“Bin Laden” – Yiğit Tuncay & Suat Parlar


Söyleşi Tarihi : 23. 02. 2004


Yiğit Tuncay: Merhaba Suat…

Suat Parlar: Merhaba Yiğit…

Yiğit Tuncay: Suat, yeni bir siyasi figür olarak karşımıza çıkan Bin Laden’in konuşulması gerekliliği kaçınılmaz oldu artık.

Suat Parlar:Evet…

Yiğit Tuncay:Hepimizin bildiği gibi, daha önceleri bu figür ortadaydı. Afganistan meselesiyle net bir biçimde kendini göstermişti. Ancak, gelişmeler zaman içinde çok farklı boyutlara geldi. Doğu Bloku’nun çözülmeyi yaşaması, siyasi yönelişleri ve hesapları yeniden gözden geçirme gerçeğini ortaya çıkardı. Bütünüyle bu sürecin getirdiği hesaplaşmalar ilk olarak popüler alana çıkışını 11 Eylül günü gösterdi. Ardından, ülkemiz topraklarında yaşanan kanlı eylemliliklerle varoluşunu sürdürdü. Sözünü ettiğim olaylar, bizim hayatımıza Bin Laden figürünü iyice yerleştirdi diyebiliriz. Hatta tüm ezilen halklar içindeki anti-Amerikancı muhalefetin bir kısmının kahramanı olma sonucuna kadar gitti. Müslüman halkların bir kısmının umudu haline gelen bir figür olma özelliğini hala daha koruduğun söylemek pek de yanlış olmaz sanırım. Suat, öncelikle sana net olarak şunu sormak istiyorum; bu eylemlerin doğrudan Bin Laden’le ilişkisinin varlığına herhangi bir inanç taşıyor musun?

Suat Parlar: Söze hemen eski bir CIA ajanıyla başlamak istiyorum. Bu CIA ajanı Afganistan’da, A.B.D. yardım kurulunda görevliydi ve Sudan’da da istasyon şefliği yapmıştı. Adı Milton Beordin. Kendisi, Bin Laden ve El Kaide ile ilgili olarak bir açıklamada bulunmuştu, 90’lı yılların sonunda. Açıklamasında aynen şöyle diyordu: “Geçen on yılda yaşanmış her terörist eylemle onun arasında bağ kurmak Amerikalıların zekâsına hakarettir”. Hayatımda ilk kez bir CIA ajanıyla aynı düşünüyorum ve bunu Türkiye için de böyle kabul ediyorum. Geçen 10 yılda yaşanmış her terörist eylemle birlikte, “kanlı cumartesi”ni, Bin Laden ile El Kaide’ye mal etmek, Türk insanının zekâsına hakarettir, diyorum. Fakat bunu elbette ki, belirli bir bilgi temelinde söylüyorum. Bu boşa söylenmiş spekülatif bir çıkarsama değildir. Bunu söylerken, yine kurgusal çerçeveler içerisinde bir yeri de işaret etmiyorum. Bizim metodumuz, elimizdeki bilgilerden yola çıkmak olacaktır. Dolayısıyla burada herhangi bir kurguya girmeyeceğiz. Yoksa, kurgu yapmak, herkes gibi bizim de hakkımız.

Yiğit Tuncay: Bir başlangıç noktası olarak, sözü geçen siyasi kişiliğin ve onun içinde olduğu söylenen oluşumun varlığı, Afganistan’da yaşananlarla ortaya çıkmıştı. Afganistan’da yerel direniş olarak ortaya çıkarılan ve örgütlenen bu oluşumun arkasındaki güç olarak gözüken ABD’nin rolü neydi? İkinci sorum ise; ABD, kendi hesapları doğrultusunda, Bin Laden’e nasıl bir rol vermişti?

Suat Parlar: ABD, 1970’den itibaren, yani Sovyetler Birliği işgal olmadan önce de Afganistan’daydı. Bunu Brezinski açıklamıştı zaten. Kendisine, “Afganistan’da çok güçlü bir terör şebekesi ortaya çıktı, siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye soruldu. O da: “Buna değer” dedi; “Biz Sovyetler Birliği’nin ve Doğu Avrupa’daki sosyalist yönetimlerin çöküşünü bu şekilde gerçekleştirdik. Dolayısıyla, orada islâmi bir yapılanma ortaya çıkmış, bu Amerika’yı tehdit edermiş; bu bizim açımızdan değer, bunu sorun etmiyoruz. Kaldı ki, biz, Sovyetler Birliği’ni, Afganistan’a girmeye zorladık. Çünkü, oradaki eylemler sanıldığı gibi, Sovyetler Birliği’nin, Afganistan’ı işgalinden önce başlamadı. 79’da orada darbeyi farklı yansıtma anlamında bir istihbarat operasyonuydu, söz konusu olan. Ağırlıklı olarak, 79’un ilk aylarından itibaren biz bölgedeydik…” Bu bilgi önemlidir. Adına, “Afganistan Cihadı” denilen süreç, Afganların, Sovyet askeri birliklerine karşı yerel direniş ölçekleri içerisinde gerçekleşmedi. Bir müddet sonra buraya çok büyük bir yığınak gündeme geldi.

Yiğit Tuncay: Bu yığınağı kimler sağladı?

Suat Parlar: Mesela, Pakistan bu işte başı çekmiştir. Pakistan İstihbarat Örgütü ISI, Suudi istihbarat örgütleri, Amerikan istihbaratı ve Pentagon işin başından itibaren devredelerdi. Ama bu kadar değil. “Afganistan Cihadı”nın en önemli yanı, bugüne kadar saklanmış olan, İsrail’in de başından itibaren devrede olmasıdır.

Yiğit Tuncay: Bu tespitini neye dayandırıyorsun?

Suat Parlar: Bunu bir spekülatif kurguya dayandırmıyoruz. 1985 yılında The Muslim Gazetesi’nin yazarı olan Mansur; Karaçi Continental Oteli’nde, İsrailli bir grup gördü. Bununla ilgili olarak editörüne bilgi verdikten bir gün sonra, mücahitler tarafından kaçırıldı ve işkence edilerek öldürüldü. Bu dönemden sonrada Mossad devamlı işin içerisinde oldu. Son döneme kadar Taliban’ın en büyük destekçilerinden biri Mossad’dı.

Yiğit Tuncay: Hangi nedene dayanarak bu ilişkiyi gözlemledin Suat?

Suat Parlar: Çok basit bir nedenden dolayı bu ilişki görünür hale geliyor. Taliban yönetimi, İran’a karşı hep düşmanlık politikasını sürdürmüştür. İran’ın bölgedeki etkinliğinin azaltılması için Taliban ve Mossad hep işbirliği içerisinde oldular. Bu konuda İsrail’in en yakın müttefiki Türkiye’nin, kuzey ittifakını değiştirmesi, kuzey ittifakını desteklemesi bile, onların politikasını değiştirmesini gündeme getirmedi. Taliban’ı, Mossad sonuna kadar desteklemiştir. Taliban’ın bu bölgede gerçekleştirdiği Şii katliamlarına bakarsanız eğer, olaylar aydınlanmaya başlar. Bu Şii katliamları halen daha devam ediyor. Pakistan’da da devam etmektedir. Şii katliamları, Mezar-ı Şerif’e Taliban birlikleri girdiğinde de gerçekleşmiştir.

Yiğit Tuncay: Bölgedeki birbiriyle içiçe geçmiş bu siyasi yönelimler, Türkiye’deki iktidar paylaşımını da ortaya koyan nitelikler taşıyor. Yani halkalar birbirini tamamlayıp boynumuza asılıyor. Peki Suat, “El Kaide” diye tanımlanan oluşum bu siyasi yönelişler içerisinde nereye oturuyor?

Suat Parlar: Önce bir yanlışı düzelterek başlayalım. El Kaide adıyla anılan bir örgüt yoktur. “Kaide”, “kural” demektir. Ancak, “El Kayda” diye bir tanımlamadan sözedebiliriz. Bu da, bilgi merkezi, veri tabanı anlamına gelmektedir.

Yiğit Tuncay: Sözünü ettiğin bu kayıt altına alan, bir veri tabanı meydana getiren oluşumun ortaya çıkışı nasıl gerçekleşti?

Suat Parlar: 1988 yılında, Bin Laden, “Afgan Cihadı”na gelen ve adına “Afgan Araplar” denilen grupları bir bilgisayar merkezi sistematiği içerisinde kodlamıştır. Daha sonra bu gruplar, network ağları şeklinde birbirileriyle haberleşme içinde olmuşlardır. Burada, düzenli, merkezi, hiyerarşik ve emir-talimat zincirlemesi çerçevesinde birbiriyle bağlantılı şebekelerden söz etmiyoruz. Aynen Amerika’da olan hıristiyan köktenciler tarzında bir örgütlenme söz konusu ve bunun dünyadaki ilk örneğini verenler de müslümanlar değildir. Bu örneği Amerika’daki hıristiyan köktenciler zaten göstermişlerdir. Orada da çok sayıda hıristiyan saldırgan terörist gruplar vardır. Bunlardan İsrail’de de bol miktarda örnekler bulmak mümkündür.

Yiğit Tuncay: Her an harekete geçirilebilecek bir ilişkiler ağı ortaya çıkıyor. Bu ilişkileri kodlayan ve bir veritabanı meydana getiren bu oluşumun en önemli tetikçisi ABD’nin rolü neydi?

Suat Parlar: ABD, 1980’lerde “Afgan Cihadı”nı desteklerken, sadece Bin Laden’le sınırlı tutmamıştır. Örneğin; Ömer Abdurrahman, 86’da CIA aracılığıyla ilk Amerikan vizesini almıştır. Pakistan’da vaaz veren bir kişidir bu. Kendisi CIA ajanlarıyla kolkola bir halde Suudi büyükelçiliğinde görülmüştür. Bu şahıs, “Afgan Cihadı”nın manevi mimarlarından biridir. Amerika özel bir vize anlaşmasıyla -Mısır’daki başka insanlar açısından da uygulanan- Abdurrahman’ı Amerika’ya taşımıştır. Çok ilginçtir ki, Ocak 91’de New Jersey City’de, El Selam Camii imamı olarak göreve başlar ve Green Card alır. Ondan sonra da 1993’te ikiz kulelere saldırı yapıldığında, şüpheli olarak ilk gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan Ömer Abdurrahman olur. Bu işten sorumlu tutulur. Dikkatinizi çekerim; CIA ile kolkola olan bir kişiden söz ediyoruz.

Yiğit Tuncay: Yoksa farklı bir siyasi figür mü çıkıyor ortaya?

Suat Parlar: Evet. Ne kadar ilginç değil mi? A.B.D.’nin politikaları farklılaşmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan “İslâmcı Özgürlük Savaşçıları”, teröristler ve fanatik caniler olarak gösterilmeye başlanır. Bu imaj değişimi, Şeyh Abdurrahman üzerinden gerçekleştirilir. 89’da yıkılan duvarların altında kalan yine ezilen halklar olacaktır tabi. Laden ise, ABD hükümeti tarafından dünyadaki baş düşman mertebesine getirilmiştir. Bir Erol Taş figürü haline getirilen Laden, dünya çapında Hollywood tarzı bir senaryo ile yeni star haline dönüştürülür. Sanki Michael Jackson’un başarısız olmuş beyazlaşma operasyonu gibi. Artık ABD’nin siyasi tercihlerine sürekli gerekçe hizmeti görecektir. Laden, 79’da Kızıl Ordu’nun Kabil’e girişinden sonra, Cemaati İslâm aracılığıyla Peşaver’e gider. Ama bu gidiş, kendiliğinden bir gidiş değildir. Suudilerden buradaki finansmanı yürütecek, dışarıdan gelecek olan mücahitlere, savaşçılara yol gösterecek bir isim istenmiştir. Suudi kraliyet ailesi buna tembel prenslerinden birini vermeyince, iş, Bin Laden’e havale edilir. Böylelikle Bin Laden bölgeye gider.

Yiğit Tuncay: Şimdi bir dakika duralım Suat. Siyasette kişilik çözümlemesinin çok büyük bir rolü vardır. Bin Laden’in kişiliğine ilişkin bilgileri ortaya çıkarmanın önemli bir yarar sağlayacağını düşünüyorum. Ve soruyu soruyorum; Bin Laden kimdir?

Suat Parlar: Bin Laden Yemenli bir ailenin çocuğudur. Babası buraya erken tarihlerde göçmüş ve Suudi kraliyet ailesiyle alabildiğine içli-dışlı ilişkiler içerisinde olmuştur. Yani Suudi egemenlerinin, çelik çekirdeğinin içerisinde yer almış bir kişidir. 68’de öldüğü zaman, geride 54 çocuk bırakmıştır. 11 milyar dolar servet ve dev bir sanayi, finans imparatorluğu mirası olmuştur. Bin Laden’in payına bu mirastan 300 milyon dolar düşer. Bin Laden, başlangıçta, Lübnan barlarında ve İsviçre’de görkemli kulüplerde eğlenen bir kişidir. Daha sonra mühendislik eğitimi görür. Ama Bin Laden, finans ve sanayi imparatorluğundan payına düşeni sonuna kadar değerlendirir. Bin Laden, yakın olduğu Suudi din kurumu için; müslüman dünyanın yerleşik iktidarlarına ve Amerikalı büyük müttefike karşı mücadeleden döndürerek, İran etkisinden uzak tutma imkanlarını yaratmaya çalışır.

Yani bölgede Suudilerin istemediği tarzdaki oluşumların, askeri ve siyasi açıdan yok edilmesinde görev almıştır. Bin Laden, sadece “Afgan Cihadı”yla ilgilenmemiştir. Adı Muhammed Kaddafi’ye yönelik suikast girişiminde de geçmiştir. Ve en önemlisi İran’ın en büyük düşmanlarından birisi olmuştur. Ayrıca, bölgedeki Şii varlığına karşı çalışmalar yürütmüştür. Çünkü, Bin Laden Vahabiydi ve Vahabilik çerçevesinde, Şiilerin öldürülmesi gerekliliğini savunan doktrinden yanaydı. “El Kayda”nın ün kazanması, ABD tarafından gizli bir terörist şebeke olarak tasvir edilmesi ve komplo düzenlemekten dolayı Bin Laden’e tutuklama kararının çıkarılmasıyla olmuştur. Bin Laden’in CIA ile ilişkisinden sözetmiştik. Bunun yanı sıra Britanya istihbaratı MI6’yla da ilişkileri olmuştur.

Yiğit Tuncay: Bu ilişkinin temelleri nelerdir Suat?

Suat Parlar: Bin Laden imajını ve o gücünü sadece bölgede girdiği çarpışmalardaki cesaretine ve ününe borçlu değildir. Stinger füzeleriyle ilişkisine de borçludur. Bütün resimleri de öyledir zaten. Stinger füzeleri yaklaşık 200’ün üzerinde Sovyet uçağı ve helikopterin düşürülmesini sağlamıştır. Stinger’ler, SAS komandoları tarafından Britanya’nın özel yetiştirilmiş, özel harp için eğitilmiş birlikleri tarafından aktarılmıştır bölgeye. Eğitimini de SAS komandoları vermişlerdir. Ama bu kadar değil, doğrudan doğruya Britanya ve İskoçya topraklarında, SAS komandoları tarafından Afgan savaşçıları eğitim almışlardır. Daha sonra bu Stinger füzeleri istendiğinde ise, geri iade edilmemiştir.

Yiğit Tuncay: Ne oldu bu füzeler?

Suat Parlar: Bu silahların ulaştırıldığı Pakistan’da bulunan depoda havaya uçtular. Yüzlerce insan öldü. Ama sonradan anlaşıldı ki, Pakistan istihbarat örgütü (ISI) bunları kullanıyor. Ağırlıklı olarak, CIA açısından, Afganistan’da yaşanan bir geri tepme olarak algılandı. Bunun adına da “Atık Sorunu” dediler. “O bölgede savaşanların gizli gündemi olması bizim açımızdan önemli değil. Biz o gizli gündemi kontrol edebiliriz, kendi lehimize de değerlendirebiliriz” anlayışı hakim oldu.

Yiğit Tuncay: Göbekten bağlanmış “yeşil kuşak” çözüldü ve şalvar düştü herhalde. Bu da demektir ki, her şey yeniden organize edilecek değil mi?

Suat Parlar: Evet. İşte Yeşil Kuşak projesinin yetimleri olan Talibanlar. “Yetimleri” diyorum ama bunu spekülasyon olsun diye söylemiyorum tabi. Çünkü orada öldürülenlerin çocukları, yani yetimleri olan Talibanlar bir başka proje çerçevesinde görevlendirildiler.

Yiğit Tuncay: Bu proje neydi?

Suat Parlar: Bu proje, öncelikle, bölgede İran’ın etkinliğinin azaltılmasını hedefliyordu. Ancak, ABD’nin petrol devi UNOCAL’ın, Hindistan’dakini de kapsayan çok büyük boru hattı projesinin güvenliğinin sağlanmasını da unutmamak gerek tabi. Talibanlar, Kabil’e girdikleri zaman, UNOCAL ‘un yetkililerinden biri açıklama yaparak; “bizim açımızdan proje güvenlik altına alınmıştır” demiştir.

Yiğit Tuncay: İran’ın hedef alınması bir yana, sözünü ettiğin projenin boyutları böyle bir organizasyonu zorunlu kılacak çapta büyük gibi gözüküyor.

Suat Parlar: Asya’nın en iddialı projelerinden biriydi. Bunun, Rusya ve diğer bölge ülkeleri ile ilgili yanları da var tabi. Mesela, İran’ı bu bölgede yalıtan, İran’ın bu bölgedeki etkisini kıran son derece önemli bir projeydi. Projenin içerisinde UNOCAL vardı.

Yiğit Tuncay: Bu petrol devi, aynı zamanda böyle ciddi bir istihbarat çalışmasını yapabilecek imkanları bünyesinde barındırabiliyor mu?

Suat Parlar: UNOCAL’ın içerisinde, Kisinger’dan tutun da, CIA’nın önemli isimlerine kadar birçok danışmanı hizmet sunarken görebiliyoruz.

Yiğit Tuncay: Mazlum bir görüntü veren Taliban’ın, bölgeye ilişkin olarak böylesine aktif bir rol üstlenmesi, tüm Ortadoğu’daki oluşumlara daha da dikkatli bakmak gerçeğini ortaya koyuyor. Demek ki, Taliban’ın konumunu böyle bir bakış açısından almak gerekiyor.

Suat Parlar: Evet. Özellikle Taliban’ın son dönemdeki yerini petrol, doğalgaz yataklarıyla ve Afganistan’ın, bunların geçiş koridoru olmasıyla bağlantısı çerçevesinde değerlendirmekte fayda var. Daha önce de söylediğimiz gibi, islâmcıların bir bölümü “atık sorunu” olarak değerlendirilmiştir. Bir küçük ve önemli not daha eklemek istiyorum: ABD, Taliban’ı tanıyan, Suudi Arabistan’dan sonra ikinci ülke konumundaydı. Ama, diğer islâmcılarla, Hikmet Yar’lar gibi diğerleri, bunlarla bağlantısını kesti. Çünkü bunlar Afganistan’da kontrolü sağlayabilecek durumda değillerdi. Taliban bunu sağlamıştır.

Yiğit Tuncay: Taliban kimdir Suat?

Suat Parlar: Talebeler. Pakistan, Afganistan sınırına yığılmış olan, 25000 medresede yetiştirilmiş, Kuran ve islâmdan habersiz, asgari kültüre sahip olmayan, alfabeyi bile bilmeyen bir topluluk. Zavallı, doktrine edilmiş, beyni yıkanmış, öldürmekten başka hiç bir şey bilmeyen insanlar. Ama bu toplulukla medeniyetin beşiği sayılan Amerika arasında çok güzel ilişkiler kurulabilmiştir. İlginç olan ise, Taliban’ın, ABD’deki lobi faaliyetlerini, CIA başkanı Richard Helms’in kızı Laila Helms’in yönetiyor olmasıydı. 1997 yılına kadar, Taliban’ın, Washington’daki lobicisiydi bu bayan. Taliban’ın bir sürü önemli ismi buraya getirilmiş ve misafir edilmiştir. Hatta, üniversitelerde konferans vermeleri bile sağlanmıştır. Taliban’ın lideri Molla Ömer ile Bin Laden arasında sıkı bir dostluk vardı. Bin Laden kendisine Peşaver’de ev satın almış ve hediye etmiştir. Taliban’ın, Amerika ve Suudi Arabistan’la mesafesi ne kadarsa, aslında Bin Laden’in de o kadardı. Suudi rejimiyle bazı anlaşmazlıklarının olması bizi yanıltmamalı. Çok uzunca bir süre o bölgede, Amerika’nın çıkarlarına zarar vermedi. Fakat bir takım eylemler ve patlamalar ona mal edildiğinde -ki El Kaide hiçbir zaman üstlenmedi-, hızla bir Bin Laden imgesi yaratılmaya başlandı. Böyle bir süreç yaşandı. Oysa bu konuda Amerika dünyanın en tutarsız politikasını uyguladı.

Yiğit Tuncay: Neden?

Suat Parlar: Bakın, adına El Kifah denilen bürolar vardı. Bu bürolar Almanya, Fransa, Norveç, İsveç ve Amerika’nın 30 kentinde faaliyetteydi. Bunlar askere alma bürolarıydı. Yani “Afgan Cihadı” sırasında dışarıdan gelecek güçleri örgütleyen bu bürolardı. Çok ilginçtir ki, Suudi Hava Yolları, Peşaver’e %75 indirim uyguluyordu. El Kifah’ın Brooklyn’de de bürosu vardı. El Kifah, o dönem ağırlıklı olarak dışarıdan akmakta olan bu güçleri koordine eden ve aynı zamanda bunların finansal ihtiyaçlarını karşılayan Bin Laden’le bağlantılıydı. CIA, Suudi Arabistan ve Bin Laden’le ilişkiler düzenleme adına, kod adı “Siklon” olan bir operasyonu gündeme soktu. 1985’te cumhuriyetçi senatör Orrin Hatch, mücahitlere yapılacak yardımlarını düzenlemek üzere Reegan’ın emriyle Asya’ya gitti. Pekin’de bazı görüşmeler yapıldı. Yanında, Dışişleri Bakanı, istihbarat ve araştırma müdürü, çok tanıdık bir isim Norton Abromovitz de vardı. Bildiğiniz gibi, siyonist lobinin en önemli isimlerinden biriydi. Politika planlama bölümü, planlama müsteşarı Michael Pillsbury de vardı. CIA’nın Pekin bölüm şefi de oradaydı. CIA Operasyon Müdürlüğü’nün şef yardımcısı vardı. Bunların hepsi Bin Laden’in de içinde bulunduğu grupla toplantı düzenlediler. Bin Laden, şiddetle CIA bağlantılarını reddetti. Halen daha reddetmektedir. Bunlar ilişkilere dair net bilgilerdir.

Bu arada ticaretine de devam ediyordu Bin Laden. Sanıldığı gibi ailesiyle arasında mali açılardan çok büyük kopma yaşanmadı. Onu bir yana bırakalım, bugün de Bin Laden’e, Suudi kraliyetinden durumdan çok fazla memnun olmayan prenslerden yardım gelmektedir. Büyük bir finans ve sanayi imparatorluğudur, söz konusu olan. Bin Laden’in konumuna ilişkin olarak, CIA ajanı Edward Juchinewicz; “başından beri işin içindeydi” diyor.

Bin Laden, bu dönemde Muhammed Saad adlı bir mühendisin yardımıyla, Amerika’nın onayıyla Bahtiyar bölgesinde, Zazi Dağları’nda büyük tüneller açtı ve kumanda merkezleri kurdu. Bunların hepsi Amerika’nın bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Bin Laden’in imajını güçlendiren, Stingerlerin SAS tarafından verilmesi, bölgeye getirilmesi ve eğitiminin onun dolayımıyla olmasıydı. “Afgan Cihadı” bittiğinde, Bin Laden’i Suudi Arabistan’da görüyoruz. Ama, Suudi Arabistan’da bazı anlaşmazlıklar yaşandı ve pasaportuna el konuldu. Körfeze yönelik Amerikan müdahalesi gündeme gelip, Suudi Arabistan’a Amerikan askerleri geldiğinde de, Bin Laden’in Sudan’a göç ettiğini görüyoruz. Sudan’da çok büyük altyapı projelerine imza attı. 150 milyon dolarlık bir altyapı projesini bizzat kendisi finanse etti. Burada oldukça büyük inşaat faaliyetleri içersinde oldu. Ama tabi bununla yetinmedi. Sudan’la bazı askeri faaliyetler içerisinde de oldu. Böylelikle, Bin Laden’in Afganistan’da, CIA’nın kontrolündeki süreçle bütünleşen faaliyetlerinin ikinci perdesi de Sudan’da başlamış oldu.

Yiğit Tuncay: Sudan’daki organizasyon neydi?

Suat Parlar: Bin Laden Sudan’dayken yanına Amerika’dan bir uzman gönderildi. Adı Ali Muhammed. Ali Muhammed Mısır doğumludur. 1980’de Mısır’dayken, ABD Büyükelçiliği’ne müracaat etti ve CIA hesabına çalışmak istediğini bildirdi. CIA bunu kabul etmediğini defalarca açıklamıştır. Ama, daha sonra her ne hikmetse, karşılıklı eğitim programı vasıtasıyla ABD’ye gitti. 1981’de ABD ordusunun “Özel Operasyon Komutanlığı”nın üssü olan Kuzey Caroline’daki Ford Brag’da bulunan özel kuvvet subayları okulundan mezun oldu. Ali Muhammed, 1984’de tekrar Mısır’a döndü. Burada bir süre kaldı. Daha sonra tekrar ABD’ye gitti ve ABD yurttaşı oldu. CIA kontrolündeki bir vize programından yararlandı. Tıpkı Ömer Abdurrahman gibi. 1986’da, Ali Muhammed, ABD ordusuna girdi. “Ford Prag Özel Operasyon Komutanlığı”na tayin oldu. Özel kuvvet askerlerine “islâm kültürü” dersi veriyordu. Ve en önemlisi -şu Ali Muhammed’le ilgili olarak-, gizli görevli sıfatı halen daha geçerlidir. Örneğin; 1993’te Dünya Ticaret Merkezi’ne yönelik saldırıyı gerçekleştiren Remzi Yusuf davasında gizlilik koduyla bazı bilgiler örtülmüştür. Ali Muhammed’le ilgili olarak bugüne kadar dünya kamuoyuna yansımış olan sadece bu bilgilerdir. Bunun dışında “çok gizli” görevine dair hiç bir bilgi yoktur.

Yiğit Tuncay: Sudan’daki organizasyonun uzantıları bunlar herhalde…

Suat Parlar: Ali Muhammed, Bin Laden’in Sudan’daki askeri örgütlenmesinin en önemli unsurudur. Onun arkasındaki askeri isimdir ve 500’e yakın militanın eğitildiği kampın komutanıdır. Onlara bomba eğitimi veren kişidir ve Amerikan özel askeri birimlerinin “çok gizli kodlu” görevlisidir.

Yiğit Tuncay: Ali Muhammed gibi başka önemli olan isimler var mı? Yani, veritabanının aydınlanması açısından…

Suat Parlar: Tabi. Mesela Vedi El Hacı. Vedi El Hacı 1994’te özel asistanı ve sekreteri oldu Bin Laden’in. Daha doğrusu sağ koluydu. Vedih El Hacı da, Teksas’dan Sudan’a geldi. 1960’da Lübnan’da doğdu. Daha sonra Louisiana Üniversitesi’nden mezun oldu. Hıristiyan kökenliydi ve hıristiyanlıktan daha sonra müslümanlığa geçti. Üniversite yıllarında birdenbire hidayete erdi. Afganistan’da Bin Laden’le birlikte savaştı. Arizona’ya yerleşti. 87-90 arası orada yaşadı. El Kifah gönüllüsüydü. Vedih El Hacı, bomba yapımı konusunda uzmandı. Dünyanın dört bir yanında bombalar üzerine yapılmış bütün yayınları takip eden bir kişilikti.

Yiğit Tuncay: Suat, sözünü ettiğin bu veritabanının oluşumundaki büyük pay sahibi olan Suudi Arabistan’ın üzerinden atlamamak lazım. Ülkemizdeki Suudi Arabistan bağlantısı olan meşhur insanlarımızın da, çok daha geniş bir veritabanının kodları olma özelliklerinin netleşmesi açısından kutsal toprakların sahiplerine de biraz bakalım diyorum…

Suat Parlar: Pek tabi. Bin Laden’in ilişkilerini “kaide”lere bağlayıp, örgütsel bir çerçeve içerisine almadan Suudi Arabistan gerçeğini de ortaya koymak lazım. Bölgede ABD’nin en yakın müttefikidir. İsrail’in varlık güvencesidir. Gerçi Suudi monarşisi son zamanlarda kaynakların kısıtlanmasıyla beraber bazı mali problemler yaşanmaya başladı diyebiliriz. Ama Suudiler, dünyadaki her türlü gericiliğin ve halkların aleyhine gelişen her türlü işkencenin, baskının gönüllü finansörleri konumunda olmuşlardır. Nikaragua’daki kontra eylemlerinin desteklenmesine aktarılan Suudi çeklerinden tutun da, Sovyetlerin kuşatılmasındaki “Yeşil Kuşak İslâm Projesi”nin finansmanından, Afganistan ve bunun yanı sıra İran’a yönelik bazı grupların örgütlenmesine kadar çok geniş bir alan içinde Suudileri görebilmek mümkündür. ABD, kongreden geçirmek istemediği her türlü kirli ödeneğin çekini, Suudi monarşisine yazdırır. Bin Laden’i, Suudi monarşisi ile ilişkileri çerçevesinde ele almak lazım.

Bu ilişkiler onu inanılmaz yerlere taşımıştır. Örneğin; Arnavutluk’a gitmiştir. Arnavutluk İstihbarat Başkanı Başkim Gazi Dede ile dost olmuştur. Bin Laden bu ziyareti Suudi resmi heyetiyle birlikte gerçekleştirmiştir. Bu çok ilginçtir bence. Arnavutluk İstihbarat Başkanı’yla kurduğu dostlukla yetinmemiş ve Sali Berişa ile de dostluk kurmuştur. Sali Berişa, siz de bilirsiniz, bir dönem adı İslamcılarla çok fazla anılan bir liderdir. Türkiye’de de -ismi lazım değil- önemli bir spor kulübünün başında bulunan isimle yakın dostluğu olan bir kişidir. İsmi lazım olmayan bu kişi, uzunca bir zaman Sovyetler Birliği’ndeki gölge ekonomi çerçevesinde geliştirdiği ilişkilerini, çözülüşten sonra Rusya’yla silah ticaretine dönüştürmüştür. Bağlantılar açısından ilginç bir bilgidir bu.

Yiğit Tuncay: 89’daki çözülüşün ardından bölgedeki politika genel anlamıyla ne durumda oldu ve Bin Laden bu politikanın neresinde duruyordu?

Suat Parlar: Mesela 1993 yılı çok önemli bir yıl. CIA başkanı Woolsey, 20 CIA uzmanı ile birlikte Mısır’a gitti. Bu tarih aynı zamanda ABD’de radikal islamın artık birinci düşman ilan edildiği, sosyalizmin yerine ikâme edildiği, dünyanın dört bir yanında terörist islam imgesini yaratılmaya başlandığı dönem olmuştur. Bu anlamda da, artık islamcıların sözde gizli gündemini Amerika’nın tespit ettiği dönemdir. Mısır’da, Muhaberat El Amat’la toplantılar yapıldı ve bu konuda CIA’ye alabildiğine bilgi aktarıldı. Mısır Bin Laden’den ve ilişkilerinden huzursuzdu. Bu konuda CIA ilk malzemelerini de Mısır istihbaratından aldı. 1996’da CIA Kontr-Terör Merkezi, Bin Laden için özel görev gücü oluşturdu ve onlarca uzman bu canavarın doğasını araştırmaya başladılar. Ne kadar ilginç? Hiç tanımıyorlar Bin Laden’i ve doğasını araştırmaya başlıyorlar. Bu anlamda MI6, Mossad, İtalyan Digos, Fransız DST, DESE, Alman BND, DSV ve muhtemelen Türk istihbaratından olanca bilgi akışı gerçekleşiyor. Sanmıyorum ki, bunlar Bin Laden’le ilgili olsun. Onun ötesinde dünya ölçeğinde tarif ettikleri yeni düşmana yönelik, yani islama yönelik bir hedef belirleme uğraşıydı ve bu uğursuz toplantılardan sonra sizler de biliyorsunuz, ki Türkiye’de de son derece provakatif kanlı eylemler gerçekleşti.

Yiğit Tuncay: Bin Laden’i isteselerdi ortadan kaldırabilirler miydi?

Suat Parlar: Öyle ya, bu kadar büyük bir düşmanlarıydı. Denediler, ortadan kaldırmadılar, mesaj vermekle yetindiler. CIA adına “Mongose Operasyonu” kodunu yakıştırdığı bir istihbarat operasyonu gerçekleştirdiler. “Mongose”, Fidel Castro’yu öldürmeyi amaçlayan başarısız suikast girişiminin adıydı. En önemli özelliği de başarısız kalmasıydı. Bakın, 1998’in Riyad Valisi ve CIA’in işbirliğiyle -ki Riyad Valisi o dönem Prens Salman Bin Abdülaziz’di- Sıddık Ahmet adlı yakın bir adamı tarafından zehirlendi Bin Laden. Bunun neticesinde büyük bir böbrek problemiyle karşı karşıya kaldı. Halen daha böbrek tedavisi görmektedir. Bunu bütün dünya biliyor. 1997 yılına geldiğimizde Bin Laden’in mali işler yardımcısı Seyid Tayyip El Madeni’nin, CIA ve Suudi Arabistan istihbaratıyla işbirliği yaptığını görüyoruz. Bu şahıs, Suudi istihbaratının, Ladin’e emanet ettiği bir Suudi ajanı mıdır, yoksa daha sonra mı devşirilmiştir, bunu net olarak bilmiyoruz. Çok da önemli değil.

Ama bir tarafta askeri ilişkilerini anlamıştık zaten. “Ford Brag” eğitiminden geçmişlerin, Amerikan Özel Operasyon Birlikleri’nde görevli olanların, diğer tarafta da mali işlerden sorumlu olanların sözünü etmiştik. Mali işlerden sorumlu olan bu şahıs, Detroit, Karayipler, Jörsey, Brooklyn’deki hesaplara ilişkin olarak bilgi ulaştırmıştı. Gerçi o önemli bilgilere ne kadar ihtiyaç vardı, ayrı konu. Fakat bunun Bin Laden’e yönelik psikolojik bir tarafının da olduğu görülüyor. En yakınında bulunan insanlardan biri böyle bir operasyonun içerisinde bulundu ve netice de örgütün olduğu sanılan -ki böyle bir örgüt zaten yok- belli hesaplara el konuldu.

Yiğit Tuncay: Üç tane isim saydın. Askeri kurumlaşmanın başındaki şahıs, onun yanı sıra mali işlerden sorumlu olanı ve özel sekreteri. Üçü de CIA’le, Amerikan istihbaratıyla, Amerikan özel birlikleriyle ilişkide olan kişiler.

Suat Parlar: Evet. Bu şunu gösteriyor; Bin Laden, sadece Afganistan’da, 80’li yıllarda yürütülen o savaşın çerçevesi içerisinde Suudi, Pakistan, Amerikan ve İsrail istihbaratının çaprazında yetiştirilmiş bir eleman ve onların tabiriyle bir canavar değil. 1990’lara kadar yayılan bir ilişkiler ağı ve bir birikim söz konusu. 90’lı yıllarda da ilişki okları hep aynı merkezlere işaret ediyor. “Afgan Cihadı”nda ABD ve Suudi Arabistan aşağı yukarı 10 milyar dolarlık bir finansman aktardılar. 80’li yılların parası ölçütlerinde düşünmek lazım bu parayı. ABD’nin 1980’de ilk aktardığı para 30 milyon dolardır. Sonrasında Suudi Arabistan devreye girer ve bu yardımlar artarak devam eder. Talibanlar’ın Kabil’i almasından sonra da Amerika ve Suudi Arabistan kaynak akıtmaya devam etmiştir. Örneğin; Suudi istihbaratının önemli ismi El Faysal, Taliban’a, yüklü miktarda parasal yardımda bulunmuştur.

Yiğit Tuncay: Sadece parasal yardımlar mı, söz konusu olan.

Suat Parlar: Onun ötesi var. Örneğin; Pakistan istihbaratının yardımları var. 71’de Pakistan’da 900 medrese varken, Ziya Ülhak devrinin sona erdiği 88’de 8000’i kayıtlı 25000 medrese vardı. 92-95 arası Afganistan dünya uyuşturucu trafiğinin en önemli merkezlerinden biri olmuştu. 1992-95 arasında 2200 ile 2400 tonla, Afgan afyonu dünya birinciliğini bu konuda elinden aldı. Taliban denetiminin yayılmasıyla birlikte üretim 1997’de 2880 tona çıkmıştır. Adına “El Kayda” denilen, Bin Laden’le özdeşleştirilen şebeke ile Taliban buradan arpalarını almışlardır. Ama asıl arpa, uyuşturucu kartellerinin ve Amerikan para sisteminin, Avrupa para sisteminin kasalarına akmıştır. Çok açıktır ki, üç büyük iş alanı vardır cirosuyla; petrol, finans sektörü ve uyuşturucu. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Denetim Kurumu raporuna göre, bu Afgan uyuşturucusu kârının %1’i çiftçiye, %2,5’u Afganistan ve Pakistan’daki tüccarlara, %5’i batıya taşıyan araçlara ve geri kalan oran ise -ki müthiş bir orandır bu- Avrupa’daki, ABD’deki uyuşturucu kartellerine kalıyordu.

Bu tamamıyla CIA’in denetiminde yürütülen bir ticaretti. Afgan eroininin %96’sı Taliban bölgesi üzerinden, Tacikistan, Kırgızistan yolunu izliyordu. Bunun dışında başka yollar da vardı. Afgan uyuşturucu ticaretiyle, Türkiye arasında ciddi bağlantılar olduğu biliniyor zaten. Pakistan 80’li yıllar boyunca, yılda 800 ton eroin üretti. Bu dünya üretiminin %70’dir. CIA ve Pakistan istihbaratı ISI, Afganistan’daki kirli savaşın desteklenmesinde uyuşturucu parasına dayanmışlardır. Bölgenin narkotik trafiğiyle tüm diğer sorunlar iç içe geçmiştir. Bugün ne El Kaide’yi, ne Bin Laden’i, ne Taliban’ı, ne ABD’nin bölgedeki varlığını, ne de artık devlet içerisinde devlet haline gelmiş olan Pakistan istihbaratı ISI’yı ve Mossad’ın bölgedeki operasyonlarını, narkotikten bağımsız, uyuşturucudan bağımsız değerlendirebilmek mümkün değildir. İsrail’de bu ticaretin içerisindedir. Türkiye’de de çelik çekirdek dediğimiz o güçlü grupların da bu yapılanma içerisinde olduğunu ve bundan payını aldığını biliyoruz.

Yiğit Tuncay: Bu koşullarda, bölgede istikrarın sağlanabilmesi de mümkün gözükmüyor.

Suat Parlar: Dünya haritasını önünüze koyun ve yeraltı maden kaynaklarına, değerli madenlere, petrole, doğalgaza, eroin-boru hattına bakın. Bunları gördüğünüz her bölgede iç savaşlar, sabotajlar, katliamlar, bombalamalar birbirini izler. Bu bölgelerin hepsinde istihbarat örgütleri cirit atar. İstihbarat örgütlerinin temel mesaisi, bıraktıkları izlerin silinmesi üzerine kuruludur. Bu noktada da içiçe geçmiş çapraz ilişkiler söz konusudur. Buna isteyen komplo diyebilir, isteyen kullanma ilişkisi diyebilir ya da taşeron örgüt kullanma tarzında yaklaşabilir.

Yiğit Tuncay: Anlattıklarından ortaya çıkan görüntüye göre, Türkiye’nin, Pakistan’la arasında çok ciddi farklar gözükmüyor.

Suat Parlar: Evet. ISI tarafından kurulan eroin şebekesi, doğrudan doğruya Pakistan ordusunun subayları tarafından yürütülüyordu. Albay Zehuriddin Afridi, Peşaver’den, Karaçi’ye giderken 220 kg eroinle yakalandı. Burada bir başka subay, benzer miktarda eroinle yakalandı. Bir yıl sonra, ilginçtir ki, Kuetta’da görev yapan Pakistan istihbaratı ISI personeli, 83’de Ahdar Abdurrahman tarafından -kendisi ISI şefiydi- görevinden alındı. Sonra tamamı alındı görevinden. Fakat bu göstermelikti. Çünkü bu devam etti. Bugün bile 40 büyük eroin şebekesi var Pakistan’da.

Yiğit Tuncay: CIA ne yaptı?

Suat Parlar: Şunu yaptı; bir Amerikan devlet kurumu olan Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi’nin buradaki faaliyetlerini etkisizleştirdi. Burada, onların operasyonları doğrudan doğruya CIA tarafından engellendi. Sonuç: Bugün Pakistan’da 5 milyon eroin bağımlısı var. CIA’in silahlarını Karaçi limanından Peşaver ve Kuetta’ya taşıyan (Kuetta, Afganistan’a sınır ve geçiş noktasıdır.) The National Logistic Cell adlı şirket, eroini de Karaçi’ye ulaştırıyordu. CIA denetiminde bir şirkettir bu. Bir eroin boru hattı kuruldu. Onun yanı sıra en büyük petrol devlerinden UNOCAL’ın kurmaya çalıştığı doğalgaz ve petrol boru hattı ve bu temelde de UNOCAL’ın rakiplerini bertaraf etmesi genel hatlarıyla gözükenler. Sözünü ettiğim bu rakipler arasında Elrom şirketi de var. Daha sonra Bush ve ailesi Elrom şirketiyle bağlantılarını kesti zaten. İflas ettiler. Bütün bunların yanı sıra, böyle bir yapılanma çerçevesinde istihbarat örgütlerinin birbiriyle kaynaşması da var tabi. Bütün bu olgular orta yerde duruyor.

Yiğit Tuncay: Bütün bu olgular, aynı zamanda, halkları boğan şiddet dalgasını da açıklıyor.

Suat Parlar: Şiddet nedir, patlama nedir, bomba nedir, onunla ilgili bir tek ölçü vereceğim; 1979’dan, 2000 yılına kadar sadece mayın patlamalarında Afganistan’da kadın, çoluk-çocuk 400 bin Afganlı öldü. Bir o kadarı da sakat kaldı. Batının mayın ticaretidir bu. En fazla payını alanlar da; İtalya’dır, Amerika’dır, İngiltere’dir.

Yiğit Tuncay: İsrail’de, İran’a karşı Taliban’ı açık bir şekilde desteklemişti, değil mi?

Suat Parlar: Evet. Afganistan ve Asya’daki, İran etkisinin altını oymada kullanılacak bir güç olarak gördüğü için. ABD’deki irtibat bürosu aracılığıyla, Taliban ile petrol şirketlerinin arasındaki diyaloğu başlatan güç Mossad’dır. Çok ilginçtir, ki Pakistan bu ilişkiyi gizlemek zorunda kalmıştır.

Yiğit Tuncay: Neden?

Suat Parlar: Çünkü, Pakistan, İsrail’i tanımıyor. Halen daha diplomatik anlamda bir tanıma yoktur. Ama ISI, (Pakistan İstihbarat Örgütü) CIA aracılığıyla “Afgan Cihadı” sırasında Mossad’la bağlantı kurmuştur. Taliban’da, Kuzey İttifakı’da birbirilerini İsrail desteğini almakla suçlamışlardır. Bu çok ilginçtir. Kuzey İttifakına siz de biliyorsunuz ki, Raşit Dostum’un ve Türkiye’nin verdiği bir destek de söz konusuydu. İsrail, bunun yanı sıra Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan’da ciddi ilişkilere sahiptir. Tarım, petrol, iletişim alanlarında İsrail’in yatırımları vardır. Taliban, orada, Amerikan ekonomik yatırımlarının güvencesi olarak görülmüştür başlangıçta. Daha önce de söylediğimiz gibi, 96’da Kabil ele geçirildiğinde UNOCAL üst düzey yöneticisi Chris Tager, Taliban’ın, Kabil’i almasının ardından “kendi boru hattı projelerinin hayata geçirilmesinin kolaylaştırdığını” söylemiştir.

Yiğit Tuncay: Aslında, anlattıklarından Bin Laden politikasının işlevi ortaya çıkıyor. Ancak, yürütülen politikanın iki evrede şekilleniyor. Birinci evrede, Bin Laden, “Afgan Cihadı”nın kahramanı ve CIA’in en yakın dostu olarak gözüküyor. İkinci evrede ise, Bin laden, birdenbire CIA’in düşmanı ilan ediliyor ve bu da 11 Eylül’de yaşananlarla dünyaya kabul ettiriliyor. Hatta, sözünü ettiğimiz ikinci evre, bizim ülkemizdeki “şeriat mı, laiklik mi” gibi suni ikilemleri bile besleyen konuma geliyor. Yani Suat, görülüyor ki, hangi taşı kaldırsak altında CIA çıkıyor.

Suat Parlar: Uyuşturucu savaşından, daha doğrusu uyuşturucu ticaretinden, silah ticaretinden; istihbarat örgütlerinin o bölgede bu kirli savaşı kullanarak devlet içinde devlet haline gelmesinden; İran’ın bölgedeki etkinliğinin sınırlandırılması adına yaratılan terörist faaliyetlerin yürütülmesinden ve kaynak şebekeler yaratılmasından, CIA’den daha deneyimli, bilgili hiçbir yapı, örgütlenme olamaz. Çünkü CIA bu grupların örgütlenmelerine yardım etti. Bunları besledi ve büyüttü. Pakistan, İngiltere, Fransa, Suudi Arabistan, Mısır, İsrail ve hatta Çin bile bu işin içindeydi.

Yiğit Tuncay: Afganistan, ciddi bir tuzak oldu. Herkesin içine düştüğü derin bir kuyu gibi.

Suat Parlar: Brezinski, “Rusları Afgan tuzağına çektik” diyor. 100 bin kişilik bir orduyla, dünyanın en iyi kiralık katiller şebekesini kurdular. Burada Afgan halkına dayalı bir direnişten ziyade, dışarıdan gelenler tarafından, Suudilerin, Amerika’nın, diğerlerinin parasıyla finanse edilen bir kirli savaş örgütlenmesi yarattılar. Amerika bulabildiği en iyi katilleri kullandı. Afgan halkının savunusu meşru idi. Fakat ABD müdahalesi, Afganlara yardım etmedi. Aslında ülkelerini yok etti. Sadece mayınlar konusunda verdiğimiz örnek yeterlidir sanırım. Savaş neticesinde 3,5 milyon Afgan insanı öldü. Bugün 8 milyona yakın Afgan insanı artık açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. Amerikan bombardımanı yüzünden oldu bu.

Yiğit Tuncay: Yukarıda sözünü ettiğim ikinci evre, yani “yeni hedeflerin ve yeni düşmanların” yaratılması ne gibi siyasi manüplasyonların önünü açmış oldu Suat?

Suat Parlar: O meşhur 11 Eylül saldırısını, Amerika, Afganistan’ı bombalarken bahane olarak kullanmıştı. İsrail ile Amerika, bu olayı sömürecek mekanizmalara sahipti zaten. Sonuna kadar sömürdüler. Neredeyse bir dünya savaşı ilan ettiler. Hatta Bush daha da ileri giderek bir “Haçlı Seferi”nden söz etti. Ama bunlardan en fazla yararlanan da İsrail oldu. İsrail, 11 Eylül’ü sömürerek, kendi askeri işgalini ve Filistinlilere yönelik baskılarını yoğunlaştırmanın peşine düştü. ABD’de kullanılan söylem ise; terörizm, özgürlük, terörizmle mücadele şeklinde pırıltılı sözcüklerle havaya fırlatılarak, çıplak gerçeklerin üstünü örtme şeklinde cereyan etti.

Yiğit Tuncay: O çıplak gerçekler nedir?

Suat Parlar: ABD’nin, Ortadoğu’daki varlığını sağlamlaştırma çabalarıdır. Petrolün tümüyle kontrol altına alınmasıdır. Silahlanma politikasıdır. Siyonist lobilerin, Amerika’daki etkisinin gizlenmesidir. İslama yönelik olarak çok eski çağlara dayalı düşmanlığın yeni biçimlere bürünmesidir. Amerika’nın artık sömürgeci bir güç olarak “gambot diplomasisini” vahşi bir biçimde gündemine almasıdır. Emperyalizmin o sözde insan yüzlü, sözde barışçı Wilsonvari yönlerinin geri plana çekilmesidir. O yumuşak denilen ama, özünde yine militer politikaları olan emperyalizmin tam bir vahşetle yer değiştirmesidir.

Yiğit Tuncay: O demokrasi ve medeniyet misyoneri ABD emperyalizmi, aynen Irak’a girişinde gösterdiği kanıtlar gibi gerekçeleri, 11 Eylül saldırılarında da temellendirmeye çalışmıştı.

Suat Parlar: Ancak bir fil sürüsü etrafında bu kadar kanıt bırakır. Türkiye’ye değinmeyeceğim Türkiye’de de bu son “kanlı cumartesi”nde de bir fil sürüsü geçmiş gibi ortaya kanıtlar saçıldı. Sadece merkezi işaret etmek açısından benzer bir-iki noktaya değinmek istiyorum. Muhammed Addah, bu işi düzenleyenler arasında gösterildi. Muhammed Addah’ın da pasaportu yanmaz cinsten olduğu için ikiz kulelerin dibinde bulunmuştu. Kendisi böyle bir eyleme gitmeden önce pasaportunu da yanına almıştı. Çok ilginçtir ki, vasiyetnamesi de yanlış adrese postalanmıştı. Neticede 8 insandan söz edilmişti, bu eylemlere katılan ve intihar komandosu olarak gösterilen. Hepsinin yaşadığı ve aralarından bazılarının Florida’daki kliniklerde şeker tedavisi gördüğü ortaya çıktı. Bazılarını da Arap ülkeleri “vatandaşımız” diye sahip çıktılar.

Yiğit Tuncay: Ama bu kanıtlar konusunda ikna olanlar oldu.

Suat Parlar: Türk halkı ikna olmadı bu kanıtlara. Kim ikna oldu? 1 Ekim Ecevit’in açıklaması: “Kanıtların ABD tarafından inandırıcı bulunması benim için de inandırıcıdır”. Bunu biz çok çabuk unuttuk. Ondan sonra Ecevit’i ulusal kahraman ilan ettiler. Ulusal direnişin kahramanı oldu. Ecevit, Afganistan bombardımanının, yani o halkın açlığa mahkum edilmesinin, mülteci haline gelmesinin ve büyük bir dehşetle karşı karşıya kalmasının ortağı konumunda bir politikanın parçası oldu. Peki size sorarım; terör dehşet demekse, Afgan sivillerin bombalanması dehşet anlamına gelmiyor mu? Bunu yapmadılar mı? Yaptılar. Amaç Bin Laden’i yakalamak mıydı? Hayır. Bin Laden’i bombalamak mıydı? Hayır. Bunun Bin Laden’le ilgisi yok. Bunun petrolle ilgisi, bunun uyuşturucuyu kontrol altında tutmakla, bunun Rusya’ya ve Çin’e gözdağı vermekle ilgisi var. Bunun Orta Asya’daki cumhuriyetlere gözdağı vermekle, patronun kim olduğunu göstermekle ilgisi var. Bunun Hazar petrolleriyle ve Ortadoğu’yla ilgisi var. Ama bunun Bin Laden’le ilgisi yok. Bin Laden sadece bir kurgunun hiç bir anlam ifade etmeyen Hollywoodvari öğelerinden bir tanesi. Bin Laden olmasa bile, Bin Laden’i ve El Kaide’yi yaratmak zorunda kalacaklardı. Deyim yerindeyse; halkla ilişkiler operasyonu.

Yiğit Tuncay: Sözünü ettiğin Ecevit’in açıklamasına bakılırsa, dönemin başbakanı olarak, meclise dayanmadan otomatik tezkereyi geçirmiş bile. Irak işgalindeki tezkerenin öncesi de var yani.

Suat Parlar: Biz tezkere sıralamalarını karıştırıyoruz. Afganistan’ın bombalanmasına biz onay verdik. Çıktığında ilk kutlayan Bush oldu. Ecevit cevap vermekte gecikmedi: “ABD’nin mücadelesinde işbirliğini görev biliyoruz, birliklerimiz bu konuda uzmanlaştı, tecrübelerimizi Afganistan’da müttefiklerimizle paylaşacağız.” Bu da kutlamanın üzerine Ecevit’in verdiği cevap. Daha sonra Ecevit ulusalcılığın ve ulusal cephenin Türkiye’deki en önemli isimlerinden birine dönüştü.

Yiğit Tuncay: Dikkati çeken bir nokta daha var Suat. O da, sözünü ettiğimiz dönemlerde İsrail’in bu olayların dışında gibi gözükmesi. Oysa ki, senin anlattıklarından çıkanlara bakılırsa eğer, İsrail bu olayların tam göbeğinde duruyor.

Suat Parlar: Dediğim gibi, İsrail, Afganistan savaşındaki rolüyle henüz daha tam tanımlanmış, tarif edilmiş değil. Ve bu kirli sır halen daha taraflarca saklanıyor. Çünkü bu konudaki belgeler, bilgiler açığa dökülürse, ne Afgan cihadı kalır orta yerde, ne de Pakistan’ın o sözde şeriata dayalı ve Amerika’yla, Suudi Arabistan’la işbirliği yapan gizli devleti kalır. Bir de kendisini müslüman ilan etmiş, o görünüm altında, aslında, “Yeşil Kuşak İslam Projesi”yle ve ondan sonraki süreçte islama yönelik olarak saldırgan imgeleri besleyen eylemleri gerçekleştirenlerin samimiyeti kalır. Bunların hepsi yerle bir olur. Bu nedendendir ki, ısrarlı biçimde İsrail’in burada, bu bölgedeki faaliyetleri üzerinde durulmuyor. Bakın, parayı takip etmek her zaman için çok sağlıklı sonuçlar verir. Benim önerim, aynı zamanda paranın takip edilmesi. Yani bu Bin Laden’in ve onunla özdeşleştirilen El Kaide denilen kuruluşun finansal ağlarının incelenmesi. Bank Of Credit And Comes BCCI Bankası’nın adı çok geçti. Nerede geçti? İrangate meselesinde. Dünyanın en büyük 20 bankasından biriydi. Dünya kirli para trafiğinin en önemli bankalarından biriydi.

Yiğit Tuncay: Bu bankanın ortakları kimlerdir?

Suat Parlar: Adnan Kaşıkçı’dan, Suudi istihbaratının başında bulunan Kemal Ethem’e varıncaya kadar bir sürü isim bu bankanın ortakları arasındaydı. Uyuşturucu paralarının aklandığı bir banka konumundaydı. Bu bankanın Pakistan temsilcisi bir CIA ajanıydı. Adı: Raymond Close. Babası da burada görev yapmıştı. Kendisi Forman Hıristiyan kolejinde, CIA adına gizli faaliyetleri finanse ediyor ve eroin paralarını temizliyordu. Bu amaçla Pakistan’da bankacılık sisteminde belli bir kurumlaşma gerçekleştirilmişti.

Yiğit Tuncay: Ortaklardan başka kimler vardı?

Suat Parlar: Halit Bin Mahfuz vardı. Bu bankanın %20’si Halit Bin Mahfuz’un elindeydi. Kendisi Delta Petrol Şirketi’nin büyük hissedarlarından. Delta, Rockfeller gurubuyla bağlantılı olan UNOCAL’la ortak olarak Afgan petrolü işine girdi. Ayrıca, Halit Bin Mahfuz, Bin Ladin’in kız kardeşiyle evlidir. Bin Ladin ailesinin ortağıdır.

Yiğit Tuncay: Çok uluslu şirketlerin, merkantalizmin doğasında olduğu gibi, tüm zıtlıkları, karşıtlıkları ortadan kaldıran yanı biliniyor. Birbirine düşman gözüken inanışlar, kültürler bile bir anda birlik içinde olabiliyorlar.

Suat Parlar: Evet. Bir örnek daha verelim: Suudi prens Abdullah Bin Usay ve Salim Bin Ladin’in ortak olduğu First Arabian Şirketi var. Bu şirket Roger Tamras tarafından yönetiliyor. Roger Tamras Türkiye’de çok iyi tanınır. TYT Bank, Marmarabank gibi ilk batık bankaların meselelerinde adı geçmişti. Bakü-Ceyhan petrolüyle birlikte de adı anıldı. Türkiye’de çok dolaştı. Uluslararası bir dolandırıcı olarak biliniyordu. Kendisi Beyrut kökenlidir. Bu şahısı, sözünü ettiğimiz bankayla, Bin Ladin imparatorluğuyla, Suudi istihbaratıyla içiçe faaliyetlerde görüyoruz. Ve işin ilginç yanı, Tamras, Türkiye’de çok “milliyetçi” bilinen çevrelerle de birlikteydi. Dönemin başbakanı Tansu Çiller’le alabildiğine ciddi ilişkileri vardı. Bu konuda çok belge ve bilgi zamanında basına akmıştır. Meraklıları bu bilgileri bulabilirler. Ama Türkiye’de basın başka araştırmaların peşinde olduğu için Tamras’ın, Bin Ladin’le bağlantısına girmez ve o detaylar üzerinde durmaz.

Yiğit Tuncay: Bu Bin Ladin sülalesinin zenginliğini konuşmaya zamanımız yetmeyecek gibi gözüküyor Suat.

Suat Parlar: Halen daha çok büyük bir güçler. Dünyanın en zengin aileleri bunlar. Suudi istihbaratıyla, Suudi Krallığı’yla, Amerika’yla çok içli-dışlı konumdalar. Şu anda Mısır’da Bin Ladin imparatorluğuna bağlı olarak çalışan 40 bin işçi var. Mısır’da en büyük sermaye kuruluşu Bin Ladin’lerin. Dünyanın dört bir yanında yatırımları var. O yatırımlardan biri de Carlay Grup. Carlay Grup dünyanın en önemli finans gruplarından biri. Aşağı-yukarı 450 dev projede Carlay Grup’un payı bulunmakta.

Yiğit Tuncay: İlişkilerin netleşmesi açısından, bu Carlay Grup’un yatırımcıları olan başka isimlerden de söz etmek mümkün mü?

Suat Parlar: Tabi mümkün. Bushlar, Soroslar, Prens El Velid, Bin Talal, Bin Abdul Aziz ve onun yanı sıra eski Britanya Başbakanı John Major. Tam 30 bin kişi çalışıyor Carlay Grup’da.

Yiğit Tuncay: Bushlar sülalesi de bütün bu ilişkilerin içindeler göründüğü kadar.

Suat Parlar: Şimdiki Başkan Bush, ki arkadaşları kendisine “Dubya” diye sesleniyorlar. Biz de Dubya diye kodlayalım kendisini. Dubya’nın babasına da “Popi” diyorlarmış. Dubya, Carlay Grup’a bağlı Cater Air Şirketi’nin maaşlı elemanıydı. Popi ise, Carlay’ın Asya işlerinden sorumlu danışmanı olarak çalışmaktadır. Halen daha öyle. Popi, Kasım 88 ve Ocak 2000’de Bin Ladin ailesinin mensuplarıyla görüşmüş. Hatta ilişkileri halen daha gayet sıcak devam etmekteymiş. Para milliyeti, dini, imanı hem oluyor, hem olmuyor bir bakıma. Carlay Grup’unun bir başka özelliği daha var. O da, General Dynamic ve Luky şirketlerinde hissedar olması. Ladenler, bu gurubun Londra fonundan 1995 yılında yüklü miktarda alım yaptılar . 88’de Bush’la ilk görüşme yapılmış ve ondan sonra bu alımları gerçekleştirmişlerdir. Muhtemelen bu konuda tavsiyeler de olmuştur.

Yiğit Tuncay: Terörizmin kaynaklarının bu ilişkiler ağı içinde aranması daha doğru olacaktır. Çünkü, terörizmin çıkış noktası olarak ekonomiyi tespit etme zorunluluğu ortada duruyor.

Suat Parlar: Amerika’da şu anda 400 tane dolar milyarderinin kişisel servetleri 2 trilyon doları bulmuş vaziyettedir. Korkunç bir rakamdır bu. Şimdi bu 400 adet trilyonerin Amerika’nın çelik çekirdeği olarak değerlendirilmesi yanlış olmaz herhalde. Amerikan dışişleri istihbaratından tutun da, CIA’ye kadar muazzam bir ağ yaratmış durumdadır bunlar. CIA zaten artık giderek bir Amerikan devlet mafyasına dönüşmüştür. Sadece kişisel servetlerden bahsettim, kurumsal servetlerden söz etmiyorum.

Bunlara bir de Amerika içerisindeki son derece güçlü ve özellikle de sol liberal kadrolardan devşirdikleriyle, daha da güçlenen yeni muhafazakâr İsrail yanlısı siyonist kadroları eklersek -ki şu anda bütün Amerika’daki Thing-Thang kuruluşları neredeyse bunlarla doldurulmuş vaziyette- ortaya nasıl bir tablonun çıktığını görmüş oluruz. İsrail politikasıyla, Amerikan politikası artık karbon kâğıdı durumundadır. Bunların da bu işte çok katkısı vardır. Amerika’nın egemenlik yapısı net bir görüntü veriyordur artık diye düşünüyorum. İşte terörün ipuçlarını burada arayacağız. Yani güçlünün, zayıfa uyguladığı terörde arayacağız. Eğer dünyada terörist arayacaksak, önce bakacağımız istikametler Amerika’yı, İsrail’i, Suudi Arabistan’ı işaret etmelidir. Devlet içerisinde devlet olmaya çalışan ve bu anlamda islâmı istismar etmekten çekinmeyen Pakistan İstihbaratına yüzümüzü çevireceğiz. Yani o şebekeyi, o ağı, önce burada arayacağız. Para ilişkilerini ağırlıklı olarak takip edeceğiz. Tekrar ediyorum, Bin Ladin olmasa bile Amerika Bin Ladin’i yaratacaktı zaten.

Yiğit Tuncay: Terörist ilan ettikleriyle aynı zamanda ticari ilişkiler içindeler.

Suat Parlar: İlişkiler bunlarla sınırlı değil. Yüzlerce şirket var. Mesela Nimir Petrol’ün uranyum konusunda da yatırımları var. Orada da Bin Ladinler var. Uranyum şirketi ve bakıyoruz, ki buraya yönelik bir müdahale yok. Hani uranyum ticareti kontrolden çıkarsa birileri bomba yapabilirdi? O başka bir ağ, o sermayenin enternasyonali, orada tabi ki içiçe geçecekler. Bin Ladin bir imge olarak büyük hizmetler sunuyor. Çünkü radikal islamcı öfkenin, radikal islamcı tepkinin başka kanallarla bütünleşmesini engellemiş oldular. Türkiye’de dahil olmak üzere dindar kesimlerin radikal islamla bağlarının kopartılmasında büyük hizmetler görmüş oldular. Olayların bu boyutunu da değerlendirmek gerekiyor.

Laf terörizmden açılmışken bir örnek vermek istiyorum; M. S. 66, 73 yıllarında Romalılar, Kudüs’te çıkan isyanı bastırdılar. Kudüs’te çıkan isyan bastırıldığı sırada, Roma’yla işbirliği yapan bir topluluk vardı. Bunlara “Sikarikin”ler diyorlardı. Katiller topluluğu yahudilerden oluşuyordu bu topluluk. Bunlar Mashada Kalesi’ne sığındılar. Roma’ya karşı direnmediler ve kendi vatandaşlarını öldürdüler hançerleriyle. Çünkü Meneham adındaki krallarını işbaşına getirmeye çalışıyorlardı. Roma, Kudüs’ü işgal ettikten sonra bu katiller topluluğu kırlara yayıldı. Kendi vatandaşlarını haraca keserek yaşadılar. Dünyanın ilk terörist topluluklarından biriydi bu topluluk. Tarihe ilişkin bu bilgileri ben vermiyorum, İsrael Şaab veriyor. Kendisi bir yahudidir. Yahudi tarihi çok iyi incelenmeli, çok iyi değerlendirilmelidir.

Hemen bir örnek vereyim size; Rabin’i öldüren Yigal Amir mahkemede kendisini nasıl savundu biliyor musunuz? Takip yasasından söz etti. Takip yasası çok önemlidir. Yahudi şeriatı açısından çok önemli bir yasadır. O da şudur: Yetkili Haham otoritesinin izni olmadan, yahudi olmayanlara ve yahudi olmayan resmi otoritelere bilgi veren, Yahudilerle ilgili bir konuda bilgi veren, yahudi mülkiyetiyle ilgili bir bilgiyi yahudi olmayana veren, yahudi insanları ve mülklerini yahudi olmayanlara veren, ya öldürülür ya da ağır yaralanır. O dönemde Rabin’e uyarılar gelmiştir. Bu uyarılar da son derece saygın bilim adamları tarafından yapılmıştır. Kendinin de itibar etmesi gereken bilim adamları tarafından. Bazı gizli kodlar üzerinde durmuşlar ve bir suikast konusunda Rabin’i uyarmışlardır. Ama nedense, Rabin bunu dikkate almamıştır. Rabin’i korumakla mükellef olan istihbarat örgütleri de aynı şekilde. O da ayrı bir konudur. Profesör Asa Kasher, Haared gazetesine mektup yazarak, suikast tehlikesi konusunda Rabin’i aylar öncesinden uyarmıştır. Takip yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle Rabin’i yahudi şeriatına dayanarak öldürdüğünü, Yigal Amir mahkemede aynen söylemiştir. Ve halen daha yapılan kamuoyu araştırmaları, özellikle İsrail yerleşimcilerinin işgal altındaki topraklarda yaşayanların, Rabin’in bu anlamda öldürülmesini onayladığını göstermektedir. Kim terörist?

İsrail’de devlet içerisinde devlet olan, istihbarat örgütlerinde gayet etkili olan bir yahudi kökten dinci akım var. Bir kökten dinci akım ki, kendi başbakanını bile ortadan kaldırabiliyor. Bunu yapabiliyor. Onun yanı sıra, defalarca İsrailli Araplara yönelik saldırılar düzenlemişlerdir. Otobüslerine saatli bombalar koymuşlardır. Hamas’tan çok önce bunu kendileri başlatmışlardır.

Yiğit Tuncay: Terörizmin tarifini, terörü başlatanların yapması artık herkesce bilinen bir şey.

Suat Parlar: Ortadoğu’da ben size hemen bir terör eylemi örneği vereyim; Ortadoğu’da bu bombalı saldırıların en kapsamlı olanlarından bir tanesi, doğrudan doğruya Menahem Begin’in başında olduğu bir topluluk olan İrgun tarafından gerçekleştirilmiştir. King David Oteli 22 Temmuz 1946’da havaya uçuruldu. Aralarında yahudilerin de bulunduğu 92 insan öldürüldü. Diğer yandan, Baruch Goldstein, 25 Şubat 1994’te İbrahim camiinde namaz kılanlara ateş açtı. Aralarında çocukların da bulunduğu 29 kişiyi öldürdü. Bu şahıs bir askeri doktordu. Binbaşı rütbesine kadar yükselmişti. Yahudi olmayanları tedavi etmiyordu. İsrail’in Lübnan’a saldırısı sırasında o da bölgedeydi. Yahudi olmayan hiç kimseyi tedavi etmemesine rağmen rütbe aldı. Amirleri tarafından yükseltildi. Baruch Goldstein’ın bu eylemi “İbrahim Cami Operasyonu” olarak, İsrail basınında değerlendirilmiştir. Düşünebiliyor musunuz, buna katliam, cinayet dememişlerdir. Buna eylem demişlerdir. Ve Goldstein’ı öven “kutsal adam” kitabı rekor baskı yapmıştır. Halen daha İsrail’de kamuoyunun çok önemli bir bölümü, %50’yi aşan oranında bu katliamı desteklediğini açıkça ortaya koymaktadır.

Yiğit Tuncay: Türkiye’deki Yahudi vatandaşların durumu nedir Suat?

Suat Parlar: Bir iddia ortaya atıyorum ben Yiğit. Türkiye’deki musevi cemaatine yönelik olarak İsrail’in ciddi baskısı vardır. Buraya gelip sinagoglarda konuşmalar yapmaktadırlar. Konuşmalarda; Arap devletleri, Filistin halkı tehdit edilmektedir. Bölgedeki müslümanlar tehdit edilmektedir. İran tehdit edilmektedir. Bir çifte sadakati dayatmaktadırlar. Buna ne yazık ki, Türkiye de onay vermiş durumdadır. Burada öldürülen vatandaşlar, Türkiye vatandaşlarıdır. Bunlar İsrail vatandaşları değillerdir. Dolayısıyla, İsrail güvenlik birimlerinin, İsrail istihbarat birimlerinin burada hiçbir işi yoktur. Ne araştırma, ne de başka bir nedenle buraya gelme hakları yoktur. Çünkü bunlar Türkiye vatandaşıdır. Bu konuda kimsenin bir anlaşmazlığı yoktur. Bunun tersi İsrail tezini onaylamak anlamına gelir.

İsrail şunu söylüyor; “biz Yahudi devletiyiz. Dünyanın dört bir yanındaki bütün yahudilerden biz sorumluyuz ve hepsi potansiyel vatandaşımızdır.” Eğer siz bunu kabul ederseniz, çifte sadakati kabul etmiş olursunuz. Bir müddet sonra inanılmaz ölçüde büyük problemlerle karşı karşıya kalınır. Burada musevi cemaatinden bazı insanlar öldürülüyor. Bunların ölüm biçimleri son derece esrarengizdir. Çift vergilendirme söz konusudur. Oraya da vergi ödemek mecburiyeti söz konusudur. Nesim Malki dosyası açıldığında bir sürü ipucu görülecektir. Merak edenler bunu araştırsınlar. Türkiye bu oyuna gelmemelidir. Bütün bunları, bazı gerçeklerin aydınlanması açısından anlatıyorum.

Yiğit Tuncay: Anlıyorum Suat. Türkiye’deki olayların hep başka güçlere bağlanarak, siyasi manüplasyonlara dönüşmesinin yarattığı etkileri değerlendirmek gerekiyor. Bütün bunlar çok ciddi siyasi komplolar ve deşifre edilmeye ihtiyaç duyuyorlar. Türkiye’deki patlamaların bir çok kafa karışıklığı yarattığı ortada.

Suat Parlar: Burada dedektif kurgularına gerek yoktur. Fil sürüleri geçmiş gibi izler vardır. Onların kimlikleri, yanmaz kimlik olduğu için, bizim “zeki” basınımız tarafından gramaj olarak bile tespit edilmiş durumdadır. Kimliklere hiçbirşey olmadı. Bunların kim oldukları da belli. Dolayısıyla ipuçlarının kimi gösterdiği ortada. Her zamanki gibi gene büyük bir cehaletle İran denildi. Cehaletle denilmedi tabi. O cehaleti tırnak içerisine alıyorum. İran gene hedef gösterildi. İsrail’in son dönem yaptığı bazı denemeleri uydu istihbaratıyla dünyaya sızdırması önemlidir. İsrail şu anda denizaltılarına nükleer başlık yerleştirebilecek teknolojiye de ulaşmış vaziyettedir. Doğrusu El Kaide ile İran arasındaki bağlantıyı benim anlamam mümkün değildir. Bunlar birbirileriyle bir araya gelip, bağdaşacak güçler değildir. Biri köken olarak Vahabidir ve Şii düşmanıdır. İran’da hiçbir El Kaide hücresinin bulunması, bu anlamda mümkün değildir. Şu sorulabilir; denilebilir ki, çok mu zordur? Bakın, masa başında ben size 20 tane örgüt kurarım. Dönemin Genel Kurmay Başkanı, Türkiye’den gidenlerin, Çeçenistan’da, Bosna’da savaştıklarını ve oralara silah yardımı yapıldığını açıklamıştır. Binlerce insan, Afganistan, Çeçenistan, Bosna’da savaştı. Dolayısıyla, bunlar arasında kayıplar, bunlar arasında ölenler vardır. Türkiye’de istediğiniz her tür listeyi masa başında gayet rahat düzenleyebilirsiniz.

Bir başka noktaya daha değinmek istiyorum; Türkiye’deki tekelci basın, ırkçı bir propagandanın içerisine girmiştir. DNA testleri ve derilerden yola çıkarak bu eylemlere karışan kimselerin Ortadoğu kökenli deri renginden ve dolayısıyla arap kökenli olduğunu iddia etmiştir. İnsanların DNA şifreleri arap, kürt, yahudi olarak ayrılmıyor. Böyle bir durum asla söz konusu değildir. Türkiye’de onbinlerce arap yurttaşın yaşadığını hiç kimse aklından çıkarmasın. Böyle bir arap düşmanlığının medyada yayılması ırkçılıkla eşdeğerdir. Ne demek Ortadoğu kökenli deri parçacıkları? Ortadoğu’daki insanların derileri farklı mı? Bu kafatasçılıktan başka bir anlam taşımıyor.

Yiğit Tuncay: Zaten tüm olayların kodlamaları doğru yapılırsa, her şey kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

Suat Parlar: Evet. Artık, çok eski ve klişeleşmiş iç politika malzemelerinin halk tarafından da benimsendiğini sanmıyorum. Klişeleşmiş düğmeye basanlar kodlamasının, bizim o “zeki” basınımız tarafından malzeme edilmesinin devrinin kapanması gerekiyor artık. Çünkü bir düğmeye basılmasını bile çok gerekli kılmayan kodlamalar var ortada. Kimin elinin, kimin cebinde olduğu son derece bellidir. Bu noktada, dünyada sermayenin çıkarları, sermayenin koalisyonları, istihbarat yapılanmaları, komplo düzenekleri iyi irdelenmelidir.

Yiğit Tuncay: Evet Suat. Söyleşimize katıldığın için çok teşekkür ederiz.

Suat Parlar: Ben teşekkür ederim.

Yiğit Tuncay: Bir dahaki söyleşimizde buluşmak üzere, şimdilik hoşçakalın…

Suat Parlar: Hoşçakalın…


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın