Dada: Zürih ve Berlin – M. Brauneck

Dada: Zürih ve Berlin – M. Brauneck


“Edebi boş kafaların dünyayı düzeltme kuramlarına karşı. Yazı ve resimde dadacılıktan yana…”
(Dadacılık Bildirgesi, 1918)

Hugo Ball, 5 Şubat 1916’da Zürih’de “Cabaret Voltaire” adını verdiği sanatçılar lokalini açtı. Bu, Dada’nın kamuya açık en önemli kurumunun doğuşu anlamına geliyordu. Berlin’den Zürih’e gelmiş olan dadacı Richard Huelsenbeck şu yorumu yapmıştı: “Dada,yüreklilik, küçümseme, üstünlük, devrimci karşı koyuş; egemen mantığın, toplumdaki hiyerarşinin yok edilmesi, tarihin yadsınması, köktenci bir özgürlük, anarşi, burjuvanın yok edilmesi anlamına gelir.” Bu sanatçılar topluluğu, burjuva ile savaş ve düşünce yoksulluğunu özdeşleştiriyordu. Almanya’da, 1914’te, sanat ve bilim alanındaki aydınların büyük çoğunluğu, Batı kültürü adına, kültürü koruma amacıyla savaşın gerekliliğini savunmuşlardı.

Dada hareketi, yaklaşık tüm Avrupa ülkelerinden rejim karşıtı aydınların önderliğini yaptığı bir hareketti; savaşa karşı olmaları, bu aydınları birleştiren en önemli özellikleri idi. Birer pasifist olan bu aydınlar, kendi devletleriyle açık bir çatışma içinde idiler; bu durum, Almanya olsun, Fransa ya da Romanya olsun, her yerde aynı idi. Bu grupların gazetecilik ya da sanat alanındaki çalışmaları, savaş başladıktan sonra uygulanan çok daha sıkı bir denetimle neredeyse olanaksızlaştırıldı; bu aydınlardan çoğu, askere çağrılma tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Birçok aydın, sığınmacı olarak başka ülkelere giderek, kendi ülkelerindeki zorluklardan uzaklaştılar.

Böylece, İsviçre, özellikle Zürih, Avrupa ülkelerinden gelen sığınmacı aydınların toplandıkları merkez olmuştu. Daha 1914’te oraya Bakunin gibi birçok tanınmış anarşist yerleşmişti. Lenin de, Zürih’de “Cabaret Voltaire” lokalinin bulunduğu Spiegelgasse’de yaşıyordu. İlk dadacı gösterilerinin izleyicileri bu sığınmacılardı.

Kabare izlencelerine etkin olarak katılanlar yine Hugo Ball (1886-1927), Emmy Hennigs (1885-1948), Tristan Tzara (1896-1963), Richard Huelsenbeck (1892-1974), Walter Serner (1889- ….), Hans Arp (1887-1986) ve Marcel Janco (doğ. 1895) gibi sığınmacılardı; Rus müzikçiler konserler veriyorlar, sığınmacı ressamlar dada etkinlikleri için afiş hazırlıyorlar ve dada yayınları için resim yapıyorlardı.

İsviçre, merkezi konumu yanında, tarafsızlığı dolayısıyla sığınmacıların geldikleri ülkelerin makamları tarafından izlenmelerine olanak vermemesiyle de ideal bir sığınma ülkesi idi; sığınma hakkı ve basın özgürlüğü, gazetecilik çalışmaları için elverişli bir ortam sağlıyordu. Dadacıların İsviçreli yerli izleyicilerle hemen hemen hiç ilişkisi yoktu; içinde yaşadıkları sığınmacılar ortamı, kapalı bir bohem yaşamının bütün özellikleri taşıyordu. Kübizmin başlıca temsilcileri olan Picasso ve Braque bu sığınmacılar tarafından özellikle beğeniliyorlardı, İtalya’daki fütüristler ile de yakın ilişki içinde idiler. Marinetti’nin “Özgürleştiren Sözcükle” bildirgesi, Zürihli sığınmacıların tiyatroya özgü bir beceri ile okudukları eşzamanlı şiirlerin kuramsal temelini oluşturuyordu.

Hugo Ball, haklı olarak, hareketin öncüsü ve ilk aylarda ayakta kalmasını sağlayan biri olarak görülüyordu, daha sonra birkaç ay için Zürih’ten ayrıldığı zaman da bu konumunu sürdürmüştü. Ball, daha önce, Berlin’de dışavurumcular çevresinde bulunmuştu; Münih’te dramaturg ve yönetmen olarak çalışmıştı, Kurt Pinthus’la birlikte çağdaş tiyatroya adamak istedikleri ve bir tür halk sahnesi niteliğini taşıyacak kendi tiyatroların tasarlıyorlardı. Tasarıyı parasal sorunlar nedeniyle gerçekleştiremediler. Ball, Berlin’de Frang Pfernfert’in kuruluşundan beri radikal sol ve anarşist çizgide yer alan Aktion adlı savaş karşıtı dergisinin yazı işlerinde çalışıyordu. Ball’ın anarşist çevrelerle de ilişkisi vardı ve yoğun olarak Gustav Landauer, Mihayl Bakunin ve Kropotkin’in yazılarını okuyordu. 1917’de Bakunin’in Anarşist Tüzüğü adlı kitabını çevirdi ve bir “Bakunin Seçkisini’in çıkarılması çalışmalarına katıldı.

Bu yıllarda sanatçı aydınların büyük çoğunluğu anarşizme ilgi duyuyordu. Yazar aydınlar kuramsal sosyalizmi hemen hemen tümüyle anarşistlerin yazıları aracılığıyla alınılıyorlardı. Anarşizmin aydınların ilgisini çeken yönü, köktenci bir biçimde düşüncenin odak noktası yapılan ve bireyin gelişmesinde sınır tanımayan özgürlük kavramı idi. Hugo Ball, Münih’te bulunduğu günlerde kendi köktenci şiirlerinin de yer aldığı Revolution adlı bir anarşist dergisinin yayıncıları arasında yer alıyordu. Derginin ilkeleri, Erich Mühsam’ım bir çalışmasında yazıya dökülmüş ve tümüyle Dada’nın kuruluş bildirgesinde de yer alan devrimci anlayışı dile getirmekteydi. Mühsam söyle diyordu: “Devrim, bir durumun ayakta kalma koşulları ortadan kalktığında gündeme gelir (…). Yıkmak ve kurmak, devrim açısından özdeş kavramlardır. Tüm yıkıcı istek, aynı zamanda.yeniden kurma isteği demektir (Bakunin). Devrimin birkaç türü şunlardır: Zorbaca cinayetleri, egemen bir gücün egemenliğine son verilmesi, bir dinin ortaya çıkması, eski (geleneksel ve sanatsal) kuralların ortadan kaldırılması, bir sanat yapıtının yaratılması, cinsel ilişkinin gerçekleştirilmesi. Devrimle eşanlamlı olan kimi sözcükler: “Tanrı, aşırı derecede cinsel istek, coşkunluk, kargaşa. Gelin kargaşa içinde yaşayalım.”

Dada hareketinin başlangıcında her şeyden önce aydınların bu başkaldırısı vardır. Bu hareketin estetiği ve özellikle tiyatro niteliğindeki eylemci biçimi, aydınların sözkonusu tutumlarının derin izlerini taşımaktadır.

1915’de eşi Emmy Hennigs’le birlikte Almanya’yı terk etmiş olan Ball için Cabaret Voltaire’in kurulması, yaşamının karmaşık bir evresinin sonu anlamına geliyordu; Ball, lokalin açılış günü ile ilgili şunları söylemişti; ” Lokal tümüyle dolmuş birçokları yer bulamamıştı. Saat 6’ya doğru çalışmaların hızla sürdüğü ve fütürist afişlerin yapıştırıldığı bir anda koltukları altında çanta ve resim bulunan, dış görünüşleri açısından Doğululara benzettiğimiz dört kişilik bir delegasyon girdi içeriye. Girer girmez selamlamak amacıyla birçok kez eğilmelerinden alçak gönüllü oldukları belli oluyordu. Kendilerini tanıttılar: ressam Marcel Janco, Tristan Tzara, Georg Janco da adını unuttuğum dördüncü bir bey idiler. Rastlantı sonucu H. Arp ve orada bulunuyordu ve pek fazla sözcüğe gerek kalmadan anlaştık. Hemen sonra Janco’nun eliaçık başmelekleri diğer güzel resimler yanında yerini almıştı ve Tzara daha aynı akşam sempatik bir biçimde pantolonunun cebinden çıkardığı eski biçemle yazılmış olan dizelerini okudu.

Marcel Janco, savaş başladıktan sonra Romanya’da kaçmış ve İsviçre’de iş aramakta olan ve aynı düşüncede olan insanlarla ilişki kurmaya çalışan Romanyalı bir ressamdı. Janco, kabarenin çalışanları arasına katıldı ve Emmy Hennigs gibi dada hareketinin çekirdek kadrosundaki kişilerden birisi idi.

Tristan Tzara, Zürih’teki en önemli dada temsilcilerinden biri olmuştu; o da Janco gibi Romanyalı idi. Tzara, felsefe okumak için İsviçre’ye gelmiş olan bir yazın adamı idi; İtalya’daki fütüristlerle çok iyi ilişkileri vardı ve kabarenin izlencelerinin çoğuna bildirileriyle katılıyordu. Daha sonra Paris’teki dada hareketini kurdu.

Hans Arp, daha 1916’da tanınmış bir heykeltraştı. Paris’te Picasso’nun çevresinde bulunmuştu. Savaşın başından beri dada etkinliklerine katılan eşi Sophie Taeuber ile birlikte İsviçre’de yaşıyordu.

Bu kişiler yaklaşık bir hafta birlikte çalıştılar ve sonra kabarenin izlencisine belirleyici bir yön veren yeni bir üye deha katıldı gruba: Bu yeni üye, Ball’ın Pfemfert’in çevresinde tanıdığı ve Zürih’e çağırdığı Berlinli tıp öğrencisi Richard Huelsenbeck idi. Huelsenbeck, Berlin’deki sol sosyalist çevrelerindeki köktenci gazetecilerden biri idi. Wilhelm Almanya’sına karşı Zürih’tekilerde görülmeyen bir nefret duygusu besliyordu. Savaş döneminde askerlik hizmetini kişisel yaşam planlarının bozulması olarak gören diğer üyelere karşın, Huelsenberk politik inancından dolayı savaşa karşı idi. Huelsenbeck, dadacıların gösterilerinde daha saldırgan bir tutum takınmalarına ve dada’nın topluma kendi görüşlerini duyuran araç olan bildirilerin yazılmasına önayak oldu.

Nisan 1916’da, grup bir kez daha büyüme gösterdi. Die Aktion dergisinde yazılar yazan Berlinli deneysel filmcilerden Hans Richter (1888-1978), “Son Kurtuluş” adlı metniyle en ilginç dada bildirilerinden birine imza atmış olan Avusturyalı Walter Serer, son olarak da ressam ve grafikçi Christian Schad (1894-1980) ile İsveçli ressam ve film yapımcısı Viking Eggeling (1880-1925) gruba sonradan katılanlardı.

14 Nisan 1916’da Zürih’teki Waag lonca merkezinde dadanın ilk büyük toplantısı gerçekleştirildi. Bu yeni binaya taşınmış olan Cabaret Voltaire’in daha önceki izlenceleri, bu son etkinlikle karşılaştırıldığında bir tür hazırlık çalışması olarak görülebilir.

29 Mart 1917’de Zürih’te DADA adlı galeri açıldı; 1 Temmuz 1917’de DADA adlı derginin ilk sayısı çıkarıldı. Bunun dışında bir de “Collection DADA” vardı. Bu ad altında grubun bütün yazıları yayımlanıyordu. Daha Mayıs 1916’da DADA-Almanach Cabaret Voltaire yayımlanmıştı.

Richard Huelsenbeck, Zürih’te toplanmış olan sanatçılarla birlikte yaşamış olmanın verdiği duyguyla dada hareketinin bu evresini Dada Eine literariche Dokumentation (Dada, Edebi Bir Belge) adlı kitabında şöyle yorumlamaktadır:

“Dadacılığı sonu görülmeyen bir belirsizlik durumunda kendi içlerinde karmaşayı yaşayan genç insanlar grubu olarak tanımlayabilirim. Sözkonusu insanlar bu durumu bir suçlu, meslekten birer devrimci, köktendinci kişiler, yalnızca sanatçılar olarak değil, önce insan olarak yaşıyorlardı. Ben bunu, iç kuralsızlığın her dadacının salt bir zorunluluk ve kendi kökeni, kişisel geçmişi ve geleneği, karakter gelişiminin yönü ile karşılıklı etkileşim içinde gelişmesi olarak anlıyorum. Dadacılar özel bir duyarlılığa sahip oldukları için karmaşanın yakınlığını gören ve onu aşmaya çalışan insanlardı. Onlar politik amaçları olmayan anarşist, yasaları çiğnemeyen yarı güçlü, inancı ve dindarlığı koruyan alaya insan, sanatsız sanatçı insan idiler. Birey ya da grup olarak dadacılar, savaşın dünyayı yerinden oynattığı, ama yıkımın boyutlarının görülmesini engelleyen derin bir uykunun egemen olduğu bir zamanda, yarana akılcılık olarak nitelendirmek istediğim olguyu anlamışlardı.”

Bu girişimde artık bir anlam göremediği için Hugo Ball (daha 1916 sonlarında) ilk olarak gruptan ayrıldı. Arkadaşlarının ısrarı üzerine Ball 1917’de kısa bir süre için bir kez Galeri DADA’nın yönetimini üstlendi. Sonunda (1917’de) Bern’e gitti ve orada 1919’a dek Freie Zeitung’da gazeteci olarak çalıştı. Ball’ın bundan sonraki yaşamında ilgisinin odak noktasını oluşturan dinsel gizemcilik belirleyici bir rol oynamıştır.

1918’de savaş sona erdiğinde Zürih grubu tümüyle dağıldı. Bu gruptan ayrılanların katıldıktan en önemli girişimler Richard Huelsebeck’in kurmuş olduğu Dada-Berlin ve çok gerçeküstücülük hareketine katılmış olan Paris’teki dada grubu idi.

Dada-Berlin birçok yönden Dada-Zürih’ten değişik bir gelişim göstermiştir. Bunun nedenini Berlin’deki değişik koşullarda, kentin özel yerel ve politik olanaklarında ve ayrıca Berlin grubunun özel yapısında aramak gerekir. Richard Huelsenbeck 1917 sonlarında Zürih’ten Berlin’e geldiğinde orada dada hareketinin gelişmesini kolaylaştıran iki kuruluş bulunuyordu. Bunlardan biri, Wieland Herzfelde yönetimindeki Malik Yayınevi tarafından yayımlanan Neue Jugend adlı derginin çevresinde bulunan kişilerdi; yayınevinde çalışan en önemli kişiler Harfelde’nin kardeşi John Hartfield (1891-1968) ve Georg Grosz (1893-1963) idi, ikinci kuruluş ise, Franz June (1888-1963), onun yayınevi ve çıkardığı Frei Strasse adlı dergi idi. Huelsenbeck, Raoul Hausmann (1886-1970) ve Johannes Baader (1875-1955) yanında. Malik Yayınevinde çalışan kişiler, Berlin-Dada hareketinin çekirdek kadrosunu oluşturuyordu.

Malik Yayınevini ve bu yayınevinde çalışan yazarları dada hareketine yakınlaştıran üç neden şunlardı: 1. Savaşa karşı etkin bir tutum takınmaları. Malik Yayınevinde çalışanların çoğu Pfemfert’in çevresinde bulunan kişilerdi; ayrıca Huelsenbeck, Ball, Hennigs, Serner ve Richter gibi Zürih’teki dada grubunun birçok Alman üyesi Aktion adlı dergide yazıyorlardı. 2, Wieland Herzfelde’nin yayın hakkı, dağıtım ve yayınevinin parasal sorunlarında sansürden ve burjuva kamuoyunun denetiminden kurtulmak amacıyla başvurduğu zekice ve hile dolu taktikler. Ve 3. Neue Jugend’in güvenlik güçlerini kışkırtmaya yönelik ve gereken ilgiyi toplayan savaş karşıtı gösteriler.

Malik grubunu Zürih-Dada grubundan kesin hatlarla ayıran öğe, Malik grubunun politik çalışmalarında disiplinli ve tutarlı olmaları idi. Bu tutumun nedeni, genel olarak sanatçı aydınları Zürih lokalindeki sığınmacılardan daha değişik bir değerlendirmeye zorlayan Berlin’in politik durumu idi.

Dada grubu ilk kez,12 Nisan 1918 tarihinde,Berlin kamuoyu ile tanıştı. Huelsenbeck bir girişimde bulunmuştu. Huelsenbeck, Berlin’deki bir galeride, dışavurumcuların büyük bir beğeni ile izledikleri ve özellikle İtalyan fütüristlerini desteklemiş olan şair Theodor Daubler’in konuşmacı olarak katıldığı bir gece düzenlemişti. Zürih’tek uygulamalara uygun olarak bu gecenin izlencesinde de çok değişik konulara yer verilmişti. Huelsenbeck’in dada konuşmaları yanında, her şeyden önce dışavurumcu şiirler okundu.

Huelsenbeck bu toplantılardan biri ile ilgili şunları söylemişti: “Hausmann, Grosz, Jung ve ben kontluk salonunda ilk büyük dada gecesinin düzenledik (…). Ben, henüz yeterince insanın öldürülmediğini anlattığım bir giriş bildirisini okuyordum. Polis konuşmayı engellemek istedi, çocuklar ağlıyordu, erkekler ayaklarını yere vurarak gürültü yapıyordu. Grosz, sergideki resimler üzerine küçük tuvaletini yapıyordu. Her şey karmaşıktı ve dolayısıyla son derece dadacı bir olay söz konusu idi.” Bu ilk evre toplantılarının hepsinde burjuva sanat ve kültür geleneğine karşı gösterilen tepki egemendi.

Köln’den gelerek Berlin’deki dada grubuna katılan Johannes Baader (1875-1955), çok geçmeden bu grup içinde önemli bir konum elde etmişti.

İlk toplantılardan kısa süre sonra bir dizi dadacı yayınlar, dergiler ve yıllıklar yayımlandı. En önemli dergiler hepsi de 1919 yılında yayın yaşamına giren Jedermann sein eigener Fussball, Der Dada, Die Pleite, Der Gegne ve Der blutige Ernst adlı dergilerdi. Huelsenbeck, 1920 yılında önemli uluslararası Dada çalışmalarını yer aldığı ilk DADA – Almanach’ı çıkardı; yine 1920’de Hueselbeck’in kaleme aldığı En avant Dada adlı ilk dada tarihi yayımlandı. Berlin-Dada etkinliklerinin önemli doruk noktalarından biri, 1920’de Dr. Otto Burchard sanatevi salonlarında açılan “İlk Uluslararası Dada Fuarı” idi. Bu sergi nedeniyle devlet güçleri dadacılara karşı sert tepki gösterdiler. Sergide, devlet güçlerini son derece sert bir biçimde eleştiren ve savaştan ve savaş sonrası yoksulluktan devleti sorumlu tutan Grosz, Heartfield, Hausmann, Otto Dix ve Rus avangart sanatçıların resimleri vardı. Hausmann dışında sergide resmi bulunan bütün sanatçılar yargılandılar. Bu sergi ile ilgili bir gazetede aşağıdaki haber yer almıştı:

“Sergi salonunun tavanında içi doldurulmuş, omuzlarında subay rütbesi ve beresinin altında domuz maskesi bulunan bir asker asılı idi; duvarda siyah ketenle doldurulmuş ve bacağı ile kolları olmayan bir kadın vücudu duruyordu, bu kadının memelerine paslanmış bir bıçak ile kırık bir çatal dikilmişti. Bir omuzunda elektrikli bir zil, diğer omuzunda da ispirto ocağı vardı. Kadın vücudunun arka tarafından demirden bir haç vardı. Bunları dışında askeri yetkililerin karikatürlerinin yer aldığı ve üzerinde “Tanrı, bizimle” tümcesi bulunan açık bir dosya yer alıyordu. (…) Tavanda asılı askerle ilgili şöyle bir nota yer verilmişti: Bu sanat yapıtını anlamak için iyice doyurulmuş bir maymunla 12 saat eğitim yapılmalı ve tam teçhizat Tempelhof alanında koşulmalı. Oturumdan önce dada lideri Baader, dadacılığın kültür için zararlı oluşumlara karşı koymayı görev bildiğini ve bunun da ancak Almanya’da eksikliği duyulan mizahla yapılabileceğini söylemişti.”

Berlin etkinliklerinden sonra dada grubu da benzer konulan işleyen turneler düzenledi; bunlar Ocak 1920’de Leipzig’e, Mart’ta Prag ve Karsbad’a, daha önce de Dresden’e yapılan turnelerdi.


Özgün metin; Theater im 20. Jahrhundert, s. 192-199.


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın