Marksizm ve Demokrasi – Richard Wolff

Marksizm ve Demokrasi - Richard Wolff


Demokrasi ve Marksizm arasındaki tarihsel ilişki, bir dizi döngüyü açığa çıkarmıştır (Miliband, 1977: 74). Bazen Marksizm, kendi amacını, geniş anlamıyla de­mokrasinin gerçekleştirilmesi olarak vurgulamıştır. Başka za­manlarda Marksizmin itkisi daha çok demokrasinin çağdaş biçimlerini ve demokrasi hareketlerini burjuva olarak, dola­yısıyla da kapsam ve içerik bakımından kökten ve kabul edi­lemez biçimde sınırlı bularak eleştirmek olmuştur.(1) Dahası Marksistler, Marksistlerin demokrasiyi nasıl tanımlayıp ona nasıl bağlanmaları gerektiği konusunda kendi aralarında tar­tışmış ve karşıt konumlar almışlardır (Williams, 1976: 82-7). Marx’ın kendisi, sıklıkla demokratlar olarak adlandırdığı po­litikacıların güçlü eleştirileri sayesinde, radikal demokratlık­tan komünistliğe doğru kişisel bir dönüşüm geçirmiştir. Ör­neğin onun 1850 tarihli “Komünist Lig Merkez Komitesinde Yapılan Konuşma”da (Address of the Central Committee of the Communist League) ve 1851-2’deki Louis Napolyon’un 18. Brumaire’inde olduğu gibi.(2)

Daha sonraki Marksistler, demokrasi ve demokratlara ilişkin olarak kendi aralarında ayrıştılar. Önemli sayıda Marksist, demokrasiyi kuramsal olarak benimsedi ve demok­ratları politik müttefik olarak gördü. Aslında bazı yeni “post Marksistler”, Marksizm yerine “radikal demokrasi”ye bağlı­lıklarını duyurdular (Laclau ve Mouffe, 1985; 1987). Başka Marksistler, işçileri devrimci sınıf projelerinden saptırarak sosyalizm ve komünizme geçişi engelleyen bir hareketin unsurları olarak demokrasiyi ve demokratları dışladılar (Mercer, 1980). Marx; yaşamı boyunca konumunu (çoğunlukla tek bir yö­ne doğru) değiştirirken pekçok Marksist, karşıt konumlardan hangisinin çoğunluğa hükmettiğine bağlı olarak kâh ilk görüşe kâh diğerine savruldu. Yakın zamanda çıkmış bir çalışmanın so­nuç bölümünde dendiği gibi, “Marx’ın mirası üzerine dünya ça­pında süren tartışma bugün artık büyük ölçüde onun demokrasi ile olan belirsiz ilişkisine yönelmiştir” (Meister, 1990: 99).

Doğu Avrupa sosyalizmlerinin çöküşü, Marksistlerin 1945’ten itibaren başlayan demokrasi ve demokratları şevkle be­nimseme doğrultusundaki yönelime ivme kazandırdı; örneğin çöküşe, yetersiz demokrasinin neden olduğu görüşü ifade edildi (Kotz ve Weir, 1997). Kanımca yazık ki bu tartışmalar ve salınımlar, Marx’ın demokrasi eleştirisinin sınıf özgüllüğünü büyük ölçüde kaçırdılar; dolayısıyla Marksizm (Marksistler) ve demok­rasi (demokratlar) arasında farklılıklara da saygıyı içeren bir itti­fak fırsatını da kaçırdılar.

Burada ortaya koymak istediğim özel Marksist duruş, her iki uç konumun da uygun olmaması nedeniyle bu salınımlardan ka­çınmayı amaçlıyor.(3) Bu nedenle -Marksistlerin kendilerini de­mokrasiden uzak tutması ve demokratların geçmişte yaptıkları gibi- bir başka döngü için tartışmıyorum. Bunun yerine Mark­sistler kendi olumladıkları demokrasi türü ile çoğu demokratın günümüzde (geçmişte olduğu gibi) olumladıkları çok farklı tür­lerdeki demokrasiler arasına kesin bir ayrım koymalıdırlar. Avineri’nin belirttiği gibi, “sınıf farklarını ortadan kaldırmayı” ge­rektiren “gerçek demokrasi” ile bunu gerektirmeyen “biçimsel”, “radikal”, “politik” ve “Jacoben” demokrasi türlerini ayırırken Marx da benzer bir şey yapıyordu (Avineri, 1971: 34-8. 47). Da­hası, Marx’ın ayrımları gerçek demokrasiyi, önkoşul olarak sınıf- sızlığı bekleyen uzak bir ideal olarak kurguluyormuş gibi görün­mek zorunda değildir. Örneğin ben Marx’ın ayrımlarını, demok­ratlar ile Marksistler arasında bir ittifakın temelini ve ölçütlerini sunduğu şeklinde yorumlayacağım.

Marksizmin demokrasiye ayrıt edici yaklaşımı (ve dolayısıyla katkısı), demokratik karar alma süreçlerinin nesnelerine odakla­nır: Demokrasinin ilgilerinin “ne” olduğuna.(4) Tek başına bu, Marksizmi demokrasiye ilişkin başka pek çok yaklaşımdan ayırır. Bu yaklaşımların çoğu demokrasinin “nasıl”ını vurgular: örneğin işleyişi dolaylı ve temsili olabilir mi, yoksa doğrudan ve aracısız mı olmalıdır? “Nasıl” demokratları, böyle seçenekler üzerinde tartışır ve bazen bunlara ilişkin konumları nedeniyle birbirlerinin gerçek demokratlar olmadıklarını ilan ederler. Diğer demokrat­lar, demokrasinin “kim”ini tartışırlar: Herkesi kapsamalı mıdır, yoksa bir demokrasiye toplumun yalnızca bazı bireyleri mi katı­labilir? İkinci durumda tartışma, demokratik kolektif karar alma sürecine katılma yeterliliğini neyin belirleyeceği üzerine odakla­nır; örneğin yaş, cinsiyet, ırk, servet, eğitim, vb. gibi.(5) Marksistler bu tartışmalara katıldıysalar da, onların demokrasiye bir kav­ram ve toplumsal hareket olarak özel katkıları, demokrasinin “nasıl”ına ve “kim”ine ilişkin önermelerde değildir.

Benim Marksizm yorumuma/anlayışıma göre onun ayırt edi­ci odağı, öncelikle demokratik olarak kararlaştırılacak olanın ne olduğu üzerinedir. Ancak Marksizmin “ne” üzerine görüşlerini betimlemeden önce, “ne” ile ilgili olanların yalnızca demokrasi­ye Marksçı yaklaşımlar olmadığını da teslim etmem gerek. Tüm yaklaşımlar dolaylı biçimde ya da açıkça, herhangi bir topluluk­ta demokratik olarak kararlaştırılacak olanın ne olduğuna ilişkin bir konum alır (bunun açıkça yapıldığı örnekler için bkz. Dahl, 1985; Ellerman, 1990). Bunun nedeni uygulamaya yönelik kaçı­nılmaz bir sorunda yatmaktadır: Herhangi bir toplulukta kolek­tif karar almanın muhtemel nesneleri sonsuz bir liste oluşturur (uzamsal konum, nüfus artışı, akrabalık sistemleri, dinsel uygula­malar, ne üretileceği, ürünlerin nasıl dağıtılacağı, politik yaşamın nasıl düzenleneceği, sınıf yapıları, sanatsal dışavurumlar ve daha pek çokları). (Herhangi bir tanıma göre) demokratik olsun ya da olmasın kolektif karar almayı içeren herhangi bir toplumda za­man, enerji ve yerin uygulayımsal sınırlılıkları, bu tür bir karar al­manın sonsuz muhtemel nesneleri arasından seçim yapmayı ge­rektirir. Herhangi bir tarihsel dönemde, bunların yalnızca göre­ce küçük bir kısmı fiilen bu nesnelerden olabilecektir.(6) Demok­rasi üzerine yapılan tartışmalara Marksizmin ayırt edici katkısı onun, demokratik karar verme sürecinin fiili nesneleri arasına neyin neden katılacağına ilişkin açık ve eleştirel savıdır.

Demokrasi ve Sınıf

Her durumda, herhangi bir toplumda karar almanın bazı muhtemel nesneleri güncel nesnelere dönüşürken, diğerleri yal­nızca gizil kalırlar. Örneğin, aynı zamanda demokrat da olan fe­ministler, demokrasiye katkılarının (ve vaatlerinin) kendi toplu­luklarında toplumsal cinsiyet ilişkilerini demokratik karar almanın nesnesi durumuna getirmeyi öncelikli kıldığını vurgulayabilir­ler.(7) Aynı zamanda demokrat olan ırkçılık karşıtları da benzer bi­çimde ırk ilişkilerini demokratik karar almanın güncel nesneleri olarak kurmaya odaklanabilirler. Bu tür feministler ve ırkçılık karşıtları demokrasiye bağlılıklarını (nasıl ve kim konularındaki görüşleri ne olursa olsun) demokratik karar almanın nesiyle ayrıl­maz biçimde ilişkilendireceklerdir. Toplumsal cinsiyet ve ırk iliş­kilerinin, bu tür karar almanın yalnızca fiilayata dönüşmemiş salt muhtemel nesneleri olarak kalmalarını pekalâ reddedebilirler.

Benim savunduğum Marksist konum, demokrasiye yönelik olarak paralel bir konum alır ama odağında sınıf vardır. Amaç, sınıfı ve sınıf değişimini demokratik karar almanın fiili nesnesi yapmaktır. Marksizmin demokrasi tartışmalarına öncelikli ve en önemli katkısı, demokratik karar alma ile kararlaştırılacak nesne­ler listesine sınıf yapılarını koyma talebi ve savlarıdır. Dolayısıyla böylesi Marksist demokratlar, sınıf yapılarını bu listenin dışında tutan demokratik hareketleri benimsemeyi reddedebilirler. Böy­le bir reddiye; sınıf terimleriyle, burjuva ve Marksçı demokrasi arasındaki ayrımı teslim edecek ve somut olarak belirleyecektir.

Marksizmin demokrasiye katkısının, gündemine sınıfı oturt­ması olduğunu söylemek, sınıfın anlamının özgülleştirilmesini gerektirir. Marksizm kuramda ve uygulamada pek çok farklı ve uzlaşmaz sınıf kavramının bir arada bulunduğu uzun ve tartışma dolu bir tarihe sahip olduğu için bu zorunludur. Bu tartışmaları başka yerde sunmuş olduğumdan (Resnick ve Wolff, 1986; 1987) burada kısa tutacağım. Burada anlatmak istediğim Markçı sınıf kavramı; mülk sahipliğine, toplumdaki iktidar dağılımına ya da belirli insan gruplarının bilincine atıfla tammlanmamaktadır. Da­ha çok, artık emeğe göre -daha ayrıntılı söylenirse, artık emeğin veya onun ürünlerinin üretim ve dağıtım süreçlerine göre- ta­nımlanmaktadır.

Dolayısıyla Marx’ın yenilikçi sınıf kavramının bu yorumu; sı­nıfları, sahip olunan servete göre (zengin-fakir çatışması) algıla­yan diğer yorumlardan ayrılır. Benzer biçimde artık emek yakla­şımı, kimin yetkeye sahip olduğu (güçlü-güçsüz çatışması) ya da sınıfları, hangi toplumsal grubun diğerleri karşısında sınıf bilin­cine vardığına göre değerlendirenlerden de ayrılır.(8) Bir analizci­nin toplum hakkında düşünmek için bu farklı sınıf kavram(lar)ından hangisini kullandığı, ulaşacağı sonucu biçimlendi­recektir. Varlıklı insanlar güce veya bir sınıf olarak kendi bilinç­lerine sahip olmayabilirler, gücü olanlar varlıklı olmayabilirler, bir sınıf olarak kendi bilinçlerine varmış olanlar varlık veya güç­ten yoksun olabilirler, vb.(9) Sınıfın farklı kavramsallaştırmaları, farklı Marksizmlere (yorumlarına), dolayısıyla Marksizmin de­mokrasiyle ilişkisinin farklı anlayışlarına karşılık gelecek ve kat­kıda bulunacaktır. Benim yorumuma göre Marx açıkça sınıfa iliş­kin mülkiyet, güç ve bilinç kavramlarıyla ilgilenmiş ve bunları bizzat kullanmış olmakla beraber, artık emeğe odaklanan yeni ve farklı bir sınıf kavramını da önermiştir. Artık emek kavramı ara­cılığıyla özgün bir toplumsal çözümleme ve sınıf dönüşümü pro­jesi üretmiştir. Demokrasi ve Marksizm hakkında benim savım, sınıfa ilişkin bu artık emek kavramı üzerinde kurulmaktadır.

Sınıf ve Artık Emek

Marx’ın ayırt edici katkısı, diğerlerinin göz ardı ettiği üç top­lumsal süreç kümesine dikkatini yöneltmesiydi. Bunlar; artık emeğin üretimi, el konulması ve dağıtımıdır.(10) Marx, bütün toplumlarda emekleriyle doğayı dönüştürmeye girişmiş alt nüfus gruplarının bulunduğunu savlamıştır. Bu emeğin üretiminin bir kısmı -“gerekli” emekleriyle elde edilen “gerekli ürün”leri- bu emekçiler tarafından tüketilir. Ne var ki bu emekçiler gerekli emekten fazlasını sunduklarından gerekli üründen de fazlasını üretirler. Çevirilerde söz konusu Marksist “fazla”, “artık” olarak bilinir olmuştur.(11) Toplumlar, bu artığa el koyma konusunda farklı yollar (yani böyle artıkları kimin alacağını belirleyen farklı mekanizmalar) sergilerler. Son olarak, artığa el koyanlar onun kı­sımlarını başkalarına dağıtırlar. Üç sınıf sürecinin -artığın üreti­mi, el konulması ve dağıtımının- bileşimi, Marx’ın sınıf yapısı olarak adlandırdığı şeyi oluşturur.

Kapitalin üç cildi boyunca Marx, Avrupa tarihinin nasıl birbirleriyle etkileşen (kapitalist, feodal ve başka türden) sınıf yapı­larına önemli biçimde bağlı olduğunu göstermiştir. Kapitalizm ona göre modern Avrupa’daki yaygın (ama yegane denemeye­cek) sınıf yapısı olduğu için çağdaşlarına, dönemlerinin toplum­sal adaletsizliğinin kısmen kapitalist sınıf yapısının (artık emeğin kapitalist örgütlenmesinin) ürünü olduğunu göstermeyi amaçla­dı. Kapitalist sınıf yapısını anlamaları ve bunun dönüşümünü on­ların toplumsal değişim gündemlerine açıkça sokmak için diğer analizcilerin, özellikle de müttefik olarak gördüğü toplumsal eleştirmen ve radikallerin yanılgılarını düzeltmeye çalıştı.

Marx’ın bu yorumundan hareketle Marksistlerin bir demok­ratik hareketten beklentilerinin, demokratik karar almanın nesneleri arasında sınıf yapılarının -artık emek anlamında- açıkça içerilmesi ola geldiği ortaya çıkar. Dolayısıyla eğer bir demokra­tik hareketin amaçları toplumsal zenginliğin dağıtımıyla (mülkiyetiyle) ve/veya siyasal iktidarın dağıtımıyla ve/veya popüler bi­lincin örgütlenmesiyle sınırlıysa bu, yukarıda belirlenen Marksist amaçlarla uyuşmayacaktır.(12) Örneğin devlet ve özel mülkiyet kar­şıtlığını demokratik karar almanın nesnesi yapmaya uğraşan ama bunu sınıf -artık değerin örgütlenme biçimleri- için yapmayan demokratik hareketler, böylelikle Marksist sınıf gündemini red­dederler. Bu, artık emek bağlamında sınıfı yadsırken siyasal ikti­darın toplumsal dağıtımını (örneğin seçme hakkı) ya da bilincin kültürel oluşumunu (örneğin eğitim) demokratikleştirmeye yö­nelen hareketler için de geçerlidir. Demokratik hareketler, yal­nızca toplumun sınıf yapılarını (artık emeğin örgütlenişi ve onun meyvelerinin dağıtılışmm belirli biçimlerini) demokratik karar almanın güncel nesneleri arasına almaya yöneldikleri ölçüde, bu­rada demokratik projeye ayırt edici Marksist katkı olarak anılan şeyi içermiş olurlar.

Çelişkiler

Marksistler de feministler ve ırkçılık karşıtları gibi şu olası çe­lişkiyle karşılaşır. Belirli bir demokratik hareket, demokratik ka­rar almanın halihazır nesnelerinden feministler, ırkçılık karşıtları ve Marksistlerin öncelikli gördüğü nesneleri demokrasinin nele­rinden dışlarken, demokrasinin nasılları ve kimlerine odaklanı­yor olabilir. Bu durumda ne yapmalıdır? Bu demokratik hareke­tin ortaya çıktığı toplum cinsiyetçi ve ırkçı ise feministler ve ırk­çılık karşıtlarının bu tür bir hareketle önerilen demokrasiyi kuv­vetle eleştirmeleri anlaşılacaktır. Anlamlı bir biçimde böylesi bir demokratik hareketin, yandaşlarının düşüncelerini ve davranışla­rını bu tür adaletsizliklerden uzaklaştırarak cinsiyetçiliği ve ırkçı­lığı koruduğunu hatta güçlendirdiğini savlayabilirler. Bu tür bir hareketin politik anlamda düşmanları olduğunu açıklayabilirler. Bu, bir ideal olarak demokrasiye ya da onun belirli sistemlerde somutlaşmasına (demokrasinin nasıl örgütlendiğine [doğrudan veya dolaylı] ya da demokratik etkinliğe kimin katılacağına [tüm insanlar veya bazıları]) topyekün bir karşı çıkış anlamına gelmez. Daha çok bu, demokrasinin nesi üzerine bir anlaşmazlık oluştu­racaktır; demokratik karar almanın muhtemel nesneleri arasına nelerin katıldığı veya dışlandığına ilişkin bir anlaşmazlık.(13)

Burada geliştirilen Marksist konum da benzer gerekçeler su­nar. Marx, küçük burjuva demokratik hareketine karşı çıkarken kanımca doğrudan ya da katılımcı demokratik karar alma anla­yışlarını değil, daha çok artık emek anlamında sınıfı toplumsal değişimin popüler gündeminden uzak tutmaktaki suç ortaklığını eleştirmeyi hedeflemişti (bakınız Marx, 1933: 45-7). Marksçı ar­tık emek anlamında sınıfı dönüştürme projesiyle ilgilenmeyen bir demokrasi geliştiriyorlardı. Böyle hareketlerin, seçme hakkı, [si­yasal kapasiteyi] güçlendirme, refahın yeniden dağıtımı, doğru­dan seçimler, geri çağırma, halk oylaması ve benzerleri üzerinde odaklanışı, ona ciddi biçimde yanlış görünüyordu. Bunun nede­ni tam olarak artık emeğin farklı (özellikle de komünist) düzen­lenişini baskılayıcı veböylece bunların, demokratik karar vermenin, tartışmanın ve toplumsal değişimin açıkça konusu olmasını engelleyen sonuçları olmasıydı.(14)

Artık emek bağlamında sınıfa odaklanan Marksistler (kısmen yalnızca bu baskılamayı kırmak için), bu baskılamayla kasıtlı ve­ya değil, bilerek veya bilmeyerek uzlaşan demokrasi hareketleriy­le karşı karşıya gelirler. Bu tür hareketler, belirtildiği gibi geçmiş­te Marksist eleştirilere neden olmuştu; Rusya ve İngiliz Milletler Topluluğu’ndan çıkan ama ötesine de taşan Ekonomi ve Demok­rasi hareketinde olduğu gibi (Buzgalin, 1992) bugün de neredey­se her yerde Marksistlerin karşısına çıkmaktadır. Marksistler, bu tür demokratik hareketler ile onların demokrasi tanım ve görüş­lerini, onları politik anlamda düşman ilan edecek derecede eleş­tirmişlerdir. Marx bunu kendi zamanında yapmıştır. Bence bu­gün değişmiş koşullara uyarlanarak yinelenmesi uygundur.

Bu tür bir eleştiriye örnek olarak, Sovyetler Birliği’nin tarihi­ni ele alabiliriz. 1917’den sonraki ilk yıllarda demokratik karar alma sürecine insan kitleleri ilk kez katıldı. Bolşevikler o dönem için (ve bizler için de) ibret verici radikal biçimlerde demokrasi­nin nasılını ve kimini değiştirdiler. Demokratikleştirilmiş karar almanın nesini de değiştirdiler: Varlık dağıtımı, iktidar dağıtımı, kültürel dışavurum ve başka pek çokları bir süre için demokra­tik karar almanın fiili nesneleri oldu. Bu demokrasinin daha son­ra nasıl daraltılıp ardından da ortadan kaldırıldığının trajik tari­hi (Stalin’in adıyla özdeşleşen bir tarih) burada tekrarını gerektirmeyecek kadar iyi biliniyor.

Ne var ki Sovyetler Birliği tarihine artık emek eksenli bir sı­nıf kavramıyla bakan Marksist bir yaklaşım, az ya da çok demok­ratik evrelerin her ikisinin de eleştirilmesini gerektirir. Bu eleştiri, her iki evrenin de endüstri içinde artık emeğin örgütlenişinin göz ardı edilmesi ve endüstriyel sınıf yapısının dönüştürülmemesi konusundaki ortaklıklarına işaret eder.

Ne 1917 devriminin hemen ardından gelen ne de daha sonra­ki Sovyet iktidarları, devlet sanayiinin girişimleri içindeki artık emeğin örgütlenmesini demokratik ya da başka türden bir karar almanın açık nesnesine dönüştürmüştür (Resnick ve Wolff, 1994). Marx sömürüyü; artık emeğin, üreticilerinin aynı zaman­da onun kolektif el koyucuları olmadığı bir örgütlenme biçimi olarak tanımlamıştı. Bolşevikler, sömürünün kökünü kurutmayı aslî bir yükümlülük olarak görmüşlerdi. Dolayısıyla, beklenirdi ki, endüstriyel teşebbüsler içindeki artık emeğin, komünist bir biçimde yeniden yapılandırılmasına dair muhtelif konularda res­mi teşvik gören bir tartışma ve demokratik karar alma olsun; ve bu yeniden örgütlenme sayesinde söz konusu teşebbüslerde, ar­tığı üreten endüstriyel emekçiler ona kolektif bir biçimde el ko­yup bu artığı bizzat dağıtsın.(15)

Ancak ne böyle bir tartışma ne de devletin sınai girişimleri içinde böylesi bir sınıf dönüşümü gerçekleşmiştir. Marx’ın, Sov­yet önderleri arasındaki hakim yorumu, kapitalizmden komüniz­me geçişi farklı anlıyordu: esas olarak mülkiyet (özel sektörden devlete) ve iktidar (pazardan devlet planlamasına) temelinde. Sı­nai girişimlerdeki artık emeğin örgütlenişinin ikincil bir sorun ol­ması bile nadiren söz konusuydu; bu konu genellikle tartışma ve politikadan tamamıyla çıkmıştı. Gerek Stalin öncesi görece demokratik dönemde gerekse sonrasında, artık emeğin örgütlenişi anlamında sınıf konusu tartışma ve politikanın nesneleri arasın­da değildi; Sovyetler Birliği’ndeki endüstriyel değişimin günde­minde yoktu.(16) Ruccio (1984; 1986) benzer bir sonucu ortaya koymuştur, (varolan fiziksel girdiyle, fiziksel çıktıyı en çoklaştırmaya dayalı) teknik yaklaşımıyla Sovyetler Birliği’ndeki merkezi planlama da artık emek olarak sınıf konusunu yadsımıştır.

Marx’ın yerleşik Sovyet yorumunda kapitalizmden sosyalizm ve komünizme geçiş; endüstriyel varlığın özelden devlet mülkiye­tine değişimini, devletin ekonomik planlamasının gücü yanında pazarın ikincil kılınmasını, işçilerin politik partisinin yanında devlet gücünün ikincil kılınmasını, sağlık, eğitim ve barınma ola­naklarının evrenselleştirilmesini, işçilerin kültürünün ve bilinci­nin geliştirilmesini ve benzerlerini gerektirir. Endüstriyel artık emeğin yeniden düzenlenmesi yerine bunlar, “sınıf değişimleri” olarak anlaşılmaktaydı.(17) Belki de endüstriyel etkinliklerde sür­mekte olan sömürüye duyarlılığıyla Lenin (1961: 696), Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerini “devlet kapitalizmi”nin bir örneği ola­rak adlandırma cesaretini gösterdi (Moore, 1957: 30). Ardılları basitçe, kapitalizmin (dolayısıyla sömürüye dayalı sınıf ilişkileri­nin) ortadan bütünüyle kalktığını ve yerine sosyalizmin geldiğini ilan ederek, artık emek anlamında sınıf konusunu kapattılar. Bu ilana dayanarak sonraki Sovyet önderleri, artık emeğin sınıfsal düzenlenişine ilişkin Sovyetler Birliği’ndeki her tür tartışma ya da davranışı gereksiz, ilgisiz veya Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanlığın kanıtı olarak gördüler. Komünizm giderek daha yoğun bir şekilde Sovyetler’in amacıyla özdeşleşti ve belirsiz, fütürist te­rimlerle yeteneğe göre üretim ve gereksinime göre dağıtım olarak tanımlandı. Bu biçimiyle de artık emeğin toplumsal örgütlenişi konusunu gizlemeye yardım etti.

Marksizm, Sınıf ve Demokrasi

Sınıf, demokratik karar almanın fiili nesnesi durumuna gele­cek olsaydı bu, artık emeğe dair çeşitli sosyal düzenlemelerin tar­tışılması, değerlendirilmesi ve aralarından birinin seçilmesi anla­mına gelirdi (Cullenberg, 1992). Bunlarla, geçmişteki ve günü­müzdeki deneyimlerin gücü ve zayıflıkları, tarihsel ve kuramsal araştırma, yaygın eğitim, popüler tartışma ve uygulayımsal deneyimleme konusuna dönüşür. Sömürücü ve sömürücü olmayan sı­nıf yapılarının karşıtlığının karmaşık toplumsal etkileri tüm bo­yutlarıyla aydınlatılırdı.

Sınıf, demokratik karar almanın nesnesine dönüştüğü ölçüde onunla doğrudan ilişkili sorular da benzer biçimde böyle nesne­lere dönüşür. Sınıf demokrasisi, bir toplum için (komünist, kapi­talist, feodal ya da başkası) artık emeğin çeşitli örgütlenişlerin­den birinin seçilmesinden fazlasını içerir. Demokratik karar alma ile kararlaştırılacak ilişkili sorular arasında şunlar da bulunur:

Farklı sınıf yapıları birlikte varolabilir mi? Eğer öyle ise hangi sınıf yapıları hangi endüstriler, bölgeler, vb. içinde ve hangi oranlarda birlikte varolacaklar?

(Birlikte) varolan sınıf yapıları içinde hangi birey ya da gruplar sıra­sıyla artığın üreticileri, el koyucuları ve dağıtımından pay alanlar ol­ma konumunda bulunacaklar? Yaşamları boyunca farklı konumlar­da mı bulunacaklar?

Komünist sınıf yapıları içinde artığın üreticisi olmayanlar (dolayısıy­la el koyucusu ve dağıtıcısı da olmayanlar), ne kadar artığın üretile­ceğinin ve bundan kimin ne kadar pay alacağının demokratik olarak kararlaştırılmasına nasıl katılacaklar?

Bir toplumun sınıf yapılarının değiştirilmesi sorununu demokratik karar almanın konusu yapmak için hangi mekanizmalara gereksinim duyulacaktır?

Sonuçta sınıf, karar alma gündemine alındığında, her toplumun ba­zı sınıf yapılarını kutsayan ve diğerlerinden korkan geçmişi nasıl dengelenecek?

Marksistler seslerini genel ve soyut bir biçimde demokrasinin desteğine yönelttiklerinde, Marksizmin demokrasiye ve demok­ratik hareketlere sunabileceği katkı ortadan kalkmıştır.(18) Benzer biçimde Marksizm ve demokrasi arasındaki ilişki, demokrasinin hem kapitalizmin kararlılığını hem de sosyalizm için savaşımı güçlendirdiği anlamında “belirsiz” olduğu gerekçesiyle uygun biçimde ele alınamaz (bkz. Jessop, 1980). Mesela soyut destek gi­bi bir sav; demokrasiyi, burada vurgulandığı gibi demokrasinin tam da içeriğinin merkezi konu olduğunu yadsıyarak hepimizin aynı biçimde tanımladığı bir araç durumuna getirir. Bir yandan burada yorumlandığı biçimiyle Marksizm, sınıf ya da artık eme­ğin ekonomik örgütlenmesi ile ilgiliyken demokrasinin, siyaset ve iktidarın toplumsal dağıtımı ile ilgili olduğu doğrudur. Öte yan­dan buiki farklı toplumsal süreç kümesi, birbirinin oluşturulma­sına yardım eder. Dolayısıyla demokrasinin içeriği bir sınıf unsu­ru barındırır.(19) Demokrasiyi benimseyen Marksistler; kolektif, sömürgeci olmayan sınıf yapısını da benimsediklerinden demok­rasileri, bir sınıf unsuru barındırır. Buna karşılık sınıf, demokra­tik bir sistem ya da hareketin karar alma gündeminden açıkça çı­karıldığında bu dışlama, yalnızca varolan sınıf yapılarının sürdü­rülmesine yarayabilir. Marksistlerin, bu tür demokrasileri ve des­tekleyen hareketleri eleştirme hakkı ve zorunluluğu vardır.

Yazar, Carole Biewener ve Antonio Callari’nin yazının daha önce­ki halini okuyarak sundukları yararlı yorumlarına teşekkür eder.


Çeviri: Cem Kamözüt


NOTLAR

(1) Özellikle Lenin Devlet ve Devrim’de, Marx’ın “Gotha Programı’nın Eleştiri­si” üzerine konuşurken şunları savlar: a) Bütün ya da tam bir demokrasi­nin önkoşulu Marksiz­min projesi olan sınıfsız- lıktır. b) Böyle tam bir demokrasiyi gerçekleş­tirmek aynı zamanda, “devletin sönümlenme­sine” karmaşık biçimde bağlı bir kavram olan “demokrasinin sönümlenmesi”nin başlangıcı­dır (bakınız Marx, 1933: 31, 47, 58, 104-5). Ayrı­ca demokrasi ile Mark­sizmin ilişkisini tartışan “reform” ve “devrim” karşıtlığı üzerine oluş­muş geniş literatüre de bakınız (Mercer, 1980). Demokrasiyi kurmaya ya da güçlendirmeye yöne­lik “reformlar”ın, Mark­sistlerin “reform”un öte­sine “devrim”e geçmelerini sağlayacak araç­lar olarak işlev gör­dükleri yönünde bir görüş vardır. Karşıt görüşte demokrasi, zorunlu olarak ya da öncelikle kapitalist hegemonyayı denge­leyen bir unsur ola­rak işlev görmekte­dir. Marx, Engels ve Lenin’in demokrasi, kapitalizm ve Mark­sizm arasındaki iliş­kileri nasıl anladıkla­rına ilişkin en kap­samlı, yalın ve iyi bel­gelenmiş tartışma olarak gördüğüm Moore’un (1957) az bili­nen, değeri bilinme­miş ve pek kullanıl­mayan çalışmasına minnettarım.

(2) Bu metinlerdeki ilgili bölümler için bakınız Marx (1971: 110-9 ve 271-2). Ayrıca bkz. Moore (1957: 84-113), Avineri (1971: 34-8) ve Riazanov (1973: 88).

(3) Burada “özel” sözcü­ğünü kullanmamın nedeni, Marksizmin pek çok farklı duruşu içerdiğini anımsatmaktır. Ben böyle bir duruşu savunuyo­rum. Ancak diğerleri­nin de “gerçek” Marksizmler olmadıklarını söylemiyorum. Marksizm büyük ölçü­de, güzellik ve doğru­luk gibi bakanın göz­lerine ve kavramsal çerçevesine bağlıdır.

(4) Burada Marx’ın (Hegel’in Hukuk Felse­fesinin Eleştiri­sinde [1972] oldu­ğu gibi) sınıfsız top­lumu ve onunla bir­likte sivil toplumun aşılmasını getirecek “gerçek demokrasi”den söz ettiği er­ken dönem tartışmalarıyla ilgilenmi­yorum. Benim savım için asıl önemli olan; Marx’ın ve Marksistlerin, ya­şamlarını etkileyen koşullar üzerinde alı­nacak kolektif karar­lara katılabilmek için toplumun bireyleri arasında iktidarın eşit dağıtımı olarak demokrasinin biçi­mindeki egemen an­layışlarla ilişkisidir. Bu anlayışlardaki üç kilit boyut, kimin bu tür üyeler olarak sa­yılacağı, bu eşit ikti­darın kullanımının ne kadar prosedürsel olacağı ve tam olarak hangi nesne­ler (koşullar) üzerin­de kullanılacağıdır.

(5) Norberto Bobbio de­mokrasiyi kim ve na­sıl terimlerine göre yalın biçimde tanım­lar; “kolektif karar almada kimin yetkili olduğunu ve hangi prosedürlerin kulla­nılacağını belirleyen (birincil ya da temel) bir dizi kural” olarak betimlemiştir (1988: 24, özgün vurgular).

(6) Bu seçim sürecinin diğer yanı seçilme­miş, dolayısıyla ko­lektif olmayan (örne­ğin birey, aile, kabi­le) ve/veya demok­ratik olmayan (örne­ğin diktatörlük, oli­garşi) biçimde karar­laştırılmış nesnele­re işaret eder.

(7) Örneğin feminist (ve­ya ırkçılık karşıtı) de­mokratlar; toplumsal cinsiyete (veya ırka) dayalı işbölümünün ve gelir dağılımının, demokratik karar al­manın nesneleri du­rumuna getirilmesini talep edebilirler.

(8) Başka bir yerde de belirttiğim gibi (Resnick ve Wolff, 1986; 1987) kimi kuramcı­lar bazen bu farklı formülasyonların bir kaçını benimserler ve aynı zamanda bunları bileşik sınıf tanımlarında bütünleştirebilirler.

(9) Marksistlerin ve baş­kalarının da sıklıkla yaptıkları gibi, sınıfın “emek süreciyle benzer biçimde ilişkilenmiş bir grup in­san” (Roemer, 1988: 5) olduğunu söylemek hiçbir şeyi çözmez. insanlar; bir biçimiyle sahipler, başka bir biçimiyle çeşitli güçleri kulla­nanlar olarak, daha başka bir biçimde bilinçliliklerine göre, daha da başka bir bi­çimde artık emeğe göre, vb. emek süre­ciyle “ilişkilenirler”. Roemer’inki gibi ifa­deler sanki bütün te­rimler çelişkisiz bir dolguyla birleştiril­miş gibi farklılıkları tek bir bileşik tanıma indirerek sınıfı özgülleştirmekten -sını­fın, sınıf analizinin ve sınıf politikasının ne demek olduğuna iliş­kin bir konum almaktan- kaçar.

(10) Bununla birlikte Marx, daha önce de artık sorununa de­ğinmiş ancak bunla­rı uygun biçimde geliştirememiş öncül­lerine karşı entelek­tüel borcunu belirtir. Onlarla arasındaki farklar, Artık Değer Kuramları adlı çok ciltli eserinde geliş­tirilmiştir.

(11) Marx, Almanca’da “fazla” anlamına ge­len mehr sözcüğünü kullanmıştı ama (çoklu ve belirsiz an­lamı nedeniyle) da­ha sorunlu olan bir terim, “artık” benim­sendi ve burada da o kullanıldı.

(12) Kuşkusuz Marksistler bu nesneleri des­tekleyebilirler, an­cak bunlar başkaları için birincil olmaları­na karşın Marksistler için ikincildirler. Benzer biçimde, Marksistler için bi­rincil olan da başka­ları için ikincildir. Farklı birincil ve ikin­cil nesneleri olan farklı unsurları açık­ça uzlaştıran bir de­mokratik hareket, bu yazıda anlatıldığı anlamda, Marksistleri de içerebilecek­tir. Marksistleri bu biçimde içermeyi reddeden bir demokratik hareket yi­ne de Marksistlerden koşullu destek görebilir ancak bu, bu yazının sınırlarını aşan farklı ve taktik bir konudur.

(13) Diskin ve Sandler (1993: 43), Laclau ve Mouffe’un (1985) radikal demokrasisi­ne bu tür bir karşı çı­kış önerirler. Laclau ve Mouffe’a yönelik ilişkili ama farklı eleştiriler için ayrıca bkz. Wood (1986) ve Resch (1992).

(14) Komünist sınıf yapı­sı ile anlatmak iste­diğimiz, bir artığı ko­lektif olarak üreten emekçilerin onun kolektif el koyucuları ol­duğu bir yapıdır. Do­layısıyla onlar, kendi artıklarını alır ve da­ğıtırlar (Resnick ve Wolff, 1988).

(15) Birbirine bağımlı et­kinliklerdeki üreti­min örgütlenişi, bu etkinlikler içindeki artık emeğin nasıl üretildiği ve ona na­sıl el konulduğun­dan ayrı bir konu­dur. Kapitalist giri­şim gibi komünist girişimin de (aslında herhangi başka bir sınıf yapısındaki giri­şimin de) pazarlar, planlama veya baş­ka mekanizmalarla düzenlenmesi gere­kecektir. Kapitalist sınıf yapıları, bu tür eşgüdümler (yoğun­laşma, merkezileş­me, tekel, oligopol, karteller, devlet mü­dahaleleri, vb.) için­de kendi özel sorun­larını, çelişkilerini ve değişimlerini sergi­ler. Komünist sınıf yapıları farklı sorun­lar, çelişkiler ve de­ğişimler getirecek­tir. Komünist giri­şimler arasındaki eşgüdüm sorunları­nın başka sınıf yapı­ları içindeki girişim­lerden daha çözüm­süz olduğunu varsaymak için hiçbir neden (ya da tarih­sel dayanak) yoktur.

(16) Yayına hazırlanmakta olan Sovyetler Birliği’nin sınıf ta­rihi üzerine bir kitap­ta Resnick ve Wolff, 1929’dan sonraki Sovyet tarımının ko­münist sınıf yapıla­rıyla kolektif çiftlikle­ri kapsadığını gös­termektedir. Dolayı­sıyla Sovyet tarihin­deki bir başka ironi de komünist sınıf süreçlerinin ilk ola­rak tarımda ortaya çıkmış olmasıdır. Dahası Sovyet dev­letinin kolektif çift­liklerde üretilen ar­tık üzerindeki hak iddiaları, ayakta kalmalarını güçleştirdi ve böylece kolektif çiftçileri kendi böl­gelerine odaklanma­ya yöneltti (bkz. Resnick ve Wolff, 1994).

(17) Benim de büyük öl­çüde yaptığım gibi, bu diğer değişimler, yapılmaya çalışılma­mış ya da başarılamamış endüstriyel artık emeğin sömür­geci düzenlenişinin değiştirilmesini gör­mezden gelmeyi gerektirmeden ya da bu sonuca ulaşmadan, sevinçle karşılanabi­lir. Aslında yayına hazırlanmakta olan (16. dipnotta belirtilen) eser, endüstriyel sö­mürünün sürmesinin bu başka değişiklikle­rin çoğunun altını oy­duğu savlanmakta.

(18) Marx’ın sözleriyle “… bir demokrat kendisini sınıf çatış­malarının üzerine yükseltilmiş olarak düşler” (1971: 271­2). Benzer düşünce­lerle Engels, demok­rasi “kavram”ını kul­lananlara ilişkin şöy­le yazar: “Bu kavram, Demos her de­ğiştiğinde değişir ve böylece bizi bir adım öteye götürmez” (Marx ve Engels n.d.: 445).

(19) Burada ele alınma­yan şey diğer yüzü­dür: Herhangi bir sı­nıf yapısının içeriği nasıl her zaman, ar­tığın ya da onun meyvelerinin üreti­mi, el konması ve dağıtımında kim, na­sıl ve ne kadar’a toplumun karar ve­receği (demokratik ya da başka türlü) bir politik süreci barındıracaktır.


Kaynakça

Avineri, S. (1971) The social and political thought of Karl Marx. Cambridge: Cambridge üniversity Press.

Bobbio, N. (1988) The future of democracy: A defense of the rules of the game, çev. R. Griffith, Minne- apolis: University of Minnesota Press.

Buzgalin, A. (1992) Economy and democracy: “Third course”, Moskova: Economic Democracy.

Cullenberg, S. (1992) “Socialism’s burden: Toward a “thin” definition of socialism”, Rethinking Mar- xism, 5(2): 64-83.

Dahl, R. A. (1985) A preface to economic democracy, Berkeley: University of California Press.

Diskin, J. ve B. Sandler (1993) “Essentialism and the economy in the post-Marxist imaginary: Reopening the sutures”, Rethinking Marxism, 6(3): 28-48.

Ellerman, D. (1990) The democratic worker-owned firm: A new model for the East and West, Boston: Un- win Hyman.

Jessop, B. (1980) “The political indeterminacy of democracy”, A. Hunt (der.) Marxism and democracy içinde, 55-80. Londra: Lawrence and Wishart.

Kotz, D. ve F. Weir (1997) Revolution from above: The demise of the Soviet system, New York: Routledge. Laclau, E. ve C. Mouffe (1985) Hegemony and the socialist strategy , Londra: Verso Press.

———- (1987) “Post-Marxism without apologies”, New Left Review, No: 166, (Kasım-Aralık), 79-106.

Lenin, V. I. (1934) The state and revolution, Londra: Martin Lawrence.

———- (1961) Selected works. Vol. 3, Moskova: Foreign Languages Publishing House.

Marx, K. (1933) Critique of the Gotha programme: With appendices by F. Engels and V. I. Lenin. New York: International Publishers.

———- (1971) On revolution, S. K. Padover (haz.). New York: McGraw-Hill.

———- (1972) Critique of Hegel’s “Philosophy of right’” by Karl Marx, çev. A. Jolin ve J. O’Malley, Camb-

ridge: Cambridge University Press.

Marx, K. ve F. Engels. n. d. Selected correspondence, Moskova: Foreign Languages Publishing House. Meister, R. (1990) Political identity: thinking through Marx, Oxford: Basil Blackwell.

Mercer, C. (1980) “Revolutions, reforms or reformulations? Marxist discourse on democracy”, A. Hunt (der.) Marxism and democracy içinde, 101-38. Londra: Lawrence and Wishart.

Miliband, R. (1977) Marxism and politics, Oxford: Oxford üniversity Press.

Moore, S. W. (1957) The critique of capitalist democracy: An introduction to the theory of the state in Marx, Engels, and Lenin, New York: Paine-Whitman Publishers.

Resch, R. P. (1992) Althusser and the renewal of Marxist social theory, Berkeley: üniversity of California Press.

Resnick, S. ve R. Wolff (1986) “What are class analysis?”, P. Zarembka (der.), Research in political eco­nomy içinde, vol. 9, 1-32. Greenwich, Conn.: JAI Press.

———- (1987) Knowledge and class: A Marxian critique of political economy, Chicago: üniversity of Chi­cago Press.

———- (1988) “Communism: Between class and classless”, Rethinking Marxism, 1(1): 14-48.

———- (1994) “Between state and private capitalism: What was Soviet ‘socialism’?”, Rethinking Mar-

xism, 7(1): 9-30.

Riazanov, D (1973) KarlMarx and Friedrich Engels: An introduction to their lives and work. çev. J. Ku- mitz, New York: Montly Review Press.

Roemer, J. (1988) Free to lose: An introduction to Marxist politicalphilosophy, Cambridge: Cambridge University Press.

Ruccio, D. F. (1984) Optimal planning theory and theories of socialist planning, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), University of Massachusetts at Amherst.

———- (1986) “Planning and class in transitional societies”, P. Zarembka (der.) Research in political eco-

nomy içinde, vol. 9, 235-52. Greenwich, Conn.: JAI Press.

Williams, R. (1976) Keywords: A vocabulary of culture and society, New York: Oxford University Press. Wood, E. M. (1986) The retreat from class, Londra: Verso.


Yazının alındığı kaynak: Wolff, R. (2000) “Marxism and Democracy”, Rethinking Marxism, 12(1), (Bahar), 112-122.


Praksis, Sayı: 10, Sayfa: 123-134, 2011.