Çok Parti, Tek Program
Uluslararası alacak tahsilatı süreci, yani küresel sermaye tarafından düzenlenen ve ekonomik dinamikleri belirleyen süreç, Türkiye’de partiler sistemini ve siyaseti çürütüyor. Yapısal uyum programları, uluslararası sermaye ve onun temsili kurumları “yeni müdahaleceliğin” dünyada harekete geçirici, dünya siyasetine yön verici dinamiklerini oluşturuyorlar. Bu bakımdan kamusal politikalar, ABD ve Avrupa finans piyasaları tarafından belirleniyor. Böylece seçmenlere hiçbir politika seçeneği sunulmuyor. Elbette Cumhuriyet Halk Partisi de bu sürecin dışında değil. Türkiye’de neo-muhafazakârlıkla bulamaç olmuş bir neo-liberal tek parti diktatörlüğüdür söz konusu olan. Mecliste birden fazla partinin bulunmasının bir değeri yok. Burada 3 tek partiden, 4 tek partiden, 2 tek partiden söz etmek mümkün ve CHP bu süreç içerisinde o partilerin ekonomik programlarıyla bulamaç olmuş vaziyette. Seçim sonuçlarının devletin ekonomik ve sosyal politikalarının gerçek yönetimi üzerinde hiç bir fiilî etkisi bulunmuyor. Dolayısıyla seçim partileri diyalektiği bile artık temsili kurumun işlerliğini yitirmesinde kendini açıkça ortaya koyuyor. Bu, sistemin çürüyüşünün ve meşruiyetini kaybetmesinin göstergesi oluyor. CHP bu meşruiyetin iade edilmesinde de herhangi bir pratik öneri geliştirmiyor.
Neo-Liberal Yeni Merkez
Sosyal demokratlar sadece Türkiye’de değil dünyada da, özellikle Avrupa’da neo liberal sistemin bir parçası haline geldiler. Açıkçası alternatif güç olmak bir yana, bunlar sürece eklemlendiler ve neo-liberalizmin yedeği olarak kitlelerin sistemin peşine takılmasında 3. yol arayışlarıyla yeni bir sahtekârlığın ve revizyonist demogojinin programını savundular. İktidara geldiklerinde Avrupa’da hep bunu yaptılar. CHP’ye burada da bir çıkış yolu görünmüyor.
Düzenli biçimde sağa kayış, parti içi entrikalar, ideolojik temizlik, sosyal demokratların 20. yüzyıl boyunca sürdürdüğü revizyonist biçimi -ki marksizmden temellenir ama, bir “sosyal refah devleti açılımı” vardır ve kamucu politikalara dayanır- tamamıyla yok etmek üzerine kuruludur. Cumhuriyet Halk Partisi de artık burada yeni bir aşamaya gelmiş vaziyette. Bunun kırıntıları parti içerisinde temizlenecek. Özellikle de ‘toplumsal cumhuriyet’ programına sahip çıkan kesimler veya bunların parti içerisindeki çizgidaşları. Buradan, bu düzenli biçimde sağa kayışı, hatta ultra-sağcılığı temsil eden neo-liberal ideolojinin programatiğine bağlı olanlar tarafından tasfiye edilecek. Bunun adını koyalım: “Neo-liberal yeni merkez” olmaktır. CHP’nin yeni işlevi “neo-liberal yeni merkez” rolü üstlenmektir.
Türkiye’nin gerçekliği o kadar acımasızdır ki, öyle bir süreçte sermayeye yedekleniliyor ki, artık Türkiye’de sermayenin imtiyazları kısıtlanmışsa yakında köleliği yasaklayan kanunların kaldırılmasını talep eder noktaya gelecek Türkiye sermayesi. Örneğin; büyük sermaye adını dillendiren, Türkiye’ye işgücü pahalı olduğu için dışarıdan köle işçi getirilmesini cüretkârlıkla savunanlar bile var. CHP buralarda yok. Bu konuda itirazı yok. Bu konuda sesi yok. Üstelik bu politikaların savunucusu olan TÜSİAD’ın anayasa danışmanını getirip kendine genel sekreter yapabiliyor. O genel sekreter devrimci gençleri faşistlikle suçlayabiliyor.
Büyük Sermayeye İtiraz Etmeyen CHP
Küresel ekonominin yeni kuralları türlü kılıklar altında geliyor, ama CHP’nin tanıdığı bir tane kılık var; “Derviş’siz Derviş politikası”. Fiilen Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler hattında ultra-sağ neo-liberal politikaların usta temsilcisi Kemal Derviş, şu anda CHP’de görünmeyen genel başkandır. Bu partide bir genel başkanlık seçimine, bu anlamda çok fazla ihtiyaç görünmüyor. Çünkü o çizgi CHP’de giderek ağırlığını tasfiyeci bir biçimde hissettiriyor. CHP fikirler düzeyinde bir karşı gücü temsil etmiyor. Demokrasinin kapitalist çekirdeğine tümüyle bağlı ve mevcut hukukun neo-liberal kodlarla yenilenmesi doğrultusunda üzerine düşenleri yerine getirmeye yeminli. Nereden mi çıkartıyoruz? Ocak ayında mecliste ticaret kanunundan, iflas kanununa kadar bu kapitalist çekirdeğe bağlı ve açıkçası “insan hakları”nın, denilebilir ki; son kırıntılarını da yasalardan ayıklayacak tarzda gelişmeler olacak. Bu konuda AKP’yle ve MHP’yle anlaştı. Sorunsuz bir biçimde reform adı altında ticaret kanunu, borçlar kanunu ve diğerleri büyük sermayenin istekleri doğrultusunda değiştirilecek.
Hani büyük sermayeye itiraz? Yurttaşların kişilik haklarını, yaşanabilir ücret, iş güvenliği ve diğer temel ihtiyaçlarını inkâr ederken, şirketlere yasal koruma sağlayan ve bunları bir şahıs düzeyine yükselten anlayış CHP’de kendine yer bulmakla kalmıyor, CHP mecliste iktidar partisiyle birlikte bu konudaki değişimleri “reform” adına destekliyor. CHP, bu kapitalist statükoya en küçük bir eleştiri yöneltmiyor. Çok uluslu şirketlerin düzenini koruyor. Küresel ekonomik sistem ülkelerin iç bölünmüşlüğünden besleniyor. CHP bu iç bölünmüşlüğe “kimlikçilik” siyasetini iyice içererek taraftar görünüyor. Ekonomik vesayet idaresi, kendi paralel hükümetini kuruyor. CHP’nin buna da itirazı yok. Hemen hemen bütün bakanlıklarda ve mali bürokraside dünya finans kapitalinin temsilcileri bulunuyor. CHP bugüne kadar en ufak bir itiraz getirmiş değil. Getirseydi, Kemal Derviş’i partisine üye yapmaması gerekirdi. Demokrasi, ekonomik baskı, iç güvenlik aygıtını güçlendirme anlamına geliyor. Bu konuda da en ufak bir itirazı yok.
Dünya Bankası Partisi
Yapısal uyum programları -ki bunlar Dünya Bankası ve IMF kökenli programlardır- sahte bir parlementer demokrasinin temelidir. Bu sahtekârlığın açığa çıkartılması, kalpazanlar demokrasisinin açığa çıkartılması bir yana, CHP süreçten yararlanıyor, meşruiyetini tartışmaya açmıyor. Küresel piyasa sisteminin toplumsal temellerini örterek, karşı söylem sınırları içinde eleştirel görünümlü bir tartışma üretmenin dışında başka bir şey yapmıyor. Nedir bu; Dünya Bankası’nın “yoksulluk ve yolsuzluk” adı altında, “bunlara karşı mücadele” adı altında bir toplumsal uyum boyutlarını geliştirmek adına ortaya koyduğu siyasetler. CHP giderek bir Dünya Bankası partisine dönüşüyor.
Nedir bu Dünya Bankası politikası? Kapitalizme insani bir yüz takmak. Kimlik, cinsiyet, yoksulluk, yolsuzluk konularını ön plâna çıkarmak. Dünyanın başka yerlerinde de Dünya Bankası politikaları bu anlamda uygulandı.
Kapitalizmin Değişmeyen Değişimi
Toplumsal değişime bağlılık görüntüsü adı altında neo-liberal gündemin üzerinin örtülmesini sağlamak -ki bunun üstadları CHP’de bulunuyor- bu anlamda Dünya Bankası’nın “yoksulluk” yönetimiyle, toplumsal huzursuzluğun borç verenler açısından en az maliyetle azaltılmasının politik çerçevesi CHP tarafından hazırlanıyor. Çünkü iktidar partisi bu konuda inandırıcılığını kaybetti. Yoksulluğa dönük programlar, istihdam projeleri, dünya bankasının sosyal güvenlik ağı şemsiyesi adı altında küçük ölçekli üretim, el sanatları projeleri, ihracatçı şirketlerle yapılan alt sözleşmeler, yerel topluluklar için eğitim ve istihdam programlarında düzenleniyor. CHP’de bu işleri yürüten ve şu anda genel başkan statüsünde bulunan bir işadamları grubu var. Ki bunlar büyük sermayeyle ve dünya finans kapitaliyle bağlantılı.
CHP büyük bir toplumsal değişim riskini bastırmanın politikalarını üretmeye başlıyor. Bunun adını “yenilik” koyuyor. CHP dar görüşlü çıkarlar peşinde koşan rantiye kollektiflerine, malî oligarşiye, banka sistemine boyun eğiyor. Buna boyun eğmeyen kendi kadrolarını tasfiye için harekete geçiyor. Neo-liberal proje ‘toplumsal cumhuriyet’i yok etme projesidir. İnsan haklarıyla, yurttaş hakları kesin olarak birbirinden ayrılmaya çalışılmaktadır. CHP, ne yazık ki, bu politikayı “kimlikçilik” örtüsü altında gizliyor, ‘toplumsal cumhuriyeti’ savunmuyor. ‘Toplumsal cumhuriyet’i savunmak, net bir biçimde devletçi ekonomiyi savunmak demektir. Yoksa “neo Keynesyen siyaseti savunuyoruz” utanmazlığı altında politika üretilemez.
Mikro kalkınma, etno kalkınma Dünya Bankası projeleridir. Bunlar, bu yoksulluğu bireyselleştiriyor. Bütün sosyal reform umutlarını, revizyonist sosyal demokrat düzeyde bile suya düşürüyor. ‘Toplumsal cumhuriyet programı’nın ilkeleri, küresel sermaye aristokrasisinin tehditi altındadır. En büyük gericilik budur. Dünyada yeni bir küresel sermaye aristokrasisi var. Bu neredeyse yeni sınıf hükmünde, feodalitenin bütün ayrıcalıklarıyla kaynaşmış devasa bir finansal gücü temsil ediyor.
“Egemenlik Kayıtsız, Şartsız” Egemenlerindir
CHP’nin buna itirazı yok. İtirazı olmadığını net olarak görüyoruz. Çünkü bu gücün en önemli temsilcilerinden biri Türkiye’de Kemal Derviş’tir. Halen daha CHP üyesi olabiliyor. İtirazları bir yana bırakalım -kimse zaten buna cesaret edemiyor-, CHP siyasetlerinin geleceğini belirliyor. Egemenlik halktan alınıp şirketlere devrediliyor. Bu sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında geçerli. Ama Türkiye’de bu süreç hızlanıyor. Çünkü cumhuriyeti kuran parti, bu anlamda, ‘toplumsal cumhuriyet’ tasfiye edilirken son kazmayı vurmak üzere eline alanların inisiyatifini -ne yazık ki- ağır bir biçimde hissediyor. Bir işadamları aristokrasisi partinin başına çöreklenmiş vaziyette. Ki bunlar en karanlık yapılanmalardan besleniyorlar. Aralarında NATO sömürge valilerinden Bilderberg üyelerine, Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü oluşumunda yer alanlardan, İsrail’in Ortadoğu’ya yedirilmesi için en koyu güvenlik politikalarının oluşumuna Rockefeller Vakfı üzerinden katkıda bulunan ve şu anda genel başkana danışmanlık yapan öğretim üyelerine kadar.
Cumhuriyet Halkın Stratejik Yetkisidir
CHP’liler şunu net olarak bilmelidirler; cumhuriyet, halkın stratejik yetkisidir ve ancak devrimle kurulur. Korunması da ancak böyle bir iradeyle mümkündür ve net bir gericilik tarifiyle mümkündür. Nedir o gericilik tarifi: En büyük gericiliğin kapitalist sistem olduğudur.
Uluslararası şirketlerin egemenliği sivil toplum kuruluşlarının politikaları içinde eriyor. CHP’nin buna da itirazı yok. STK’larla bütünleşmeyi ana hedef sayıyor. Bu koşullarda cumhuriyetin sonunun geldiğini rahat rahat ilân edebiliriz. Günlük politikalara ve bunların sonuçlarına odaklanmak, açıkçası devletin yapısı ve bu yapıyla küreselci sınıfın yöneticilerinin arasındaki güçlü bağları örtüyor. Bu, beraberinde muhalefetin özünü de sakatlıyor. İşin arka plânı bu anlamda görmezlikten geliniyor. Küreselci projeyi yönlendiren mülkiyet biçimlerine hiç bir itirazı olmayan CHP, ne yazık ki, bunları dönüştürecek araçları da gözardı ediyor. Titrek bir biçimde bunu gördüğü halde CHP’nin eski önde gelen lider ve yöneticileri, kaçak şekilde bazı noktalara işaret edip geçiyorlar.
Küreselleşmenin egemenliği refah devletini yıkar. Bunu görmek gerekiyor. Dipteki siyasal muhalefet, işbirliği ideolojisi aracılığıyla tepedeki neo-liberallerle parti içinde birleşmiş, kaynaşmıştır. Ve ne yazık ki, egemenlik sisteminin neo-liberal ideolojisini savunan militan ultra sağcılar, entellektüel polisleriyle CHP’yi işgal etmişlerdir. CHP ancak bu entellektüel polisleri sırtından atar ve toplumsal cumhuriyet dinamiğine bağlanır ise -ki halen daha CHP’nin tabanı budur, halen daha CHP’nin kitlesi budur, halen daha CHP’nin kitlesi olarak bu radikalizmi savunacak insanlar vardır-, o zaman hem CHP’nin, hem de Türkiye’nin önü açılır. Diğer türlüsü CHP’nin toplumsal cumhuriyet umutlarını kent-devleti adına tarihe gömmesi ve son kazmayı vurmasıdır. Umarım CHP son kazmacılara yol vermeyecek bir radikalizme açılır. Umut buradadır.
İlk yorum yapan olun