Türkiye’de Polis-Ordu Partisi
Günümüzde Türkiye’de polisin durumunu irdelemek artık kaçınılmaz oldu. Her toplumsal olayda kitleler karşılarında sayıları belki de kendileri kadar bir polis ordusuyla karşılaşıyorlar. Sayıları, eğitimleri, teknik donanımları ile polis, özellikle metropollerde giderek ağırlığını koyuyor ve bir ordu ve aynı zamanda devlet içindeki konumlanışı itibariyle de siyasi bir parti görüntüsü veriyor. Bunu sadece bir görüntü olarak değerlendirmek eksik olur; polis gerçekte de bu noktaya gelmiş bulunuyor. Bu araştırma bu sürece neden ve nasıl gelindiğini ortaya koymayı amaçlıyor.
Ordulaşmaya Doğru
Emniyet teşkilatının yasal kadrosu 170.928 kişiyi buluyor. 1994 yılı rakamlarına göre fiili kadro 146.303 kişi olarak belirtilirken, münhal kadro miktarı 24.625 kişiye ulaşıyor. Bu kadroları yöneten “çekirdek” giderek özel eğitim veren akademilerde yetiştiriliyor, ancak üniversiteler de, polise beşeri kaynak sağlamaya devam ediyor. 10.700 üniversite mezunu polis, ağırlıklı olarak yönetici pozisyonlarda yer alıyor. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü Toptan, havacılık mühendisliğine kadar değişik alanlarda çok sayıda öğrenciyi “resmi kıyafetle” okutuyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin benzeri bir uygulama ile 1995 yılı rakamlarına göre 159 öğrenci “üniformalı” olarak üniversitelerde polis kuvvetleri adına öğrenimlerine devam ediyor.
“Özel eğitim” normları ekseninde belirginlik kazanan polislik bilinci, ordunun “cumhuriyetin yılmaz bekçiliği” misyonu ile rekabet içine giriyor. “Türk Polis Teşkilatı” kendisine jeopolitik ve stratejik anlamda görev tanımları geliştiriyor. Eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, bu görev tanımını, “Son yıllarda dünyada ve özellikle ülkemiz sınırları çevresinde meydana gelen olaylar ve değişimler sonucu Türkiyemiz odak noktası haline gelmiştir. Gerek jeopolitik ve gerekse stratejik konumu bakımından büyük öneme sahip bulunan ülkemizin, bölgede istikrarlı ve güçlü olmasını istemeyen dış mihraklar, rejimimize yönelik terörü destekleyerek amaçlarına ulaşmak istemektedirler.” diye ifade ediyor. Polisin görev sınırlarını jeopolitik ve stratejik kavramlar temelinde formüle eden bu anlayış, ordulaşan polisi özel savaşın gerekleri doğrultusunda eğitime tabi tutuyor.
Ordulaşan Polise Özel Eğitim
Eğitim sürecinde en önemli odak Polis Akademisi oluyor. Akademiye girişte öncelik çeşitli olaylarda ölen polis çocuklarına veriliyor. Yakınlarını kaybetmiş insanların psikolojik durumlarından yararlanmaya yönelik bu uygulama, “şehitlik” söylemi ile bütünlüklü olarak düşünüldüğünde ortaya olumsuz bir tablo çıkıyor. 1994-1995 eğitim-öğretim yılında bu kapsam içinde 125 öğrenci akademide öğrenim görüyordu. Bir başka program çerçevesinde de Polis Akademisi’ne alt-emperyalist aşamada bulunan Türkiye’nin açılımlarına uygun biçimde yabancı öğrenciler alınıyor. Örneğin, geçen yıl Kırgızistan’dan 27, Türkmenistan’dan 38, KKTC’den 17, Arnavutluk’tan 10 ve Azerbaycan’dan 12 olmak üzere toplam 104 öğrenci geldi. Harp okullarındaki yabancı öğrenci programına uyarlı biçimde eğitim gören bu öğrencilerin, Türkiye açısından kanat ülke kabul edilen bölgelerde TC güdümlü “güvenlik” siyasetlerinin alt kadrolarını oluşturmaları amaçlanıyor.
Akademide verilen eğitimin önemli bir boyutu da polis-üniversite işbirliğidir; 1994-1995 eğitim öğretim yılında çeşitli akademik ünvanlara sahip 240 üniversite öğretim üyesi, polisin “akademik” eğilimine katkıda bulunmuştur. Asıl önemlisi bu öğretim kadrosunda bir çok askeri uzmanın da yer almasıdır. Mesela, Özel Harp Daire Başkanlığı da yapmış olan Yarbay Korkut Eken bunlardan biridir.
Ortaöğretim kurumlarını da kendi ölçütleri doğrultusunda biçimlendirme ve akademiye beşeri kaynak sağlama çerçevesinde ayrıca polis koleji faaliyete geçirilmiştir. Bu eğitim sisteminin yaygın işlerliğini sağlayan 21 polis okulu da kısa süreli eğitim vermektedir.
Hayatını kaybetmiş polis memurlarının “eş ve çocukları”na 2330 sayılı yasaya göre polis okullarına girişte öncelik tanınmaktadır. Bu yasa hükümleri belli ölçülerde göz kusuru olan, hatta boy ve kilo şartları tutmayanları bile okullara kabul etmektedir. Ayrıca bu öğrenciler için yazılı sınavda alınan puana bakılmamaktadır. Kollektif bilincin şoven, şiddet dolu ve devlet fetişisti motifleri ile bütünleşen, “şehit”lik ritüellerini intikamcı bir ruh temelinde bu okullara taşıyan programın sonuçları görülmeye başlanmıştır. Şiddet kadrolarının, süreklilik ve şevklerini güvenceye alan bu uygulama devlet açısından ucuz maliyetli kabul edilmektedir.
1994 yılı içerisinde 12.410 kapasiteli mevcut 21 polis okulundan eğitim ve öğretime açık olan 17 tanesinden 11.507 öğrenci mezun olmuştur. 12.08.1993 tarih ve 21666 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun bir maddesinde değişiklik yapılmasına dair 490 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca polis okullarının niteliklerinde değişiklikler yapılmıştır. Söz konusu kararname doğrultusunda 17 Eylül 1993 tarih ve 21701 sayılı Resmi Gazete ile 30.10.1994 tarih ve 21834 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren bir yönetmelikle “Özel Harekat Polis Okulları” açılmıştır. Bu okullara fiili askerlik hizmetlerini komando olarak yapan ve terhis tarihinden itibaren 18 ay içinde müracaat eden adaylar mülakatla alınmaktadır. Askerliği sırasında “operasyonlara katılmış, insan öldürmüş ve yoğun bir şiddeti yaşamış kişilerin polis içinde özel eğitimli bir birime dönüşmeleri polisin “örtülü muharebe” görevleri almasını kolaylaştırmıştır. Ordulaşan polis dinamiği açısından askeri eğitim veren bu kurumların yapılanması önemlidir. Özel harekat alan bilgisi, devlet güvenliği ve istihbarat, yakın savunma ile silah bilgisi ve atış özel harekat okullarında verilen eğitimin temelini oluşturuyor.
Ordulaşan polisin, büyük bir güç odağı olarak devletin çelik çe kirdeğine ortak olmasında eğitim süreçleri ön plandadır. Bu eğitim programı çerçevesinde “Terörle Mücadele Eğitim Planı” hazırlanarak uygulamaya konulmuştur. 1992 yılı itibariyle OHAL ve özel statülü olarak nitelendirilen illeri kapsayan bu program halen yürürlüktedir. Bu temelde OHAL’de görevlendirilen personele “Olağanüstü Hal Bölge İllerine atanan personele uygulanacak oryantasyon eğitimi” adlı bir eğitim programı verilmektedir.
Öte yandan Bilderberg türünden uluslarüstü kapitalist enternasyonal örgütlerinin politikaları doğrultusunda polis giderek uluslararası nitelikte bir güce dönüşmektedir. Bu kapsamda çok sayıda polis yurtdışına eğitime gönderilmektedir. 1994 yılında “eğitim” amacıyla 113 polis çeşitli ülkelere gitmiştir. Bunların 72’sinin ABD’de eğitim görmesi ve 20’sinin “modern soruşturma kursu” için bu ülkeye gönderilmiş olması oldukça ilginçtir! Öte yandan aralarında İsrail, ABD, Almaya gibi ülkelerin de bulunduğu çok sayıda ülkeye yüzlerce polis “teknik işbirliği” gerekçesiyle eğitime gitmiştir. Bu arada devlet lisan okulunda polislere ayrılan kontenjan miktarı arttırılmıştır. Yabancı kültür derneklerinin Emniyet Genel Müdürlüğü’ne tanımış olduğu kontenjanlar ise uluslararası bağlantıların niteliği açısından aydınlatıcıdır. Türk-İngiliz, Türk-Amerikan, Türk-Fransız, Türk-İtalyan, Türk-Arap kültür dernekleri çok sayıda kontenjanı polis kadrolarına ayırmışlardır…
Polis Partisi’nin Yasama Faaliyetleri
Polis giderek kendi mevzuatını ve kurallarını yaratır duruma gelmiştir. Türkiye’de silahlı kuvvetler dışında “hukuk” yaratma ayrıcalığına sahip ikinci güç polistir. Polis mevzuatının temelleri 1845 yıllarına uzanmaktadır. Restorasyon Fransa’sının gerici ve entrikacı polis şefi Vidocq’un tecrübeleri doğrultusunda hazırlanan polis nizamnamesi kendisinden sonraki gelişmelerde etkili olmuştur. Örneğin; 1845 tarihli Polis Nizamnamesi’nin 12. maddesi, “işini, gücünü bırakarak kamu düzenini bozan ‘fitne ve fesat’ derneklerini ortadan kaldırma ve ihtilali önleme görevini” polise vermiştir. Aynı nizam name’nin 13. maddesine göre polis, “zararlı yayınların önlenmesi” ve “tüm kitapçı dükkanlarına dikkat etmekle ve yurt dışından gelen kitaplara, risalelere ve evraklara yayımlanmadan önce bakarak gere kiyorsa yasaklamak ve toplamakla görevlidir. 1845’lerden günümüze egemen sınıfların yönetim ilkelerinde temelde bir değişiklik olmadığının en iyi göstergesi polis “nizam”ları konusundaki sürekliliktir. Bu süreklilikte kozmetik demokrasinin biçimsel temsil organlarının “polisin elinin soğutulmaması” konusundaki iradesinin izlerini görmek mümkündür. Bu bağlamda polisin çalışmalarına dair kaynakların girişinde Atatürk’ün şu sözlerinin yer alması ilginçtir. “Polise karışılmaz, vazifesini yaparken serbest bırakılmalıdır”…
Polisin işine karışılmaması kurallarını kendi belirleyen, otoriter ve ezici bir gücün toplum yaşamına damgasını vurmasını getirmiştir. Burjuva devletinin temsili organlarının göstermelik niteliğinin doğal sonucu olarak polis fiili durumun yanında yasalarını da yapmaya başlamıştır. Bugün, Emniyet Genel Müdürlüğü kapsamında yoğun bir mevzuat çalışması gündemdedir. 1993 yılında 2 adet kanun, 2 adet kanun hükmünde kararname, 2 adet tüzük, 16 adet yönetmelik çalışması yapılmıştır. Polisin bu “yasama” faaliyeti 1994 yılında da devam etmiş 1 adet kanun, 5 tüzük, 43 adet yönetmelik yapılan yoğun çalışmalarla yürürlüğe konulmuştur. Bu “yasama” faaliyetleri temelinde sürekli olarak birtakım yönetmelikler hazırlanıp hızla uygulanmasına geçilmektedir. Örneğin, merkez ve taşra teşkilatı arasında koordinasyonu sağlamak ve hizmetin daha etkin, verimli bir biçimde yürütülebilmesi amacıyla Merkez teşkilatı ile il emniyet müdürlükler birimlerinin “Kuruluş, Görev, Çalışma, Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmeliklerin” hazırlanması ve polisi ilgilendiren mevzuatın föyvolant şekline dönüştürülmesi gündemdedir. Polisin “yasama” faaliyetleri kapsamında, kozmetik demokrasinin onay makamına dönüştürülen parlamentoya sunduğu ve yasalaşmasına çalışılan bazı teklifler şunlardır:
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa Bir Madde Eklenmesi Hakkında kanun tasarısı; buna göre terör konusunda maddi destek sağlayan esnaf vergi indiriminden yararlanacaktır.
Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına ve Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun tasarısı.
2908 Sayılı Dernekler Yasasının Değiştirilmesine Dair Kanun tasarısı.
3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı; Bu tasarı ile temel eğitim sonrası muvazzaf askerlik hizmetinin emniyet örgütünde yerine getirilmesi düzenlenmektedir. Bu tasarı dönemin Milli Savunma Komisyon Başkanı Baki Tuğ’a elden verilmiştir.
Öte yandan, Emniyet Teşkilatı Kanunu üzerindeki çalışmalar da, Genel Müdürlük bünyesinde yapılmaktadır. Bu amaçla kurulan Araştırma-Planlama ve Koordinasyon Dairesi Bakanlığı’nda çok sayıda uzman çalışmaktadır. Polis örgütü, jeopolitik ve stratejik kavramları da içeren görev tanımlarına uygun biçimde “yasama” faaliyetinin gereklerini kendi yerine getirmektedir. APK temelinde Emniyet Genel Müdürlüğü, bakanlıklar ve giderek hükümetler üstü bir kurumun işlevleri ile donatılmaktadır. Polis örgütünü ilgilendiren mevzuatın (Kanun, KHK, Türk yönetmelik) dairelerle koordine edilerek yasallaştırılması ve diğer bakanlıklarca hazırlanan mevzuata ilişkin Genel Müdürlük görüşünün belirlenmesi APK tarafından gerçekleştirilmektedir. Devletin “çelik çekirdek” yapıları içinde yasama fonksiyonuna sahip olmanın getirdiği avantajlarla polis örgütü, yürütme açısından temel bir güce dönüşmüştür. Parlamento-hükü met ekseninde boyutlanan klasik burjuva devletin çerçevesi artık hukuki olarak ta bir anlam ifade etmiyor. Örneğin; İçişleri Bakanlığı artık göstermelik bir icra organı niteliğindedir, tüm işlevi polis örgütünün uygun gördüğü çalışmaları yapmaktır. Öte yandan, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün temsili konumu dışında tek tek Daire Başkanlıkları’nın bile olağanüstü geniş yetkileri vardır. Daire başkanlarının bu yetkileri varolan hukuki rejimi polis devleti olarak tanımlamaya yetecek kapsamdadır. Polis devleti kavramı bir soyutlama olmaktan çıkmıştır. Artık hukuk rejiminin tüm kamusal alanlarında polis örgütünün çizgilerini görmek mümkündür. Bu değerlendirme kapsamında sadece APK’nin görev ve yetkilerine ilişkin birkaç tespit bile yapılan değerlendirmeye hak verdirecektir. APK daire başkanlığının görevleri:
1. Uzun vadeli planlarla, kalkınma planlarında ve yıllık programlarda öncelikle yer alması gerekli hizmet ve tedbirlerin ve bunlarla ilgili temel politikaların ilmi araştırma esaslarına göre tespitini sağlamak, Bakanlık Makamına sunmak ve Devlet planlama teşkilatına göndermek.
2. Bakanlık İcra Planı’na, Genel Müdürlük hizmetleri ile ilgili olarak girecek konuları tespit etmek, planlamasını yapmak ve Bakanlık İcra Planı’nda yer almasını sağlamak.
3. Kanun, Tüzük ve Yönetmelik Tasarıları ile kanun tekliflerine ilişkin Genel Müdürlük görüşünün tespitine yardımcı olmak…
APK’nın bu sayılanlara benzer bir çok görevi vardır. DPT ile kalkınma planlarını düzenleme konusunda koordinasyon dahil daha pek çok fonksiyon polis örgütünün devlet içindeki konumuna ışık tutuyor.
Polis Kökenliler ve Parlamento
Yapılan teklifler “mevzuat” kapsamına alınırken, parlamento ve hükümet sadece sıradan bir onay makamı konumunda bulunuyorlar. Parlamento’da polisin yönlendirmeleri doğrultusunda hareket eden geniş bir topluluk yer alıyor. Polis kökenli milletvekillerinin dışında Baki Tuğ benzeri birçok “devletlu” siyasetçi parlamentoda polisin öncelik verdiği konuların takipçisi oluyor.
Öte yandan Meclis’te tüm partilerden üyelere sahip ve “Polis İdeolojisi” çerçevesinde çalışan geniş bir grup bulunuyor. Polis kökenli milletvekilleri ile bu grup birlikte, parlamentodaki “Polis Partisini temsil ediyorlar. Bir parti olmanın tüm özelliklerini taşıyan ve hizipleri de olan bu grup Türk Polis Partisi (TPP)’nin yaşam içindeki kolunu teşkil ediyor. Kamu emekçilerinin Parlamento’da temsil edilmediği düşünülürse, geniş bir temsilciler grubuna sahip polislerin neden kamu emekçisi sayılmayacaklarına dair ölçütlerden biri daha ortaya çıkıyor.
Otoriter devletin, ideolojik normları ile eğitilen, ordu disiplini ile hareket eden, hizipleri olan partinin tüm özelliklerini taşıyan polis kamu emekçisi sayılmıyor…
Polise Ordu Bütçesi
Türk polis kuvvetleri, kamu kaynaklarının oldukça büyük bir bölümünü kullanıyor. Bu konuda sahip olduğu bütçe olanakları örneğin Jandarma Genel Komutanlığı ‘nı geride bırakıyor. Transfer ödenekleri Maliye Bakanlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı bütçelerinde görünmese de Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesi genel bütçe içinde muhtemelen iki veya üçüncü sırada yerini alacaktır. Umarız bu yanlışlık düzeltilir de polisin devlet içindeki şan ve şöhretine uygun olarak eğitim, sağlık bütçelerinin önündeki yeri bir an önce verilir. Genel bütçe dışında, Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı ile Trafik Hizmetlerini Geliştirme Fonu da polis örgütüne kaynak sağlamaktadır.
Ayrıca, dış ülkeler ve uluslararası kuruluşlardan da yardım alınmaktadır. Öte yandan, silahlı bürokrasinin özellikle polis kuvvetleri kesimine yakın duran Sakıp Sabancı gibi oligarkların da mali destekleri anılmaya değer; “Sakıp Sabancı” adının verildiği karakollar, polis evleri sahilleri süslemektedir.
Ayrıca, ticaret ve sanayi odaları türünden kuruluşlar da periyodik olarak polise araç vs. yardımlarda bulunmaktadırlar. Belirli bir yılı temel alarak izlersek polis kuvvetleri bütçesinin büyük artışlar kaydettiğini görürüz.
Örneğin; 1993 yılı bütçe rakamı 12 trilyona yakın iken, bu rakam 1994 yılında %75.4 oranında bir artışla 23 trilyona ulaşmıştır. 1995 yılı bütçesi ise yine %75’lik bir artışla 40 trilyon olarak bağlanmıştır.
Özel Savaş Süreci Polis Ordusu’nu Yarattı
Aslında, polis kuvvetlerinin geliştirilmesi programı uluslararası sermaye örgütlerinin (Bilderberg) önerileri doğrultusunda (1980- 1983) Eylülizm döneminde gündeme alınmış ve 90’lı yıllarda zırhlı birliklerin oluşturulması ve hava gücü ile yeni bir aşamaya ulaşmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin modernizasyonu programının adına (REMO) benzer bir adlandırmayla, EMREMO 12 Eylül generallerinin Danışma Meclisi’nde planlanmıştır. Danışma Meclisi’ne sunulan bu tasarı ile 15 yılık bir süre içinde polis örgütüne helikopter, deniz botları, mühimmat, muharebe cihazları alımı gündeme getirilmiş ve bu proje için 1983 rakamları ile yaklaşık 100 milyar TL. yatırım yapılması kararlaştırılmıştır. Başlangıçta, ordunun kontrolünde gelişen süreç, uluslararası sermayenin polis kuvvetleri ile gerçekleştirdiği ilişkilerin de etkisiyle daha özerk bir nitelik kazanış ve TSK çelik çekirdekte, yeni bir ortak edinmiştir: Polis…
Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinin alt birimleri temelinde incelenmesi bazı soruları gündeme getiriyor. Örneğin; 1994 yılında, istihbarat Dairesi Başkanlığı’na teçhizat alımı ödeneği 6.500.000.000 TL. tutarındayken, bu rakam 1995’te 112.225.000.000 TL. olarak belirlenmiştir, artış oranı %1627 gibi çarpıcı bir rakamdır. MİT, Genelkurmay istihbaratı ve diğer devlet istihbarat örgütleri yanında polis istihbaratına bu ölçüde kaynak aktarılması polisin toplum üzerindeki sürekli gözleyen ve izleyen konumunu destekleyen totaliter bir siyasetin sonucudur. Ayrıca, devlet içi tasfiye süreçlerinde MİT raporu ile patlak veren gelişmelerin de bunda etkisi olmalıdır. Türkiye’nin, istihbarat geleneği içinde bu örgütlerin iç politika kapsamında, devletin kanatlan arasındaki mücadele ve tasfiyelerde rolü biliniyor. Giderek ordulaşan ve hizipleri olan bir parti biçiminde gelişen polis kuvvetleri, devletteki konumunu istihbarat faaliyetleri ile daha da güçlendirmiş, işi başbakanların telefonunu dinlemeye kadar vardırmıştır. Öte yandan, İstihbarat ve Hareket Dairesi Başkalığı’na ayrılan fonlar da büyük miktarlarda arttırılmıştır. 1994’te 1.000.000.000 olan teçhizat alımı ödeneği 1995’te 57.658.764.000 TL.’ye ulaşmıştır. Artış oranının %5665.88 olduğu düşünülürse ve diğer ödenek kalemleri ile birlikte değerlendirilire polis istihbaratının tekelci devlet yapısı içinde diğer geleneksel kanatlara göre gücünün kaynağı daha iyi anlaşılır.
Özel Tim, Polis Ordusunun Vurucu Gücü
Polisin genel bütçe dışındaki gelir kaynaklarında biri de Türk Polis Teşkilatını Güçlendirme Vakfı tarafından yapılan yardımlardır. Bu kapsam içinde 1991 yılı itibarıyla 1.294.055.776.652 TL. polise aktarılmıştır. İstanbul gibi büyük kentlerde önemli rant alanı olan otoparklar da polisin kontrolüne alınmış ve buralar yeni gelir kaynağına dönüştürülmüştür.
“Faili Meçhul” Asayiş
Polis kuvvetlerinin önemli bir bölümü asayiş Daire Başkanlığı’na bağlıdır. Özellikle, toplumsal ve siyasal muhalefetin eylemlerine yönelik olarak organize edilen çevik kuvvet birimleri bu başkanlığın en önemli unsurudur. Çevik Kuvvet birimleri ve onların bünyesinde yer alan özel timler, polis ordusunun vurucu gücünü oluşturmaktadır. 66 il ve 41 ilçede çevik kuvvet ekipleri bulunmaktadır.
Asayiş kapsamına alınan toplantılar, gösteri ve yürüyüşler ile grevler tüm bu eylemlere katılan muhalif kişi ve örgütleri çevik kuvvet nezdinde asayişi bozan suçlular haline getirmiştir. Tekelci polis devleti ile bütünleşen polis ideolojisi asayişin teminini, muhalif kitlelerin suskunluğunun şiddetle sağlanmasında gördüğünü defalarca kanıtlamıştır. Ancak öte yandan, doğrudan asayişle ilgili konularda polis büyük bir başarısızlık sergilemektedir. 1994 yılı rakamlarına göre 10.809 oto hırsızlığı olayının 8.360 tanesinde failler meçhuldur, 59.004 çeşitli hırsızlık olayında ise meçhul fail 37.41 l’dir. Genel toplamda ise asayişle ilgili 187.872 olaydan faili meçhullerin sayısı 51.347’dir. Ancak polise mukavemet kapsamındaki 2.648 olayda sadece 6 faili meçhul vardır. 1994’te meydana gelen olaylarda “yakalanan” erkek sayısı 183.547, kadın sayısı ise 9.320’dir. Asayiş olaylarının neredeyse üçte birini aydınlatamayan polis on binlerce kişiyi yakalamıştır. Bu insanların polis merkezleri ve adliyelerde yaşadıklarım ortaya büyük bir devlet şiddeti tablosu çıkardığı biliniyor. Öte yandan kendine yönelik olaylar konusunda büyük bir duyarlılık gösteren polisin öznel ideolojik tutum içinde “ben devletim” mantığına uygun olarak failleri (!) “meçhul” bırakmadığı görülüyor.
Türkiye’de oldukça güvensiz bir toplumsal yaşamın en önemli göstergesi sonu ölümle biten adli olaylardır. Kapitalist dehşetin tüm boyutlarının yaşandığı Türkiye’de 1994 yılında meydana gelen adli olaylarda 1.187 kadın 3.530 erkek öldürülmüştür. 1993 yılı içinde de bu rakamlar 1094 kadın ile 3.160 erkektir. İki yılda 8.971 insanın polisin sorumluluk bölgesine giren alanlarda öldürülmesi sadece toplumsal cinnet olarak yorumlanamaz. 180.000 kişilik polis ordusunun toplumsal güvenlikle ilgili olmadığının, tekelci devlet yapısının sürdürülmesine hizmet ettiğinin çarpıcı göstergeleridir bu rakamlar. Terörün gerçek sahiplerini gizlemek amacıyla yaratılan ve “terör” ilüzyonuna dayalı kurgularla temellendiri len “ideolojik olaylar” kategorisinde ise 1994 yılı itibarı ile 3.570 olay vardır, tu olaylarda polis tarafından 216 kişi öldürülmüş, 22 kişi de yaralanmıştır. 216 ölüye karşılık 22 yaralı polisin bulunması, polisin infaz eylemlerinde öldürme kastıyla hareket ettiğinin en iyi göstergesidir. İdeolojik olaylar ölçütüne dayandırılan bu tür olaylardan dolayı 5.614 kişi yakalanmış, bunlardan yalnızca 1.837’si adliyece tutuklanmıştır. Asıl ilginci “güvenlik güçleriyle çatışma kapsamında suçlanan 370 kişiden sadece 80’inin tutuklanmış olmasıdır. Polisin, ideolojik taraf olduğu siyasal ve toplumsal muhalif eylem ve gösterilerdeki öznel yaklaşımının en doğrudan göstergeleridir bu rakamlar…
İşkence
Kapitalist piyasanın işlerliğini tehdit etmediği sürece insanlara zarar veren her türlü eylemin serbest olduğu Türkiye’de; tekelli polis devletinin otoriter hızının en saldırgan yöntemlerinden biri de işkencedir. 1991-1995 arasında (ilk altı ay) toplam 3.394 işkence olayı belirlenmiştir. Mağdurlarının herhangi bir açıklama ve başvuruda bulunmadığı işkenceler bu sayının dışındadır. Bu işkencelerin ağırlıklı olarak polis merkezlerinde yapıldığı biliniyor. Tekelli mülkiyet rejimi temelinde en aşağılık yöntemlerle her gün insanlık suçları işlenirken buna karşı çıkanları Manisa’da yaşandığı gibi -14 yaşındaki çocuklar da olsalar- işkence görmeleri doğal bir uygulamaya dönüşmüştür.
Polis Devleti Yanlılarının Gerçekleşen Düşleri: Türkiye
Polisin ordu-parti diyalektiği içinde ve tekelli polis devleti kapsamındaki öznel ideolojisi ekseninde bir iç örgütlenmeye gittiği görülüyor. Asayiş Daire Başkanlığından, Güvenlik Daire Başkanlığı’na kadar hep aynı ölçütleri algılamak mümkün. Güvenlik Daire Başkanlığı’nın kuruluş amacı şöyle formüle ediliyor: “Devletin Anayasal Düzenine, iç ve dış güvenliğine, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve kamu düzenine yönelik yıkıcı faaliyette bulunan kişi veya teşkilatları tespit etmek, bunları zararsız hale getirmek için gerekli tedbirleri almak, bazı Anayasal ve yasal kurum ve kuruluşlar ile demokratik kitle örgütlerinin yasa hükümlerine uygun olarak kurulmalarını ve faaliyette bulunmalarını izlemek, taşra teşkilatının bu yöndeki faaliyetlerine yön vermek, koordinesini sağlamak ve bunları izlemek üzere Güvenlik Daire Başkanlığı kurulmuştur.” Devletin güvenliği kavramının ortaya çıkardığı bu birim, Eylü lizmin anayasal düzenini koruma iradesinin bir sonucudur. Eylülist anayasanın içerdiği eşitsizlikçi, şoven, emekçi düşmanı ve kutsal devlet güvenliği ilkelerinin özüdür.
“Demokratik kitle örgütleri” hatta kim oldukları belirtilmeyen, “bazı Anayasal ve yasal kurum ve kuruluşların izlenmesi” Türkiye’yi kuşatan totaliter ve baskıcı polis devletinin işleyişine ilişkin önemli bir ip ucudur. Polisin “anayasa” da belirtilmiş düzen içi kurum ve kuruluşları bile gözetim altında tutması TSK ile polis kuvvetleri ve partisine dayalı çelik çekirdek çözümlemesine hak verdirtecek niteliktedir. Kendisini ülkenin gerçek sahibi zanneden bu çelik çekirdek, temsili organları elinde tutmaktadır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri yeterli görülmemiş olacak ki, devletin güvenilirliği adına bir de özel yetkileri olan polis birimi kurulmuştur. İstihbarat faaliyetleri yanında muhtemelen siyaset planlaması da yapan bu tür bir birimin işleyişini araştırmak tekelli polis devletine ilişkin olgusal açıklıklar sağlayacaktır. Nedir bu birimin görevleri, bu konuda işte birkaç örnek:
- Anayasal düzeni yıkmaya yönelik yıkıcı faaliyetlerle ilgili gelişmeleri izleyerek raporlar hazırlamak suretiyle ilgili makamlar nezdinde uyanlarda bulunarak yapılacak çalışmalar ve alınacak tedbirlere ışık tutmak.
- Ülke çapında ve iller düzeyinde meydana gelen devlet güvenliğini ilgilendiren olaylar ile legal olarak faaliyet gösteren kişi ve kuruluşların çalışmalarını izlemek, değerlendirmek.
- Türkiye’de ikamet eden veya çeşitli nedenlerle bulunan azınlıkların her türlü faaliyetlerini izlemek.
- Uzman, araştırıcı, gözlemci olarak veya öğrenim, burs, inceleme gibi amaçlarla Türkiye’ye gelecek kişi ve heyetlerin talepleri konusunda ilgili birimlere teklifte bulunmak.
- Siyasi partilerin kurulmalarına ve teşkilatlanmalarına ilişkin işlemleri yapmak ve faaliyetlerini izlemek.
- İşçilerin ve öğrencilerin toplanma, dernek kurma ve diğer yasal hak ve hürriyetlerini kullanmaları sırasında devlet güvenliği aleyhinde yıkıcı ve bölücü faaliyette bulunan kişi ve örgütler tarafından meydana getirilmesi muhtemel toplumsal olayları önleyici tedbirlerin alınmasını sağlamak.
- Sendika, federasyon ve konfederasyonların kurulmaları ve teşkilatlandırılmaları ile ilgili işleri yürütmek ve bu kuruluşların kanuni ve kanunsuz her türlü faaliyetlerini izleyerek kanun dışı çalışmalarını önleyici gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamak.
- Devletin genel güvenliği ile ilgili konularda toplantıya katılacak Bakanlık ve Genel Müdürlük temsilcilerine gerekli dokümanı hazırlamak, “İşçileri, öğrencileri, sendikaları, dernekleri, azınlıkları” izleyen, gözleyen bu siyasi birim devlet kurumlarına yapılacak atamalarda polisin onay mercii konumundadır; Buna göre; “Gizli ve gizlilik dereceli yerlerde çalışacak personel ile Bakanlık ve kamu kurum ve kuruluşlarında yeni işe alınacak personel hakkında gerekli güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmalarını yapmak”la görevlidir.
Tekelli polis devletinin belleğini oluşturan arşivlerin, devlet görevine girişte polisin ölçütlerini belirlediği anlaşılıyor. Arşiv araştırması kapsamında binlerce dernek, siyasi parti, sendika yöneticisi fişlenmiştir. Sadece 1994 yılı itibarıyla şahıslarla ilgili 778.395 form polis bilgisayarlarına yüklenmiştir. Bu fişleme faaliyeti polis ordusunun stratejik plan ve yapılanması ile yakından ilişkilidir. Ana Komuta Kontrol Merkezi (AKKM) projeleri uyarınca tüm polis mıntıkalarından aktarılan bilgiler belirli bir merkezde toplanmaktadır. Bu bilgilerin kullanım biçimlerinin devletteki kadrolaşma anlamında da polise bazı imkanlar sağladığı ortadadır. Polisin çelik çekirdekte TSK ölçüsünde söz ve yetki sahibi olmasında bu imkanları değeri yadsınamaz. Siyasi yaşamın kontrolünde söz ve yetki sahibi olan polis kuvvetleri bu kontrolün ideolojik ve politik kıstaslarını özerk bir biçimde tespit etmektedir.
– “Güvenlik Güçlerimizin Kararlılığı” formülasyonunda ortaya çıkan özerklik vurgusu, polis kuvvetlerini devlet içindeki temsili kurumların üzerinde gören anlayışın sonucudur. Parlamento ve hükümeti yer yer kuşatan, protesto eden polis kuvvetleri bu “özerk”liğin tüm politik ayrıcalıklarından yararlanmaktadır. Bu özerklik 1992 yılında İstanbul’da yapılan polis gösterileri ile ilan edildi. Polis ordusu generallerinin de kariyerist kaygılarıyla besledikleri “örgüt” tepkisi tipi ideolojik mesajlarıyla ortaya döküldü. 1 Mart 1992 tarihinde “görevli 150 Polis Olarak Tüm Güvenlik Güçleri Adına” imzalı bir bildiri yayımlandı. Bu bildirinin çarpıcı vurguları “ideolojik malzemenin niteliğini oldukça iyi simgeliyor; “Yüce devletimiz”, “Allah için Vatana Ve devlete çalışıyoruz”, “Bayrak düşmesin”, “Vatan elden gidiyor.”
Öte yandan kendini devletin sahibi ilan eden polis ordusu bu söylemini 8 Şubat 1992 tarihinde İstanbul DGM Başsavcısı’nın cenazesinde açıkça ortaya koymuştur. Bu cenazede dağıtılan “Türk Polisi” imzalı bildiride polis ordusu bu asil milletin öz evlatları sıfatıyla, “vatanın ve milletin bölünmezliği” adına çıkış yapmaktadır. Bu bildiri ile “yıllardır Türk devletini ve milletini yok etmek için uğraşan dış destekli kızıl bölücü odaklara” ve “polisle silahlı çatışmada ölen vatan hainleri için ayağa kalkan insan hakları savunucusu kuruluşlara” savaş ilan edilmektedir. Savaş ilanı ile ordunun misyonuna ortaklığını açıklayan polis kuvvetleri, ideolojik kaynaklarını özellikle bu tarihten sonra netleştiriştir. TSK ile aynı meşruiyet kalıplarına yaslanan polis kuvvetleri, en önemli desteğini faşist kesimden görmüştür. Sokak infazları ile misyonunu perçinleyen, her türde polisiye olayı “savaşlaştıran” polis ordusu 90’lı yıllar boyunca çelik çekirdekteki yerini sağlamlaştırmıştır. Bu dönemde, faşist yazarlar polis ordusunu büyük bir şevkle teşvik etmişlerdir. Örneğin Ahmet Kabaklı: “Polis bir iç ordudur” diye yazmıştır. Kabaklı polislerin “devletin görünür timsalleri” olduğunu, “her şeyi bırakarak, hatta ordudan evvel, polisi o çaresizlikten kurtarmayı, donatmayı başarmaları gerektiğini savunmuştur.
TSK ise, metropollerde yoğunlaşan bu arada kırsala da yansıyan bu polis ordulaşmasını çelişkili siyasetlerle desteklemiş, yeni ortağına alışmaya başlamıştır. Bu arada, Pol-Der üyesi 12.000 polisin CHP’nin hükümet ettiği dönemde başlayan tasfiyesi, 12 Eylülle ve ordu planlaması ile doruğa çıkmıştır. Türk-İslam sentezi kadrolarının ideolojik doktrinasyonu açısından bu tasfiyeler gerekli koşulları hazırlamıştır.
Özel savaş sürecinde ordulaşan polis, giderek güvenlik-asayiş politikalarının dışında da söz sahibi olma imkanını bulmuştur. Basın tekellerinin kuş beyinli hale getirdiği kurt kafalı, şiddet düşkünü, şoven kitle insanı, faşist entelijansiyası, sağ kadrolar ile sosyal demokrat siyasetçiler polisi siyasi otoritenin en güçlü odaklarından biri haline dönüştüren süreçlere katkıda bulunmuşlardır. Bu sürecin önemli bir aşamasında, TBMM içinde devletin çelik çekirdeğinin uzantısı bir yapılanmanın ortaya çıkmasıdır. “Çekirdek grup” olarak adlandırılan bu grup tüm partilerinde milletvekillerini kapsayan bir oluşumdur. “Türk bayrağı altında devlete sahip çıkan bir bilinçlenme”nin öncülüğünü yapan bu devlet partisi girişimi, polis darbesine açılan süreçte üzerine düşeni yapmıştır.”Çekirdek Grup'” nitelendirmesi ile anılan bu devlet patisi, polis ordusunun istediği yasaları en kısa sürede çıkarmış ve “sivil” darbede polisle ortak hareket etmiştir.
Polis TSK’nın Yeni Ortağı
Özel savaşın şiddetlenmesini, konumunu pekiştirmek açısından meşrulaştırıcı bir unsur haline getiren polis kuvvetleri cüretini arttırmıştır. Bu bağlamda “Kemalist asker ve Polisler Mücadele Grubu” (KAP) adına gönderilen bildirilen oldukça anlamlıdır. 90’lı yıllara damgasını vuran “Faili meçhul” devlet teröründe bu tür intikam-mi silleme örgütlerinin de payı olsa gerek. “Öp öz Türk çocukları olan bizlerin boyunlarını bu kravat artık sıkmış durumdadır” diyen KAP grubu, bildirilerinde “misilleme” yapacaklarını deklare etmektedir. Özel savaşın, faşist ideolojinin kavramlar stoku ile yürütüldüğü süreçte açığa çıkan bu “uç” devlet örgütleri emir-komuta zinciri içine çekilmiştir. Ancak, Polis Ordusu’na terörle (!) mücadele adına “ateş serbestisi” verilmesinde bu “uç’ların yürütttüğü “psikolojik harekatın” büyük katkısı olmuştur. Psikolojik harekatın bir başka boyutu ise sağ ve sosyal demokrat partilerin bölünme psikozu temelinde bütünleşmeleri ile gerçekleştirildi. Polis Partisi’nin yönlendiriciliğinde, basın tekelleri bu “harekat”ta üzerlerine düşeni yaptılar. “Devletimiz kuruluşundan beri karşılaştığı tehlikelerin en büyüğüy le karşı karşıya'” tespitinde temellenen siyasetler polisin ordulaş ma-partileşme sürecinde dayanağı olurken onu özel savaşın TSK’dan sonra en güçlü odağı haline getirdi.
Polis kuvvetlerinin 1992 yılından itibaren ivme kazanan ordulaş ma-partileşme sürecinde ideolojik dayanakları, devlet siyasetlerinin belirlenmesindeki özerk konumlarını pekiştirmiştir. Bu konuma en aktivist destek ise ülkücülerden gelmiş ve “kanımız aksa da zafer is lamın” sloganı tüm korsan polis gösterilerinde bağırılmıştır. Polisin ordu-parti yapılanmasında başı çekenler MHP ve ülkücü kadrolardan gelen polislerdir. Özel tim kadrolarında, DAL’da yoğunlaşan ülkücü polisler, Gladio-MHP eksenli kesişenlerin polisteki uzantılarıdır. Bu oluşumun yansıdığı bir rapora göre MHP’li Emniyet Müdürleri (raporun basında yer aldığı tarih itibariyle) şunlardır. Adana; Ramazan Er, Antalya; Mete Altan, Artvin; Tahsin Demir, Bolu; Uğur Gür, Çanakkale; Fevzi Ergül, Diyarbakır; Rıdvan Güler, İzmir; Kemal Yazıcıoğlu, Muğla; Erdal Gökyüzü. Bu isimlere ilişkin bazı bilgileri sunmak kadroların niteliği açısından aydınlatıcı olacaktır. “… ihbar üzerine komiser muavini Mete Altan komutasındaki bir ekip evi sarmıştır. Komiser muavini ile bir polis memuru tabancalarını çekerek eve girmişlerdir. Atilla Özkan, kardeşi Ali Naki Özkan ve Seyfi Cansu karışlarında tabancalı kişiler görmüşler, Atilla, komisar muavininin eline sarılarak tabancayı almak istemiştir. Boğuşma sırasında polis memuru ateş ederek Atilla’yı öldürmüştür.” Resmi açıklama böyle.
Zeytinburnu’nda 1976 yılında yapılan insan avı neticesinde Hasan Aksu, Ali Naki Özkan, ve Seyfi Cansu’ya akıl almaz işkenceler yapıldı. Aksu’nun tırnakları söküldü. Bu avın devamında iz sürenler Süleyman Cihan’ı takip ettiler. Zeytinburnu katliamının sonucunda temel hedef haline gelen Cihan, 29 Temmuz 1981 ‘de gözaltına alındı. 30 Temmuz’da Kadıköy’de bir apartman katından kendisini attığı söylendi. 1976’da başlayan insan avı 1981’de neticelenmişti.17” Bu operasyonları yöneten Mete Altan şu anda Kürtlerin yoğun olduğu bir ilin Antalya’nın Emniyet Müdürü. Erdal Gökyüzü ise 12 Mart döneminde deşifre olmuş bir ajan provokatör. Bu konuda Uğur Mumcu’nun kitaplarında bolca bilgi bulmak mümkün…
Tutanaklar
Eski İzmir, şimdiki İstanbul Emriyet Müdürü Kemal Yazıcıoğ lu’na gelince: Ankara’da DAL (Derin Araştırma Laboratuarı) Başkanlığı yapan Yazıcıoğlu’nu Dev-Yol davası tutanaklarından izleyelim: “Zaman zaman da Başkomiser Kemal Yazıcıoğlu da bu işkence seanslarına katılıyordu'”. Bana yapılan tüm bu işkencelerin ve Ankara’da yapılan işkencelerin sorumlusu Kemal Yazıcıoğlu ‘dur. Kemal Yazıcıoğlu’nun yakalandığımızdan bir ay sonra söyledikleri ilginçtir. Artık faili meçhul olay kalmayacak bu olayların büyük bir kesimini sizlere ve kalanını da sizden öncekilere yıktık”. Hepsi bu kadar değil. Kemal Yazıcıoğlu, Yaşar Gündoğdu’yu işkence ile öldürmekten yargılandı ve “aklandı”.
MHP ile bağlantılı bu kadronun özellikle Kürt nüfusun yoğun olduğu Antalya, İzmir, Çanakkale, Adana, İstanbul gibi illerde görevlendirilmesi tesadüf değildir. 70’lere açılan iç savaş süreçlerinde kendisini kanıtlamış ve 12 Eylül’de DAL dahil önemli işkence merkezlerini yönetmiş bu kadrolar oldukça etkin konumlara getirilmişlerdi. Kontr-Gerilla yöntemlerini bilen ve yurtdışı eğitim olanaklarından yararlanmış bu polis şeflerinin, düşük yoğunluklu savaş stratejisinin metropol bölümünü uygulayacakları ortadadır. Bu noktada İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne atanan, DAL Başkanı Kemal Yazı cıoğlu’nun, hiçbir tepki almadan görevine başlaması anılan savaş stratejisinin “sol” içinde bazı “merkezlerle” bağlantısı olduğunun kanıtıdır. Milli Güvenlik Akademisi’nde ders veren düşük yoğunluklu savaş spesiyalistlerinin “sol’daki manüplasyonları etkisini göstermektedir. Son yıllarda düşük yoğunluklu savaş kadrolarının üniversite kökenli olmaları ve deşifre edilmelerindeki güçlük düşündürücüdür. Bu bağlamda Milli Güvenlik Akademisi-polis-üniversite eksenli kadrolar ve bunların rolü izlenmelidir. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün APK Daire Başkanlığı, “çağdaş teknolojisinin ithali ve uygulanması amacıyla” ODTÜ ile protokol yapmıştır. Öte yandan, üniversite öğretim üyelerinin katılımıyla bir dizi çalışma yapılmış ve “Terörle Mücadele Planı” adı altında “üst makamlara” sunulmuştur.
Özel Savaş ve Polis Ordusu
Polisin ordulaşması sürecinde Özel Harekat timlerinin önemi büyüktür. 1982 yılında Asayiş Daire Başkanlığı bünyesinde “Faili Meçhul Olaylar Şube Müdürlüğü” ismi altında faaliyet gösteren bu birim çeşitli yasal düzenlemeler sonucunda 13.7.1993 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Harekat Daire Başkanlığı’na dönüştürülmüştür. Polis Ordusu’nun, zırhlı araçlarının bir çoğunu kullanan timler, OHAL bölgesi dışında da görevlendirilmektedir. Giderek ya yaygınlık kazanan bu timler 1 Daire başkanlığı, 38 şube müdürlüğü, 1 Grup Amirliği biçiminde organize olmuşlardır. Özel Harekat timlerinin amaçları şöyle formüle edilmektedir. “Ülkemizdeki birlik ve beraberliğe gölge düşürmek, devlet düzenini değiştirmek amacıyla örgütsel faaliyetlerde bulunan kişi ve kişilere karşı ani müdahale etmek, baskın… yok etmekle görevlidirler.”
Özel Harekat Timlerinin yetkileri oldukça geniş bir yasal malzemeye dayalıdır: 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı kanunu (madde 1), 2559 Sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu (3233 ek 5-6-7 maddeleri) 2803 sayılı Jandarma Selahiyet Kanunu (madde 10) 2935 sayılı OHAL Kanunu (madde 11), 285 sayılı KHK (madde 4), Özel Harekat Birimleri Yönetmeliği (madde 11.)
Özel Harekat timlerinin yanısıra Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi Başkanlığı da polis ordusunun önemli bir unsurudur. Bu birim uluslararası ilişkilere sahip “özerk” bir yapılanma içindedir. Ayrıca psikolojik savaşın Türkiye dışında yürütülmesi için gerekli materyaller adı geçen birim tarafından hazırlanmaktadır. İstihbarata ilişkin görevleri de olan birim, polis tarafından şüpheli kabul edilen kişi ve kuruluşların takibini yapmaktadır. Polis kuvvetlerinin basın ile ilişkilerinin düzenlenmesi de Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi’nin yetkisi kapsamındadır. Polisin ordulaşması sürecinde “terör” gerekçesiyle hayatın tüm alanlarını kapsayan bir denetim ve gözetim mekanizması kurulmuştur. Bu mekanizma, TC’nin militarist aygıtlarının egemenliğini korumaya yönelik bir yapılanma içindedir. Orwelyen toplum yapısının gerçekleştirilmesinde, basın tekelleri ile bütünleşmiş polis kuvvetlerinin iradesi belirleyicidir. Bu belirleme temelinde, kuruluş, kurumlaşma ve işleyiş gerekçelerini “terör” kavramı ile açıklayan adı geçen birim, düşük yoğunluklu savaşın tanımlarına netlik kazandıran bir görevler manzumesine sahiptir. İşte bu görevlerden bazıları:
– Terör odaklarına dönük operasyon planları hazırlamak suretiyle, operasyonlara katılacak personeli eğiterek yetiştirmek, operasyon ve sorgu sonuçlarına göre elde edilen bilgilerin değerlendirilmelerini yaparak Taşra Teşkilatı’nca sürdürülecek yeni operasyonlara destek sağlamak.
– Bakanlık emri veya illerin talebi üzerine sorgu ve operasyon için ekip görevlendirilmesi hazırlıkları yapmak ve sevk etmek.
– Devlet güvenliği ile terörist kişi ve örgütlerle alakalı yapılması gereken tüm işleri yapmak, ilgili Daire Başkanları ile koordine sağlamak.
– Azınlıkların teröre destek sağlamasını ve yurt dışında propaganda faaliyetlerini önlemek.
– Türkiye aleyhine faaliyet gösteren kişi ve kuruluşların tespitini sağlamak.
– İşçi ve öğrenciler arasında ve toplumun diğer kesimlerinde sürtüşmelere, huzursuzluklara ve çatışmalara yol açabilecek faaliyetleri izlemek ve meydana gelmesi muhtemel olayları önleyici gerekli tedbirleri almak ve bu yönde istihbarat değerlendirmeleri yapmak.
– Terörizmle ilgili toplantıya katılacak Bakanlık temsilcilerine gerekli dokümanı hazırlamak.
– Daire Başkanlığı ile ilgili konularda sorulan yazılı ve sözlü soru önergelerinin cevaplarını hazırlamak, yürürlükteki mevzuat çerçevesinde basına yapılacak açıklamalar ile ilgili olarak durum değerlendirmesi yaparak ilgilileri uyarmak…
Basınla ilişkilere dair görevlendirmelerin özel savaşın gerekleri ile uyumlu olduğu bir çok örnekle kanıtlanmıştır. Bu dairenin basında MİT raporunda adı geçen ve İstanbul medyasıyla oldukça iyi ilişkilere sahip Cevdet Saral’ın bulunuyor olması düşündürücüdür. İşçi, öğrenci eylemlerinde polisin bakış açısıyla olaylara yaklaşan Show TV’ydi TGRT türünden yayın organlarının işleyişleri bu birimin görev tanımlarıyla uyum içindedir. Terörle Mücadele ve Harekat Dairesi’nin basın bürosu gibi çalışan yayın organları zihin polisi işlevleri ile tekelli polis devletinin psikolojik savaş aygıtlarıdır.
Öte yandan “İstihbarat” vurgusunun polis ordusunun tüm birimlerinde yoğun biçimde görev tanımına içerildiği görülüyor.
Polisin istihbarat imkanlarının geliştirilmesinde ilk önemli çalışmalar Ecevit’in damgasını taşır. Bilderberg örgütünün adamı olan Rockfeller burslusu Ecevit, bağlı olduğu uluslarüstü sermaye örgütünün siyasetlerine uygun hareket etmiştir. Bilderberg’in polisin ordulaşması ve uluslararası sermaye örgütlerinin denetimine alınmasına dair formülasyonu ilk kez Ecevit hükümetleri döneminde uygulamaya konulmuştur. Gladio’nun ünlü “Marmara Brifingi”nin toplandığı Atatürk Orman Çiftliği’ndeki Marmara Köşkü Ecevit’in “istihbarat çalışmalarının karargahı haline getirilmiş, İstihbarat’ın reorganizasyonu kapsamında danışmanı Senatör Sebahattin Babüroğlu ve İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ile çalışmalar yapan Ecevit, Emniyet Genel Müdürlüğü istihbaratını güçlendirme konusunda büyük adımlar atmıştır. Ecevit’in başbakan olduğu 70’lerin sonunda “Cumhuriyet döneminde yetişenlerin beş katı” sayıda polis ajanı yetiştirilmiştir.
Bu arada ilerici güçlerin yer aldığı Pol-Der Ecevit hükümeti döneminde kapatılmıştır.
Polis Partisi’ nin Gölge Hükümeti
Polisin uluslararasılaşması süreci kapitalist enternasyonalin Yeni Dünya Düzeni Stratejileri ile uyumlu biçimde geliştirilmiştir. Türk Polis Ordu Parti’si “dış ilişkiler” konusunda da özerk birimler oluşturmuştur. Dış İlişkiler Daire Başkanlığı, “Polis’in Dışişleri Bakanlığı gibidir. Polis, 19 ülke ile 27 işbirliği anlaşması, 16 ülke ile 21 protokol imzalamıştır, öte yandan “güvenlik işbirliği” başlığı altında birçok ülke ile “ortak komisyon” oluşturulmuştur. Dış ilişkilerini özerk biçimde düzenleyen polis kuvvetleri bölge gücü olmaya çalışan Türkiye açısından “güvenlik koordinasyonu” görevini yerine getirmektedir. Bu tür uluslararası bağlantıların önemli bir unsuru da İnterpol ile ilişkileridir. Türkiye, İnterpol’e 8.1.1930 tarih ve 8761 sayılı Atatürk’ün imzasını taşıyan Kararname ile üye olmuştur. TC, interpol’e ilk üye olan devletlerden biridir. Kapitalist enternasyonalin gizli ordularından İnterpol ile Türk Polis Kuvvetleri bir çok ortak operasyona imza atmışlardır. Özellikle PKK hedeflenerek yürütülen psikolojik savaşta, İnterpol, Türk polisinin “enformasyonu” doğrultusunda çalışmakta ve kapitalist enternasyonalizm istihbarat örgütlerinin finans kaynağı olan uyuşturucu ticareti PKK’nin üzerine yıkılmaya çalışılmaktadır. Oysa yıllardır asit anhidrit tekelini elinde tutan devletin bu işteki rolü birçok olayda net olarak ortaya çıkmıştır. Adana Emniyet Müdürü Pol-Der’li Cevat Yurdakul’un da ünlü bir oligarkın ülkücü komandolar tarafından korunan fabrikasında ortaya çıkardığı uyuşturucu imalathanesi nedeniyle ve faşist milletvekillerinin işareti ile öldürüldüğü ortadadır.
Ulu Göz Devleti ve Polis
Polis kuvvetleri, toplumu sürekli gözetim altında tutan Orwelyen “büyük birader” konumuyla bilgisayar ağları oluşturmaktadır. Bilgi İşlem Dairesi adıyla organize edilen bu sistem oldukça yaygındır. Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı, uygulamaya konular “Polis Bilgisayar Ağı”nın merkez ve taşra teşkilatlarında yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla, İl Emniyet Müdürlükleri’nde kurulu bulunan “Özel Teknik Şube Müdürlüğü”nün ismini “Bilgi İşlem Şube Müdürlüğü” olarak değiştirmiş, daha sonra 64 ilde Bilgi İşlem Büro Amirliği’nin kurulmasını ve faaliyete geçmesini sağlamıştır.
Tekelli polis devletinin “veri bankası” işlevini yerine getiren bilgisayar ağları totaliter düzenin temel taşlarındandır.
Polisin ordulaşma sürecini hızlandıran en önemli etkenlerden biri de haberleşme ağlarının özerk nitelik kazandırılmasıdır.
Öte yandan kendi hava gücünü geliştiren polis ordusu artık Hava Filoları kurma aşamasındadır. 19 Ekim 1981 tarihinde Fransız yapımı olup, Alman yardımıyla sağlanan 18 adet SA-318 keşif gözetleme helikopteri Polis Hava Kuvvetleri’nin nüvesini oluşturmuştur. Diyarbakır, Adana, İstanbul’da Polis Kuvvetleri’nin hava üsleri vardır. Özel Harekat timleri ile içiçe geçmiş hava gücü Havacılık Daire Başkanlığı çerçevesinde organize edilmiştir.
Polisin, ordu-parti bağlamında gelişen güçleri onu TSK ile birlikte devletin çelik çekirdeğinde asli unsur haline getirmiştir. Yasama, yürütme, yargı fonksiyonlarında polisin ağırlığı her geçen gün daha yoğun hissedilmektedir. Öte yandan banka sermayesi ile bütünleşen polis şefleri tekelli düzenin işadamlarına dönüşmektedirler. Polis şeflerinin “Burjuva Kirli İşler İmparatorluğu”ndan aldıkları pay devletin istihbarat raporlarında da tescil edilmiştir. Tasfiye süreçlerinde karşılıklı olarak birbirlerinin pisliklerini ortaya döken devlet içi örgütler MİT-Emniyet çatışmasında devletin çelik çekirdek kadrolarının ahlaki çürümüşlükleri gözler önüne sermişlerdir. Şükrü Balcı’dan, Mehmet Ağar’a, Menzir’den, Kozakçıoğlu’na tekelli sermaye ile ilişkili, ismi akçalı işlere karışmış polis generalleri kuşağı, sınıf bilincine sahip politikacı nitelikleriyle de “temayüz” etmişlerdir. Polis ordusu, siyaset planlaması yapan bir güç konumundadır. Artık, üniforma ve coptan ibaret görülmemesi gereken bir yapıyla karşı karşıya olunduğu ortada. Bu güç içerdiği şiddet potansiyeli, ideolojik motiflerinin militer-şoven niteliği ve devlet içi tasfiyelerdeki tutumu nedeniyle büyük bir çelişkiler yumağı yaratmıştır. Bu yumak çözülecektir, ancak çözmeden önce çözümleme ile başlanmalıdır…
Suat Parlar, Silahlı Bürokrasinin Ekonomi Politiği, Bibliotek Yayınları, İstanbul, 1997.
İlk yorum yapan olun