Kafkas toprağına bastığım an
Gürcü olduğum geçer aklımdan.
Orada, yukarıdakilere ne denir?.
Kazbek, Elbruz…
Yığılır burada dağlar dağların Üstüne.
Cennetin bahçesi bir uydurmadır sadece…
Eğer alkışlarsa bunları şairler,
Sanırım ki:
Gürcüstandır, sözettikleri çoşkunun ülkesi bence.
Gürcü şair Mayakovski böyle tarif ediyordu doğduğu toprağı. Gerçekten de Gürcü halkı, yüksek tepelerin, ovaların ve yaylaların insanın doğasına yansıtabileceği tüm özellikleri taşıyordu. Çoşkulu, dost canlısı bu insanlar genellikle hoşgörülü ve açık fikirlidirler.
Gürcü halkının doğasına tüm bu özelliklerini veren toprakların fiziki yapısı şöyledir: Kafkasların en yüksek tepesi olan Elbruz’un sınırlar dışında kalmasına rağmen, Gürcüstan yüksek tepelerle çevrili bir ülkedir. Kuzeyde Büyük Kafkas sıradağları, güneyde Transkafkas dağları yeralır. Kolları Gürcüstan’ı sarmalamış buzullarla kaplı bu tepeler, Batı’ya, Karadeniz boyunca dar bir şerit gibi yayılmış kıyı düzlüklerine doğru gidildikçe azalır. Batı’da, eski adıyla Karadeniz’in kıyısındaki antik Argonat sahilinden kama biçiminde uzanan ve günümüzde hala Kolheti adıyla anılan alçak ovalardan -eski bir efsaneye göre burası “Altın Post” ülkesidir- içerilere girdikçe iki Batı Gürcüstan eyaleti olan Mingreliya ve Guriya arasında sereserpe, engebeli İmeretiya (Phasis) toprakları yatar. Dağ sıralarıyla, yaylalardan meydana gelen üçüncü bölgeye ise Küçük Kafkaslar adı verilir. Karlarla kaplı uçurumlardan doğan ve oldukça hızlı akan bir çok ırmak tüm toprakları suladıktan sonra Karadeniz’e, Hazar’a dökülür. Karadeniz ve Hazar denizini eyeri andıran görüntüsüyle Suramski dağları ikiye böler. Fiziki coğrafyası kabaca böyle olan Gürcüstan’da, ayrıca, kuzeybatıda bir toprak kayması sonucu oluşmuş Ritsa gölü vardır.1
Tarih boyunca çok hareketli olaylara sahne olan Gürcüstan, S. S. C. B. döneminde yapılan araştırmalarla kendi geçmişine (Paleolitik ve Neolitik devirlere) dair çok daha kapsamlı bilgiler edinmiştir.* Bu bilgiler ışığında baktığımız zaman, doğayla mücadele eden insanı görürüz. Önceleri ilkel silahlara sahip insan, sadece bitkiler ve av etleriyle yaşamını sürdürmüştür. Küçük topluluklar halinde yaşayan bu insanların ateşi bulmaları, silah ve toprağı işleyebilecek araç-gereçleri keşfetmeleri, yani eski taş (Paleolitik) çağından yeni taş (Neolitik) çağına geçmeleri binlerce yıl sürmüştür. Bir üretim biçiminin oluşumu, üretim biçiminin sonucu olarak bir kültürün yavaş yavaş ortaya çıkmasına neden olmuştur. “Kültür” diyoruz, çünkü, Tarihöncesinde sosyal sınıflar oluşmadığı ve yazı-para-devlet olguları henüz ortaya çıkmadığı için toplumun maddi ve manevi tüm etkinliğini bütünleyen, yerinde bir kavramdır.
Kandaşlıktan temellenen Kartvellik (Gürcülük) bilincinin oluşumunda, değişik kardeş toplulukların katılımını görürüz. Kartlar, Megreller-, Ç’anlar ve Svanlardan oluşan Kartvelien gruplar, kendi aralarında da; Kartlılar, Kahlılar, Pşav-Hevsurlular, Mtiul-Mohevliler, İmeretiyalılar, Guriyalılar, Raçvelliler, Leçhumlular, Acarlar, Meshler, Cavahlar, Şavşlar, Klarclar gibi boylara ayrılırlar. Ancak, Gürcü birliğinin, ulusal bilincinin oluşum aşamasında zamanla tüm bu grup ve boylar birbirileri ile kaynaşarak, içiçe geçerek eriyeceklerdir.
Neolitik çağın getirdiği yenilikler; üretim araçlarının gelişmesi ile birlikte daha iyi beslenerek çoğalan insanın, kalabalıklaşan aileleriyle köyleri ve artan köylerle oymakları oluşturmasıdır. Zamanla bu oymaklar ayrı diller geliştirerek ilkel komünal toplum düzenine geçmişlerdir. İlkel komünal toplum düzeni, aynı zamanda yerleşik düzene geçiştir.
Avcılıkla hayvanları evcilleştirmesini öğrenen insan, artık, hayvanların gücünden, sütünden ve etinden yararlanmayı öğrenir. Ardından toprağı işlemeye başlayan insan, topraktan arpa, buğday, darı gibi tahıl ürünlerini elde eder. Tüm bu üretim araçları ve ortaya çıkan ürünler, insanda, emek verdiği o toprağa karşı manevi bir bağ oluşturur. “Vatan” kavramının ortaya çıkışıdır aslında bu. Gürcüler vatanıyla bu temelde bütünleşip ve emeğinin sonucu olan o toprağa yerleşerek, evlerde (“Sahli”, “Ohori”, “Lahlor” ya da “Lahor”) yaşamaya başlamışlardır.
Ana temelinden akraba olup aileyi (“Tem”), hane halkını oluşturup bir çatı altında yaşayan insanlar, tüm bu ailelerin toplamıyla (“Tom”) oymakları meydana getirirler. Yerleşik yaşam süren Tem’lerin, Tom’ların toprak işçiliğinden başka işlerinin olmadığı anaerkil (Maderşahi) dönemde, hanenin sorunlarının çözülmesi ve üretimin yürütülmesinde doğrudan sorumlu olan evin reisi kadına Gürcüler “Diyasahlisi” demişlerdir. Evin reisi kadının önemini yitirmesi, yani “Diyasahlisi” geleneğinin yerini ataerkil (Pederşahi) dönem olan “Mamasahlisi” geleneğine bırakması, hayvancılığın ve askeri hizmetlerin kaçınılmaz hale geldiği çağlara rastlamaktadır.
Özel mülkiyetin olmadığı o çağlarda, Gürcüler, toprakları oymak adına işler ve elde edilen ürünü aralarında bölüşürler. Oymakların yönetimini yürüten halk tarafından seçilmiş halk meclisleri, 20. yüzyıl başlarına kadar dağlı Gürcüler arasında sürmüş bir uygulamadır.** Henüz özel bir askeri gücü olmayan Gürcü toplulukları, herhangi bir durum karşısında, Gürcü dilinde hem halkı, hem de savaşçı askeri ifade eden “Eri”yi toplar ve ordusunu oluşturur. Halk meclisleri ve sınıfsız toplum örgütlenmesi altında eşitlik, güven, insanlar arasında sağlam temellere oturtulmuş bir zemine dayanmıştır.
Görüldüğü gibi uzunca bir süre Gürcü oymaklarının sınıfları ve modern devleti tanımamış oldukları ortaya çıkmaktadır. Ancak, Gürcü insanının kurduğu bu düzeni etkileyecek olayların gelişmesi geçikmeyecektir. Gürcüleri önceleyen medeniyetlerin oluşumu; yani üretim araçlarının gelişmişliği, dinsel tapınaklar, toplumsal sınıfların oluşması, kentlerde örgütlenmeler, parayı, yazıyı, modern devleti keşfetmeleri, üretim araçlarını silaha dönüştürmeleri, zamanla geniş bir coğrafyaya yayılacak bir savaş ekonomisinin belirmesi ve bunun yarattığı alt-üst oluşlar Gürcüleri de içine çekecek bir medeniyetin sarıp, sarmalayan kollarının göstergeleridir.
Önasya’nın toprakları insanlık aleminin kültürel beşiği olmuştur. İlk kez çivi yazısı burada keşfedilmiş, tarımcılık, el sanatları ve sanatçılar en önce buradan yeşermiştir. Tüm bunları keşfeden insanların madenler ve madenlerden üretim araçlarını bulmaları, silah yapmaları, insanın emeğinden doğan değerin ortaya çıkmasının nedenidir. Ortaya çıkan değer zamanla insanda özel mülkiyet ve zenginlik arayışını getirmiştir. Özel mülkiyetin, zenginliğin ardından belirmeye başlayan sosyal sınıflar ve güçlünün güçsüzü ezmesi haliyle ilk devlet organizasyonunu gündeme getirir.
Devletin oluşumunun temelinde yine Önasya’yı görmekteyiz. Üretim araçlarını ve üretimden doğan değeri özel mülkiyetine alan varlıklı insanlar, hem kendini kölelerine karşı korumak, hem de zenginliklerine yönelik akınlara karşı madenlerden üretilen silahlarla bir ordu oluştururlar. Bu silahlı güçlerin oluşumu, sonuçta devletin organizasyonunun önemli bir parçası haline gelmiş ve ekonominin yeniden şekillenmesine neden olmuştur.
Sözünü ettiğimiz bu devletlerin oluşumuna ilişkin verilere baktığımızda, özellikle Önasya’dan temellenen örnekler çoktur. Hatti-Subariler, Tuballar, Urartu, Midia, Persia, İyonyalı Rumlar, Skvitinler (İskitler) ve Sarmatlar tüm bölgede tarihsel akış içinde birbiri içinden doğan ve sürekli birbirini etkileyen devletlerdir. İsa’dan önce 2000 yılları başlarında Önasya yerli halklarından Hattiler (Bu ad bu devletin kurucusu “Hatti” ya da “Hitit”den gelmektedir.) ve Subarlar zenginliği ile en üst gelişme düzeyine gelmişlerdir. Askeri düzeyde gelişmiş olan bu devletler, Önasya’da liderlik mücadelesine girmiş, Mezopotamya’dan Kafkas doruklarına kadar uzanan toprakları bir dönem Suriye’ye kadar genişlemiştir. Önasya’nın en eski toplumlarından biri olan Gürcülerin ataları işte bu “Hatti ve Subari”lerdir.
Güneş Tanrıça’nın kölesi sayılan Hatti kralının ülkesi köleci üretim tarzı ve saray meclisi ile birlikte idare edilmiştir. O çağlarda bu halkların iki türlü yazı biçimi olmuştur: Birincisi çivi yazısı, diğeri de resimleyerek (hiyeroglif) ifade biçimidir. Örneğin dünya edebiyatına malolmuş “Gılgamış Destanı” hiyeroglif yazı sistemi ile kaleme alınmıştır. Edebiyat alanında dikkati çeken önemli bir nokta ise, tarih ve hukuk konularının çok gelişmiş olmasıdır.
İsa’dan önce I. binyılın başlarında iki ayrı tarzda kültür yaşamının geliştiği göze çarpmaktadır. Bu iki ayrı tarza baktığımızda batı ve doğu diye ayırabileceğimiz farklı bölgesel kültürler karşımıza çıkar. Batı bölgesel kültür çevresi tüm Batı Gürcüstan’ı, Kuzey Kafkasya’nın Terek boyu dağlık bölgelerini, Çoruh boylarını, Karadeniz’in güney kıyı boylarını kapsamaktadır. Bu sınırlar içinde kalan topraklar sonraki tarihlerde “Kolheti” adıyla anılmıştır. Doğu bölgesel kültür çevresi ise, Doğu Gürcüstan’da Alazani ırmağı karşı yakasından Savan Gölü çevresine, oradan Aras Vadisi’ne kadar uzanmaktadır. Bugünkü Kartli bölgesi ise Doğu ile Batı Gürcüstan’ın kültürel farklılıklarının buluşup deneyimlerini birbirine aktararak sentezlendiği bir nokta olmuştur.
Eski devirlerde madenciliğin anayurdu gözüyle bakılan Kafkasya topraklarındaki Gürcüstan’ın Bronz devri M. Ö. II. binyılın başında başlamıştır. Tüm bu bulgulara göre, M. Ö. II. binyıl boyunca merkezi Gürcüstan’da yaşayan kabilelerin yöneticilerinin zengin ve güçlü kişiler olduğu göze çarpmaktadır. Hatta, kazılar sırasında kral mezarlarından çıkan bu devre ait altın ve gümüşle işlenmiş testilerin üzerlerinde Asya kültlerinin etkisinde kaldıklarını gösteren ve dini törenleri canlandıran resimler olduğu da gözlenmiştir.
M. Ö. I. binyılın başlarında Asur ve daha sonra Urartu (Ermenistan) tutanaklarına bakıldığında, Gürcülerin ataları olan halklardan sözedildiği görülmüştür. Gürcüstan’ın güneybatı eyaletlerinden biri olan ve Tao’ya yerleşen Taohoilerin atası Diauhi ya da Diaeni adlı bir milletle, bir de Karadeniz’in doğusunda geniş topraklara sahip olan Kolçilerin atası Kulha adlı bir milletin varlığı anlaşılmıştır. Varlıklı Kolçilerin ünü Yunanistan’a kadar yayılmış ve bu Medeia ile “Altın Post”*** efsanesinde sembolik bir şekilde yerleşmiştir.
Yine ilk dönemlere ait halklar arasında Asurluların Tabali ve Muski dedikleri kabileler de yeralır. Kaynaklar bunlardan Tubal ve Meşeç (Muşki), klasik yazarlar ise Tibareni ve Moskoi diye sözetmektedirler. VII. yüzyılda ise Kimmerlerin Anadolu’yu istilası sonucu Gürcüstan’a buradan birçok kavim gelmiş, bunlar sonradan Kura vadisinde yaşayan yerli halkla kaynaşmışlardır. Ancak, milattan hemen sonraki yüzyıllarda burada önemli bir krallık olan İberiya Krallığı kurulmuştur. Bu krallık, bugünkü Kartliya ve Kahetia bölgeleriyle Samtshe ve Güneybatı Gürcüstan’ı içine alan topraklara hükmetmiştir. Batıda kalan Kolçis’te ise Miletoslu yunan sömürgecileri ikame etmiştir. Kolçis, sonraları Pontus kralı Mitridates’in himayesi altına girmiştir. Pompeus’un akınları (M. Ö. 65) sonucunda İberiya, Kolçis ve Gürcüstan’ın Karadeniz kıyılarına Roma hakim olmuştur.
Aslında tüm bölgeyi etkisi altında tutan temel iki uygarlıktan sözetmek mümkündür. Yapılan tarihsel çözümlemelerde hep ikinci Bizans diye tanımlanan Pers uygarlığı, bölgedeki etkinliği bakımından Elen kültürünü önceleyen bir geçmişe sahiptir. Devlet organizasyonunu erken gerçekleştirmiş olan Akamenid Krallığı, dağınık topluluklar halinde yaşayan halkları kendine bağlamış ve bu küçük toplulukları sömürmeye bağlamıştır bile. Perslerin bu krallığının ömrü ancak ikiyüzyıl sürmüştür. İsa’dan önce 4. yüzyılda Büyük İskender’in komutasındaki Yunan orduları bu krallığa son vermiştir. Böylelikle Perslerin bölgedeki kültürel etkisi, ardından gelen “Hellenizm”in etkisine girmiştir. Hellenizm hareketleri Gürcüstan üzerinde büyük etkiler bırakmıştır.Bu dönemde Gürcüstan’ın dış ülkelerle ticaret ilişkileri büyümüş, ticaret yaşamına kültür ve deneyim değiştokuşu da eklenmiştir. Yunan dilinin ve kültürünün bıraktığı etkilerin yanısıra Hellenizm çağı, Gürcü politik yaşamına da önemli değişiklikler aşılamıştır.
Batı’dan gelen ilk büyük akın olan İskender’in fethi, belki de Batılılaşma hareketlerinin ilki olmuştur. İsa’dan önce 323 yılında Büyük İskender’in ölümüyle birlikte, kurduğu geniş topraklara yayılan ülke yıkılsa da bıraktığı etkiler hem sosyal, siyasal, hem de kültürel açıdan yüzyıllara yayılan derin izler bırakmıştır. Büyük İskender’in ölümünün hemen ardından, onun döneminde tayin ettiği yöneticilerin bağımsızlıklarını ilan edip krallıklarını kurmaları bu sürecin başlangıcı olur. Bu süreç içinde, Hellenistik çağın başlangıcında Yunanlıların Doğu Gürcüstan için “İberya”, insanları için de “İberler” adını kullanmaları ve bu yakınlaşmanın sonraki tarihlerde önemi ortaya çıkacaktır.
Persiya boyunduruğu altındaki Ermeniler, Persiya’nın yıkılmasını fırsat bilmiş ve komşuları Kolheti ile İberya Krallıklarının beş vilayetini işgal etmişlerdir. Bu işgal üzerine Gürcüler geniş topraklar kaybetmiş ve Güney Kafkasya içine sıkışmışlardır. Ermeniler ise, Romalıların Selevkos krallığı’nı devirmeleri üzerine iki ayrı bağımsız krallık ilan ederler. Güney topraklarının kaybedilmesi üzerine Gürcüler kuzeydeki Kür boylarına kadar çekilirler. İberya diğer bir deyişle Kartli Krallığı, tüm etkilere açık dediğimiz bölgede yaşamını sürdürür.
Mtsheta’ya taşınan Kartli Krallığı’nın başkenti, kaynaklara göre Aryan Kartli kralının oğlu “Azo” tarafından başkent yapılmıştır. Daha sonraki tarihlerde Kartli tahtına oturan kralların Azo soyundan geldiği söylenmektedir. Azo ise, güney Kafkasya’nın daha da güneyinde olan ve babasına ait “Aryan Kartli” ülkesinden gelerek Mtsheta’ya yerleşmiştir.
Eski Subari ülkesinin güneyinde bulunan “Hari” adlı bölgenin adını çağrıştırır Aryan Kartli sözcüğü. Ancak, Yunanlı düşünür ve tarihçilerin iddialarına göre “Azo” Altın Post öyküsündeki pöstekiyi kaçıran “Yason”un kendisidir. Onlara göre Gürcülerin gerçek atası bu Yason’dur.
Doğu’nun batısı Pers uygarlığı, Batı’nın doğusu Elenler tüm bölgeyi durmadan döven bir etkiyi gündemde tutarlarken, 2. yüzyıl başlarından beri yerlerinden taşıp Asya ülkelerine ayak basan Romalılar, İsa’dan önce 3. yüzyıl sonlarından itibaren dünya sahnesinde politik varlıklarını hissettirirler. Çok geçmeden Anadolu, Romalıların ülkesi haline gelmiştir. Romalıların Küçükasya’da kurdukları üretim tarzı, halkın sırtına yükledikleri ağır vergiler, memurların halka yaptığı zulüm, yağmalamalar Anadolu halkını çok geçmeden yıldırır. Başkaldırı gündeme geldiğinde, fırsatları değerlendiren ve kendi çıkarlarını düşünen Pontus Kralı Mitridat, Anadolu halkının toplumsal muhalefetini arkasına almak ister ve Romalılara karşı bir savaşı başlatmanın nedeni olarak gösterir. Nitekim kısmen başarılı da olur. Savaş sırasında Ermeniler, Albanlar (Azerbaycanlılar) ve İberyalılar (Gürcüler) Mitridate’nin tarafını tutarlar. Ancak, Romalıların yeni komutanı Pompeus tüm bölgeyi Romalıların himayesine alacak zaferleri kazanmıştır ve Gürcüler bu savaş esnasında 9000 kayıp vermişlerdir.
Roma’nın sömürgesi olan tüm bu bölgede, Romalıların bu topraklardan vergi almasının ve yeraltı-yerüstü kaynaklarını sömürmesinin yanı sıra en önemli şey köle ticareti olmuştur. Örneğin, Trakya kökenli olan köle Spartaküs bu döneme ilişkin önemli bir tarihsel olgudur.
Yine bu tarihlerde halk tüm bu baskılara karşı mücadele vermiştir. İsa’dan sonra 69-79 yıllarında Roma İmparatoru Vesfasiane’ye karşı bir ayaklanma gerçekleşir. Eski köle olan Aniketi adında bir halk lideri, Doğu Karadeniz kıyılarındaki eski Kolheti halklarını silahlandırarak bağımsızlık mücadelesi verir. Aniketi, saldırısının sonucunda Trabzonu ele geçirmiş ve burada bulunan Roma garnizonunu kılıçtan geçirmiştir. Yenilgiyle biten bu mücadele, tarihsel akış içinde bölgedeki mücadele geleneğinin önemli bir parçası olmuştur.
Romalılar Kolheti’ye girdikten sonra ülke yönetiminin başına kendi adamlarını tayin etmişler ve Kartli Krallığı’nın statüsünü tanıyıp onlara “dost” sıfatını vermişlerdir. Çünkü Romalılar Doğu’daki yayılmalarını sürdürmelerinde bu bölge sanki bir üst görevini görmüştür. Kartlilerin “Roma dostu” olarak kalmaları, onlar açısından çok önemlidir. Romalılar, Güney Kafkasya’yı kuzeye bağlayan dağ geçitlerini bu yerel güçlerle tutmaktadırlar. Bu geçitlerin adı her zaman “kapı” olmuştur.
Daha sonraki tarihlerde iyice gelişen dostluğun aşaması, Kartli Kralı II. Parsman’ın Roma’ya davet edilmesiyle daha da gelişir. Keizar’ın emriyle Roma’daki Mars Meydanı’na Gürcü Kralı II. Parsman’ın at üstünde bir heykeli bile yapılmıştır. Daha sonraki tarihlerde, yani 224-226 yıllarında Sasanilerin yeni bir Pers Krallığı ile tarih sahnesine çıkmaları üzerine başlayan Roma-Persiya gerginliğinde Kartli Krallığı gündemde olmuştur. Savaş esnasında Kartli Krallığı çok iyi korunmuş ve Romalılar ile Persiyalılar savaşırken Kartli bundan yararlanarak gelişmesini sürdürmüştür. Sonunda Roma ile Persiya arasında bir barış antlaşması imzalanır. Bu antlaşmanın maddelerinden birinde Kartli Krallarının taç ve nişanlarını Romalıların elinden almaları öngörülmektedir. Bu, Kartli’nin Roma’nın vasallığı altına girdiğini göstermese de, Kartli Krallığı önceden olduğu gibi Roma dostu ve bağlaşığı olarak kalacaktır.
Bütün bu etkiler altında kalan dağınık bölge halkının kendi geleneğinin dışında bir üretim tarzı ve siyasal yapılanmaya gitmesi kaçınılmaz bir hal almıştır. Özellikle Gürcüstan’da ova toplumu arasında dengeler bozulmuş, sosyal eşitsizlikler ortaya çıkmıştır. Sınıflı toplumun ve sınıflılığın ikamesine yönelik devlet organizasyonu başlamıştır. O dönemlerde beliren sınıfsal yapılanmalar Gürcüstan’da şöyle olmuştur: Kral soyundan gelenlere “Sepe” denir, diğer soylulara “Sepetsuli”, kralın kendisine “Mepe” devletin başı denmiştir. Ardından gelen ikinci önemli sınıf ise Kurumilerdir. Kurumiler din adamlarından oluşmuş ve önemli bir zenginliği barındıran putperest tapınakların ibadetini, idaresini yürütmüşlerdir. Aynı zamanda bu sınıfın mensupları, o çağlarda komşu ülkelerle çıkan problemleri halletmek için yürütülen diplomasi görevlerini de yerine getirirler.
Diğer bir sınıf ise, savaş halinde kralların asker toplayıp ordu oluşturduğu özgür halk ve köylülerdir. Eski dönemlerde bu sınıfa Gürcü dilinde “Eri” denmektedir. Bu sözcük aynı zamanda “ulus” anlamını ifade etmektedir. En alt sınıf ise, “Mdabio Halhi” sınıfıdır. Normal halk özgürlükleri kısıtlanmış bu sınıf, “Sepetsuli”lerin arazilerini işleyen köylülerdir. Bunların diğer bir adı da “Kma” ya da “Glehi”, yani ırgat köylülerdir. Bu sınıfı kullanma hakkı sadece kral ve soyluların, “Sepe”lerindir. Bu yüzden bu sınıfın diğer adı da “Msepe Glehi”, yani asillerin kullarıdır.
Tüm anlatılan efsaneler bir yana, elde edilen arkeolojik bilgilere göre Gürcü halkı, eskiden beri Gürcüstan’da yaşayan yerli halkla, Yunanlılar, İskitler, İranlılar, Ermeniler ve Anadolu’dan gelen kabilelerin kaynaşmasından oluşmuştur.
NOTLAR
* Özellikle, çok ciddi çalışmalarıyla Gürcüstan tarihine ışık tutan iki Gürcü Sovyet Tarihçisi Niko Berdzenişvili ve Simon Canaşia bu araştırmacılar arasındadır. (Gürcüstan Tarihi, Çev: Hayri Hayrioğlu, Sorun Yayınları)
** Vaja Pşavela ile Giorgi Kazbegi Hevsur, Pşav ve Mohevi oymaklarının geçmişini edebi bir dille yazmışlardır.
*** M. Ö. 3. yüzyılda yaşamış olan Rodos’lu Apollonios’un anlattığı “Altın Post” efsanesine göre: Bir zamanlar Athamas’ın çocukları Phriksos’la Helle’yi sırtına alıp Yunanistan’dan Karadeniz’deki Kolheti ülkesine kaçıran kanatlı koçun pöstekisidir. İolkos Kralı Aison tahtını üvey kardeşi Pelias’a kaptırmış ve delikanlılık çağına gelince kardeşinin karşısına çıkıp hakkını istemiştir. Pelias’ta ondan kurtulmak için tahtı, Kolheti’ya gidip kanatlı koçun Altın Post’unu getirebilirse teslim edeceğini söyler. Argonotlar’ın yolculuğu böylece başlamış olur.
Altın Post’u almak için Lazlar’ın ve Abhazlar’ın ülkesi Kolheti’ya doğru yola çıkan elli beş gemicinin (Prens İassos, gemi ustası Argos, dümenci Tiphys, ozan Orpheus, idmon, Amphiaraos ve Mopsos adlı kahinler, Boreas’İn oğulları Kalais’le Zetes, Kastor’la Polideukes, Peleus’la Telamon, Meleagros, Herakles ve daha başkalari…) ilk duragi Lemnos adasidir. Adadaki kadinlar, erkeklerini öldürmüşlerdir ve gemicileri çok iyi karşılayıp konuk ederler. Daha sonraki durak Mysia’dır (Mudanya). Herakles karaya su almak için çıkan bir genci ararken kaybolur.
Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla karşılaşmadan önce Trakya sahiline çıkıp bir savaşa katılır ve zaferle çıkarlar. Karadeniz’in girişinde onları bekleyen “Çarpışan Kayalar” vardır. Bu kayalar, aralarından bir gemi geçti mi, yerlerinden oynar ve birleşerek kapanır, ortalarında ne varsa paramparça edermiş. Bu engeli aşarlar. Karadeniz’deki ilk limanları Samsun civarındaki Themiskyra’dır (Terme). Burası erkeksiz bir kadınlar topluluğu olan Amazonlar’ın ülkesidir. Amazonlar’ın ardından bu zorlu yolculuğun son durağı olan Kolheti’ya varıp Altın Post’a kavuşurlar.
KAYNAKÇA
1. Meydan Larousse- Büyük Lugat Ve Ansiklopedi, Cilt. 8, s. 255.
E-Kitap: Bir Toprak… Bir Tarih… Bir Şair: Mayakovski – Yiğit Tuncay
İçindekiler
- Gürcüstan ve Gürcü Halkı
- Gürcü Yazınının Doğuşu ve Gelişimi
- Stratejik Noktalar
- Bir İleri İki Geri
- Barbarlar ve Şarkiyatçılık
- Terra İncognita
- Yayılmacılık
- Bölge Sorunu ve Yayılmacılık
- Romantizmin Ruhu Üzerine
- Romantizmin Maddesi Üzerine
- Romantizmin Etkileri Üzerine
- Rus Aydınlanması 1
- Rus Aydınlanması 2 (Antik Yunan Dünyası)
- Rus Aydınlanması 3
- Öznelci – İdealist Bir Çığlık: Dışavurumculuk
- Mayakovski ve Fütürizm
- Pantolonlu Bulut