İşgalden Kurtuluşa: 1919 – A. M. Şamsutdinov

İşgalden Kurtuluşa: 1919 – A. M. Şamsutdinov


Antiemperyalist hareketin doğuşu ve öncü güçleri

Ulusal kurtuluş hareketi, Türk halkının yoğun olarak yaşadığı Anadolu’da doğdu. Daha K. Marx, Osmanlı İmparatorluğu yapısında Anadolu’nun önemine değinerek, Asya Türkiye’sinin Türk İmparatorluğu’nun hâlâ sahip olduğu güçlerin gerçek merkezi olduğunu belirtmiştir. (1)

Türkiye’de ulusal kurtuluş hareketinin ön koşulları, daha Birinci Dünya Savaşı yıllarında oluşmuştu. Asker kaputu giydirilmiş Türk işçi ve köylüleri, emperyalist savaşın ne demek olduğunu anlamışlardı. Yabancı ve “kendi” sömürücülerinin çıkarları için kanlarını daha fazla akıtmak istemiyorlardı, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk ordusu askerleri arasında yığınsal asker kaçaklığı, savaş politikasına ve ülkenin ekonomik ve siyasal yaşamında Alman emperyalistlerinin pervasız egemenliğine karşı Türk halkının savaşım biçimlerinden biriydi. Asker kaçaklığı yüzünden birçok askeri birlik daha cepheye varmadan mevcudunun yarısından fazlasını yitiriyordu. Askerler, yüzlerce, binlerce kişilik kümeler halinde, tüfekleri, el bombaları, hatta makineli tüfekleriyle kaçıyorlardı cepheden.(2)

Savaş politikasından halkın duyduğu hoşnutsuzluğun en yüksek biçimi, Alman emperyalistlerine olduğu kadar, onların ajanları olan Jön Türklere de yönelmiş çete hareketiydi. Çete hareketi ülkenin birçok bölgesini kaplamıştı.

Askerlerin cepheden kaçışları, 1918 sonbaharında, asker kaçaklığıyla mücadele için kurulmuş cezalandırma birliklerinin durduramayacağı bir düzeye ulaştı. Türk ordusunun subay kadroları arasında da Almanya’ya karşı tepki yaygınlaşıyordu. Bu kadrolar arasında, Alman militaristlerinin baskısına karşı çıkan gizli bir dernek kuruldu.(3)

Sıkıyönetime karşın, şehirlerde hükümete karşı gösteriler yapılıyordu. Bazı yerlerde kıtlık yüzünden “başıbozukluklar” ortaya çıktı; aç kalan insanlar dükkânları ve yiyecek ambarlarını yağmaladılar. 1918 yılı sonbaharında, kendilerine yiyecek verilmemesi üzerine, silahlı bir asker ayaklanması patlak verdi. Ayaklanan askerler, kent halkının da desteğiyle, hapishaneden tutukluları salıverdiler. Memurları, jandarmaları ve Alman subaylarını hırpaladılar ve bir an önce barış yapılmasını istediler.(4) Daily Nru’s gazetesi, “Türkiye’de karışıklıklar ortaya çıktı. Ayaklanan askeri birlikler bugünkü hükümetin hemen istifasını istediler” diye yazmaktaydı.(5)”

Köylerde, derebeylere, ağalara, vergi toplayıcılara (müstelzim) ve yöresel yönetmenlere karşı köylü ayaklanmaları başladı. Köylüler, jandarma birliklerine silahla karşı koyuyorlardı.(6)

Kendiliğinden niteliklerine karşın haik hareketleri Jön Türk rejimine yönelmiş ciddi bir tehditti. Hükümet, sözde toplumsal “sükunet”i bozan “haydutlar”  yakalanmasında yöresel yöneticilere destek olmaları için halka çağrıda bulunuyor, jandarma birliklerine yardım için cezalandırma grupları oluşturuyordu.

Anadolu’da hükümete karşı ayaklanmalar ve hareketler artık gizlenemez olmuştu, İstanbul’daki yabancı gazete muhabirlerinin birinin verdiği haberde şöyle denilmekteydi: “Ayaklanmaların birbirini izlediği Asya bölgelerinde durum korkunç. Kafkasya’ya ayrılmış iki tümen, bu ayaklanmaların ezilmesi için Küçük Asya’ya gönderildi. Fakat başlıca nedeni yiyecek yetersizliği ve önemli ölçüde de yöresel memurların baskısı olan bu muazzam ayaklanmanın bastırılabileceği kuşkulu.” (7)

Savaş İstanbul’da büyük hoşnutsuzluk uyandırmıştı. Başkentte yaşayanlar, Jön Türk rejimine büyük bir nefret besliyorlardı. Profesör M. Cemil, şöyle yazıyor: “Harp içinde süpürge tohumundan ve mısır koçanlarından yapılmış. vesika ekmeği yedirenlere, bunlarla zengin olanlara ve bunları zengin edenlere halkın büyük infiali vardı. “(8)

Türkiye’nin emperyalist savaştan çıkışı, halk yığınlarının soyulmasına ve tutsaklaştırılmasına son vermedi. Türkiye’nin teslim olmasından sonra ülkenin önemli ekonomik ve siyasal merkezlerinin işgalinin, işgale eşlik eden yağma zulüm ve zorbalığın ve Batı Anadolu’da Türk halkının kırımının, halkta yeni bir öfke dalgası ve İtilaf Devletleri’nin politikasına karşı nefret uyandırmaması ve Türk halkının, özgürlük kavgasına yeni bir yön kazandırmaması olanaksızdı.

M.V. Frunze, şöyle yazıyordu: “En kaba türünden zorbalık, soygun ve aşağılamanın bundan daha parlak bir tablosunu düşünmek olanaksızdı. Bunun sonucunda, bir dizi savaştan (Trablusgarp, Balkan ve tüm Avrupa savaşları) bitkin düşmüş olmasına karşın Türkiye’de, Türk halkının ezici bir çoğunluğu, işgalcilere karşı açıkça savaşa girdi. İstanbul’da İngiliz-Fransız süngüsünün saygın koruyuculuğu altında oturmakta olan resmî Türk hükümeti bu hareketi onaylamazken, hareket bu hükümeti umursamadan, ona karşı ve bu arada belli bir devrimci nitelik de kazanarak gelişmesini sürdürdü.” (9)

Kentlerde ve köylerde mitingler yapılıyor, savunma komiteleri kuruluyor, çeteler örgütleniyordu. Kısa bir süre içinde tüm ülkeyi çete savaşının ateşi kaplamıştı. Sultan VI. Mehmed’e, 12 haziran 1919 tarihli raporunda Mustafa Kemal, Anadolu’daki duruma değinerek şöyle diyordu: “İstanbul’dayken, yıkımların, halkı bu ölçüde ve bu kadar kısa süre içinde uyandıracağını düşünemezdim…” (10)

İşgal birlikleri komutanlığının ilan ettiği sıkıyönetime karşın, İzmir’in işgaline ve Türklerin İstanbul’dan kovulma tehditlerine karşı başkentte güçlü protesto mitingleri yapılıyordu. İstanbul Üniversitesi öğrencileri, 17 mayıs 1919’da, protesto amacıyla derslere girmediler, 19 mayıstaysa öğrenciler ve öğretmenler yığınsal bir miting düzenlediler. 23 mayısta Sultanahmet Meydanı’nda tüm kent halkını kapsayan bir miting düzenlendi. Meydanın işgal birliklerince padişah polisinin birlikleriyle kuşatılmış olmasına karşın, mitinge 200 000 kişilik bir kalabalık katılmıştı.(11) Erkeklerin yanında kadınlar da vardı mitingde, Kemal Tahir, “Kadınların kara başörtüleri, kara sancaklar gibi başlar üzerinde dalgalanıyordu ” diye yazmaktadır.(12)

Sultanahmet mitinginden başka, Fatih alanında Üsküdar ve Kadıköy’de de protesto mitingleri yapıldı. Ayrıca Sultanahmet Cami’inde bir kadınlar mitingi düzenlendi. Bu mitingler işgale karşı protesto niteliğinin sınırları dışına çıkmamakla birlikte, yine de halkın bağımsızlık mücadelesi konusunda kararlılığını gösteriyordu.

Böylelikle, sultanın ve hükümetinin ihanetine karşın, Türk halkının her yerde işgalcilere karşı mücadelesi başlamıştı. İngiliz savaş bakanının raporunda şöyle deniliyordu: “Türkiye artık boyun eğmiyor. Silah bırakışması koşullarının yerine getirilmesini denetleyen İngiliz subaylarını önce görmezden gelmeye, sonra aşağılamaya ve en sonunda da izlemeye ve acımasızca tutsak etmeye başladılar. Toplanmış askerî donatım yığınları bir hafta İçinde Britanyalıların elinden Türklerin eline geçti.” (13)

Başlangıçta kurtuluş hareketi, ülkedeki her ilin İtilaf Devletleri’nin saldırısına karşı ayrı ayrı kendilerini savunmaları sloganıyla gelişmekteydi. (14) Giderek bu hareket ulusal bir nitelik kazandı.(15)

M. V. Frunze şöyle yazıyor: “1919 yılından başlayarak Anadolu’nun geniş emekçi yığınlarını kaplayan devrimci duyarlık, devrimci silahlı güçlerin örgütlenmesine hızla bir temel sağladı. Anadolu’nun hemen hemen bütün bölgelerinde, özellikle yöresel girişimler ve olanaklarla, gerilla niteliği taşıyan ve işgalcilere karşı çete (partizan) savaşı veren silahlı birlikler doğdu… Bütün bu birlikler. Kuvayı Milliye (ulusal güçler) adıyla tanınan silahlı gücü oluşturuyorlardı.. Sınıfsal niteliği bakımından bu ‘ulusal güçler’ her şeyden önce emekçi öğeyi, Anadolu köylüsünü temsil etmekteydi.”(16)

Kurtuluş Savaşı’nın temel hareket ettirici gücü, ülke nüfusunun onda dokuzunu oluşturan köylülük oldu. Köylüler, yüzyıllar boyunca, feodal sömürünün, sultan iktidarının zulmünün ve başına buyrukluğunun acısını çekmişlerdi. Yabancı ve Türk kapitalistlerinin ağır baskısını da üzerlerinde duymaktalardı. 1920 yılında Doğu Halkları Kurultayı’nda konuşan Türkiye delegesi şöyle demişti: “Dört yıl boyunca en güçlü burjuva devletleriyle savaşan Türk köylüsü, sonunda alnının teriyle elde ettiği ekmeği erinç içinde yemek ve köyünde erinç içinde yaşamak için şiddetli bir istek duydu. Fakat Batılı kapitalistler, elinden silahını aldıkları Türk köylüsünün üzerine suç ortaklarını, Batı’dan Venizelos’un Rumlarını, Doğu’dan Taşnak Ermenilerini göndermeye karar verdi. Türk köylüsü, emperyalistlerin ve suç ortaklarını, her yerde ateş, kılıç ve bombalarla iş gördüklerini; bu yağmacıların, işçi sınıfından emeğinin ürünlerini güç kullanarak çekip alan bir küçük küme olduklarını biliyordu.”(17)

Köylü yığınları kurtuluş hareketinin ana gücünü oluşturmakla kalmıyor, ekonomik yükünü de taşıyorlardı. Ekonomik durumunun son derece ağır oluşuna, büyük yıkıntı ve perişanlığına karşın, Türk köylüleri yine de yabancı işgalcilere karşı bir savaş yürütebilecek yetenekteydiler. “Bunun birinci nedeni -diye yazıyor M. V. Frunze- Türk halkının geniş tabakalarının, Kurtuluş Savaşı başarıya ulaşmazsa, bağımsız Türkiye’nin daha sonraki varlığının kuşku altında olacağı bilincine parlak bir biçimde sahip olmalarıydı. Öte yandan, Rum ordularının toplu olarak kovdukları ve yok ettikleri, Batı Anadolu’dan gelen on binlerce ve yüz binlerce kaçak, daha gerçek ve gözle görünür bir örnek oluşturmaktaydı.(18)

Türk köylüsü için yabancı işgalcilerle savaş, aynı zamanda toprak için ve feodal sömürünün ortadan kaldırılması için savaştı. Bu nedenle antiemperyalist köylü hareketinin tarımsal bir nitelik taşımaması olanaksızdı. Fakat kurtuluş hareketinin yükseliş anında Türkiye’de henüz güçlü bir tarımsal hareket yoktu ve antiemperyalist savaş, hareketin başında burjuvazi bulunduğu için, toprak için savaşla birleşemedi.

Türkiye’de köylü hareketine işçi sınıfı önderlik etmiyordu. Az sayıdaki işçi sınıfı (hemen hemen 150 000 kişi), 1915 sayımına göre; yüzde 55’i İstanbul’da, yüzde 22’si İzmir’de, yüzde 15’i Kilikya’da olmak üzere ülkenin üç temel sanayi bölgesinde yoğunlaşmış bulunmaktaydı. Hatta, Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Anadolu’da savaş sanayine hizmet eden işletmelerin sayısının bir miktar artması sonucunda bu ilişkinin bir ölçüde değiştiğini göz önünde bulundursak bile ne olursa olsun Türk işçilerinin, üstelik de soydan proletarya olanların yüzde 70’ten çoğu İtilaf ve Yunan birliklerince işgal edilmiş bölgelerde yoğunlaşmış bulunmaktaydı. İşçilerin geri kalan bölümü, bütün Anadolu’da küçük işletmelere bölünmüştü. Zaten işçi örgütlenmesi zayıftı, işçiler siyasal deneyden yoksundular ve henüz kendi partisine sahip değildiler. Yukarda belirtilen nedenlerle, Türk İşçi sınıfının köylülüğün kendiliğinden, antiemperyalist hareketiyle sıkı bir bağ kurması ve bu harekete önderlik etmesi olanaklı değildi. Buna karşılık, Türk işçileri Türkiye’deki ulusal-kurtuluş devrimine etkin olarak katılmışlardı.

Türk halkının Kurtuluş Savaşı’nın başında, bağımsızlık savaşına devrimci bir güç niteliğiyle giren ulusal ticaret burjuvazisi bulunmaktaydı. Bu burjuvazi, özellikle iç ticaretle uğraşan küçük ve orta tüccarlardan oluşmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında ulusal burjuvazi nicelik olarak gelişmiş ve ülkede konumunu pekiştirmişti. 1914 eylülünde kapitülasyonların kaldırılması ve (Alman kapitalistleri dışında) Batı Avrupa kapitalistleriyle bir rekabetin olmayışı, buna elverişli koşullar sağlamıştı. Yabancı sermaye ve işletmeleri, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından sonra, düşman ülkelere ait olduklarından, Türk hükümetince el konulmuştu.

Yabancı sermayenin ajanı olan başka uluslardan büyük komprador ticaret burjuvazisinden farklı olarak ulusal ticaret burjuvazisinin Türkiye’nin devlet bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün korunmasında çıkarı vardı. Bu burjuvazi kendi ekonomik ve siyasal konumunu pekiştirmesini ve ülkede yabancı sermayeye yeni bir tekel egemenliği verilmemesini istiyordu. Türk ulusal burjuvazisi, ekonomik güçsüzlüğüne karşın, ülkenin siyasal yaşamında etkin bir rol oynuyordu ve II. Abdülhamid’in baskıcı yönetimine karşı yasal ve yasal olmayan yollardan savaşım deneyine sahipti. Subaylar arasında olduğu gibi çoğunluğu orta ve yüksek öğrenimlerini Avrupa’da görmüş sivil memurlar arasında da deneyimli kadroları vardı.

Yurtseverce duyguyla donanmış Türk aydınları ve başta Mustafa Kemal olmak üzere subaylar, ulusal-kurtuluş devriminin örgütlenmesi ve yürütülmesinde yönetici rol oynadılar.

Bu sırada Türk sanayi burjuvazisi hemen hemen yok denecek bir durumdaydı. Az sayıda temsilcileri, bağımsızlık savaşına etkin olarak katılmakta, ticaret burjuvazisini desteklemekteydiler. Ulusal burjuvazinin yanı sıra, büyük bölümü ticaret burjuvazisiyle ilişkili Anadolu liberal toprak sahipleri de antiemperyalist savaşıma girmişlerdi. Türk devletinin yok olması ve ülkenin parçalanması, Anadolu toprak sahipleri için, toprak mülkiyetlerinin yitirilmesi gibi gerçek bir tehdit oluşturmaktaydı.

Halk hareketinin başında bulunan Türk ulusal burjuvazisi, bu hareketin siyasal ödev alanını daralttı. Emekçilerin etkin olarak katılmalarına karşın, bu hareket bir burjuva-kurtuluş hareketinin çerçevesi dışına çıkmadı. Hareket, ezilen ulusun ulusalcılık bayrağı altında yürüyordu. Ülkenin bağımsızlığı adına emperyalist baskıya karşı yönelmiş bu ulusalcılığın genel demokrat bir içeriği vardı. Bu nedenle, Türkiye ulusal kurtuluş hareketi Avrupa’nın ilerici güçleri ve Asya ve Afrika’nın ezilen halklarının geniş desteğini kazandık.

Müdafaai Hukuk Cemiyetleri Erzurum ve Sivas Kongreleri

Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta yenilmesi ve tesliminden sonra parçalanma tehlikesinin artması ölçüsünde, ülkenin çeşitli bölgelerinde birbirinden bağımsız burjuva yurtsever örgütleri doğmaya başladı. Bu örgütler, çeşitli illerin (vilayet) toprak bütünlüğünün dokunulmazlığını korumak amacıyla kurulmuşlardı. 1918 yılı ekim ve kasım aylarında Trakya-Paşaeli Müdafaai Heyeti Osmaniyesi, İzmir Müdafaai Hukuku, Osmaniye Cemiyeti, Kilikyalılar Cemiyeti, Manisa’da Hür Vatan, Vilalayatı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti, Millî Kongre, Wilson Prensipleri Cemiyeti vb adlarındaki demekler tek tek kuruldu. 1919 yılı baharından itibaren, Müdafaai Hukuk demekleri Anadolu’nun hemen hemen tüm illerinde kurulmaya başlamıştı.(19)

Derneklerin yanı sıra İstanbul’da siyasal partiler de yeniden çalışmaya başladılar. Bunlardan, ulusal liberalle, bağımsız liberalle, Osmanlı Demokrat Partisi, Sosyal Demokrat Parti, Osmanlı Mesai Fırkası vb gibi bazıları, Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü için, hatta, Türk siyasal partileri arasında ulusal bir cephe oluşturmayı denediler.(20)

Fakat burjuva-yurtsever örgüt ve partilerinin çoğunluğu, kuruluşlarında, edilgen güçlerin egemenliği altındaydılar ve On Dört Madde temelinde adil bir barışa bel bağlamışlardı. Bu nedenle, eylemleri, işgalcilere karşı silahlı bir savaşım örgütlemeye değil, salt Türkiye’nin bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü amacını yaygınlaştırmak amacıyla mitingler, toplantılar düzenlemeye ve siyasal bildiriler yayımlamaya yönelikti. Bazı dernekler, manifestolarını ya da delege kurullarını Avrupa devletlerinin başkentlerine gönderiyorlardı.(21) Fakat bir süre sonra adil bir barışa olan ümitlerin yıkılması ve yabancı işgalcilere karşı kendiliğinden başlayan silahlı savaşımın yaygınlaşması, bu burjuva-yurtsever örgütlerini, yavaş yavaş antiemperyalist halk hareketine katılmaya yöneltti.

1919 yılı yazında, burjuva yurtsever örgütleri, halkın silahlı savaşımına önderlik etmek isteyen dört bölgesel merkezi olmuştu. Bu ödevi batıda İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti, güneyde Adana Müdafaai Hukuk Cemiyeti, doğuda Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Trakya’da Trakya Paşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti üstlendiler.

İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti 1918 yılı aralık ayında kurulmuştu. Kurucuları Moralızade Halit Bey ve Nail Beyler’di. Üyeleri tüccarlar, toprak sahipleri memurlar, subaylar gazeteciler, hukukçular, hekimler ve öğretmenlerdi. İzmir’in işgaline kadar bu dernek, diğer örgütler gibi, Türkiye’nin toprak bütünlüğü amacını yaymakla yetinmekteydi, 14 mayıs 1919’da ise, halkı işgalcilere karşı silahlı direnişe çağırdı. Dernek, zengin, yoksul, cahil, okumuş ayrımı yapmadan, halk yığınlarını tek bir ulusal örgütte birleşmeye çağırmaktaydı.(22)

İzmir Müdafaai Hukuk Cemiyeti, 1919 yılı haziran ayında İzmir Reddi İlhak Cemiyeti olarak adını değiştirdi. Derneğin 31 temmuzda Balıkesir’de düzenlenen ilk kurultayında, tüzüğü onaylandı ve yönetim kurulu seçildi. Kurultaya, Ayvalık, Soma, Akhisar, Balıkesir, Bandırma, Edremit delegeleri katıldılar.

Kurultay, işgal güçleriyle savaşım için, batı illeri yurttaşlarının genel seferberliği yoluyla düzenli bir ordu oluşturulması kararını aldı. Kurultay kararında;”Yunan işgalcilerine karşı savaş sürdükçe ulus genel seferberlik durumunda bulunacak ve herkes yurtseverce ödevini yerine getirmekle yükümlü olacaktır.” deniliyordu.(23)

Öteki burjuva örgütleri gibi, İzmir Reddi İlhak Cemiyeti kurultayının da çete hareketine karşı tutumu düşmancaydı. İşgalcilere karşı kahramanca savaşlar veren bu gerilla birliklerini kurultay toplumsal bakımdan tehlikeli sayıyor; devletin ve yasal düzenin temellerini tehdit eder nitelikte görüyordu.

Kurultay, hain padişaha ve hükümetine bağlılığını bildirmişti. Padişaha sunulan bildiri de, İzmir Reddi İlhak Cemiyeti’nin İzmir’in Yunanlılarca işgali üzerine kurulduğu, Yunanlıların kovulmasından sonra derneğin hemen kapatılacağı, Batı Anadolu’da padişahın yasal düzeninin yeniden kurulacağı bildirilmekteydi. Kurultay İzmir’in işgaline son verilmesi isteğiyle, ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya hükümetlerine telgraflar gönderdi.(24)

Gerilla hareketine karşı düşmanca tutumu, İzmir Reddi İlhak Cemiyeti’nin başarısızlığının nedeni oldu. Batı Anadolu halkı, bu derneği Kurtuluş Savaşı’nda yönetici merkez olarak kabul etmedi. Aydın, Denizli ve Salihli’de, çete birliklerine dayalı ulusal örgütler bu derneğe katılmadılar ve ağustos ayında Alaşehir’de kendi kurultaylarını yaptılar.(25)

İzmir Reddi İlhak Cemiyeti 1919 eylülündeki II. kurultayında alınan karar gereğince, Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ne katıldı, böylece özerk varlığı sona erdi.

1919 yılı aralık ayında, Anadolu’nun güneyinde, büyük toprak sahiplerince, Kilikyalılar Cemiyeti kuruldu. Dernek, feodal derebeyilerin dar kapsamlı bir sınıf örgütüydü ve padişah hükümetinin denetimi altında hareket etmekteydi. Halk yığınlarıyla bağlantısı yoktu. İngiliz işgalcilerle işbirliği yaparak, Kilikya’nın Fransa’ya ilhakına karşı propaganda yürütüyordu. 1919 yılı ortalarında, Kilikya’da Fransız ordularının yerine İngiliz ordularının geleceği anlaşılınca, Kilikyalılar Cemiyeti temelinde Adana Müdafaai Hukuk Cemiyeti kuruldu ve bu dernek kısa bir süre içinde Anadolu’nun güneyinde işgalcilere karşı savaşımın yönetici merkezi oldu. Küçük ve orta burjuvazinin temsilcileri, derneğe girdiler ve dernek yönetimini yurtsever subaylar ve aydınlar ele aldı. 1919 yılı aralık ayında Kilikya’da İngiliz işgal birlikleri Fransız işgal birlikleriyle yer değiştirdikten sonra Adana Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin eylemleri yoğunlaştı ve yaygınlık kazandı.

1919 yılı mart ayında, Doğu Anadolu’da, bu örgütlerin en güçlüsü olan Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti kuruldu.(26) Bu derneğin kurucuları, Süleyman Necati Bey, Cevat Dursunoğlu, Hoca Raif Efendi’ydiler. Dernek, gerici bir kuruluş olan İslam Cemiyeti temelinde oluşmuştu ve XV. Kolordu Komutanlığı’nın koruyuculuğu altında bulunmaktaydı. Gerçekte derneğin başkanı, XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ydı. Bu dernek, bağımsızlık sancağı altında eyleme girişmekle birlikte, Taşnaklarla savaşmanın yanısıra Ermenistan’daki Ermeni devletini ortadan kaldırmayı da hedefliyordu.

Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin ilk kurultayı 17 haziran 1919’da, Erzurum’da Hoca Raif Efendi’nin başkanlığında yapıldı. Kurultayda, göçebe oymakların askerî örgütlenmelerine benzer tipte hareketli silahlı birlikler oluşturulmasına karar verildi. Her birlik dört oymağa, her oymak dört obaya ayrılacaktı ve her oba on savaşçıdan oluşmaktaydı. Savaşçılar kendi olanaklarıyla, ancak bazı ayrıksı (istisnaî) durumlarda halktan sağlanan olanaklarla silahlanacaklardı. (27)

Trakya Paşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Trakya’da 1918 kasımında kuruldu. Bu derneğin başında bulunan I. Kolordu Komutanı Albay Cafer Tayyar Bey, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na karşı olduğunu gizliyor, aslında Fransa’nın koruyuculuğu altında Trakya’da özerk bir devlet kurmayı planlıyordu. Bu dernek beş kurultay yaptı ve 1920 yılı mart ayına kadar bağımsızlık için silahlı savaşım yoluna girmedi. Sivas’taki Tüm Türkiye kurultayına da delege göndermedi.(28) Trakya-Paşaeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, Trakya’daki bağımsızlık savaşımının merkezi olmak şurda dursun, uygulamada onun gelişmesine engel oluşturmaktaydı.

Böylece, ülkede halkın İşgalcilere karşı silahlı savaşımı yaygınlaşırken, burjuva örgütleri de yavaş yavaş bu savaşıma katılmaya başladılar. Fakat o sırada burjuvazi, halk hareketinin başına geçecek yetenekte birleşik bir örgüte sahip değildi. Böyle bir örgütün oluşturulması ödevini, 9. Ordu müfettişi sıfatıyla ve “mülkî ve askerî görevlerle”(29) 19 Mayıs 1919′ d a İstanbul’dan Samsun’a gelen Mustafa Kemal (Atatürk) üstlendi.(30)

Mustafa Kemal Paşa, Osmanlı ordusunun önde gelen, yetenekli bir subayıydı, 1881 yılında Selanik’te doğdu.(31) Babası Ali Rıza Bey gümrük memuruydu ve aynı zamanda Cafer Bey’le ortak bir kereste ambarları vardı. Mustafa Kemal, babasını erken yaşta yitirdi ve varlıklı bir köylü olan dedesinin evinde yetişti. 1893 yılın da askerî okula girdi ve kendisini tümüyle askerî çalışmaya verdi.

Mustafa Kemal’in siyasal eylemi 1905-1907 yıllarında başlar.(32) 1905 yılında İstanbul Genelkurmayı’ndaki Harp Akademisi’ni bitirmiş ve kurmay yüzbaşı olarak ordu hizmetine başlamıştı. Fakat çok geçmeden bir “jurnalcı”nın (II. Abdülhamid’in hafiyesinin) ihbarıyla tutuklandı. Harp Akademisi’nde gizli bir yurtsever çevreye katılmak ve Namık Kemal’in yasaklanmış Vatan Yahut Silistre oyununu okumakla suçlanıyordu.

Üç aylık hapisten sonra Mustafa Kemal Şam’a, bir süvari alayında hizmete gönderildi. Orada, genç subaylar arasında, Sultan II. Abdülhamid’in kanlı rejiminin devrilmesi propagandasını yapan “Vatan ve Hürriyet” grubunu örgütledi. Mustafa Kemal Şam’dan gizlice anayasacı Jön Türk hareketinin merkezi olan Makedonya’ya geçti. Burada Jön Türklerle ilişki kurdu ve Jön Türk Partisi’nin üyesi oldu. Daha sonra Makedonya’da göreve atandı ve burada 1908 Jön Türk devrimine katıldı. Fakat sonradan Mustafa Kemal, ordunun siyasal yaşama karışması konusunda Jön Türklerin görüşüne katılmadığı için Jön Türk Partisi’nden ayrılacak ve siyasal yaşamdan çekilecektir.

1911-1913 yıllarında Mustafa Kemal, Trablusgarp ve Birinci Balkan Savaşlarına katıldı. 1913 yılında binbaşı, 1914 yılında da, Bulgaristan’da askerî ataşe görevindeyken, yarbay rütbelerine yükseldi. Türkiye’nin İttifak devletleri safında Birinci Dünya Savaşı’na katılmasından sonra Mustafa Kemal ilkin 19. Piyade Tümen Komutanlığı’na, daha sonra da albay rütbesiyle, Çanakkale Cephesi’nde İtilaf güçlerinin sevkiyat kolordusuna karşı çarpışmakta olan Anafartalar grubu komutanlığına atandı. Türk birliklerinin Anafarta’da 1915 yılında kazandığı zafer, Mustafa Kemal’e ülke çapında ve sınır dışında askerî ün kazandırdı. 1916 yılı ağustosunda Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş bölgelerindeki harekâtları yönetiyordu, 1916 yılında, Kafkas Cephesi’ndeyken, paşa unvanıyla tuğgeneralliğe yükseldi. Rus Genelkurmayı, 1916 yılında Türk ordusu komuta kurulu için yaptığı değerlendirmede, Mustafa Kemal’i, yiğit, yetenekli, enerjik ve bağımsız hareket edebilen bir subay olarak nitelemektedir.(33)

1917 yazında Mustafa Kemal, Bağdat’ın ele geçirilmesi ve İngilizlerin Mezopotamya’dan kovulmaları için örgütlenen Yıldırım Orduları grubuna bağlı 7. Ordu’ya komuta etmekteydi. Fakat çok geçmeden, Yıldırım Orduları Grubu Komutanı General von Falkenhayn’la ciddî görüş uzlaşmazlığı nedeniyle bu görevden uzaklaştırıldı. Mustafa Kemal, ülkede ve orduda Alman baskısına karşı çıkan yurtsever subaylar arasındaydı. Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmak için değil, onu kendi sömürgesi yapmak için savaştığından kuşkusu yoktu. 20 eylül 1917 tarihinde hükümete gönderdiği raporda, Türkiye’yi ve Arap ülkelerini Alman sömürgesi yaparak Almanya’nın egemenliğini pekiştirmek için General von Falkenhayn’ın yüz binlerce Türk askerini kurban etmek istediğini açıkça belirtmekteydi.(34) Bu raporunda Mustafa Kemal, Türkiye’nin cephe ve cephe gerisi durumlarını derinliğine inceliyor, cephenin ve devlet aygıtının pekiştirilmesi için bir an önce önlemler alınmazsa Türkiye için yıkımın kaçınılmazlığını belirtiyordu: “Binaenaleyh harp devam ettiği halde karşısında bulunduğumuz en büyük tehlike, her tarafta çürüyen binayı muazzamı saltanatın bir gün dahilen birdenbire ve hep birden çökmesi ihtimalidir.”(35)

Mustafa Kemal’in, ülkenin ağır askerî durumu konusunda ileri görüşlü yargıları, “her şeye kadir” Başkomutan Enver Paşa’nın yetkisini (otorite) sarsacak nitelikteydi. Bu nedenle Mustafa Kemal Filistin Cephesi’nden çağrıldı ve veliaht Şehzade Vahideddin’in yaverliğine atanarak, 15 aralık 1917’den 5 ocak 1918’e kadar ona Almanya yolculuğunda eşlik etti. Almanya’dan dönüşünde Mustafa Kemal bir kez daha ısrarla Türkiye’nin savaştan ve Alman bağımlılığından çıkması isteğini ileri sürdü. Fakat Jön Türk Partisi’nin yönetici takımı, bu sese kulak vermedi.

1918 yılı ağustos ayında Mustafa Kemal ikinci kez 7. Ordu komutanlığına, Türkiye’nin silah bırakmasından sonra ise, General von Falkenhayn’ın görevine getirilmiş olan Mareşal Liman von Sanders’in yerine, Yıldırım Orduları komutanlığına atandı.

Mondros Silah Bırakışması’nın imzalanmasından sonra, Mustafa Kemal, birliklerini Kilikya’ya yerleştirdi ve antlaşmanın imzası sırasında Türkiye’nin elinde bulunmasına karşın İngilizlerce işgal edilen Musul ili ve İskenderun Limanında İngiliz birliklerine karşı bir direniş örgütlemeyi denedi. Fakat hükümetten destek görmeyişi üzerine, 10 kasım 1918’de istifasını vererek, İstanbul’a döndü. Burada, sultan hükümetinin İtilaf güçleriyle uzlaşıcı politikasından hoşnut olmayan kişileri çevresinde toplamaya başladı.

Bu sırada Mustafa Kemal, İtilaf güçlerine karşı kararlı davranışlarda bulunmaya yetenekli yeni bir hükümet kurulabilirse, Türkiye’nin kritik durumundan bir çıkış yolu bulabileceğini düşünüyordu, Yeni hükümette Savunma bakanı (Harbiye nazırı) görevini üstlenmek amacındaydı. Fakat çok geçmeden Türkiye yönetici çevrelerinin İtilaf güçlerine karşı bir direnişte bulunmaya yetenekli olmadıklarını iyice anladı.

1919 mayısında Mustafa Kemal, dostlarının yardımıyla, Doğu Anadolu’da ve Karadeniz kıyısında üstlenmiş bulunan 9. Ordu müfettişliğine getirildi. Anadolu’ya hareketinden önce 13 mayıs 1919’da Damat Ferid Paşa kendisini çağırarak, 9. Ordu’nun yerleşme bölgelerinde çete hareketinin kaygı verici bir gelişme gösterdiğini bildirdi. Sadrazam, ordu müfettişinin başlıca görevinin, hükümet karşıtı bu hareketin bir an önce yok edilmesi olduğunu belirtti.(36) Mustafa Kemal, 15 mayısta da sultan VI. Mehmed (Vahideddin) tarafından kabul edildi.(37) Vahideddin, topları saraya çevrili İngiliz savaş gemilerinin siluetlerinin göründüğü boğaza baktı ve içini çekerek “… görüyorsun, ben artık memleket ve milletin nasıl kurtarılabileceğini kestiremiyorum.” dedi.(38) Padişah, galiplere karşı bir direnişi olanaksız görüyor, bunun Türk devletini kaçınılmaz olarak yok edeceğini düşünüyordu. Bu bakımdan, ordu ve halk tarafından İtilaf güçlerine karşı bir sabotaj ve zorlama girişiminde bulunulmasına izin vermemesi konusunda Mustafa Kemal’e kesin buyruk verdi.(39) Sultan hükümeti, Anadolu’da “sükûn ve nizam”ı sağlaması için Mustafa Kemal’i geniş yetkilerle donattı ve geniş maddî olanak sağladı.

Mustafa Kemal’e Harbiye nazırının verdiği Sadrazam Damat Ferid Paşa tarafından da onaylanan yönerge, aşağıdaki yükümlülükleri içermekteydi:

a- Teftiş bölgelerinde iç huzur ve düzeni sağlamak ve düzensizliklerin nedenlerini ortaya çıkarmak.

b- Teftiş bölgelerinde, çeşitli yerlerde bulunan silah ve askerî donatım gereçlerini bir an önce özel depolarda toplamak ve gözetimlerini sağlamak.

c- Bazı yerlerde, bazı kuruluşların ortaya çıktığı,(40) bunların asker topladıkları ve sözde, ordu tarafından el altından desteklendikleri haberleri gelmektedir. Eğer böyle kuruluşlar varsa, asker toplamakta ve silah dağıtmaktalarsa ve orduyla bağlantıları varsa, bu kuruluşları kesin olarak yasaklamak ve dağıtmak.(41)

Anadolu’daki durum konusunda sultan VI. Mehmed’e yazdığı 12 haziran 1919 tarihli raporunda Mustafa Kemal şöyle diyordu:

“Şu bir ay süresince sınır boylarına varana kadar Anadolu’nun hemen hemen bütün il, ilçe ve bucaklarının istek ve arzularını, komutanların ve memurların duygularını öğrendim. Sonuçta, tüm ulusun uyanmış olduğunu, ulusun ve devletin bağımsızlığını, padişahlık ve halifeliğin yüce haklarını savunmak için kararlılık ve inançla dolu olduğunu en açık biçimde gördüm. (42)

Mektupta daha sonra şöyle denilmekteydi:

”Büyük ulusun ve kutsal halifeliğin biricik dayanağı olan yüce sultanımızı, Tanrı tüm felaketlerden korusun. Ülkenin bugün uğradığı yıkımlar ve bölünme tehlikesi karşısında, vatanı, devletin bağımsızlığını ve ulusu ve şanlı tarihi altı buçuk yüzyıla varan yüce hanedanı, başta siz olmak üzere, varlığını yüksek sesle belirtecek ulusal ve kutsal bir güç kurtarabilir ancak. Herkes bu görüşte birliktir.”(43)

Padişah, Mustafa Kemal’in çağrısına kulaklarını tıkadı. Çünkü o “kurtuluşu işgalcilerle savaşta değil, onlarla uzlaşmada görüyordu.(44) 1919 yılı sonlarında Mustafa Kemal, padişaha ikinci bir mektup yolladı. Bu mektubunda onu halkın başına geçmeye, ya da halkın ülkeyi yabancı işgalcilerden kurtarma konusundaki kararlılığına karşı çıkmamak konusunda ikna etmeye çalışıyordu. Rauf Bey eliyle sultana bizzat verilen bu mektuba yanıt gelmedi. Daha sonra, Rauf Bey başkanlığında “Meclisi Mebusan”dan bir delege kurulu, 1920 yılı mart ayı ortalarında padişahı ziyaret etti. Delege kurulunun, padişahtan, halkın yanında yer alması ve bağımsızlık savaşında ona baş olması ricasına VI. Mehmed’in yanıtı, İngilizlerin yarın Ankara’yı işgal edebilecekleri ve onlarla savaşın bir düşten başka bir şey olmadığını söylemek oldu. Sultana, ülkenin bağımsızlığını korumaya halkın kararlı olduğu bildirildiğinde ise, “Meclisi Mebusan” delege kurulu şu sözlerle yanıtlandı; “Bir millet var, koyun sürüsü, bir çoban lazım, o da benim. “(45)

Anadolu’da Mustafa Kemal, kendisine özgü enerjisiyle, Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemeye girişti. Ülkedeki tüm yurtsever örgütlerini tek bir Anadolu ve Trakya Müdafaai Hukuk derneğinde birleştirmek yoluyla, bağımsızlık savaşı için yönetici bir organ oluşturmak istiyordu. Bu düşüncesini şu sözlerle açıklamaktaydı: “Yabancı işgalin boyunduruğu altında inleyen başkentte kan ağlayan yurtseverler ve din adamları, halifelik ve saltanat merkezinin ve ulusal bağımsızlığın bu acı yıkım durumundan ancak ulusal birlik yoluyla kurtarılabileceğini anladılar.”(46)

Tümen ve kolordu kurmayları ve bazı valiler yoluyla, bütün örgüt ve demeklerle, belediye kuruluşlarıyla, önde gelen toplum ve din adamlarıyla ve yine bazı Kürt aşiretlerinin önderleriyle bağlantı kurdu. Tüm bildiri ve mektuplarında, Türk halkının siyasal ve ulusal varlığının sona ermediğini, ülkenin özgürlük ve bağımsızlığını savunmaya halkın kararlı olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. (47)

20 haziran 1920’de, Amasya’da, Mustafa Kemal Paşa, eski Bahriye nazırı Hüseyin Rauf Bey (Orbay)(48), XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ve İstanbul’dan Anadolu’ya Mustafa Kemal’le birlikte gelmiş olan Kâzım Bey’in (Dirik) katıldıkları gizli bir toplantı yapıldı.

Toplantıya katılanlar, Türkiye’nin tesliminden sonra ülkede ortaya çıkan durumu görüştüler. İstanbul ve Batı Anadolu’daki durum konusunda Rauf Bey, Orta Anadolu’da olup bitenler konusunda Ali Fuat Paşa, ulusal güçlerin birleştirilmesi ödevleri konusunda da Mustafa Kemal’e açıklamalarda bulundular. Hepsi, sultan ve hükümetinin ulusun haklarını savunmak ve devletin bağımsızlığını korumak niyetinde olmadığı görüşünde birleştiler. Sultan ve hükümetinin, saldırıya karşı koymama görünüşü arkasında yaptıkları, ülkede gelişmekte olan ulusal kurtuluş hareketine düşmanla birlikte karşı çıkmaktan başka bir şey değildi. Toplantıya katılanlar, anayurdun savunması amacıyla, Sivas’ta; yurtseverlerin ve tüm Anadolu ve Trakya illeri temsilcilerinin katılacağı Türkiye çapında bir kurultay toplamaya ve burada işgalcilere karşı ulusal hareketin programının hazırlanmasına karar verdiler.(49) ”Doğu Vilayetleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti”nin Erzurum’da kurultay toplama girişiminin desteklenmesini karar altına aldılar. (50)

Toplantı tutanağının, 21 haziran 1919’da İstanbul’dan Amasya’ya gelen, III. Kolordu Komutanı Rafet Bey de (Bele) imzaladı. Toplantıda alınan kararlara XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir ve XIII. Kolordu Komutanı Cemal paşalar da (Mersinli) katıldılar. Fakat bu sonuncusu, kısa bir süre sonra ulusal harekete katılmaktan caydı, İstanbul’a gitti ve 25 mart 1920 yılında İngilizlerce tutuklanana kadar padişah hükümetlerinde bakanlıklar yaptı.

Böylece, Amasya toplantısında, işgalcilerin diktasına körü körüne boyun eğmek istemeyen yüksek rütbeli Türk subayları arasından, Türkiye’nin tüm yurtsever güçlerini ülkenin bağımsızlık savaşımında birleştirmek ödevini üstlenen bir girişimci grup oluştu.

22 haziran 1919’da Mustafa Kemal, bu grup adına, tüm kolordu komutanlarına, valilere, çeşitli derneklere, siyaset ve din adamlarına ve bu arada belediye kuruluşlarına Sivas Kongresi için gizli bir çağrı gönderdi. Kişisel olarak çağrılanların yanı sıra, her sancaktan sayısı üçten az olmamak üzere delege gönderilmesi isteniyordu.(51)

Mustafa Kemal’in etkin siyasal eylemi İstanbul’da yankılanmakta gecikmedi ve İtilafçı işgal orduları başkomutanı general Milne, Harbiye nazırından, tanınmış bir generalin Anadolu’da bulunmasının kamuoyunda iyi bir izlenim uyandırmayacağı gerekçesiyle Mustafa Kemal’in bir an önce başkentte çağırtılmasını istedi.(52)

8 haziran 1919’da Mustafa Kemal, görevini bırakması, bir an önce İstanbul’a dönmesi konusunda bir telgraf emri aldı.(53) Fakat o bu emri yerine getirmeyi reddetti ve padişaha yazdığı kişisel mektupta bu davranışının nedenlerini açıkladı. Mektubunda Mustafa Kemal şöyle demekteydi: “Bugünkü hassas durumda bile, seçkin Anadolu halkı, İstanbul’daki uyuşmazlıklarından, fikir ayrılıklarından ve çevrilen oyunlardan üzgündür. Gerçekten de, İstanbul ortamının çürümeye yatkın ahlakı ve bundan yararlanmayı bilen yabancılar, devlet, millet ve padişahına bağlılık ve özveriyle hizmet edenlerin ortadan kaldırılması için pek ileri gitmek cüretini gösteriyorlar… İşte, ulusal vicdandaki uyanışı istilacı çıkarlarına aykırı gören İngilizler ve yurdun zararına da olsa İngilizlerle işbirliğini iş edinen zayıf ahlaklı kimseler, beni kandırarak İstanbul’a getirtmeye çalışıyorlar. Yüce sultanımı, ulusuna, yurduna bağlı ve bu uğurda ölümü hor görmeye alışmış bir kumandanın, hiç kuşku yok ki, saltanatın ve ulusun varlığının düşmanı olanlara boyun eğmesi beklenemez. (54)

Mustafa Kemal’in mektubu, sultanı ve çevresini telaşa düşürdü. 24 haziran 1919’da, direniş taraftarlarının eylemlerinin yasaklanması ve elebaşılarının tutuklanması konusunda tüm valilere İçişleri Bakanı Ali Kemal Bey’in acele bir emri gönderildi.

Bu emirde şöyle denilmekteydi: “Hain istila ve Türkiye’nin bazı bölgelerinin işgali olayları ne kadar hüzün verici olursa olsun, Türkiye şu sırada hiç kimseyle, hatta Yunanistan’la bile savaşamaz. Temsilcilerimizi gönderdiğimiz Paris Konferansı’nda, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün ana hatlarıyla korunacağı inancındayız ve bu inancımız günden güne artmaktadır.”(55)

1919 yılı temmuz başlangıcında İçişleri bakanınca gönderilen ikinci bir emirde, İstanbul’daki İngiliz yüksek komiserinin ısrarıyla Mustafa Kemal’in istifa ettiği bildiriliyor ve tüm valilerden, resmî bir kişilik sayılması, onunla ilişkiye girilmemesi ve hiçbir emrinin yerine getirilmemesi isteniyordu. Mustafa Kemal’e de, aynı zamanda bir an önce İstanbul’a dönmesi konusunda padişahın fermanı iletilmişti.(56)

Buna yanıt olarak Mustafa Kemal, Paris Barış Konferansının kararını kabul edemeyeceği ve bu nedenle ülkesi bağımsızlığa kavuşana kadar Anadolu’da kalacağı gerekçesiyle istifasını verdi.(57) Bu eylemiyle Mustafa Kemal, padişahın fermanına uymayı resmen reddetmiş ve “asi” general olmuştu.(58)

Sultan hükümetiyle ilişkilerinin açıkça kopuşundan az sonra Mustafa Kemal, Doğu Vilayetleri Müdafaai Hukuk Cemiyeti başkanlığına seçildi. Derneğin olağan kongresi, 23 temmuz-7 ağustos 1919 tarihinde Erzurum’da yapıldı. Bu kongreye Erzurum, Bitlis, Sivas, Trabzon ve Van’dan 35 delege katıldı. Malatya ve Diyarbakır delegelerinin gelişi, sultan hükümetinden aldığı emir gereğince kongre çalışmalarını baltalamak isteyen Harput Valisi Ali Galip Bey tarafından önlendi.(59)

Erzurum Kongresi’nde söylevinde Mustafa Kemal, Türkiye’nin silah bırakmasından sonra İtilaf Devletlerinin haince eylemlerini belirterek, ülkenin bölünmesi konusundaki emperyalist planları açıkladı. İtilaf Devletlerinin ne pahasına olursa olsun Türk devletini ve Türk ulusunun bağımsızlığını yok etmek niyetinde olduklarını belirtti. Mustafa Kemal, birbiri arkasına değişen sultan hükümetlerinin, yurt ve ulusun çıkarlarını savunacak güçte ve yetenekte olmadıklarına işaret etti ve pek çoğu yaşadıkları yerleri terk eden işgal edilmiş bölge insanlarının acıklı durumuna değindi. “Fakat -demekteydi söylevinde Mustafa Kemal- kutsal haklarının kurtarılması amacıyla çırpınan bütün ulus, tüm bu engelleri kesinlikle ve mutlaka kırıp süpürecektir.”(60)

Kongrede Mustafa Kemal, Mısır, Hindistan, Afganistan, Irak, Suriye ve Arap Yarımadası halklarının İngiliz ve Fransız işgalcilere karşı kahramanca savaşlarından da söz etti. Rusya’daki duruma değinerek şunları söyledi: “Ulusal bağımsızlığını tehlikede gören ve her yandan istila edilen Rus ulusu, bu genel baskıya karşı tüm bireylerinin ortak gücüyle çarpıştı.”(61)

Mustafa Kemal’in yurtseverlikle, ülkenin bağımsızlığı için savaşım kararlılığıyla dolu söylevi, delegeler üzerinde büyük bir etki uyandırdı.

Erzurum Kongresinde, 1914 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olan (Trabzon, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Harput, Van ve Bitlis) illerinin savunulması sorunu görüşüldü ve alınan kararda şöyle denildi: “Trabzon vilayeti ile Canik (Samsun) sancağı ve doğu vilayetleri adını taşıyan Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Elaziz, Van, Bitlis vilayetleri ve bu bölgedeki müstakil vilayetler hiçbir sebep ve bahane ile yekdiğerinden ve Osmanlı camiasından ayrılması mümkün olmayan bir bütündür.(62) Kongre, oybirliğiyle, doğu illerinin bağımsızlığı için bizzat örgütlenilmesi kararını aldı, saltanata ve halifeliğe bağlılığını belirtti. (63)

Kongre, örgütsel sorunlar konusunda bir dizi kararlar aldı. Doğu illerindeki tüm örgütlerin tek bir Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nde birleştirilmesi, derneğin amaç ve ödevlerini belirleyen kararlar, her ilin tüm ilçe ve bucaklarında bu derneğin ocaklarının açılması, yönetici organ olarak Heyeti Temsiliye’nin (Temsilci Kurul) seçilmesi bu kararlar arasındaydı. Mustafa Kemal, temsilci kurulun bakanı oldu.

Türkiye üzerinde Amerikan mandası kurulması için çaba gösteren İstanbul’daki ulusçuların tersine, Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu üzerinde her türlü mandayı reddetti.(64)

Erzurum Kongresi kurtuluş hareketinin tek ve birleşik bir merkezinin oluşturulmasında belirleyici bir role sahip olmamakla birlikte, böyle bir örgütün 4-12 eylül 1919 tarihleri arasında yapılan Sivas Kongresi’nde biçimlenmesine bir temel hazırlamış oldu. Erzurum Kongresi’nden farklı olarak, Sivas Kongresi’nde Anadolu’nun tüm illerinden ve İstanbul’dan delegeler toplandı. Fakat Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, burada da varlıklı sınıfların temsilcileri, büyük toprak sahipleri, tüccarlar, şeyhler, mollalar, küçük ve orta tacirler, subaylar, memurlar, hekimler, gazeteciler, hukukçular, öğretmenler ve İstanbul Türk ticaret burjuvazisinin temsilcileri bulunmaktaydı.

Sivas Kongresi çalışmaları, gergin bir siyasal ortamda geçti. Anadolu’nun batısında, kötü silahlanmış çete birliklerinin ve düzenli ordu(65) kalıntılarının direnişini kıran Yunan askeri birlikleri arka arkaya yeni bölgeler ele geçiriyorlardı. Kilikya’nın henüz zapt edilmemiş bölgelerini işgal etmek için Mersin’e yeni Fransız askerî birlikleri yerleştirilmişti. Anadolu’nun Karadeniz kıyısında, İngiliz ve Yunan savaş filosu gemileri devriye geziyordu. Anadolu’nun Karadeniz kıyısında Samsun’dan Trabzon’a kadar olan bölgede Pontus Rum Devleti’nin ilanından yana olanlara, Yunan tekneleri sürekli olarak silah ve donatım ulaştırmaktaydı.(66) Ulusal hareketin geniş boyutlara ulaşmasından ürken sultan hükümeti Sivas Kongresi’nin açılmasına tüm gücüyle engel olmaya çalışıyordu. Daha 30 temmuzda, Mustafa Kemal’in padişaha karşı bir “isyan”ın örgütleyicisi olarak tutuklanıp askerî mahkemeye verilmesi için bir emir yayınlanmıştı. Mustafa Kemal, sultanın fermanıyla, 9 ağustostan itibaren ordudan çıkarılmış, tüm rütbe ve nişanları alınmıştı. Ve tutuklanması için, İstanbul’dan Sivas’a Fevzi Paşa (Çakmak) başkanlığında bir subay grubu gönderilmişti.(67)

Harput Valisi Ali Galip Bey, Sivas Kongresi’ne katılanları yok etmek üzere, Malatya ve Dersim Kürtlerini silahlı bir saldırı için örgütlemekle görevlendirilmişti.(68) Ankara Valisi Muhittin Paşa’ya, XX. Kol Ordu’nun kalıntılarından bir birlik örgütleyerek Sivas üzerine hareket etme emri verilmişti. Bütün bu birliklerin genel komutası ise, Diyarbakır’dan Harput bölgesine gelen İngiliz protektora valisi Binbaşı Noel’in elinde bulunmaktaydı. Halep’ten Malatya’ya, tam siyasal yetkilerle, İngiliz Albayı Peel, Konya’ya ise Türkiye’deki İngiliz işgal orduları komutanı General Milne geldiler.

İşgalcilere karşı halk hareketinin gelişmesinden korkan İngiliz emperyalistleri, Sivas Kongresi’nin toplanmasına engel olmaya çalışıyorlardı. Daha Erzurum Kongresi çalışmaları sırasında, Lord Curzon’un kardeşi Albay Rawlinson (Collison), Erzurum’daki XV. Kolordu’da İngiliz işgal ordusunun temsilcisi olarak, kongrenin amaçları ve ödevleri konusunda M. Kemal’le kişisel görüşmeler yapmış, sonra Erzurum’da olup bitenler konusunda raporunu sunmak üzere apar topar Londra’ya gitmiş.(69)

Fransız emperyalistleri de kollarını kavuşturmuş oturmuyorlardı. Onlar da Kilikya işgal ordusu subaylarından oluşan bir kurulu Sivas’a gönderdiler. Kurul, Sivas’a kongrenin açılışından önce geldi ve kentin Fransız birliklerince işgal edileceği söylentisini yaymaya başladı. Sivas’ta Türk jandarmasının müfettişi olarak görev yapmakta olan Fransız Protektora Valisi Binbaşı Brunot, bu haberi Vali Reşid Paşa’ya resmen bildirdi. Ürken vali, Mustafa Kemal’den kongrenin bir başka yerde toplanmasını istedi. Fakat işgal tehdidi amacına ulaşamadı. Mustafa Kemal, “Fransızlar tarafından Binbaşı Brunot’nun dediği gibi beş on günde Sivas’ın işgali o kadar kolay bir şey değildir” diyerek Reşid Paşa’nın telgrafını soğuk bir biçimde yanıtladı.(70) Sivas’a kongre çalışmaları sırasında gelen İtalyan temsilcisi, halk milisinin isteği üzerine şehri terk etmek zorunda kaldı.(71)

Tüm çabalarına karşın ne İngilizler ne de Fransızlar amaçlarına ulaşamadılar. Sultan hükümeti de Sivas Kongresi’ne katılanlara karşı askerî bir güç örgütlemeyi başaramadı.

Sadece, Amerikan mandası yandaşlarının maşalığıyla hareket eden Amerikan emperyalistleri, az kalsın kongrede çoğunluğu elde etmeyi ve Türk Kurtuluş Savaşımını Türkiye üzerinde kendi çıkarları için kullanmayı başarıyorlardı.

Amerikan emperyalistleri, Osmanlı İmparatorluğu üzerinde, onun savaş öncesi sınırları kapsayan tek ve birleşik bir manda elde etmek istiyorlardı. Amerikan mandası yandaşı yazar Halide Edip, 10 ağustos 1919’da Mustafa Kemal’e gönderdiği mektupta “Amerika’nın resmî çevrelerinin olduğu gibi resmî olmayan çevrelerinin de gizli düşüncesi, savaş öncesi sınırlarını korumak üzere Türkiye üzerinde tek ve genel bir manda elde etmektir” demekteydi.(72)

İstanbul’daki Amerikan Yüksek Komiseri Bristol, Türk kamuoyunun Amerikan mandası konusunda “görüşleri”ni kişisel olarak öğrenmek amacıyla, 1919 yılı temmuz sonunda, siyasal parti temsilcileri ve ileri gelen saray adamlarıyla görüşmeler yaptı.(73) İsteği Sivas Kongresinde, Türkiye üzerinde ABD mandasının kabul edilmesi kararının alınmasıydı. Amerikalı bir resmî temsilci, daha Erzurum Kongresi toplanmadan önce, eski Sadrazam İzzet Paşa’yla yaptığı bir konuşmada “Eğer siz Erzurum ve Sivas kongrelerine Amerikan mandasını talep ettirecek olursanız Amerika’da Osmanlı mandasını kabul edecektir” demişti. (74)

Amerikalılar, Türkiye kamuoyunun görüşünü öğrenme görüntüsü altında, Amerikan mandası sorununun da görüşüleceği Sivas Kongresi’ne gözlemcilerini gönderdiler.

Sivas’a İstanbul kuruluyla birlikte gelen Amerikan istihbaratçısı Louis Browne, kongre delegeleriyle bağlantı kurdu ve onları etkilemeye çalıştı.

Amerikan mandası yandaşlarının, bağımsızlık savaşımının örgütlenmesi konusunda Erzurum Kongresi’nin kararlarına karşı çıkan bir muhtırayı Sivas Kongresi’ne sunuşları, aynı zamanda, Türkiye küçük, orta ve büyük burjuvazisi arasındaki ciddi çelişkileri de gün ışığına çıkarmaktaydı.

Türk büyük ticaret burjuvazisi, esas olarak kompradorlardan, yabancı sermaye ile Türk pazarı arasındaki aracılardan oluşmaktaydı. Bunlar, ticaret burjuvazisinin en güçlü ve etkili kesimini oluşturmaktaydılar. Derebeylerinin yanı sıra, kompradorlar da, Osmanlı İmparatorluğu halklarının emperyalist devletlerce soyulmasının desteği ve ajanlarıydılar.

Türkiye komprador burjuvazisi, Türk olmayan ve Türk kökenli olmak üzere iki kümeden oluşmaktaydı. Yabancı kökenli Rum, Ermeni, Musevi ve Levanten(75) kompradorların, İngiliz-Fransız kapitalistleriyle eskiden beri ticari ve ekonomik bağlantıları vardı ve bu ülkenin Yakındoğu ülkeleri de sömürgeci egemenliklerinin pekişmesini istiyorlardı. Türk kompradorlar ise büyük çoğunlukla(76) Alman-Avusturya sermayesiyle bağlantıdaydılar ve sömürgeci savaş alanına İngiliz-Fransız emperyalistlerinden daha geç çıkan Alman emperyalistlerinin ajanlarıydılar.

Bu iki küme emperyalist arasında, ekonomik yaşam ve ticaret alanlarında egemenlik için açık bir kavga sürmekteydi. Emperyalistler arası çelişkiler kadar, çok uluslu Osmanlı İmparatorluğu içindeki uluslararası savaşım da bu kavganın kızışmasına etkide bulunmaktaydı. Türk kökenli kompradorlar ellerinde dış ve iç ticaret tekelini tutan öteki gruptakilerden ekonomik bakımdan daha az güçlüydüler.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında güçler dengesi Türk kökenli kompradorlar yararına değişmişti. Ulusal azınlıklarla ilişkilerde jön Türk hükümetinin uyguladığı aydınlıkçı politika sonucunda, yabancı kökenli kompradorlar konumlarını yitirmişlerdi. Onların yerini Türk kompradorlar aldı.

Savaşa İtilaf Devletleri’nin Avusturya-Alman bloku üzerindeki zaferi, kendi aralarında kapışan komprador kümelerinin durumunu yeniden değiştirdi. Türkiye’nin silah bırakmasından sonra İtilaf Devletleri’nin koruyuculuğu altında yabancı kökenli kompradorlar, Türkiye’nin dış ve iç ticaretinde yeniden savaş öncesi konumlarını elde etmeye başladılar. Kompradorların varlığı ve gelişmesi, İngiliz-Fransız emperyalistlerinin Yakındoğu ülkelerindeki egemenlikleriyle daha sıkı bir bağlantı içindeydi.

Böylece görüldüğü üzere, yabancı kökenli kompradorların çıkarları Türkiye Kurtuluş Savaşımı’nın amaçlarıyla bağdaşmamaktaydı. Bu nedenle onlar, karşı devrimci bir rol oynamakta ve sadece Türkiye’de kurtuluş hareketinin değil, İngiliz-Fransız emperyalizminin ökçesi altına düşen Arap ülkeleri kurtuluş hareketlerinin de açıkça düşmanı olarak çalışmaktalardı.(77)

Türk kökenli kompradorların ekonomik ve siyasal çıkarları da halkın ulusal kurtuluş hareketiyle bağdaşmıyordu. Bunlar, özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya ve Avusturya- Macaristan’la ticaret yaparak ve emekçi yığınlarının insanlık dışı sömürülmeleri yoluyla zenginleşmişlerdi ve kuşkusuz, konumlarını korumak için etkin olarak çaba göstermekte, ülkenin ”bölünmezliğini” savunarak Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması planlarına karşı çıkmaktalardı.  Fakat ülkeyi “kurtarmak’ konusunda planları, halkın istek ve yönelişlerinden köklü bir biçimde ayrılmaktaydı.

İngiliz-Fransız sermayesine bağımlı Türk kompradorları Türkiye üzerinde İngiliz ya da Fransız mandası ya da koruyuculuğu elde etmeye çalışıyorlardı: Avusturya-Alman kapitaliyle bağımlı kompradorlar ise Amerikan mandası yandaşıydılar. Kompradorların yanı sıra yüksek rütbeli memurların, subay ve aydınların bir kesimi de Amerikan mandasından yanaydılar.

Onlar Türkiye üzerinde Amerikan mandası kurulmasını olabilecek en küçük kötülük ve ulusal yıkımdan kurtulmasının, Türk devlerinin bütünlüğünü korumanın en iyi yolu olarak görüyorlardı. İşgalcilerle savaşımın başarıyla sonuçlanacağına inanmıyorlardı ve bu nedenle bağımsızlığın silahlı savaşımla elde edilmesine karşı çıkıyorlardı. Bundan başka, kendi halklarından korkmaktalardı. Tarihçi E. B. Şapolyo, “Mandacıların hepsi öz Türk soyundan olmayan, hürriyet ve hâkimiyetin kudretini tadamamış yabancı ajanların vasıtaları idi” diye yazmaktadır.(78)

Amerikan mandası yandaşlarının eylemi, gerçekte Türkiye halkı kurtuluş hareketinin ABD’nin Yakındoğu’daki işgalci planlarına boyun eğdirilmesi demekti. V. I. Lenin, “Bir emperyalist devlete karşı ulusal özgürlük için savaşımdan, belirli koşullarda, öteki bir ‘büyük’ devlet kendi emperyalist amaçları için yararlanabilir” diye bu gerçeğe işaret etmektedir.(79)

Daha 26 mayıs 1919 tarihindeki “Şurayı Saltanat” toplantısında, Amerikan mandasının önde eden yandaşlarından Rauf Ahmed Bey, Türk gazeteciler birliği adına, Türkiye’yi parçalanmaktan kurtarmak ve ülkenin siyasal, ekonomik ve kültürel birliğini korumak için Türkiye üzerinde ABD mandası kurulması görüşünde olduğunu belirtmişti. Söylevinde Amerikan mandasını toz pembe gösteren Rauf Ahmed Bey şöyle demekteydi: “Wilson ilkeleri gereğince bir Milletler Cemiyeti kuruldu ve bu cemiyet ekonomik yardıma gereksinen halklar için bir vekâlet sistemi kurdu. Bu manda sistemi, öteki devletlerin güvencesi altında, vekâletleri üstlenen (mandalar) devletin, bir başka devletin yönetimini ele alması ve ona yardım etmesidir. Milletler Cemiyeti’nce belli ilkelere bağlı olarak ve geçici bir süre için verilen bir vekâlettir bu. (80) Vahdeti Milliye (Ulusun Birliği ) derneği başkanı Hamid Bey, aynı toplantıda ülkenin içinde bulunduğu ağır durumu belirterek. “Eğer devletin bütünlüğünü korumak için başka hiçbir çare yoksa, o zaman mandayı kabul  etmek daha iyidir” diye bağırıyordu'(81)

Amerikan mandasının bir başka önde gelen temsilcisi Bekir Sami Bey, Erzurum Kongresi öncesinde İstanbul’dan Amasya’ya gelerek, eğer Türkiye bağımsızlık savaşına başlarsa imparatorluğun birkaç bölgeye bölüneceğini ileri sürmüştü. Bu konuda şöyle demekteydi: “İki üç ilin sınırları içinde kalacak bağımsızlıktansa, mandaterlik tercih edilmelidir. Ulusumuz için verilebilecek en iyi karar belli bir süre için Amerikan mandası istemektir.”(82)

Amerikan mandası yandaşları Erzurum Kongresi sonrasında da, bağımsızlık savaşımına karşı bölücü eylemlerine son vermediler. Daha büyük bir tutkuyla Sivas Kongresi’ne hazırlanmaya başladılar. Orada, Türk halkı adına ABD’den Osmanlı İmparatorluğu üstünde manda isteğinde bulunacakları hesabı içindeydiler. Kongre öncesinde, başkentte olduğu gibi bir dizi Anadolu kentinde ve Trakya’da geniş bir propaganda yürüttüler.(83) Önde gelen askerî ve siyasal kişileri, toplum adamlarını, burjuva partileri ve çeşitli derneklerin yöneticilerini, yazarları, gazetecileri, memurları kendi yanlarına çektiler.(84) Bekir Sami Bey, “Amasya’da, Tokat’ta ve öteki yerlerde yapılacak propagandanın iyi sonuçlar vereceğini ümit etmekteyim” demekteydi. (85)

Başkent burjuva basını, ABD’yi Türkiye’nin ulusal yıkımdan “kurtarıcısı” gibi sunmaya çalışarak Amerikan mandası çevresinde gürültülü bir kampanya yürütmekteydi. Birçok gazete, sözde, “Amerikalıların Doğu halkları konumundaki yüksek insancıl ülkeleriyle” okurların beynini yıkamaktaydı.

1919 yılı haziranında İstanbul’dan Ankara’ya gelen İsmail Fazıl Paşa, “Amerikan mandası meselesi günün meselesi olmuştu”(86), diyordu. Amerikan mandası yandaşları, ülkenin bütünlüğünü kurtarmak için bu mandayı kabul etmekten başka yol göremeyen pek çok yurtseveri kendi yanlarına çekmeyi başarmışlardı.

Uluslararası hukuk profesörü M. Cemil şöyle diyor: “Hamiyetlerinden, vatana bağlılıklarından şüphe edilemeyen birçok Türkler, selamet yolunu ancak bir Amerikan mandasında buluyorlardı ve bir manda telkinini, ümitsiz bir vaziyet içinde kurtarıcı bir mucize sayıyorlardı.”(87)

Amerikan mandası yandaşları ülkenin yazgısı konusunda karar vermede Anadolu burjuvazisinin yönetici rolünü kabul etmek istemiyor, onları hoşgörüyle, “Mehmetçiklerin” yani cahillerin temsilcisi diye adlandırıyorlardı. Kendilerini, ulusun yönetici gücü, devleti yıkımdan kurtarmada halka öncülük edecek güç sayıyorlardı. Buna karşılık halkla hiçbir zaman bağlantıları olmamıştı. Pek çoğu, ülkelerini tanımıyor, Türk kalkının yaşamı konusunda bir şey bilmiyordu.

Manda yandaşlarının Amerikancı politikasına karşı Mustafa Kemal, ulusun birliğini sağlamak için, onları Anadolu’daki antiemperyalist savaşıma çekmeye çalışıyordu. İstanbul’daki parti ve grupların temsilcilerine yazdığı kişisel mektuplarda, Anadolu ve İstanbul arasındaki görüş ayrılığının Türkiye’nin tarihinde uğursuz bir rol oynayabileceğini anlatıyordu. Mustafa Kemal, başkentin Anadolu’dan ayrı düşmesinin yabancıların siyasal propagandalarının bir sonucu olduğunu belirtiyor ve ulusal güçleri ülkenin özgürlük ve bağımsızlığı için birleşmeye çağırıyordu. Şöyle yazmaktaydı bu mektuplardan birinde: “Yurtseverlik, İstanbul’un Anadolu üstünde egemenlik kurmak istemesini değil, ona bağımlı olmasını, başkentteki karşıt akımlarının ulusun duygu ve isteklerine uymasını gerektirmektedir. Başkent, İtilaf Devletleri ordularından boşalıncaya kadar bunun kesin bir gereklilik olduğu kanısındayım”(88)

Bağımsızlık hareketine karşı olan Amerikan mandası yandaşları, ulusal güçlerin toparlanmasına da karşı çıkıyorlardı Mustafa Kemal’den, Amerikan mandasını öneren programla tam bir dayanışma içinde olduğunu açıkça bildirmesini istiyorlardı. Şöyle diyorlardı mektuplarında: “Eğer Mustafa Kemal Paşa böyle bir genel buyruk içermezse, (Amerikan mandası hakkında A. Ş.) ve hemen Amerikalılarla bağlantı kurmazsa, İngilizler ve diğer yabancılar burada eylemlerini sürdüreceklerdir.”(89)

Mustafa Kemal doğrudan doğruya bir yanıttan kaçınıyordu. Manda yandaşlarıyla yazışmalarında Amerikan mandasının niteliğini özenle irdeliyor ve özellikle de mandanın ulusal çıkarlara uyup uymadığı oranı üzerinde durarak şöyle diyordu: “Başkentteki çabalar ulusun birliğine, ülkenin toprak bütünlüğünün dokunulmazlığına, bağımsızlık ve egemenliğine yönelik olduğuna göre, Amerikan mandasının kabulü bu amacın gerçekleşmesini sağlayabilecek midir?” (90)

Manda düşüncesinin halka zorla aşılanmasına karşı çıkan Mustafa Kemal, ulusal çıkarlarla bağdaşmayan kararların, ulus için hiçbir zaman zorunlu sayılamayacağını belirtiyor; yabancılarla ilişkilerin sadece kongre kararlarında temellendirilmesini ve ulus adına yürütülmesini isteyerek şöyle yazıyordu: “Tanrı’ya şükür tüm ülkede ulusal hareketin gelişmesi ve gittikçe büyük bir güce sahip olmaya başlaması bizleri sürekli olarak bu noktaya çekmektedir,”(91)

Sivas Kongresi’ndeki söylevinde ise şöyle demekteydi: “Bir ya da birkaç yabancı devlete manda verilmesi, sorunu, doğrudan doğruya varlığımıza ve bağımsızlığına ilgilidir.”(92)

Sultan hükümetinin, barışın Wilson ilkeleri temelinde sağlanması gerekliliğini ileri süren bildirisini yanıtlarken Mustafa Kemal soruyordu: “Gerçekte, Wilson, ilkeleriyle birlikte politika alanından çekemedi mi? Suriye, Filistin, Irak, İzmir, Adana ve Osmanlı İmparatorluğu’nun öteki bölgelerinin işgali sırasında sadece bir gözlemci rolü oynamadı mı?” (93)

Mustafa Kemal gerçi Sivas Kongresi koridorlarında ve kişisel konuşmalarda Amerikan mandası düşüncesine kesinlikle karşı çıkmaktaysa da, manda düşüncesine açık bir tavır alarak manda yandaşlarıyla ilişkilerin keskinleştirilmesini istemiyordu. Bu nedenle onların duygularını hesaba katıyor, onları inandırma yoluyla bu düşünceden caymaya zorlayacağını umuyordu. Ayrıca, o sırada manda yandaşlarının eylemlerine açık bir karşı çıkış ulusal güçleri bölebilir ve antiemperyalist savaşım için bir merkez yaratmada Mustafa Kemal’in siyasal çalışmalarına engel olabilirdi. Zaten daha o zaman bile kongre delegeleri arasında onun sultan hükümetine keskin karşı çıkışlarından hoşnutsuzluk duyanlar vardı.(94) Sivas Kongresi başkanlık seçimi sırasında, aralarında Rauf Bey’in de bulunduğu bazı delegeler Mustafa Kemal’i kongre başkanlığına seçtirmemeye uğraşmışlardı.(95)

Mustafa Kemal, kuşkusuz ABD’nin Türkiye’deki resmî ve resmî olmayan temsilcileriyle görüşmeler yapmayı reddetmiyordu. Amerikan savaş misyonunun başı General Harbord’la, Amerikan istihbaratçısı Brown’la ve Anadolu’ya sözüm ona Timur’la Beyazıt’ın savaştığı alanı incelemeye gelmiş olan gazeteci Browy ile konuşmalar yaptı.

General Harbord, görevinin dökümünü yaparken hatta, “Mustafa Kemal’in Amerikan mandasından yana olduğunu” ileri sürmüştü.(96)

O sıralarda Amerikan mandası yandaşları, ulusalcılar kampında önemli bir güç oluşturmaktalardı ve arkalarında yüksek rütbeli subaylar bulunmaktaydı. Sivas Kongresi sekreteri Doktor M. Şükrü Akkaya: “Önderin sarih ve kati izahlarına rağmen, bilhassa Amerikan mandasını faydalı bulanlar hayli mevcuttu” diye yazıyor.(97) Mustafa Kemal’in en yakın silah arkadaşları olan Hüseyin Rauf (Orbay), Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), İsmet (İnönü) vb mandadan yanaydılar.

Manda yandaşları pek çok ileri gelen devlet adamını ve saray ileri gelenlerini kendi yanlarına çekebilmişlerdi. Ahmed İzzet Paşa, Mahmud Paşa, Esad Paşa, Cevat Paşa, Ahmed Rıza Bey ve daha bir çok ileri gelen saray adamı, manda yandaşıydılar. Barış görüşmeleri hazırlık komisyonu üyesi Mahmud Paşa, Le Bosphore gazetesi yönetimiyle yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Barış konferansı manda uygulanması sorununu görüştüğü için, biz de bunun olanaklarını inceledik, Bizce Amerikan mandası bazı koşullara bağlı olarak kabul edilebilir.”(98)

İsmet Paşa, Kâzım Karabekir’e yazdığı bir mektupta, “Bütün memleketi parçalamadan bir Amerikan murakabasına tevdi etmek, yaşayabilmek için yegâne ehven çare gibidir” demekteydi.(99)

Amerikan mandası konusunda o sıradaki bu gibi görüşler, Mustafa Kemal’i manda yandaşlarıyla ilişkilerde üstü örtülü ve sakıngan davranmaya zorluyordu(100)

Üç gün süren tartışmalardan sonra Amerikan mandası yandaşlarının muhtırası gündemden kaldırıldı.(101)

Ülkenin yazgısını belirleyen ana güç, özellikle halkın gelişen kurtuluş hareketi oldu. Halkın uyanışı ve yurdu korumadaki kararlılığı, Türkiye üzerinde bir Amerikan mandası kabul edilmesine engel oldu.

Türk ulusal burjuvazisi, bağımsızlığın kazanılması için ülkede güçlü bir temel bulunduğunu iyice anladı.

Sivas Kongresinde de Erzurum Kongresi’nde olduğu gibi, ülkenin bölünme tehlikesinden kurtarılması, başlıca slogandı. Kongrede bağımsızlık savaşımının temel ilkeleri üzerinde çalışıldı ve genişletilmiş bir program kabul edildi. Oybirliğiyle alınan kararda, 30 ekim 1918 Mondros Silah Bırakışmasıyla belirlenmiş sınırlar içinde kalan alanın tek bir bütünlük oluşturduğu ve bu alanın hiçbir parçasının hangi nedenle olursa olsun Osmanlı Devleti’nden koparılamayacağı belirtildi. Kongre kararlarının ikinci paragrafında şöyle deniliyordu: “Tüm gücümüzle, kanımızın son damlasına kadar yurdumuzun bağımsızlığını hep birlikte her türlü saldırıdan koruyacak… her türlü müdahale ve düşmanca eyleme kararlılıkla karşı çıkacağız…”(102)

Sivas Kongresi, her türlü saldırıya ve Türkiye’nin hangi parçası için söz konusu olursa olsun her türlü işgale karşı savaşım verme konusundaki kararlılığını belirtti. Aydın, Manisa, Balıkesir cephelerinde çetelerin yürüttüğü silahlı savaşım, sultan hükümetinin ileri sürdüğü gibi isyan ya da karışıklık olarak değil, yurdu savunmanın yasal biçimi olarak kabul edildi.

Türkiye’nin ekonomik bakımdan geri bir ülke olduğunu kabul eden kongre, ülkenin iç ve dış politikasına karışılmaması, toprak bütünlüğüne saygılı olunması ve Türkiye’yle ilişkilerde her türlü emperyalist isteklerden el çekilmesi koşullarıyla, herhangi bir devletten teknik, ekonomik ve sanayi yardımı almaya hazır olunduğunu bildirdi.

İçinde bulunulmakta olan tarihsel dönemde halkların kendi yazgılarını kendilerinin belirlediğine değinilerek, halk istemine dayanmadığı için, padişah hükümetinin yönergelerine artık uyulmayacağı belirtildi. Kongre, sultan hükümetini halk istemine uymaya, ülkenin ve ulusun yazgısı konusunda karar almak için bir an önce ulusal bir meclis toplamaya çağırdı.

Örgütsel sorunlara ilişkin olarak, kongrece, Osmanlı İmparatorluğu’nun tesliminden sonra ülkenin savunulması için kurulan tüm dernek ve örgütlerin tek bir Anadolu ve Trakya Müdafaai Hukuk Cemiyeti olarak birleştirilmesi kararı alındı. Derneğin tüzüğü onaylandı ve yönetici kurulu olan, 13 kişilik Temsilci Kurul (Heyeti Temsiliye) seçildi. Temcilci Kurul başkanlığına Mustafa Kemal Paşa, üyeliklere Hüseyin Rauf Bey, Refet Bey, (Erzurum’dan hoca) Raif Efendi, (eski Trabzon mebusu) İzzet Bey, (eski Trabzon mebusu) Servet Bey, (Erzincan’dan) Şeyh Hacı Fevzi Efendi, (eski Beyrut valisi) Bekir Sami Bey, (Bitlis’ten) Mazhar Müfit Bey, (Ankara’dan) Ömer Mümtaz Bey, (eski Denizli mutasarrıfı) Hakkı Behiç Bey, (Eskişehir’den subay) Hüsrev Sami Bey, (Niğde’den) Ratipzade Mustafa Bey seçildiler. (103)

Sivas Kongresi, özel bir bildiriyle, padişaha bağlılığını açıkladı. Damat Ferid Paşa Hükümeti’nin eylemlerini ulus çıkarlarına aykırı olarak niteleyen kongre, padişahı halka dayanan ve onun istemini yansıtan yeni bir hükümet kurmaya çağırdı.(104)

Kongre bunlardan başka büyük devletlerin öteki Avrupa devletlerinin İstanbul’daki siyasal ve diplomatik temsilcilerine de bir bildiriyle seslendi. Anadolu’daki ulusal hareketin yasal niteliğinin belirtildiği bu bildiride şöyle denilmekteydi: “Ulusal hareketimizde düzeni bozacak hiçbir yan yoktur. Bu hareket, halkımızın olduğu gibi , Avrupa ve Amerika’nın da isteklerine ve yüksek çıkarlarına uymaktadır. Kongre, genel güvenliği bozacak hiçbir olaya izin vermeyecek ve tam anlamıyla barışçıl bir politika güdecektir. ” (105)

Böylece Sivas Kongresi’nde, antiemperyalist ulusal kurtuluş devriminin programı hazırlanmış oldu. Bu devrim, daha sonraki gelişmesinde önderi Mustafa Kemal’in adını alarak Kemalist devrim diye de adlandırılacaktır.

Sivas Kongresi kararıyla ilgili olarak S. M. Kirov, V. İ. Lenin’e 30 ağustos 1920 tarihinde Tiflis’ten gönderdiği mektupla şöyle diyordu: “Size Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti” oturumlarında alınan kararları gönderiyorum. Bu kararlar bir yıl önce alınmış olmakla birlikte, şimdi de büyük ilgiye değer. Çünkü Mustafa Kemal Hükümeti’nin eylem programının temelinde özellikle bu kararlar bulunmaktadır.”(106)

Sivas Kongresi’ne katılan delegelerin temsilcisi, toplumsal temelin sınırlılığı, aldıkları kararların burjuva ulusalcı ve ılımlı niteliğini belirlemişti. Padişahın açıkça ihanet içinde olduğu gözler önünde bir gerçekken, kongre bu “kutsal kişi”nin kimliğini kalk önünde ortaya koyamıyor, devrimci bir hükümetin kurulmasını hemen gerçekleştirilmesi gereken bir ödev olarak üstlenemiyor, Damat Ferid Paşa’nın iflas etmiş hükümetinin istifasını ve onun yerine yeni bir hükümet kurulmasını istemenin sınırları içinde kalıyordu. Oysa, işgal altındaki İstanbul’da bir hükümet değişikliğinin de olayların gidişini değiştiremeyeceği belli bir şeydi.

Fakat yine de, kongrece ortaya atılan “ulusal egemenlik” ve “tam bağımsızlık” sloganları, ulusal hareketin ilerici niteliğini belirledi ve onun başlıca hedefleri arasında yer aldı, bu hedefler, sınırlılıklarına karşın, daha sonra büyük derebeyleri dinsel örgüt temsilcileri ve başta sultan olmak üzere, ulusal kurtuluş hareketine karşı savaşımda birleşen kompradorların büyük bir bölümünün dışında, Türk halkının tüm tabakaların desteğini kazandı.


DİPNOTLAR

1- Bkz. K. Marx ve F. Engels, Britanya Politikası, Disroeli, Göçmenler, Mazzini Londra’da, Türkiye, K. Marx ve F. Engels, eserler, 2. yayım, cilt 9, s. 5. (Rus.)

2- Bkz Liman von Sanders, Fünf Jahre Türkei, s, 27, 192.

3- Daha 1916 yılında, bir devlet darbesi girişiminde bulundukları için büyük bir grup Türk subayı tutuklanmıştı, Bkz. A, F. Miller, Yeni Türkiye Tarihi Üzerine Notlar, s, 64. (Rus.)

4- M. Larcher, La Guerre Turgue dans la Guerre Mondiale, s. 540.

5- Pravda, 10.10.1918.

6- E. F. Ludşuveyt, Türkiye’de Ekim Sonrası Devrimci Yükseliş (kasım-1917 mayıs 1919), s. 44. (Rus.)

7- Bkz, Pravda, 1.10.1918.

8- M. Cemil, Lozan.,., cilt 1, s. 207

9- M. V. Frunze, Karadeniz’in Öte Yakasında, s. 257. (Rus.)

10- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt I, s. 16. (Aslı şöyledir: ‘İstanbul’da iken milletin bu kadar kuvvetli ve az vakitte felaketlerden bu derece müteyakkız olduğunu tahayyül edemezdim.” /ç.n.)

11- M. T. Gökbilgin, Millî Mücadele Başlarken…, s. 90.

12- K. Tahir, Esir Şehrin İnsanları, s. 58

13- W. Churchill, Dünya Bunalımı, s. 252. (Rus.)

14- T. Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da (1919-1921), s, 33

15- Türkiye Komünist Fırkası’nın Birinci Kongresi, s. 15

16- M. V. Frunze, Ankara Yolculuğu, s, 337-338. (Rus.)

17- Doğu Halkları Birinci Kurultayı, Bakü, 1 -8 eylül 1920, s. 113, (Rus.)

18- M. V. Frunze, Ankara Yolculuğu Konusunda Rapor…, s. 358-359 (Rus)

19- T. Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasî Partiler (1859-1952), s. 405-471.

20- Avrupa’da, Türk siyasal göçmenleri arasında, Prens Sabahattin’in başkanlığında “Türk Çıkarlarını Koruma Grubu” oluştu. Grup, Cenevre ve Lozan’da, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü koruma sloganıyla kurultaylarını yaptı.

21- M, T, Gökbilgin, Millî Mücadele Başlarken…, s. 24-34.

22- E. B. Şapolyo, Kuvayı Milliye Tarihi, s. 12.

23- Derneğin tüzüğünün tam metni için, bkz. Mustafa Kemal, Yeni Türkiye’nin Yolu, cilt III, s. 282-284. (Rus.)

24- Ahmet (Midilli), Türk İstiklâl Harbi’nin Basında Millî Mücadele, s. 54-55.

25- T. Z.  Tunaya, Türkiye’de Siyasî Partiler, (1859-1952), s. 500-504.

26- Daha 1918 yılı sonlarında, İstanbul’da saray ileri gelenleri, Doğu illerinin ulusal haklarını korumak için bir dernek kurmuşlardı, fakat bu dernek Doğu Anadolu halkından kopukluğu nedeniyle hiçbir başarı elde edemedi.

27- C. Dursunoğlu, Millî Mücadele’de Erzurum, s, 67-68.

28- T. Bıyıkoğlu, Trakya’da Millî Mücadele, cilt I, s. 137.

29- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt I, s. 12. (Aslı şöyledir: “… mülkî ve askerî hususatla muvazzaf olarak…. “(ç.n.)

30- Atatürk soyadı Mustafa Kemal’e, 1934 yılında, TBMM’ce verilmiştir.

31- Mustafa Kemal’in otobiyografisi Türkiye Cumhuriyeti 1925-1926 almanağında yayımlanmıştır. (Türkiye Cumhuriyeti Salnamesi: 1925/1926. Cumhur reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Haltercümesi”, s. 47-69).

32- Türk Ansiklopedisi, cilt IV, s. 91.

33- M. Larcher, La Guerre Turque dans la Guerre Mondiale, s, 415.

34- E. B. Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s. 264.

35- a.g.e., s. 258. Bkz. Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti Başkanının Anıları, s. 41, (Rus.)

36- Belleten, cilt I, sayı I, 1937, s. 12-13.

37- Şehzade Veliahd Vahideddin, 4 Temmuz 1918’de IV. Mehmed unvanıyla padişah ilân edilmişti.

38- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s.15, (Aslı şöyledir: “Görüyorsun, dedi, ben artık memleket ve milleti nasıl kurtarmak lâzım geleceğini tasavvurda tereddüde duçar oluyorum…” /ç.n.)

39- E . B. Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, s. 301-302.

40- O sıralarda 9. Ordu’ya komuta eden Şevki Paşa’nın koruyuculuğu altında Örgütlenen Kars Şurası’ndan söz ediliyor.

41- M. T. Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken,, ., s. 80.

42- Atatürk ün Söylev ve Demeçleri, cilt I, s. 15-16. (Aslı şöyledir: “Şu bir ay zarfında hemen tekmil Anadolu’yu şahanelerinin vilayet, elviye ve kazalarına ve hudut boylarına kadar olan efkâr ve âmali millete ve tekmil kumandanların ve tabakat-ı memurinin hissiyat ve icraatına vukuf ve nüfuz hasıl ettim. Bin netice bariz bir surette tahakkuk ediyor ki. millet baştan aşağı uyanık olup istiklali devlet ve milleti ve hukuku âliyei saltanat ve hilafeti teyit için kavi bir azim ve iman ile mücehhez bulunuyor. (ç.n.)

43- a.g.e., s, 15-16. (Aslı şöyledir; “Büyük milletin ve mukaddes hilafetin imadı sahih ve yegânesi bulunan saltanatı hümayunlarını Cenabıhak masunu afat buyursun! Şevketpenahım! Memleketin bugün uğradığı afatı tazyik ve tehlike-i inkısam karşısında ancak zatı hümayunları başta olmak üzere, millî ve mukaddes bir kudretin sayha-i mevcudiyeti, vatani istiklali devlet ve milleti ve hanedanı celilüşşanınızın  atlı buçuk asırlık mübeccel tarihini kurtarabilir. Her tarafça bu içtihat ve kanaat yektadır, “/ç.n.)

44- D. Lloyd George, Savaş Anıları, cilt VI, s. 140-141. (Rus.)

45- A, F. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s. 313.

46- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt I, s. 12. (Aslı Şöyledir: “Ecnebi kuvvetlerinin işgali altında inleyen payitahtımızda kan ağlayan bilumum erbabı hamiyet, münevveranı millet ve din ve devlete hizmetle mesbuk zevatı aliye makamı hilafet ve saltanatın, istiklali millinin bu haternâk kurtarılması ancak vicdanı milliden doğan birliğin azim ve iradesine müftekar bulunduğuna iman getirdiler, “/ç.n.)

47- a.g.e,, s. 13.

48- Rauf Bey 24 mayıs 1919’da İstanbul’dan Anadolu’ya kaçmıştı.

49- E. Z. Karal, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi (1918-1960), s. 49-50.

50- A, F. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s, 72.

51- U. F. Reşit, “Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin Kuruluşuna Ait Vesikaların Resimleri”, Tarih Vesikaları, cilt I, sayı I, s. 5.

52- Harp Tarihi Vesikaları Dergisi…, sayı 1, vesika 14.

53- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt I, s. 15.

54- a.g.e., s. 16-17. [Aslı şöyledir: “Bu nezih Anadolu halkı bugünkü hassas devirde bile İstanbul’da can tehalüf ve münafereti efkârdan ve ihtrasatı  firnekâriden pek müteezzi bulunuyorlar. Filhakika İstanbul muhitinin tefessüha müsait ahlakı ve bundan istifadeyi bilen ecnebiler devlet ve millerin imhası ve devlet ve millete ve padişahına sadakat ve fedakâriyle hizmet kabiliyetinde olanların ortadan kaldırılması için pek ileri gitmek cüretini gösteriyorlar. İşte vicdanı millideki intibahatı ciddiye ve tecelliyatı cedide-i menfaati istulâciyanelerine münafi gören İngilizler ve vatanı zararına da olsa İngilizlere mümaşaah meslek edinen zayıf seciyeliler bu kere acizlerini biliğfat İstanbul’a celbe teşebbüs ediyorlar. Hakanı celilüşşanına, milletine, vatanına sadık ve bu uğurda ölümleri istihkar ile meluf kullları gibi bir kumandandan elbette hukuku saltanatı hümâyunlarının ve milletin beka ve mevcudiyetinin düşmanı olanlara mümaşatkârlık beklenemezdi.”/ç.n.)

55- U. F. Reşit, “Atatürk’ün Askerlikten istifası ve Millî Savaşa Millet Ferdi Olarak Başlaması”, Tarih Vesikaları, cilt I, sayı 5, s. 8. [Rusça’sından çevrilmiştir./ ç.n.)

56-  Aslında eksik

57- Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt I, s. 27.

58- Kolordu komutanları Ali Fuat, Kâzım Karabekir Paşalar ve Refet Bey, padişaha, Mustafa Kemal’i istifaya zorlayanları kınayan bir telgraf gönderdiler.

59- C. Dursunoğlu, Millî Mücadele’de Erzurum, s. 111-112.

60- Nutuk, cilt I, s. 24. (Aslı şöyledir: “Fakat mukaddesatının gayei necatiyle çırpınan bütün millet işbu taiki azm ve mücahedesinde her türlü mevanii, muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir, “/ç. n,)

61- a.g.e., s. 25. (Aslı şöyledir: “İstiklali millîlerini tehlikede gören ve her taraftan İstilaya maruz kalan Rus milleti bu tahakkümü umumiye karşı bütün efradı milletinin kudreti müşterekesiyle çarpışıp ve umumun malumu olduğu veçhile bu kuvvet kendi memleketleri dahilinde galebe çalmış… /ç-n.)

62- C. Dursunoğlu, Millî Mücadele’de Erzurum, s. 169.

63- a.g.e.

64- Nutuk cilt III, vesika 54, s. 47.

65- Resmî verilere göre, 1919 yılı haziran ayında düzenli Türk ordusu 50 000 kişiden oluşmaktaydı, fakat bu sayı gerçekte çok daha azdı, (Bakınız, Tarih, cilt IV, s. 33).

66- Çok eski zamanlarda bu bölgede, sonradan Roma İmparatorluğu’na boyun eğen Pontos Devleti vardı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra Pontos, Bizans’a katıldı, XIII. yüzyıl başlangıcında Trabzon’da oluşan Rum Kommenos imparatorluğu, Gürcistan’ın desteğiyle varlığını 1461’e kadar sürdürdü. Sultan II. Mehmed (Fatih), Trabzon İmparatorluğu’nu ortadan kaldırdı ve topraklarını Osmanlı İmparatorluğu’na kattı.

67- Kasımda Sivas’a gelen padişah subayları, temsilci kurulun isteğiyle Anadolu’yu hemen terk ettiler .(Bkz. C. Kutay, Fevzi Çakmak Atatürk’ü Tevkif Edecekti, s. 16).

68- Harp Tarihi Vesikaları Dergisi…, sayı 2. vesika 28.

69- Nutuk, cilt III, vesika 43, s. 33-34.

70- Nutuk, cilt I, s. 47.

71- M. S. Akkaya, “Millî Tarihimizde Sivas Kongresi’nin Tuttuğu Yer,” Zafer, 13.9. 1957.

72- Nutuk, cilt I, s. 58. (Aslı şöyledir. “Bu cereyanı temsil eder, resmî ve gayriresmî Amerika’nın fikri, hafi olarak şudur; Türkiye’yi olduğu gibi hiç bir parçaya ayırmamak, eski hudutları dahilinde vahdet içinde muhafaza etmek şartiyle umum; ve bir tek manda olmak istiyorlar. /ç.n.)

73- M. T. Gökbilgin, Millî Mücadele Başlarken..,. s.173

74- Nutuk, cilt 1, s. 66.

75- Çeşitli zamanlarda Türkiye’ye yerleşmiş olan Avrupalılar.

76- Türk kompradorların küçük bir bölümü eskiden beri İngiliz-Fransız sermayesiyle bağlantıdaydı.

77- İstanbul’un yabancı kökenli büyük kompradorları, Doğu Arap ülkelerinde de ticaret üslerine sahiptiler.

78- E. B. Şapolyo, Kuvayı Milliye Tarihi, s 25.

79- Aslında eksik.

80- M. T. Gökbilgin, Millî Mücadele Başlarken s. 103-107. (Aslı şöyledir: “Wilson prensipleri üzerine bir Cemiyeti Akvam kuruldu ve yardıma muhtaç olan milletler için bir vekâlet usulü ihdas olundu. Yani manda usulü devletlerin kefaletleri altında müekkil (mandater) olarak bir devletin diğer devletin idaresini ele alması ve yardım etmesidir. Cemiyeti Akvam tarafından belli prensipler dairesinde tevdi olunan muvakkat bir vekâletten ibarettir”/ç.n.)

81- a.g.e., s. 108. (Aslı şöyledir: ‘Eğer başka çare yoksa, o suretle muavakkat bir müddet için büyük devletlerden birinin yardımı suretiyle idare olunması kabul olunabilir.”/ç.n.)

82- Nutuk, cilt I, s. 53. {Aslı şöyledir: “Şu halde iki üç vilayette münhasır kalacak istiklâle, tamamiyeti mülkiyemizi temin edecek mandaterlik elbette müreceahtır.”/ç.n.)

83- A. B. Kuran, İnkılâp Tarihimiz ve Jön Türkler, s. 372-373.

84- M. Paillares, Le Kemalisme Devant les Allies, s. 6-17

85- Nutuk, cilt I, s. 56, (Aslı şöyledir: “Amasya ve Tokat’ta ve kazalarda icab eden tebligat icra, iyi neticeler vereceğini ümit etmekteyim.”/ç.n.)

86- A. F. Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, s, 115.

87- M. Cemil, Lozan…, cilt I, s. 293.

88- Nutuk, cilt III, vesika 27, s. 17 (Aslı şöyledir: “Binaenaleyh, İstanbul’un işbu muhalif cereyanlar, artık Anadolu’ya ve âmâl ve hissiyatı milliyeye hâkim değil, tâbi olmak mecburiyeti vataniyesindedir. Ve Payitaht Düveli itilafiye tarafından tahliye edilinceye kadar bu mecburiyetin mutlak olduğu kanaatindeyim. “/ç. n.)

89- Nutuk, cilt I. s. 62. (Aslı şöyledir: “Eğer Mustafa Kemal Paşa buraya umumî bir emir vermezse ve kendisi de serian oradan Amerika ve İngiliz ve sairleriyle irtibat yapmazsa tabiî burada da faaliyet devam edecektir.”/ç.n)

90- a.g.e., {Aslı şöyledir: “Dersaadetteki zümrei mesainin gayesi milletin vahdeti, mülkün tamamisi, istiklal ve Hâkimiyetin temini noktasında tasvir ve irade edildiğine göre Amerikan mandasını kabul halinde bu gaye masum  kalabilir mi?”/ç n.)

 91- a.g.e, (Aslı şöyledir; “Lehülhamt vatanımızdaki cereyanı millinin pek ziyade İnkişaf ve taazzuvu ve kesbi kuvvet eylemekte olması bizleri daima bu noktaya cezp ve davet ediyor.”/ç.n.)

 92- Nutuk, cilt III, vesika 54, s. 47, (Aslı şöyledir: “… müteaddit veya münferit ecnebi mandaterlikleri gibi doğrudan doğruya hayat ve istiklalimizle alakadar bir mesele mevzubahis olmaktadır.”/ç.n.)

 93- Nutuk, cilt I, s. 137. (Aslı şöyledir: “Hakikatte Wilson; prensipleriyle beraber; sahneden çekilmiş ve aksamı memaliki Osmaniye’nin Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, İzmir’de, Adana’da ve her yerde işgaline seyirci bulunuyor muydu ?”/ç.n.)

 94- Trabzon delegeleri daha Erzurum Kongresi’nde, sultanlığın savunulmasından yana çıkmışlardı. Sivas Kongresi’nden sonra Osmanlılar Cemiyeti kuruldu, fakat başarı kazanamayarak kısa bir süre sonra dağıldı.

95- M. Ş. Akkaya, “Millî Tarihimizde Sivas Kongresi’nin Tuttuğu Yer”, Zafer, 13.9. 1957.

96- Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, cilt, II, s, 841 -879. “Amerikan generalinin sözlerine dayanarak, bazı Sovyet araştırmacıları, Mustafa Kemal’i de Amerikan mandası yandaşları arasında saymışlardır. Bkz. V. İ. Şpilkova, Birinci Dünya Savaş’ından sonra Amerika’nın Türkiye’yi Ele geçîrme Planları” [1919- 1920), doktora tezi özeti, Moskova,1952. (Rus.)

97- M. Ş. Akkaya, “Millî Tarihimizde Sivas Kongresi’nin Tuttuğu Yer,” Zafer, 13.9.1957.

 98- Nutuk, cilt III, vesika 196. s. 232. (Aslı şöyledir: “Konferans, kendiliğinden bir manda meselesinin ciheti tatbikiyesini düşündüğü için bunun derecesi imkânını tetkik ettik. Bize göre Amerikan mandası tayin edilecek bazı şeriat dahilinde kabili kabuldür.”/ç.n.)

 99- Zafer, 16.4.1952. (Zafer gazetesinin bu sayısında, “Ulusa Soruyoruz” başlığı altında yer alan yazıda şöyle deniyor: “İstanbul’da çıkan haftalık ‘Cephe’ gazetesi, Türk İnkılap tarihine ibretle dolu müthiş ve yepyeni bir vesika takdim etti. İnönü’nün bizzat el yazısını taşıyan ve o zaman Erzurum’da 15. Kolordu kumandanı olarak bulunan Kâzım Karabekir Paşa’ya hitaben yazılmış bir mektup…” Daha sonra, söz konusu mektubun metni veriliyor. /ç.n.)

 100- Nutuk, cilt I, s. 56-59.

101- Kongre, Amerika’dan “yardım” istenmesi konusunda bir karar aldı ve Türkiye’ye özel bir komisyon gönderilmesi konusunda Amerika’ya ricada bulundu.

 102- Mustafa Kemal, Yeni Türkiye’nin Yolu, cilt I, s. 414. (Rus.)

103- Vehbi Cem Aşkun, Sivas kongresi, s, 149.

104- Nutuk, cilt III, s. 96.

 105- a.g.e.,  (Aslı şöyledir: “Bu suretle gerek milletimizin ve gerekse Avrupa ve Amerika menafii âliyesinin icabatı atiyesine tevafuk etmekte olan vaziyeti hazırai milliyemizin muhilli asayiş hiçbir fikre müstenit olmadığını ve emniyeti umumiyeyi ihlal edecek hiçbir hadise zuhur etmeyeceğini ve bütün mânasile muslihane bir hattı hareket takip edileceğini, Sivas’ta münakit umum Anadolu ve Rumeli murahaslarından müteşekkil Umumî Kongre sureti katiyede tekeffül ve temin ederek…”/ç n.)

 106- S. M. Kirov, Makaleler, Söylevler, Belgeler, cilt I, s. 229.


A. M. Şamsutdinov, “Mondros’tan Lozan’a – Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı Tarihi 1918 -1923”, Çev: Ataol Behramoğlu