Pantolonlu Bulut
Oyunlaştıran ve Oynayan: Yiğit Tuncay
Yöneten : Hadi Çaman
Oynayan : Yiğit Tuncay
Sahne Düzeni : Nurullah Tuncer
Müzik : Memet Duru
Işık-Efekt : Hakan Özipek
Dekor Realize : Biles Öcal
1989-1996 yılları arasında sahnelenmiştir…
1. PERDE
1. SAHNE
/ 3. ZİL ÇALDIKTAN SONRA MÜZİK GİRER. MÜZİĞİN İÇİNDEN GELECEK OLAN EFEKTİN İLK KELİMESİNDE IŞIK YANAR…/
EFEKT:
Herkes!
Herkes!
Kimse fazla değil!
Birlikte
Çıkınız ve gidiniz!
İmza:
İntikam-Protokol şefi.
Açlık-Yönetmen
Süngü
Brovnik
Bomba
Üç imza: Sekreterler.
/ MÜZİK YAVAŞ YAVAŞ FAYD OLUR. MAYAKOVSKİ SEYİRCİLERİN ARKASINDA BELİRİR./
MAYAKOVSKİ:
Siz!
Evet siz!
Hiç kavrayabilir misiniz;
Niçin bunca alaya ve küfür sağanağı altında dingin
Bir tabağa koyup da ruhumu
Gelecek yüzyılların şölenine sunduğumu?
Büyük meydanların sakalı uzamış çehresinden
Hiç bir işe yaramaz bir göz yaşı halinde akıp giden
Ben belki de
Son şairim
Ve bilmenizi isterim…
Nasıl
Salınır da salınır çakıllı yollarda
Ve teli üzerinde dalların.
Yüzü sıkıntıyla boydan boya yarılmış
Ve hep kaçan, hep kaçan ırmakların bol köpüklü enselerinde, nasıl
Demirden ellerini kemirtir köprülere.
Ve gökyüzü, nasıl
Gürüldeyen gürültülerle
Döker o sonsuz gözyaşlarını
Ve küçük buluttaki kocaman ağzın kıvrımında, nasıl
Ufacık alaycı bir gülümseyiş belirir:
Cici bir bebek beklerken,
Tanrı’nın
Karnından biçimsiz sakat bir oğlanı
çıkarıp fırlattığı bir kadın gibidir.
Kızıl saçlar arasında tıknaz bodur parmaklar.
Arılara özgü bir süreklilikle okşadı sizi hep güneş.
Ruhunuz var mı sizin?
Ruhunuz da öpücük yağmuru altında bir esir,
Bakın işte başını almış gitmektedir.
İşte ben,
Sıyrılıp her türlü dehşetten,
Gün ışığının nefretini çağdan çağa taşıyan ben,
Demirden kirişler halinde gerilmiş ruhumla ben,
İmparatoru lambaların!
Gelin!
Hepiniz için yerim var!
Sessizliği paramparça eden kim?
Benim!.
Ve benim güneşin boğucu kentlerinde başkaldırıp haykıran.
Şimdi de sözcüklerle;
Hani o basit,
Hani o öküz böğürmelerini andıran
sözcüklerle ben!
Yeni ruhlarımızı ortaya sereceğim.
Arı vızıltılarıyla ruhlarımızın yaylarını titreten, ruhlarımızı.
Parmaklarımla söyle bir dokunacağım başlarınıza o kadar,
Ve dudaklar bitecek dokunduğum her yerden,
En büyük öpüşlere uygun dudaklar.
Ve bir dil fışkıracak,
Tüm halklara geçerli bir dil.
Yürekten,
Aksak ruhumla
Ağır ağır
Tahtıma ilerleyeceğim.
Elden düşme göklerden yontulmuş yıldız deliklerle süslü tahtıma.
Kurulup yerleşeceğim,
Pırıl pırıl.
Üzerimde tek ziynet tembellik olacak
Ve sahici gübreden en yumuşak minderler kıçımın altında,
Kurulup yerleşeceğim.
Ve rayların dizlerini okşamaktan usanmış lokomotif tekerleri,
Gelip, sevgiyle, boynumu okşayacak…
/ MÜZİK GİRER./
/ DİZ ÇÖKMÜŞ SEYİRCİYE ARKASI DÖNÜKTÜR. SİLAHI ÇIKARIR KAFASINA DAYAR. MÜZİĞİN İÇİNDEN EFEKT GELİR./
EFEKT:
Hepinize!.. Ölüyorum, ama kimseyi suçlamayın bu yüzden.
Dedikodu etmeyin. Merhum nefret ederdi bundan.
Anacığım, bacılarım, yoldaşlarım; bağışlayın beni, iş değil bu
(kimseye de tavsiye etmem zaten). Ama başka çıkar yolda kalmamıştı benim için.
Lili, sev beni!
Hükümet yoldaş, ailem şu kişilerdendir; Lili Brik, Annem, bacılarım
ve Veronika Vitoldovna Polonskaya. Geçimlerini sağlarsan ne mutlu bana. Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin, bulunursa.
İş işten geçmiş ola
Derler ya hani,
Günlük yaşamın akıntısına çarparak
parçalandı aşk teknesi de.
Yaşamaktan alacağım ne kaldı ki,
Artık anımsamak boşuna
Acıları,
Felaketleri,
Karşılıklı haksızlıkları.
Sizler,
Sizler mutlu yaşayın yeter.
/ TEK EL SİLAH SESİ DUYULUR VE MAYAKOVSKİ’NİN DÜŞÜŞÜYLE IŞIK SÖNER. MÜZİK DEVAM ETMEKTEDİR./
2. SAHNE
/ MÜZİĞİN 2. BÖLÜMÜ BAŞLADIĞINDA, IŞIK YAVAŞ YAVAŞ YANAR. MAYAKOVSKİ YERDEN KALMAK ÜZEREDİR. /
Ozanım ben. Hani çocuklara belletirsiniz ya! -Güneş pelinler üstünde doğar stepte- Sevilen kadının başıdır aşk yatağında, bu küçük tüyler arasında beliren.
Ok fırlatıyor o gözler!
Sil gözlerinden bu gülümsemeyi.
Yüreğin isteği tabanca,
Gırtlak usturayı özler.
Büyüyor gönülsemem tutarsız ve şeytanca
Bir sayıklamaya gömülüp.
Geliyor ardımdan kadın.
Suya doğru çekiyor beni,
Ya da eğimine doğru damın.
Ortalıkta kar,
Kar veriyor baskın.
Kıvrılıp donarak,
Aynanın üzerine
Yeniden
Düşüp konarak, kımıltısız bir zümrüt gibi.
Ruh ürperiyor
Aynaların eline düşüp.
Kaçmasına yok bir olanak.
Ve büyülenmiş
Bir adam gibi zor
Arşınlıyorum Neva rıhtımlarını.
Yürüyorum…
Yürüyorum…
Bir de bakıyorum, hep aynı yerdeyim.
Kaçmak istesem de,
Boşuna.
Burnumun dibinde,
Bir ev beliriyor.
Donmuş pencereler ardından
Çekiliyor şiş karınlı bir şafak.
Orası!
Bir kedi miyavlıyor acı acı.
Tütüyor yanarak bir idare lambası.
Bir zili çalıyorum.
Eczacı!
Eczacı!
Asılıyorum bacaklarımın direklerine.
Büyüyor düşüncelerim,
Birbirine dolanarak,
Geyik boynuzları.
Göz yaşlarım,
Göz yaşlarım ıslatıyor
Yerde buzları.
Anıyorum o yitik cennetimi,
Yere yatıp boylu boyunca.
Eczacı!
Eczacı!
Nerede diner,
Neyle diner
Yürekteki bu onmaz acı?
Gökyüzünün sınırsız ovalarında,
Çılgınlığında büyük sahranın,
Çölün o kupkuru deliğinde,
Kıskançlara yer var mı peki?
Kavanozların ne sırlar saklar?
Bilirsin yüce tüzeyi.
İzin ver şuna eczacı:
Fırlatayım ruhumu
Hiç üzülmeden
Gök boşluğuna!
Uzatıyor bana gerekeni:
Bir kafatası.
“Zehir”
İki de çapraz kemik.
Benim için mi bu?
Ölümsüzüm ben ama!
Benzemem başka müşterilere!
Gözlerim kör,
Konuşmam yok,
Aklım örtmüş kapısını bir kere.
Ne bulur içimde parçalamaya
Benim bu zehir?
Az buçuk anlıyor zavallı.
Meraklılar,
Meraklılar doluşuyor pencerelere.
Dimdik oluyor saçlar.
Birdenbire,
Birdenbire dükkanın ortasında yüzmeye başlıyorum.
Tavan,
Tavan açılıyor kendi kendine.
Çığlıklar!
Gürültü!
“Evin üstüne vardı bile!”
Süzülüyorum yukarıda enikonu.
Batan günde,
Kor kesilmiş bir odun gibi kilisenin haçı.
Aşıyorum onu!
Ormanın üstünde çığlık çığlığa kargalar.
Onları da aşıyorum.
Sözde çırağım daha!
Bütün bildiklerimiz,
Bütün öğrendiklerimiz,
Hiçlik kırıntısı.
Fiziği, kimyası, gökbilimi, hep saçma!
Bir istemek yetmiyor ama.
Ben de süzülüyorum arasında bulutların.
Dilediğim yere gidebilirim şimdi!
Her yere!
/ MÜZİK GİRER VE SÖZLERİN ALTINDAN DEVAM EDER…/
Baladların şiirsel çamurunu çalkalayın da,
Türküsünü yakın şimdi.
Türküsünü yakın!
Amerikan ceketli,
Cilalı, sarı pabuçlu,
Yeni şeytanın!..
/ MÜZİK YÜKSELİR. IŞIK SÖNER VE STROP LIGHT DEVREYE GİRER…/
(DANS SAHNESİ)
3.SAHNE
(MAYAKOVSKİ GÖKTE)
/ STROP LIGHT SÖNER. IŞIK YAVAŞ YAVAŞ YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Geldik bile!
Konuyorum bir bulutun üstüne.
Yükümlüyorum,
İşlerimle
Ve yorgun bedenimle bulutu.
Gönül açıcı bir yer, ilk kez geldiğim.
Bakıyorum sağına soluna.
İşte,
İşte iyice yalanmış bir yüzey.
Öve öve bitiremediğimiz gök!
Görürüz enine boyuna.
Bir kıvılcım,
Bir parıltı,
Bir ışıldama
Ve bir gürültü
– Ya da
Ruh gibi bir şeyler midir
Ki usul usul kaymada. –
/ MÜZİK GİRER VE YAVAŞ YAVAŞ FAYD OLUR./
“Kadın oynaktır, değişir…”
Burada,
Gökkubbede,
Müziğini dinlemek Verdi’nin.
Yarığından bir bulutun,
Bakıyorum gizli gizli,
Şarkı söyleyen meleklere,
Öyle sevimli, öyle dingin,
Öyle yollu yordamlı yaşayan meleklere.
İçlerinden biri çıkıp
Tatlı tatlı bozuyor
Uykulu dilsizliğini:
/ EFEKT…/
KADININ SESİ:
“Hoşunuza gitti mi
Vladimir Vladimiroviç,
Bu sonsuzluk, uzayıp giden?”
MAYAKOVSKİ:
Aynı tatlılıkla karşılık veriyorum:
“Sevmez olur muyum hiç
Bu hoş sonrasızlığı ben!”
Önce sinirleniyor adam:
Ne bir köşe var Kendine,
Ne çay,
Ne içerken okuyacak gazete.
Yavaş yavaş alışıyorum gök törelerine.
Yeni gelenler oldu mu,
Bakmaya gidiyorum ötekilerle birlikte.
Ne?
Siz misiniz?
Sevinçle kucaklaşıyoruz ikimiz:
/ EFEKT…/
ERKEK SESİ:
“Merhaba Vladimir Vladimiroviç!”
MAYAKOVSKİ:
“Abraham Vasiliyeviç, merhaba!”
Şanına yaraşır bir ölümle geldi mi
Bu ölü buraya acaba?
Ne ince şakalar değil mi?
Çok hoşuma gidiyor bu iş.
İyice tadını çıkarıyorum
Hep kapının dibinde kalıp.
Bir bakıyorum,
Eşikte ölü tanıdıklar belirmiş.
Yanıma alıp,
Göteriyorum burçlara varan yokuşu,
O göz alıcı süsünü dünyaların.
Bütün olayların merkez istasyonu,
Bir düğmeler, manivelalar, levyeler kumkuması.
Burası
-Dünyalar eriyip gidiyor tembel tembel –
Burası
-Daha güçlü, daha hızlı çeviriyor bir sürü el -,
“Böyle dönmeli hep – budur istedikleri –
Dünya batıp gidinceye dek.
Nedir anlamı bunun?
Kanla sulamak mı yeryüzünü?”
Canı cehenneme topunun!
“Gülüyorum telaşlarına, öfkelerine.
Sularlarsa sulasınlar,
Bana ne!”
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
4. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Olabilecek bütün ışınların baş ambarı.
Sönmüş yıldızların atıldığı yer.
Eski bir taslak,
– Kimbilir kimden kalmış –
Balinalarla ilgili, yarım kalmış bir tasarı.
Burada herkes ciddi.
Herkesin işi başından aşkın.
Kimisi bulutları ütülüyor,
Kimisi güneşin fırınını besliyor.
Her şeyde korkunç bir uyum,
Yatkın.
Rütbe sırasına göre.
İtişip kakışan yok.
Daha ötesini de gerektirmiyor bu durum.
Önce homurdandılar bana karşı.
“Aylak, boş gezenin biri!” dediler.
Ama yürektir bence her şeyin başı.
Yürek ne gezer gövdesi olamayanlarda?
Ben de şunu ileri sürdüm:
“İstemiyorsanız siz burada beni,
Bir kenarda güzelce uzanıp,
Üzerinde bir bulutun,
Oradan seyredeyim olan biteni.”
/ EFEKT../
ERKEK SESİ:
“Ama pek yakışık almaz bu dedikleriniz.”
MAYAKOVSKİ:
“Ya, öyleyse siz bana bir şeyler öneriniz.”
Körükler iç çekiyor zaman fırınında.
Birmiştir hazırlığı
Bir yeni yılın.
Yılların öd patlatan çığı
Geçmektedir gümbürtülerle.
Sayıya vurmuyorum haftaları.
Bizler,
Bizler ki
Zaman kadranına kapatılmışız.
Aşkı neden bölmüyoruz günlere peki,
Değiştirmiyoruz sevilen adları?
Büyük bir durgunluk.
Serilmişim
Ay ışınlarının dibine.
İçim yatışsın diye düşlere eğilmişim.
Bir güney plajında yatmışım desem yeri.
Ama daha bir uyuşuk, daha bir sersem.
Aşıp gidiyor her dem,
Beni okşayışlara gömerek,
Başımın üstünden sonsuzluk denizleri.
/ MÜZİK GİRER VE IŞIK YAVAŞ YAVAŞ SÖNER./
5. SAHNE
/ MÜZİĞİN BİTTİĞİ ANDA IŞIK YANAR…/
Çağdaşlarından yüz bulmuş budala tarihçiler şunu yazsınlar varsın: “Bu ilginç ozanın hiç de ilginç olamayan, sıkıcı bir yaşam öyküsü var.”
Bilirim
Günahkarlar
İnlerken cehennemde
Adımı anarak yalvarmaz.
İnmez Golgota’nın üstüne perdem de
Papaz alkışlarıyla.
Ben efendi efendi
Yine giderim içmeye kahvemi
Yaz bahçesi’ne.
Beytullah’ımın göğünde
Parlamazdı hiç bir işaret.
Bozmazdı hiç kimse
Uykusunu
Mezarlarında,
Saçları lüle lüle çoban kralların elbet.
Size doğru indiğim gün ise,
Bir umutsuz,
Bir kesin,
Bir ötekilere benzeyen gündü.
Ve hiç kimsenin aklına gelmemişti kınamak komşu yıldızı,
Saygısız, eksik diye:
“Yıldız,
Yıldız,
Nedir bu üşenme parıldamaktan?
Kutlamayacaksan eğer
Doğuşunu bir insanın
Yalnız şeytan olmaz mı yıldız,
Övüp ululadığın?”
Düşünün:
Alsak ağların içinden
Konuşan, ufak bir balığı dipdiri.
Övgüler düzer, türküler yakarız
Bütün bu altından mucizeye.
Ya ben nasıl göklere çıkarmam kendimi,
İnanılmaz bir harikaysam
Baştan aşağı,
Anlaşılmaz koskoca bir mucizeyse
Davranışlarımın her biri.
Bakın ne güzel,
Bakın da hayran olun her yandan
Bu beş kat ışıltıya.
Bunlara “el” derler işte.
Harika bir çift el!
Bakın görün:
Seçebiliyorum
En güzel boynu
Sarılıp dolanmağa.
Açan çekmecesini kafatasımın,
Görür kıvılcımlar saçan eşsiz bir aklı.
Var mı dersiniz
Elimden gelmeyen şey?
İsterseniz yaratabilirim de
Yeni bir hayvan.
Hem de iki kuyruklu,
Üç bacaklı.
Beni öpen söylemez mi ki
Var mı, yok mu
Tükürüğümden daha tatlı bir içki?
Ayrıca eşsiz bir dil var bende.
Kıpkırmızı.
Bir bağırsam “HEY – HEY – HEY” diye,
Yankılanır sesim yükseklerde,
Çok yükseklerde.
Bir bağırsam “HEEEEEYYYYY”.
İner usul usul süzülüp,
Ava çıkmış ozanın şahini gibi alçaklarda perde perde…
Ne söyleyeyim daha?
En sonra da
Dönüştürebileyim diye
Kışları yaza ve şaraba suyu,
Yeleğimin yünü altında
Duyulur çarpışları
Ufacık, eşsiz bir yumrunun.
Sağa vurması – bir evlenme -,
Sola vurması – titreyen seraplar bunun -.
Gene kimi örtmem gerek
Aşk uğruna benim?
Kim tekmelemeye gelecek
Sarhoş,
Geceyle maskeli, kim?
Bir çamaşırhane.
Çamaşır yıkayan kadınlar.
Çok insan, çok ıslaklık.
Sabun köpüklerinden de ne zevk alırlar?
Bakın bakın,
Yağlı kırk ayaklar kayboldu artık!
Peki bunlarda ne?
Gök ve şafak kızları mı?
Bir ekmekçi fırını.
Bir ekmekçi.
Ekmek pişirmeye çalışır.
Nedir bir ekmekçi?
Una bulanmış bir sıfır.
Tam o an
Örülen ekmekler
Oluyor mu sana bir keman:
Keman çalıyor ekmekçi.
Her şey ekmekçiye sevdalı.
Bir kunduracı dükkanı.
Bir kunduracı.
Bir sefil birikinti.
Üç beş çivi daha çakması gerek
Bir çizmeye şimdi.
İşte bakın siz:
Harp gibi açılıyor çizmenin konçları giderek.
Başında da bir taç kunduracının.
Usta ve şen bir prenstir şimdi o.
/ IŞIK SÖNER…/
6. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
Doğumum 1893 ya da 94 – annemin düşüncesiyle babamın kütüğe geçirttiği kayıtlar birbirini tutmuyor. Her neyse daha erken değil. Doğum yeri: Bağdadi köyü, Kutays ili, Gürcistan. Baba: Vladimir Konstantinoviç. Bağdadi’de orman kolcusu. Ölümü 1906. Ana: Aleksandra Aleksevna. Kızkardeşler: Lyuda ve Olya. Ha bir de Aniyuta teyze. Görünüşte başka Mayakovski’ler yok.
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
7. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Ozanım ben. Şiire verdim kendimi. Bu nedenle yazıyorum. Sevmem, kumarcılığım, Kafkasya’nın güzellikleri – bütün bunlar sözcüklerin birikip dibe çökmesinden sonradır.
“Yürekse her şeyin başı
Ne demeye,
Ne halt etmeye
Topladım paracıklarım, sizi ben?
Nereden geliyor bu çalım?
Kim bu hakkı veren?
Kim temmuz havasına çeviren her günü?
Kapatın gökyüzünü telgraf telleriyle!
Sokaklarla kıvırın yeryüzünü!
Kim ki övünmüştür elleriyle,
Tüfek verin!
Okşadığı mı var onu sıcak günlerin?
/ IŞIK SÖNER VE HEMEN YANAR…/
Bir gün Gruzini’lerde tuzağa düştüm. Kaçak basımevimiz. Kabarık bir cep defteri. Adresler ve cilt. Presniya mapushanesi. Milli emniyet. Susçiyovsk mapushanesi. Sorgu yargıcı Voltanovski. Kendini hinoğluhin sanıyordu. Bana zorla yazdırdı: el ilanlarını kaleme almakla suçlanıyordum. İçinden çıkılmaz yanlışlar yapmıştım. Yazıyordum: sosyal dimokritçi. Becerdim de. Teminat akçesiyle salıverdiler. Mapushanede Artzibaşef’in açık saçık romanını okuma olanağı buldum. Şaşakalmıştım. Nedendir bilmem, her mapushanede var bu kitaptan. Ruhun kurtuluşuna yarıyor anlaşılan.
/ IŞIK SÖNER…/
8. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
(MAYAKOVSKİ PARMAKLIKLAR ARKASINDADIR…)
Tutsağım çoktan beri.
Kurtaramaz beni hiçbir şey;
Yok olası yeryüzü tutuyor beni prangasında.
Yetse de yıkayıp arıtmaya sevgim sizleri,
Gönlümün okyanusu çepçevre evler arasında.
/ IŞIK SÖNER…/
9. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
(PARMAKLIKLARIN ÖNÜNDE…)
Yer belli değil. Herhalde kış. Babam Vatan dergisine abone olmuş. Vatan bir mizah eki. Maskaralıklar bekliyoruz. Babam evde Vatan şarkılarını dilinden düşürmüyor. Vatan gelmiş. Açıyorum, açar açmaz da resmi görünce bağırıyorum: “Amma da gülünç! Bir amcayla bir teyze öpüşüyorlar!” Güldüler. Daha sonra, ek gelmişken ve gülme sırasıyken, baştan anlıyorum ki güldükleri benim.
/ IŞIK SÖNER…/
10. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
(PARMAKLIKLARIN ARKASINDADIR…)
Bağırıyorum!
Duyduğum da
Hep anahtar gürültüsü!
Zindancının sırıtması.
Fırlatıyor önüme
Bir ışının ucunda
Çürümüş bir et parçası.
Sırıtıyorlar:
“HAH HAAH HAH”
Bense başıboş dolaşıyorum işte
Ateşler içinde sayıklayarak
Gümbürdüyor yeryüzü güllesi
Ayağıma zincirlenmiş de.
Gözlerimi anahtarla kapattı altın.
Bir körü kim tutar elinden?
Sonsuzluğa dek kapatılmışım
Demek ben saçmasapan bir serüvene!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
11. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Hayatımda birde Burlük ortaya çıkmıştı. Burlük kim mi? Bir dost. Pervasız görünüş, saplı gözlük ve redingot. Dolaşırken hep bir şarkı mırıldanıyor. Metelik verdiğim yok. Az kaldı işler sarpa sarıyordu bu yüzden. Ertesi gün, gece, Sretenski bulvarında bir iki dize okuyorum Burlük’e. Ve ekliyorum; “Bir arkadaş verdi de…” Burlük duruyor. Yüzüme bakıyor. Bar bar bağırarak: “Sizsiniz bunu yazan! Dahi bir ozansınız siz!” Hakkımda böylesine bir sıfat kullanması pek sevindiriyor beni. Dizeler arasına gömülüyorum. Beklenmedik bir biçimde ozan olup çıkmıştım o akşam.
/ IŞIK SÖNER…/
12. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
Ertesi gün, Burlük birine tanıtıyordu beni kalın sesiyle: “Ne tanımıyor musunuz? Dahi dostum bu benim. Ünlü ozan Mayakovski.” Dirseğini dürtüyorum. Ama Burlük’te acıma ne gezer. Ayrılırken de homurdanıyor üstelik: “Artık yazın şimdi. Yoksa beni besbeter bir duruma düşürmüş olursunuz.”
Ölüyor insanoğlu çevrede.
Ama yükseliyor göğe bir orman gibi
Kutlamaya ululuğunu:
Yaşa!
Bravo!
Aferin!
Hurra!
Viva!
Hoşanna!
Maşallah!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
13. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK SÖZLERİN ALTINDAN DEVAM EDER…/
Soylular birliği salonunda bir konser. Rahmaninof. Kaçıyorum o dayanılmaz yaygaradan. Benden bir dakika sonra da Burlük. Dolaşmaya çıkıyoruz. Konuşuyoruz. Rahmaninof sıkıntısından okul sıkıntısına geçtik. Ondan da klasiğin bütün sıkıntılarına. Burlük’te çağdaşlarını geride bırakmış bir ustanın öfkesi var. Bende de modası geçmiş fikirlerin uğursuzluğuna aklı yatmış bir sosyalistin konuşma ustalığı. Doğdu Rus fütürizmi!
/ MÜZİK TAMAMEN DURUR…/
Bitmez bir sevgiyle düşünüyorum Burlük’ü. Harika bir dost. Asıl ustam benim. Burlük’tür beni ozan eden. Almanları, Fransızları okuyordu bana. Birlikte geziyorduk. Hep konuşuyordu benimle. Beni yanından hiç ayırmıyordu. Her gün 50 kopek veriyordu bana, açlıktan gebermeden yazabileyim diye. Burlük’ün fıkır fıkır kaynayan dehasıyla, silinmişti gözümden Khlebnikof. Fütürist sözcük cizviti Kruçyonik’in çevresinde dolaştırıyordu Burlük bizi. Üç beş gecelik coşkunluğun ardından bir bildiri doğurduk el birliğiyle. Burlük’tü derleyen, kopya çeken, başlık atan ve dergiyi bastıran. “Halkın Beğenisine Şamar!” Burlük ile benim çılgınca nutuklarımızdan sonra, fütürizmle dolmaya başlıyor. Ama pek de kibarca değil. Bana da açıkça “Köpoğlu köpek diyorlar.”
/ IŞIK SÖNER…/
14. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
İmparatorlukların altın danasını sarsıyor devrimler,
Çoban değiştiriyor insan sürüleri!
Ama
Gönüllerin taç giymemiş sultanı,
Senin kılını bile kıpırdatamıyor hiç bir ayaklanma!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
15. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK SÖZLERİN ALTINDAN YAVAŞ YAVAŞ FAYD OLUR…/
O bütün günahları bağışlayan,
O dünyayı kutsallaştıran güneş;
Avucunu başıma koydu
Bütün rahibelerin en dindarı gece de
Örtüsünü omuzlarıma.
Öpüyorum sevdamın bin sayfalı incilini.
/ MÜZİK BİTMİŞTİR…/
Hayırsever efendiler!
Hayırsever hanımlar!
Cici beyler, sayın bayanlar baylar!
Yamayın şu ruhumu,
Sökükleri iyice dikin
Ki çöl girip yerleşemesin.
Hakaret midir
Balğam atmak.
Yoksa değil mi,
Bilmem?
Taştan tombul bir kız heykeli kadar kuruyum aslında:
Sonuna dek sağdılar beni.
Gidin!
DİĞER MÜZİK GİRER VE SÖZLERİN ALTINDAN DEVAM EDER…/
En yağlı etleri onlardan alın!
Neşeyle davul çalın şişkin karınlarında!
Sağırlarla aptalları tutun ayaklarından
Ve bir kaval üfler gibi üfleyin kulaklarına.
Kin kelebeklerinin çeperlerini deşin.
Fikirlerin gümüşe benzer kaydırak taşıdır yemeğim.
Cici beyler, hayırsever baylar ve de hanımlar!
Eğer izin verirseniz:
Bugün ben, sizler kadeh tokuşturup zırlarken
Kendi deliliğimle evleneceğim!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK YÜKSELİR…/
16. SAHNE
/ MÜZİK FAYD OLUR VE IŞIK YANAR…/
Hepinize birden,
Sevenler, sevmiş olanlar.
Sığınmış ikonalar mağarasına ruhun.
Şarap dolu bir kadeh gibi bir şölende ben,
Kaldırıyorum şiirle dolu kafamı.
Düşünürüm sık sık –
Ne hoş olurdu
Bir kurşunla bitirseydim işimi.
Bu gün ne olursa olsun artık
Veda konserimi veriyorum ben.
Ey bellek!
Topla beynin salonuna
Sayısız sevgilileri dizi dizi.
Gözden göze gülüş boşalt.
Donat gecesini geçmiş düğünlerin.
Gövdeden gövdeye sevinç boşalt.
Unutamasın hiç kimse bu gecemizi.
Flüt çalacağım bu gün
Kendi öz omurgamla.
/ EFEKT FLÜT SESİ…/
Geniş adımlarıma dayanmıyor yolların uzunluğu.
Nereye gitsem ki içimdeki bu cehennemle?
Hangi göksel hoffman tasarlayabilir seni, olmaz olası?
Sokaklar daralıyor sevinç fırtınasından.
Bayram dışarı salıyor eğlenenleri boyuna.
Dalmış gitmişim.
Katılaşmış ve sayrı düşünceler sızıyor,
O kan pıhtıları sızıyor kafatasından.
Ben
Yaratanım ya bayram eden her şeyi.
Paylaşacak kimsem yok bu günü, bu bayramı.
Sırt üstü devrilsem de
Çatır çatır kırsam Nevski’nin kaldırımlarında kafamı.
Küfür işledim işte.
Tanrı yok diye uludum.
Ama kızgın uçurumlardan Tanrı
Bir kadın çıkardı.
/ KADININ IŞIĞI YANAR…/
Tir tir titreten bir kadın
Karşısında dağları.Verdi bana,
Bildirdi buyruğunu:
Sev bunu!
Tanrı memnun kendinden yana.
Gök altında, dik bir tepede,
Sönüyor yabanıl, soluk bir adam.
Tanrı ellerini oğuşturuyor.
Bekle diyor bana:
“Dur hele, Vladimir!”
Odur o, ta kendisi,
Kim olduğunu bilmeyesin diye sen.
Odur tasarlayan bir koca vermeyi sana,
Piyanoyu insansı ezgilerle bezeyen.
Yatak odasından içeri dalsam,
İstavroz çıkarsam yorganın üstünde,
Bilirim ki buram buram
Yanık tüy kokuyordur
Ve kükürtlü dumanı şeytan etinin.
Bense tan ağarıncaya dek, buna karşılık,
Çırpınır dururum dehşete düşüp,
Sevmek için götürmüş olmalarından seni.
Ve yontarım çığlıklarımı dizeler halinde
Bir kuyumcu gibi, yarı kaçık.
Kağıt oymamalı belki de!
Çalkalamalı şarapla inildeyip duran yüreğin gırtlağını.
Gerekli değilsin bana!
İstemiyorum seni!
Benim için her şey bir biliyorum,
Geberip giderim yakında.
Sen,
Sen gerçekten varsan Tanrı,
Tanrım benim,
Yıldızların halısını sen dokuyorsan,
Günden güne büyüyen
Bu ağrı, bu acı bir armağanınsa, Tanrım senin.
Yargıçlık zincirini takında
Sana uğramamı bekle.
Gelirim ben, tam zamanında,
Gecikmem bir gün bile.
Dinle biraz;
Ulu işkenceci!
Sımsıkı bastırırım dudaklarımı.
Tek bir çığlık bile çıkmaz
Kanatıncaya dek ısırdığım ağzımdan.
Bir kuyruklu yıldıza bağla beni,
Bağlar gibi kuyruğuna bir atın.
Bas kırbacı!
Yıldızların sipsivri uçlarında parçalansın bedenim.
Ya da:
Ruhum göçüp de dünyadan artık,
Çıkınca senin mahkeme-i kübrana.
Şaşkın, suratı asık.
Bir darağacı kur bana samanyolundan.
As bir eşkıya gibi.
Yap aklına geleni!
İstersen atlara bağla beni, kopsun kolum, bacağım.
Ellerini, ey hak gözetici, ben kendim yıkayacağım.
Yalnız!
– Duyuyorsun ya beni! –
Al götür başımdan
Bana sevgili diye verdiğin baş belasını!
/ KADININ IŞIĞI SÖNER VE FLÜT SESİ GİRER…/
Geniş adımlarıma dayanmıyor yolların uzunluğu,
Nereye gitsem ki içimdeki bu cehennemle?
Hangi göksel hoffman tasarlayabilir seni, olmaz olası?
Ve gökyüzünü,
Unuttu diye maviliğini dumanlar arasında,
Ve bulutları, o paçavralar içindeki sığıntıları
Tutuşturacağım en son aşkımla.
Bir veremlinin yanan suratınca, kızıl sarı.
Sevinçle kapatacağım gürültüsünü kalabalıkların.
Unutanların dirliği, ev bark yüzünü.
Bir çift sözüm var insanlar!
Çıkın siperlerinizden.
Sonra bitirirsiniz savaşı.
Ama,
Bakus gibi kandan sendeleyerek
Bir savaş başlasa bile,
Hiç solmaz aşk sözleri.
Sevgili Almanlar!
Bilirim,
Sizin dudaklarınızda Goethe’nin Greten’i var.
Fransız gülümser süngü altında.
Dudağında bir gülüşle düşer vurulan havacı.
Bir anımsasınlar yalnız senin ağzının öpüşünü, Traviata.
Bana tad vermez ama
Yüzyılların çiğnediği pembe et.
Başka ayaklara kapanın bugün!
Sensin övdüğüm elbet,
Süslü püslü
Sarışın yosma!
/ KADININ IŞIĞI YANAR…/
Belki de bu süngü uçları gibi günlerden,
Ağarınca yüzyılların sakalı,
Kalan yalnız ikimiz olacağız,
Bense kentten kente senin ardında.
Gelin gitmiş olsan da deniz aşırı,
Saklanmış olsan da gecenin inlerine,
Londra’nın sislerinde seni bulacaktır öpücüklerim yine,
Sokak lambalarının ateşten dudaklarıyla.
Aslanların nöbet tuttuğu
Çöle yaysan da kervanlarını,
Senin için,
Rüzgarın yırttığı kumun altında
Sereceğim yanağımın yanan sahrasını.
Dudaklarıma bir gülüş yerleştirsen, baksan da –
“Ne yakışıklı boğa güreşçisi!”
Bir anda kıskançlık salacağım kulübelere,
Boğa gözlerimde bir ölüm sisi.
Dalgın adımlarla geçersen bir köprüden, düşünerek –
“Aşağıda olmak ne iyi!”
Ben kemerler altında akan sen ırmağıyım,
Seni çağırıyorum,
Gösteriyorum sana çürümüş dişlerimi.
Tırıs giden atların ateşinde yaksan da bir başkasıyla,
Gezinti yerlerini,
Yukarılara tırmanıp, ta yukarılarda,
Seni bekleyen ölgün, çıplak ayım ben.
Güçlü kuvvetliyim.
Gereklilik duyarlar da
Buyruk verirlerse bana –
“Git savaşta öldürt kendini!” diye.
Senin adın olur,
Ağzımdan son çıkan ad.
Donar kalır, bir mermiyle parçalanan dudaklarımda.
Başım taçlı mı ölürüm,
Saint – Helene’de mi bilmem?
Ata biner gibi binerim yaşamın dalgalarına.
Hem evrenin sultanlığına aday olurum,
Hem kelepçelere!
Çar olmak düşerse bana,
Senin yüzündür güneşsel altınına sikkemin
Basıla buyruğunu vereceğim şey,
Bütün halkına ülkemin!
Ve orada,
Orada,
Solduğu yerde herkesin tundurada,
Irmakla pazarlık ettiği yerde kuzey yelinin.
Adını oyacağım zincirlere Lili’nin,
Öpe öpe zindanın karanlığında.
/ KADININ IŞIĞI SÖNER…/
Dinleyin, unutanlar göğün mavi olduğunu, hepiniz!
Vahşi hayvanlar gibi diken diken tüyleriniz.
Bu aşk belki de
Son aşkıdır dünyanın,
Yanar bir veremlinin kızıl rengiyle.
/IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
17. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Butirki mapushanesinde 103 numaralı hücrede kalırken, üç yıllık kuram ve uygulama sonunda romanların içine dalmıştım. Yeni ne çıkmışsa okuyordum. Sembolistleri, Bieli’yi, Balmont’u. Biçimsel yenilik kışkırtıyordu beni. Ama yabancısıydım bunun. Konuların, görüntülerin yaşamımla hiç bir ilgisi yoktu. Yazmayı deniyordum. Ama apayrı bir şey yazmayı. Bu apayrı bir şey yazmanın da elimden gelmeyeceğini anladım. İnsanın koltuklarını kabartan, göz yaşartıcı sonuç şöyle bir şeylerdi:
Ormanlar baştan başa altın, erguvan giydi,
Kilise kubbeleri pırıl pırıl güneşte.
Bekliyordum, aylarda günler yiter gibiydi,
Ruhumuzu bunaltan o yüzlerce gün işte.
Bütün defter bunun gibi yazılmıştı. Damdan çıkarken elimden gardiyanlar defteri aldılar. Sağolsunlar. Ya basılmış olsaydı!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
18. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK SÖZLERİN ALTINDAN DEVAM EDER…/
Yıl, gün, tarih, ne varsa unutacağım hepsini.
Tek başıma kapanacağım bir yaprak kağıdın önünde.
Yaratsın insanüstü mucizesini
Acıyla aydınlanmış sözcükler.
Bu günün tarihi şenliklerle donanıp yansın.
Uyansın haça gerilmeye benzeyen o büyü.
Gelin görün bir ara –
Sözcüklerin çivileriyle
Çivilendim kağıtlara!..
/ MÜZİK YÜKSELİR VE IŞIK YAVAŞ YAVAŞ ÇEKİLİR…/
1. PERDE SONU
2. PERDE
1. SAHNE
/ MÜZİK GİRER… MÜZİK İLE BERABER SPOTLAR MAYAKOVSKİ’Yİ ARARCASINA, MÜZİĞİN RİTMİ İLE BİRLİKTE TEKER TEKER YANIP SÖNERLER. EN SONUNDA GÖBEK IŞIK YAVAŞ YAVAŞ GİRER VE MAYAKOVSKİ GÖRÜNÜR… MÜZİK FAYD OLUR. /
Siz hala burada mısınız?
Hadi!
Hadi, hadi!
Ee hadi!
Gidelim!
1, 2, 3, 4, 8, 16 yıl, binlercesi, yüzbinlercesi.
Ayağa kalk!
Yeter!
Güneşe bak!
Böyle dilsiz, böyle miskin yatmak da neyin nesi?
Bu destan ustasının adı 150.000.000.
150.000.000 benim dudaklarımla konuşuyor.
Rotatif adımlar.
Meydan taşlarının doruğu bu nesirde yayınlanmıştır.
Kim soruyor aya?
Güneşi yanıta zorlayan kim – neden gece ve gündüze güçlük çıkarıyorsunuz?
Evrene seslenen hangi akıllı yazar?
Ve bu benim destanımda böyledir, kimse yazmadı.
Bir tek amacı var – aydınlatacak yarınları:
“Bu böyle ne kükremesi?
Yüreğimi yerinden oynatmaya yeltenen de kim?”
Sabah mı?
Akşam mı?
Nice,
Nice yüzyıl geçti gitti günlerin uzaklığında parçalanıp toz olmaya…
Samanyoluna göz gezdirince
Belki diyorum kırçıl sakalım yayılmıştır uzaya.
Düşüyor bir sürü yıldız.
Gözlerimle izliyorum.
Yeryüzüne gitmede bu hız!
Unutulmuş istekleri canlanıyor gönlümün
Ve hasta beynim duş yapıları kurmakta.
Şimdi yenidir elbet dedim
Ne varsa yeryüzünde.
Ağırlıklar takınır köyler mis kokulu baharla bütün.
Kentler pırıl pırıldır elbet.
Al yanaklı bir ailenin türküsü duyulur bu mutlu günde.
Aaah büyüyor özlemim.
Özlemim gitgide daha sert, daha yaman.
Göz alıcı bir sis yükseliyor görmeyim,
Bir bulut geçmesin öteden,
beliriyor sanıyorum
zaman zaman
Bir yerlerden yeryüzü.
İyice kendimi verip
Arıyorum dünyayı
Öteki noktalar arasında.
İşte, işte!
Diktim oraya gözümü.
Seziyorum denizleri,
Kartal sesi içindeki dağları.
İşte,
İşte!
Orada babam.
Hep bildiğim gibi, hiç değişmemiş adam.
Yalnız ağır işitiyor kulakları,
Biraz da aşınmış kolcubaşı ceketinin dirsek bükümü.
O da sinirli, o da gözlerini dikmiş toprağa.
Ruh sürüleri de duyuyor sıla özlemi.
Kentli haydutun öfkesi çınlıyor kaba kaba.
Baba!
Baba!
Canım sıkılıyor…
Canım sıkılıyor, baba!
Ozanların aptalını çekermiş gök
Yıldız nişanlarının iğneleriyle!
Ne yayarsın kendini papaz cüppeleri gibi,
Tutarsın kendini bir kardinale eş?
Yaladığın yeter uykulu ışınlarını.
Düş arkama!
Ayaksız mı böyle yalnız?
– Demek kirletecek şeyin yok senin?!
Yeryüzü çamurunda gereği yok demek çizmenin?
Aslında babam da ölmüştü. Bir parmağını delmişti kağıtlarını iğnelerken, septisemi. O gün bugündür ödüm patlar iğnelerden – yıldızlar hariç tabi -. Bitti mutlu yaşam. Babamın gömülmesinden sonra 3 ruble kalmıştı bize. Doğrusunu söylemek gerekirse; sanıyorum ki şöyle başlamıştı ilk tepki. Baumann’ı anma gösterisinde çıkan panikte kafama kocaman bir trampet yemiştim. Korkmuştum doğrusu, sanki yırtılan bendim.
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER./
2. SAHNE
/ IŞIK YANAR./
(MAYAKOVSKİ PARMAKLIKLARIN ARKASINDADIR)
Yapmayın, hayır!
Kötülüğe bulamayın yüreğin uçlarını!
Şairim ben.
Bir şair
Ve bilin bakalım ben ne yaptım?
Kendi yüzlerimle
Ötekilerin yüzleri arasındaki farkı yok edip attım.
Ölümcül maddenin içinde kızkardeşler aradım kendime.
Ve bakın işte bugün
Bekarlığın henüz yanmamış kütük yığını üzerine
– Ki sapsarıdır o yığın –
Uçurumlardan da aşağıya yerleştirip okyanusların gözyaşlarını,
Kızkardeşlerin ismetini
Evet evet,
Ve ak saçlı anaların alın kırışıklıklarını yücelteceğim.
Özene bezene yıkanmış bu tabaklarda,
Seni,
Seni, seni, seni,
Seni ey kuzu eti yüzyıl
Keyifle parçalayıp yiyeceğim.
Gidelim! Gidelim!
Gideeelim!
Yaklaşacağım ona koleralı.
Yaklaşacağım ona tifolu.
Yaklaşacağım ve diyeceğimki
– Vilson! Hey! Vudro!
İster misin kanlı kovamı? –
Ve bunların hepsi 150 milyon insan!
Milyonlarca balık, trilyon haşeret, vahşi hayvanlar, evcil hayvanlar,
Hepsi bir hizaya geliyor.
Değerleri var onlar da yaşıyor.
Herkes kımıldamalı!
Kimi uzanıyorum kuyruklu yıldız gibi,
Kimi ebemkuşağınca büzülüyorum.
Yay biçimleriyle,
Bu oyun da ne?
Nedir kıvrılışlarındaki iç daralması?
Kuleler, kuleler gösteriyorum dünyaya
Kuleler ki inanılmaz bir hızla geçer.
Çoktan beri başıboş ruh düşünüyor eski günleri.
Kulak ayırt ediyor bazı sesleri şimdi.
Tam yolla!
– Günaydın nine! –
Kaydım asfalt üzerine.
Dikildim.
Alışılmamış gücünden şaşırıyor herkes
Bu gök yolcusunun.
Aah! Öyle bir gırtlak olmalı,
Olmalı da daha beter,
Daha korkunç bir kükreme salmalı
Kentin gürültüsünü bastırmak için.
Onun için bugün yöneliyoruz.
Herkesin gözü ışıkta
Ve bütün kulaklar gergin.
Uyanın! Uyanın, dinleyin şu şarkıları da:
Geldik biz,
Tunduraları aralayıp.
Yürüdük çamur ve çimenlerin arasından.
Milyonlar geldik biz, milyonlarca emekçi,
Milyonlarca çalışan ve memur
Milyonlar geldik biz,
Milyonlarca olay.
Sakatlanmış, yıkılmış, perişan.
İniyoruz dağı biz,
Sürünüyoruz ormandan, yıllarca sömürülmüş taraflara.
Geldik biz!
Milyonlar!
Milyonlarca hayvan!
Yabanileşmiş, kör, aç.
Çıkın değil yıldızımsı sevimli yumak,
Demir allah, ateş allah,
Allah değil Mars, Neptün ve Veg.
Etten allah!
Allah insan!
Öteki hani – Eğer göklerde varsa – !
Herkesin gözlerinde
Bugün biz başlıyoruz mucizeye.
Gidelim!
Gidelim!
Yürümeyelim, uçalım!
Uçmayalım, dua edelim.
Tutku şarkısı söyle!
Açlığı doyur!
Yeni dünya biçiyor ozanlar ağılı gül ve düş.
Hep seviniyor bizim gözlerimizle büyük çocuklar.
Buluyoruz ve uyduruyoruz yeni güller.
Kimileri hislerini işkence damgasıyla bağlıyor.
Ve siz tanıyorsunuz, ve insanlar sevecen oluyor, aşk gibi.
Bizler yalnız, yeni düzenin hayalini kurarız.
Dahasıyla dinamitleriz eskiyi.
Vur davula! Davula davula!
Hey çelik göğüslü!
Dayanıklı hey!
Vur davula!
Davula vur!
Ya da, ya da,
Ortadan kaybol Pan!
Davulda davul!
Hadi, hadi gidelim!
Gidelim!
Milyonlarca nabız!
Yüzlerce çoğalıyoruz!
Sokakta, çatıda, güneşin ardında!
Evrende sözcükler ayak cimnastiği.
Çanda kaynadığı için yürek önemli!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER. /
3. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR./
Cici beyler, n’olur!
Bir varmış bir yokmuş denir,
N’olur bırakıp gitmeyiniz!
Cici beyler, hayırsever baylar!
Bir an önce söyleyiniz;
Aneleri burada mı yakıp kavurarak öldürmek istiyorlar?
Cici beyler!
Çekip gitmeyin n’olur!
Hayırsever beyler,
Hayırsever hanımlar!
Siz, lütfen siz ve siz de, lütfen ama lütfen,
N’olur çabuk söyleyiniz;
Anneleri burada mı yakacaklar diri diri?
Sayın bayanlar baylar!
Bilmez değilsiniz ki:
Miskin, insanların beyni miskin.
Gelgelelim aynı beyin
Evrenin gizemleri karşısında iki büklüm olup eğilir.
Bilmez değilim yo, yooo…
Siz hiç şüphesiz elinizdeki bilgi ve kitap hazinesini,
Dulluğun odunluğunda ateşe vermek istemektesiniz!
Oysa ben! – Gene ben! –
Pirzolaları dilim dilim kesmek için,
Yepyeni bir alet icat ettim!
N’olur,
Öyle bakmayın bana.
Ben deli falan değilim.
Anlatayım izin verirseniz:
Eşsiz bir arkadaşım var benim,
N’apar bilir misiniz?
Tam 25 yıldan beri
Pire avlayacak bir robot yapmaya çalışıyor.
Hepsi bu kadar değil!
Bir de kadınım var benim,
Eli kulağında,
Kız ya da erkek çocuk yumurtlayacak bana.
Sizler burada – siz kültürlü kişiler!.. –
Yazık, Yazık!
Ağzı açılmadık şeyler söylerken:
/ EFEKT GİRER…/
Alo!
Kimsiniz!
Sen misin ana!
Ana!
Oğlun çok kötü hasta!
Ana!
Yanıyor yüreği, kıpkızıl bir kor.
Git Lyuda bacıya, Olya bacıya söyle.
De ki nerede kıvrılıp yatsın bilmiyor.
Ve tutuşmuş, ağzından tükürdüğü her söz.
Bir şaka bile fırlayıp düşüyor,
sanki sokağa atılmış bir orospu gibi
Çırçıplak yanan kerhaneden.
Ana! Ana!..
İnsanlar havayı kokluyor..
Yanık mı kokuyor ne?
Koşuyorlar birilerine!
Parıl parıl miğferleri!
Boşunadır bu çizmeler!
Söyleyin!
Söyleyin; itfaiye erleri
Nazikçe girsinler yanan yüreğime benim.
Ben kendim,
Gözyaşlarımla dolduracağım dev fıçıları.
N’olur yaslanayım biraz kaburgalarımın üstüne.
Sıçrayacağım! Sıçrayacağım!
Kaburgalarım çöktü ya bütün bütüne,
Çıkmanın yolu yok bu yürekten dışarı!
Yanık suratımda bir küçük,
Bir kömür kesilmiş öpücük,
Beliriyor çatlarından dudaklarımın.
Ana!
Ana!
Şarkı söyleyemem ben artık.
Yandı gönül tapınağında koro bölmesi.
Dışarı uğruyor kafatasımdan, sözlerin, rakamların yanmış heykelcikleri.
Korku da öyle!
Ana!
Ana!
Son çığlığım.
Son çığlığım!
Bari sen yandığını bildir, inleyerek yüzyıllara!
Ne gülüyorsunuz?
Bir kardeşim var benim biliyor musunuz?
Hem de küçücük bir kardeşim.
Yarın eve gelin ve onun kemiklerini yiyin!
Sizin işiniz yemek yemek çünkü.
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
4. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Demek sizce sayıklatan malarya?
Odesa’da, Odesa’da geçti bu.
“Saat dörtte geleceğim demişti Mariya.
Sekiz.
Dokuz.
On.
On ikinci saat düşüyor, siyaset kütüğünden düşer gibi bir suçlunun başı.
Kişner gibi gülüyor sokak fenerleri yorgun sırtımda.
Beni kimse tanıyamaz artık, bilemez…
İnleyen ve kıvranan
Bir sinir yumağından başka neyim ki ben?
Ne isteyebilir böyle bir külçe?
Ah böyle bir külçe neler dilemez!
Umrumdamı benim;
Ha yüreğim demirden olmuş,
Ha tunçtan olmuş bedenim.
Bekliyorum, yüzümü bastırarak yağmurun çiçek bozuğu yüzüne
Bekliyorum, uzun uzun
Alnım eritiyor camları.
Gelecek mi aşk bana, gelmeyecek mi?
Nasıl bir aşk?
Büyük mü, ufacık mı, gerçek mi?
Ve işte yok gibi yürürken ilkin.
Yürür gibi, yürümez gibi,
Koşmaya başlıyor delice.
İki sinir daha ayaklanıp eklenince,
Al sana korkunç bir tepinme, hora
Sıvalar döküldü alt katta.
Kapılar ansızın gıcırdıyor,
Birbirine vura vura.
Otelin sanki çatırdıyor dişleri.
Girdin içeri:
/ KADININ IŞIK YANAR…/
Al işte der gibi sert, kaba, işkence ederek süetine eldivenlerin.
Dedin ki:
– Biliyor musunuz acaba, evleniyorum ben?
Ya, pek güzel, demek evleniyorsunuz!
Evlenin, N’apalım.
Bakın,
Ne kadar rahatım,
Nabzı gibi ölünün.
Anımsayın bir ara:
“Jack London” demiştiniz.
Para, aşk, tutku.
Bense görüyordum sizin çalmam gereken bir Ciokonda olduğunuzu.
Çalındınız da gerçekten.
Ne o beni kışkırtıyor musunuz?
Daha az bir dilencideki mangırlardan sizin delilik yakutunuz.
Anımsayın!
Nasıl pompei,
Vezüv kışkırtıldığı zaman.
Hey baylar!
Meraklıları bütün küfrün, cinayetin, kırımın,
Gördünüz mü bundan daha korkunç yüzümü,
Ben iyice yatışmışken?
Seziyorum ne kadar dar olduğunu bu “ben” in.
İçimde benden kurtulmak için bir didinen var.
Oyunlara çıkacağım ben yeni sevdalı!
Olmayacak ne var?
Yersiz yurtsuz serseriler,
Kimi zaman yanmış bir evde yatar!
Benim kadar sevebilmiş olsaydınız eğer,
Ruhumdan alıp o güzelim parçaları,
Eşsiz eteklikler dikerdiniz kendinize.
Siz, eğer, benim gibi sevseydiniz,
Siz! Evet siz de!
Bir darağacı bulur
Ve siz de öldürmüş olurdunuz aşkı:
Tüyleri diken diken gökyüzünün ve masum yıldızların önünde.
Cici beyler! Hayırsever baylar ve de hayırsever hanımlar!
Yakmayın insanları!
Yakmayın insanları, n’olur!
Zaten – nasıl desem – elinizdeki ateş
Yeterli değil yakmaya onları!
/ MÜZİK GİRER VE IŞIK YAVAŞ YAVAŞ SÖNER…/
5. SAHNE
/ IŞIK YANAR VE MÜZİK FAYD OLUR…/
Ben
Küçücük gözeli elmaslar yontan baldırı çıplak!
Ben
Onun bunun evinde kuş tüyü yatakları deşen!
Bugün,
Besili ve rengarenk dilencilerin evrensel galasını açıyorum.!
Buyurun!
Yüceltin beni!
Eşit değilim ben hiç bir büyük kişiye.
Üstüne varolan her şeyin
Yazıyorum hiç diye.
Düşünürdüm eskiden,
Nasıl yapılır diye kitaplar:
Ozan gelip dururdu, dudaklarını biraz aralar,
Bilinçsiz bir şarkı tuttururdu.
Aslında yürürüz bir uzun bir çetin yolu,
Başlamadan önce şarkıya.
Ama ağızda ölü sözcüklerin çürümüş cesetleri var.
Yalnız iki sözcük yaşayan ve semiren:
Biri “Ayaktakımı”
Öbürü de yanlış duymadıysam “borş”.
Ozanlar savuşuyor sokaktan gözyaşları içinde:
“Bu iki sözcükle nasıl yazılır genç kızın şiiri,
Aşkın, çiğ düşmüş çiçeğin şiiri?”
Ve ozanların ardında,
Kentin orospusu, öğrencisi, satıcısı.
Baylar!
Durun bir dakika!
Siz dilenci değilsiniz ki,
İsteyemezsiniz sadaka!
Biz sırım gibiler, biz dev adımlılar, gelin dinleyelim onları.
Gücümüz elverir.
Boynu bükük dilenmek mi onlardan:
“Yardın edin bana!”
Yalvarmak mı onlara bir ilahi için.
Asıl yaratıcılar bizleriz kızgın bir ilahide
Fabrikaların, laboratuarların gürültüsünü.
Umurumda mı Faust!
Mefisto’yla birlikte yıldız gibi kayan Faust!
Biliyorum daha trajiktir Goethe’nin uydurmasından
Kunduramın çivisi!
Ben her sözcüğü, yeni bir can yaratıp, hızlı,
Tenin cümbüşünü kutlayan altın ağızlı.
Bunu bilir, bunu derim hep:
Yaşamın ince tozu daha değerlidir
Bütün yapıp ettiklerimden.
Dinleyin!
Bar bar bağıran yeni Zerdüşt vaaz veriyor!
Ve bar bar bağırıyordu herkes:
“Haça, haça gerin onu!”
Ama siz, insanlar, bana kötülük etmiş olsanız bile,
Her şeyden daha yakın, her şeyden daha azizsiniz.
Söyleyin öyleyse.
Gördünüz mü hiç kendisine vuran eli yalayan bir köpek?
Ben halkın eğlencesi olsam da şimdi,
Görüyorum kimsenin görmediği birinin,
Zaman dağlarında yürüdüğünü.
Ne var ki ben haberciyim işin başında.
Acı neredeyse oradayım ben de.
Kendimi çarmıha gerdim her akan gözyaşımda.
Artık her önüme geleni bağışlamam ölsem bile.
Sevecenlik fışkıran gönülleri ateşe verdim.
El koymaktan daha güçtü bu binlerce bastil’e!
Ve geldi mi kurtarıcı ayaklanma gümbürtüsüyle,
Siz de ona doğruldunuz mu?
Çıkaracağım ruhumu,
Çiğneyeceğim iyiden iyiye genişleyip büyüsün diye.
/ MÜZİK GİRER VE SÖZLERİN ALTINDAN DEVAM EDER…/
Duyuyor musunuz?
Duyuyor musunuz bu at kişnemelerini?
Duyuyor musunuz?
Duyuyor musunuz otomobillerin ulumasını?
Bunlar,
Bunlar yıkanmaya giden kentlilerdir onun bereketinde!
Sürüklüyor beni kalabalık rastgele bir yere!
Dizginlere!
Dizginlere asılıyorum bense!
Dizginlere!
/ MÜZİK YÜKSELİR VE IŞIK YAVAŞ YAVAŞ SÖNER…/
6. SAHNE
/ IŞIK YANAR. MÜZİK DEVAM ETMEKTEDİR. MAYAKOVSKİ’NİN İLK SÖZÜ İLE MÜZİK ANİDEN KESİLİR. /
Uzatmayın!
Bırakın!
Nasıl desem ki size?
Eğer, eğer siz de benim kadar acıkmış olsaydınız,
Çoktan ama çoktan doğu ile batı, doğu ile batı evet,
Aynı tabakta sunulmuştu size.
Size!
Al işte der gibi sert, kaba, işkence ederek süetine eldivenlerin.
Dedin ki:
– Biliyor musunuz acaba, evleniyorum ben?
Ya, pek güzel, demek evleniyorsunuz!
Evlenin, N’apalım.
Bakın,
Ne kadar rahatım,
Nabzı gibi ölünün.
Anımsayın bir ara:
“Jack London” demiştiniz.
Para, aşk, tutku.
Bense görüyordum sizin çalmam gereken bir Ciokonda olduğunuzu.
Çalındınız da gerçekten.
Ne o beni kışkırtıyor musunuz?
Daha az bir dilencideki mangırlardan sizin delilik yakutunuz.
Anımsayın!
Nasıl pompei,
Vezüv kışkırtıldığı zaman.
Hey baylar!
Meraklıları bütün küfrün, cinayetin, kırımın,
Gördünüz mü bundan daha korkunç yüzümü,
Ben iyice yatışmışken?
Seziyorum ne kadar dar olduğunu bu “ben” in.
İçimde benden kurtulmak için bir didinen var.
Oyunlara çıkacağım ben yeni sevdalı!
Olmayacak ne var?
Yersiz yurtsuz serseriler,
Kimi zaman yanmış bir evde yatar!
Benim kadar sevebilmiş olsaydınız eğer,
Ruhumdan alıp o güzelim parçaları,
Eşsiz eteklikler dikerdiniz kendinize.
Siz, eğer, benim gibi sevseydiniz,
Siz! Evet siz de!
Bir darağacı bulur
Ve siz de öldürmüş olurdunuz aşkı:
Tüyleri diken diken gökyüzünün ve masum yıldızların önünde.
Cici beyler! Hayırsever baylar ve de hayırsever hanımlar!
Yakmayın insanları!
Yakmayın insanları, n’olur!
Zaten – nasıl desem – elinizdeki ateş
Yeterli değil yakmaya onları!
/ MÜZİK GİRER VE IŞIK YAVAŞ YAVAŞ SÖNER…/
7. SAHNE
/ MÜZİK FAYD OLUR. SAHNE KARANLIKTIR. 2. REPLİKTE IŞIK YANAR. 3. REPLİKTE AĞ DÜŞER./
Mariya!
Mariya!
Mariya!
/ IŞIK YANAR./
/ MAYAKOVSKİ ÖNE DOĞRU KOŞAR VE AĞ DÜŞER…/
Gireyim içeri Mariya!
Sokaklarda kalamam ben artık!
İstemiyor musun?
Beklersin,
Beklersi ki yanaklarım sarksın, buruşsun,
Tadıma bakmadık kimse kalmayasıya,
Yayvan geleyim dersin.
Mariya, görüyorsun, daha şimdiden nasıl çöktüğümü, ezildiğimi.
Yağmur hıçkırıyor kaldırımlarda.
Sırılsıklam bir serseri,
Yol taşlarının ezdiği sokakların cesedini yalıyor.
Mariya!
Tatlı bir söz deler mi kulağı, tıkadıysa yağ?
Kuş dediğin öterek yaşar,
Aç ve şakıya şakıya.
Bense insanım Mariya, sıradan insan ki
Kusar kusmaz veremli gece, pis elleriyle tuttu beni sokağım.
Beni olduğum gibi ister misin Mariya?
Al beni içeri!
Mariya!
Sokakları azgın hayvanlar basmış.
Kalabalığın parmaklarından boynumdaki bütün sıyrıklar.
Gel kapıya!
Acım var!
Yaklaş Mariya!
İster çıplaklığından sıkılıp utanmaksızın,
İster öldürücü bir titreyişle güzelliğini ver bana öpülmemiş dudaklarının.
Mariya!
Korkuyorum unutmaktan adını,
Unutuvermekten korkan ozan gibi.
Nasıl seveceğim vücudunu bir bilsen,
Tut ki bir asker, savaşta sakatlanmış bir asker,
işe yaramazın, kimsesizin biri, kalan bacağını o kadar sever.
İstemiyor musun Mariya?
İstemiyorsun demek!
Demek bu gözyaşlarıyla sırılsıklam,
Zavallı bitkin yüreğimi,
Yendine almam, götürmem gerek,
Nasıl taşırsa ağzında,
Ezilen bacağını bir köpek.
Çıkacağım hendeklerde geçmiş nice gecenin sonu,
Duracağım yamacına, eğileceğim kulağına söylemek için şunu:
Bay Tanrı!
Dinle!
Nasıl daldırıyorsun bön gözlerini bulutların yamacına sıkılmadan bir kez bile?
Bilirsen gel de seninle bir dönme dolap yapalım, günah ve sevap ağacına.
Sen olacaksın her dolabın içinde elbet.
Öyle şaraplar sunacağız ki seninle,
Can atacak şöyle bir dönüşlük ki – ka – pu’ya,
Kara gönüllü havari Aziz Peter bile.
Küçük Havva’larla dolacak bizim sayemizde cennet.
Emret!
İstersen bu gece,
En güzel kızlarını getireyim sana bulvarların sürü sepet.
Ne dersin ha?
İstemiyor musun?
Sallıyor musun yoksa kıvırcık saçlı başını?
Çatıyor musun kırçıl kaşını?
Haa, düşünüyorsun!
Hani tam ardına düşen şu senin kanatlı var ya,
Sevişmeyi bilir mi dersin?
Kadiri mutlaksın sen, iki kol yarattın, bir kafa uydurdun her birimize:
Peki, peki ama ne diye,
Acı çekmeden sevişilmez, sevişilmez, sevişilmez ki?
Seni yüce tanrı sanırdım ya ben,
Kara cahilin birisin, ufak bir Tanrısın o kadar.
Bak işte eğiliyorum,
Çekiyorum çizmemden bir falçata.
Sizi melek bozuntuları sizi!
Nasıl büzüldünüz cennette kanat kanada.
Senin de günlük kokusuna batmış,
Senin de deşeceğim buradan Alaska’ya kadar karnını!
Bırakın! Tutmayın beni sakın!
Hey sen!
Gök!
Çıkar şapkanı!
Ben geliyorum!
Gök sağır…
Uyuyor evren yine…
Susun artık filozoflar!
Bilirim niçin,
– Bırakın tartışmayı –
Niçin verilmiştir onlara yaşam.
Koparmak ve yok etmek için takvim yapraklarını
Acımak mı onlara?
Onlar bana acır mı?
Burada antikacı var mı?
Gösterin bana!
Almak istiyorum bir hançer.
Aaahh en güzel duymak yaklaştığını öç saatinin!
/ IŞIK SÖNER VE MÜZİK GİRER…/
8. SAHNE
/ MAYAKOVSKİ MUMU YAKIP SAHNE ÖNÜNE GELDİĞİNDE MÜZİK DÜŞER VE BU SAHNENİN SONUNA KADAR SÖZLERİN ALTINDAN DEVAM EDER…/
Dinleyin!
Bu yıldızları böyle her gece niçin yakarlar?
Herhalde birisine gerekli diye?
Herhalde yanmalarını isteyen birisi var?
Ve herhalde birisi;
Bu balgam parçalarını
İnci diye sayıklar?
Ve zorlayıp;
Bir öğle vakti kalkan toz borasını,
Tanrı katına varır,
Geç kalmak korkusu yüreğinde yalvarır.
Öper Tanrı’nın elini merhamet dilenerek,
Ağlar,
– Anlatır kendisine niçin bir yıldız gerektiğini –
Bu azaba yıldızsız katlanamayacağını.
Ve sonra o birisi,
Gezdirir boğuntusunu diyar diyar…
Sakin gözükmeye çalışarak:
“Şimdi daha iyisin değil mi?”
Diye sorar yoluna ilk çıkana:
“Korkmuyorsun artık değil mi?”
Dinleyin!
Yaktıklarına göre bu yıldızları her gece,
Birisinin işine yaramaları şart değil mi?
Ve şart olsa gerek
Gene her gece
Hiç olmazsa bir yıldızın yanıp sönmesi.
/MUMU SÖNDÜRÜR VE MÜZİK KESİLİR…/
9. SAHNE
/ IŞIK YANAR…/
Baylar dinleyin lütfen!
Artık dayanamam,
İnanın dayanamam bundan fazlasına!
Sizin için sorun yok tamam.
Ama söyleyin,
Ben kendi acımı nereye koyacağım,
Söyleyin nereye?
Nereye gidiyorum,
Niçin hem,
Koşuyorum kalabalığın arasında döne döne.
Gitgide – yapayalnız –
Dirilen yüreğim titredi ağırdan ağırdan.
Tanıdı beni yeryüzü işkenceleri!
Çok yaşa deliliğim, çok yaşa!
Jukovski sokağı mı bu sokak yolcu?
Yüzüme bakıyor,
Nasıl bakarsa bir çocuk iskelete.
Savuşmak istiyor elbette!
Bana bak:
“Mayakovski sokağı derler bu sokağa bin yıldan beri.
Canına kıydığı yer burası, işte sevgilisinin kapısında.”
Kim?
Ben mi?
Canıma mı kıydım ben?
Lafa bak!
İnce ince oy sevincini, işle yüreğim!
Gök alışkanlığı n’olacak!
Bin yıl geçmiş aradan kalmışsın yine gencecik.
Nereye gitmeli şimdi?
Ne çıkarsa bahtımıza,
Ha kır, ha deniz,
Nasıl isterseniz!
Daha sert, daha keskin acım sürecek yine…
Yeniden toplanıyor sonsuzluk cezaevine serseri!
Hangi göğe doğru gitmeli,
Hangi yıldıza doğru gitmeli yine?
Altımda yeryüzü,
O binlerce kiliseli yeryüzü,
Başladı ölüm duasına.
Sizi düşündün de yazdım bütün bunları sefil sıçanlar!
Acıdım evet size.
Göğsümde meme yok!
Yoksa bir süt ana gibi emzirirdim sizleri.
Kupkuru kesildim işte:
Vücutsuz bir vücudum tüm zaferlerimle.
Ama bu karşı vücuda karşı,
Kim,
Hangi çağ ve hangi ülkede,
Bu insan üstü özgür gelişmeyi
Sundu düşüncelere?
Ben!
Diktim gökyüzüne parmağımı
İki kere iki dört eder gibi ispat ettim:
Tanrı bir hırsızdır!
Bazen bana bir Hollanda horozu olmuşum gibi gelir,
Ya da bir hükümdar, bir çar.
Ama bazen de,
Bütün bunlardan çok daha fazla hoşuma giden bir isimdir.
Kendi ismim:
Vladimir Mayakovski.
Siz çıtkırıldımlar!
Kemanlara geçirenler sevdayı.
Derinizi kolaysa ters – yüz edin benim gibi.
Ortada baştan aşağı dudaklar kalsın bir kere!
Yine herkes benim yüzümde tafra sahibi,
Bir hastane gibi köhne erkekler de,
Yıpranmış kadınlar da eski bir atasözü gibi.
Oldu işte,
Dürdük defteri!
Şimdi bana yol açın.
Sevinçli olurum diye düşünüyordum ben.
Ama hayır!
Hayır sevgili yollar!
Hayır asla!Nasıl unuturum sizin o cılız bacaklarınızı
Ve kuzey ırmaklarının ağarmış saçlarını.
Nitekim işte,
Kalçam da aydede,
Gökkubbenin sökülmeye başladığı orası boyunca,
Kalçalarımda yol alacak.
Yürümeye devam edeceğim…
Daha,
Daha yukarıya doğru…
Kuzeye oraya doğru.
Yakışıklı yürüyeceğim yirmi iki yaşımda.
/ SANDALYEYE ÇIKMIŞTIR…/
Hangi yıldıza doğru,
Hangi göğe doğru gitmeli yine?
/ HALATI BOYNUNA GEÇİRİR…/
Nereye mi dediniz?
Vahşi inançların kaynağının hemen yanına.
İsterseniz
Ben çılgına dönerim tenden,
-Ya da renk değiştiren bir gök gibi ufukta –
İsterseniz
Öyle çıtkırıldım olurum, öyle incelirim ki,
Çıkarım insanlıktan.
Dönerim bir pantolonlu buluta!..
/ SANDALYEYİ İTER VE IŞIKLARIN SÖNMESİYLE AYNI ANDA MÜZİK VE STROP LİGHT DEVREYE GİRER… /
– SON –
E-Kitap: Bir Toprak… Bir Tarih… Bir Şair: Mayakovski – Yiğit Tuncay
İçindekiler
- Gürcüstan ve Gürcü Halkı
- Gürcü Yazınının Doğuşu ve Gelişimi
- Stratejik Noktalar
- Bir İleri İki Geri
- Barbarlar ve Şarkiyatçılık
- Terra İncognita
- Yayılmacılık
- Bölge Sorunu ve Yayılmacılık
- Romantizmin Ruhu Üzerine
- Romantizmin Maddesi Üzerine
- Romantizmin Etkileri Üzerine
- Rus Aydınlanması 1
- Rus Aydınlanması 2 (Antik Yunan Dünyası)
- Rus Aydınlanması 3
- Öznelci – İdealist Bir Çığlık: Dışavurumculuk
- Mayakovski ve Fütürizm
- Pantolonlu Bulut