” (…) Mehmet Ali Kağıtçı, genç Cumhuriyet’in ithal etmek zorunda kaldığı kağıdın Türkiye’de üretilmesini sağlayan bir öncüydü.
Kağıtçı’nın öyküsü 1899 yılında, Heybeliada’da başlıyor. Osmanlı’nın ‘hasta’ zamanı! Yani ‘memleketi kurtaracak’ idealist adamların zamanı başlamış bir öykünün kahramanı kâğıtçı. O da idealist, o da ‘kurtarıcı’ kuşaktan… Herkesin yolu ayrı… O, kendine oldukça ‘tuhaf’ bir işi, ‘kağıt mühendisliğini’ seçmişti.
1927 yılında Grenoble Üniversitesi, Fransız Kağıt Mühendisliği Okulu’nu birincilikle bitirince Fransa’daki kâğıtçıların ilgisini çekecek, dönemin önemli şirketi Papeteries de France’dan önemli bir iş teklifi alacaktı. Kağıtçı gerisini anılarında şöyle anlatıyor:
‘Ben, Türk kağıt sanayiini kurabilme idealimi
gerçekleştirebilmek azmiyle yola çıkmıştım. Kadirşinas
tekliflerini nezaketle reddettim. Aynı teklifleri
İstanbul’daki konsoloslukları aracılığıyla da tekrarladılar.
İdealim uğruna yaptığım fedakârlıktan dolayı övünç duyguları
içinde, çok neşeli ve sevinçliydim.'(…)
Türkiye’ye kâğıt satan Orta ve Kuzey Avrupa kartellerinin mümessilleri de ona şöyle tekliflerde bulunuyorlardı:
‘Siz Türkiye’nin tek kâğıt mühendisisiniz, bu müstesna
durumunuzu değerlendirmelisiniz. Kâğıt fabrikası kurma
çabalarınızın sonunda ne gibi bir kazanç sağlayabilirsiniz ki.
Sizi nihayet, kuracağınız fabrikanın genel müdürü yaparlar.
Temsil ettiğimiz teşekküller, size çok daha verimli şartlar
sağlayabilirler…’
Yabancıların bu tekliflerine direnmeye çalışırken, Türkler’den nasihat dinlemeye devam ediyordu:
‘Kendini çok yoruyorsun!
Nasıl didinip, var gücünle çabaladığını görüyor ve cidden
üzülüyorum. Bu memleket öyledir ki, sen çalışır çabalar
meydana getirirsin. Fabrika kurulup işler tıkırına girdikten
sonra da iş ile hiç ilgisi olmayanlar işin başına çöreklenip
kaymağını sömürmek yolunu bulurlar…'(…)
Demokrat Parti dönemi geldiğinde ise ‘politik’ nedenlerle işinden uzaklaştırılacaktı. Devlet onun yerine Norveç’ten kâğıt uzmanı talep edecek ve Norveçliler’den ‘utanç duyulacak’ bir yanıt alınacaktı. Türkiye’nin kâğıt uzmanı istediğini duyan Norveçliler, Stokholm Büyükelçiliğimize başvurarak, ‘Mehmet Ali Kağıtçı’nın hayatından haberdar olmak’ istediklerini söylüyorlardı. Yani, “Kağıtçı öldü mü ki bizi çağırıyorsunuz” demek istiyorlardı.
Ama devlet bu cevaptan gocunmadı. Norveç’ten vazgeçip bu kez Fransa’dan bir uzman getirdiler. Kaderin garip bir cilvesi, M. Raoul adlı uzman, Mehmet Ali Kağıtçı’nın birincilikle bitirdiği fakülteden arkadaşıydı. M. Raoul arkadaşının yerini almaktan mutsuzdu. Ve Batılı terbiyesi ile sınıf arkadaşı Kağıtçı’nın hakkını aramakta kararlıydı. Dönemin İşletmeler Bakanı’nın karşısına dikildi ve Kağıtçı’ya neden görev verilmediğini sordu. Bakan Fransız uzmanının sorusunu dürüstlükle yanıtladı:
‘Evet, Mehmet Ali Kağıtçı’nın bu işi başardığını, halen de
ıslah edip tekamüle kavuşturacağını biz de biliyoruz. Fakat
parti mülahazaları, onu fabrikaların umum müdürlüğüne
getirmemize mani teşkil ediyor…'(…)”
Yukarda anlatılanlar sadece ‘idealist ve hakkı yenmiş bir mühendisin öyküsü’ değildir. Yukardaki alıntı (yazılma amacı bu olmasa bile) halkın bağımsızlığının ve emekçilerin alınterinin nasıl bir düzene teslim edildiğinin geçmiş zaman öyküsüdür…
Mehmet Ali Kağıtçı ile SEKA’nın kaderleri birbirlerine benzemektedir. Mehmet Ali Kağıtçı 1982’de yaşama veda etmiştir. SEKA ise yaşama veda etmemek ve bu yazgısını değiştirmek için bugün 44. gününe giren direnişini sürdürmektedir.
Yılardır sistemli bir şekilde kamudan özel sektöre düzenli kaynak aktarılması yoluyla Türkiye kağıt sanayi dışa bağımlı getirilmiştir. Her yıl 2 milyar dolar Türkiye dışına çıkmaktadır. Halbu ki SEKA yıllar önce tüm ihtiyaçlarını kendisi karşılayabilen ülkeyi hiç olmazsa kağıt sektöründe dışarıya muhtaç etmeyen entegre bir kuruluştu. Bugün ise yıllar içinde parça parça özelleştirilen bu kuruluş sürekli zarar eder hala getirilmiştir. Ancak genelde kağıt sektörü özelde de SEKA ile ilgili iktisadi veriler dikkatle incelendiğinde görülmektedir ki, şimdiye kadar uygulananan yanlış politikalardan dönülmesi halinde SEKA herşeye rağmen yeniden kara geçebilecek ve hatta yeni istihdam koşulları yaratabilcek durumdadır.
Mehmet Ali Kağıtçı’nın torunları üretmeye devam ediyor…
Türkiye’nin yıllarca gururu olmuş ve ülkenin kağıt ihtiyacının çok büyük bir kısmını tek başına karşılamış olan SEKA bugün inanılması güç gerekçelerle kapatılmak üzere. AKP hükümetinin bu akıl almaz inadı iki ayı aşkın süredir direnen SEKA İzmit işletmesi işçilerinin kararlı duruşu ve kamuoyunun işçilere verdiği destekle kırılmaya çalışılıyor.
Türkiye’yi kağıt sektöründe dışarıya bağımlı olmaktan kurtaran SEKA işletmeleri, Osmanlı’nın çöküş yıllarınada doğan ve bireysel çabalarıyla 1927 yılında Grenoble Üniversitesi, Fransız Kağıt Mühendisliği Okulu’nu birincilikle bitiren, idealist mühendis Mehmet Ali Kağıtçı’nın ülkemize bıraktığı bir miras… 18 Nisan 1936’da ilk yerli yapım kağıdı ülkeye armağan eden Mehmet Ali Kağıtçı’nın mirasına, bugün direnişlerinde 40’lı günlere ulaşan SEKA işçileri büyük bir kararlılıkla sahip çıkıyor…
Bu kararlılığın en net ifadesi olan fabrikaya kapanma eylemi SEKA İzmit İşletmesinin Mekanik Bölümün’de günlerdir sürüyor. Fabrika’nın kapısından itibaren tüm işletmeyi ciddi bir organizasyonla kontrol altında tutan işçiler örgütleri Selüloz-İş Sendikası’na direnişin ilk günü verdikleri sözü aynen tutuyorlar; “Siz komutansınız biz de sizin askerleriniz…”
SEKA işçisinin örgütlü gücünü ve yaratacılığını direnişin merkezi olan Mekanik Bölümü’ne adımınızı atar atmaz görebiliyorsunuz. Uzun soluklu bir mücadelenin tüm yorgunluğuna rağmen gülen yüzlerle sizi karşılıyorlar, hemen bir koğuşta misafir edip neden mücadele ettiklerini anlatmaya koyuluyorlar.
“Biz bir aileyiz derken abartmıyoruz çünkü bütün SEKA’lı işçiler bu fabrikada yan yana büyüdük” diyerek sözlerine başlıyor SEKA işçisi Necmi Şengöz. SEKA işçilerinin önemli çoğunluğu gibi Necmi’de 14 yaşında SEKA’nın mektebinden başlamış kağıt işine bugün ise 37 yaşında yılların SEKA işçisi olarak katılıyor İzmit işletmelerinde süren ekmek mücadelesine…
Gerçekten de SEKA işçileri tam bir aile gibi birçoğu işletmeye 14 yaşında girmişler ve o yaştan beri tüm işçiler birbirlerinin hem iş arkadaşları hem de çocukluk arkadaşları olmuşlar. Düğünlerinde hep beraber eğlenmişler cenazelerde hep beraber üzülmüşler. “İşte bizim direnişimizi küçümseyenlerin hesaba katmadıkları gerçek budur” diyor fabrikaya kapanan 724 SEKA işçisi…
M. Ali Kağıtçı’dan bugüne SEKA aynı sorunları hep yaşamış. Türkiye’nin en önemli kağıt kuruluşu SEKA sürekli yüksek kar oranlarıyla memleketin kağıt ihtiyacını yıllarca karşılamış olmasına ve hatta Kıbrıs Harekatı döneminde kağıdın dışında askeri techizat dahi üretebilmiş bir işletme olmasına karşın siyasilerin baskısından bir türlü kendini kurtaramamış.
“Biz teknolojisi geri denilen bu fabrikada kağıt da üretiriz, zor zamanımızda memleket için silah da üretiriz yani insana can vemek dışında herşeyi yapabiliriz SEKA’da” diyen işçiler ısrarla şu soruyu soruyorlar başbakana; “Madem bu makinelerin hepsi hurda peki özel sektördeki kağıt işletmecileri neden talip oluyorlar bu hurdalara?”
Hurda denilen makinelerini anlatırken evladının meziyetlerini öven gururlu bir bir baba edasıyla konuşuyorlar. Ardından hem kızgınlıkla hem de alaycı bir ifadeyle ekliyorlar; “Balıkesir’de ki rezaletleri gördünüz. Makinelerin peşkeşi konusunda bir rezaleti de yakında Kayseri’de göreceksiniz. Abdullah (Gül) Bey’in arkadaşı alacakmış bizim hurdaları(!)” İngilizlerin kurduğu son teknoloji ürünü, bilgisayar donanımlı makineden ise Dünya’da sadece dört tane olduğunu ve bunun bir tanesininde SEKA’da bulunduğunu öğrendiğiniz de ise şaşkınlığınız iyice artıyor.
SEKA işçilerinin büyük bir kısmı işletmeye kalifiye eleman yetiştiren Mehmet Ali Kağıtçı Meslek Okulu çıkışlı oldukları için işçilerin her biri bir mühendis düzeyinde işlerinin tüm inceliklerine hakimler. Üretim sürecinin tamamına hakim olan Necmi Şengöz’de kağıt üretiminin tüm aşamısını makineler üzerinde anlatırken SEKA işçisine hayranlığınız bir kat daha artıyor. Direnişçi işçiler tüm yetkinliklerine rağmen uzun süredir çalıştırılmayarak, SEKA’nın üretimsizliğinin sorumlusu gibi gösterilmelerine ise çok kızıyorlar ve “Üretim yukardan gelen emirle durdurulduğunda bile biz fabrikamıza geldik ve yine de boş durmadık. Biz üretmek istiyoruz” diyerek SEKA işçisinin çalışmadan para kazandığına dair iddialara yanıt verip kendilerine “asalak” diyerek hakaret edenlere de laflarını iade ediyorlar.
SEKA’lı işçiler “Biz buranın yeniden üretime başlaması dışında hiçbir pazarlığı kabul etmiyoruz. Üretim dışında bizim susmamız için rüşvet verirlerse asla kabul etmeyeceğiz” diyerek hesaplarına yatan kıdem tazminatlarına neden el sürmediklerini ise kararlılıklarının bir ifadesi olarak açıklıyorlar. Çayları tazelerken bir işçi tazminat konusuna son noktayı koyuyor; “biz kendi kişisel mücadelemizi vermiyoruz. Bu ülkenin kalkınması, zenginleşmesi için mücadele ediyor, gücümüzü buradan alıp memleketimize sahip çıkıyoruz”
Memleket SEKA işçisine sahip çıkmıyor sanılmasın. Fabrika’nın önü hergün onlarca ziyaretçiyle dolup taşıyor. Siyasi parti temsilcileri, diğer sendikalar, öğrenciler, mühendisler, sanatçılar hepsi işçilere destek olmak hatta onlarla moral bulmak için sürekli SEKA’yı ziyaret ediyorlar. SEKA ailesi ise işçileriyle, kadınları ve çocuklarıyla bütün dostlarını sloganlarla karşılıyor, sloganlarla uğurluyorlar ancak işçiler güvenlik nedeniyle ziyaretçi dostlarını Mekanik Bölümü’ne almıyorlar.
Tüm bu güzel manzaraların yaşandığı SEKA kapısına bir tek başbakan ve hükümeti uğramıyor. Halbu ki direnişteki SEKA işçisinin çok büyük bir kısmı son seçimlerde AKP’ye oy vermiş ve Tayyip Erdoğan’ı başbakanlık koltuğuna taşımış zaten bu nedenle “sırtımızdan hançerlendik” diyorlar. Belki de bu aldatılmışlığın da acısıyla sürekli bizleri kaykılandıran sloganlarını haykırıyorlar; “SEKA’dan Bizim Ölümüz Çıkar!..”
AKP’nin kendilerine yönelik bu tavrı siyasetçilerin işçiler nezdinde itibarını düşürmüş durumda. İşçiler bu sayede aralarındaki tüm siyasi görüş ayrılıklarını bir kenara bırakmış ve “işçinin işçiden başka dostu yok” diyerek bu direnişte tek vücut olmayı başarmışlar; “Aslında bizim SEKA’daki birlikteliğimiz toplum için bir modeldir. İnsanlar farklılıklarını değil ortak çıkarlarını öne çıkartarak haksızlıklara karşı mücadele edebilirler” sözü ise direnişin merkezindeki havayı anlatan en iyi söz oluyor.
İşçiler Selüloz-İş Sendikası İzmit şube başkanı Adnan Uyar ve sendika avukatı Murat Özveri’ye ise sürekli dikkat çekiyorlar. “bu mücadelede bizim önümüzü ve ufkumuzu açanları unutmayın” uyarısını sürekli yineliyorlar…
Saat gece yarıma yaklaşırken “nerde insanlar, nerde bu devlet” sesiyle gecenin ağırlığı üstüne çökmüş insanlar bir anda silkiniyor, alkışlar ve gülüşmelerle sürüyor sohbetler. SEKA’da gece ilerliyor, nöbetçi listeleri gelip gidiyor. Umut Koğuşun’dan, Kanije Kalesi’ne tüm koğuşlar kendi geçmişleri ve çocuklarının geleceğini nasıl savunacaklarını tartışmayı ve planlamayı sürdürüyor. Tacettin Usta, Necmi, Nurettin, Zekeriya ve diğerleri yani tam 724 tane yurtsever SEKA’lı işçi aileleri ile birlikte sendikalarının önderliğinde direnmeye devam ediyor. Mehmet Ali Kağıtçı torunlarını mutlaka ki gururla izliyor çünkü onlar üretmeye devam ediyor….
SEKA’nın zarar edip etmediğini, makinelerin ve arsaların kimlere nasıl peşkeş çekildiğini, SEKA’nın yeniden üretime döndürülmesinin ve hatta yeni istihdam olanakları yaratılmasının nasıl SEKA’nın kapatılmasından daha ucuza mal olacağını, hepsini bir bilim adamı kesinliğiyle ve bir yurttaş sorumluluğu ile saatlerce anlatıyor SEKA işçileri. SEKA ile ilgili yalanlar ve çarpıtmaların yerine gerçekleri öğrenmek için ise bu direnişin örgütüne, Selüloz-İş Sendikasına ulaşmak ya da işçilerin oluşturduğu web sayfasına girmek yeterli…
İlk yorum yapan olun