Tarihsel Gerçekler, Asala ile Gladio “Vatansever”lerini Aynı Temelde Birleştiriyor – Yiğit Tuncay & Suat Parlar

Tarihsel Gerçekler, Asala ile Gladio "Vatansever"lerini Aynı Temelde Birleştiriyor - Yiğit Tuncay & Suat Parlar


YİĞİT TUNCAY: Merhaba Suat. Seni daha önceki çalışmalarından tanıyoruz. Ancak, son yaptığın çalışmada “Kirli İşler İmparatorluğu” demişsin. Biz, istersen “kir”den önce “İmparatorluğu” konuşalım. “İmparatorluk” derken, “cumhuriyet” tanımlamasının yetersiz olduğunu mu vurgulamak istiyorsun?

SUAT PARLAR: Türkiye’nin egemenlik sistemi, “cumhuriyet” çerçevesine sığmıyor. Bölgesel bir güç olmanın sancıları çekilmektedir. Devletin otoriter hızının işleyişi önündeki tüm “hukuk” engelleri ortadan kaldırılıyor. Bölgesel rollere hazırlanan Türkiye’de, egemenlik sistemine yeni meşruiyet dayanakları yaratılmaya çalışılmaktadır. Diğer yandan, finans-kapital” açısından dışarıya sermaye ihracı ve Türkiye’deki “kriz”in militarizmle bölgeye ihraç edilmesi bir “varolma” sorununa dönüşmüştür.

Bu konuda, MİT Eski Müsteşarı Sönmez Köksal’ın, Mayıs 1996’da düzenlediği basın toplantısında söyledikleri bu gelişmelere ışık tutmaktadır. Koksal şöyle demiştir: “Türkiye uluslararası ve bölgesel politikaların etkileşim alanı içinde, belirleyici rollere sahip ‘lider ülke’ konumundadır… Gelişen, büyüyen Türkiye’nin bölgesel güç olarak yaratılmasında, istihbaratın öncelikli katkısının sağlanabilmesi, istihbarat üretimini geliştirici çalışmalarımızın temel unsurudur.”

“Türkiye’yi bölgesel güç olarak yaratma” misyonunun, devletin çelik çekirdeğinin temel stratejisi olduğu görülüyor. Bu bağlamda klasik bir “cumhuriyet”te anlamını bulan bürokratik gelenekler, “hukuk” kuralları, statüler, “yurttaşı” eksen alan örgüt biçimleri boş bir kalıba dönüştürülmektedir.

Bunun yerine, merkezileşen, otoriter yoğunlaşmayı büyük bir şiddetle gündemine alan “özel savaş” aygıtlarını yetkinleştiren bir devlet yapılanması ikame edilmektedir. Bu süreç, son derece sancılı bir biçimde yaşanmaktadır. Silahlı bürokrasi içerisindeki, bir bakıma neo-feodal “erk” merkezleri, bu süreçle uyumları, uyumsuzlukları ölçüsünde tasfiye edilmektedirler. Ya da restorasyonun bir parçası haline getirileceklerdir.

YİĞİT TUNCAY: Senin yaptığın bu açılımdan, “küreselleşme” olgusunun hangi temeller üstünde yükseltilmeye çalışıldığı ortaya çıkıyor. Bu anlamda “İmparatorluk” tanımı, sözün kısası; burjuva “imparatorluğu”nun yaşadığımız bölgeye ilişkin emellerine ışık tutmuş oluyor. Peki bu “İmparatorluk” temelinde, bölgemizde, Türkiye hangi ittifakları geliştiriyor?

SUAT PARLAR: İttifaklara değinmeden önce, Org. Çevik Bir’in, Mart 1996’da yaptığı, “Türkiye’nin 2000′ li Yıllara Yönelik Politik-Askeri Görüşleri” başlıklı konuşmasına değinmekte yarar var.

Konuşmasında, Türkiye’nin özellikle Azerbaycan ve Ortaasya ile ilişkilerine değinen Çevik Bir şöyle diyor: “Türkiye kendisini, bu ülkelerle, serbest piyasa ekonomisi deneyim birikimlerini paylaşmaya adamıştır. Dünya toplumlarıyla doğru entegrasyon için elinden gelen her türlü desteği sağlamaktadır.”

“Doğru entegrasyon” kavramı, “kriz”e müdahale ile birlikte düşünüldüğünde, global emperyalizmin, Türkiye’yi, askeri yayılmacılık misyonuna uygun rollere hazırladığı görülmektedir.

Bu arada “laiklik” vurgusunu, “serbest piyasa ekenomisi”nin örtüsü haline getirerek bölge ülkelerine “demokratik” ve prestijli bir model sunmaya çalışan Türkiye, her ne hikmetse, “doğru entegrasyon”un ölçüsünü ordusuyla belirlemeye çalışıyor. “Serbest piyasa ekonomisi”, “demokrasi” ve “insan hakları” ideolojisi temelinde siyasal açılımlar sağlayan global emperyalizm, militarizmi, “düşük yoğunluklu demokrasi”yle gizliyor.

Oysa bu doktrin, muazzam bir militarist örgütlenmeyle sistemin özü haline getirilen faşizmi simgelemektedir.

Gelinen noktada, Ortadoğu ve Kafkasya’da kısa, etkili müdahaleler yapabilen, vur-kaç yöntemiyle askeri harekatlar gerçekleştiren bir ordu yapılanmasına gidilmiştir. Ortadoğu ve Kafkasya’da yükselmesi muhtemel halk hareketlerini bastırmaya yönelik stratejilerde ise, İsrail ile ittifak temel unsurdur. Türkiye-İsrail stratejik işbirliği, benim üç yıl önce bir varsayım olarak formüle ettiğim “Türkiye-İsrail Birleşik Devletleri” değerlendirmesini, ekonomik, askeri ve siyasi bir gerçekliğe dönüştürmüştür.

YİĞİT TUNCAY: Küresel emperyalizmin bölgemize yönelik emellerine ilişkin yaptığın bu çözümlemede, “burjuva imparatorluğu”nun gerek altyapısını, gerekse üstyapısını serbest piyasa ekonomisi ve militarizm ekseninde bağlantılandırman, egemen gerçeklere açıklık getiren bir değerlendirme oldu. Türkiye’nin, küresel emperyalizm formülasyonunda bölgeye yönelik aldığı görevlere ve geliştirdiği ittifaklara baktığımızda, aslında, “kir”in yüzeydeki görünen kabası ortaya çıkıyor. Ancak, sen bu çalışmanda, “yurttaş girişimi”nin, Susurluk yanılsamasının ötesine geçen, egemen gerçekleri deşifre eden bir yol izlemişsin. Bize, bu derine işlemiş “kir”li, örtülü ekonomiyi biraz daha açar mısın?

SUAT PARLAR: Bu soruya şu formülasyonla yanıt vermek mümkün: Pazarların küreselleşmesi, spekülasyonla suç arasındaki sınırları kaldırmıştır. Dünya mali piyasasının finans imparatorlukları, tüm kamusal erklerin gerçek efendileri olmuşlardır. Bu mali gücün sınırları yoktur. Herhangi bir ülkenin parasını düşürebilir, ekonomisini altüst edebilirler. Kontrolsüz ve kanunsuz olan bu gücün tek hedefi; en yüksek karı sağlamaktır.

Kapitalizmin bu evresine “şirket merkantalizminin küreselleşmesi” demek mümkündür. Mali işlemlerin hacmi, dünya fiziksel meta ticaretini çok gerilerde bırakmıştır. Uyuşturucu, silah ticareti, her türlü kaçakçılık, fuhuş, insan ticareti gibi bir alanla bütünleşen mali spekülasyon, dünyayı bir örümcek ağı gibi sarmıştır. Üretimden kopan spekülatif sermaye, sanayi sermayesine bağlı olmaktan kurtularak üstünlüğünü pekiştirmiştir.

İşte bu toplumsal ve ekonomik arka plan, son yıllarda yoğunlaşan büyük skandalları tetikleyen mekanizmayı ortaya koymaktadır. “Kirli İşler İmparatorlukları”nın işleyişlerinde çarkın dişlilerini yağlayan rüşvet, yolsuzluklar, fuhuş ve politik yozlaşmadır. Bu aslında kapitalizmin doğasıdır da.

Kapitalist piyasa ekonomisi yasalar tarafından denetim altına alınamaz. Yasalar, onun işleyişi ile uyumlu olduğu sürece anlam taşır. Piyasa dinamikleri, nesnel ve bilinçdışı bir süreç olarak, yasal çerçeve ile çatıştığı takdirde, onu delerek işleyişini sürdürür.

Kriz dönemlerinde, ekonomik ve siyasi düzlemde hızlı değişimler yaşanmaya başlanır. Yeni sınıf şekillenmeleri gelişirken, bazı sınıf ve katmanlar dağılır, paylaşım şiddetlenir. Şiddetlenen rekabet “yasal” çerçeveye sığmaz olur. Gelişmekte olan sınıf ve sınıfsal katmanlarla, daha önceki iktidarı denetleyen sınıflar arasındaki çelişkiler yoğunlaşır.

Bu dönemlerde, merkezi kamu birimleri ile yerel yönetimlerde görevli personel açısından rant olanakları doğar. Toplumsal ve ekonomik kriz, politik krizle birleşince, kamu düzenine olan güven ortadan kalkar. Tüm bu atmosfer göz önüne alındığında, politik rekabetin ve şiddetlenen çıkar mücadelesinin kaçınılmaz sonuçları olarak “kirli” çamaşırlar ortaya dökülür. Şantaj, tehdit, politik aksiyonla bütünleşir. Mali politik skandallar bir yumağa dönüşür. Bu yumaklanma ise, daha da karmaşıklaşarak sürüp gider…

Türkiye’deki gelişmeleri böylesi bir çerçeve içerisinde ele almak ve coğrafi bir mekanın hiç bir doğru çağrışım uyandırmayan, güdük sembolikliğinden kurtarmak gerekmektedir.

YİĞİT TUNCAY: Anlaşıldığı kadarıyla “kir”lenmenin boyutları öylesine bir noktaya gelmiş ki, Susurluk süreci ve ona karşı ortaya çıkarılan muhalif mekanizmaların birdenbire belirmesi, yani Sabancı’nın da olduğu “Yurttaş Girişimi”nin başı çekmesiyle oluşturulan atmosferin ulus-devletin temellerine de yönelik bir muhalefete dönüştürülmesi, “kir”lendirilen muhalefeti de netleştiriyordu.

Bu “kirlendirmenin, CIA’nın ortaya koyduğu “Global Terörizm” raporu ile küresel bir tavrı geliştirmesi birbirini bütünlüyor. Yani, egemen gizli gerçeklerin bir karşı cephe tanımlaması ve onu yeraltı diye nitelemesi çok daha ilginç boyutlar ortaya koyuyor.

Muhalefeti “sivil itaatsizliğe” indirgemeye çalışan küresel emperyalizmin, ulus-devlet temelinde kendi yarattığı kontrgerilla ekonomisinin “kir”lerine ilişkin bir başka çözümlemen daha var bu çalışmanda. O da, “Ülkücü”ler ve “Asala” bağlantısı. Bu bağlantıyı hangi olgulardan temellendiriyorsun?

SUAT PARLAR: Bildiğiniz gibi, Asala’nın bitirilmesi söylemi, Gladio “vatansever”lerinin en büyük övünç kaynağıdır. Ancak, tarihsel gerçekler, Asala ile Gladio “vatansever”lerini aynı temelde birleştiriyor. Olguların dokusu, bu söylemin bir yalanlar toplamına dayandığını ortaya koymaktadır.

ABD ve Fransa başta olmak üzere, emperyalist güçler Asala’ya üs, eğitim, rahat dolaşım olanağı sağlamışlardır. KKTC, Türkiye, Marsilya, Los Angeles, Lübnan bağlantılı uyuşturucu ticaretinde, Asala finansörleri ile Türk Gladio’su, Türk mafyatik sermaye grupları iç içe geçmiştir.

Örneğin, Mehmet Ali Ağca’nın Kartal-Maltepe cezaevinden kaçışını planlayan CIA ajanı Frank Terpil, Beyrut yakınlarındaki Akur kampında, Hoffman’ın “Neo-Nazi” birliklerine Asalacıları, Falanjistleri ve Bozkurtları eğiten kişidir.

Diğer yandan, Asala finansörü, uyuşturucu ve silah kaçakçısı Vahe Ohannes Köylüyan, Cem Ersever ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun yakın ilişki içinde bulunduğu “vatansever” işadamı Nejat Söyler’in ortağıdır.

Abdullah Çatlı, adı “16 Mart Katliamı”nda kullanılan patlayıcılarla birlikte anılan ve gizli Ermeni örgütleriyle bağlantısı bulunan döviz ve elmas kaçakçısı Gabriel Aktürk’le 70’li yıllarda bir çok ortak işe imzasını atmıştır.

Çatlı’nın adı, Basel Savcılığı iddianamesinde, Asala finansörü Hovik Simonyan’la aynı ilişkiler ağı ve şebekesi içinde geçmiştir. Yine, Asala finansörü, CIA ajanı, uluslararası mafya bankeri Henry Arslanyan, MHP finansörleri Bekir Çelenk ve Abuzer Uğurlu ile ortaktı.

Asala, Türkiye’nin dış değil, iç sorunudur. Uyuşturucu, silah, döviz ve altın kaçakçılığı konusunda bir daha açılmamak üzere kapatılan dosyalar incelendiğinde, ortaya saçılan bağlantılar; birçok banka, holding ve gazete patronu, politikacı, istihbaratçı ve kamu görevlisinin ihanetlerini belgeleyecek niteliktedir.

Egemenlik sisteminin tetikçileri, Gladio “vatansever”leri bu sistemle bütünleşmişlikleri ve ona hizmetleri ölçeğinde, Asala’nın uyuşturucu ve silah organizasyonuyla bir çok noktada aynı irade doğrultusunda hareket etmişlerdir.

Ortadoğu’ya yerleştirilmeye çalışılan “yeni düzen”; petrol, para, uyuşturucu, silah vs. ekseninde düğümlenirken, Türkiye’ye bir takım roller kurgulanmaya başlanmıştır. Asala’nın vitrininde duran kelleleri, onları eğiten, silahlandıran, destekleyen emperyalist odaklar tarafından Türkiye’ye sunulmuştur. Asala’nın sözde kökünün kazınması söylemleriyle, CIA, Türkiye’de güvendiği ve işbirliği yaptığı istihbarat kadroları ve Gladio “vatansever”lerini bir kez daha ön plana çıkarmıştır.

“Kirli İşler İmparatorluğu” adlı çalışmamda, bu süreç tüm detaylarıyla anlatılmıştır. Bu işbirlikçi güruh için en uygun isimlendirmeyi, demokrat insan, değerli bilim adamı Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay öldürüldüğünde, bir açıklama yapan dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün şu değerlendirmesinde görmek mümkündür: “Bunlar satılmış vatan hainleridir.”

Prof. Dr. Ümit Yaşar Doğanay hocaya ateş edenlerden ve o dönemin “özel grup” üyelerinden bir şahsın, eski MİT mensubu olduğunu Kutlu Savaş’ın raporundan öğrenmiş bulunuyoruz.

Bu ve buna benzer olgular kitapta detaylarıyla tartışılıyor. Bu kitap bir iddianamedir: Gladio “vatansever”leri, ölüm mangaları ve onların iplerini ellerinde tutan burjuva imparatorluğu şebekelerinin suç dosyasıdır.

Halk düşmanı olan bunlar vatana ihanet etmişlerdir. Ve ilginçtir ki, ağa babaları Turgut Özal devri iktidarında ilk iş olarak “vatana ihaneti” düzenleyen yasayı ilga etmiştir…

YİĞİT TUNCAY: Söylediklerinden çıkanlara baktığımızda, “kir”lenmenin vatansız olduğu ortaya çıkıyor. Yaşadığımız süreçte ise, tüm bu sıkışmaların açılımı tasfiyeler ve yeni politik gruplaşmalarla beliriyor. Örneğin, “laiklik”çiler, burjuva İslamcılar, neo- liberaller, muhafazakarlar, neo- Kemalistler ve ne yazık ki Sultan Galiyev’e yaslanmaya çalışan, faşistleri de kapsayan “ulusal sol cephe” arayışları, politik arenanın genel görünümünü belirliyor.

Söyleşimizin başından beri çizdiğin “Kirli İşler İmparatorluğu”nun ve bu “imparatorluğun” belirlediği siyasal eğilimler de içinde olmak üzere, tüm bu ilişkiler ağının toplum üzerinde yarattığı “kültür” üzerine bize neler söyleyebilirsin?

SUAT PARLAR: Ben, senin kavramlaştırdığın ölçekte eğilimler bulunduğunu büyük bir iyimserlik olarak değerlendiriyorum. Ne yazık ki, bu kadarı bile yok. Toplumsal muhalefetin dışavurum biçimlerini ise; halaycı, boş slogancı, coğrafik mekanını metafizik bir sembol haline getirerek fetişizme davetiye çıkarıcı olduğu inancındayım.

Ne yazık ki, dünyanın en ucuz maliyetli halk yönetimi Türkiye’de bulunuyor. Futbol ve fado-fiesta ile milyonlar kuşatılıyor. Mafyatik sermaye ve kontrgerillanın sivil birimleri ile bütünleşmiş müzik endüstrisi, Gladio kurtçuklarının yönetimindeki futbol kulüpleri ile birlikte, çürütücü etkilerini yayıyor.

Bu tabloyu, sofistike bir görece özgürlük anlayışı ve halkı bu çürüyüşe layık gören elitist bir “demokrasi” kültürü tamamlıyor. Türkiye, toplu bir cinnetin eşiğine sürükleniyor. Salt bu mekanizmaları işletenler değil, kısa sürede işadamı konumuna terfi eden sistem starları da halka düşmanlıkta saf tutuyorlar.

Hepsi yaptığı işin bilincindedir. Bunların tümüne, ciddi, iyi hazırlanmış kampanyalarla cevap vermek gerekiyor. Egemenlere yönetmenin maliyetinin, politik, ideolojik ve ekonomik ölçütlerini hatırlatmak gerekiyor. Bunlar halkın arasında dolaşma cesaretini kendilerinde bulamamalıdırlar. Faşizmin kültürel ajanıdır bunlar.

Tüm bu tabloda, ekonomisi Dolarize olmuş, teknolojik açıdan bağımlı, global emperyalizmin stratejik açılımları ile uyum içinde, IMF, Dünya Bankası ve Bilderberg fonlarının güdümünde bulunan bir ülke vardır. Silahlı bürokrasinin belirli bir kesiminin “ulusal”cılığına dayanarak “sol” hayaller kuranların, bırakın Marksizm, toplumsal bilimler, matematikten dahi haberleri olmadığı inancındayım.

Bu iddiama ilişkin olarak, özellikle, Oyak’la ilgili rakam ve değerlendirmeler kitaplarımda fazlasıyla verilmiştir. “Ulusal sol”cuların dikkatine sunulur. Türkiye’de “ulusal”lığın ve “yurtsever sol”culuğun marjinal bir grupla sınırlı tutulmasının ve bunda başarılı olunmasının sistemin en büyük komplolarından biri olduğu görüşünü taşımaktayım.

Türkiye’de, ne yazık ki, yurtseverlik Kemalizm ile özdeş görülüyor. 20. yy.’da yurtseverlik, sadece sosyalizmle özdeşleşebilir. Burjuva ve küçük burjuva temellere dayalı herhangi bir açılımın gideceği yer kapitalizmin saflarıdır.

Türkiye’nin 75 yıllık tarihi bunun en iyi örneğidir. Sistemin bekası söz konusu olduğunda, “İkinci Cumhuriyet”çiler, burjuva İslamcılar, neo-Kemalistler aynı safta buluşmaktadırlar.

YİĞİT TUNCAY: Öncelikle bizimle söyleştiğin için teşekkür ederiz Suat. Ardından bundan sonraki çalışmalarının daha da verimli olmasını dileriz. Bu dileğimizi belirtirken, hemen aklıma önümüzdeki ay Yar Yayınları’ndan çıkacak olan kitabın geldi. Benim de yayınlanması için ısrar ettiğim bu kitap, yaklaşık olarak 5 yıl içinde yazdığın gazete yazılarını, röportajları, verdiğin seminerleri ve Çevre Radyo’da beraber yaptığımız söyleşileri içeriyor. Bunu da yeri gelmişken okuyucularımıza duyurmuş olalım. Çünkü, bu kitabın, emperyalizmin Ortadoğu’daki savaş stratejilerine ilişkin çok kapsamlı açılımlar içermesinin, okuyucularımızın fazlasıyla ilgisini çekeceğini tahmin ediyorum. Ve son olarak şunu söylemek istiyorum; vatan, en çok sosyalistlerden görev bekliyor.


Kültür Sanatta TAVIR Dergisi, sayı: 9, Ekim 1998


İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın