Selçuklu Türklerinde Dramatik Eğlenceler – Refik Ahmet Sevengil


1925 yılında “Meddahlar” hakkında bir etüd yayınlamış olan Mehmet Fuat Köprülü, Türkler arasında eğlendirici san’atlarda meşgul kimselerden bahsederken: “Anadolu Selçukî saraylarında Bizans İmparatorlarının taklitlerini yaparak sultanları eğlendirmeğe çalışan birtakım muhdik ve mukallidlerin mevcudiyetini Bizans menbaları bize bildiriyor” demiş, yazısının altındaki nota da bu menbaı şu suretle açıklamıştı: Anna Kommen’den naklen Menzel’in Türk edebiyatında S. 330-Löbo da Bizans tarihinde 1116 Milâdî vak’alarını yazarken, yine aynî menba’dan naklen, Selçuki sultanının sarayında Bizans İmparatoru Aleksinin hastalık bahanesiyle korkaklığını gösteren temsil olunduğunu yazmaktadır. Bu izahat, daha o zaman belki de bir nevi orta oyununun mevcudiyeti suretinde tefsir olunabilir (1).

Memleketimizde bu bahse onyedi yıl sonra bir kere daha temas edildi; 1942’de İsmail Hami Danişment “Selçukilerde tiyatro” başlığı altında neşrettiği yazıda gerek Löbo’nun Bizans tarihine, gerek Bizans prensesinin eserine dayanarak ve kendi düşüncelerini de ekleyerek açıklamalarda bulundu (2).

Bizans İmparatorlarından Birinci Aleksiyos Komninos’un kızı prenses Anna Komnini, babasının hükümdarlığı zamanı ile ilgili vakaların tarihi olmak üzere Aleksiyos ismiyle bir eser yazmıştı. Bu kitabın ingilizce bir tercümesi 1928’de Elizabeth A. S. Dawes tarafından The Alexiad adı ile yayınladığı gibi Yunanca metni ile birlikte fransızcaya çevrilmişti de 1937 de Paris’te Bernard Leib tarafından yayınlanmıştır. Köprülü, Türkiyat mecmuasındaki kısa notunda bildirdiği veçhile Anna Komneni me’haz olarak almış olan Manzel’den faydalanmıştır; Danişmend’de Anna Komneninin fransızca ve ingilizce baskılarından istifade ederek Selçuk Türklerinin Bizans imparatoru ile alay etmek için düzenledikleri bir temsili anlatmış, Selçuklularda bugünkü anlayışa uygun bir tiyatro san’atının bulunduğunu belirtmiştir.

Bizans prensesi Anna Komnini’nin Yunanca Aleksiyos adı ile yazmış olduğu eserin 1884 de Laypzig’te Teubneri tarafından bastırılmış olan metni İstanbul’da Fenerdeki Rum Patrikliği kütüphanesindedir. Biz, konumuzu ilgilendirdiği için, kitabın Yunanca olan bu nüshasını avukat ve muharrir Vladimir Mırmıroğlu’nun yardımı ile inceledik. Kitap, Türklere karşı büyük bir düşmanlık duygusu ile ve ağır hakaret sözleri kullanılarak yazılmıştır. 1071 yılından başlayarak Anadoluyu ellerine geçirmeye muvaffak olan Selçuk Türkleri, Bizans İmparatorluğu için büyük bir tehlike sayılıyordu. Bizanslı prensesin Türklere düşmanlık göstermesi ve onları hor görmeye kalkması da bu yüzdendir. İmparator Aleksiyos, 1116’da Türklere karşı savaş açmak üzere yola çıkmış, Üsküdar’a geçmiş, fakat ayaklarında damla hastalığı başladığı için daha ileriye gidememiş, savaş kalmıştı. Prenses Anna Komnini, bu bahsi anlatırken diyor ki:

Bu arada İmparatorun ayaklarındaki damla hastalığı kendisini rahatsız etmeye başladı. İmparator ağrılardan hemen hemen yürüyemez olmuştu. Hastalık savaşın yapılmasına engel oluyordu. İmparator yataktan ayrılamayacak halde idi. Barbarlara karşı hazırlanmış olan zafer geri kaldı. İmparatoru en çok üzen de bu idi. Barbar Kılıçarslan İmparatorun vaziyetini önemle göz önünde bulunduruyor, onun hastalığından ve hareketsizliğinden faydalanarak ve sonunu düşünmeden bütün Asyayı yağma ediyordu; Hıristiyanlara karşı yedi kere akınlarda bulundu. İmparatorun bu hastalığı eskiden kendisini ara sıra yokladığı halde bu sefer arka arkaya buhranlar doğuruyor, âdeta sürekli bir şekil alıyordu. Kılıçarslanın etrafında bulunan adamları ise, hastalığın yalan olduğunu, İmparatorun gevşeklikten ve tembellikten dolayı savaşa kalkmadığını ileri sürüyorlardı. Bu sebepten dolayı barbarlar gerek ziyafetlerinde, gerek sarhoşlukları sırasında çok alaycı bir şekilde İmparatorun ayak ağrılarını fırsat bilerek eğleniyorlardı. Aktörlükte gerekli olan mânâlı sözleri bulmak ve söylemekte yaradılışın kendilerine verdiği istidat ve kabiliyetin yardımı ile ve İmparatorun ayak ağrıları vesilesi ile birçok maskaralıklar yapıyorlardı; bunlar İmparatorun hastalığına bakan hekimleri, kendisine hizmet edenleri, hattâ İmparatorun kendisini temsil ediyorlardı; İmparatoru temsil eden adamı bir yatağa yatırıyorlar, yatağı ortaya koyup eğleniyorlar, bu oyunlar barbarları şiddetle güldürüyordu. Barbarların bu halini haber almış olan İmparator, hiddeti artarak savaş açmak istiyor, kızgınlığının sebebini büyük bir taşkınlıkla açığa vuruyordu (3).

Bizanslı prensesin Türklere karşı düşmanlık duygularını belirtmek için kullandığı çirkin tecavüz cümlelerini bir tarafa bırakalım, verdiği bilgi Selçuklulardaki dramatik san’atı anlatmak bakımından ehemmiyetlidir. Türklerin aktörlük istidat ve kabiliyetlerini söylemekten geri kalmıyor, bir konuyu içinde çeşitli insanlar, imparator, hekim hasta bakıcılar olmak üzere iş ve hareket halinde canlandırdıklarını, bu konuyu güzel, alaycı, güldürücü sözlerle süslediklerini söylüyor. Bu bildirişin gösterdiği mânâ açıktır. Selçuk Türkleri onikinci asrın başında dramatik san’atın oldukça ilerlemiş bir nev’ine sahip bulunuyorlardı.

Yukarıda da söylediğimiz gibi, 1071 yılından itibaren Anadolu’ya yayılmaya başlamış olan Oğuz Türkleri, bu tiyatro san’atını her halde Aleksiyos piyesini oynadıkları seneye kadar geçen kısa zaman içinde icat etmediler. Orta Asya7dan Anadolu’ya gelirken birçok etnografik, sosyal, estetik varlıkları beraber getirmiş olduklarında şüphe yoktur. Şu halde, Selçuk Türkleri ve dedeleri olan Oğuzlar arasında onikinci asrın başında ve ondan evvel dramatik san’at oldukça ilerlemiş, dinî mahiyetten tamamiyle sıyrılmış, bir halk eğlencesi şekli almış bulunuyordu.

Türk tiyatrosu hakkında eser yazmış ecnebi müelliflerden Petersburg Üniversitesi eski profesörü Nicholas N. Martinovitch, 1933 de Nevyork’ta İngilizce olarak yayınladığı kitabında Selçuk sarayındaki dramatik temsillere, mahiyetinin ne olduğundan bahs etmeksizin kısaca işaret etmiştir. Müellif, bu kitabında Osmanlılardaki meddah, karagöz ve ortaoyunundan bahseder. Ortaoyunun ne olduğunu anlatırken şöyle diyor:

Türk tiyatrosundan ilk defa onikinci asırda bahsedilmiştir. Bu gösteriler Küçük Asya’da Konya şehrinde Selçuk sultanlarının sarayında verilirdi. Bu tiyatronun orijini en uzak eskiliklerde de görülebilir. Okuyucunun Mime denilen klasik san’at hakkında dikkatini çekeriz. Klasik mimin sonraki ortaoyunu ile karşılaştırılmasından çıkan benzeyiş şaşırtıcıdır. Aranjman, aksiyon ve diyaloğun kuruluşunda birçok benzeyişler bulunuyor. Ortaoyununun kostümlerinde bile klâsik mimden parçalar görmek mümkündür. Türklerin ortaoyununu klâsik dünyadan aldıkları besbellidir; fakat bunu doğrudan doğruya almaları tabii imkânsızdır, arada bir vasıta bulunması lâzımdır. Bu vasıta da Bizanstır ki, mirasçıları Türkler, Küçük Asya’yı ve Balkanları adım adım istilâ etmişlerdir, Türk tiyatrosunda bundan başka bir de ikinci bir tesir olarak Avrupa tesiri görülür. Eğer herhangi bir kimse Türk ortaoyunu ile İtalyan komedya dellartesi arasında bir mukayese yapacak olursa her ikisinde de hareket ve piyeslerin şahısları bakımından pek çok benzerlik görecektir. Bu şaşırtıcı şey kolayca izah edilebilir. Türk imparatorluğu birçok asırlar boyunca Venedik, Cenova ve Akdenizin güney kıyısına serilmiş olan kolonileriyle en yakın ticarî, siyasî, kültürel münasebetlerde bulunmuştur. İşte böylece klâsik mim Türkiye’ye görmenin ikinci yolunu İtalya’dan gelmek suretiyle bulmuş ve sonraları ortaoyununa devr olmuştur (4).

N. N. Martinevitch, onikinci asırda Konya’da Selçuk sarayında verilen bir temsilin tiyatro olduğundan şüphe etmiyor, bunda haklıdır; Osmanlılardaki ortaoyununun da Selçuk saraylarındaki bu temsillerin devamı olduğunu söylüyor, bu husustaki düşüncelerimiz kitabımızın sonraki fasıllarında uzun uzadıya açıklanacaktır. Müellif, Türklerin en eski çağlardan beri tiyatro san’atı ile olan münasebet ve ülfetlerini araştırmamış olduğu için onikinci asırda Selçuk Türklerinde birdenbire karşısına çıkan Türk tiyatrosunu bir yere, bir kaynağa bağlamak lüzumunu hissediyor. Bu kaynak eski Yunanlıların ve Romalıların halk tiyatrosu olan Mime-taklid san’atı olabilir, diye düşünüyor. Bu san’atın Türklere geçmesi için iki yol bulunacağını tahmin ediyor: A) Kendi ifadesiyle Küçük Asya’yı ve Balkanları adım adım istilâ etmiş olan Türkler Bizanslıların mirasçısıdır, tiyatroyu da onlardan almış olabilirler. B) Akdeniz’de birçok seferler ve harbler yapmış olan Türkler İtalya kıyılarına kadar gelmişlerdir, İtalyanlarla münasebetlerde bulunmuşlardır, tiyatroyu onlardan almış olabilirler.

Önce bu ikinci düşüncenin Konya Selçuk sarayındaki temsil için hatıra gelmeyeceği meydandadır; çünkü Akdeniz seferi ve İtalyanlarla temas, Selçuk saraylarındaki dramatik eğlencelerden çok sonra, Osmanlılar devrindedir. Bunu bir kalem geçtikten sonra, birinci ihtimali inceleyelim. Selçuk Türkleri, Konya sarayında bu tiyatro eğlencelerinin verilmiş olduğu 1116 yılında gerçi Bizanslılarla münasebette bulunuyorlardı, fakat öyle müellifin dediği gibi henüz Küçük Asya’yı ve Balkanları adım adım zaptetmiş değillerdi ve Bizanslıların mirasçısı durumunda bulunmuyorlardı; Bizanslılarla münasebetleri onlarla üst üste harbetmekten, onları yer yer püskürtmekten ve geriye çekilmeye mecbur etmekten ibaretti. Bizim kaynağımız, yukarıda görüldüğü gibi, o zaman Selçuk Türleriyle harb halinde bulunan ve hakkımızda hiç de iyi duyguları bulunmayan Bizanslı prenses tarafından ve aleyhimizde olmak üzere yazılmış bir kitaptır. Selçuk Türkleri, onikinci asırda oynadıkları tiyatroyu Bizanslılardan almış olsalardı, bunu ilk söyleyecek olan o sırada Selçuk tiyatrosundan bahseden Bizanslı prenses olacaktı; halbuki Anna Komnini böyle bir şey söylemediği gibi aksine, Türklerin aktörlük san’atındaki yaradılıştan gelme kabiliyet ve istidatlarından bahsediyor. Bu itibarla Türklerin tiyatro san’atını Bizanslılardan veya Romalılardan almış olacakları yolunda girişilmiş olan tahminler hiçbir esasa dayanmamaktadır. Selçuk Türkleri, bu san’atı eski vatanları olan Orta Asya’dan daha birçok başka millî âdet ve an’aneleriyle birlikte getirdiler (5).


NOTLAR
(1) Türkiye mecmuası: Cilt 1, İstanbul, Matbaa-i âmire, 1925, sayfa: 14.
(2) İsmaîl Hami Danişmend: Selçukîlerde tiyatro, Cumhuriyet Gazetesi, 17 Haziran 1942, İstanbul, sayfa 2.
(3) Anna Komnini: Aleksiyos, Laypzig baskısı, 1884, cilt 2, sayfa 284 ve 285.
(4) Nicholas N. Martinovitch: The Turkish Theatre, New York, Theatre arts inc., 1933, sayfa 13 ve 14.
(5) Refik Ahmet Sevengil: La Théatre en Anatolie au XII éme Siecle, La Quinzaine d’Ankara, no: 18, 1 Novembre 1947.


Türk Tiyatrosu Tarihi I,“Eski Türklerde Dram San’atı”, Refik Ahmet Sevengil, İstanbul 1959, Maarif Basımevi, 1. Basım


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın