Çağımızın en önemli ideolojilerinden biri olan liberalizm Türkiye’de ne zaman ortaya çıkmıştır? Bu konu hakkında çok farklı görüşler vardır. 19. yy ikinci yarısında başladığını öne sürenlerin yanı sıra liberalizmin tam anlamıyla Türkiye’de Demokrat Parti dönemiyle varlığını gösterdiği, hatta Turgut Özal döneminde Türkiye’de doğduğunu iddia edenler vardır. Şüphesiz ki hiçbir ideoloji köksüz bir biçimde ortaya çıkmaz. Her fikrin ardında gün ışığına çıkmayı bekleyen bir geçmiş vardır.
Liberalizm esas itibariyle bir Anglo-Amerikan düşünce geleneğidir. Liberalizmin kurucu babası 17. yüzyıl da yaşamış ve o dönemde eser vermiş olan İngiliz filozofu John Locke’dur. Locke çağımıza damga vuran siyasi düşünürlerden biridir ve bu denli önemli olmasının sebebi şüphesiz ki ortaya koymuş olduğu devletin çıkış teorisidir. Locke’a göre devlet insanların kendi aralarında anlaşamamalarından ortaya çıkan bir yapıdır. Ancak devlet zamanla bu yapısından uzaklaşmış insanların ‘sahibi’ konumuna gelmiştir. “Ona göre, insanlar doğa halinden “uygar” siyasi topluma geçerken doğal haklarını saklı tutmuşlar ve devleti bu hakları korumakla görevlendirmiş ve yetkilendirmişlerdir. Locke bu hakları “hayat, hürriyet, mülkiyet” üçlemesiyle özetlemiştir. Locke’un düşüncesinde doğal haklar öylesine temel ve vazgeçilmez değerlerdir ki, sözleşmeyle kurulan siyasi yönetimin bunları sistematik olarak ihlal etmesi bireylere o yönetime direnme hakkı verir.”(1)
Liberalizmin özgürlüğü savunan bir düşünce olduğundan yola çıkarak liberalizmi iki farklı şekilde inceleyebiliriz. Siyasi doktrin olarak liberalizm ve felsefi düşünce olarak liberalizm. Bu makalenin ana amacı çerçevesinde incelenmesi gerekenin Siyasi bir doktrin olarak liberalizm olduğunu düşünüyorum. Siyasi doktrin olarak Liberalizmin başlıca özellikleri:
Birey, Özgürlük ve İnsan Hakları
Liberalizmin esas dayanağı ‘birey’ ve ‘bireyin özgürlüğü’ kavramlarıdır. Bir coğrafyada Liberalizmin ortaya çıkması için en temel gereksinim bu iki kavramın var olmasıdır. Özgürlük, liberalizm için olmazsa olmaz bir değerdir. Hoşgörü, tolerans ve özel hayat gibi daha başka değerlerin, anayasacılık, kanun hâkimiyeti gibi kurumsal yapılaşmaların da kaynağıdır. Bu yüzden liberalizm özde özgürlük teorisidir. Nitekim liberal düşünürler tüm görüşlerini özgürlüğü merkeze alarak savunmuşlardır. “Liberal özgürlük anlayışının başlıca iki özelliği vardır. Birincisi, özgürlüğün bireysel bir durum olarak temellendirilmesidir, yani o özgürlüğün öznesi herhangi bir toplu varlık biçimi değil, sadece birey olarak insandır.”(2) Bununla beraber liberallerin çoğu zaman özgür toplumdan kastettikleri şey toplumsal bir özgürlük durumu değil bireylerin birey olarak özgür olmalarıdır. Özgür bireylerin bir araya getirdikleri toplum ancak özgür toplum olabilir. Çünkü toplum içinde barındırdığı bireylerden farklı bir varlık değildir.
Liberal özgürlüğün ikinci özelliği onun negatif bir değer olarak görülmesidir. Yani bireyin ancak herhangi bir keyfi kısıtlama veya baskı altında olmaması halinde özgür olduğunun kabul edilmesidir. Liberal doktrinde insan hakları genellikle özgürlük ilkesinin mantıki sonuçları veya türevleri olarak görülür. Ayrıca, insan hakları kollektif iddia ve talepler olarak değil de bireysel haklar olarak kavranır. (3)
Ana Yasa ve Hukuk
Temel liberal ilke, devletin hizmet sunan bir organizasyon olarak faaliyet alanı ne olursa olsun yaptırım gücü olan bir kurum olarak belli niteliklere sahip yasalarla sınırlandırılmasıdır. Liberalizm bu yasaların nitelikleriyle ilgili bir kuramdır. Liberalizmin bu temel savı “yasaların egemenliği” ilkesi ile özdeşleşir. Bireysel özgürlük yani insanların kendilerine özgü bilgileri kendi amaçları için kullanmaları durumunun korunduğu bir siyasal düzenin insanların değişik amaçlarını gerçekleştirmelerine en uygun düzen olduğudur. Bu düzen ancak çoğunluğun iradesi doğrultusundaki yaptırımlar da dâhil olmak üzere soyut, genel ve adil olma gibi belli nitelikleri olan yasalarla sınırlandığı zaman oluşabilir.
Bütün liberaller siyasi iktidarın anayasayla ve hukukla kayıtlanmasına çok önem verirler. Bununla, kamu otoritesi kullananların kişilerin özgürlüklerini mahfuz tutacak şekilde belirli sınırlar içinde hareket etmelerinin sağlanabileceğini ümit ederler. Liberal anayasacılığın temel amacı bireysel özgürlüğü güvenceye almak üzere devleti sınırlamaktır.
Liberalizm yasaların egemenliği ilkesini korumak için iki araç geliştirmiştir. Bunlardan ilki “kuvvetler ayrılığı” ikincisi “yazılı anayasalar”dır. Amaç yasayı koyanların özgül koşullara göre davranıp belirli yaptırımlarda bulunmalarını önlemektir. İnsanların değil yasaların egemenliğini savunan liberalizm ancak bu sistemde yaşayabilir. Eğer uygulamalarından bağımsız olarak konmuş genel, soyut kurallar anlamında yasalara uyarsak başka insanların iradelerine tabi olunmamış olur, işte özgürlük budur (4)
Devlet
“Sınırlı devlet” terimiyle liberallerin kastettikleri görev alanı sınırlanmış veya daraltılmış devlettir. Terim bu anlamda faaliyet çerçevesi tüm toplumsal alanı kuşatan sosyalist devlete olduğu kadar, “refah devleti”ne veya “sosyal devlet”e de karşı bir devlet yapılanmasını ifade eder. (5)
Doğal düzen sürekli bir ilerleme düzenidir. Doğal düzen özgürlük düzenidir. İnsanlar çatışma değil uyum içinde özgürlüklerini kullanırlar. Devletin doğal düzene müdahale etmemesi gerekir. İnsanlar arasında suni sorumluluk ve ilişkilerin konması toplumu bozar. Devlet insanların doğal düzenini devam ettirmek için vardır. Hiç kimse diğerini bir şey yapmaya zorlayamaz.(6)
Serbest Piyasa Ekonomisi
Liberalizmin piyasa ekonomisiyle ilişkisi iki açıdan ortaya çıkar. Bir kere, liberal doktrin, diğer sivil özgürlükler gibi, mülkiyet ve miras hakkı ile mübadele ve sözleşme özgürlüklerini de özgür bir toplum için vazgeçilmez görür. Bu özgürlükler ise piyasa ekonomisinin temelidir; başka bir anlatımla, mülkiyet hakkına, özgür mübadeleye ve sözleşme serbestisine dayanan bir toplumda kendiliğinden ortaya çıkacak olan iktisadi formasyon türü piyasa ekonomisidir.
İkinci olarak, piyasa ekonomisi liberalizmin “sınırlı devlet” ilkesinin de bir gereğidir. Ayrıca, piyasa ekonomisi sivil toplumun da temelleri arsında yer alır. Çünkü liberal bakış açısından, devletten bağımsız bir varlık alanı olarak ortaya çıkabilmesi için, toplumun iktisadi bakımdan da devlete bağımlı olmaması, kendi ayakları üstünde durabilecek durumda olması gerekir.
Ana Hatlarıyla Osmanlı Liberalizmi
Osmanlı Devleti’nin kendine özgü olan ve Kanuni’nin son yıllarına kadar iyi işleyen toplumsal ve ekonomik düzeninin birtakım iç ve dış sebeplerden dolayı bozulmaya ve çürümeye başlaması, 18. yüzyıldan itibaren Batılılaşma çabalarının artmasına yolaçmıştır. Batılılaşma, devletin çöküşüne engel olmak için ortaya atılan bir çözüm önerisiydi. Modernleşme anlayışını belirten “Batılılaşma” kavramı, Batı’nın kendine özgü kurumlarının ve yaşam biçiminin benimsenmesi anlamında kullanılır.(7) Liberalizm Osmanlı topraklarına batılılaşma ile birlikte girmiş uzun yıllar boyunca liberalizm batılılaşma ile aynı anlamı paylaşmış, liberallik ise özel mülkiyeti savunma hakkı olarak anılmıştır.
Bu macera esasen 19.yy’ın ikinci yarısında Osmanlı aydınları (bürokratları) asırlık düşmanları karşısında aldıkları yenilgiler sonucunda ‘nerede hata yaptık?’ sorusunu sormalarıyla başlamışlardır. Bu sorular Tanzimat ve Islahat fermanları gibi yenileşme hareketlerinin başlangıç noktası olmuştur.
Liberalizm hareketlerine kapının aralanması 17.yy da Lale Devrinde ortaya çıkmıştır. III. Selim’in yazdırmış olduğu Islahat Layihalarından çıkan üç ana fikir vardı. Bunlardan biri geleneksel Osmanlı kurumlarını canlandırmak bir diğeri eski yapı ile yeni yapı arasında bağ oluşturmak üçüncüsü ise eski kurumları kaldırıp yeni kurumların açılmasını sağlamaktı. Böylece III. Selim, Nizam-ı Cedid ve Irad-ı Cedid’i kurdurdu. Bu durum III. Selim’e karşı bir muhalefet oluşturmuş olsa da elçiliklerin kurulması ile Osmanlı topraklarına liberalizm’in girmesine ön ayak olunmuştur. Liberalizm Türkiye’ye öncü devletler(İngiltere ve Fransa) yoluyla değil Prusya ve Avusturya kanadından girmiştir.
1808 yılında Osmanlı tahtına çıkan II. Mahmud, Selim’in başlattığı reformları devam ettirir. Saltanatının ilk yılında imzalanan Sened-i İttifak ise, Osmanlı tarihinde ilk kez hükümdarın yetkilerini kısıtlamaya dönük bir belge olarak dikkati çeker. Her ne kadar uygulanmamış, ölü doğmuş bir vesika olsa da mutlakıyeti sınırlama amacı güden bir metin olması dolayısı ile önemlidir. (8) Öte yandan, özellikle 15 Haziran 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra II. Mahmud yeni bir reform programını yürürlüğe koyar. II. Mahmud’un yenilikleri aslında 3 Kasım 1839’da ilân edilecek olan Tarzimat Fermanı’nın ön hazırlıkları gibidir. İlk reform yine askerî alandadır. Asakir-i Masûre-i Muhammediye Ordusu kurulur. İtalya ve Fransa’dan uzman subaylar getirilerek modern bir şekilde eğitilmesine çalışılır. 1834 yılında, Türkiye’nin siyasî hayatına damgasını vuracak bir eğitim kurumu olan Harbiye Mektebi açılır. (9)
Bunun yanı sıra devletin bürokratik sisteminde pek çok yenilik yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Mısır valisi Kavalalı Mehmet ali paşa Mısır’ı bir rekabet gücüne dönüştürürken imparatorluğun dört bir yanında çıkan isyanlar reformları zorunlu hale getirmiştir. Reformlar ilk başta devletin yönetiminde ve askeri yapısında gerçekleştirilir.
Tanzimat Dönemi düşünce hayatımıza kaynaklık eden Tercüme Odası’dır. 1821 Yunan İsyanı’ndan sonra kurulduğunu gördüğümüz bu oda, dış ilişkilerimiz bakımından gördüğü önemli işlevin yanısıra, yetiştirdiği önemli şahsiyetler bakımından söz edilmesi gerekli bir kurumdur. Başta Tercüme Odası olmak üzere hariciye mesleğinden yetişen bürokratlar Tanzimat’ın yaratıcıları ve fikir babaları olmuşlardır. Başta Mustafa Reşid Paşa olmak üzere, Sâdık Rıfat Paşa, Âlî Paşa ve Fuad Paşa buradan yetişen liberal yapıda devlet adamlarıdırlar. II. Mahmud reformlarıyla İmparatorlukta yeni bir çığır açmıştı. Fakat 1839 yılında ölümü, O’nu yeniliklerinin daha da geliştiğini görmekten alıkoydu. Ancak, artık İmparatorluk daha liberal reformlara beşiklik edecek olan Tanzimat Fermanı’nın ilânına gebeydi. (10)
Liberalizm zamanla Tanzimat ve Islahat Fermanları ile mülkiyet hakkının dillendirilmesi olarak karşımıza çıkmıştır. Sadık Rıfat Paşa, Mustafa Reşid, Ali ve Fuad Paşalar ile birlikte adı konulmamış ilk liberal aydınlar ortaya çıkmıştır. Ancak bilgisiz ve beceriksiz olan bu aydınlar liberalizm adına Osmanlı topraklarında bir ilerleme kaydedememiştir. Bunun devamı olarak İbrahim Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa Osmanlı liberalizminin beklide en donanımlı savunucularıdır. II. Meşrutiyet sonrası İttihad ve Terakki Partisi ile liberalizm diğer pek çok fikir akımı gibi Osmanlı topraklarında açıkça dillendirilmeye başlamıştır. Mehmet Cavid Bey, Prens Sebahaddin, Rıza Tevfik, Ahmet Şuayib bu açıdan önemli isimlerdir.
3 Kasım 1839 günü ilân edilen Tanzimat Fermanı getirdiği prensiplerle Osmanlı İmparatorluğu’nu bir hukuk devleti olma yoluna sokarken, yönetimde ve düşüncede artık geriye dönüşü olmayan bir yenileşmeye de kapıları açmaktaydı. Mustafa Reşid Paşa tarafından kaleme alınan ve bir hatt-ı hümâyûn (padişah fermanı= ordonnance impériale) olarak ilân edilen ve yarı anayasal bir belge olan bu ferman başlıca üç temel prensip öngörmektedir: Osmanlı vatandaşlarının can, mal ve ırz dokunulmazlıklarının garanti altına alınması; herkesten gelirine orantılı bir şekilde vergi toplanması; askerlik görevinin düzenli usûle bağlanması. Ferman’ın getirdiği bütün bu prensipler Müslüman olsun olmasın bütün Osmanlı vatandaşlarına eşit olarak uygulanacaktı. Tanzimat Fermanı getirmekte olduğu yeni prensiplerin yanısıra, Türkiye’de anayasal yönetime doğru atılmış bir adım olması ile de önemli bir metindir. Ferman Osmanlı vatandaşlarının can güvenliğini garanti altına alarak onun hak ve görevlerine dikkati çeker. Yine bu fermanla getirilen mal güvenliği esası ile Osmanlı İmparatorluğu’nda özel mülkiyete geçişte ve mülkiyetin, müsaderenin kaldırılması yolu ile garantiye alınmasında önemli bir dönüm noktasıdır.(11)
Görüldüğü gibi Tanzimat Osmanlı siyasi düşüncesinde yeni bir kapı aralamıştır. Tam manasıyla liberal bir metin sayılmasa da Tanzimat’ın getirileri ve yavaş yavaş değişen Osmanlı siyasi fikriyatı liberalizm açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Ancak atlanmaması gereken bir ayrıntı vardır ki o da şüphesiz liberalizmin temelini oluşturan bireysellik/bireycilik anlayışıdır. Bir coğrafyada liberalizmin olması için gerekli olan unsurları makalenin başında da belirtmiştik. Osmanlıda eksik olan şey ya da şeyler bütünü de bu temel noktalarla ilgilidir. Osmanlı toplum yapısına baktığımızda karşımıza çıkan şey tebaa kültürüdür. Liberalizm için birey en önemli yapı taşıdır ancak Osmanlıda bir bireyden ya da bireysellikten bahsetmek mümkün değildir. Bir diğer önemli mevzu ise Tanzimat fermanında güvence altına alınan özel mülkiyet hakkının ne kadar gerçekleşip gerçekleşemediği mevzusudur. Çoğu zaman yasalarda yazan ile uygulanan arasındaki derin uçurum geçmişe dair tasavvurlarda bulunmayı zorlaştırır. Tanzimat fermanının ne kadar liberal bir metin olduğu da bu sebepten tartışmalı bir mevzudur. Bunun yanı sıra dönem aydınlarının bakış açıları ve hareketlerine bakıldığında aydınlar ne kadar liberaldi sorusu gündeme gelir. Adı konulmamış liberal aydınlar denmemesinin sebebi bundandır. Dönem aydınları kendilerini asla liberal olarak tanımlamamıştır. Onlar “yeni Osmanlılar”dır.
Dönem aydınları Tanzimat ile İmparatorluğun çok uluslu yapısını göz önünde bulundurarak, bireyi devlet karşısında korurken, bu farklı unsurları imparatorluğun çatısı altında tutmak suretiyle İmparatorluğun da bütünlüğünün korunması çarelerini araştırmışlardır. Bunun için de tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi otoriter ve monolitik olmayan yapıda olan Prusya ve Avusturya’nın kurumlarını inceleyerek değerlendirmişlerdir. Meclis-i Vâlâ’nın kuruluşu bunun en tipik örneklerinden birisidir ve Prusya’daki Staatsrat (Devlet Konseyi) ile Osmanlı yönetim geleneğinin senteziyle oluşturulmuştur. Prusya ve Avusturya’daki bu meclislerin esin kaynağının ise İngiltere ve Fransa’nın liberal yapıdaki kurumları olduğu bilinmektedir. Yani, Tanzimatçılar Avrupa’daki liberal gelişmelerden doğrudan İngiltere ve Fransa yoluyla değil ancak, Avusturya ve Prusya yoluyla etkilenmişlerdir. (12)Bu da karşımıza bir sentez çıkartmaktadır. Liberalizm de her ideoloji gibi içine pek çok kültürü alarak yeni sentezlere açık bir ideolojidir. Nasıl SSCB sosyalist modeli ile Küba sosyalist modeli arasında fark varsa liberalizminde pek çok farklı yönü vardır.
Bu noktada dönem aydınları üzerinde biraz fikir yürütmeyi gerekli görüyorum. Türkiye’de farklı dönemlerde yaşamış/yaşayan ve “liberal” diye nitelendirilebilecek yazarlar veya düşünürlerin hiçbirinde dünyada heyecan uyandıracak derecede özgünlüğe, üretmişliğe sahip “büyük düşünürler” olmadığını belirterek başlamak faydalı olacaktır. Dolayısıyla Türkiye Liberalizm’i Batı’dan aldığı temel teorileri yalnızca Türkiye ekseninde yorumlayarak yerleşik hale getirmekten başka bir yola gitmemişlerdir. Bu yönleri itibariyle etkileyici üretici mekanizma olmadıklarını, aksine varolanı bu eksende Türkiye siyasal-sosyal hayatına aşıladıklarını söyleyebiliriz. (13)Bu hususta ilk olarak bahsetmek istediğim aydın şüphesiz ki Sadık Rıfat Paşa olacaktır. Mehmet Seyitdanlıoğlu’na göre Sâdık Rıfat Paşa, ilk kez doğulu devlet anlayışından farklı liberal bir devlet yönetimi ve anlayışını öne sürmüştür. Paşa, “hükümetler halk içün mevzû’ olub, yoksa halk hükümetler içün mahlûk” değildir demiş ve imparatorlukta ilk kez insan hakları üzerine fikir yürütmektedir, hamallığı insan onuruna uymayan bir iş olarak görür”. Sadık Paşa’nın bu düşünce yapısına kavuşmasındaki etkenyüksek ihtimalle Avrupa’da elçiliği sırasında etkilendiği bazı düşünürlerdir. Sadık Paşa’nın tam olarak Liberal kaygılar güden bir aydın olup olmadığı tartışmalıdır.
Üzerinde konuşulması gereken diğer aydınlar ise Mustafa Reşid, Âlî ve Fuad Paşalar da liberal düşünce ve görüşler öne sürerler. Dönemin bütünü göz önünde bulundurulduğunda hâkim olan temel yaklaşımın batılılaşma kisvesi altında yürütülen basit bir liberal yönetim anlayışı ve ekonomi olduğu göze çarpar. Fuad Paşa ve Âlî Paşa mülkiyete hürriyet istemektedirler. Onlara göre, eğer Osmanlı İmparatorluğu’nda mülkiyet hakkı tanınırsa, ekonomik gelişme bireylerden başlayarak hızlanacaktır. Bunun için gerekli adımları da atarlar. Tanzimat Fermanı’nın ilân edilmesinden sonra, kişilerin mallarına ölümlerinden sonra ya da görevlerinden alınınca el konulması gibi sermaye birikimini engelleyen önemli bir engel olan müsadere sistemi kaldırılır. 1858’ de çıkarılan Arazî Kanûnnâmesi ile imparatorluğun hemen tamamını kapsayan devlet malı arazi (mirî arazi) sisteminden özel mülkiyete geçiş başlatılır.
Tanzimatçı devlet adamlarına göre ticaret liberalleştirilmelidir. Serbestî-i ticaret onlar için ulaşılması gereken bir hedeftir. Ticareti desteklemek amacıyla bankacılığı başlatırlar. Bugün halâ yaşayan özel teşebbüslerden kuruluşlarından birisi olan Şirket-i Hayriye vapur işletmesi onların eseridir. Sanayi alanında ise öncelikle devlet eliyle sanayileşmeyi denerler. Günümüzdeki organize sanayi bölgeleri uygulamasına benzer fabrikalar kurarlar. 1840’lardan 1860’lı yıllara kadar süren bu girişimlerin olumsuz sonuçlanması üzerine özel sektöre destek vermek ve bir özel sektör yaratmak amacıyla esnafı birleştirerek, şirketler oluşturmak ve gümrük duvarlarını yüksek tutarak bu oluşumu himaye etmek yolunu tutarlar. Öte yandan, yabancı sermayenin İmparatorluğa getirilmesini, devletin elindeki fabrikaları özel kesime bırakarak, ekonomik hayattan elini çekmesi gereğine işaret ederler. Bununla birlikte onların bütün bu teşebbüsleri eksik ve yetersizdir. İmparatorluktaki bilgi birikiminin yokluğu, ekonominin esaslarını bilen, kavrayan insanların bulunmayışı Avrupa karşısındaki teknolojik yetersizlikler ve rekabet ne devlet eliyle sanayileşmeye ve ne de bir özel sektörün filizlenmesine imkân tanır. Osmanlı toplumunda var olan lonca teşkilatının market fiyatlarını belirlemesi, devletin vergi alması gibi konular serbest piyasa ekonomisinden bahsetmemizi imkânsız kılmaktadır. Osmanlı ticari hayatı rekabete dayalı bir sistemi barındırmamaktır. Hatta tam tersine rekabeti eşitleyen bir sistem mevcuttur. Bu da dönem aydınlarının başlattığı tüm bu teşebbüsleri sonuçsuz bırakmıştır. Yapılan hemen bütün teşebbüsler yarım kalır.
Ancak bu başarısız teşebbüsler daha sonra ortaya çıkacak olan pek çok fikre öncülük etmiştir. İbrahim Şinasi, Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi artık ‘adı konulmamış aydın’ olmayan, ismi belli Türk Liberalizminin öncülerinin doğmasına sebep olmuştur. Bu aydınlar kendilerinden önceki aydın kuşağına tepki olarak ortaya çıkmış ancak benzer sorular sormuş ve onların başlattığı macerayı bir ileri seviyeye taşımışlardır. Daha sonra gelen Prens Sabahattin Örneği ve Le Play Okulu Liberalizmi iyiden iyiye dillendirmeye başlamıştır. Mülkiyet hakkı olarak başlayan macera padişahın yetkilerinin sınırlandırılması, tebaadan halk yaratmaya çalışanların macerasına dönüşmüştür. Basın özgürlüğü, anayasal özgürlük, hukuk, birey ve en önemlisi özgürlük konuları açık açık konuşulmaya başlamıştır.
Türk Liberalizm Macerasında Tanzimat Ne İfade Eder ?
Türk Liberalizmi günümüzde hala tartışmalara açık bir konudur. Türkiye’de başka hiçbir ideoloji Liberalizm kadar yanlış anlaşılmamış ve Liberalizm kadar farklı düşüncelerle bütünleştirilmiştir. Bu konuda şüphesiz en büyük suç Liberal geçinen aydınların tutumudur ve yapı itibariyle Liberalizmin büründüğü maskelerdir. Liberalizm çoğu zaman muhafazakârlıkla anılmaktadır ki bu tamamen yanlış bir yaklaşımdır. Benzer şekilde sosyalizm ile liberalizm karıştırılması da ülkemizde sık sık yapılan bir hatadır.
Tüm bu yanlış anlaşılmaların kökenine indiğimizde sorun cahilliğin yanı sıra Liberalizmin ülkemize girdiği dönemdeki durumla da alakası vardır. Tanzimat dönemi batılılaşma yolunun açıldığı aydınların yetersiz olduğu ve liberalizmi, liberalizmin ana vatanından değil de farklı versiyonel bir yaklaşımından öğrenilmesiyle alakalıdır. Avusturya ve Prusya örneğinin uygulanması bir yana Liberalizmin yalnızca mülkiyet hakkı noktası üzerinde durulması serbest piyasa ekonomisi yanının güçlendirilmeye çalışması bu doktrinin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiştir.
Bir diğer mühim mesele zihniyettir. Osmanlı dediğinde aklımıza halk değil tebaa gelmektedir. Bu durum liberalizmin anlaşılmasında ortaya çıkan bir diğer sorundur. Halk bireyler topluluğuyken tebaa itaat odaklı topluluklar bütünüdür. Tebaa içerisinde bireysel hak ve özgürlüklerin dillendirmesi olağan dışı bir tutumdur. Bu sebepten Tanzimat aydınlarının bahsettikleri ve ileri sürdüklerini bireysel özgürlük istemi olarak ele almak zorlama olacaktır. Bunun yerine Tanzimat düşünürlerinin ileri sürdükleri özgürlük anlayışının daha çok toplumsal bir özgürlük ve toplumsal bir hak iddiası olarak düşünmek yerinde bir karar olacaktır.
Tanzimat’la kapısı aralanan Osmanlı liberalizmi Türkiye’de bugün hala anlaşılamayan ve karanlıkta kalmış bir meseledir. Tanzimat’ı tam anlamıyla liberal bir metin olarak değerlendiremez, Tanzimat aydınlarını da liberaller olarak adlandıramayız. Ancak Tanzimat’ın araladığı bir kapıdan bahsedebiliriz. Bu kapı daha sonra liberalizme açılacak ve maalesef ülkemizde anlaşılamayan bir ideoloji olarak yerini alacaktır. Temel sebep büyük ihtimalle Tanzimat’ın Osmanlıyı kurtarma girişimlerinden biri olarak görmekten kaynaklanmaktadır. Bugün hala liberalizm hak hukuk özgürlük bünyesinde ele alınmaktan çok kurtuluşa giden yolda vaad edilen bir ideoloji görevi görmektedir.
Notlar
1- Mustafa Erdoğan, “Liberalizm ve Türkiye’de Liberal Eğilimler”, http://www.liberal.org.tr/incele.php?kategori=MTg=&id=NDY2, 2010.
2- A.g.m.
3- A.g.m.
4- Ruhdan Yumer, “Devlet Kuramında Liberal Temalar: Devletin Sınırları (I)”, Toplum ve Bilim, 31/39 (Güz 1985-Güz 1987), s. 48.
5- Mustafa Erdoğan, “Liberalizm ve Türkiye’de Liberal Eğilimler”, http://www.liberal.org.tr/incele.php?kategori=MTg=&id=NDY2 , 2010
6- Frederic Bastiat, Economic Harmonies, D. Van Nostrand Company, Inc., 1964 syf. 35.
7- Seyfettin ASLAN ve Abdullah YILMAZ “Tanzimat Döneminde Osmanlı Bürokratik Yapı ve Düşüncesinin Değişimi” C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi 2/1 sayf. 287.
8- Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, Belleten, XXVIII/112, (Ankara, l964), syf. 628.
9- Mehmet Seyitdanlıoğlu “Türkiyede Liberal Düşüncenin Doğuşu ve Gelişimi” syf. 2.
10- A.g.m.
11- A.g.m.
12- A.g.m.
13- Ömer Faruk KARAGÜZEL “ Liberalizm ve Türk Liberalizmi Üzerine Notlar” Umran Dergisi 2012 sayf. 89.
Kaynakça
– Bastiat, Frederic, Economic Harmonies, ed. George B. d. Huszar, İngilizce’ye çeviren W. Hayden Boyer, (D. Van Nostrand Company, Inc., 1964).
– Berkes,Niyazi, Türkiye ’de Çağdaşlaşma( İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2002).
– Çetin, Halis,” Liberalizmin Tarihsel Kökenleri”, C. Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 3/1(2002), s. 88.
– Doğan, İsmail “Sosyolojik Düşüncenin Osmanlı’daki Kaynakları: Ulûm- ı İktisâdiye ve İçtimâiye Mecmuası Örneği”, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 32/1 (1999). Syf. 49-80.
– Engelhardt , E.Philippe ,Tanzimat ve Türkiye (İstanbul: Kanküs Yayınları, 1999).
– Engelhardt, E.Philippe, Türkiye’de Çağdaşlaşma Hareketleri -Tanzimat(İstanbul: Örgün Yayınevi, 2010).
– Eryılmaz, Bilal, Tanzimat ve Yönetimde Modernleşme (İstanbul: İşaret Yayınları, 2000).
– Hilmi Ozan Özacı, “Düşünce Tarihi Merceğinden: Türkiye’de Liberalizm”, Doğu Batı Dergisi, 57/14 (2011) s. 137-174
– İnalcık, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, Belleten, XXVIII/112, (Ankara, l964), ss. 630-622.
– Locke, John, İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme (İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2004).
– Locke,John, Hükümet Üzerine Birinci İnceleme (Ankara: Kırlangıç yayınları, 2009).
– Önsoy, Rıfat, “Sened-i İttifak ve Türk Demokrasi Tarihindeki Yeri”, H.Ü. Edebiyat Fakültesi Dergisi, 4/1 (1985) ss. 24-30.
– Paşa, Sait Halim, Buhranlarımız ve Son Eserleri(İstanbul: İz Yayıncılık, 2009).
– Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir? Ve İzahları (İstanbul: Ayraç Yayınları, 1999).
– Seyitdanlıoğlu,Mehmet “Türkiye’de Liberal Düşüncenin Gelişimi Ve Doğuşu”, Liberal Düşünce, sayı 2 (İlkbahar 1996).
– Yayla, Atilla, “Adalet Teorilerine Bir Bakış”, Yeni Forum, C. 12 (1991), n. 261, s. 33-40.
– Yayla, Atilla, “İnsan Hakları’nın Kavramsal ve Aktüel Anlamı”, Türkiye Günlüğü, n. 14 (Bahar 1991), s. 103-11.
– Yıldız, M. Cengiz, “Said Halim Paşa’da Üç Tarz-ı Siyaset: Batılılaşma, İslamcılık ve Milliyetçilik”, TYB Akademi Dergisi, Sayı: 3(2011).
– Yumer, Ruhdan, “Devlet Kuramında Liberal Temalar: Devletin Sınırları (I)”, Toplum ve Bilim, 31/39 (Güz 1985-Güz 1987), s. 45-57.
– Yumer, Ruhdan, “Devlet Kuramında Liberal Temalar: Sivil Beraberlik.
– Yumer, Ruhdan, “Hayek’çi Liberalizmin Temel İlkesi”, Yeni Forum, C. 9 (1988), n. 215, s. 24-32.