilerledi; genç kızlar ve genç erkekler birbirlerinin elini tutmuş oldukları halde onu takip ederler, “Ayhal, uruyi, ayhal…” nidaları ile terennüme katılırlar, hep birlikte raks edilir; şaman bu arada göklere doğru çıkmak üzere yolu açmış ve günahsız genç çiftlere oraya gitmek için rehberlik etmiş olurdu. Yakutlar, zürriyet ihâlesinin maiyetinde ve günahsız kızlar ve erkeklerle beraber gelip lohasanın başucuna geçeceğine ve doğumu sağlayacağına inanırlardı (4).
H.B. Yönetken, Giresun civarında Çandır köyünden çıktığı için bu adı taşıyan ve o çevrelerde oynanan bir horondan bahsediyor. Bu tamamiyle dâstanî bir ballet-pantomime’dir. Davul zurna refakatinde horon oynayan gençler ellerinde birer tüfek tutarlar; oyunun devamı esnasında barut dağıtılır; oyuncular hem raksederler, hem ellerindeki tüfekleri doldururlar, tüfeklerin horozlarına kapsül yerleştirirler, oyunun bir yerinde bütün oyuncular ayni zamanda silâhları baş aşağı ederek yere ateş açarlar ve raks devam eder.
Kastomoninin Sepetçioğlu oyununda, Ankara efelerinin kılıçlı rakslarında ve memleketimizin birçok yerlerinde oynanan kılıç-kalkan oyunlarında dâsitânî kahramanlık havası içindeki yüksek tasvir ve ifade kudretini görmemek mümkün değildir. Batı Anadolu zeybeklerinin muhteşem dansları için de ayni şeyi söylemek lâzımdır.
Sivas ve Tokad çevrelerinde bizim de çeşitlerini gördüğümüz Orta Anadolu halayları hakkında H.B. Yönetken ile esasen o havalinin yerlisi olan Muzaffer Sarısözen hayli neşriyatta bulunmuşlardır. 23 Şubat 1941 de Ankara Halkevinde bir folklor şenliği yapılmış, Anadolu’nun başka başka kasaba ve köylerinden getirilmiş yerli san’atkârlar millî sazlar çalarak çeşitli halk oyunları oynamışlardı. Bu arada gösterilmiş bir Sivas halayı vardır ki, oyunları dramatiktir. Geleneğe sadık bazı Sivas köylerinde kalkmış olan bu eski halayda oyuncular önce sıra halinde ve mânalı bir surette yürüyüp ellerini uğuştururlar; sonra ekin ekme, ekin biçme, hamur yoğurma, yufka açma, çamaşır yıkama, yün eğirme, yıkanma, giyinme, süslenme, saç tarama, bıyık bükme taklidleri yaparlar; sonra neşe içinde raks başlar.
Anadolu içinde asırlardan beri gizli kalmış olan bu eski millî tarih hatırasını ilk defa basına getiren Sarısözen olmuştur (5); Ülkü dergisinde yayınladığı bir makalede şu izahı yaptı: İlk figürde oyuncular birbirlerinin arkasına sıralanmıştır, gövde ve başlar biraz öne eğilmiştir, eller – tam değil biraz öne eğilmiştir, eller – tam değil biraz öne doğru – yanlara konulmuştur ki, bu poz halk arasında aczin, tazallümün ifadesidir. İkinci figürde eller göğse çaprazlanarak alınlar gökyüzüne çevrilecek vaziyette geriye yaslanır. Bu ancak ulûhiyyete karşı bir yönelme ve yalvarma ifade eder. Bu âdeta bir tabiat ibadetidir. İşe bu zaviyeden bakılacak olursa oyundaki taklidî hareketlerin mânası değişir. Belki de büyük bir kıtlığın sonunda bolluğa kavuşma sevincinin hatırası oyun figürleri arasında zamanımıza kadar gelmiş bulunmaktadır.
Sarısözen’in sözlerinde kuvvetli bir seziş vardır. ön Asya tarihi ile meşgul olan H.R. Tankut, bir yıl sonra bu halayın mânasını, Ankara Halkevinde tekrar oynanması münasebetiyle, en eski Türk tarihî devirlerine bağlamak suretiyle açıklanmıştır (6). Bu görüşe göre eski Türklerin yaradılıştan sonra tabiatın türlü güçlükleri ve yaşama zorlukları karşısında güneş tanrıya yalvararak ilham istemeleri, göğüslerinin ilham bilgisiyle dolması üzerine medenî hayatın uyanması, pek eski bir dinî törenin bakiyesi olması lâzım gelen bu oyunda sıra figürlerle kuvvetli bir şekilde ifade olunmaktadır. Güneş tanrı, eski Türklere toprağı ekip biçmeği ilham etmiş, o suretle buğdayı yetiştirip ondan ekmek yapmağı, bu suretle karınlarını doyurmayı akıl etmişlerdir; daha sonra temizlenmek, giyinmek, süslenmek ve neşelenmek, birbirlerini takip etmiştir. Görülüyor ki, bu halaydaki figürler, beşeriyetin doğuşundan itibaren medenî hayat hareketleri serisidir.
Bu konuya dair H.R. Tankut’la yaptığı mülakatı Ülkü dergisinde yayınlanmış olan Osman Atillâ, Tankut’un güneş tanrısına hitap eden bir Sumer ilâhisini Woolley’in kitabından seçerek okuduğunu söylüyor. İngiliz bilgini Leonard Woolley’in Sümerlere dair eserindekilerden başka Oksfort Asûriyyat ve mukayeseli Sâmî diller filolojisi tetikçilerinden Stephen Langdon’un Paris’te İngilizce olarak basılmış olan Sumer dili gramerine ve edebî örneklerine ait kitabında da Sümer tanrısı Şamaş’a “Güneş” hitaben yazılmış birçok ilâhiler vardır (7). Bunlar toprak altından çıkarılmış eski sütunlardan alınmak ve İngilizceye tercüme edilmek suretiyle yayınlanmıştır.
Anadolu halk rakıslarından mühim bir kısmının eski dramlardan alma parçalar olduğunu belirten bir noktaya daha işaret edelim. Antalya’da Elmalı ilçesinde Alevî Türkler tarafından geceleyin aşikâr samah oynanırken vaktiyle bu oyunu oynayanların maske kullandıkları oranın ihtiyarları tarafından H.B. Yönetken’e ifade edilmiştir. Vaktiyle bu oyunu oynayan gençler feslerinin etrafına bir yazma sararlar, bu yazmanın arasına beş bir yana, beş öbür yana olmak üzere yanmış mum dikerler, balmumundan yapılmış telli, saçaklı bir maskeyi de telle yazmalarına iliştirirlerdi. Bu suretle kafile halinde sokaklarda dolaşıp defler çalınarak türküler söylenirdi.
Anadolu’daki dramatik halk rakısları arasında yeni zamanlarda vücut bulmuş olanlar da vardır. bunlardan bir tanesi Sivas’ta oynanan Abdurrahman halayıdır. Yönetken diyor ki: Üç kısımdan mürekkep olan bu halayın sonunda oynanan bir hoplatmadan ibarettir. Bu oyunda ikinci kısmın sonuna doğru oyunculardan bir kısmı sırt üstü yere düşer, ayakta kalanlar yere serilenlerin göğüsleri üstüne basarak kahramanca bir tavır alırlar; sonra hoplatmaya geçilir. Bu âdeta küçük, fakat mânalı bir ballet-pantomime’- dir. Oyunda muhakkak bir vak’a, çok ifadeli bir müzik, çok ifadeli jest ve figürlerle tasvir edilmiştir. Abdurrahman’ın eski bir tütün kaçakçısı olduğu söylenir; belki de bu oyunda eski tütün kaçakçıları ile reji kolcuları arasındaki bir çarpışma tasvir edilmiş olacaktır (8).
NOTLAR
(1) Mahmut Ragıp: Şarkî Anadolu türkü ve oyunları, İstanbul, Evkaf Matbaası 1929.
(2) Gregory Ebülferec’in tarih kitabı, Ernest A. Wallis tarafından İngilizceye, Ömer Rıza Doğrul tarafından da İngilizceden Türkçeye çevrilmiştir. Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1945.
(3) W, Barthold: Orta Asya Türk Tarihi hakkında dersler, İstanbul Evkaf Matbaası, 1927, sayfa 97.
(4) Ziya Gökalp: Türk ailesinin temelleri, Yeni mecmua, sayı 22, 6 Kânunuevvel “aralık” 1917. Tanrı Azyit adına yapılan âyîn, Siyerozevski’nin Revue de I’histoire des religions. Tom 46, page 336’daki yazısından alınarak anlatılır.
(5) Muzaffer Sarısözen: Halk rakıslarından halaylar, Ülkü dergisi, cilt 17, sayı 98, Nisan 1941, Ankara.
(6) Osman Atillâ: Hasan Raşit Tankut’la bir konuşma, Ülkü dergisi, yeni seri, cilt 1, sayı 12, 16 Mart 1942, Ankara.
(7) Stephen Langdon: A Sumerien grammer and chrestomathy with a vocabulary of the principalrotts in Sumerian and e list and wowel trascriptions, Paris 1911.
(8) Refik Ahmet Sevengil: Türk halk dram unsurları, Cumhuriyet Gazetesi, 29 Ekim 1947.
Refik Ahmet Sevengil: Les éleméments dramatiques dans les danses populaires turques, La Republique, 3 Novembre 1947.
Refik Ahmet Sevengil: Danses dramatuques d’Anatolie, La Quinzain d’Ankara, No: 16.
Türk Tiyatrosu Tarihi I,“Eski Türklerde Dram San’atı”, Refik Ahmet Sevengil, İstanbul 1959, Maarif Basımevi, 1. Basım
İlk yorum yapan olun