Tanrı Devleti ve “Gizli El”
Siyasal – iktisadın ahlak kökenli filozofu Adam Smith’in meşhur bir sözü var: “İki tüccar bir araya geldiği zaman kesinlikle halkın aleyhine bir komplo çıkar” diyor. Bu tüccarın “gizli el”inin gerekli olduğu dönemlere ait bir söz. “Gizli el” tarih boyunca süreklilik gösteren kapitalist ilişkilerin görünmeyen iktidarıdır. Kapitalist sisteme gelene kadar geçen tarihin aşamalarında, kapitalist ilişkiler hep varolmuştur. Bu görünmeyen iktidarın üzerini örten “iktidar fetişizmi”nin “, “gizli el”in üzerini örtmesi bir korkunun sonucu olmuştur. Bu korkuyla fazla palazlanmasını istemediği “gizli el”i durdurabilmek için metafizik referanslara da başvurmuş olan egemenler, “ahlaki” gerekçeler öne sürmüşler ve “gizli el”in toplumda saygın, meşru hale gelmesini engellemişlerdir. Hatta metafizik referanslarla “gizli el”in günah olduğu inanışını bile yaymışlardır. Başedemediği durumlarda da “gizli el”i engizisyona kadar götürmüş, bunda da başarılı olamadığını anlayınca, topraklarından kovmaya kadar yeltenmişlerdir.
“İktidar Fetişizmi”ne Karşı Aydınlanma
Bu kadar itilip, kakılan “gizli el”in kendine “özgürlük” alanları yaratabilmesi için “iktidar fetişizmi”nin genetik kodlarını parçalamaktan ve harekete geçmekten başka çaresi kalmamıştır. Ama bunu yapabilmesi için toplumsal bir örgütlenme sürecine ihtiyacı vardır. Toplumsal örgütlenme sürecini de kendi sınıfına yakın olan ve toplumda saygınlığa, meşruiyete sahip aydınlar, sanatçılardan başlaması gerekmektedir. Tüccarlar bir araya gelirler ve “iktidar fetişizmi”nden rahatsızlık duyan filozofları, aydınları, sanatçıları da ikna ederler. Bu buluşmadan yasadışı bir organizasyon ortaya çıkar. “Meta fetişizmi”ni toplumsal hayata hakim kılabilmek için, metafizik referanslarla sürdürdükleri “Tanrı devleti”nin ahlak anlayışının sorgulanması gerekmektedir. Bu sorgulama metafizik referanslara karşı insan aklının verdiği savaşım olacaktır. Tüccarlar, küresel ticaretten elde ettikleri ganimetlerle bu savaşı finanse edeceklerdir. “İktidar fetişizmi”nin metafizik referanslara dayandırılan fetihçiliği altında köleleştirilmiş halklara bu sorgulama çok cazip gelir. Egemenlerin sömürüsü altında ezilen tüm sınıfları kapsayan slogan belirginleşir: “Eşitlik, Özgürlük, Kardeşlik”.
“Toplumsal Cumhuriyet”in Celladı Jakobenler
Ahlak, bilim, ticaret, sanat ve toplumsal hayatın içinde varolan, aklınıza gelebilecek her şey sorgulanmaya başlar. Metafizik referanslara dayalı iktidarın şekillenişi, insan aklının emrine verilmek üzere gözden geçirilir. Yeni bir hayatın şekillendirilmesi için “aydınlanma çağı”nın kapıları açılmıştır. “Meta fetişizmi”nin rahiplerinden oluşan “gizli el” dünyanın her tarafından sömürdükleriyle elde ettiği değeri, “yeni düzen”in kurulması adına verilen mücadeleyi finanse etmek için kullanmıştır. Kölelikten kurtulacağına inanan halklar, “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganının üç renkli bayrağı arkasında saf tutmuşlardır bile. Toplumsal meşruiyet sağlandığında oluk oluk kan akmaya başlar. Toplum, oluşmaya başlayan bu “yeni ahlak”ı tam anlamıyla yerli yerine oturtulmasında kendi kanının da akıtılacağını hayal bile edemezken, taleplerinin ölçüsünün ne olması gerektiğini jakobenlerin demir yumruğuyla anlamış olur. “Toplumsal cumhuriyet”in aydınlanmış yolu, akan kanların ırmaklarında boğulan ücretli kölelerin mezarlığı olmuştur.
İhraç Edilen Cumhuriyet
Yeni bir toplumsal organizasyon olan ulus-devletin tarih sahnesine çıkması, “gizli el”in tam anlamıyla görünür hale gelmesinin koşullarını yaratmasa da, çok ciddi bir özgürlük alanı yaratmıştır. Bu devrimi yerli yerine oturtan jakobenlerin cumhuriyet tutkusu, aslında “gizli el”in bir projesidir. Cumhuriyet fikri ile bütün toplumsal hayat yeni bir ahlak anlayışına kavuşur. “Meta fetişizmi”nin iktidarını tutabilmek için, cumhuriyetin “gizli el”e de eşit mesafede durduğu fikrini toplumun tüm kesimlerine benimsetmek gerekmektedir. Tüm yasalar bu anlayışa göre şekillendirilir. Bu yasaların arkasında duracak bürokrasiyi yaratmak için akademiler kurulur. Bu bürokrasi kendi varlığının “gizli el”e bağlı olduğunu bilmektedir. Bu dalga tüm dünyayı sarmaya başlar. Sömürgelere de ihraç edilmeye başlanır bu devrim. Sömürgeciliğin hiyerarşik yapılanmasına göre yeni cumhuriyetler oluşmaya başlar. “Gizli el”in uzun kolu dünyanın her yerinde toprakların kaynaklarına göre bir sistem oluşturur. Bu sisteme bağlı olarak biriken değerin zenginliği, eşitsiz gelişme yasasına doğru orantılı olarak kendine özgü cumhuriyetler ve görece demokrasi modelleri ortaya çıkarır. Bu modellerin kendi dinamiklerine bağlı olarak farklılık gösteren yasal düzenlemeleri ve uygulamaları olur.
“Gizli El”in Dayanılmaz Hafifliği
“Gizli el”, ulus-devleti ve cumhuriyet fikrini hayata geçirmiş olmasına rağmen, bu modelin, üretilen malların ve üretimden doğan değerin dolaşımında sıkıntılar doğurduğunu farketmiştir. En önemlisi de üretimin kamunun elinde olması ve kamusal alanda istihdam edilen toplumun ortaya çıkan değerden aldığı payın gereksiz ve fazla olduğu düşüncesidir. Kamusal alanın daraltılması, üretimden el çekmesi ve bürokrasinin sadece koruyucu bir sınıf temelinde organize edilmesi gereklidir. Devlet bir hukuk sistemi ve silahlı bürokrasinin alanı kadar kamusal bir organizasyon olmalıydı. Bir savaş aygıtı biçiminde organize edilecek kamusal alan, serbest piyasanın garantörüne dönüştürülmeliydi. “Globalizm” olarak adlandırılan bu değişim süreci, “gizli el”in bir post-devrim atmosferi yaratmasını gerekli kıldı. Eski eşyalar ardiyesine dürülüp kaldırılmış olan üç renkli bayrak, tozu alınıp tekrar ortaya çıkarıldı. “Eşitlik” Seçkinlerin direnişine karşı “halkçılık” adı altında, “özgürlük” kamusal alanın yerine “serbest piyasa” adı altında, “kardeşlik” sınıfsal farklılıklar yerine “kimlikler ve aidiyetler” şeklinde tanımlandı.
Post-Aydınlanma ve Post-Jakobenizm
“Gizli el” için bir “görünür olma” durumunu da gündeme getirmişti bu süreç. Ama bunun için bir post-aydınlanma ve post-jakobenizm organizasyonu gerekiyordu. Post-aydınlanma görevini alan ideologlar, hemen çalışmalara başlayıp, toplumun genelinin sahip olduğu ahlak anlayışını ve metafizik referanslarını yeniden yapılandırmaya başladılar. “Gizli el” bu çalışmaları yürüten tüm kesimleri finanse etti. Ahlaki açıdan sorunlu olan “gizli el”in varlığını, toplumların gözünde bir “kabul görme” durumuna getirmek gerekiyordu. Metafizik referanslar, toplumcu ideolojiler, eski düzeni savunan cumhuriyetçiler sorgulanmaya başlandı. İletişim teknolojisinin tüm imkanları bu amaçla sonuna kadar kullanıldı. Serbest piyasanın global dolaşımına engel olan tüm güçler ve ideolojiler hedef alındı. Herhangi bir direniş durumuna karşı da post-jakoben güçler yedeklendi. Artık yüzyıllardır saklanmak durumunda kalmış olan “gizli el”, meşru, görünür hale gelecek ve hatta toplumda saygınlık kazanacaktı. Bu değişim sürecinde uluslararası ilişkiler, yasalar, ahlak anlayışı tümüyle gözden geçirilmeye ve yeniden yapılandırılmaya başlandı.
Yoksullaşmanın Adı: “Kriz”
Yaşadığımız süreç bu dönüşümün sıkıntılarıyla bizi yüzleştiriyor. Dünyanın bu yeniden yapılandırılmasının yarattığı işsizliğin, yoksulluğun boyutları, bugün “kriz” diye tanımlanmaktadır. “Kriz” diye tanımladıkları bu dönemde, işsizliğin ve yoksullaşmanın yansıması olan arz-talep dengesinin bozulmasını da “durgunluk” diye adlandırıyorlar. Halklar her değişim döneminde bir kölelik biçminden başka bir kölelik biçimine, bir yoksulluk biçiminden başka bir yoksulluk biçimine geçmişler. Ama aşağıdaki yoksulların ve işsizlerin saflarına her geçen gün yığınlarca insan dahil olmaktadır. “Toplumsal cumhuriyet” illüzyonu ile yaratılan kamusal alan, üreten insanın birikimidir. Bu birikim, serbest piyasanın rahiplerine aktarılmaktadır.
Zarar Eden Toplumsal Yarar
Finans sektörünün basit oyunlarıyla yükseltilen “büyüme” rakamlarını, bundan sonra artan yoksulluğun geldiği nokta olarak algılamalıyız. Sürekli küçültülen işsizlik rakamlarını ise, düşen üretim ve artan işsizlik olarak algılamamız gerekiyor. Bizim gibi ülkelere cumhuriyet ihraç eden devletlerin yeni ihraç metası olan “globalizm”i, kendi krizlerini aşmanın bir yolu olarak dayatması, onların sorunlarını çözmeye yetmemiştir. Çünkü kamusal alanın toplumsal yarar anlayışını bir zarar olarak gören serbest piyasanın, toplumun yararına aktarılan kaynakları kendi kârına dönüştürme çabası bu tabloyu yaratmıştır. Kimi serbest piyasa savunucuları, “sahip olma hırsının dizginlenmesi gerektiği”ni söylemesi rekabetin mantığına aykırıdır. Toplumsal denetim mekanizmasının parçalanarak, bireyin “vicdan”ına bırakılmış bir “özgürlük” tanımının sınırlarını çizebilmek mümkün değildir. Bunu Karl Popper’in “metodolojinin doğaya ve toplumlara uygulanabilirliği” tezi bile açıklayamaz.
Ekmeğimizdeki “Görünür El”
Saygınlık, meşruluk kazandırılan “gizli el”, yeni çıkarılan koruyucu yasalar ve daha önce kendi tanımladığı “vicdan”ını betonarme plazaya çevirmesiyle, açlıktan ölen bebekleri yukarıdan seyretmektedir. Pencereden topluma bakan bu görünür serbest piyasa rahipleri, finans sektörünün yanılsamalarını her gün topluma medyanın televizyonlarından “kabul ettirme”ye çalışsalar da, açlıktan ölen 2,5 aylık bebek Kübra (1) ve onun gibi diğer bebeklerin de önlerindeki ekmeklerini “görünür el”leriyle çalmalarını gizleyemeyeceklerdir. Ne kadar “dışarıdan bilinç taşıyan” medyaları ya da post-jakoben globalizm muhafızları olsa da, gerçeğin üzerini hiç bir “yöntembilim” örtemez.
Babası o bebeğe Kübra adını koymuş. Yani “en yüce” olan veya diğer bir deyişle “ilahi” olan anlamında. Kadere mahkum edilmiş bu baba, kendi aklında adaletin dünyevi beklentilerini tüketmiş demek ki. Ama bu halklar, doğanın vahşi kanunlarını kendine referans almış bu post-jakobenlerden soracakları hesaplarını mahkeme-i kübraya bırakmayacaklardır.
NOTLAR
(1) 2,5 aylık bebek açlıktan öldü. SAMSUN’un Tekkeköy İlçesi’nde rahatsızlanarak hastaneye kaldırılan 2.5 aylık bebek hayatını kaybetti. Doktorlar bebeğin beslenme yetersizliğinden öldüğünü söyledi.Samsun’un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan 25 yaşındaki Necla ve 26 yaşındaki Murat Bakırcı çiftinin 2.5 aylık bebekleri Kübra Bakırcı rahatsızlandı ve dün Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırıldı. Sürekli ağlayan bebeği muayene eden doktorlar, yaptıkları tüm müdahaleye rağmen Kübra Bakırcı’yı kurtaramadı. Yapılan ilk belirlemelere göre bebeğin beslenme yetersizliğinden öldüğü tespit edildi.
İşsiz baba Murat Bakıcı ile anne Necla Bakıcı gözyaşlarına boğuldu. Kübra Bakırcı’nın cenazesi otopsi yapılmak üzere Gazi Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Burada yapılan otopside beslenme yetersizliğinden öldüğü belirlenen Kübra bebeğin ölüm nedeni Trabzon Adli Tıp Kurumu’nda yapılacak incelemenin adından kesinleşecek. (Gazete Vatan)
İlk yorum yapan olun