1915 “Ermeni Meselesi” – Yiğit Tuncay & Suat Parlar



Bu zengin coğrafyada bir İbrani düzeneği işlemiştir. Bu düzenek enternasyonel Finans-kapital ile birlikte iş görmüştür. Çünkü, Selanik Yahudi burjuvazisi, ağırlıklı olarak Avusturya ve Almanya ile iş yapmıştır. Filistin’in kolonizasyonunda da Alman Yahudiliğinin müthiş katkıları vardır. Hitlerden dolayı herkes zanneder ki, Avrupa başından itibaren böyle bir politikanın içerisindedir. Bu algı yanlıştır. Ayrıca Hitler’in de zaman zaman büyük uzlaşmaları olmuştur. Meselenin bu boyutlarına da girmek lazımdır.


Emperyalizmin Ekonomik Kırımı

1915 için isteyen “tehcir” diyebilir. Ama bana göre bir katliamdır. Bu ekonomik kırımın bir başka boyutudur. Büyük bir yağmagirliktir. Alman kapitalizminin bu bölgeye yerleşme sürecinin kanlı ucudur. Emperyalizm bu bölgeye yerleşirken, araç olarak yerli halkları kullanıp büyük bir kırım uygulamıştır. Buralara dikkat etmek lazım.

Alman-Yahudi finans kapitali, Ermeni burjuvazisini, Rum burjuvazisini ve dolayısıyla onlarla birlikte Rum ve Ermeni halklarını ezdi. Başka türlü Anadolu yayılmasını tamamlama ihtimali ufukta görünmüyordu.

Madenin Olduğu Yerde Çatışma Mutlaktır

Dünyada büyük güç olacaksanız, mecbursunuz hammaddeleri kontrol etmeye. Hammadde varlığını kontrol etmeden diğer rakiplerinizi tasfiye edemezsiniz. Kontrol altında tutamazsınız. Dünyada önemli bir güç haline gelemezsiniz. Sizin ihtiyacınız olmasa bile, potansiyel maden yataklarını, maden merkezlerini dahi kontrol altında tutacaksınız. Çünkü, maden aynı zamanda enerjidir. Metafiziği vardır ve politik enerjidir. Madenin olduğu yerde çatışma mutlaktır. Orada çatışmayı tohumlarlar özellikle. Açığa çıkan politik enerji, servetin ta kendisidir. Onun üzerinden, istediğiniz taşları yerinden oynatabilirsiniz. Siz o bölgede bir müddet büyük kanlı kapışmalar yaratırken, dışarıya kan elmasları, kan kromları akar. Anadolu’nun toprakları, kanlı krom, kanlı bakırdır. Ermenilere yapılan, Türklerin ve Kürtlerin başına gelen, I. Dünya Savaşı’ndaki Alman yayılmacılığıdır. O meşhur hat, yani Berlin-Bağdat hattının getirdiği 1,5 milyondan fazla insanın cephelerde yok olup gitmesidir. Bunları hep bu bütünlük içerisinde değerlendirmek gerekiyor.

Soykırımsız Kapitalizm Olmaz

Bu kitap pek bulunan bir kitap değil; “Sürgünden İntihara Dr. Reşit Bey’in Hatıraları”. Diyarbakır valisiydi. “Ermeni Tehciri”nden, oradaki bazı katliamlardan sorumlu bulundu. Sıkıştırdılar, ondan sonra hayatına son verdi. Fikirleri önemlidir. O, “hekim Jön Türk grubu” içerisindedir. “Jön Türkler”in askeri hekim kanadı, ağırlıklı olarak bu “Ermeni Kıtali”nde önemli roller oynamışlardır. Dr. Bahattin Şakir, Dr. Nazım, Dr. Reşit, başka çok sayıda da isim var. Zaten komitenin önde gelenleri arasında “Askerî Tıbbiye”den gelenler ağırlıklı ve toplumsal sorunları “mikrobik sorunlar” olarak ele almışlar. Mesela, Ermenileri kesilip atılması gereken bir uzuv olarak görmüşlerdir, bir mikrop biçiminde yaklaşmışlardır. Onlardan bir tanesi de bu zat-ı muhteremdir. Zaten kabul ediyor.

“Ermeni mesele-i hâsılası 2 şekilde mütalaa olunmalıdır:

1- Tehcir

2- Tehcirde ika bulunan ceraim, yani cürümler veyahut suistimaller”

Burada bu işin niye olduğuna dair kendi gerekçelerini açıklıyor. Bizim hep bildiğimiz çeşitli gerekçeleri sayıyor, döküyor, anlatıyor. Ondan sonra geliyor bizim açımızdan da önemli olan noktalara. Harput’ta bir Divan-ı Harb-i Örfi olduğunu görüyor ve bence en önemli noktalardan biri.

