“Dünya Bankası Solculuğu”
Dünya Bankası’nın neo-liberal “Derviş”çiliği CHP’ye müridlerini yerleştiriyor. Bu, sermaye metafiziğinin, CHP’den laiklik ve ulus devlet ilkelerine dayalı siyasetleri tasfiye etmesinin başlangıcıdır. “Yeni sermaye ruhçuluğu”, elbette, özelliğinden de hem güç alıyor, hem de bu anlamda Özal’ın ruhu CHP üzerinde dolaşıyor. Bu bir süreçtir. Söz konusu neo-liberal “Derviş”lerin CHP’yi işgal etmesinin başlangıç noktası, “Özalizm”in Türkiye’ye tasallutunda başlangıcını buluyor. Küresel sermayenin dünya pazarı diktatörlüğü, tüm politikaları iktidarsızlık oyununa dönüştürürken, devlet kimliğini yitiriyor. CHP ise bu yitirişte, üzerine düşeni neo-liberal gündemle yerine getiriyor. Çok açık bir biçimde kimlikçilik siyasetini uygulamaya koyuyor. Barzani CHP içerisinde bir temsilcilik elde ediyor. Neo liberal ideoloji, “gereksiz yurttaş” kategorisini politikanın odağına yerleştiriyor. CHP’nin bu konuda da itirazı yok. Çünkü küresel sermayenin Türkiye’ye saldırısı milyonlarca yurttaşı “gereksiz yurttaş” kategorisine sokuyor. CHP ise bu noktada yeni bir sosyal güvenlik ağı şekillendireceği vaadinde bulunuyor. O ağın temelinde ‘Dünya Bankası solculuğu’nun çarpık ideolojisi yatıyor. Kaybedenlere, ezilenlere, sömürülenlere, mağdur edilenlere ‘Dünya Bankası solculuğu’ işaret ediliyor.
Küresel piyasa sömürgeciliği “demokrasi” bayrağını üzerimizde dalgalandırıyor ve bu bayrak “uzlaşma” söylemiyle rengini kazanıyor. “Uzlaşma” söylemini TÜSİAD’dan, MÜSİAD’a bütün büyük sermaye kuruluşları savunmakla kalmıyorlar, hararetle bunu tüm partilere olduğu gibi, CHP’ye de düellonun temel ölçütü olarak sunuyorlar. Elbette enternasyonal desteklerle… Çünkü bunun temelinde dünya finans oligarşisinin istemlerinin yerine getirilmesi yatıyor. “Uzlaşma” tam da bunun adı oluyor. CHP tıpkı Avrupa Birliği’ndeki sosyal demokrat ve sosyalist partiler gibi piyasa sömürgeciliğinin -ne yazık ki- Off-shore projelerini savunuyor. O partilerin ne olduğunu biliyoruz. Hepsi iktidarı sırayla denediler. Halka acı ilacı içirdiler. Off-shore uyum programlarını uygulamaya koydular. Sonuç; tekelci burjuvazinin onların işlerini tamamlamasından sonra, hepsini birden “Sosyalist Enternasyonal” adı altında tarihin çöplüğüne göndermesi oldu. Halkların “Sosyalist Enternasyonal”den bekleyeceği hiç bir şey yoktur. “Sosyalist Enternasyonal”, kapitalist enternasyonalin insan yüzlü maskesini takınmış politik kalpazanlar topluluğudur.
Türkiye’yi bu anlamda ülkeden araziye, ucuz emek ve doğal kaynak rezervlerine dönüştüren reformlar yine dünya sermayesinin koçbaşı niteliğindeki Dünya Bankası ve diğerlerinin önerilerinden, siyasetlerinden, hatta Türkiye’deki açık müdahalelerinden oluşuyor. Bu anlamda; Dünya Bankası, yoksulluk, yolsuzluk ve uyulan toplumsal boyutları konusunda araştırmalara da girişiyor. Bu araştırmaları yapanlar ve bu araştırmaları sahada uygulayanların bir bölümü CHP’de yerini alıyor. Komprador rejimlerde, sistem içi solculuğa, Dünya Bankası damgasını vuruyor ve ahlaki yoğunlaşma söylemiyle yürütülen yoksulluk ve yolsuzluk karşıtı kampanyalar, politik kalpazanlığın yeni biçimlerini oluşturuyor. Ne yazık ki, buna da CHP’nin teşne olduğu bir sürece giriyoruz.
Dünya Bankası solculuğu, devletin kamu maliyesi parçalanırken yoksulluk yönetimi için esnek bir mekanizma kurmayı amaçlıyor. Kendi sözlüğünü ve kavramlarını yaratıyor. Yoksulluk bir yönetim kavramı içerisinde ele alınıyor. Sağlık ve eğitim hizmetleri özelleştirilirken, “sosyal proje”cilik yoluyla sorunları çözmenin ne kadar verimli olduğunu ortaya koyan çalışmalar, CHP’nin içine işliyor. Emeğin örgütlü bir güç olmasının önüne geçen istihdam projelerinin neo-liberal militanları, CHP’de ön plana çıkıp genel başkan yardımcılığına kadar tırmanabiliyorlar. Uluslararası yardım programları tarafından finanse edilen sivil toplum örgütleriyle içiçe geliştirilen sosyal güvenlik ağı projeleri, CHP’yi ‘Dünya Bankası solculuğu’nun temsili kurumuna dönüştürüyor.
Bu Vahim Bir Gidiş
Dünya Bankası solculuğu büyük bir toplumsal değişim riskini bastırmanın siyasi stratejilerini kuruyor. Bu siyasetin diğer yüzünde ise, ‘Karşı Ayaklanma Doktrini’nin şimdilik örtülü şiddetinin bulunduğunu biliyoruz. CHP kirli savaşın en şiddetli döneminde rol almış deneyimli kadroları, “yenilik ve uzlaşma” söylemiyle saflarına sessiz sedasız katabiliyor. Bu sessizlik, açıkçası, tabanın tepkisizliğinden kaynaklanıyor. “Yoksulluk ve yolsuzlukla”, sermaye birikimi arasındaki belirleyicilik ilişkisi, politikadan -ne yazık ki- dışlanıyor. CHP bu sürecin üzerini örtüyor. Neo-liberal saldırı, CHP tabanının dünyayı anlama kapasitesini yok ediyor. CHP kendi tabanına karşı ideolojik savaş ilan etmiş, neo-liberal amentüye bağlı, yeni sermaye misyonlarının denetimine geçiyor.
Demokrasi, sermayenin tek yönlü diktatörlüğünün arzuladığı bir saçmalığa dönüşürken, CHP yönetimleri sessiz bir halde neo-liberal merkez militanlığına geçiş sürecini sancısız bir biçimde gerçekleştiriyorlar. Çünkü eski politikacılar bir köşeye çekiliyor, üzerlerinde büyük bir medya baskısı var. Bunun biçimsel göstergeleri ortada. Siyasetin piyasa dili ve mekanizmalarıyla bütünleşerek medyalaştırılması, artık CHP için geçerli olan bir gerçek. Varyete oyuncusuna dönüştürülen siyasetçi, tekelci medyanın özgün ambalajında bir ürün olarak pazarlanıyor. Buna da -ne yazık ki- hiç bir itiraz gelmiyor. Yaratılan ürüne inandırıcılık kazandırmak adına, tarihin gördüğü en ağdasız anti-sömürgeci savaşı Batı karşısında net bir tutumla, Avrupa uygarlığını yerden yere vurarak ve anti-kapitalist renkleri düşüncesine içererek savunan Gandi bile, imgesinden yararlanılan bir ögeye dönüştürülüyor. Siyasi piyasanın örgütlenişinde seçmen tüketici olarak değerlendiriliyor. Sermayenin halkla ilişkiler düzeni içerisinde CHP’de ağırlığını duyuruyor. Şarkı sözlerinden, iki düzen notasını geçmeyen şiirlere kadar kısır bir imge düzeni, post-modern yüzeyselliğin estetik, bilim ve değer yoksunu güncelliğini CHP’nin siyaset sözlüğünün temeli haline getiriyor.
İtiraz Yok
İtiraz, ‘toplumsal cumhuriyet’ temelinden olmalıdır, oysaki cumhuriyet herkesin olandır. Ancak bu ‘herkes’ kavramına halkın geçim kaynakları üzerinden mülkiyet, ticaret, üretim tekelleri kuranlar dahil değildir. Halklar, egemenliklerini devrettikleri şirketlerden geri almalıdırlar. Bu ‘toplumsal cumhuriyet’çiliğin temel ilkesidir. Bir diğeri; toplum ister iş sağlayarak, ister çalışamayacak durumda olanlara yaşam araçları sağlayarak, tüm üyelerinin geçimini sağlamak zorundadır. Bu insani bir hak değil, bir halkın stratejik yetkisidir. Emekçi halkın iyi olduğunu, yüksek görevlilerle, büyük mülk sahiplerini çürümeye yatkın olduğunu kabul etmeyen her politik kişi ve kurum ahlaksızdır, sistemin hizmetinde demektir. Bu anlamda; kısır yolsuzluk söylemleriyle, ‘Dünya Bankası solculuğu’yla ortaya dosyalar sürmenin hiç bir anlamı yoktur. Bu, sadece sistemin arınma görüntüsüne hizmet eder. Kozmetik demokrasinin bir aracı olmaktan öteye geçmez. Aslolan sistemin yapısal unsurunun yolsuzluk, pislik, kirli ilişkiler olduğunun bilince çıkartılmasıdır. Yine ‘toplumsal cumhuriyet’ yeni kölelik alanlarında çalışan emekçilerinin, ezilen toplum kesimlerinin isyan ve direnme haklarını kabul ederek örgütlenmeyen hiç bir siyasi partinin, tarihsel ve ahlaki meşruiyete sahip olmadığının kabulü anlamına gelir. CHP bu konuda kendi tarihini bile unutmuş görünüyor.
Toplumsal Cumhuriyet
Emeğin özgürlük mücadelesini durdurmak ve toplumsal hareketlerin değişim taleplerini engellemek amacıyla ‘Karşı Ayaklanma Doktrini’ne dayalı ideolojik, politik, askerî, hukukî savaş yürütenlere katil, hırsız, çeteci, yağmacı muamelesi yapılmalıdır. Mücadele bu temel üzerine kurulmalıdır. Aksi takdirde ‘toplumsal cumhuriyet’ gerçek anlamıyla mümkün olmaz, yaşama geçirilemez. Diğeri de zaten cumhuriyet olmaktan çıkar. Yaşatmaktan daha büyük ödülller verme ve öldürmekten daha büyük cezalar dağıtma gücüne sahip olanların egemenliğinde bir cumhuriyet ayakta kalamaz. Onların gücünün gerçek sahibi olan halka iade edilmesi, hiç kimsenin olan cumhuriyetin herkese ait olana dönüşümünü sağlayacaktır. Burada, özellikle CHP tabanına çok büyük iş düşüyor.
70’li yılları örnek olarak verecek olursak; öldürülen devrimci gençlerin büyük bölümü CHP’li ailelerin çocuklarıydı. Böyle ateş çemberlerinden geçmiş bir kitleden, tabandan söz ediyoruz. Bunlar son derece radikal, emeği yükselten, yücelten ve temel değer olarak kabul eden dünya anlayışına sahip bir kitledirler ve önemlidirler. ‘Toplumsal cumhuriyet’ onların programı olmalıdır ve CHP’den neo-liberal “Derviş”ler bir an önce tasfiye edilerek, gerçek ‘karşı devrimin’ ve gerçek ‘gericiliğin’ bu noktadaki tasallutu geri püskürtülmelidir. CHP kendi gerçekliği içerisinde, yönetsel ve kurumsal kimliği içerisinde önemli değildir. Önemli olan o temsilî, radikal kitle unsurudur. Diğer türlüsü tam anlamıyla bir Babil kulesine işaret eder. CHP bir Babil kulesidir; bir katında müteahhitler, bir katında Bilderberg artıkları ve NATO sömürge valileri, bir katında finansın en karanlık labirentlerinde yer alan şahsiyetler, bir katında neo-liberal ideolojinin amentüsüne yeminli bir biçimde bağlanmış olan projeci ‘Dünya Bankası solcuları’ yer alır. Dolayısıyla umut yine o radikal, o emek gücüne dayalı tabandadır.
İlk yorum yapan olun