Cuma Dergisi, 6-12 Haziran, 2003
Bulunduğu ilk günden bu yana önemini kaybetmeyen petrol, bugün dünya üzerindeki birçok savaşın, anlaşmazlığın, düşmanlığın da temelindeki en önemli neden.
Son yıllarda petrol üzerine yazılmış en ciddi kitaplardan birine imza atan Araştırmacı Yazar Suat Parlar’la petrol gerçeğini konuştuk. “Petrolün ekonomi politiği”, “Vadedilmiş Toprak: Ortadoğu ve Ortadoğu’da Yeni Dünya Düzeni” kitaplarıyla petrole ilişkin daha önce iki kitap kaleme alan Parlar, son kitabı “Barbarlığın Kaynağı Petrol” çerçevesinde dünya siyasetindeki gelişmeleri yorumladı.
Bugün dünya üzerindeki neredeyse bütün savaşların kaynağının petrol olduğu gerçeğine dikkat çeken Parlar, “Kara Elmas”a bağlı olarak ortaya çıkan tarihsel olaylara ve dev petrol şirketlerinin dünya siyasetini nasıl yönlendirdiğine ilişkin önemli tespitlerde bulundu.
Cuma Dergisi: Öncelikle kitabınızda özetle neler var?
Suat Parlar: Bu kitap aslında bir yöntem denemesi. Türkiye’de disiplinler arasında kompartımanlar vardır. Yani birinin alanına diğeri girmez. Bunu kırma çabası var. İkincisi bugüne kadar Türkiye’de keyfi neden-sonuç zincirleri oluşturuldu. Pozitivist bir yaklaşım ön plandaydı. O da tarihin üzerinin örtülmesini beraberinde getirdi. Bu kitap bir bakıma mütevazi bir anlayışla tarihin üzerindeki perdenin petrol eksenli olarak kaldırılması. Petrol gibi stratejik bir hammaddenin bu anlamda, yani tarihin giz perdesinin kaldırılması anlamında çok fazla işlevi var. Bu sadece Türkiye tarihi açısından sözkonusu değil, Ortadoğu, Amerika ve Avrupa açısından da geçerli. Ama bu bir akademik çalışma değil, asla öyle bir yönü yok. Çünkü ben akademik tarafsızlık biliminin dışındayım. Ben tarafım.
Cuma Dergisi: Kitabınızda petrol-politik süreçten bahsediyorsunuz. Bu sürecin ortaya çıkışı nasıl oldu?
Suat Parlar: Petrol bulunuşundan itibaren her zaman önemliydi. Kadim imparatorluklardan itibaren petrol önemliydi, çünkü o dönemde bile birçok alanda kullanılırdı, ama petrolün asıl önemi sömürgecilik döneminin sonlarından itibaren belirmeye başladı. Ağırlıklı olarak da Ortadoğu’da İngiltere’nin savaş teknolojisi anlamında birtakım gelişmelere konu olması, yani Britanya Deniz Kuvvetleri’nin fuel oili kullanmaya karar vermesi, İran petrollerine yönelmesiyle beraber petrol Ortadoğu’nun başına bela oldu. Ondan sonra da zaten o bela hiçbir zaman giderilemedi. Onun dışında 185’lerden itibaren Amerika’da petrolün yaygın bir şekilde çıkarıldığını görüyoruz. Bu noktada en önemli şey petrolün çıkışından itibaren tekelci konumda olan şirketlerin ağırlıklı olduğu bir alan olması. Özellikle Amerikan, İngiliz şirketleri bu anlamda etkili oldular. Bir başka etki de petrolün finans dünyası içerisindeki ağırlığı. Dünyanın en önemli banker ailelerinden Yahudi Rockefeller’in petrol işinde de öncelikli olması tesadüf değildir. Para ile petrol arasında böyle bir diyalektik ilişki vardır. Yani dünyanın önemli banker kuruluşları aynı zamanda petrol alanında da çok önde kuruluşlardır.
PETROLÜN ROLÜ ÇOK BÜYÜK…
Cuma Dergisi: Petrolün veya petrol şirketlerinin dünya siyaseti üzerinde nasıl bir etkisi var?
Suat Parlar: Dünya para sisteminde petrolün rolü çok önemli. Dünya para sistemini kavramak için petrolü kavramak gerekir. Burada sadece petrol tekelleri ile sınırlı bir kavrayış yeterli olmaz. Petrolün yanısıra petrolün beslediği sanayilere de bakmak lazım. Aşağı yukarı 80 bin dolayında maddenin üretiminde petrol kullanılıyor. Kimya sanayiinden tutun da otomotive, inşaata kadar… Bunun yanısıra dünyanın önemli petrol üreticileri büyük bankalara sahip olmak dışında büyük silah tekelleri ile içiçedir. Bu ister istemez muazzam politik bir güç yığılmasını beraberinde getiriyor. Örneğin bugün ABD’de askeri endüstriyel petrol tekelleri ve muazzam finans oligarşisi çerçevesi içerisinde oluşan çelik çekirdek, bir bakıma büyük bir cunta olarak adlandırılabilir. Dünyanın başına musallat olmuş bir beladır bu cunta. Burada da ağırlıklı olarak petrol şirketlerinin etkisini görüyoruz ve işin ilginç yanı, Amerikan yönetimindeki önde gelen isimlerin hepsi bir biçimde petrol dünyasıyla bağlantılıdır. Haliyle petrol tekellerinin ve petrol kurumlaşmalarının etkisi çok büyük. Bir de şu var; petrolü kontrol altında tutamayan dünyada hegemon güç olamaz. ABD eğer uzatılmış bir hegemonyayı şu anda sağlayabiliyorsa yani 21. Yüzyıl’ın ilk çeyreği Amerika’nın olacaksa bu petrol üzerindeki denetimi sayesindedir. Neden? Basit bir nedenle. Avrupa ve Japonya’yı kontrol etmenin yolu, veto gücünü elinde tutmanın yolu petrolden geçer. Petrolü kontrol edemeyen dünya para sistemi üzerinde etkili olamaz.
PETROL DEVLERİ, ORTAYA ÇIKIŞTA TEKELCİDİRLER
Cuma Dergisi: Petrol sanayinin gelişimi ile emperyalist hakimiyet arasında doğrudan bir ilişki olduğunu söylüyorsunuz. Nedir bu ilişki? Bu süreç ne zamandan başlayarak bugüne geldi?
Suat Parlar: 1850’lerden itibaren ortaya çıkan yapılanmaların tekelci olduğunu görüyoruz. İngiltere’de ortaya çıkan Shell -ki bunlar başlangıçta Hollanda Kraliyet Petrol Şirketi Royal Dutch’la ortaklardı- Amerika’da Standard Oil gibi kuruluşlar. Bunlar devasa kuruluşlardır. Ve emperyalizmin serüvenini anlamak açısından bu petrol şirketlerinin konumunu değerlendirmek çok önemlidir. Daha çıkışlarında tekelcidirler, muazzam bir sermaye temerrüzü içerisindedirler ve ülkenin ihracat-ithalat kapasitesi üzerinde etkilidirler. Askeri politikalar üzerinde etkilidirler. Giderek yayın dünyası üzerinde etkilidirler. Basında etkilidirler. Birçok yayın kuruluşunu kontrolleri altına almışlardır ve uluslararası bir politika düzeneğinin oluşturulmasında son derece önemli diplomatik roller oynamışlardır. Bu yüzyılın başında Amerika’da işbaşına gelen başkanlar ağırlıklı olarak Standard Oil’in seçimidir, halkın değil. Bunların bir de askeri endüstriyel kompleksle ve giderek gelişmekte olan otomotiv sanayi, inşaatla bağlantıları düşünüldüğünde ortaya muazzam bir temettü çıkar. Standard Oil’in kontrol ettiği sermaye akıllara durgunluk verecek boyutlardadır. Aynı şekilde Royal Buch Shell’in de öyle…
Bunlar sadece kendi alanlarıyla da sınırlı kalmamıştır. İnanılmaz alanlara yatırım yapmışlardır. Bugün de öyle. Bakınız önemli uranyum, kömür, maden rezervleri, petrol kuruluşlarının denetimi altındadır. Satın almışlardır bunları. Çünkü bu ölçekte büyük bir sermaye birikimi başka bir alanda yok. Bu doğal bir kâr değil, muazzam bir rant. Siz iki dolara malettiğiniz Suudi petrolünü varili 25 dolardan satarsanız, ortaya inanılmaz ölçülerde bir birikim çıkar.
Yani petrol sanayiinin gelişimiyle, emperyalist hakimiyetin düzenekleri birlikte oluşmuştur. Bu eşzamanlı bir çıkış anlamına gelmiyor. Emperyalizmi petrol şirketleri meydana getirdi demiyorum, ama öncelikli ve ağırlıklı olan emperyalist diplomasinin ve emperyalist askeri politikaların yaygınlaşmasını haklı gösteren, bu kurumlaşmaların devlet içerisinde birtakım çelik çekirdekler oluşturmasına imkân sağlayan petrol devleri, tröstleridir. Dünyasal bir politika izlemek zorundalardı. Basit bir nedenle; 20 Yüzyıl’ın başında fuel oil’le işleyen bir gemiyle dünya seyahati yapan bir insan, 115 limana uğruyordu ve hepsinde de Shell’in petrol depolarından petrol almak mecburiyetindeydi. Şimdi kaynak sizde değil. Kaynak başka ülkelerde ve o kaynağa gidip, o ülkelerin elinden onu almanız, yağmalamanız, denetim altında tutmanız, askeri güçle, diplomasiyle, siyasetle hem ülke içi, hem ülke dışı muazzam bir nüfuzla, etki alanı ile mümkündü. Dolayısıyla emperyalist politikaların araçlarının gelişmesinde, genişletilmesinde petrolün, petrol tekellerinin çok büyük rolü var. Yani Metropol ölçü anlamında petrol emperyalist sistemin hem sinir sistemi, iktisadi anlamda da sistemin kan dolaşımını sağlar.
Cuma Dergisi: Osmanlı’nın yıkılışında da petrolün payının olduğundan bahsediyorsunuz. Bunu biraz açabilir miyiz?
Suat Parlar: Şak meselesi ağırlıklı olarak bir petrol meselesidir. Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi günümüzde de şark meselesinin perde arkasında gene petrolün önemi vardır. Osmanlı’nın tasfiyesinde, çok fazla ön plana çıkartmayan etkenlerden bir tanesi de petrol alanlarının paylaşımıdır. O zamanın tabiriyle Düvel-ül Muazzama arasında petrol alanlarının paylaşımı konusunda kıran kırana bir rekabet vardı. Ve bu rekabet elbette ki Osmanlı üzerinden yürüyordu. Çünkü petrollü bölgeler Osmanlı topraklarıydı. Dolayısıyla Osmanlı’nın tasfiye edilmesiyle bu petrol bölgelerinin ele geçirilmesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Dönemin bütün büyük güçleri de bu çatışmanın orta yerinde bulunmuşlardır. Amerika’sından, İngiltere’sine kadar, hatta Bolşevik İhtilali olmadan önce Ruslar da bundan paylarını almak için girişimlerde bulundular.
PETROL EŞİTTİR; BARBARLIK, KAN GÖZYAŞI
Cuma Dergisi: Petrol üretilen ülkelerin sürekli bir savaş, acı, kan, gözyaşı, sefalet içerisinde olduğu gözleniyor. Bu petrolün bir sonucu mu?
Suat Parlar: Petrolün olduğu yerde barbarlık var. Çünkü ben kapitalist uygarlığı bir barbarlık olarak değerlendiriyorum. Teknolojideki kapasitesini de bir ilerleme olarak görmüyorum. Bu teknolojik gelişme insanlığın aleyhine olmuştur, insanlığın hiçbir probemini çözmemiş, insanlığa hiçbir şey kazandırmamıştır. Bugün karşı karşıya kaldığımız tablo tam bir sefalet, çürüme, sosyal kutuplaşma tablosudur. Bu bakımdan sistemin kan dolaşımını sağlayan petrol hakikaten de barbarlığın kaynağı. Dolayısıyla petrolün olduğu yerde iç savaş var, savaş var, emperyalist müdahele var. Halkların birbirlerine karşı kışkırtılması var. Kıyım var, sefalet var. Arap ülkelerine baktığımızda bunu net olarak görüyoruz. Dünyanın en zengin petrol kaynaklarına sahipler, ama çok büyük bir sefalet yaşıyorlar. Neden? Batı, Arap halklarının o petrolü kendi çıkarlarına ve gelişmelerine kullanmasına karşı. Sonsuza kadar da bu kaynakları kontrolü altında tutmayı istiyor. Dolayısıyla petrolün olduğu yerde elbette kan var, gözyaşı var. Böyle olmaya da devam edecek. Tâ ki bu halklar kaynaklarına sahip çıkıncaya kadar.
Cuma Dergisi: Veya petrol önemini yitirene kadar…
Suat Parlar: Petrolün önemini yitirmesini beklersek şöyle bir tablo ortaya çıkar. Özellikle petrol alanları Müslüman ülkelerde yoğunlaştığı için bu yüzyılın sonunda bir tek bağımsız ülke kalmaz veyahut da kendini Müslümanlıkla ifade eden bir tek bağımsızlığa eğilimli halk kalmaz. Çünkü petrol aynı zamanda muazzam bir ideolojik ve politik savaşın da kapısını açıyor. Ehlileştirilmiş bir İslam’ın dayatılması, özelliklerini kaybetmiş bir İslam’ın oluşturulması anlamında da petrol tekelleri ve emperyalist devletlerin çabalarını görüyoruz. Yani petrol sadece bir sefalet tablosu ortaya çıkarmıyor, bir zihinsel çürümeyi de beraberinde getiriyor. Bir zihniyet krizine yol açıyor.
Cuma Dergisi: ABD’nin son girişimleri; Ortadoğu halklarının veya Müslümanları ehlileştirme harekâtı mı?
Suat Parlar: Amerika muazzam vahşet derecesinde bir şiddetle yükleniyor, ama bununla yetinmiyor. Bugün psikolojik bir savaşın da başlangıcıyla karşı karşıyayız. Önümüzdeki dönemde İslâm’ın sahip olduğu temel değerlerin, uygarlık birikiminin, renklerinin silinmesine dönük Amerikan çıkarları doğrultusunda ehlileştirilmesine dönük çabalar ortaya çıkacak. Çünkü çok açık; İslam’ın sahip olduğu o muazzam insani birikim ve direniş potansiyeli eritilmeden, özellikle bu bölgeler emperyalizmin kontrolünde kalamaz. Mümkün değil.
20. YÜZYIL KAPİTALİST PETROL UYGARLIĞI
Cuma Dergisi: ABD’nin süper güç olmasında petrolün payı ne?
Suat Parlar: ABD’nin süper güç olmasının nedeni sadece petrol denemez. Tabi ki petrol önemli etkenlerden biri. Ama 20. Yüzyıla kısaca kapitalist petrol uygarlığı diyebiliriz. Çünkü petrol kendisiyle sınırlı değil. Amerikan hayat tarzı dediğimiz şeyin temelinde otomobil durur. Otomobiller de benzinle çalışır. Amerikan uygarlığının kendini tehlikede hissettiği dönemler de petrol krizinin olduğu dönemlerdir. Bu bile aslında birçok şeyi bize anlatıyor. Böyle bir stratejik bir hammadde yok. Bu ölçekte bir rant sağlayan başka bir madde yok. Dediğim gibi petrol sadece bir enerji kaynağı olarak değil, onun ötesinde üretimde de endüstride de halen vazgeçilemeyen bir madde konumunda.
Cuma Dergisi: Peki son dönemde Ortadoğu’daki gelişmeler üzerine farklı yaklaşımlar, yorumlar yapılıyor. Sizce meydana gelenler ABD’nin petrol hakimiyetini sağlama girişimi miydi?
Suat Parlar: Aslında bütün yaklaşımları birlikte değerlendirmek lazım. Emperyalizmin genel çıkarları anlamında Ortadoğu’ya girişinde İsrail çok önemlidir. İsrail askeri devredir. Oradaki ahlaksız, çürümüş birtakım rejimler -petrol oligarşileri- de iktisadi devredir. Bu iki devre kapandığı saman sistem orada genel çıkarların gereğini yerine getirmiş olur. Dolayısıyla İsrail’in yaşatılması o bölgedeki denetimin olmazsa olmaz koşuludur. Irak’ın bu ölçüde imha edilmesinin temel nedenlerinden biri de, Irak’ın bölgede İsrail’le stratejik pariteyi sağlayabilmiş tek Arap ülkesi olmasıdır. Onu bertaraf etme nedenleri içinde petrolün rolü büyük. Zaten bundan sonraki dönemde o bölgede İsrail giderek, bir ortak pazar, ekonomik bölge oluşumunda koçbaşı işlevini görecek. Yani bugüne kadar hep o şiddetle tanıdığımız İsrail’in aynı zamanda ekonomik bir şiddetin parçası haline geldiğini de göreceğiz. Petrol politikalarında gün gelecek belki etkili olacak. Çünkü sırada İran’dan bahsediliyor. Bu bölgedeki ülkeler bu anlamda düşürülerek İsrail’in önü açılıyor. İsrail’in orada alt emperyalist bir güç olarak varlığı sabitleniyor, himaye altına alınıyor.
İkincisi; Amerika’nın bölgeye müdahalesinin Euro-para sistemiyle ilgili yanları var. Euro’nun Avrupa’da gündeme gelmesiyle ABD’nin askeri saldırı biraz erkene alması arasında doğrudan bağlantı var. Euro belki kısa zamanda dünyada rezerv paraya dönüşmeyecek, ama öyle bir tehlikenin ortaya çıkması bile ABD’nin şiddetini beraberinde getirdi. Dolayısıyla ABD, Irak’ın başı üzerinde Almanya ve Japonya ile hesaplaştı. Sonuç nedir? Sonuç ABD’nin istediği olur dedi her ikisi de. ABD vahşi bir güç gösterisinde bulundu.
Dünya para sistemini kavramadan, ABD’nin Irak’a yaptığı müdahaleyi net olarak değerlendiremeyiz. Bu aynı zamanda ABD’nin dünya para sistemi üzerindeki denetimini sağlamlaştırmak girişimidir. ABD, bu güç gösterisini yapmamış olsaydı, gerileyen hegemonyasının daha da gerilediğini görecektik. Bu anlamda da ABD’nin Irak’a müdahalesinin sadece bölgeyle sınırlı değil, kendi müttefikleriyle hesaplaşma yönü de var.
TÜRKİYE BÖLGEDE İSRAİL TRENİNE BİNDİ…
Cuma Dergisi: Bahsettiğiniz sonuçlar ve nedenler çerçevesinde bundan sonra Irak’ta Türkiye açısından ve genel olarak ne gibi gelişmeler yaşanabilir?
Suat Parlar: Türkiye bölgede İsrail’in trenine binmiş durumda. Şu anda “Türkiye- İsrail Birleşik Devletleri”nden söz edebilecek durumdayız. Dolayısıyla Türkiye o bölgede Amerika’nın ve İsrail’in stratejik çıkarlarının dışında bir rol oynayabilir mi? Doğrusu bu konuda çok iyimser değilim. Çünkü Türkiye’nin duygusal nedenlerle ABD’nin Irak’a müdahalesine “hayır” demesi, bölgedeki stratejik ittifaklarını değiştirmesi anlamına gelmedi. İsrail’le ittifak tazelenerek devam ediyor. Ve o bölgeye dağıtılacak loan Amerikan barışının mimarlarından biri de Türkiye olacak. Bu gayet açık. Bunun yanı sıra korkulur ki Türkiye, özellikle İran’ın istikrarsızlaştırılma noktasındaki birtakım hareketlerde üs olarak kullanılabilir de. Türkiye’nin geleceği bu anlamda çok aydınlık görünmüyor. Şu anda elimizde tek şans var, o da halkın yüzde 90’lara varan oranda bölgede Amerika’nın girişimlerine karşı çıkmasıdır. Ama bu şans iyi kullanılıyor mu? Bana göre iyi değerlendirilmiyor. Çünkü Türkiye’de sahte gündemler oluşturularak, dikkatler başka noktalara çekilirken, ülke hızla gizli diplomasi labirentlerine sürükleniyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Türkiye burada bağımsız hareket edecek gibi görünmüyor. Bir de şu var; Türkiye’de büyük güç merkezleri, devletten bağımsızlıklarını ilan etmiş durumdadırlar. Dolayısıyla onlar ne derse o oluyor. Yani Türkiye’yi şu anda milli kurumları yönetmiyor.
Cuma Dergisi: Bu güç merkezlerinden kastınız kimler?
Suat Parlar: Uluslararası sermayenin Türkiye’deki acentaları, kompradorlaşmış olan gruplar, ülkenin kaynaklarını kemiren finans grupları, Türkiye’nin sırtından beslenen mafyatik hale gelmiş ve bu kaynakları hızla dışarıya aktaran illegal sermaye grupları – ki bunların hepsinin bürokrasi içerisinde de politika dünyasında da uzantıları var- böyle bir egemenlik bileşkesi sözkonusu ve bunlar artık Türkiye’nin milli kurumlarını da baskı altına almış vaziyetteler. İstedikleri gibi gündemi değiştirip istediklerini gündeme taşıyabiliyorlar.
SİSTEMİN ÖNEMLİ GÜÇ KAYNAĞI PETROL
Cuma Dergisi: ABD’nin son dönemde İran’a yönelik baskısı sözkonusu. Bu neyin işareti? Yeni bir Irak manzarası ortaya çıkabilir mi?
Suat Parlar: ABD, İran’a saldırmadan veya İran’a askeri bir girişimde bulunmadan bu bölgedeki planlarını gerçekleştiremez. Çünkü bu bölgede dikkate değer Türkiye, İran, Mısır ve Irak var. Irak Nasırizmin devamında bir Pan Arap tahayyülü ortaya çıktı. İsrail’le stratejik dengeyi sağladı, dünyanın beşinci büyük ordusuna sahipti. Türkiye Osmanlı’nın bakiyesidir. İran büyük imparatorluk geleneğine sahip önemli bir kültürel, ekonomik güçtür. O bölgede çok geniş alanlar üzerinde etkisi vardır. Mısır, Kuzey Afrika’ya yayılan etkileri ve sahip olduğu birikimle çok dikkate değer bir ülkedir.
Türkiye ve Mısır şu anda çok da denetim dışı değiller. Irak’ı bertaraf ettiler, geriye İran kaldı. Şu anda Amerika’nın Irak’ı İran’a saldırttığı dönemdeki konjonktür her neyse Amerika açısından o konjonktürün bile gerisine düşülmüş görülüyor. Dolayısıyla bu bölgede etki alanı genişleyen İran, Amerika’nın hiç isteyeceği bir şey değil. Kaldı ki İran; Almanya, Fransa, Rusya ve Çin ile iyi ilişkilere sahip. Yani ABD’nin kendine potansiyel hasım saydığı bütün güçlerle şu anda iyi ilişkileri var. Ve 1990’lı yılardan itibaren İran bu bölgede barışın korunmasında öncü bir güç olarak değerlendirilmeye başlandı. ABD, İran’a tahammül edemez. ABD’nin bu bölgede varlığını sürdürmesi, İran’ın bertaraf edilmesi ile bağlantılıdır.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkün; petrol sistemin en önemli güç kaynaklarından biri olduğu, para sistemi üzerinde etkili olduğu, emperyalist düzeneklerin tarihsel oluşumunda en faal rol oynayan etkenlerden biri olduğu sürece savaşlarda, iç savaşlarda, komplolarda petrolün gölgesini hissedeceğiz. Petrolün tükenişini de beklersek, insanlık olarak biz tükeneceğiz. Onun için petrolün tükenmesini beklemeden acil girişimlere ihtiyaç var.
Cuma Dergisi: Alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkması mümkün değil mi?
Suat Parlar: Alternatif enerji kaynaklarının ortaya çıkması gene petrol şirketlerinin denetiminde. Para onlarda, planlama onlarda, araştırma geliştirme onlarda, bütün alternatif enerji kaynaklarına yatırım yapan da petrol kuruluşlarıdır. Uygun gördükleri zamanda başka enerji kaynaklarını da kademeli olarak ön plana çıkaracaklar. Petrolü bir kaynak ölçeği içerisinde algılamaktan ziyade, güç ilişkileri içerisinde değerlendirmekte yarar var. Tablo gene değişmez. Petrolün yerine başka bir şey gelir.
Cuma Dergisi, 6-12 Haziran, 2003/22, sayı: 72.
İlk yorum yapan olun