Emperyalizmin Ortadoğu’daki Koçbaşı – Suat Parlar & 2023 Aylık Dergi

Emperyalizmin Ortadoğu’daki Koçbaşı – Suat Parlar & 2023 Aylık Dergi


15 Temmuz 2004


İSRAİL: Emperyalizmin Ortadoğu’daki Koçbaşı

2023- İsrail’in Ortadoğu’ya gelip yerleşmesi birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların temelinde size göre hangi etkenler yer almaktadır?

Suat Parlar- İsrail’in kuruluşu üzerine bugüne kadar pek çok jeo-stratejik, jeo-ekonomik ve tarihî değerlendirmeler yapıldı. İsrail’in oradaki varlığının emperyalizmin icadı olduğu ve bölgeye Britanya emperyalizminin girmesi için koçbaşı gibi kullanıldığı daha sonra bir bakıma Britanya’nın bölgedeki işlevlerini devralan ABD’nin bu politikayı kendi rengini katarak devam ettirdiği biliniyor. Bana kalırsa, burada asıl üzerinde durulması gereken nokta; aynı zamanda Yahudi dininin ve kültürünün bu emperyalist gâyeleri kolaylaştırıcı bir tesirinin olduğudur.

Dünyada öyle bir anlayış var ki, neredeyse Siyonizm Yahudi dininden, kültüründen bir sapma niteliğinde gösteriliyor Siyonizm’in, Yahudilikle hiçbir bağlantısı yokmuş gibi izlenim oluşturuluyor. “Yahudilik; insanlara alabildiğine bir Rönesans’ı yaşattı, alabildiğine engin bir hoşgörüyü temsil etti, Siyonizm de bundan bir sapma” deniliyor… Hayır, değil. Bir kere kökleri Yahudi dinine oturtmak lâzım. Yahudi dini çok açık bir biçimde diğer insan topluluklarını ve insanları aşağı gören, bunu kendi şeriatından besleyen bir anlayışa sahip. Bu düşüncenin temellerini “Halakha” denilen Yahudi şeriatının temellerinde bulmak mümkündür. Yani, Yahudi dini dediğimiz zaman biz sadece kutsal kitapta yer alan bilgiler ışığında değerlendirmeler yapamayız. Bu anlamda işe Tevrat’tan başlarsak yanılırız.

Siyonizm = Faşist

2023- Nereden başlamak lazım Yahudiliği anlamak için?

Suat Parlar- Halakha ağırlı olarak hahamların oluşturduğu bir Yahudilik’tir. Kabala’nın ötesinde, hahamların uzun bir döneme yayılan pratiklerini içerir. Çok yanlış bir şekilde antisemitizm biçiminde gelişen Pogrom hareketleri, Yahudiler’e yönelik katliamlar; insanların çılgın öfkelerine, doğuştan Yahudi düşmanı olmalarına veya işte Yahudiler’in otokrasiler tarafından bertaraf edilmek istenmesine bağlanmıştır. Bunların hepsi tarihsel yalanlardır.

Bir kere Yahudiler tarihin ilk çağlarından itibaren en haksız şekilde halklara en fazla eziyet eden egemenlik sistemleriyle içiçe yaşadılar. Ortaçağ’da özellikle her feodal senyörün muhakkak yanında bir Yahudi sarraf bulunurdu. Bir kere bu birliktelik halklarda çok ciddî bir tepki birikimi yarattı. Yahudiler özellikle statükonun değişmemesinin yanında yer aldılar. Ne zamana kadar, ağırlıklı olarak modernizmin etkinliğini ulus devletler bağlamında gösterene kadar. Ondan sonra yine Yahudiler içindeki özellikle hahamların, kendi otoritelerini yeniden kazanmaya dönük birtakım tasfiyeler içerisinde olduğunu görüyoruz ama o dönemden itibaren daha farklı bir takım anlayışlar ortaya çıktı. Fakat bu yapılanmalarda yine içerisinde birtakım olumsuzluklar taşıdı. Bunun en uç noktası, Bolşevik devrimi temelinde Bund Hareketi’ne savrulan sözde Marksist Yahudi anlayışıdır. Fakat anlayış “Siyonizm” başlığı altında formüle edeceğimiz bir anlayışa, diğerlerinde olduğu gibi evrildi. Başlangıçta, tabiî, Yahudi şeriatçıları Siyonizm’le mesafeli durdular. Ama artık günümüzde büyük bir işbirliği içerisinde olduklarını görüyoruz.

Günümüzde artık şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz, İsrail’de politika Yahudi şeriatı tarafından deyim yerindeyse teslim alınmış durumdadır. Şu anda adına “Yeşivot” denilen kökten dinci Yahudi okullarından mezun olanlar İsrail ordusunda en seçkin görevlerde bulunuyorlar ve bunlar İsrail’in “ölüm mangaları” diyebileceğimiz kontrgerilla birimlerini oluşturuyorlar. İsrail toplumu içerisinde etkinlikleri öyle boyutlara varmış vaziyette ki, İsrail’de sözde Batı’ya çok yakın görünen, demokrat görünen İşçi Partisi hükümetleri bile bunlara boyun eğmek zorunda kalıyorlar. Bir örnek olması bakımından hemen şu anlatılabilir; Malum Baruch Goldstein bir tabip binbaşıydı onlarca Filistinli’yi girdiği bir camide katletti. Sonradan ortaya çıktı ki, bu şahıs, doktor olmasına rağmen Yahudiler’den başkalarının tedavi edilmesini kabul etmemiş. Bu konuda İsrail Genelkurmayında raporlar var. Bu şahsın düşüncelerinden Rabin de, Perez de haberdar fakat hakkında açılmış soruşturma yok. Lübnan işgali sırasında oradan ağır yaralı olarak getirilen insanlara, üstelik İsrail ordusunda savaşmasına rağmen Yahudi olmayan Dürzi kökenli İsrailli asker ve subaylara bile tıbbi yardımda bulunmamış. Bakın şeriatçı Yahudi anlayışı o kadar derinlerde kök salmış ki, nihayetinde bundan haberdar olmalarına rağmen çok demokrat görünümlü Nobel Barış Ödülü’nü almış olan İzak Rabin bile bu şahıs hakkında soruşturma açamamıştır. Ayrıca İsrail kamuoyunun yüzde 70’inin Goldstein’ın eylemini desteklediği yapılan anketler neticesinde ortaya çıkmıştır. Goldstein’ın ölümünden sonra bir anıt mezarı yapıldı, üstelik Arap halkının en fazla meskûn olduğu bir bölgeye.

Bu şunu gösteriyor: Siyonizm; demokratik veya Kibutz pratiğinden yola çıkarak söylenildiği gibi sosyalizan bir akım değildir. Soy bir ırkçı ve faşist bir akımdır. Bunlara artık “‘Siyo-Naziler” demenin meseleyi daha da aydınlatacağı kanaatindeyim. Çünkü Siyonizm’de,  Nazizm’in pratiklerinin bir dinsel kutsiyetle taçlandırılması söz konusudur. Nazilerle modernist bir birikime dayanarak belki mücadele edilebilirdi yani onların varsayımları ve tezleri çürütülebilirdi ama, burada bir kutsiyetle karşı karşıyayız ki, bunun sorgulanması Yahudi düşüncesi açısından mümkün değil ve tabiî bunun Ortadoğu’ya getirdiği müthiş bir tehlike söz konusu. Yahudi şeriatı, Yahudi kültürü ve bunun yarattığı kurumlaşmalar anlaşılmadan, soyut bir biçimde Siyonizm’den yola çıkarak İsrail’in bölgesel planlarını değerlendirmek mümkün değildir. Buna tabiri caizse bir “emperyal mistisizm” demek mümkün. Çünkü İsrail’in temelde bir yayılmacı plânı ve bunun dini referansları vardır.

BOP ya da Büyük İsrail

2023- İsrail’in plânları neler?

Suat Parlar- Çağlar ötesinde kaynaklanan ve kutsiyetini oralardan alan bir plan. Açıkçası bu seküler bir plan değil. Öyle olsaydı belki bu planla stratejik hesaplara dayanarak başa çıkmak veya bunu tartışmaya açmak mümkün olurdu.ama şimdi İsrail’de öyle bir mutabakat var ki, en demokrat görünenler bile bunu tartışmaya açmıyorlar.bu planlardan parçalarından birine hemen örnek vermek mümkün; Büyük Kudüs.

Kudüs, Arap dünyasının kalbidir. Bu sadece kültürel ya da dinî anlamda değil. Kudüs’ü elinizde tutarsanız Arap dünyasını birbirine bağlayan bütün yolları kontrol ediyorsunuz demektir. Yani Kudüs olmadan Arap dünyası bir anlam ifade etmez. Böyle değerlendirildiğinde, İsrail’in Büyük Kudüs plânı çerçevesinde, Gazze’den bile çekilmeyi göze alarak, özellikle Araplarla ve Filistinlilerle meskûn olan Doğu Kudüs’ü ilhak ediyor olması son derece önemlidir. Bu bir bakıma İsrail adına vazgeçilmez bir kutsalını oluşturuyor. Bunu tekrar tekrar söylemekte yarar var; İsrail devletinin veya orada çok fazla etkili olan o ideolojinin çözümlenmesi bize her zaman birebir bizim anladığımız anlamda birtakım stratejik ipuçları sunmaz, yani her şeyi bu kalıp içerinde açıklayamayız. Çünkü bazen ikincil de kalabilir. Kudüs meselesi de böyledir. Kudüs’ten vazgeçmek şu anda hiçbir İsrailli politikacının göze alamayacağı bir gerçektir. Sonuçta da tüm BM kararlarına rağmen Kudüs’ün ilhakı tamamlanmış vaziyettedir. Bunu bir de bölge çapında değerlendirirsek ortaya çok daha vahim bir tablo çıkar.

Bölge çapında değerlendirildiğinde, ilk akla gelen bu kutsiyetle taçlandırılmış, Büyük Ortadoğu Plânı’dır. Bu plânda ben hep İsrail’in yerini, merkez olarak değerlendiriyorum. Böyle bakıldığında, Büyük Ortadoğu Projesi aynı zamanda, Büyük İsrail Projesi olarak da değerlendirilmelidir. Parçalarına ayrılmış, etnik ve dinî temelde bölünmüş bir Ortadoğu ve bu Ortadoğu’da, ABD daha doğrusu Anglosakson emperyalizminin desteklediği ama, diğer yanıyla Avrupa emperyalizminin de açıkçası fazla sesini çıkartmadığı, hoşnut kaldığı bir ileri karakol olarak, İsrail yapılanması karşımıza çıkar. Şimdi bu parçalanmışlık yapısı içinde İsrail’in varlığını koruması, teritoryal ölçek içinde anlaşılamaz. Bu bakış açıkçası bizi çok fazla sonuca götürmez.

İsrail Kendi Bedelini Türkiye’ye Ödetiyor

2023- Büyük İsrail Projesi neyi kapsıyor? İsrail bunu gerçekleştirmek için size göre nasıl faaliyetler içerisinde?

Suat Parlar- Bir kere İsrail bölgede Türkiye ile halen daha özünde sarsılmamış ve Türkiye açısından devlet politikası olan stratejik bir ittifaka sahip. Ürdün, şu anda İsrail’in periferisi durumunda yine bölgedeki en önemli ülkelerden birisi Mısır’la ilişkilerini İsrail, her şeye rağmen sarsmıyor. Bunun ötesinde Kafkasya’ya ve Orta Asya’ya açılmış bir İsrail karşımızda. Herkes ikinci İsrail’i Kuzey Irak’ta ararken ikinci İsrail Özbekistan’da kuruluyor. Özbekistan’a en fazla yatırım yapan ülke İsrail. Özbekistan kendisine model ülke olarak şu anda İsrail’i almış durumda; küçük, güçlü kaynaklara sahip, bölgesel bir güç olmaya aday bir yapılanma… Kafkasya’da, Çeçenistan’da görüyoruz İsrail’i. Azerbaycan’da görüyoruz… Azerbaycan’la gizli istihbarat anlaşmaları var, silâh verdiler. İsrail bölgede ciddî bir yayılma politikası izliyor ve iyi takip edilirse bunun sadece Ortadoğu ile sınırlı olmadığı görülebilir. Genişletilmiş Ortadoğu Plânı’nı İsrail ile birlikte ele almak lâzım. Onun ötesinde Gürcistan ile İsrail’in son dönemde geliştirdiği önemli ilişkiler var, çok fazla üstünde durulmuyor. Bir özel antiterör anlaşması yaptılar, Türkiye ile yapılan stratejik anlaşmaya benzer bir anlaşma yaptılar. Ayrıca İsrail sadece bizim her gün televizyonlara yansıyan boyutu ile gördüğümüz, anti-Filistin mücadelesinin, bir sömürgecilik mücadelesinin içinde değil. İsrail’deki orta büyüklükteki bir bankanın finansal öz varlığı Türkiye’deki bütün bankaların toplamından fazla. İsrail aynı zamanda çok büyük bir finansal yapının da merkezi. Buna diasporadaki Yahudiler’in de desteği eklendiği zaman ortaya, hakikaten çok yetkin bir finansal güç çıkıyor. Finans dendiği zaman bu finansın dünya piyasalarındaki etkinliği, araçlarını kullanması, bilgi birikimi de önemli. İsrail şu andaki cürümünden daha fazla yer yakabilecek imkânlara sahip. İkincisi, önümüzdeki süreçte bunu net olarak göreceğiz, bu parçalanmış Ortadoğu çerçevesinde petrol konusunda ne yaptığını çok iyi bilen bir İsrail ile karşı karşıya kalacağız. Bakın geçmişte Kerkük-Hayfa arasında bir hat vardı, 48 Savaşı’ndan bu yana bu hat işlemez hale geldi. Bir defa bu hattın çalıştırılması gündeme getirilecek. Ama bu hatla yetinilmeyecek, bölgenin petrol boru hatlarının düğüm noktasına yerleşmeye çalışılıyor İsrail. Bu peki ne anlama gelir? Doğu Akdeniz’de İsrail’in bir nüfuz alanı elde etmesi anlamına gelir. Dolayısıyla işin Kısrıs ile ilgili yanları var. Gelecekte göreceğiz İsrail Kıbrıs’ı, off-shore bankacılığı anlamında arka bahçesine dönüştürecek.

Bunların yanı sıra İsrail bölgede su stratejisi olan tek ülke. Türkiye’nin su stratejisi yoktur, Türkiye bilmez bunları. Türkiye’nin su stratejisi ancak dışarıdan gelen bazı vakıfların konferanslarıyla gündeme getirilir. Ne yazık ki hâlâ en millî politikaları oluşturanlar da Amerikan vatandaşları Türkiye’de. Yani, onların gelip de Türkiye’deki bazı stratejik kurumlarda görev almaları Türkiye’nin ulusal bir strateji geliştirmesi anlamına gelmiyor. 130 senelik bir su kurumuna sahip İsrail. İsrail şunu çok iyi biliyor; eğer bölgede suya sahip olamazsa, bir su stratejisi geliştiremezse boğulur gider. İsrail’in işgal dinamiğini kavramak açısından suyun konumuna da bakmak lâzım. İsrail şu an temiz içme suyunun yüzde 67 sini Batı Şeria ve Gazze’den temin ediyor, ağırlığı da Batı Şeria’dır. 702 milyon metre küp suyunu çalıyor Filistinlilerin İsrail. Hâlen daha Lübnan işgali sırasında Lübnan’daki belli nehirlere kurdukları düzeneklerle Lübnanlılar’ın suyunu çalıyor. İsrail’in işgal haritasına baktığımız zaman bütün işgalin su kaynaklarıyla bağlantılı olduğunu görürüz. Buna bir de Türkiye gibi orta büyüklükte su zenginliğine sahip bir ülkenin kaynakları ilâve edildiğinde, İsrail’in bunu bir kazanç olarak değerlendirip Türkiye’nin su stratejine müdahalesi düşünüldüğünde, İsrail’in bölgede aynı zamanda bir su emperyalisti olduğu ortaya çıkar. Benim tabirim ile bölgede bir “hidro emperyalizm” söz konusudur.

Buna bir de şunu eklemek gerekiyor; dünyanın en önemli akiferlerinden yani yeraltı su kaynaklarından lübyan akiferi. “Genişletilmiş Ortadoğu” denilen haritanın yeraltı yüzeyini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, Amerika’nın bölgeye yönelik işgali sadece petrolle, sadece doğalgazla bağlantı değil, bunun su ile bağlantısı da var. Ne yazık ki, bu gözden kaçırıldı. Eğer, 1 Mart tezkeresi çıkmış olsaydı, Amerika Türkiye’de su havzalarına yerleşmiş olacaktı. Bunun çok basit detaylara girmeden şöyle formüle edebiliriz; şu anda bir kilo domatesin fiyatı Amerika’da bir litre benzinin fiyatının altı mislidir, bu önemlidir.

İsrail’in bölgedeki suya kilit politikasında, Türkiye’nin konumu önemlidir. Birinci sırada psikolojik direnişimizi kırmayı başardılar, Manavgat suyu anlaşmasını yaparak. Bunun arkası gelecektir. Bunun arkası Türkiye’nin bütün su kaynaklarının özelleştirilmesidir. İsrail bize açıkça şunu söylüyor; suyu bankaya yatırın, su bankası kurulsun, bu bankayı beraber işletelim, siz buradan finansal gelir elde edin. Türkiye’nin su zengini olduğunu kimse söyleyemez. Bu gelişmeler bize Türkiye’nin şu anda ciddî anlamda bir güvenlik krizi ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Yâni Türkiye sularını zaten har vurup harman savuran bir ülke. Ayrıca İsrail, Suriye ve diğer ülkelerle problemlerini Türkiye üzerinden çözmeye çalışıyor. Türkiye’de hiç kimse şuna aldanmasın, Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri iyileşmesinin sebebi, Türkiye’nin İsrail’e yüklenmesi yâni İsrail’in ödemesi gereken “barış payını” Türkiye’nin üstlenmesidir. İsrail, “Suriye’ye su verin” diyor, yarın bu taleplere başka ülkeler de eklenecektir. İsrail bölgede kendi Camp David’ini gerçekleştirirken bunun bedelini de Türkiye’ye ödetecektir. Durum budur.

Bunun yanı sıra bölgede tarım teknolojisi açısından da İsrail hakikaten çok büyük atılımları yapmış durumdadır. Türkiye’nin şu anda kendi domates tohumu yok, İsrail’den geliyor. Sadece domates tohumu da değil. İsrail bu anlamda çok ciddi bir birikime ulaşmıştır ve bu anlamda baktığımızda artık GAP’ın milli bir proje olmadığını, İsrail’in arz-ı mev’udu olduğunu görüyoruz. Kendi kutsalları çerçevesinde orayı ciddi ölçeklerde gözlemlediklerini ve giderek de çok önemli oranlarda toprak kapattıklarını görüyoruz. Bu sadece GAP bölgesi ile de bağlantılı değil. İddia ediyorum; on sene sonra bizlerin yazdığı kitaplar o bölgede İsrail’in kolonizasyonu ve yayılımı üzerine olacak. Çünkü çok basit bir araştırma bile birtakım aracılarla İsrail’in çok ciddi toprak aldığını gösteriyor. Sadece GAP bölgesinde değil, Batı Anadolu için de aynı şey geçerli. Hepsi de mümbit tarıma elverişli alanlardır.

Böyle giderse biz bariz boyutları ile Siyonizm’in o şiddetini arar hale geleceğiz. Artık önümüzdeki adım İsrail merkezli bir Ortadoğu tablosudur. İsrail’in sömürgeci bir güç olarak, giderek alt emperyal bir güç olarak, Türkiye’nin de potansiyelini kemirerek bu bölgede bir güç haline gelmektedir.

2023- Peki Ortadoğu barışı için Filistin-İsrail çatışmasının önlenmesi ve bir Filistin devletinin kurulması gündemde, bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suat Parlar- Bir defa Filistin halkının parçalanması gerekiyor. İkincisi Filistin’de tıpkı Güney Afrika’daki gibi işbirlikçi, aşağılanmayı kabul eden bir devletin kurulması gerekiyor. Filistin güvenlik güçlerinin MOSSAD ajanları tarafından eğitildiğini biliyoruz. Bunları iç savaşa sürdüler ama ne yazık ki, Filistin’deki kuşatma bizlerin de, onların da bunu gündeme getirmesine imkân vermiyor. Dünyanın en kalabalık bürokrasilerinden birisi Filistin’dedir. 80 bin bürokrata şu anda para ödeniyor. Bu vahimdir. Özellikle Tunuslular denilen ve dışarıdan gelen, intifada içerisinde görev almamış, intifadayı yönetmemiş Filistinlilerin diğerlerinin üzerinde bir ağırlığı var. Önümüzdeki dönemde orada işbirlikçi bir Filistin gücünün doğduğunu göreceğiz. Daha önce bunu Köy Birlikleri’yle denediler olmadı ama Ortadoğu’daki yeni düzenlemeler arasında bu da ihtimal dahilindedir.

Filistin’den Sonra Sıra İran’da

2023- Size göre bir Filistin devleti kurulacak mı?

Suat Parlar- Özerk yönetim diyecekler ve bunu bir devlet olarak adlandıracaklar ama hiçbir hava limanı çıkışı olmayacak, hiçbir Arap ülkesiyle sınırı olmayacak, duvarlarla çevrili, çitler arasındaki bir özerk yönetimin adına “Filistin devleti” diyecekler. Filistin halkı şimdilik buna hazır değil. Bunu için birinci olarak Filistin halkının en diri unsurlarının tasfiyesi gündemdedir. Bir müddet sonra Filistin önderliğinin darmadağın edildiğini göreceğiz. Hepsine saldıracaklar ve bu konuda çok pervasız davranacaklar. İsrail bunu gerçekleştirmesi için şu anda hakikaten elverişli bir araca sahip, Şaron kliği var işin başında. Şaron kliği gidicidir ama, gitmeden önce bölgede Amerika’nın da İsrail’in de ateşteki bütün kestanelerini alıp gidecektir. Ondan sonraki dönemeçte düşük yoğunluklu bir demokrasi çerçevesi içerisinde, kadife eldiven içindeki bir demir yumruk misali ve açıkçası o demir yumrukta Filistin’in kendi çerisinden çıkartılacaktır, sorunu çözeceklerdir. Filistin halkını yeni bir göç dalgası beklemektedir, bunu denediler dünyadan gelen tepkiler üzerin durdurdular daha uygun bir dönemde Filistin’de en diri unsurları içeren alanlara müthiş bir şekilde yükleneceklerdir. Ondan sonra sıra İran’a gelecektir bana kalırsa.

İsrail’in İran ile ilgili politikasını çok iyi analiz etmek gerekmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi denildiği zaman, biz işin o yönünü de hep ihmal ediyoruz. BOP’un en önemli ülkesi neredeyse İran’dır. Şu andaki bölgesel güç vizyonuyla, herhangi bir bölge ülkesi ile problemli olmayışıyla, nükleer programıyla İran gözde bir hedeftir. Dolayısıyla İsrail’in özellikle K. Irak’taki yuvalanmasını da İran politikaları açısından değerlendirmek gerekiyor. Yoksa şunu herkes biliyor, üç beş tane peşmergenin İsrail tarafında eğitilmesi bir anlam ifâde etmez. Üstelik İsrail 1958’den beri Barzani aşiretiyle ve değer bölge güçleriyle işbirliği yapıyor. Ayda 50 bin dolar maaş alan bir liderlik var. Aslolan İran ile gelişecek süreçtir. 2005 yılında İran’da seçimler var. İran seçimlerinde muhafazakârlar Batı’nın tabiri ile reformcuları bloke edecekler. Reformcular denilen kişiler neo-liberal politikalarla daha uyumlu olabilecek, Batı’nın vitrinlerine açık, Batı’yı hâlen daha bir erdem merkezi sayan, “Baba-Oğul-Kutsal Ruh” teslisinin benzeri; “Demokrasi – İnsan hakları- Serbest piyasa” çerçevesinde Batı’nın teslis inancını kabul eden bir kadrodur. Bunların başında da Hatemi var. Hatemi’nin 1997 yılında CNN’e verdiği röportaj Batı’nın erdemleri üzerineydi, Amerika’yı öve öve bitiremedi. Aynı hafta Time’de bir yazısı yayınlandı bu yazıyla ilgili şöyle söylenebilir; Turgut Özal da Time’da bir yazı yazsaydı böyle yazardı. Önümüzdeki dönemde ben bir varsayım ortaya atıyorum İran’ın Natanz kentindeki nükleer reaktörü, aynen 1981’de Osirak nükleer reaktörünün vurulduğu gibi, İsrail tarafından vurulacaktır. Bu nükleer reaktör vurulurken başka bir plânda yürürlüğe konulacak, Besiç ve Pastaran gönüllü birliklerinin ve Devrim Muhâfızları’nın bütün karargâhları, lojistik merkezleri vurulacaktır. Silâhlı güç olarak bir tek İran ordusu kalacak. İran ordusu sanılanın aksine ideolojik temelde hareket etmez. Onlar açısında önemli olan İran’ın bekasıdır. Dolayısıyla yönetime el koymaya kendilerini zorunlu hissedebilirler. Ondan sonraki gelişmeleri zaten kimse tahmin edemez. İran’daki ordunun bazı mensuplarının ta Irangate’den beri Amerika’yla ve İsrail ile görüştüğü zaten biliniyor.

İsrail’in İran politikası umalım ki, bölgeyi ateşe atmasın. Zira muhafazakâr denilen kadroların buna yönelik bir cevabı mutlaka olacaktır. Ayrıca Iran ordusunun duruma hâkim olması eğer Amerika ile İsrail ile uzlaşmayı getirirse, bu bölge çok felâket bir tablo ile karşı karşıya kalabilir, bu Türkiye’nin stratejik açıdan ciddî sıkıntılar ile karşılaşması anlamına da gelir. Diğer yandan muhafazakârlar bir iç savaşı göze alırlarsa, bu İran’ın parçalanmasını da gündeme getirir. Parçalanan bir İran kesinlikle parçalanan bir Türkiye demektir. Çünkü bunların ikisi de imparatorluk bakiyesidir. dinamiklerinin çok kesişen yönleri vardır. En önemlisi de Kürt meselesi artık tutulamaz bir noktaya gider. O konuda bugüne kadar oluşmuş bütün dengeler hatta Kürtler açısından bile oluşmuş dengeler yerle bir olur. İsrail bunu ister mi? Böyle bir ateş çemberini ister mi? İsrail’i algılamak için o zaman tekrar başa dönmek gerekiyor. Yâni İsrail şeriatından baktığımızda, İsrail kutsalları açısından baktığımızda, İsrail’in davranışlarının yer yer bazen bir delilik duygusuyla açıklanabilmesini mümkün görüyoruz. Meselâ İsrail Başbakanlarından Moşe Şaret’in günlüklerini ciddî bir analize tuttuğumuzda çok sık bir biçimde, “Çıldırırız. Dünyaya karşı çıldırırız” yaklaşımının egemen olduğunu görürüz. Tabi ben, “İsraill emperyalizmden kopup, kendi adına hareket eden, ABD emperyalizminin inisiyatifi dışında bir güçtür” demek istemiyorum. Elbette bir çakışma var ama İsrail’i değerlendirirken bu dinî ve kültürel temeller üzerinde de durmakta çok büyük bir fayda var.

2023- Dinin Yahudiler’e sunduğu vizyon nedir?

Suat Parlar- Bir defa Yahudi dininin tek tanrılı bir din olmadığı konusunda bir çok Yahudi muhalif ilahiyatçı veyahut da din adamı hemfikir. Çünkü kutsal kitabın üzerine çıkan bir şeriat anlayışı var. Halakha var. Halakha’da ağırlıklı olarak 8. yüzyıl ile 11. yüzyıl arasında oluşturuldu, daha sonraki dönemde Halakha metinlerinin eğitimi ve tekrarı üzerine kurulu bir Yahudilik anlayışı gelişti. Statik, değişmez, haham otoriterinin toptan ön plâna çıktığı bir anlayıştır bu. Haham otoritelerine gelince, onlar da dar cemaatin üzerindeki egemenliklerini sağlamlaştırmak için o toplulukları dışarıya kapattılar. Sâdece o topluluklar içinde en varlıklı olanların, özellikle Ortaçağ’da feodal senyörlerin bankeri, sarrafı olmasını sağladılar veyahut da krallara borç verildi. Savaşlar Yahudi parası ile finanse edildi. Bunun ötesine geçilmedi. Bu ölçekler içerisinde dondurulmuş bir Yahudi şeriatı, diğer insanları insandan saymıyor. “İki ayaklı hayvanlar” diyor. Örneğin bir Yahudi’nin Yahudi olmayana kan vermesi söz konusu değildir. Mücbir sebepler olduğunda bir Yahudi, Yahudi olamayandan kan alabiliyor. Yine Yahudi şeriatına göre, Yahudi olmayanların öldürülmesine herhangi bir ceza verilmiyor. Çünkü onlar insandan sayılmıyor. Yahudileri hem ırkî hem dinî temelde üstün gördüklerine o kadar çok örnek var ki, oturup Halakha incelendiğinde ortaya müthiş bir tablo çıkıyor. Bir de buna özellikle Yahudi köktenciler diyeceğimiz Haredi toplulukların Kabala’dan işleyip getirdikleri, ön plâna çıkardıkları birtakım metinlerin bilgisi eklendiğinde. Yahudi kutsalı oluşuyor ve bu da dünyanın merkezine Yahudiliği oturtuyor. Siyonistler’e bu anlamda en büyük katkısı da şu oluyor; “İnsanlar, doğuştan antisemitik’tir. Bir insan, doğuşundan itibaren Yahudi düşmanıdır dolayısıyla, bizim kendimizi sakınmamız lâzımdır.” İsrail devletinin en önemli ilkesi de bu zaten. Eğer, bütün insanlar doğuştan antisemitik ise, Yahudi düşmanıysa, yapılacak olan Yahudilerin kutsal topraklarına geri dönmeleri ve kendilerine orada müdafaa etmeleridir. Sonuç ne oluyor? Din ile de meşrulaştırılan müthiş bir hukuksuzluk oluyor. Yâni, sınırları belirsiz “kutsal topraklar” iddiası ve her Yahudi’nin doğal olarak İsrail vatandaşı sayılması şeklindeki bugünkü uygulama ortaya çıkıyor. Yâni, orası İsrail vatandaşlarının devleti değil, dünyadaki Yahudiler’in devletidir. Bu beraberinde bir dışlamayı da getiriyor. İsrail vatandaşı Araplar ve Dürziler, ikinci sınıf bir vatandaş bile değiller. Onun yanı sıra, bunun askerî sonuçları da var. İsrail’in kendi askerî akademilerinin dışında, bu sözümü ettiğimiz, Yeşivot okulları kendi akademilerini kurmuş durumdalar. İlginçtir, İsrail ordusu içindeki en güvenilir asker ve subaylar buradan çıkıyor. Çünkü Filistinliler’e rahat işkence edebiliyorlar.

Burada bir parantez açıp şunu söylemekte fayda var; İsrail ölüm mangaları ve onları eğiten İsrail birimleri Honduras’ta, Nikaragua’da, dünyanın dört bir yanındaki kontrgerilla operasyonlarında görev aldılar.

Bir de buna Yahudiliğin arz-mev’ud anlayışını eklersek, hatta Şaron, Yahudiliğin ta Çanakkale Körfezi’ne kadar çok geniş bir alanı kapsadığını ve bunun vazgeçilmez bir kutsal olduğunu iddia ediyor, belirgin olmayan sınırlarının Yahudi dini tarafından meşrulaştırılması sonucu ortaya çıkmış bir devletle karşı karşıya kalıyoruz. Bu devlet açısından en kısa tâbir “haydut devlet’tir. Çünkü bu anlamdaki tek meşrulaştırıcı ilke dinî ilkedir. Yahudiler’in içindeki bu kökten dinci anlayış, istemedikleri politikalar gündeme geldiğinde, siyasî suikastlara da yol açıyor. Rabin’in öldürülmesi böyledir. Rabin’i öldüren Yigal Amir bu tip yapılardan birinin mensubuydu. Niye Rabin’i öldürüldü? Toprak verdiği için. Eğer bir Yahudi bir Yahudi’nin toprağını ya da mülkünü başkasına verirse bunun cezası ölümdür. Söz konusu yapılar, belki sâdece cemaatler şeklinde kalsaydı belki bu kadar etkili olmayacaktı. Ama bunlar bloklaşmış partiler niteliğinde siyasette etkili olmaktadır. Örneğin, Yahudiler’in bu anlamda kurdukları blok partiler şu anda yönetimde. Likud ile bir ortaklık içindelerdir. Fakat İsrail içindeki bu hahamlar çok iyi bilinmez, bu hahamların dinî, askerî faaliyetleri ve İsrail politikasına etkileri üzerine çok bilgi bulunmaz. En önemli nokta şu, bu sözünü ettiğimiz kökten dinci İsrailliler ağırlıklı olarak yerleşim birimlerinde meskûndurlar. Bunun getireceği çatışma potansiyelini de düşünmek gerekir. Bu, yerleşim birimlerinin herhangi bir biçimde boşaltılmasının mümkün olmadığı anlamına gelir.

Kendi toplumları içinde de parçalanmış durumdadırlar, Eşkenazlar ile Seferadlar arasında problemler partilere de yansır. Eşkenazlar, Seferadlar üzerinde ciddî bir egemenlik kurmuş vaziyettedirler.

İsrail Türk Egemenliğini Tanımıyor

2023- Peki diasporadaki Yahudiler’in tavrı nasıl?

Suat Parlar- Diasporadaki Yahudiler ağırlıklı olarak hahamların politikalarına destek veriyor. Yer yer o destek, İsrail devletinin bazı politikalarıyla çelişse bile hem kaynak anlamında büyük destek veriyorlar hem de bu güçlerin bertaraf edilmesini engelleyerek. Bu aynı zamanda İsrail toplumu açısından da bir ur. İsrail sınırları tarif edilmemiş bir devlet olduğu için, bu aynı zamanda Ortadoğu açısından da bir ur. Yani Yahudi şeriatı özellikle Türkiye’de tartışmaya açılmalı, eğer biz Yahudi şeriatını çözümleyemezsek çok büyük tuzaklarla karşı karşıya kalırız. Türkiye’nin şu andaki egemenlik alanındaki topraklar İsrail devleti ve Yahudiler tarafından tanınmıyor. Eğer bu noktadan yola çıkarak Türkiye’nin çok büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacağını söyleyebiliriz. Bir tekini söyleyeyim; İsrail’in Kürt politikası hep Türkiye’nin aleyhine olmuştur. Bu bile zımnen aslında Türkiye’nin teritoryal sınırlarının tanınmadığının göstergesidir.

Artık teritoryal sınırların da çok fazla bir önemi kalmadı, çünkü Türkiye’de İsrail artık bir iç problem. Geçenlerde yalanlanan haberle birlikte düşündüğümüzde, yâni iki ordunun lojistiğini birleştireceği düşünüldüğünde, benim 1996’dan beri savunduğum tez, tez olmaktan çıkıyor: Türkiye-İsrail birleşik devletleri yapısı var. İsrail ile Türkiye arasındaki anlaşmalar 1993-1996 arası 13 anlaşma, 96’dan 99’a kadar 20 anlaşma. Çoğunlukla da gizli anlaşma. Özellikle askerî anlaşmaları İsrail’de Savunma Bakam imzalarken, Türkiye’de Genelkurmay İkinci Başkanı imzalamıştır. Bu, İsrail ile ilişkilerin Türkiye’nin devlet politikası olduğu anlamına gelir. Hiç kimse yanılmasın, Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri sarsıntıda şeklindeki haberleri doğrulayacak veri yok. GAP’a yönelik İsrail ilgisini bertaraf mı ettik? Askerî anlaşmalar konusunda bizim bilmediğimiz, bize hiç yansımayan gelişmeler mi oldu? Ki, olmadığını biliyoruz. Peki nedir bu yaşananlar? Türkiye’nin bazı diplomatik çekinceleri var, sâdece o…

Artık Abdülhamit Konjonktürü Yok!

2023- Bir Filistin devletinin kurulması ihtimali BOP’a yönelik kamuoyunun tepkisini yumuşatır mı? Bu projede İsrail’in rolü nedir?

Suat Parlar- Büyük Ortadoğu Projesi derken haritası değiştirilmiş, etnik ve dinî temelde bölünmüş bir Ortadoğu söz konusu. Çatışmalarla müthiş bir istikrarsızlık girdabına sürüklenmiş ve o istikrarsızlığın ABD emperyalizmi ve paylaşım mücadelesi içinde olduğu AB tarafından yönetilen Büyük Ortadoğu. Böyle baktığımızda, aslında mesele son derece aydınlık; Filistin sonun başlangıcı olacak. Orada kurulacak bir devlet Bosna’da kurulan devletten farklı olmayacak. Bosna’da ne yaptılar? Uluslararası bir sömürge oluşturdular. Dayton’da hazırlanmış bir anayasa var, Merkez Bankası Başkanı Bosna’lı değil. Yüksek Temsilci Anayasa’nın bile üzerinde. Ortadoğu’nun geleceğini görmek için oraya bakmak lâzım. Bu bir yaydır; Bosna’dan başlar Körfez’e kadar gelir. Büyük Ortadoğu’nun içerisinde bunu değerlendirmek lâzım. Tabi, bunun Kafkasya ayağı var hatta Türki Cumhuriyetler’e yönelik aşaması var. Şimdi bu projenin işletilebilmesi hakikaten de tepkilerin yumuşatılmasıyla bağlantılı. Ama kurulacak Filistin devleti, Ortadoğu halkları açısından sonun başlangıcıdır. Birincisi, Dayton tarzı bir devlet olacaktır, bir uluslararası sömürge olacaktır. İkincisi, Ortadoğu genelindeki paylaşıma yönelik olarak, emperyalist güçler arasında mutabakatlar oluşacaktır. Üçüncü olarak, Filistin halkının en diri unsurları, Filistin halkını kabul edilebilir bir halk olarak var eden bütün diri unsurlar tasfiye edilecektir. Tarımı olmayan, suyu olmayan, hiçbir liman çıkışı olmayan ve hiçbir Arap ülkesi ile bağımsız ticaret yapamayan bir Filistin devletinin ne anlamı olabilir? Nitekim Şaron’un bir açıklaması vardı; “Filistinliler bizim istediğimiz tarzda bir yapılanmaya gitsinler, adını ister devlet koysunlar ister sosisli sandviç biz hiç ilgilendirmez”. Mesele böyle değerlendirildiğinde orada kurulacak bir Filistin devletinin anlamı olmayacaktır. O tarz bir Filistin devleti de zaten acil bir biçimde Kürtler’i gündeme getirecektir. Bir müddet sonra hiç kimse bölgedeki Kürtler’i bu anlamda belki de frenlemeyecektir. Hele de Kürtler’in petrolün yoğun olduğu bölgelerdeki varlığı düşünüldüğünde, bu emperyalist sistemin çok da işine gelir. Çünkü petrol seyrek nüfusları sever. Britanya’nın o dönemdeki politikası, petrol bölgelerini mümkün olduğu kadar seyrek nüfuslu, daha kontrol edilebilir halklara bırakılmasıydı. Şimdi Kürtler’in de böyle bir yöneliş içine girmesi, açıkçası, bölgede bir domino etkisi yapacaktır.

2023- Devletsiz halklar devlet sahibi kılınacak?

Suat Parlar- Dayton tarzı bir devlet sahibi kılınacaklar. Belki de uluslararası bir sömürge devletler sistematiği bölgede hâkim olacak ve bunların hepsi de Müslüman halklar olacak. Yâni Bosna’dan başlayacaklar Körfez’e kadar ABD’nin kontrolü altında bir İslâm Konfederasyonu oluşturacaklar. Bu anlamda herkesin etnik ya da dinî temelde söz hakkı olacak ama birlik içinde olamayacaklar. Bu halkların sonsuza kadar petrol, su, tarım, endüstri kaynaklarından, ham madde kaynaklarından uzak kalmaları sağlanacak Bu yeni bir proje değildir. Emperyalizmin tarihine bakmak lazım. Bu anlamda, ABD, Akdeniz’i bir iç göl haline getirmeye çalışıyor. Hazar’la ilgili işi o kadar kolay değil, Rusya var. Tabii, bu projenin en önemli yönü de Rusya ve Çin’in ön karakollarla kuşatılmasıdır. Yani, bunun Avrasya jeopolitiği ile ilgi yanı var. Avrasya’nın bu iki gücüne boyun eğdirmenin yolu, kıyı şeridi olarak değerlendirilen Ortadoğu, Orta Asya ve Doğu Akdeniz’in ön karakol çerçevesinde, hem askeri hem siyasî açıdan kontrolü ile mümkün. Bu bölgede, 1919’ların statükosu ile bunu yapamazlar. ABD bölgeye girdi, İsrail var. ABD uzun müddet burada at oynattı ama haritalar, I. Dünya Savaşı sonrasında Britanya İmparatorluğu’nun ihtiyacı çerçevesinde çizilmiş haritalar. Dolayısıyla, burada haritanın yeniden çizilmesi ve emperyalistler arasında da bir paylaşımın gerçekleştirilmesi söz konusu. O kadar zengin kaynakları var ki, bu bölgenin paylaşım konusu çok kolay olacaktır. Yâni kimse NATO toplantısında Fransa’nın, Almanya’nın itirazlarına bel bağlamasın. Artık Abdülbamit konjonktürü yok! “Biz emperyalistler arasındaki çelişkiden yararlanıp ayakta kalırız yaklaşımı”, geçerli değil.

Dünyada tespit edilen 1 trilyon varil petrolün 670 milyar varili Ortadoğu’da. Buna Hazar petrollerini dahil etmiyorum ya da Sibirya’da bilinmeyen petrol rezervlerini dahil etmiyorum. Doğalgaz yataklarını dahil edelim. Lübyan su akiferleri, Fırat ve Dicle nehirleri… Bakın bu topraklarla ilgili şunu söyleyebiliriz; tarihin kadim çağlarında bu topraklarda yaşayan insan sayısı 19. yüzyılın sonunda Almanya’da yaşayan insan sayısından fazlaydı. Buralar insanlığın fışkırdığı topraklardı. Yâni sömürülecek kaynaklara bir de medeniyeti eklememiz gerekir. Emperyalizmi dünyanın herhangi bir bölgesinde yenilgiye uğratmak için gereken insanî dinamikler de burada. Burada aynı zamanda beşeriyetin o birikimini bertaraf edilmesi de söz konusu. Müzelerin yağmalanması boşu boşuna değil. Gururlu bir halkı, insanlık tarafından kabul edilebilir hâle getiren bütün birikimi ortadan kaldırdılar. Bunu bir müddet sonra bu bölgedeki bütün ülkelere uygulayacaklar; bellek silme. Bunu yaparken de kendi yarattıkları İslâm’a dayanacaklar. Şu anda bir de dine karşı din var. İslâm’a karşı İslâm politikası var. ABD’nin askerî imparatorluk inşa faaliyeti ile uyumlu, neo-liberal temellere oturan, “pazar tek” tanrısını kabul eden, bu anlamda kendi tanrısını reddeden bir İslâm söz konusu. Bunu zaten uzun zamandan beri hazırlıyorlar. Bu projenin en önemli ayaklarından biri de, Amerika’nın İslam’ı yenileyeceğini açıklamış olmasıdır. Kimse de kalkıp senin ne haddine dememiştir. Burada önemli ülkeler; Türkiye, iran ve Mısır’dır. Bunlar önemlidir çünkü; aynı zamanda dinî merkezlerdir. Türkiye’den itiraz yoktur. İran’dan gelen itirazlar cılızdır. Mısır’ın ulemâsı devlet ile işbirliği içindedir, dolayısıyla çok yüksek bir düzeyde bir İslâmî temsil bu projeye karşı söz konusu değildir.

“Radikal İslâm” denilen oluşum, sosyalizmin çekiciliğini kaybetmesi, ulusal kurtuluşçuluğun sıkıştırılması sonucunda boğulan toplumların, hâl tercümesini İslâm’da bulmasıdır. Ekseriyetle de büyük kentlerin gecekondularında kendini bulur. Bütün İslâm coğrafyası için bu geçerlidir. Hepsinde bu anlamda ciddî tepkiler olan İslamcılar var. Bu tepkiyi dikkatli analiz etmek gerekir. En basiti Cezayir’de yaşananlar. Cezayir’de meseleler, FIS’in seçimi kazanmasıyla başlamadı. Radikal Müslüman denilen gençlerin ki çoğu kendini bu şekilde adlandırmıyordu, kentin zengin mahallelerine saldırısıyla başladı.

Cezayir bayrağını indirip yerine boş bir çuvalı çektiler. Orada vurgulanan, Cezayir’deki müthiş adâletsizlikti. Yâni, bir ulusal kurtuluş savaşı vermişsiniz, sonuç itibariyle Fransa ve ABD’ye bağımlı bir komprador burjuvazi ortaya çıkmış. İsyan buna karşıydı. Şimdi bu mesajların doğru anlaşılması lâzım. Türkiye’de açıkçası sekülerleşmiş aydınlar bu konuda kendilerini çok fazla sorumlu görmüyorlar. Türkiye’de AB’nin ve ABD’nin kullanamayacağı çok ciddî bir akademik yapılanmaya ihtiyaç var. Mücadeleyi o noktadan da götürmek lâzım. Yoksa Soğuk Savaş’tan bu yana herkesin İslâm’ı var ama, Türkiye’de Müslümanların İslâm’ı yok. Amerika’nın, Japonya’nın, Almanya’nın Türkiye’de İslâm’ı var, İsrail’in dahi İslâm’ı var -Çünkü, İsrail Türkiye’deki hizbulkontranın arkasındaki güçtür. Silâhları onlar verdiler-. Böyle bakıldığında bir tek Müslümanların İslâm’ı yok. Dolayısıyla, BOP İslâm temelinde de değerlendirilmelidir.

2023- İsrail’in İslâm politikası nedir?

Suat Parlar- İsrail’in bir İslâm politikası vardır. İsrail, en azından Filistin’deki direnişi başlangıçta kırmak için, dinî örgütler oluşturdu. Bu birinci nokta. İkincisi, dünyanın en kirli ve en kolay saklanan sırlarından bir tanesi Afganistan Savaşı’nda İsrail’in rolüdür. Orada doğrudan cephedeydi İsrail. Pakistan’daki Müslim gazetesinin yazarı, Karaçi’de İsrailli bir heyeti gördü, bunu gazetesinde yazdı ve bir hafta sonra öldürüldü. Yâni, İsrailliler Afganistan’daki savaş içinde de görev yaptılar. Olamaması zaten düşünülemez; ABD’nin bulunduğu, Sovyetler’e karış veya bir biçimde İran’ı hedefleyen her bölgede İsrail zaten olur. Sonrasında da özellikle Talibanlar’ın İran ile çatışmasını tetikleyen, özellikle Herad bölgesinde yüzlerce İranlı’nın katledilmesini örgütleyen İsrail’dir. Ayrıca dinler arası diyalog bu çerçevede, medeniyetin canlandırılması konusunda gündeme getiriyor. Bakın Harran’da üniversite kurmaya kalktılar. Türkiye’de bu işin içinde hangi cemaatlerin olduğu gayet net. Bu aynı zamanda İslâm’ın bir biçimde ulusal kurtuluşla bağdaşabilecek direniş öğelerinin ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Bunun tarihte başarılı örnekleri vardır. İngiliz emperyalizmi Hindistan’da bir tarikat örgütlenmesi yapmıştır ve uzun bir zaman Hint Müslümanlar’ı bu yüzden harekete geçememiştir.

İsrail ve Kürtler Doğal Müttefik

2023- Irak’ın kuzeyinde yaşanan gelişmeleri, İsrail’in buralardaki faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye size göre neler yapmalı?

Suat Parlar- İsrail ile Kürtler doğal müttefik durumuna geldiler. Türkiye’nin bu konuda inanılmaz derecede büyük hataları oldu. Türkiye kendi vatandaşlarının yüzünü Washington ve Brüksel’e çevirmesine kayıtsız kaldı. Bu vahimdir… Sonuç itibariyle, bölge Kürtleri’nin yüzünü döndüğü bir başka başkent gündeme geldi o da tabii Tel-Aviv’di. 1958’den bu yana İsrail’in bölgede çok ciddî alınması gereken bir Kürt politikası var. İsrail sabırlı ve titiz bir plânlama ile istediği sonuçları alıyor. Şu anda Arap dünyası paramparça ve tehlikeli olan da şudur; özellikle, basın kuruluşlarının ısrarla Irak’taki mücadeleyi bir ulusal kurtuluş savaşı olarak değerlendirmeyip, ısrarla “Şîi-Sünnî bölgesi” dediğini görüyoruz. Bu Irak’taki direnişi ulusal kurtuluş dinamiğinin dışına çıkartıp, hızla dinî bir dinamiğin çerçevesine getiriyor. Bu anlamda, İsrail bölgede istediği sonuçları almaya başladı. Arap parçalanması artık başladı. Şimdi bu direnişler çok önemli fakat bu büyük bir Arap canlanması yaratamadı. Bu hakikaten de bir direniş, büyük bir program dahilinde gelişen bir Arap dirilişi değil. Meseleye böyle baktığımızda Türkiye’nin bir defa İsrail ile stratejik ittifakını yırtıp atması gerekir. Eğer yırtıp atmazsa ne olur? Kendi eliyle bölgede ikinci bir İsrail oluşumunun önünü açmış olur. Zaten de bu yapıldı. Yâni çok açık bir şekilde o bölgede Türkiye’nin nedense rahat kontrol edebileceğine inandığı, hangi garantileri aldıysa, bir Kürt oluşumu var ve bunu da kendi organize etti. En basiti, 1991 Kürt ve Şîa ayaklanmasından sonra bölgeye 600 Delta Force elemanı gönderildi Amerika tarafından, bunlar Türkiye’den geçip gittiler. Malûm CIA’nın peşmergeleri bütün faaliyetlerini Türkiye’den yürüttü. Oradaki de facto devletin alt yapısını, lojistiğini Türkiye sağladı. Köprülerini yaptılar, finansal açıdan rahatlattılar. Daha vahimi, şu anda Türkiye’de belli gruplar bölgede kumarhane izni almak için faaliyet hâlindeler. Yâni, gelecek zaten plânlanmış vaziyette. Ve yine ne yazık ki, İsrail ile bir dönem irtibata geçip, “ben PKK sorununu bitiririm” diyen bir dönemin çok ünlü bürokratları, şimdinin çok namlı politikacıları da bu faaliyetlerin içerisinde. Basın şunu yapmalı, hangi aşiretler veya birbiri ile kavgalı gruplar barış yemeği yedi. Kimlerin kimlerle irtibatlandığına bakmalı. Bu faaliyet neticesinde bölgede artık bir Kürt devleti de facto kurulmuştur. Bunun hangi şekle bürüneceği meselesi kalmıştır. Bürüneceği şeklin karıştırılmasında Türkiye’nin hiç söz hakkı yoktur ama İsrail’in söz hakkı vardır. Türkiye biraz belki bunun hırçınlığıyla bazı diplomatik çekinceler koymaktadır İsrail’e ama bunun bir yararı olmayacaktır. 5-6 sene o bölgede Türkiye’nin peşmergeleri eğittiğini göreceğiz. Gidişat o yöne doğrudur.

En önemlisi de şudur, Türkiye ve İsrail suyun dışında enerji ve tarımı kapsayan bir program anlaşmıştır. Avrasya Formu sırasında buraya gelen İsrail Enerji Bakanı Paritski bu anlaşmanın hazırlandığını, önümüzdeki dönemde yürürlüğe gireceğini ve çok boyutlu, çok kapsamlı, bölge üzerinde etkiler yaratacak bir anlaşma olduğunu söylemiştir. Bu da gizli anlaşmalara dahildir. O anlamda Türkiye’nin bazı diplomatik çıkışlarını ciddîye almaya neden yoktur. Ayrıca, bu diplomatik çıkışların İsrail’in de yararına olacağı düşünülebilir; Türkiye, en azından, bu çıkışlar sayesinde İKÖ’de Genel Sekreterliği elde etmiştir. İsrail’in oradan yararlanmayacağı düşünülemez, çünkü yarın orası bölgesel Camp David’in zeminlerinden biri olacaktır. Yâni Türkiye’ye Araplarla olan problemlerini çözmekte köprü olarak değerlendiriyor İsrail.

2023- Son olarak İsrail’in faaliyetleri ve bölgesel gelişmeler ışığında bir gelecek projeksiyonu yaparsanız neler söylersiniz?

Suat Parlar- İsrail’in bölgeye ilişkin projesi aynı zamanda Kürt insanına da felaket getirecektir. Bu devlet, bölgede uzun zamana yayılan bir çatışma dinamiğini de meydana getirecek. Bu devlet, İsrail’in karar verdiği, eyalet statüsüne alacağı devlet yapılanması olur. Bir başka önemli gelişme, önümüzdeki dönemde Ermenistan’da ilgilidir. Diasporanın Ermenistan’da daha etkili hâlâ geldiğini göreceğiz ve Türkiye koridoru açarsa, Ermenistan’ın Rusya ile ilişkileri askıya alınacak ve üçüncü İsrail orada kurulacaktır. Üç İsrail Plânı vardır. Dolayısıyla, 10 yıl sonra bir İsrail vatandaşı arabasına bindiği zaman pasaportsuz olarak güvenli yollardan Erivan’a kadar rahatlıkla gidecektir.

Bu emperyalizm açısından da önemlidir. Çünkü finansal altyapısı ve teknolojik üstünlüğü, bölgede işbirliği yapılacak güçlü bir ülke olarak İsrail’i ön plâna çıkartıyor. Bir müddet sonra NATO’ya İsrail’in de dahil edileceğini düşünüyorum. Muhtemelen de bu gelişme Mısır ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilecektir. Bunların hepsi Türkiye’nin stratejik ve tarihsel kayıpları neticesinde gerçekleşecek faaliyetlerdir. Çünkü Türkiye’yi yönetenler, bunun Şark Meselesi’nin ikinci perdesi olduğunu algılayamadılar. Birinci perdede Osmanlı İmparatorluğu parçalandı; 26 devlet çıktı. Bu ikinci perdede ve artık söz konusu olan Anadolu’dur. Bu bir paranoya değildir, tarihsel süreç içinde bu anlamda birçok proje olmuştur. Berlin-Bağdat projesinden tutun da İngiltere’nin Körfez’e yönelik hareketlerine kadar birçok örnek vermek mümkündür.


2023 Aylık Dergi, 15 Temmuz 2004, Sayı: 39.


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın