Avrasya Hayaleti – Yiğit Tuncay

Avrasya Hayaleti - Yiğit Tuncay


Türkiye’de uzun zamandır bir hayalet dolaşıyor. Bu hayalet Şangay İşbirliği Örgütü’nden temellendirilen bir efsane. Bu efsanenin kahramanları gerçek ama, bu kahramanlar üzerinden kulaktan kulağa dolaşan söylenceler ne kadar gerçek? Gerçek sinir bozucudur. Gerçek yüzleşmekten en çok korktuğumuz, inanışların en büyük düşmanıdır. Gerçek yıkıcıdır ve özenle aklımıza dizdiğimiz tüm kurguyu yerle bir etmek için görünenin arkasında sessizce bekler. O yüzden en devrimci olan gerçektir. Görünenin arkasında yatan, görünmez bir demir yumruktur o. Asimetrik bir şekilde sessizce durmaksızın birikir ve aklımızda büyük titizlikle, heyecanla kurduğumuz simetriyi kendine özgü doğasıyla devireceği günü bekler. “Peki bu görünenin arkasındaki gerçeği daha önceden görebilme şansımız yok mu” sorunuzu duyar gibiyim. Elbette görebilme şansımız var. Ama önce hayatın simetrik olmayan doğasının işleyişini algılamamız gerekli. Hayal ederken her şeyi simetrik kurgularız ama, gerçek bu simetrinin özeniyle örtüşmez. Bu anlamıyla gerçek bir çelişkiler yumağıdır. Görünenin arkasındaki gerçeği görebilmek için başlangıçta hayatın ve doğanın sizin hayal ettiğiniz gibi özenle dizilmiş bir simetriye sahip olmadığını, asimetrik bir işleyişi olduğunu, araçların, olayların karmaşık ilişkilere, yoğun çelişkilere sahip olduğunu anlamamız gerekiyor. Araçların ve olayların bu çelişkili ilişkisi gerçeğin yasasıdır.

Hayalet Paktı

Varşova Paktı’nın yıkılışından sonra, yani 1990 sonrası iki kutuplu dünyanın simetrisinin arayışı hiç bitmedi. Çünkü o bir dengeydi ve bu dengenin kırılması bir coşkuyu getirmiş olsa da zamanla korkuyu da ortaya çıkarmıştı. “Şimdi nasıl bir denge olacak” sorusu belirmişti bile. Bloklar, paktlar yıkılmış, büyük birlikler kendi içinde parçalanmaya başlamıştı. Aslında iki kutuplu dünyanın üzeri örtülen tüm çelişkileri de görünür hale gelmişti. Doğu kendi içindeki kırılan dengesiyle üzeri örtülü çelişkilerinle açıktan boğuşmaya başlamışken, Batı da bu çelişkilerle ortaya çıkan geniş coğrafyada büyük bir pazar bulmuş ve yeraltı, yerüstü kaynaklarının zenginliği üzerinde hegemonya savaşına başlamıştı. ABD‟nin hegemonyal güç olma iddiası ile Ortadoğu, Asya ve Asya-Pasifik bölgelerindeki siyasi ve askeri varlığı, ister istemez Çin ve Rusya’yı birbirine yaklaştırmıştı. Ama bu çelişkinin de kendi içinde farklı çelişkileri vardı.

ABD’nin gücüne karşı Çin ve Rusya enerji alanında işbirliğinden yola çıkarak ekonomik, askeri alanlarda yakınlaşma yaşasalar da, Çin’in en büyük ticari ortakları ABD ve AB’nin varlığı hayal edilen dengeyi bozmaktadır. Kırım’ın ilhakından sonra Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar, Rusya’nın ekonomisinin çok büyük ölçüde daralmasına neden olmuştur. Rusya bu daralmayı Çin’e yönelerek aşmaya çalışmıştır. Çin de kendi ihtiyaçları doğrultusunda bu işbirliğinden memnun olmuş ve gerek enerji alanında, gerekse de askeri teknoloji alanındaki alışverişleriyle bir ekonomik işbirliği içine girmiştir. Ancak Rusya, Çin’den, ABD’nin baskısına karşı bir güvenlik işbirliği de arzu etmektedir. Çin ise büyük ticari ortaklığı olan ABD ve AB ile olan ilişkilerini bozmamak için Rusya ile olan ilişkilerini daha çok enerji ve ekonomi tanımı içinde kalmasına daha sıcak bakmaktdır. Bu anlamıyla Rusya’nın kafasındaki ABD’ye karşı yeni bir siyasi, askeri pakt oluşturma hayali hayata geçemeden bir hayalet olarak dolaşmaya devam etmektedir.

Mecburiyetin Ekonomi Politiği

ABD’nin, dış politikasını Asya-Pasifik bölgesine yoğunlaştırması, Arap baharıyla beraber Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde Suriye‟de rejim değişikliği istemesi ve İran üzerindeki baskısını artırması, Çin’in bu bölgelerdeki nüfuzunu, enerji güvenliğini ve ekonomik alandaki çıkarlarını tehdit etmektedir. Bu durum, Çin’in, ABD’ye karşı Asya- Pasifik bölgesinde ve Ortadoğu’da, Rusya ile işbirliğini artırmasına neden olmaktadır. SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya ile sınır sorunları yaşayan Çin, iki tarafın yaptığı anlaşmalar sonucunda rahatlayıp, sınırlardaki askeri yığınağını Güney Çin Denizi’ne ve Tayvan’a kaydırmasına olanak sağlamıştır. Rusya da bu anlaşmalar sonucunda ekonomik anlamda biraz rahatlamıştır. Çin’in geri kalmış askeri teknolojisini ihtiyaçlarını karşılamak için Rusya elindeki ileri askeri teknolojiyi Çin’e ihraç etmiştir. 1990’lı yılların sonunda Rusya, silah ihracatının % 40’ını Çin’e yapmıştır.

Gelişen Çin ekonomisinin enerji ihtiyacı, Rusya‟nın sahip olduğu zengin enerji kaynakları, çöken ekonomisi, enerji ve ekonomik alandaki işbirliği için önemli bir zemin hazırlamıştır. Rusya tren hattı üzerinden, 1999 yılında, yılda 572000 ton petrol ihraç etmekteydi. Enerji alanında işbirliğinin artırılması için, iki ülke arasında boru hatlarının inşası için fikir birliğine varılmıştır. Vladimir Putin’in devlet başkanı olmasıyla ikili ilişkiler her alanda ve özellikle de enerji alanında hızlı bir şekilde artarak, ikili ticaret hacmi ciddi bir oranda artmıştır. 1993’te 7,8 milyar dolar olan Çin ve Rusya arasındaki ticaret hacmi, 2002 yılında, 10 milyar dolara, 2014 Eylül’ünde ise 90 milyar dolara yükselmiştir. Çin, Rusya’nın elindeki enerji kaynaklarının yanı sıra, endüstriyel ürünlere ilgi gösterirken, Rusya daha çok ucuz tüketim mallarına ilgi göstermektedir.

Enerji ve ticaret alanında gelişen ilişkiler, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ve ABD‟nin Japonya ile güvenlik işbirliği, 1996 yılında Çin ve Rusya‟nın ilişkilerini “stratejik ortaklık” olarak adlandırmalarına neden olmuştur. ABD’nin kendi güdümünde tek kutuplu bir dünya düzeni kurmak istemesine karşı çıkan Çin ve Rusya, ABD’nin 2000 yılının başlarında hayata geçirmek istediği düşman füzelerinin havada imhasını ön gören ulusal füze kalkanı projesini (National Missile Defense, NMD) ve bölgesel füze kalkanı projesini (Theater Missile Defense, TMD) kendi çıkarları açısından tehlike olarak algılamışlardır. Rusya NMD’ye karşı çıkarken, Çin daha çok Tayvan’ı da şemsiyesi altına alan TMD’ye karşı çıkmıştır. ABDnin, 2003’te Irak’a müdahale etmesi ve İran üzerindeki baskısını artırması, Çin ve Rusya’nın BM’de ABD’ye karşı ortak hareket etmesi için zemin hazırlamıştır.

Kırım’da Kırılan Denge

Kendi çıkar alanındaki Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO ve AB’ye girmek istemesi, Rusya’nın askeri müdahaleye kalkışmasına neden olmuştur. Kırım’ın ilhakı bu gelişmeler sonucunda gerçekleşmiştir. ABD, Rusya’nın Batı’ya doğru genişlemesinden rahatsız olmuş ve AB ile birlikte Rusya’ya enerji, ekonomi, siyaset ve güvenlik alanlarında yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Bu yaptırımları aşmak isteyen Rusya, Çin’in ekonomik, askeri ve siyasi işbirliğine daha çok ihtiyaç duyar duruma gelmiştir. Çin ise bu yakınlaşmada tamamı ile kendi çıkarları doğrultusunda bir tutum almıştır. Başka ülkelerin iç işlerine karışmama prensibini benimsemiş olan Çin, her şeye karışan Rusya’nın, Kırım’a harekatına karşı Batı’nın verdiği dersten memnuniyet duymuş, bu gelişmeler sonrasında referandumla Rusya’ya bağlanması olayından da çok rahatsız olmuştur. Çünkü kendi sınırları içindeki güçlü bağımsızlık talepleri bulunan Tayvan, Sincan bölgesi, Hong Kong ve Tibet gibi bölgelere örnek teşkil etmesinden korkmuştur. Böyle bir referandumun gerçekleşmesi sonucunda bağımsızlık çıkması kuvvetle muhtemeldir.

Çin, Rusya’nın yanında yer almakla birlikte Rusya’nın yalnızlaştırılmasından memnun görünmektedir. Baskı altında olan Rusya’nın bu yaptırımları aşabilmesi  için  Çin’e  bağımlılığı  daha çok artmakta ve  Çin’in çıkarları çerçevesinde ilişki geliştirmeye mecbur olmaktadır. Rusya’ya baskı yapmak isteyen Batı dünyası ise Moskova’nın, Çin’le olan ekonomik ilişkilerinden dolayı Çin’in siyasi desteğine daha çok ihtiyaç duymaktadır. Bu durumdan daha kazançlı çıkan Çin, hızlı bir şekilde büyüyen ekonomisi açısından büyük bir öneme sahip olan enerji işbirliğini Moskova’yla geliştirmektedir.

Dünyanın en büyük nüfusuna ve ikinci büyük ekonomisine sahip, enerji ve hammadde bakımından dışarıya bağımlı olan, dünyanın ikinci büyük petrol ithalatçısı Çin Halk Cumhuriyeti, 2010’un sonuna kadar petrol ihtiyacının önemli bir kısmını İran, Irak, Suudi Arabistan ve Libya gibi Orta Doğu ülkelerinden karşılamış ve İran‟ın en büyük petrol alıcısı olmuştur. Petrol ihtiyacının %80‟ine yakın bir bölümünü korsanların ya da ABD Deniz Kuvvetleri’nin hâkim olduğu deniz yollarından temin etmiştir. Bu durum Çin’i ister istemez dünyanın önemli gaz ve petrol rezervine sahip olan Rusya’ya yaklaştırmıştır. Bu rezervleriyle Rusya bir dönem AB’nin de enerji ihtiyacını karşılamıştır. AB’nin bir müşteri olarak Rusya’nın enerji kaynaklarına ihtiyacı olduğu kadar, Rusya’nın da enerjiye dayalı ekonomisiyle böyle önemli bir müşteriye ihtiyacı olduğu kesindir. Ancak AB ülkelerinin enerji alanındaki işbirliğini Rusya’nın demokratikleşme koşullarına bağlamaları ve ABD’nin, AB devletlerinin Orta Asya, Orta Doğu’daki enerji rezervlerini, Bakü, Tiflis, Ceyhan gibi enerji nakil hatları ile Türkiye üzerinden batıya aktarmak istemelerini gündeme getirmesiyle Rusya’yı zorunlu olarak Çin’e daha da yakınlaştırmıştır. Bir de bunun üzerine Rusya’nın, Kırım’ı ilhakı nedeniyle, ABD ve AB tarafından, Rusya’nın enerji üretimi açısından hayati öneme sahip yedek parçaların teminini zorlaştıracak yaptırımlar ve Batı firmalarının Rus enerji firmalarıyla yeni anlaşmalar yapma konusunda istekli olmamaları, ekonomik anlamda Rusya’yı Çin’e mecbur kılmıştır. Bu anlamıyla Rusya, Çin’e mahkum olmuştur.

“Kâr ile Zarar Ortaktırlar”

ABD‟nin 2014 yılından itibaren petrol üretimini artırarak satışa başlaması ve diğer üretici ülkelerin de üretimlerini ciddi anlamda arttırmaları, varili 114 dolarlar civarında seyreden ham petrol fiyatının, piyasalarda 66 doların altına gerilemesinde etkili olmuştur. Bu durum Rusya’nın enerji ihracatını olumsuz yönde etkilerken, dışa bağımlı olan Çin’in enerji ihtiyacını daha ucuza temin etmesini sağlamakta, Moskova‟ya olan enerji bağımlılığını azaltmakta ve enerji alanındaki işbirliğinde inisiyatifi Moskova‟nın elinden almasına neden olmuştur.

ABD ve AB ülkelerine karşı bir dönem ticaret fazlası veren Çin, ticaret fazlasının açığının kapatmaya çalışan ABD ve AB’nin baskılarıyla para biriminin yükselmesi tehlikesini yaşamıştır. ABD ve AB aksi taktirde ticari yaptırımlar uygulanacağı tehdidini yapmışlardır. ABD dolarının küresel finans alanındaki üstünlüğüne son verebilmek amacıyla Çin ve Rusya, VTB Bank’ı ve Bank of China’yı devreye sokmuşlardır. Gelişen bu işbirliği sonucunda 2013 yılında, Çin-Rus ticari işbirliğinin boyutu 86,1 milyar dolar olmuştur. Bu boyutla Çin, Rusya’nın en önemli ticaret ortağı ve ciddi anlamda ticaret fazlası verdiği ticaret ortağı olurken, Pekin’in en önemli ticaret ortağı ve en fazla dış ticaret fazlası verdiği partnerleri AB ve ABD’dir.

Kendi etki alanlarındaki ülkelerin NATO ve AB’ye yönelmesi üzerinden Kırım’ın ilhakına giden sürecin ortaya çıkardığı durum Rusya’yı ticari açıdan Çin’e bağımlı yaparken, aynı durum ABD ve AB’den ticari olarak daha fazla çıkar elde eden Çin için söz konusu değildir. Çin’in en büyük ticaret ortakları ABD ve Rusya’dır. Çin, ABD ve AB ile olan ekonomik ilişkilerinde, Rusya ile ilişkilerine oranla mutlak anlamda daha fazla kazançlı çıktığından, Batı ile ilişkilerini iyi tutmak ve küresel ekonomideki statükoyu korumak istemektedir. Çin, ABD ve AB‟den sağladığı ticari çıkarları riske etme potansiyeli taşıyabilecek Rusya ile her türlü işbirliğine temkinli yaklaşmaktadır. Ekonomik açıdan Çin’nin partneri, rakibi ABD ve AB’dir. Sahip olduğu ekonomik güç kapasitesi açısından Rusya’nın, ABD ve AB gibi küresel ekonomik güçler arasındaki payı küçüktür. ABD’nin hegemonyal güç iddiası iki aktör arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesinde etkili olmaktadır.

Aktörden Faktöre, Faktörden Aktöre

2010 Yılında Rusya’yı dışlayarak Çin’e G2 konsepti çerçevesinde küresel politikanın yapısını ve yönünü beraber belirlemeyi teklif eden ABD, bu teklifi reddeden Çin‟e karşı şu anda daha aktif ve hücuma dayalı bir politika izlemekte, Çin jeopolitiği açısından büyük bir öneme sahip olan Asya-Pasifik bölgesini küresel politikasının merkezine oturtmaktadır. Zengin maden, gaz, petrol yataklarının olduğu tahmin edilen ve balıkçılık açısından da oldukça verimli olan ve Çin’in yüzde 90’nında hak iddia ettiği Güney Çin Denizi’nde, Japonya, Vietnam, Güney Kore, Filipin gibi bölge ülkeleri de hak iddia etmektedirler. Bölgedeki enerjilerin çıkarılması hakkı bu ülkeler arasında ciddi bir sorun teşkil etmektedir.

Bir bölge ülkesi olarak Rusya da, jeopolitik açıdan büyük öneme sahip bölgede nüfuzunu artırmak, buradaki teritoryal, ekonomik ve enerji konularındaki çıkarlarını korumak istemekte ve Japonya ile Kuril Adaları‟nın paylaşımı konusunda yaşadığı anlaşmazlığı kendi çıkarları doğrultusunda çözerek burada hâkimiyetini güçlendirmeyi hedeflemektedir. Çin ve Rusya ile sorun yaşayan Japonya, Güney Kore Tayvan ve Filipinler gibi bölge ülkeleri, bu alanı kendi dış politikasının merkezine oturtan ABD ile işbirliğine giderek çıkarlarını Rusya ve Çin’e karşı korumak istemektedirler. Rusya’nın, Kırım’ı ilhakı Batı dünyasının dikkatlerini Çin’den ziyade Rusya’ya yoğunlaştırmasına neden olmuş, sonrasında uygulanan yaptırımlar Rus dış politikasının hareket kabiliyetini daraltarak bölgede etkin bir politika izlemesine engel olmuş ve Çin’e olan bağımlılığını arttırmıştır.

Kırım krizinin küresel politikanın gündeminden düşmesi durumunda, uzun vadede büyük güçler arasındaki yeni mücadelenin Asya-Pasifik alanına, özellikle de Güney Çin Denizi’ne kaymasına neden olacak, bu da bir bölge aktörü olan Rusya’nın küresel ve bölgesel açıdan önemini arttıracaktır. Bu bölgenin Çin açısından daha hayati bir önem arz etmesi, Çin’in birçok bölge ülkesi ile çıkar çatışması içinde olması ve Batı dünyasının en önemli rakibi ve küresel politikanın yükselen gücü Çin olduğu gerçeği,  Rusya’nın Batı ve Pekin için önemini gelecekte daha çok artıracaktır.

“Avrasya” Hayaletinin Ortadoğu Denklemi

Çin’in önemli bir petrol tedarikçisi olan İran, Rusya’nın İslam dünyasına ve Orta Doğu’ya açılan kapısı konumundadır. Rusya, bölgede nüfuzu giderek artan İran üzerinden İslam dünyası ile de ilişkilerini geliştirerek bölgede siyasi varlığını ABD’ye karşı güçlendirmek istemektedir. ABD’nin kuvvetlerini 2011 yılında Irak’tan çekmesinde çok önemli rol oynayan İran, Şiilerin Irak’ta iktidara gelmeleriyle bu ülke için en etkili dış aktör konumuna gelmekle kalmamış, aynı zamanda Şii İslam üzerinden etki alanını Irak, Lübnan, Yemen ve Bahreyn’e kadar genişlemiştir.

Rusya, İran’ın nükleer programına ve savunmasına destek sunarken, İran, Rusya ve Çin’e, ABD’nin kendisine uyguladığı ambargoyu gevşetmek ya da ABD’nin, BM’de aleyhine karar almasını engellemek adına ihtiyaç duymaktadır. Suriye ise, Rusya’nın gemilerine teknik ve lojistik destek sağlayabildiği Akdeniz’deki tek üssü Tartus deniz üssüne ev sahipliği yapmakta, ayrıca Irak’la beraber İran için bölgedeki tek müttefik konumunda bulunmaktadır. 2011 ve 2012 yıllarında ABD’nin desteklediği BM’nin, Suriye’ye müdahale kararını Çin’le beraber veto ederek “Libya Senaryosu”nu engellemekle kalmamış, Suriye’ye destek amaçlı Akdeniz’e savaş gemisi göndermiştir. Ayrıca, Suriye Silahlı Kuvvetleri tarafından 22 Haziran 2012 tarihinde düşürülen Türk savaş uçağının ise, Rusya teknolojisiyle düşürüldüğü medyada yer almıştır. Bu politikalarıyla Rusya ve Çin, İran ya da Suriye’ye karşı askeri bir müdahaleye karşı çıkarken, sorunların taraflar arasında uzlaşma ve diyalogla çözülmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu güç oyununda İran ise isyancılara karşı Esat rejimini desteklemesi için özel birlikleri Suriye’ye göndermiştir.

Bu çıkarlar çatışmasının sonucunda 2013 yılının ortalarına kadar Türkiye-ABD-Suudi Arabistan’a karşı bir Rusya-Çin-Suriye-İran koalisyonu ortaya çıkmıştır. Ancak bu tablo Esat rejiminin coğrafi, ekonomik ve askeri olarak güç kaybedip İsrail’in güvenliği açısından tehlike olmaktan çıkması ve Nusra Cephesi gibi El Kaide’ye yakın Sünni-İslami-radikal örgütlerin bölgede güçlenmeye başlaması sebebiyle 2013 yılının ortalarından itibaren ABD’nin Esat rejimi karşıtlarına olan desteğini geri çekmesine bağlı olarak değişmiştir.

Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) Nisan 2013’te Nusra Cephesi’nden ayrılarak 2014’ün ortalarından itibaren Irak ve Suriye’de geniş alanları kontrolü altına alıp İran’ın buralardaki etkisini zayıflatmakla kalmamış, aynı zamanda Batı’nın çıkarlarını ve İsrail’in güvenliğini büyük oranda tehdit etmeye başlamıştır. IŞİD tehdidi ABD ve AB’nin Ortadoğu politikasını değiştirerek Suriye ve Irak konusunda terörizmle mücadele çerçevesinde İran-Çin-Rusya çizgisine yaklaşmasına neden olmuştur. Esat rejimini devirmeyi gündeminden çıkaran, IŞİD’i Washington’un bir buluşu olarak değerlendiren İran’la beraber IŞİD‟e karşı Irak’ta savaşan ABD, müttefiki AB ile İran’a yaklaşmaktadır. Bu çerçevede IŞİD’e karşı Irak ve Suriye’de Tahran’ın daha etkili desteğini talep eden ABD, İran’ın nükleer programı konusunda İran’la Nisan 2015’te anlaşmıştır. İran ise destek karşılığında ABD’den kendisine uygulanan yaptırımların kaldırılmasını talep etmiştir. Rusya ve Çin, ABD ve müttefiklerinin Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı mücadelesini desteklemektedirler. Ayrıca bölgede “laik- demokratik” bir Kürt Devleti, Rusya, Çin, ABD ve AB‟nin çıkarınayken, Suriye‟deki bir Kürt yapılanması ya da Kürtlerin bölgedeki güç artırımı, Türkiye ve İran sınırları içerisinde bir Kürt yapılanmasının önünü açabileceğinden, onların güvenlikleri için bir tehdit teşkil etmektedir.

Asimetrik Çelişkilerin Eşitsiz Denklemi

Bütünüyle bu çıkar ilişkilerine ve çelişkiler yumağına baktığımızda, simetrik ve eşitler arasında kurulabilecek bir birliğin ihtimali var mıdır? ABD’nin hegemonyasına karşı oluşturulması düşünülen bu birlik hayali, dünya ekonomisinin bütünlüğünü, iç içe geçmişliğini ve tüm çelişkilerine rağmen birbirini tamamladığını görmemek üzerinden şekillenebilir ancak. Tekrardan iki kutuplu bir dünya dengesi hayaletinin kulaktan kulağa dolaşıyor olması, araçları görüp olayları görmemek ya da olayları görüp araçları görmemek eksikliğinin bir sonucudur.

2007’deki zirvede açıkça ABD’nin hegemonyasına karşı olduğunu ifade eden Çin, ekonomik alanda ve enerji alanında işbirliğini ön plana çıkarırken; Rusya, NATO’nun doğuya ilerlemesini ve ABD’nin bölgede etkisini artırmasını engellemek adına işbirliği yapmak istemektedir. Bununla da Şangay İşbirliği Örgütü’nün ABD karşıtı bir örgüte dönüşmekte olduğu fikri ağırlık kazanmış olsa da, Çin, ABD’ye rakip olmaktan ya da ABD ile bir çatışma ortamına girmekten kaçınmakta, bunun yerine daha çok ekonomik alandaki işbirliğini ön plana çıkarmaktadır. Putin, 15 Eylül 2014 tarihinde, Şangay İşbirliği Örgütü’nün önceliklerini, uluslararası uyuşturucu ticaretiyle mücadele, bölgesel güvenliğin sağlanması ve terörizmle mücadele olarak özetlemiştir.

Bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda Şangay İşbirliği Örgütü’nün askeri anlamda ABD karşıtı bir örgüte dönüşme olasılığı mümkün müdür? Üstelik Çin ve Rusya’nın kendine özgü ihtiyaç ve zorunlulukları temelinde işbirliğini ortaya çıkaran koşullar, üstü örtülü bir biçimde aralarında başka bir gerginliği de bulundurmaktadır. O da Çin’in Orta Asya’daki emellerinin olma ihtimalidir. Çin, Rusya’nın yaşamsal çıkar alanı ilan ettiği Orta Asya’daki bölge ülkeleri arasında etkisini artırmak isterken, Rusya buna karşı çıkmaktadır. Çin’in silahlanmaya ayırdığı kaynak ve bu kaynaktaki hızlı yükseliş göz önünde bulundurulduğunda, gelecekte askeri anlamda süper bir güç olarak Rusya’ya rakip olup, onun hegemonyal politikası için tehdit oluşturabilir.

Son derece asimetrik çelişkiler bütünü içinde “Avrasya” hayaletini dolaştırmak ve eşit olmayanlar arasında kurulmaya çalışılan bu denklem, meleklerin cinsiyetini tartışmaktan başka bir anlam ifade edebilir mi?