“(…) Yerli zabitlerin emrine verilen milis kuvvetiyle idare-i maslahat mecburiydi. Halbuki bu kuvvet, kafilelere hücum eden talancı ahaliden farksızdı. Binaenaleyh işi daha ziyade izan ve ihlal eden noktada Erzurum, Bitlis, Harput ve Trabzon vilayetlerinden gönderilen Ermeni kafileleri için Diyarbekir vilayeti zor tariki vilayeti üzerinde bulunması (yolu üzerinde bulunması. S.P.) itibariyle yegâne menzil olmasıydı. Hanesinde 1 senelik bulguru varken, 5 saat mesafeden gelip Ermeni köyünden 1 okka bulgur kapan, kafileden geri kalacak bir şahsı soymak veyahut kafilenin konduğu mahalde unutulması muhtemel bir çanak veya çömleği veyahut kafileden düşecek bir tek kundurayı almak için 3-4 gün müddetle kafileyi takip eden cahil, yağmacı ve işsiz ahalinin sakin bulunduğu bir muhitte yine o ahaliden olan muhafızlar nezaretinde yapılan sevkiyatta intizam mümkün mü idi?” Sorusunu sorar.

Oradaki insanlara bunu yaptıran gücün, ilişkilerin, egemenlik sistemini, dünya kapitalizmini, dünya kapitalizminin bu bölgeye giriş kanallarına mı bakmak lazım? Kapitalizmin bu bölgede kendi mütegallibe sistemini yaratmasını, askerî sistemi, o askerî sistem içerisinde en iyi Batı okullarında yetişmiş olan Jön Türk milliyetçilerinin, Selanik rüfekası olarak anılmasını, onların aynı zamanda Yahudi-siyonist bir tertiple birlikte hareket etmelerini görmeden ne kadar doğru değerlendirmeler yapılabilir?

Daha o dönemde bu noktada uyarılar yapılmış olmasının, bunların mason localarına yerleşik bir teşkilat olmasını, İttihat Terakki’nin mason localarında doğmuş bir teşkilat olmasını, çok açık bir biçimde Selanik rüfekasının, Selanik arkadaşlığının, Selanik refiklerinin bu bölgeyi bir yerleşke olarak seçmelerini, burayı Makedonlaştırmalarını, bu çetenin buraya musallat olmasını ortaya koymadan konuşabilmek mümkün müdür? Bu çerçeve içerisinde Alman emperyalizminin stratejileriyle uyumlu biçimde Ermeni ahalinin yollarından çekilecek bir muameleye tutulmasını ve en önemlisi de bu insanların komşularına, yıllarca beraber yaşadıkları insanlara bunu yapar duruma düşürülmesine bu olgulara bakılmadan değerlendirme yapmaya kalkışmak, yeni bir oyunun parçası olmaktan öteye gidemeyecektir.

Kültür Kırımı

Bunun adını koyalım: bu oradaki Kürtler ve Türkler açısından bir kültür-kırımıdır. Bu kültür kırımına Alman emperyalistlerinin yönlendirmesi, yönetimi, teknik desteği, bu konudaki planlaması damgasını vurmuştur. Bu planlama için Teşkilat-ı Mahsusa içerisine alınan uzmanlar vardır. Ayrıca Amerika’nın ve İngiltere’nin bu konuda sözbirliği etmişçesine Ermenilerin bu bölgeden arındırılması konusundaki suskunluk kararı da gözden kaçırılmamalıdır. Bu çerçeve içerisinde o bölgedeki insanların, yani bizlerin kültür-kırıma uğratılması da konuşulabilir. Çünkü Ermeniler beraberlerinde bizim potansiyelimizin, insanlığımızın, metalürji yeteneğimizin, zanaatkârlığımızın, belleğimizin, çiftçiliğimizin hepsini alıp götürdüler.

Anadolu’ya ait olan birikim ve yetenekleriyle beraber göçtüler, öbür dünyaya gittiler. Açık söyleyelim ve bunun adını koyalım; bunun adı kapitalizmdir. Soykırımsız kapitalizm olmaz. Kapitalizm herhangi bir bölgeye soykırımsız yerleşemez. Mutlak surette yoluna çıkanı ezecek ve yok edecektir. Hele kuşatılmış bir halk söz konusuysa, o halk sözde uygar Batı’lı ölçütlere de uysa, Kızılderililer gibi de olsa, vahşi kabile de olsa hiç fark etmez, ezer geçerler. Bunu kendi aralarında da yaptılar. Protestanlara yapılanlar ortada. Onlar gayri medeni unsurlar mıydı? Senelerce mezhep savaşları oldu.

Marks’ın dediği gibi “ilkel-ilksel birikim” diye bir kavram yoktur. Talan, yağma, soykırım kapitalizmin olmazsa olmaz özellikleridir. Adına yanlış biçimde “küreselleşme” denilen bu dönemeçte de örneklerini bolca görüyoruz. Çok fazla örneklendirmeye gerek yok.

Yiğit Tuncay: Suat, “Ermeni sorunu”na açıkça “soykırım” diyebiliyor musun?

Suat Parlar: Ermeniler; Almanya’nın planlaması, Almanya’nın teknik yönlendirmesi, her noktada stratejiyi çizmesiyle bu olaya maruz kalmışlardır. Alman Erkân-ı Harbiye’sinin başında bulunan ve daha sonra Alman ordusunu Churcill’in tarihinde örgütleyen, Hitler’e orduyu armağan eden Von Seeckt, buradaki Alman Genelkurmayı’nın önemli ismidir. Bu şahıs daha sonra Türk Erkânı Harbiye belgelerini beraberinde götürmüştür. Bu zaten Almanya’nın suç itirafıdır. Yıllar sonra o belgelerin küçük bir bölümünü alabildik. Almanya bu işin içerisinde ve hatta tam orta yerindedir. Alman kapitalizmi büyük bir iktisadi yağma savaşı çerçevesinde Ermenilerin bu bölgede katledilmesi için her türlü desteği vermiştir. Hatta buna İttihat Terakki’yi iteklemiştir. İttihat Terakki komitesinin önde gelenleri, yani Selanik rüfekası ve özellikle de İbranilik, Selanik’ten kovulduktan sonra kendine yeni bir alan aramıştır. O alanı Türkçülük ideolojisinde bulmuştur. Oraya gelmiştir, yığınak yapmış ve yerleşmiştir.

Anadolu’da tek bir halk ve etnik topluluk üzerinden ileri sürülecek herhangi bir ideolojinin kırıma yol açacağı zaten bilinen bir gerçekliktir. Burası artık yeni Makedonya haline getirilmiştir. “Emperyalistler Ermenileri kışkırtmışlardır” iddiası tarihi bir yanlıştır. Çünkü Ermeniler asker vermişlerdir. Savaşın başında binlerce insan asker olmuştur. Bu sayılar bellidir. Geride kalanlar, kadınlar ve çocuklardır. O askerlerin büyük bir bölümü “Amele Taburları”nda eritilmiştir. Tasviyeye tâbi tutulmuşlardır. Bu konuda da rakamlar üzerinden tartışmıyorum. “1 Ermeni öldürüldü” diyorum. “Tek bir Ermeni öldürüldüğünü” söylüyorum.

Almanya savaş kazanmış olsaydı eğer, burası Almanya’nın hammadde deposu olacaktı ve Ermenilerin tarihten silinmesi, belki de daha sert yöntemlerle gerçekleştirilecekti. Bu iş 1915’de değil de, savaş sonrasına bırakılmış olsa idi, o zaman Almanlar bütün teknikleriyle, bütün teknolojileriyle, bütün imha politikalarıyla bölgeye yükleneceklerdi. Tarih spekülasyon kaldırmaz. Ama bu kapitalist sistemin dünyanın başka yerlerinde yaptığı gibi bir “soykırım”dır. Kapitalizmin kendisi bir soykırımdır. “Bunu Türkler yaptı, bunu Kürtler yaptı” gibi tartışmalardan ziyade, Türkler ve Kürtlerin de burada nasıl bir kültür-kırıma uğratıldığını konuşmak lazımdır.

Bir insanın evinde tonla bulgur varken, komşusunun 1 kilo bulgurunun peşine düşmesi, o insanın insanlığının öldüğü noktadır. O Ermeni’ye zarar verip vermeme meselesi değildir söz konusu olan. Ayrıca o bölgede Ermenilerle iç içe olan, Ermenileri saklayan, gizleyen, himaye eden insanlar da olmuştur. O ayrı bir konu olduğu için detaylarına girmiyorum. Burada Türklerin ve de Kürtlerin sırtına halk olarak yüklenecek bir soykırım değerlendirmesini asla kabul etmem. Çünkü soykırım modern bir devletin her türlü tekniğini, imkânını, düzeneğini kullanarak oluşturduğu bir mekanizmadır. Bir yağma savaşı, bir birikimdir.

Yugoslavya’da da yaşandı benzer olaylar. Neden? Neredeyse bu madenlerin aynısı orada da vardı. Arnavutluk’da bakır var. Dünyanın en zengin bakır yatakları Arnavutluk’taydı. İtalya vahşice yüklendi, parçaladı, böldü, vurdu ve aldı. Osmanlı’ya isyanı teşvik ettiler Batı’lılar ve ondan sonra da Arnavutluk koptu. Balkanlar da krom, bakır, demir yatakları vardı. Burası ise “iç Balkanlar”dı. Burası “Avrasya Balkanları”dır. Bu benim tabirim değil, Brezinski’nin tabiridir. Zbigniew Brzezinski, “Avrasya Balkanları” dedi buraya. Bu çözümlemeler önemlidir. Çünkü emperyalistler birbirilerine belleklerini ve tarihsel hafızalarını imtiyaz olarak devrederler. Onlar Britanya’nın ve Almanya’nın bu anlamdaki belleğini devralmış vaziyettelerdir. Burada ne olduğunu gayet iyi biliyorlar.

Finans Kapital Kardeşliği

Amerikan Elçisi Morgenthau, ne yazıktır ki, Talat Paşa’yla aynı mason locasına mensupdu. İkisi de aynı biraderlik kültüründen geliyordu. Çok merak ederim birbirileriyle ne konuşuyorlardı diye! Öyle bir tarih ki; bir tarafında Deutsche Bank, bir tarafında Krupp, bir tarafında mason locaları, bir tarafında Morgenthau ile İttihatçı Talat Paşa’yı bir araya getiren biraderler ilişkisi mevcut. Diğer bir tarafta Selanik Sabataizmi, bir tarafta Baron Hirsch ve El Monstro Schneider’in dünya Yahudi finans kapitali, bir tarafta bakır spekülasyonu, bir tarafta da Berlin-Bağdat demiryolu hattı.

Berlin-Bağdat yolu üzerinde öbek öbek Ermeni toplulukları vardı. Üstelik de Amerikan misyonerlerinin saldırısına maruz kalmışlardı. “Saldırı” diyorum, çünkü bu bir çeşit fetihtir. Harput’da kolejler, binlerce öğrenci, Ermeniler arasında sınıflaşma, Ermeniler arasında sınıflaşmayı teşvik, Harput’ta Kolombiya Üniversitesi mezunu, Yale Üniversitesi mezunu Ermeniler işgalin bir başka şeklidir.

Diğer tarafta okuma-yazma bilmeyen binlerce Müslüman vardır. Toprak marabası olan, çiftçilikle geçimini sağlamaya çalışan, neredeyse artık insanlığın alt derecesine düşürülmüş, ovada binlerce Ermeni yaşar. Ama diğer yanda, yeni kurulan MamuratülAziz’deki ilk mason localarından biri de oradadır. Masonik ilişkiler çerçevesi içerisinde yeni bir ticaret, o garnizon kentin yeni ihtiyaçları, bir servet birikimi, o bölgeden Amerika’ya giden yüzlerce Ermeni’nin geri dönüp o ticareti ele geçirmeleri üzerinde durulması gereken gerçekliklerdir.

Ermenilerin bütün malları yağmalanmıştır. Peki, Almanya buna niye göz yummuştur? “Nasıl olsa ben, Türklerle hesabımı bir süre sonra keseceğim” demiştir. Savaştan sonra Türkiye’nin çok fazla şansı olmamıştır. Almanya, Türkiye’yi etnik parselasyona tâbi tutacaktı. Hazırlıkları ve stratejisi buydu. Yoksa “bu mutlak olarak böyle olurdu” demiyorum. Kimse tahminlerde bulunamaz tabi. Ama deminden beridir sözünü ettiğimiz yerel güç ilişkilerinin en önemli örneklerinden biridir bu.

Alman emperyalizminin, Ermeni stratejisi üzerinde durmak gerekiyor. Gibbons’un, Ermenistan kitabı şunu söylüyor:

“Ermeniler, Alman emperyalizminin emellerine karşı temel taşıdır. Büyük kısmı Fransız ve Amerikan okullarında yetişmişlerdir. Fransızca ve İngilizce bilmektedirler. Batı Avrupa, Amerika ve özellikle İngiltere’de ticaret ilişkileri vardır. Alman ticaretinin Anadolu’ya yerleşmesinde ve böylece bütün Anadolu’nun Almanlaştırılması tasarılarına Ermeniler bilmeden yolu kapamaktadır.”

Bütün Anadolu’nun, iktisadi anlamda Anadolulaştırılmasının önünü kim kapatıyor? Ermeniler kapatıyor. Yazan kim? Bunu yazan Gibbons.

Özerk Ermenistan fikri, 2 Aralık 1917 tarihli bir ABD belgesi.

“Ermeniler, Türkiye’nin Alman ekonomik tekeline düşmesini engelleme gücüne sahip Küçük Asya’nın tek halkıdır.”

“(…) Alman emperyalizmi Rum kompradora karşı Yahudi ve Müslüman kompradoru destekledi. Demek oluyor ki, Türk milliyetçiliğinin gerisinde Yunan ticaretinin, Yunan milliyetini ve Doğu’daki bütün eski sorumluları yok etmeye kararlı Almanya ve Avusturya vardır.”

Çok net. Bu bir yağma savaşıdır. Türkler bu işte Almanların öncüleridir. Bunu Doğan Avcıoğlu’ndan aldım. Türkiye’nin en namuslu düşünürlerindendir.

“Selanik iş çevrelerinin Avusturya ve Almanya ilişkileri vardır. Yahudi ve dönmelerin İngiliz ve Fransız ticaretine bağlı Rumlar’a karşı milli iktisattan yana İttihatçı milliyetçiliğini desteklemeleri çıkarlarına uygundur.”

Aynen böyledir. Bundan sonra tereddütü olan var mıdır? Ermenilerin niye kırıma uğradığına dair önemli bir bilgidir.

“Yüzbinlerce Ermeni çok kısa bir sürede ve topluca Anadolu dışına çıkarılırlar. Almanlarca onaylandığı anlaşılan bu geniş çaplı ve sistemli sürgünü planlarlar ve yürütürler. İttihat ve Terakki genel merkezinde Dr. Bahattin Şakir ve Dr. Nazım bu sürgün politikasının şampiyonluğunu yaparlar.”

İkisi de Selanik dönmesi ve İbranidir. Yazan kim? Yazan Doğan Avcıoğlu. Kemalizmin en önemli isimlerindendir.

“(…) Herkes biliyor ki Selanik komitesi, mason desteği altında Türkiye’nin Yahudileri ve sahte Yahudiler olan dönmelerin yardımıyla kurulmuştur. Bunların merkezi Selanik’tir ve örgütleri Abdülhamit zamanında birebir masonluk şekli almıştır. Emanuel Karasu, Salem, Sasoon, Faraci, Masliyah, Cavit ve Balcı ailesi gibi dönmeler komitenin organizasyonunda Selanik merkezinde çok etkin bir rol oynadılar. Bunlar Avrupa’da, Türkiye’de ve Balkanlarda her hükümet tarafından biliniyor ve komitenin bu kanlı olaylarından Yahudi ve dönmeleri sorumlu tutma yolunda gittikçe artan bir eğilim var. Şu anda sorumluluğun derecesini paylaştırmak mümkün değil. Şurası tartışılmaz ki komite hareketi için gerekli beyni Yahudiler sağladı.” (Yani, İttihat Terakki.-S.P.) “(…) Ve aynı derecede kesindir ki Ermeni, Bulgar, Arnavut hesabı yüklenecekler İngiliz ve diğer ülkelerin insancıl Yahudileri herhalde durumu bilmiyorlar.Eğer bir açıklama yaparlarsa diplomasinin önleyemediğini başarırlar.”

Bu kadar net. Tarih 1911, daha ortada 1915 yok ve Ermenilerin üzerine gidileceği de söyleniyor. Bu bir İbrani savaşı, bu bir Makedonya-Selanik rüfekasının Anadolu’yu Makedonyalaştırması çabası.

İstanbul’daki Alman Askerî Komutanlığı’na sunulan Dr. Victor Pietschmann imzalı rapor:

“Kürt ve Türk aşiretleri, Almanlara dostluk, Ermeniler ve Rumlar ise düşmanlık duyguları beslemektedir. Bu da sınır bölgesi olması münasebetiyle komşu devletler için büyük önem arzeden toprakların Rus dostu bir nüfus tarafından iskân edildiği sonucunu doğurmaktadır. Ermeniler Almanya’nın kazanacağı muhtemel bir zaferin, Ermeniler için felaket anlamına geleceği, düşmanlarının kendileri için planladıkları tüm kötülükler ve katliamlar karşısında savunmasız kalacakları sonucunu çıkarmışlardır.”

19 Ekim 1914, Tümgeneral Bronsart görmüş. Liman Von Sanders, buradaki Alman heyetinin başındaki isimdir. O da görmüş. İmzaları da var.

Bu rapor böyle devam eder ve gider. “Ermeniler bize düşman” diyor. Bunu yazan bir Avusturyalı ajan. “Bize düşman” diyor. Ermenilerin nasıl şansı kalacaktı ki, bu topraklarda yaşatır, barındırırlar mı?

Yiğit Tuncay:  Peki, Fransızlarla ilişkileri nasıldı Ermenilerin?

Suat Parlar: Fransızların burada okulları var. Ama asıl misyoner okulları Amerikalıların. Aslolan Amerika’nın buraya müthiş ölçekte sızmış olmasıdır. Özellikle Urfa, Mardin, Harput, Van’da hem bir sınıflaşma olgusu yaratmış, hem de savunmasız bırakmışlardır Ermenileri. Orada emperyalist diplomasi hep böyledir zaten. Halkları kışkırtır ve yalnız bırakırlar. Sözde bir eğitimle ayrıcalıklı Ermeniler yaratmışlardır. Orada topraksız Ermeni marabalar var ve onları bir kenara bırakıyorsunuz. Sınıflaşma ve piyasalaşma yaratıyorsunuz. Orada Müslüman topluluklar da var ve onlarla da ilişkiler var. Bütün bunların hepsini görmezden geliyorsunuz.

Bir açıklaması var; Londra, 1926:

“Siyasi münakaşalar haricinde pazarları Türk ve Alman’lara bırakmak için Ermenilerin iktisadi hakimiyetini nihayete erdirecek kuvvetli bir iktisadi sebep vardır.”

Söyleyen Halide Edip. Vicdanlı bir açıklama. En azından birisi çıkmış ve daha o tarihte bu işin iktisadi temelini koymuş. Bu bir krom-politiktir. Bu Almanya’nın o bölgeyi hammadde deposu haline getirip, Krupp imparatorluğunun, Deutsche Bank’ın, Siemens’in, Thyssen’in, diğer büyük Alman şirketlerinin bölgeye yerleşmesidir. Orayı bir Alman iktisadi kolonisi haline getirme stratejisinin, Alman devleti tarafından da desteklenen bu stratejinin uç noktada uygulanmasıdır. Bir iktisadi savaştır. O dönemde bu tip kavramlar çok fazla tartışılmıyordu tabi. Adını koyalım; bu bir iktisadi katliam ve iktisadi yok etmedir ve burada en büyük payı alan Almanya’dır. Almanya ile Amerika arasında uzatılmış bir savaş yaşanmıştır. 1914’te başlayan savaş, 1945’e kadar sürmüştür. Britanya’nın güç kaybetmesi, Britanya’nın artık 1. Sınıf imparatorluk ve üzerinden güneş batmayan dev güç olmaktan çıkması, sterlinin dünya parası olarak konumunun sarsılmasıyla birlikte yerini iki önemli yükselen güce bırakmıştır. Ya Almanya olacaktı ya da Amerika. Amerika çok büyük kaynaklara sahip olduğu için yarışmayı önde bitirdi.

Kapitalist Birikim

Amerika, Anadolu’yu boş bırakmadı. Amerika, Anadolu’nun içerisindeydi. Amerika kromun, bakırın, “imparatorluklar darphanesi”nin orta yerinde kurulmuştu. Amerika’nın, Harput’da binlerce öğrencisi vardı. O bölgede uç noktalara ve köylere kadar girdiler. Dersim’de, Amerika teşkilat kurmuştu. Amerika, ilk Alevi araştırmalarını 1850’lerde yapmıştı. “Alevilik Sorunu” başlığını koyanlar, ilk olarak Amerikan misyonerleridir. Merkezlerine yazdıkları yazılarda bu durumu ayrıntılı olarak anlatmışlardır. Dersim’de Protestanlaştırma çalışmaları yapmışlardır. Hatta orada Protestanlaştırdıkları ailelerden bile söz edilebilir. Din değiştirenlere rastlamak zor değildir.

Böyle bir bünye içerisinde, Amerika orayı boş bırakır mı? Amerika, oranın değerinin elbette ki farkındadır. Krupp ne kadar farkındaysa, Amerikan şirketleri de o kadar farkındadır. Olmaması düşünülemez. Çünkü o bölge Mezopotamya’nın kilididir. Sadece kendi kaynakları açısından değil, O bölgeye hâkim olamayan ve Diyarbakır’ı tutamayan, Kerkük’ü de, Musul’u da tutamaz. Oralar petrol bölgeleridir. Söz konusu olan bölge Irak’dır. Dev bir kıta olarak görmek mümkündür oraları. O bölge, 20 milyon insanı Asur çağında beslemiştir. Dehşet bir bölgedir. Kafanızda canlandırıp bir düşünün. Bu hesapları yaptılar Mezopotamya üzerinde. Berlin-Bağdat hattı bu ekonomik zenginliklere el koymak için planlandı. Berlin-Bağdat hattının ana şirketi kimdir? Tabi ki Deutsche Bank. Deutsche Bank’ın, Berlin-Bağdat imtiyazları alınırken, 1890’larda başında kim vardı? Tabi ki George Von Siemens. Meşhur Siemens şirketi. Dev metalürji şirketi. Aynı Siemens’in, Bakü’de bakır fabrikaları vardı. Bakü sadece petrol cenneti olan bir kent değildir. Bir de bu zenginliği vardır. Bakü’de Rothschild’ler büyük Ermeni aileleriyle ortaktırlar. Bakü’de etrafa dinamit saçan Nobel ailesi ve diğer savaş imparatorları ilk Ermeni-Azeri  kırımını kışkırtmışlardır.

Yiğit Tuncay: Nobel ailesi!

Suat Parlar:  O Nobelleri alanlar, utanmalıdırlar. Savaş imparatorlarının barış ödülü alınır mı? İlk Azeriler ile Ermeniler arasındaki çatışmayı körükleyen Petro-politikte, Rothschild’lerin, sözünü ettiğim Nobel’lerin ve en önemlisi de daha sonra oraya yerleşmeye başlayan Rockefeller’lerin payı büyüktür. Siemens de, Almanya da oradadır. Nerede büyük zenginlik kaynağı varsa, orada kadim halkların gözünün yaşına bakılmaz. Bakü’de baktılar mı? Bakü’de Bolşevik Ermeniler katledildi. Üstelik de merkezi Sovyet yönetimiyle anlaşarak katlettiler. Şaumyan’ı, İngilizler kurşuna dizdiler. 19 Tane komiser vardı. Neyse, onlar ayrı konular. Onları Petro-politikte ben çok fazla anlattım. Bir yerde büyük kaynaklar birikmişse, orada müthiş ölçekte bir çatışma düzeni yürürlüğe sokulur. İç savaşlar en büyük el koyma süreçleridir. Bir yerde iç savaş varsa, muazzam bir el koyma süreci gündemde demektir. Bunun çağımızda en güzel örneği, Yugoslavya’dır.

“Bize ne yaptırdılar” sorusunu soralım. Abesle iştigal eden tartışmaları bırakalım. Türkiye’de, Ermeni mallarına el koyarak, Ermeni mallarını talan ederek, Ermeni ticaretini bir biçimde ele geçirerek veya Ermeni ticaretini ihya eden, diğer ekalliyetten tabakalara yaslanarak zengin olmamış bir tek büyük kapitalist aile yoktur. Adana’nın, Kayseri’nin, Ege’nin, Doğu ve Güneydoğu’nun, Marmara’nın kapitalistleri böyledir. Bir tekinde lekesiz, Ermeni kanı, Rum kanı bulaşmamış para bulamazsınız. Bu zenginlikler kanlı paralardır. Bunu bu ülkeye yapan kapitalistler, şimdi kalkmışlar “Ermenistan’a kapıları açalım, Amerika’yla birlikte Amerika’nın stratejisine uygun şekilde, yeni bir Güney Kafkas paktı oluşturalım” diyorlar. Zengin Ermeniler de bunun ortağıdır. Mesela, Kalust Sarkis Gülbenkyan buna tipik bir örnektir. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük petrol spekülatörüdür. Ortadoğu halklarının cellatlarıyla birlikte, Ortadoğu’nun haritasını çizmiştir. Bay %10 olarak bilinir.

Ermeniler’in arasında silah tüccarları, petro-politikte sivrilmiş insanlar yok mudur? Ermenilerin arasında finans-kapitalin önde gelenleri yok mudur? Tabi ki vardır. Peki ne yapmışlar? Büyük bir soykırım endüstrisi kurmuşlar ve bu da yeni bir sömürü alanı olarak ortada durmaktadır. Eğer birlikte varolmazsak ve birlikte bazı değerleri savunmazsak, ortak kaderimizi başkaları belirler. Türkler, Kürtler ve Ermeniler’le birliktedirler. Çünkü “gırnata yetimleri”dirler. Onlarla beraber, biz de kültür kırıma uğradık. Biz şu anda cehennemi yaşıyoruz. Burada Ermenilere, Alman kapitalizminin işin başında olduğu, planladığı, stratejisine uygun bulduğu emperyalist bir soykırım vardır. Emperyalist kapitalizmin soykırımıdır. Bunu Türk halkı, Kürt halkı üzerinden götürmek, ne Ermenilere bir şey kazandırır, ne de doğrudur. Çünkü kapitalizm ile emperyalizmi aklamayı beraberinde getirir.

Yoğun bir toprak sorunu var. Ermeniler 1912’den sonra toprak açısından iyice mülksüzleştirilmişlerdir. Bu çok önemlidir. El konulan mal miktarını gösterir. 6 vilayette, 10 bin dükkânın 7 bin’i Ermenilerinmiş. Kimlere gitti bu dükkânlar? Ev sayısını bilmiyoruz. 153 sanayi kuruluşundan 130’u Ermenilere ait.

Anadolu toprağı Ermenilerin ana omurgasıydı. Bu topraklar onlar için çok önemliydi. O omurga kırıldıktan sonra Ermeni finans-kapitali bir daha belini doğrultamayacak hale gelmiştir. Dünyada o anlamda belli noktalardaki boşluğu Yahudi finans-kapitali doldurmuştur. Bu da çok önemlidir. “Milli İktisat” politikası bir Yahudi politikasıdır. Tıpkı “Türkçülük” ideolojisinin, Yahudi-Siyonist çerçeve içerisinde yoğrulması gibi. Önde gelen Türkologların tamamına yakını bu temeldendir. Türkçülerin benim şu soruma cevabı vermesi lazımdır: Nasıl bir güçtür ki, Çermikli birisini almış, götürmüş ve Selanik’teki komitenin orta yerine oturtturmuştur? Bu nasıl bir güçtür ki, Ziya Gökalp Ergani milletvekilliği yaptığı halde tek bir satır maden üzerine yazı yazmamıştır? Bu nasıl bir karanlık? Neyin üzerini örtüyorlar? Bu örtüyü kaldırmak için, o bölgenin insanı neden çaba sarfetmemiştir? Neden bu karanlık örtüyle yaşamayı tercih etmişlerdir? Bu soruların cevaplarına ulaşabilmek için, öncelikle işe Ziya Gökalp’in tarihçesinden başlamak lazımdır.

Bu zengin coğrafyada bir İbrani düzeneği işlemiştir. Bu düzenek enternasyonel Finans-kapital ile birlikte iş görmüştür. Çünkü, Selanik Yahudi burjuvazisi, ağırlıklı olarak Avusturya ve Almanya ile iş yapmıştır. Filistin’in kolonizasyonunda da Alman Yahudiliğinin müthiş katkıları vardır. Hitlerden dolayı herkes zanneder ki, Avrupa başından itibaren böyle bir politikanın içerisindedir. Bu algı yanlıştır. Ayrıca Hitler’in de zaman zaman büyük uzlaşmaları olmuştur. Meselenin bu boyutlarına da girmek lazımdır.

Bütün bu olguların ışığında şunu söyleyebiliyoruz: Türkler veya Kürtler’in, halk olarak icra ettikleri bir soykırım söz konusu değildir. Bütün bu ittifak ilişkileri, bu iktisadi yağma düzeneği ve Almanlar tarafından bu bölgeye uygulanan temel projeler, neredeyse yüzyıla yayılan planlar bu sonuçları ortaya çıkarmıştır. Biraz önce Moltke’yi anlattık. Ağırlıklı olarak Ermenilerin yaşadığı bu bölge “imparatorluklar darphanesi”dir. O bölgeyi hammadde deposuna çevirme konusundaki temel tasarımları yerli yerine oturttuğunuz zaman perde aralanmaya başlar. Bunun Alman merkezli ama, yer yer bu topraklarda da, evinde 1 ton bulguru varken, 1 kg bulgurun peşine düşecek kadar düşürülmüş halkın da kullanılarak icra edilmesi söz konusudur. Burada politik sorumluluk, insani sorumluluk net bir biçimde, Alman emperyalizmi ile zımni bir anlaşma yapmış olan Amerikan, Fransız ve İngiliz emperyalizminindir. Ermenilerin bu siyasi coğrafyadan silinmesi üzerine yürütülen ortak suskunluk, kapitalist-emperyalist soykırımı beraberinde getirmiştir.

Bu kapitalizmin soykırımıdır. Burada Türkler ve Kürtlere yüklenilmesi çok kolaydır. Ama bu bir anlam ifade etmez ve bir yere de götürmez. Türklük veya Kürtlük üzerinden değerlendirilecek bir sorun değildir. Ermenilik üzerinden de değerlendirilecek bir sorun değildir. Bu sorunu doğru konuşmak istiyorsak, bizim kaynaklardan yaptığımız araştırmalar gibi Ermenilerde de bu kaynakların fazlaları var ve ortaya çıkartmaları gerekiyor. Bakır-politiği, krom-politiği ortaya çıkartmaları gerekiyor. O bölgede neler oldu? Ellerinde arşivler var. Misyonerlerle birlikte yapılanların belgeleri var. Özellikle Alman ve Amerikan arşivleri açılmalıdır. Bazıları Alman vakıflarıyla ve Amerika’daki Soroscu, sivil toplumcu söylemleriyle bu meseleleri bir yere götüremezler. Kapitalist birikim çerçevesi içerisinde, yerel anlamıyla “milli iktisat”a oturan, “milli burjuvazi” ve “Selanik rüfekası” bütünlüklü ele alınmadan bir arpa boyu yol katedilemez. Alman emperyalizmi ve diğerlerinin suskunluğuyla birlikte değerlendirilmeden bu mesele yerli yerine oturmaz.


“İşbirlikçiliğin Ekonomi – Politiği” adlı söyleşiden alıntıdır.
Söyleşi Tarihi: 27. 08. 2010


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın