2 Aralık 2010
Davut Yıldızı Sönmüştür
Diplomasi, savaşın başka araçlarla devamıdır. Bu kuralın son dönem en iyi uygulamalarından, uyarlamalarından birini Türkiye örneğinde yaşıyoruz. Sadece Türkiye örneğinde değil, buna çok geniş bir siyasi coğrafya da dahil. Neden bahsettiğim gayet açık; ortaya saçılanlardan bahsediyorum. Bunun çok öğretici olduğu inancındayım. Hiç kimsenin bu noktada, bir büyük oryantalist kibir ortaklığı içerisinde “zaten biz bunları biliyorduk” deme hakkına sahip olduğu inancında değilim. O zaman sorarlar: Neyi biliyordunuz, hangi bilgileri paylaşır durumdaydınız, bu bilgilerin değerlendirmesi ve yorumuyla ilgili olarak neler yaptınız? Ayrıca söylemek de gerekiyor: işin magazin boyutu kafaları çok karıştıracak bir laf çamuru deryası yarattı ama diğer yandan da ihmal edilenler var. İhmal edilenlerle ilgili en büyük açıklık “Türkiye’nin bölgesel güç” olduğu yalanının ortaya dökülmesidir. Bu anlamda “Davut yıldızı” sönmüştür.
Emperyalizmin Posta Güvercini
Davut yıldızının sönmesine en önemli etkenlerden biri; Türkiye’nin bu noktadaki emperyalizmin “posta güvercinliği” rolünün, özellikle İran’ı merkez alan bir politika üzerinden yürütülmesidir. Batı emperyalizmiyle birlikte ve onunla anlayış birliği içerisinde, eksene İran’ı oturtan ve bütün çıkar hesaplarını İran’ın etkisizleştirilmesine dayandıran, bu amaçla bir takım ittifaklara, yönelimlere ve hattâ bunlara engel çıkaracağına inanan iç dinamiklerin dahi kontrol alınmasına yönelen bir yanılsamadan söz ediyorum. Böyle bakıldığında, hakikaten burada bölgesel güç olarak Türkiye’nin yükselişini değil, İran’ın bu konudaki atılımının önlenmesinin ve stratejik, askeri, diplomatik gücünün budanmasının önceliği olduğunu görüyoruz. Ortaya saçılan belge ve bilgiler bunu gösteriyor.
Kâdir-i Mutlak
Herkesi, her zaman kandırabilmek mümkün değildir. Dolayısıyla, artık Türkiye’deki sahte anti-siyonizmi bir kenara bırakmak Lazım. Bu çok fazla iç politika malzemesi haline getirildi. Dünyadaki her gelişmeden İsrail yararlanacak diye bir kural da yoktur. Kapitalist sistemin içerisinde erimiş olan İsrail’in, bu çerçevede giderek diplomatik, stratejik ve siyonizmin çıkarlarına zarar verecek ölçekte meşruiyetini yıpratan gelişmelerden yararlanacağını kabullenmek, bunun propagandasını yapmak, safdilliğin halk tarafından kabul göreceğine dair bir demogojinin uzantısıdır. Başka bir anlamı da yoktur. A.B.D. kâdir-i mutlak bir güç olmadığı gibi, İsrail de kâdir-i mutlak bir güç değildir. İkisi arasındaki ilişki, Britanya’yla, Amerika arasındaki ilişkiyle değerlendirildiğinde, nüanslar olmakla birlikte bir karbon kağıdı mantığındaki koordinatlara oturur. Niye İsrail, Amerika’nın meşruiyetini bu ölçekte zedeleyecek bir takım bilgilerin açığa çıkmasından istifade etsin ki? Amerika’nın zararı, İsrail’in zararı demektir. Bunca diplomatik, ekonomik, askerî, istihbari kanalı doğrudan kullanan İsrail’in -ki Amerika’nın paryasıdır- elbetteki bu yazışmalarda yeri olmayacak.
Yerli Amerikalılar Partisi
Türkiye’deki “yerli Amerikalılar”, bu noktanın üzerinde çok fazla durarak kendi pisliklerinin üzerini örtmeye çalışıyorlar. İçeriği, yani magazin tarafı ele alındığında şöyle değerlendirmek gerekir: Amerika en hurda bilgiyi bile bu anlamda işliyor, değerlendiriyor. Bu önemlidir. Dolayısıyla en hurda bilgileri bile edinme noktasında “yerli Amerikalılar”a güveniyor. Eskiden Roma imparatorluğu “yerli Romalılar”a güvenirdi. Egemenlik sisteminin garantisi olarak, onlar Roma’nın çıkarlarını Romalılardan daha çok düşünürlerdi. Bu çıkarları, çok hırslı bir biçimde kendi yükselişlerinin temel aracı olarak değerlendirirlerdi. Şimdi ise “yerli Amerikalılar” çağında yaşıyoruz. Türkiye’deki en büyük parti, “yerli Amerikalılar” partisidir.
Ne yazık ki, bu konuda herhangi bir değişim olmadığına tanıklık ediyoruz ama, esaslı bir değişkeni de görüyoruz. Amerikan emperyalizmi böyle açığa düşmüşken, oryantalist kibir ve aşağılamayla hâlen daha bu bölgede İslamî politikaları kendi çıkarlarına yontmak açısından kullanırken, ekonomik, politik çıkarlarından dolayı kendini “İslamcı” sayanların bu sürece eklemlenmesi, Türkiye’de gerçek müslümanların çok da övüneceği bir durum değildir. Bu tepkisizliği anlamak da mümkün değildir.
İsrail NATO’laşmıştır…
Dolayısıyla, yerli Amerikalıların politikalarına bu noktada eklemlenmekten vazgeçmek gerekiyor. En azından şu hesabı sorma cesareti, cüreti ve onurunu taşımak gerekiyor: Mavi Marmara gemisinde katledilenlerin hakkını, halen daha niye kimse aramıyor, sormuyor? Hani İsrail’le ilişkiler kesilecekti? Hani anlaşmalar iptal edilecekti? İsrailli şirketlerin Türkiye’deki iş yapma kapasiteleri, inadına bu dönemde daha da artmış ve ticari ilişkiler yoğunlaşmıştır. İsrail’in çıkarlarına tek bir sütun bile düşmemiştir. En önemlisi de şu: İsrail, Türkiye sayesinde NATO’laşmıştır. İsrail şu anda fiilen NATO’laşmıştır. İsrail’in bir parya devlet olarak, bir müddet sonra bir takım yapay sınırlara kavuştuğunu göreceğiz. Bundan bir aşama sonrası ise İsrail’in doğrudan NATO’ya dahil edilmesi olacak. Bu bir kehanet de değil. Bu çerçevede, bu evraklarla ortaya saçılan diplomasiyi de iyi değerlendirmek ve anlamak gerekiyor. Bu diplomasi, bir tırmandırma stratejisinin ilk aşamasıdır. Bundan sonraki aşama, İran’ın sahip olduğu balistik füzeler üzerinden caydırıcılığını kırarak, bunu İsrail’in saldırılarına ve Körfez’deki uydulaşmış rejimlerin, bu noktada İsrail’e örtülü desteğiyle her türlü kuşatmaya, askerî vuruşa, kontr-gerilla stratejisine açık hale getirilmesiyle ilişkilidir. Bu diplomatik tırmandırmanın basamaklarını hep beraber izleyeceğiz. Ama şu var: İran ne kadar önemli ise, Türk iç politikası o kadar önemsiz. İran ne kadar önemliyse bölge gücü olarak, Türkiye’de sönen “Davut yıldızı” o kadar önemsiz. Bu belgeler, bu sonucu açıkça ortaya koyuyor.
“Yerli Amerikalılar”ın Kirli Yüzü
Emperyalizm halen daha bu anlamda mineral çağını yaşıyor. Petrol, doğalgaz, temel politik, jeopolitik hesaplamalar da, dünya para sistemiyle ilişkiler de Amerika’nın hegemonyasının vazgeçilmezidir. Bu çürümekte olan bir hegemonyadır. Fakat halen daha hegemonya özelliklerini muhafaza etmektedir.
Bu çerçeve içerisinde değerlendirildiğinde, ortaya dökülenler öyle geçiştirilecek belgeler değildir. Bu konuda miladlar icat etmeye gerek yoktur. Daha önce Mc Namara’nın 47 ciltlik “Pentagon Raporları”, 1971’de sızmıştı. Ne yazık ki oradan gerekli politik sonuçlar çıkarılmamıştı. Sonrasında günümüze kadar uzanan “karşı ayaklanma doktrinleri”nin en inceltilmiş şekilleriyle yüzyüze geldik, ki bu süreç daha da ilerleyecek. Buna dikkati çekmekte fayda görüyorum ve şunun net olarak vurgulanması gerekiyor: İsrail ile Türkiye arasında çok derin çelişkiler ve sistemik çıkar çatışmaları varmış havasını kimse yaymasın. Buna tutunarak da kimse siyaset yapmasın. Bu son derece yanlış olur. En önemlisi de şu; bu süreçte “yerli Amerikalılar”ın kirli yüzünün deşifre edilmesi gerekiyor.
Bu nasıl anti-amerikancı halk -ki tüm değerlendirmeler bunu gösteriyor- halen daha derin bir sessizlik içerisinde? İslamcısıyla, solcusuyla, milliyetçisiyle, ulusalcısıyla, “yerli Amerikalılar”a yönelik en küçük bir tepki görmüyoruz. Her zaman ki gibi işin magazin boyutu ön plâna çıkartılıyor. Halbuki bu söz konusu belgelerden damlayanlar kavramlaştırıldığında, çok ciddi bir narko-politik, mafyatik-sermaye boyutunun olduğunu net olarak görüyoruz. Bu zaten Türkiye’de sistemin bizzatihi kendisidir. Bu işleyiş de “bütün bu yolsuzlukların önüne geçeceğiz” diye işbaşına gelenlerin, sistemin sürdürülmesi noktasında çok da farklı politikalar izlemediklerini ve hattâ kadrolarda da çok fazla önemli değişiklikler olmadığını net olarak saptıyoruz. Bir de önemli olan kimlerle konuşulduğudur. Buradaki esaslı istihbâri bilgi, neyin konuşulduğundan ziyade, kimlerin konuştuğudur. Amerika açısından da önemli olan budur. Bunu ben tespit olarak söylemiyorum. Çünkü Amerika bunu doktriner bir faaliyetin parçası olarak görüyor. Bizim gibi ülkeler, ev sahibi ülke kapsamı içerisinde değerlendiriliyor. Buralarda, bu tip istihbarat işleriyle ilgili koordinasyonu ya Amerikan büyükelçisi ya da o olmadığı zamanlarda yardımcısı sağlıyor. Burada çeşitli görev birimleri var. Bu iş öyle sanıldığı gibi gelişigüzel dedikoduya dayanan bir iş değildir. Ciddi eğitimlerden geçmiş uzmanların değerlendirdikleri, koordine ettikleri bir çalışma esasına yaslanıyor. Bu çerçeveden bakıldığında, en hurda ayrıntıların bile merkeze aktarılması önemlidir. Burada “yerli Amerikalılar”la ilişkilerin geliştirilmesi esasları üzerinde durmamız gerekiyor.
Türkiye – İsrail Birleşik Devletleri
Türkiye’yi bekleyen esaslı tehlikelerin hepsinde, onların parmağını görmek mümkündür. Aksi takdirde ne olur? Bolşevikler, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla ilgili belgeleri ve yürütülen gizli pazarlıkları devrimden sonra açıkladılar. O gizli pazarlıklardan kısa bir süre sonra biz işgale uğradık. İşgal bittikten sonra, yani 1930’lu yıllarda tekrar Anglo-Sakson emperyalizmiyle ittifak ilişkilerine girdik. Böyle değerlendirildiğinde tekrar bu şekilde fenersiz yakalanırsak, tarihsiz yakalanırsak, bilinçsiz yakalanırsak korkarım ki, bir müddet sonra Türkiye, İran’ın vurulmasında aktif bir rol oynayacak konuma gelecektir.
Buna dikkati çekmekte yarar var. Gözleri kesinlikle füze kalkanından ayırmamak gerekiyor. Füze kalkanı, Türkiye üzerinden, İsrail’in NATO’laşmasının yolunu açmıştır. Bunu bir tarife dönüştürmek de mümkün: “Türkiye-İsrail Birleşik Devletleri” noktasında, bu yeni bir aşamayı temsil eder. Türkiye omuzuna İsrail’i almıştır ve NATO’ya taşımıştır. Tıpkı İslam düşmanı Rasmussen’i NATO’nun genel sekreteri yaptığı gibi.
Deşifrasyon: Hazal Kelleci
İlk yorum yapan olun