KAPİTALİST SİSTEMDE ÖZELLEŞTİRME; İŞSİZLEŞTİRME, ÖRGÜTSÜZLEŞTİRME, SINIFSIZLAŞTIRMA OPERASYONUNUN ADIDIR
Türkiye’nin eşitliksizçi mülkiyet rejimi yarattığı sorunların çözümsüzlüklerini varlık nedeni haline getiriyor. Yüzlerce yılın egemenlik ve sömürü biçimlerini tarihsel ortak paydası durumuna getiren tekelci sermaye, insanı yaşamın en sıradan gereksinimlerini ve doğal yaşamın temel işleyiş koşullarını üretemez hale düşürüyor. Hayatın her alanında üretimsizlik kapitalist sistemde emekçi insanın var oluşunu tehdit eden boyutlar kazanıyor. Doğal insani varlığın yaşamsal gereklerini karşılayamaz hale getirilen emekçiler kapitalist mülkiyet rejiminin tarihsel meşrutiyetten yoksun “haklılık” illüzyonuna devlet zoruyla itiliyorlar. Bu itilme, birikmiş şiddetin ifadesi olan kapitalist ideolojinin kitlelere sindirilmesi biçiminde gerçekleşiyor. Sistemin politik kurumları ve basın tekelleri, işsizliği, yoksulluğu, kültürsüzlüğü yaratan koşulları yaşamın özü olarak ebedileştirme gayreti içinde, insanlığın kollektivite ve eşitlik temelinde yarattığı tüm çözümlere saldırıyorlar. Bu saldırılar çeşitli biçimlere bürünebiliyor. Türkiye’nin eşitsizlikçi mülkiyet rejiminin bu çerçeve içinde gündemini özelleştirme konusu oluşturuyor.
Aslında özelleştirme Cumhuriyet tarihi boyunca hep gündemde tutulmuş bir konu. Örneğin, DP’nin 22 Mayıs 1950’de TBMM’de okunan hükümet programında “iktisadi sahada, devlet işletmelerinin, bir plan dahilinde ve elverişli şartlarla peyderpey hususi teşebbüse devredileceği” vurgulanıyor. İşte bu programdaki “elverişli şartlar”’ değerlendirmesi 80’lerde açılımını bulmaya başladı. 80’li yıllar, işçilerin istenildiğinde işe alınıp, istenildiğinde işten çıkarılacağı mekanizmaların yaratılmasına dayalı tekelci sermaye politikalarına göre biçimlendirildi.
Eğilimsel olarak kâr oranının düşüşünü engelleme temelinde geliştirilen bu politikalar günümüzde KİT’lerin mülkiyeti sorununda düğümlendi. 0 arada KİT’lerin mülkiyetinin tekelci sermayeye devriyle emekçi sınıfların kitleler halinde işsizleştirilmesi ve sınıfsızlaştırılması arasındaki bağlantı giderek açıklık kazandı. Muazzam bir propaganda ile özel mülkiyet rejiminin kâr dürtüsü nedeniyle insan doğasına en uygun sosyo-ekonomik formasyon olduğu, bu bakımdan devlet mülkiyetinde bulunan ekonomik birimlerin etkinlik ve verimlilik yönünden ancak kapitalist sınıfın mülkü haline getirilirse ekonomik sorunların çözüleceği, ideolojik bir tabu biçimine sokuldu.
Söz konusu “iktisadi” gerçekliğin temelinde kapitalist enternasyonalin uluslararası işbölümünde Türkiye’nin emekçi sınıflarının payına üretim maliyetlerinin indirilmesi açısından işsizlik olgusunun düşmesi yatıyor. Devlet mülklerinin sermayeye devri süreci özü açısından işsizleştirme programının bir parçası niteliğinde. Kamu girişimlerinde çalışan işçilerin özel sermaye kesiminde çalışan işçilere göre daha yüksek sendikalaşma oranları ve ücretlerinin görece yüksekliği özelleştirme programının işsizleştirme, örgütsüzleştirme, sınıfsızlaştırma yönlerini özellikle açığa çıkardı. (Kapitalist enternasyonalin uluslararası işbölümü yapılanmasında devlet girişimlerinin özel mülkiyete devredilmesi ve kapitalist ideolojinin toplumsal tabana yayılmasıyla birlikte işgücünün kendini vareden sınıfsal koşullardan soyutlanarak örgütsüzleştirilmesi esastır.
Türkiye burjuvazisi, devlet işletmesi olarak örgütlenen ekonomik birimlerin tüm olanaklarını sonuna kadar sömürmüş, ekonomik ve politik gücünü iyice pekiştirmiştir. Bu programa göre işsizleştirme yoluyla muazzam bir yedek işgücü ordusu kurulacak bu ordu örgütsüz ve sınıfsız, siyasal, ideolojik güç mekanizmalarından yoksun bırakılarak sürüleştirilecektir. O arada işsiz yığınların aşağıdan sürekli baskısıyla karşılaşan çok düşük ücretli bir emekçi katman yaratılacak, piramidin tepesine ise yüksek ücretli bir katman oturtularak bunlar sistemin dayanağı ve tüketim adacıkları haline getirilecektir. Konu bu temelde ele alındığında kapitalist enternasyonalin ekonomik karar ve program merkezleri alan IMF ve Dünya Bankası’nın yön verdiği oluşumları özelleştirme basitleştirmesi ile açıklamanın yetersizliği anlaşılır.
Özelleştirme programı salt ekonomik kavramlarla değerlendirilemeyecek kadar çok yönlüdür. Konunun ideolojik ve politik boyutları yanında kapitalist enternasyonal ile ilgili tarafları vardır. Kapitalist enternasyonal tüm ekonomik ve siyasi örgütleri ile sistemin dayanaklarını güçlendirme savaşı içindedir. Ayrıca tekelci sermaye örgütleri, devlet aygıtının sahibi olmakla birlikte mülkiyetin toplumsal bir vurguyu akla getirebilecek kamusal bir içerik taşımasını ideolojik bakımdan tehlikeli bulmaktadırlar. Türkiye gibi ekonomik ve siyasal sorunlarını çözümsüzlük yumaklarına çeviren günlük darbelerle yaşayan bir ülkede “Fetret” dönemlerinin kamusal mülkiyet vurgusunu nerelere tırmandıracağı belli olmaz.
Kolllektiviteye dayalı ekonomik, sosyal, siyasal toplum projelerinde, kaynakları sermayenin hizmetinde olsa da, devletin ekonomik birimlerinin kamusal mülkiyet vurgusu taşımaları burjuvazi açısından tedirginlik kaynağıdır. Ayrıca devlet ekonomik işletmelerinin kuruluşunda SSCB kredileri ve teknik yardımının varlığı sermaye açısından bu tarihsel hesabın görülmesini de gündeme getirmiştir. İşçi sınıfının nicel açıdan güçlenmesi ve Türkiye’nin sanayileşme programı doğrultusunda tarafsızlaştırılması saiki ile verilen bu kredilerin amacına ulaşıp, ulaşmadığı da ayrıca tartışılmalıdır. Ancak tartışılmayacak bir gerçek varsa, o da; KİT’lerin Türkiye’de tekelci sermayenin ekonomik egemenliğini kurmasında önemli bir rol oynadıklarıdır. Ancak kullandıkları teknoloji, çalışanların görece yüksek örgütlülük düzeyi, kollektif bir toplum yapısının genişletilmiş üretim tabanını oluşturacak potansiyeli ile KİT’ler, yine de sınıfsal mücadelenin en önemli birimleri arasındadır.
The Morgan Guaranty Bank türünden uluslararası emperyalist kuruluşlar tarafından mülkiyetinin, uluslararası tekellere devir koşulları planlanan KİT’lerin tasfiyesi genel bir programın sadece bir bölümüdür. Bu program Türkiye açısından sanayisizleştirme, teknolojisizleştirme, üretimsizleştirme, işsizleştirme, sınıfsızlaştırma ve sürüleştirme ile eşanlamlıdır.
Dolayısıyla, özelleştirme aslında bir kavramın içeriğinde bulunması gereken tüm aydınlatıcı öğelerden yoksun ideolojik bir basitleştirmedir. O halde öncelikle bu basitleştirmeyi aşmak ve konuyu yukarıda belirtilen boyutları ile kavramak zorunluluğu var. Bu zorunluluk ise teorik ve pratik kollektivite ile mümkündür. Böyle başlangıçlara hepimizin ihtiyacı vardır. “İhtiyaç keşfin anasıdır” derler. Özelleştirmeyi tüm sonuçları ile ortadan kaldırma ihtiyacı, bize yeni kollektiviteleri bulduracağa benzer.
Gerçeğin Sesi, Ağustos 1993, Sayı: 2
İlk yorum yapan olun