“Gayrı-nizami eylemcileri teşvik eden güdü, ya kişisel ya da toplu nedenlerle değişimi engelleme veya etkileme arzusudur. Bunlar tipik olarak küresel pazarın geleneklerine ve hukukunun üstünlüğüne itaat etmeyi reddederler. ”
“Hukukun üstünlüğü” kavramının sınıfsal bir kavram olduğunu ve bunun pazarın gelenekleriyle bağlantısını net olarak ortaya koyuyor. Pazarın gelenekleri ebedi kapitalizmin kelamıdır. “Hukukun üstünlüğü”nün nasıl sınıfsal bir kavram olduğu, nasıl bir tahakküm aracının söze dökülmesi olduğu ve en önemlisi de kontrgerilla belgelerinin asli kavramlarından biri olduğu net olarak ortaya çıkıyor. Daha önce sözünü ettiğimiz etki harekâtları çerçevesi içerisinde uzlaşma mantığına dayanan silahlı bürokrasinin en üst kesimleri “hukukun üstünlüğü” derken, hangi hukukun üstünlüğünü kastettikleri herhalde anlaşılmıştır.
Tamamlanmış Tasfiyenin Davası Olmaz
Yine Türkiye’den örnek verirsek; bu ülkede “karşı ayaklanma doktrini”nin “bastırılması gereken isyancı” kategorisine aldığı ordu kamuoyuna mensup, ordu içerisinde, alt – üst veya emekli bazı kadrolar var. Bunlara artık gayrı-nizami harbin kurallarıyla muamele edildiği gerçektir. Silahlı bürokrasinin en üst makamlarında bulunanlar, sürekli “hukukun üstünlüğü”nden bahsediyorlar. Onlara kimse hangi “hukukun üstünlüğü” diye sormuyor. Burada anlatılan “hukukun üstünlüğü”, NATO hukukunun üstünlüğü ve NATO’nun yeni çerçevesinin üstünlüğüdür. Bir NATO ordusunda üçten fazla generalin tasfiye olması için nükleer bir harp gerekir. Nükleer bir harp dışında, NATO ordusunda üçten fazla generalin tasfiye edilmesi, yenilgi anlamına gelir. NATO’nun 5. maddesine göre “dolaylı saldırı”dır. Bütün NATO buna karşılık verir.
Emekliler de dahil olmak üzere onlarca general tasfiye edilmiş vaziyette. “Gözaltı” demeyelim, kimse bana masumiyet karinesinden bahsetmesin. Bu NATO hukukuna göre işletilen ve enternasyonal kodlarla uyarlı “hukukun üstünlüğü”, silahlı bürokrasinin tepesinde bulunan şahsiyetler tarafından meşrulaştırılan bir süreçtir. Bir gayrı-nizami harp sürecidir. Bir ayaklanma bastırma harekâtıdır. Bir NATO ordusunda, NATO’nun izni, ilgisi, bilgisi, yetkisi dışında operasyon yürütülemez. Dolayısıyla buradaki “hukukun üstünlüğü” global, kollektif, emperyal “hukukun üstünlüğü”dür. Bu da strateji belgelerinde, “karşı ayaklanma doktrini” belgelerinde esaslara bağlanmıştır.
Merkezi Washington Olanın Paraleli NATO Karargahıdır
Mehmet Ali Kışlalı önemli bir gazetecidir. Zaten her seferinde orduyu en iyi kavrayan gazetecilerden biri olduğunu yazmıştır. 15 Mayıs 2003 tarihli Radikal Gazetesi’nde “ABD’yle Soğukkanlı Hesaplaşma” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıda şu cümleler var: “Teknik ve resmi düzeyde ABD’yle dengeli müzakereler sürdürebilecek deneyimdeki uzmanlara siyasi iktidar gerekli desteği vermeli. Türk kamuoyuna yönelik bilinçli ve Washington’da planlanmış psikolojik savaş uygulamasını yapan iç işbirlikçilere de bir çare bulunmalı”.
Orduya yakın olduğunu kendisinin söylediği bir gazeteciye aktarılacak kıvama gelmiş. O zaman ben bir tarih veriyorum; Türkiye’de “karşı ayaklanma doktrini”, ordunun bir kesimini de kapsayan stratejik planlama ve operasyon, o tarihte planlanmış veya yürürlüğe konulmuştur. Burada hiç bir kuşkuya yer verilmeyecek şekilde, herkesin “bildiklerimizi anlatırız”, “bizim de bildiklerimiz var”, “merkez neresi” gibi konuşmalar yapanlar vardı. Merkezin “Washington” olduğunu söylüyor. Orduya yakın olduğunu vurgulayan gazeteci söylüyor. Onun orduya yakın olduğunu ben söylemiyorum. Kendi muhtelif yazılarında var. Bunu çok önemli buluyorum. Bu konuda adres isteyenler, adresin neresi olduğunu net olarak görsünler.
Silahlı Bürokrasi Kendi Evlatlarını Yiyerek Çürür
Sızdırılan bir haber var; “Washington kaynaklı bir psikolojik savaş” deniliyor. Peki, bu psikolojik savaşa yönelik olarak tedbir alındı mı? Çünkü bu savaş bir müddet sonra NATO harekât merkezleri tarafından planlandı. NATO’ya savaş mı ilan edecek silahlı bürokrasinin üst kademesi? Asla böyle bir durum olmaz. Peki, “hangi hukukun üstünlüğü”? 2003 yılında böyle bir tespit yapılmışsa ve bu ülkede egemen bir devlet varsa, ulusal bir devlet varsa, bu egemen ve ulusal devletin, bu ordu dışı dolaylı saldırıya, bu psikolojik savaşa o tarihten itibaren karşılık veriyor olması gerekirdi.
O karşılığın verilmemesi neye dayandırılıyor? Tabii ki “Hukukun üstünlüğü”ne dayandırılıyor. “Hukukun üstünlüğü” sıradan savcı makamıyla veya yargı makamıyla yazışmak değildir. O “hukukun üstünlüğü” global tahakküm ve NATO hukukunun üstünlüğüdür. Çünkü, 2003’te Türkiye’ye dolaylı saldırı ilan edilmiş ve psikolojik savaş tespiti yapılmıştır. O tarihten bu yana bütün genelkurmay başkanları, eğer böyle bir tespit, böyle bir saptama yapıp gereğini yerine getirmemişlerse, burada çok büyük bir problem vardır. “Hukukun üstünlüğü”nün aynı zamanda nerede düğümlendiği, bu “hukukun üstünlüğü”nün ne anlama geldiği problemi gayet net olarak da ortaya çıkıyor. O zaman bu “hukukun üstünlüğü”, “karşı ayaklanma”cı doktrine göre “hukukun üstünlüğü”dür.
“Stratejik merkez”, “etki merkezi”, “uzlaşma” ile değerlendirilen ve stratejik kavram olarak düşünülen bir “hukukun üstünlüğü”dür. Savcı, hakim, yargı, avukat üçlemesi gibi bir hukukun üstünlüğü beklentisi hakikaten çok büyük bir mizah olur. Bu mizaha aldanmak isteyenler, aldanmaya devam etsinler. Bu saptamayı ben önemli buluyorum ve ne ilginçtir ki, benim hiç de değer vermediğim Türkiye’deki medyanın, kendi hafızasını bile yoklamadığının, arada sırada o hafızaya müracaat etmediğinin göstergesidir. Hafızası olmayan bir varlık, özürlü bir varlıktır. Bu bilinçli ve seçilmiş bir özürlülüktür. Medya kendine narkoz tüpleri bağlamış vaziyette. Sürekli uyuşmuş bir vaziyette kalmayı ve görsellik üzerinden, o görsel malzemeyi gündemleştirerek tartışmayı marifet sanıyor. En azından İngiliz devletinin “karşı ayaklanma doktrini”nin bir parçası olan BBC kadar bile yayın yapsa, hafızasını tazelemiş olacak.
25. 03. 2010 tarihindeki “Neo – Gladio” adlı söyleşimizden alıntıdır.
İlk yorum yapan olun