EMPERYALİST DEVLETLERİN 1878’den SONRA
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NA KARŞI İZLEDİKLERİ POLİTİKA
Rusya’nın Politikası
1870’lere değin yapılan evrim ve antlaşmalarda, gerek Batılı devletlerce, gerekse Osmanlı Devleti’nce doğrudan Ermeniler’e ilişkin hiçbir düzenlemede bulunulmamıştır. 1862 yılında oluşturulup Ermeni Ulusal Tüzüğü ise, daha önce belirttiğimiz gibi, Fransızlar’ın Katolikler’in, İngilizler’in Protestanlar’ın, Ruslar’ın da Ortodokslar’ın sözde, savunuculuğunu ve koruyuculuğunu yapmak üzere girişimlerde bulunmaları üzerine, bu mezheplerin dışında kalan Gregoryen mezhebinden olan Ermeniler için, Osmanlı Devleti’nce oluşumuna ön ayak olunan bir tasarıdır. Yani, bu tarihe değin bulunulan girişimler, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan tüm Hıristiyan uyruklar içindir.
Ancak 1870’li yıllar, “Hıristiyan Uyruklar” deyimini ortadan kaldırmış, “Ermeni Sorunu”na gündeme getirmiştir.(1) Çünkü Rusya’nın bu dönemdeki dış politika tasarımı, “Panslavizm” kışkırtmalarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparacağı bu soydan olan azınlıklara, önce bağımsız bir devlet kurdurtmak, sonra da bunları kendi egemenliği altına alarak, Akdeniz’e inişini kolaylaştırmaktır.
1870’de Fransa-Almanya savaşında Fransa yenilince, Rusya bundan yararlanmaya kalkışmış ve Paris Antlaşmasının Karadeniz’le ilgili maddelerini tanımayacağını duyurmuştur. Bunun üzerine, Londra’da toplanan bir konferansta Paris Antlaşması’nın bazı maddeleri kaldırılmış, böylece Rusya, Karadeniz’de istediği gibi davranmaya başlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu ise, İngiltere ve Fransa’dan umudunu kesince, Rusya’ya yaklaşmayı, hem dış baskıların azalması, hem de ayaklanılan yerlerdeki olayları denetim altına almak için zaman kazanacağı düşüncesiyle, uygun bulmuştur.(2) Ancak, Sadrazam Ali Fuat Paşa, iki devletin yakınlaşabilmesi için Paris Antlaşmasının kaldırılmasını değil, görüşülmesi gerektiğini, Rusya’nın İstanbul Konsolosu İgnatief’e bildirmiştir.
1871’de Ali Fuat Paşa ölünce, yerine Mahmut Nedim Paşa getirilmiştir. Ne var ki, Mahmut Nedim Paşa, Ali Fuat Paşa gibi düşünmüyor, körükörüne Rus politikasına yakınlık duyuyordu. Öyle ki, dış politika konusunda bile, İgnatief’in düşüncelerini almaktadır.(3) Artık, İstanbul sokaklarında, Nedim Paşa’ya Nedimov, İgnatief’e de sultan İgnatief denmeye başlanmıştır.(4) İgnatief’in İstanbul’da duruma tam egemen olduğu günlerde, Ruslar’ın Rusçuk ve Filibe Konsolosları aracılığıyla, Bulgaristan’da ihtilal dernekleri kurdukları ortaya çıkarılmıştır.(5)
Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmak için her keresinde kullandığı büyük koz, imparatorluk içindeki Ortodoks mezhebinden olan çeşitli etnik grupları, önce, kışkırtmak ve ön ayak olarak Osmanlı Devleti ’ne karşı başkaldırtmak, sonra da bunlara koruyuculuk vaat ederek, Osmanlı’ya savaş açmaktır.
1806 Sırp Başkaldırması, o yıl başlayan Rus savaşının nedenidir. Yunan başkaldırması, 1828 savaşına neden olmuştur. Kutsal Yerler Sorunu 1853 Kırım Savaşı’nı başlatmıştır. 1877 savaşının nedeni de, 1875’te başlayan Hersek Başkaldırmasıdır.(6)
Ancak, Rusya, sıcak denize inmek için Balkanlar’ın kendisine bir geçit olmayacağını, bağımsızlıklarını edimli olarak (fiilen) sağladığı bu yeni devletlerin kendisine hiç de minnet duygularıyla bağlı kalmadıklarını görünce, sıcak sulara inmek için tıpkı Balkanlar da yapmış olduğu gibi, Ermeniler’in yoğun olduğu Erzurum-İskenderun hattını ele geçirmeye yönelmiştir. Bu amaçla, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni kiliselerinin yanında, Ermeni terör örgütlerini de desteklemeye başlamıştır.
O güne değin, Osmanlı Devleti’ne başkaldırmayı düşünmemiş olan Ermeniler, Berlin Kongresi’nden sonra birtakım görüşler ortaya atmaya başlamışlardır. Çünkü Bulgaristan’ın ve Sırbistan’ın bağımsızlıklarına kavuşmaları, pek çok Ermeni’yi aynı isteği beslemeye yöneltmiştir. Ayrıca, 1877-1878 savaşında Ruslar’ın Kars ve Ardahan gibi Doğu Anadolu’nun bazı yerlerini ellerine geçirmeleri, 19.yüzyıl başında, Çarın hizmetinde yükselen Ermeni subay ve yöneticilerin öncülüğünde gerçekleşmiştir(7)
Dahası, Ruslar, Akdeniz’e inme planlarını yalnız Osmanlı İmparatorluğu’nun batısından, yani Bulgaristan ve Yunanistan’dan yapmamış, bu planı uygulamak için, yukarıda değindiğimiz gibi, Basra Körfezi yolunu da denemiştir. Ruslar’ın Kafkasya’ya girmesi, o bölgedeki Ermenilerin de durumlarını etkilemiş, Rus-İran savaşlarında Ermeniler, Rus ordusu saflarına gönüllü olarak katılmışlardır. 1828 yılında yapılan Türmençay Antlaşması, Ermeni vilayetleri olarak adlandırılan Erivan, Nançivan ve Ordubad’ı Rusya’ya vermiş ve İran’da bulunan Ermeniler de aynı antlaşmayla Rusya’ya gönderilmiştir.
Daha önce değindiğimiz üzere, aynı yıl Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na saldırmış, 1829’da savaşa son veren Edirne Antlaşmasıyla 40.000 Ermeni, Rusya’ya göçmüştür. Ancak bu Ermeniler’in özerk bir Ermenistan kurma isteklerini Rusya geri çevirmiştir. (8) İşte bu birikimler, Berlin Antlaşmasıyla Ermeni umutlarını iyice canlandırmış, Rusya’ya bağlılıkları da iyice artmıştır. Bu gelişmeler, Osmanlı Devleti’nin, Ermeni Sorunu’na olan bakış açısını değiştirmiş ve Ermeniler de Bab-ı Âli önünde sadık millet olma özelliklerini yitirmişlerdir.(9)
Aslında Rusya’da bu yörede özerk bir Ermenistan kurulmasından yana değildir. Çünkü özerk bir Ermenistan’ın kurulması, Rusya’da yaşayan, Ruslaştırılmaya başlanan Ermeniler’i de kıpırdatacak, kötü örnek olacak, Rus Çarlığı’nın egemenliğini sarsacaktır. Rusya’nın gerçek amacı, Ermeniler’in haklarını koruyor gibi görünerek Osmanlı Hükümeti’nin başına dert açıp, imparatorluk zayıfladıkça da Ermenileri kışkırtıp yayılmacı politikasını sürdürmektir.
Nitekim Berlin Antlaşması’ndan sonra bir Ermeni Kurulu. Doğu Anadolu’da bir düzeltim yapılması için Rus Çarı’na başvurduğunda Çar, Ermeniler’in işlerinin kendilerini ilgilendirmediğini, İngiltere’nin Ermeni çıkarlarını koruduğunu söylemiştir. (10)
İngiltere’nin Politikası
1840’larda, Lübnan ve Suriye’de meydana gelen olaylardan yararlanmak için, Fransa Katolikler’in, Avusturya ve Rusya da Ortodokslar’ın sözcülüklerini yapmaya başlayınca, İngiltere, bu devletlerin bu bölgedeki güçlerini dengede tutabilmek amacıyla, burada Protestanlık mezhebini yayma yoluna gitmiştir. Bu nedenle, 1840 yılında, Kudüs’te bir Protestan tapınağı yapma girişiminde bulunmuş, ama bu girişim, Bab-ı Âli’ce geri çevrilmişse de, 1842 yılında, Kudüs’te-bir Protestan Kilisesi’nin açılması önlenememiştir (11). Böylece, Islahat Fermanı’na konulması istenen maddelerden birinin de din değiştirme serbestliği olması, İngilizlerce, Protestan Ermenileri çoğaltmak amacıyla istenmiştir.
Ayastefanos Antlaşmasının 16. maddesi de İngiltere’yi Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi topraklarına katacağı düşüncesiyle, korkutmuştu. Eğer Rusya, Doğu Anadolu yoluyla, bir yandan İskenderun, öbür yandan Mezopotamya yoluyla Basra Körfezi’ne inerse, İngilizler için ciddi ve ağır tehlikeler yaratabilirdi. İngilizlere göre tehlikeyi önlemenin yolu, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı, onun toprak bütünlüğüne dayanan, İngiliz geleneksel politika ilkesinden görünüşte ayrılmamak, ama imparatorlukta İngilizler için gerekli olan topraklara sahip olmak, hiç olmazsa bunlar üzerinde İngiliz nüfuzunu sağlamaktır.
İngilizler, bu planı gerçekleştirmek için, Berlin Antlaşması’ndan kısa bir süre önce, Osmanlılar’la, Rusya’nın tehdidine karşı bir savunma antlaşması yapmak istemişti. Bu antlaşma gerçekleşince, Kıbrıs gerektiğinde Rusya’ya karşı üs olarak kullanmak üzere Osmanlılar’dan alınmıştı. Bundan başka, Doğu Anadolu’da, Hıristiyanlar’ın bulundukları yerlerde düzeltim yapılması için Bab-ı Âli’den söz almayı da başarmıştır.(12)
Bundan böyle Ermeni Sorunu, Rusya’dan sonra, İngiltere’nin de sorunu olmaya başlamış, yani, Ermeniler’e hiç sormadan, Ermeni savaşını çözmek için Kıbrıs’ı alan İngilizler, böyle bir politik kimlikle ortaya çıkmışlardır. Çünkü İngiltere’nin amacı, Doğu Anadolu’da yaşayan Hıristiyanlar’ın (Ermeniler’in) gerçek anlamda koruyuculuğunu yapmak değil, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurarak, Rusya’nın Güneye sarkmasını engellemektir.
Böylece Doğu Anadolu’da kurulacak olan Ermenistan, hem Rusya’da yaşayan Ermenilerin ulusal duygularını kırbaçlayıp, burada huzursuzluk çıkartarak Çarlığın başını derde sokacak, hem de Uzak Doğu, Hindistan, vd. yerlere gidecek olan İngiltere ile Rusya arasında bir savaş çıktığında, İngiliz desteğiyle kurulan bu devlet, İngiltere yararına hizmet edecektir. Bundan dolayı İngiltere, Ermeniler lehine yapılacak olan evrimlerde hep öncülük etmiş, Berlin Antlaşmasının 61. maddesinin hemen yürürlüğe girmesini istemiştir.
Öte yandan, İngiltere bu çıkarlarını daha iyi kollamak için Osmanlı İmparatorluğu’nda birtakım yatırımlar gerçekleştirmeye başlamıştır. Bunlardan biri, demiryolu girişimidir. 1898’e gelindiğinde, Osmanlı Asyası’nda İngilizler, 440 kilometrelik demiryolu ağı döşemişlerdir.(13)
Ayrıca, ilerde göreceğimiz Bağdat Demiryolu, Güney İran’la ticaret yolunu saptıracak, Hint Okyanusu’ndaki İngiliz tekelini olumsuz yönde etkileyecek, İngiliz emperyalizminin onurunu baltalayacaktır. Bu nedenle 1890’da yapılmaya başlanan Bağdat Demiryolu’ndan sonra İngiltere’ye Osmanlı Devleti’nce Mısır’a asker çıkarma ayrıcalığı da tanınmıştır.(14)
Fransa’nın Politikası
1550-1555 yılları arasında, Papa III. Jül zamanında, Fransa Osmanlı İmparatorluğu’nda Katolik propagandası yapmaya başlamış, Nasturi, Ermeni, Melkî ve Yakubiler arasında bu propaganda işe yaramamış, yalnız Nahcivan yöresinde, 12 ilçede oturan Ermeniler üzerinde etkili olmuştur.(15)
1587’de Osmanlı saldırılarını önlemek için, Papa V. Siskt’in giriştiği etkinliklerle, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Hıristiyan öğeler kışkırtılarak, bunlar Katolik kilisesine bağlatılmaya çalışılmış, ancak Ermeniler bu tür girişimlerden etkilenmemişlerdir. (16) Bundan sonra, Fransa, bu yüzyılda (XVI.) doğrudan girişimlere başlamış, ticari ve siyasal alanda kazanç sağlamak amacıyla, Osmanlı İmparatorluğu’na başvuruda bulunarak Hıristiyan uyruklar için güvence istemiştir.(17)
Napoleon Bonapart da Mısır ve Suriye seferleri sırasında, Osmanlı Ermeniler’iyle ilgilenmiş, Hindistan seferini Kafkasya üzerinden yapmayı düşünmüş ve Tiflis’te Ermeniler’i de kapsayacak bir ordu kurmayı tasarlamıştır. Bu tasarılarını gerçekleştirememekle birlikte, Paris’te, “Doğu Dilleri Okulu”nda bir Ermenice kürsüsü kurmayı başarmıştır.(18) Napoleon’un Mısır’a yaptığı başarısız seferden sonra Fransa, Rusya’ya karşı Osmanlılara yardımcı olmuş, ancak, Viyana Kongresi’nin bitimiyle, Avrupa politikasında etkin bir rol oynayamamıştır.
1830’da Cezayir’i egemenliği altına alan Fransa, Afrika’da genişleme politikasına başlamış ve bu tarihten sonra da daha önce belirttiğimiz gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nda Katolikler’in koruyuculuğunu üstlenmiş, Kırım Savaşı’na neden olan Kutsal Yerler Sorunu’nda da önemli bir rol oynamıştır. Kırım Savaşı sırasında, Polonya’da, ulusçuluk girişimlerinde bulunan Fransa, Polonyalıları ayaklandırmak istemişse de, Rusya’nın Panslavizm girişimleri daha etkin olmuş ve kendisi bir şey kazanamamıştır.(19)
Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti ile birlikte hareket eden III. Napoleon, 1856’dan sonra, Almanya ve İtalya’ya karşı vermiş olduğu savaşımda başarısız olmuş, 1870’de Almanya’ya yenilince de Berlin Kongresi’ne katılmakla birlikte alınan kararlarda etkin olamamıştır. Ancak, Fransa’da Cumhuriyet yeniden ilân edilince, bağımsızlık ve özgürlük düşünceleri yine filizlenmiş, Osmanlı İmparatorluğu’nda devlete karşı savaşım veren azınlıklar, Fransızların desteğine başvurmuşlardır.(20)
Öte yandan, 1856 Paris Konferans ı’ndan beri Avrupa sermaye çevresinde Osmanlı İmparatorluğu’nda, demiryolları yatırımlarına girişme isteği artmış, Asya vilayetlerine döşenecek demiryolları da, 1870’lerde birçok yatırımcının ilgisini çekmeye başlamıştır. Anadolu Demiryolu ayrıcalığının (imtiyaz) Alman anaparasıyla gerçekleştirilecek olması, Fransızlar’ı harekete geçirmiş, 1888’de Suriye-Lübnan dizgesindeki demiryolu ayrıcalığı bunlara verilmiştir.
Bu tarihe değin, Batı Anadolu limanlarına işlenmiş ürünlerini getirerek bunları içlere doğru sürüp, bu bölgelerin işlenmemiş ürünlerini kolaylıkla gemilerine taşımak için Fransa, sözkonusu yörelere kısa demiryolları döşemiştir.(21)
1882-1902 yılları arasında ise Fransızlar, Yafa- Kudüs, Şam-Muzarib, Beyrut-Şam, Beyrut-Ma’almiten, Ravak-Humus-Hama, Şam-Ber’at dizgesinde toplam 665 kilometre demiryolu döşemişlerdir. 1898 yılına gelindiğinde de, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Fransızların döşediği demiryolu ağının toplam uzunluğu 1266 kilometreye ulaşmıştır.(22) Ayrıca, bir sonraki başlıkta değineceğimiz Osmanlı Bankası da Fransız anaparasıyla gerçekleşmiş bir kuruluştur.
Görüldüğü üzere, Fransa’nın 1878’den sonra, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı izlediği siyasal politikada kapsamlı bir değişiklik olmamıştır. Çünkü hem Rusya ve İngiltere gibi, imparatorluk üzerinde Fransa’nın çıkarlarıyla çatışan belirgin bir bölge yoktur, hem de bu tarihe değin çeşitli yenilgileriyle Fransa, büyük çapta etkin bir rol oynayacak uluslararası güce sahip değildir. Girişimleri ancak, misyoner etkinlikleri ve ekonomik yatırımlar düzeyinde kalmıştır. Ama bu girişimler, daha sonra değineceğim, Ermeni terör örgütlerinin çokça işine yarayacaktır.
Almanya’nın Politikası
XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Batı Avrupa, artık sanayi toplumu özelliğini kazanmış, özellikle, İngiltere ve Fransa bu toplum tipini sürdürebilmek için çokça sömürge elde etmişlerdir. Almanya ise, sanayileşmesini tamamlamış olmasına karşın, henüz ulusal birliğini tamamlayamamış olduğundan İngiltere ve Fransa’dan farklı olarak sömürgecilik politikasına daha sonra başlamıştır. XIX. yüzyıla damgasını vuran Klasik Güç Dengesi Sistemi, Almanya’nın izlediği bu revizyonist politikayla -kuşkusuz ulusçuluk hareketlerinin başlaması ve başka nedenlerden de dolayı- bozulmaya başlamıştır.
1870 – 1871 savaşında Almanya’nın Fransa’yı yenmesi ve 18 Ocak 187l’de Bismarck’ın Alman İmparatorluğunun kuruluşunu ilân etmesi üzerine, Almanya’nın dış politikası barış ve barışın korunması için Fransa’yı tek başına bırakmak ilkesine dayandırılmıştır.(23)
Bu ilke doğrultusunda, 1872 yılında, Alman, Avusturya-Macaristan imparatorları ve Rus Çarı, I. Üç İmparatorlar Bağlaşımı’nı kurmuşlardır. Balkanlar üzerindeki ortak çıkar politikası sonucu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya arasında antlaşmazlık çıkınca, bu birlik bozulmuş, 1881’de Rusya’nın başvurusu üzerine, yeniden kurulmuştur.(24)
Bismarck’ın izlediği bu politikayla, 1882’de Almanya Avrupa’da üstünlüğü ele geçirmiş, ancak 1888’de İmparator II. Wilhelm’in Almanya’nın büyük devlet olabilmesi için, öbür büyük devletler gibi sömürgecilik yapması gereğine inanışı, Almanya’nın yayılmacı bir politika izlemesine neden olmuştur.(25) Bu yayılmacı politikanın nedenlerinden biri de,1816-1888 (72 yıl) yılları arasında Almanya’nın nüfusunda 23.000.000’luk (25.000.000’dan 48.000.000’a) bir artış hızı olmasıdır. (26) İşte bu dönemde, Osmanlı – Alman yakınlaşması, ilk başlarda eğitim alanında olmuş, Almanya’ya öğrenim yapmak için subaylar gönderilmiş, 24 Ağustos 1890’da da bir ticaret antlaşması gerçekleştirilmiştir. (27)
Görüldüğü gibi, Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfuz alanları yaratması, öbür Batılı devletlerden geç olmuştur. Çünkü böl-yönet taktiğiyle bir nüfuz alanı yaratmak için, azınlıklar üzerinde izleyebilecekleri bir politika söz konusu değildir. Şöyle ki: Katolik, Ortodoks ve Protestanların sözcülüğünü öbür devletler daha önce üstlendiklerinden, II. Wilhelm’in yayılmacı politikasını gerçekleştirebilmesi için, Osmanlı İmparatorluğu’nun bütünlüğünü destekler bir rol oynaması gerekmiştir. Nitekim Berlin Kongresi’nde, Hıristiyanlar için yapılacak düzenlemelerde Almanya, daha ılımlı bir yaklaşımda bulunmuştur. Bu yalnız II. Wilhelm’in politikası değildir. Örneğin, Berlin Kongresi’nin başkanlığını yapan Bismarck, Ermeni Kurulu’nun isteklerini gündeme bile almak istememiştir.
Almanya, bu politikasını gerçekleştirmek amacıyla önce, daha sonra göreceğimiz Bağdat Demiryolu dizgesinin geçeceği Bursa, Konya, Ankara, Sivas, Samsun, Trabzon, Adana, Mersin, Antep, Diyarbekir, Mardin, Musul, Basra, Şam, Trâblusşam ve Yafa’da Alman okulları açma girişiminde bulunmuştur.(28)
18 Ekim 1898’de, Osmanlı İmparatorluğu’nu ziyarete gelen II. Wilhelm, Sultan II. Abdülhamit, saray ve Bab-ı Âli’nin önde gelenlerince sevgi gösterileriyle karşılanmış, istenen dostluk yaratılmıştır. Artık, Almanya’nın, etkisi altına aldığı Osmanlı İmparatorluğu’na döşeyeceği demiryolları aracılığıyla sıcak denizlere, inmesine sıra gelmiştir. Böylece, 1890 yılında ortaya atılan Bağdat Demiryolu ihalesi, İngiliz – Fransız – Alman çekişmesi sonunda, Almanlar’da kalmıştır.
Osmanlı Hükümeti, bu proje için, 16.000 Frank kilometre güvencesi ve Konya, Maraş, Nusaybin, Musul, Bağdat dizgesi boyunca, yaklaşık 2000 kilometrelik bir hattın iki yanında, 20’şer kilometre karelik alanda, Almanlar’a maden arama yetkisi de verilmiştir. Verilen bu ayrıcalık, bugünkü Türkiye’nin 1/10’i, Belçika’nın da üç katı kadar olan yaklaşık, 80.000 kilometre karelik alanı içine almaktadır. Dahası, Almanlar, bu bölgede istedikleri çok şeyi yapacaklardır. Örneğin, ormanları da kullanabilecekleri gibi, buraya kendi yurttaşlarını da yerleştirebileceklerdir. Bu girişimlerin oluşumunda, bir büyük çelişki vardır. Kendi olanakları ile Hicaz Demiryolu’nu yaptıran Osmanlı Hükümeti, 1428 kilometrelik hatta 400.000.000 kuruş harcarken, kendi sınırları içerisinde kalan 1064 kilometrelik Bağdat Demiryolu için, 900.000.000 kuruş ödeme yapmayı üstlenmiştir.(29)
Osmanlılara bir ulaştırma hizmeti sunmaktan çok, İmparatorluğu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen bu sinsice Alman girişimi, Bağdat Demiryolu borcunu 2002 yılına değin uzatarak, Türkiye Cumhuriyeti’ni de borca sokmuş, böylece bu sömürü 112 yıla çıkartılmıştır.(30)
Öte yandan Bağdat Demiryolu hattına Rusya karşı çıkmıştır. Çünkü, bu yolla Almanya, ürünlerini İran ve Afganistan’a sokup, bu bölgedeki Rus ticaretini yok edecektir. Nitekim demiryolu, Ankara ve Konya’ya ulaşınca, Osmanlılar’ın Ruslar’la yapmış olduğu ticaret kesilmiştir.(31) Bundan böyle, Ruslar’a da doğu demiryolunu yapma ayrıcalığı tanınmıştır.(32)
Böylece, emperyalist amaçlı bu devletler, Osmanlı toprağında, birbirlerinin yağmasına bırakılan alanlarda, bu tarihten sonra (1878) rekabetlerini iyice arttırmışlardır. Dahası, Rusya bu emperyalist amaçlarına ulaşmak için Panslavizm’i bir inanç olmaktan çıkartıp, siyasal bir programa, daha doğrusu kendisini 800.000 süngüyle destekleyecek geniş bir siyasal tehlikeye dönüştürmüştür.(33)
ERMENİ KOMİTALARININ ORTAYA ÇIKIŞI ERMENİ AYAKLANMALARI
ve
İYİLEŞTİRME PROJELERİ
ERMENİ KOMİTALAR
a) Hınçak Komitası
Daha önceleri Anadolu’da, küçük çapta, birkaç Ermeni komitası kurulmuşsa da, Ermeni tarihinin en önemli ilk komitası, Kafkasyalı Avetis Nazarbek ve nişanlısı Mariam Vardanyan’ca, Cenevre’de, 1877 Ağustos’unda kurulan “Hınçak” (Ermenice, çan,çıngırak) Komitası’dır.(34)
Karl Marx’ın sosyalist kuramları doğrultusunda kurulan bu komitanın önde gelenleri, Rusyalı, Osmanlı İmparatorluğu’nu hiç görmemiş, yalnız İmparatorluk hakkındaki bilgileri İsviçre’de çıkan Armenia gazetesinden edinmiş varlıklı ailelerin çocuklarıdır.(35)
Amaçları, bir Ermenistan kurarak, bunun siyasal ve ulusal bağımsızlığını sağlamaktır.(36) Bu amacı gerçekleştirmek(37) için, herşeyden önce, komitanın Ermeniler’in bulunduğu yörelerde örgütlenmesini yaygınlaştırmayı gerekli görülerek, uygun zamanlarda çıkartılacak ayaklandırmalarla, baltalama ve korku salma eylemleriyle, içeride çeteler kurmak yoluyla, Osmanlı Hükümeti’ni sürekli uğraştırarak, zayıf ve güçsüz düşürülmesi ilkeleri savunmaktaydılar.(38)
Hınçakların bu ilkeler doğrultusunda hazırladıkları program, gerek Rusya, gerekse Osmanlı orta ve üst tabaka Ermenileri arasında saygınlık görmemiştir. Bu nedenle, Ermeni halkının içine girmek ve örgütlerini daha çok geliştirmek için, etkinliklerini Osmanlı İmparatorluğu içinde gerçekleştirmeye karar vererek, genel merkez İstanbul olmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerinde şube açmaya başlamışlardır.
Böylece, bundan sonraki başlıkta değineceğimiz başkaldırmaların bir çoğunu düzenleme olanağını bulmuşlar, ancak bu girişimleri, Osmanlı imparatorluğunda çoğu kez başarısız olunca, komita üyeleri arasında ikilik çıkmıştır. Başarısızlıklarının nedenini Sosyalizmin ilkelerine bağlayanlar, bu ilkeleri programlarından çıkarmak istemiş, bir kısmı da buna karşı çıkmıştır. Sonunda, sosyalizm ilkelerini benimseyenler Nazarbek yandaşları; öbürleri de Nazarbek’e karşı olanlar olmak üzere ikiye ayrılmışlardır.(39)
1894’te komitayla aynı düşüncede olan Matyos İzmirliyan, 1862 yılında kurulan (Ermeni Ulusal Tüzüğü sonucu) ulusal meclisin zorlamasıyla patrik seçilmiş, böylece komitacılara destek vermeye başlamıştır.
b) Taşnaksutyun Komitası
1890’da, Kafkasya’da, “Ermeni İhtilâli Dernekleri Birliği’’ adı altında ikinci bir Ermeni komitası olan Taşnaksutyun, Kristafor Mikaelyan, Stepan Zoryan ve Simon Zavayan’ca kurulmuştur.(40) Siyasal nitelikleri, sosyalist olmayan (nonsocialist nationalist) ulusçuluktur.(41) Hınçaklardan ayrılan bazı kişilerin katılması sonunda örgütlenmesini tamamlayan Taşnaklar, Marx’ın “Bir düzine program yerine bir eylem daha önemlidir.” ilkesini benimsemiş, “Türk’ü, Kürt’ü nerede görürsen vur, hangi koşullarda olursa olsun, gericileri, sözünden dönenleri öldür, öcünü al.’’ sloganlarıyla hareket etmişlerdir.(42)
Taşnaksutyun Komitası, Hınçak Komitası’nın Doğu Anadolu’daki vilayetlerde yeterince örgütlenemediklerini Rusya Ermeniler’iyle yeterli ilişki kuramadıklarını söyleyerek, tüm etkinliklerini bu bölgede güçlendirmeye çalışmışlardır. Paris propaganda merkezi olmuş, Pierre Geillard, Pro-Ar- menia adıyla bir gazete çıkarmış, Hıraç, Alik, Hayrenik ve Rezmik adlı gazeteler de Avrupa ve Amerika’da kamuoyu oluşturmaya başlamışlardır.(43)
Paris, Londra, Brüksel, Berlin, Leipzig, Zürih, Roma ve Milano’da uygun ortamlar hazırlamış, “Uluslararası Ermeni Dostları Kongresi” toplanarak, Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda ve Belçika parlamentolarında Ermeniler hakkında konuşmalar düzenlenlemişlerdir.(44)
Marxsizmi benimsemiş olan Hınçaklar, Osmanlı İmparatorluğu’nda bir işçi sınıfı olmadığı, bu nedenle Marxsizme yabancı olunduğunu savunan Taşnaklar’ca örgütten dışlanmışlar ve kendileri 1892 yılında gerçekleştirebildikleri ve Troşak (Bayrak) gazetesinde yayınladıkları programlarından sonra, tümüyle bir terörist kimliği kazanarak eylemlerini sürdürmüşlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’na çeteler sokmak, imparatorlukta Ermeniler’i silahlandırmak, çetebaşları yetiştirmek, savunma örgütleri kurmak ve ayaklanmalara öncülük etmek Taşnaklar’ın başlıca eylemleri olmuştur.
c) Öteki Komitalar
Bu iki komitadan başka, “Hınçak İhtilâl Partisi” adında, Nişan Garakyan’ın merkezini Atina’da kurduğu bir komita daha vardır. Bu komita, Ermenistan’da yapılacak ayaklanma girişimlerini yönlendiren, imparatorluk içinde ve dışında şubeleri olan siyasal amaçlı bir komitadır.(45) Ayrıca Ramgavar, Vergazmeyal gibi siyasal; Parakorzagan, Meyasal gibi yardım derneği adı altında kurulan ama siyasal amaçlı bu komitaları da sayabiliriz.(46)
Bunlardan başka, 1872’de Van’da, İttihat ve Halas Cemiyeti, 1880’de Muş’ta Hakkı Sever Şirket’i (47), 1880’de Erzurum’da, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Kafkasya’da Genç Ermenistan Cemiyeti, 1882’de Karahaç Cemiyeti kurulmuştur. Bu sonuncu derneğin kuruluş amacı, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeniler için yönetsel düzeltim istemek ve yaptırtmaktır. Bu amaca ulaşmak için imparatorluk içinde bir güç oluşturmaya yönelmişlerdir. Erzurum’da 1881’de Şûra-ı Ali Cemiyeti ve İstanbul’da Ermeni Vatanperver İttihadı da Ermeniler’ce kurulmuş belli başlı derneklere örnek olarak verilebilir.(48)
ERMENİ AYAKLANMALARI
a) Musa Bey Olayı 23 Haziran 1889
Ermeni Ulusal Tüzüğü ve Hınçak Komitası’nın kuruluşu Ermeni düşünür ve yazarlarını pek yüreklendirmiştir. Eli kalem tutan her Ermeni, ulusal ağıt ve kahramanlık öyküleri yazmıştır. Doğal olarak bunlardan etkilenen doğu vilayetlerinde yaşayan bazı Ermeniler, kişisel olaylarla toplumsal olayları birbirine karıştırmış, olay çıkarmak için en küçük fırsatı bile kaçırmamışlardır.
Musa Bey, Muş’ta birtakım yolsuzluklar, yağmalama yapan bir hayduttur. Muşlu papazın kızkardeşi Gülizar’ı kaçırarak evine getirmiş, sopayla dövmüş, cinsel saldırıda bulunmuştur. Evden kaçan Gülizar, papaz ağabeyi ve 57 yandaşı ile İstanbul’a gelip Bab-ı Âli’ye, Adliye’ye dilekçe vererek bu olayı protesto etmişlerdir. Dilekçelerine bir yanıt alamayınca Ermeni komitalarına ve patrikhaneye başvurmuşlar, bunun üzerine Musa Bey, İstanbul’a getirtilerek yargılanmaya başlanmış, ancak delil yetersizliğinden serbest bırakılmıştır.(49)
Bunun üzerine çeşitli fotoğraflar çektirerek yabancı devletlere gönderen adı geçen kimseler, hoşgörüyle karşılanmayan bu kişisel olayı, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı güçlü bir propaganda aracı yaparak Hıristiyan yobazlığını kışkırtmaya başlamışlardır. Nitekim, Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan İngiliz elçisinin de, Musa Bey’in yargılanması konusunda girişimlerde bulunması, bu tatsız olayın uluslararası boyut kazanmasına neden olmuştur.(50)
b) Erzurum Ayaklanması 20 Haziran 1890
Ermeni Ulusal Meclisi’nin kuruluş yıldönümü törenlerinde Taşnaklar da bulunmuş, söylevlerinde kutsal amaç, tek konu olarak ele alınmıştır. Özellikle bağımsız Ermenistan düşü, İstanbul’da toplanan taşralı başıboş halkı da etkilemiş, konuşmacıların çevreye attıkları ve halkın anlamını kavrayamadığı sözler, yine bu kişilerce alkışlanmıştır.
Törende Yedikule Hastanesi’nin bahçesi, birtakım bozguncu komita üyeleriyle dolmuş, hastanenin karşısındaki bahçede ise Erzurum ayaklanmasının programı düzenlenmiştir. İstanbul ve öbür illerde gösteriler yapmaya karar veren Hınçaklar için de bu tören, bir bahane olmuştur.
Bu sırada bazı Rusya Ermeniler’i Osmanlı İmparatorluğu’na sınırdan silah sokmuşlar, hükümet de bunu öğrenmiş ve bazı etkili önlemler almakla birlikte(51), Erzurum’da yüzeysel bir arama yapmıştır. Hınçaklar bu silah aramayı öne sürerek, Kerekçiyan başkanlığında gösteriye başlamışlardır. Tüm dükkânlar kapatılmış, Hınçak komitacıları ve yandaşları kilise önünde toplanarak, protesto sloganları atmaya başlamışlardır. Bu ayaklanma ve gösterilerdeki amaç, kuşkusuz Erzurum’daki Ermeniler’in ulusal duygularını kırbaçlayarak ayaklanmalarını ve yabancı devletlerin işe el atmalarını sağlamaktır.Bu arada, Erzurum’da arama yapan iki er öldürülmüş, böylece iki saat karşılıklı çatışma sürmüştür.
Erzurum olayının yıldönümünde, Amerika’da çıkan Ermenice Hayrenik gazetesi bu olaylara şöyle yer vermiştir:
“… Ermeniler’in dağılmaları için çalışan Ermeni ileri gelenlerine Komita üyeleri dayak attı. Hükümetin, herkesin işi gücü ile ilgilenmesi emri dinlenmedi. Komita üyeleri yer yer dolaşarak halkı yüreklendiriyorlardı.
Bu arada Gergeryan’ın kardeşi ateş ederek iki eri öldürdü. İki saatlik bir çarpışma oldu. Ertesi gün konsoloslar şehri gezdiler, her iki taraftan da 100’den fazla ölü, 200 – 300 kadar da yaralı vardı…”
Ermeniler’in gösterileri dolayısıyla, Rus Konsolosu Tevet de Erzurum valisini ziyaret ederek ,“ Böyle asi bir halk Rusya’da olsa mutlaka kırarlar”, demiş; aynı zamanda Ermeni delegelerine de “Osmanlı gibi ilkel bir hükümetin yönetimi altında yaşamaya değmez” diye ikili konuşmuştur.(52)
c) Kumkapı Gösterisi 15 Temmuz 1890
Hınçaklar’ın İstanbul’da ilk kez eşitlik istemek ve silâhsız olarak yaptıklarını söyledikleri bu gösterideki amaçları, Erzurum ve Musa Bey olayını protesto etmektir. Gösteriyi düzenleyenlerin elebaşlarından Cangülyan; “Erzurum ve Musa Bey olayına karşı koymazsak, Ermeniler kendilerini unutulmuş sanacaklardır. Bundan dolayı bir misilleme yapmak gerekir.” diyordu. Ayrıca, Anadolu’daki cinayetlerden Avrupa’nın habersiz kaldığını savunan, onların ilgisini çekebilmek için, bir yakınmanın ön koşul olduğunu söyleyen Cangülyan, şöyle devam ediyordu: “Ermeni ulusal sorunu yalnız Ermenistan’ı ilgilendirse, Rusya olaya hemen el atardı. Rusya’dan çok İngiltere davamıza daha yakın.
Bu nedenle ulusal sorunu çözümlemek için olayları merkezde yapmak gerek. Anayurdun içinde başlayan olay, içinde biter. Oysa 200.000 Ermeni nüfusuna sahip olan İstanbul, uluslararası çıkarların çatıştığı bir kent…”(53)
Cangülyan ve yandaşları, Mitolojik Hayk sülalesinden o güne değin, en mutlu, en özgür, en rahat ve en adil koşullarda yaşadıkları Osmanlı İmparatorluğu dönemi için; “500-600 yıllık tutsaklık dönemi” diyor, Osmanlı’dan kurtulmak ve Ermeni ruhunu canlandırmak için artık kanlı bir ayaklanmanın gereğine inanıyorlardı.(54)
15 Temmuz 1890’da Patrik Aşıkyan’ın katılmak istememesine karşın, âyinden sonra halka bir bildiri okunmuş ve çoğaltılarak dağıtmıştır. Komitacılar, saraya gidip Sultan’a isteklerini bildireceklerini söylemişler, Anadolu yakasındaki telgraf hatlarını kesmiş, Hınçaklar’la aynı görüşte olmayan Patrik Aşıkyan’ı da götürmek için, patrikhaneye saldırıp, camlarını kırıp tabancalar patlatarak, yapının duvarlarını tavanlarını parçalamışlardır.
Patrik Aşıkyan’ı zorla patrikhaneden çıkartarak arabaya sokup, sloganlar atmaya başlamışlar, Dacad ve Manpare Vartabet adlı Ermeniler, olayı Osmanlı Hükümeti’ne haber verdiklerinden, araba saraya ulaşmadan yolda askerler tarafından çevrilmiştir.
Sözde silâhsız olan bu gösteride Cangülyan: “Bizimkiler korkusuzca ateş ediyorlar, askerler de ateş edenleri yakalamaya çalışıyorlardı. Altı-yedi asker ağır yaralı yere serildi. 10 kişi de hafif yaralanmış…” demiştir.(55)
ç) Kayseri – Yozgat – Merzifon Ayaklanmaları
Hınçak Komitasının etkinliğini yürüten merkez Merzifon’dadır. Derneğin adı “Küçük Ermenistan İhtilal Derneği”dir. 1892’de dernek toplantı yaparak, birtakım kararlar almıştır. Bir yıl içinde dernek, Kayseri, Develi, Yozgat, Çorum, Tenüs ve Aziziye’de kollara ayrılmış, Hınçaklar’ın buralarda olaylar çıkardıkları görülmüştür.(56)
Daha çok bu olayların türü, yedi yıllık deneyimi olan bir derneğin etkinliğinden çok, haydutluğa yöneliktir. Örneğin yaptıkları, şehirlerarası yolları tutup, olaylardan haberli-habersiz, suçlu-suçsuz, birtakım masum insanları boğmak, öldürmek, katletmek biçimindedir. Bu olaylar da, Osmanlı Hükümeti’nce bastırılmıştır.
d) I. Sasun Ayaklanması 28 Ağustos 1894
Ermeni Sorunu denildiğinde akla ilk gelen yerlerden birinin Sasun, Sasun denince de akla ilk gelenin Ermeni Sorunu oluşunun nedeni, en çok ayaklanmanın burada olması ve Ermeni örgütlerinin en başarılı sonuçları burada almış olmalarıdır. Ayrıca Sasun, güvenlik gücünden yoksun bir yerleşim birimidir.(57)
Günümüzde Sason adıyla tanınan Sasun, Siirt iline bağlı bir ilçedir.
İstanbul’da, Patrik Aşıkyan, Anadolu’daki olaylara ilişkin bilgi vermek üzere saraya başvurunca, Hınçak üyeleri Aşıkyan’ı casuslukla suçlamış, öldürmeye karar vermişlerdir.(58) Bu nedenle yapılan saldırı başarılı sonuç vermemiş, Aşıkyan da görevinden çekilmiştir.
Patrikliğe seçilen İzmirliyan ise, Hınçaklar’ın programını olduğu gibi uygulayacağına söz verdiğinden, iş başına getirilmiştir.
1890 yılında Sasun’da bir ayaklanma girişiminde bulunmak isteyen Mihran Damadyan, Hınçak Komitası’na yararlı kişileri toplamak istemişse de, İstanbul’a getirilmiş ama tutuklanmamıştır.
Sasun ayaklanmasının en önemli nedenlerinden biri, soruna yabancıların dikkatini çekmektir. Nitekim bu başarılmıştır. Ermenice kaynaklar, “İngiliz ve Fransızlar’ın sorunla ilgilenmelerini gören Rusya da kendi çıkarları için soruna eğildi. (59) Sultan II. Abdülhamit ise zaman zaman ikili oynuyordu.’’ derken, II. Abdülhamit anı defterinde konuyu şöyle değerlendiriyor: “Osmanlı Hükümeti zayıflıyor ve dış kışkırtmalar gün geçtikçe çoğu yerde yoğunlaşıyordu. Ben de bu ülkeler arasındaki çelişkiyi arttırıp, kendi aralarında çıkar çatışmalarına girmeleri için zaman zaman İngilizleri, zaman zaman da Rusları destekliyor görünüyordum. Çünkü bu ülkelerarasında çatışma olursa, ben de bu fırsattan yararlanıp, amcam Abdülaziz Han’ın yarattığı, güçlendirdiği ordu ve donanmayı kullanarak kendi ülkem çıkarına savaş ilan edecektim.”(60)
Hınçaklar’ın beklediği gün gelmiş, 29 Ağustos 1894’de Sasun’da büyük çapta bir ayaklanma görülmüştür.
Ermenice kaynaklar çatışma sırasında 6000-7000 Ermeni’nin öldürüldüğünü söylediği halde, ölü sayısının 1000’i geçmediğini söyleyen kaynaklar daha gerçekçidir.(61) Çünkü bu tarihte Sasun’da yaşayan tüm Ermeniler’in sayısı Sasun genel nüfusunun 1/5’i olup. 6000-7000 dolayındadır. Ayrıca bu kadar Ermeni ölmüş olsaydı, ileride değineceğimiz II. Sasun Ayaklanması çıkmazdı.
Osmanlı Hükümeti, olayı yerinde değerlendirmek ve soruşturma yapmak için Rus, İngiliz, Fransızlardan oluşan bir kurulu Sasun’a göndermiştir. Gözlem yapıp incelemelerde bulunan kurul, 4 Ocak 1895’ten 27 Temmuz 1895’e değin 108 toplantı yapıp, 190’dan fazla tanık dinlemiştir.(62) Kurul, Murat takma adını kullanan Hamparsun Boyacıyan adlı kişinin kışkırtıcılık yaptığı, dağlara çıkıp halkı kandırdığı sonucuna varılmıştır.
Hınçaklar bu ayaklanmadan da kesin sonuç alamayınca, Eçmiyazin’de Rusya’da Gatigigos bulunan Hinmyan’dan yardım istemişler,yardım yapmayı öngören Hirımyan’ın tutumuna kızan İngiliz Elçisi Sir Philips Currie, Patrik İzmirliyan’a giderek, Ermeni sorunu için, uluslararası bir kurul oluşturulmasını önermiştir.
Bu arada New York Herald’da: “Ermeniler’in başkaldırmalarının yabancı ülkelerden gelen kışkırtmalarla olduğunu” yazmış ve özellikle bu olayların dış sorumlusunu İngiltere olarak görmüştür.
Bir yandan bu ayaklanma hakkında soruşturma sürerken, öte yandan Rus, İngiliz ve Fransızlar’ın bölgede iyileştirme yapılması için Osmanlı Hükümeti’ne verdikleri muhtıraya ileride değineceğiz.
e) Bab-ı Âli Gösterisi 19 Eylül 1895
İzmirliyan’ın patriklik görevi sürerken, patrik dinsel çalışmalardan çok siyasal çalışmalara yönelmiş, adeta Hınçak Komitası’nın önde gelenleri arasına girmiştir. Siyasal etkinliği o denli artmıştır ki, merkezde ve öteki illerde kendisini destekleyen çok sayıda yandaş bulabilmiştir. Sasun olaylarından sonuç alamayınca, yabancı devletlere umutsuzluklarını belirten demeçleri verirken, “Haç’ın dünyaya egemen olacağı” görüşünü de sürdürmüştür.
Hınçaklar, büyük devletlerin elçiliklerine birer bildiri yayınlatarak son zamanlarda Osmanlı Hükümeti’nin sistemli bir biçimde Ermeniler’i yok ettiğini, zulmün, haksızlığın tırmandığını, gereksiz siyasal tutuklamalarda bulunulduğunu, Türk ve Kürt barbarlığına son verilmemesini protesto eden bir Bab-ı Âli gösterisi düzenleyeceklerini açıklamışlardır.
İsteklerinin bir de siyasal yanı vardır: Kendilerinin olduğunu söyledikleri Mamuretülaziz, Diyarbekir, Erzurum, Sivas, Van ve Bitlis’e Avrupalı bir valinin atanmasını, vali ile işbirliği yapacak bir meclisin kurulmasını dile getirmişlerdir.
Ayrıca, Adana ve Halep’te Ermeniler’in yoğun oldukları, bu nedenle hem bu vilayetlerde, hem de polis ve zabıtada da evrim yapılmasını, sorumlulukların azaltılmasını, gereksiz işlerle vergilerin hafifletilmesini, cizye vergisinin tümden kaldırılmasını, özellikle ülke gelirinin yerel gereksinimlere göre düzenlenmesini, Kürtler’deki aşiret başkanlığının kaldırılmasını istemişlerdir. Bu isteklerin bazılarının akılcı ve gerekli olduğu söylenebilir. Ama bu yalnız Ermeniler’in değil, başta Türkler olmak üzere imparatorluk halkının başlıca sorunlarıdır. Özellikle bunlar. Doğu Sorunu’nun bir parçasıdır.
Bu isteklerle 18 Eylül 1895 pazartesi günü başlayan 5000 kişilik Ermeni grubu, Bab-ı Âli önlerine geldiklerinde, çevrede ancak 60 tane polis ve zabıta vardır.(63)
Daha gösteri başlamadan Patrik İzmirliyan, Kumkapı Kilisesinde âyinden sonra yaptığı konuşmada, “… artık dış ülkeler yardım etmezlerse nasıl ölebileceklerini…” söylemiş, 3500 kadar Ermeni “Ya özgürlük, Ya ölüm!” diye bağırarak yürümeye başlamışlardır. Bab-ı Âli’ye doğru ilerledikçe topluluğa, Muş’tan, Van’dan, Bitlis’ten gelen gruplar eklenmiş, yolda ilerlerken tabancalar patlatılmış, “Yaşasın Ermenistan” diye sloganlar atmışlardır. Özellikle Çatalhan’dan gelen 500 Ermeni jandarma ve polise ateş etmiş, kama, bıçak gibi kesici araçlar kullanmışladır.(64)
Önlem almakta geciken Bab-ı Âli yetkilileri, İzmirliyan’la görüşmek ve toplanan kalabalığı dağıtmak istemişse de İzmirliyan çeşitli bahanelerle görüşmeyi geri çevirmiştir.
Bunun üzerine Sait Paşa, Adalet ve Mezhepler Nazırı Rıza Bey, İçişleri Bakanı (Dâhiliye Nazırı) Rıfat Bey, Dışişleri Bakanı (Hariciye Nazırı) Turhan Bey, yabancı devlet elçilerine verdikleri notada, Ermeniler’in patrikhane önünde toplandıklarını, daha sonra polis ve jandarma tarafından dağıtıldıklarını, kentte sessizliğin sağlandığını bildirmişlerdir.(65)
Hınçak Komitası ise, dış basına ve yabancı elçiliklere yaptığı açıklamada, “Ermenistan evriminin gerçekleşmesi ve uygulanması için bir araya gelen göstericiler barbarlarca (Türkler) soyulmuş, tutuklanmış, boğazlanmış ve evleri basılmıştır. Hıristiyanlığın koruyucusu olarak, sizleri bize yardım etmeye çağırıyor ve bu barbarların yolları ve ovaları geçilmez duruma getirmeleri yüzünden aksayan ticaret ve sanayimizin ki bu çalışmalarımızın sizler için de yararı ortadadır, korunmasını sağlamayı…” gibi yer yer yakınma yer yer de korku salma türünden cümleler yer almıştır.
Bab-ı Âli gösterisinden de bir sonuç alamayan Ermeniler, çok hırslanmışlardır. Osmanlı Hükümeti ise, son olayları kınayarak, Ermeni gazetelerini süresiz kapatmış, bunun üzerine Ermeniler “Yurt” anlamına gelen Hayrenik gazetesini çıkarmaya başlamışlardır.(66)
f) Zeytun Ayaklanması 16 Eylül 1895
Zeytun’da çıkan olayların tarihi oldukça eskidir. 1545 yılında başlayıp, 1908 yılına değin 363 yıl sürekli çatışmalara sahne olan bu yer, şimdi Kahramanmaraş iline bağlı Süleymanlı ilçesidir.
İşhanlar (Prens anlamına gelen yöneticiler) bu yörede bulunan Türk ve Ermeniler’den vergi almaktadırlar. Vergi tutarının 15 000 kuruş olmasını çok bulan Ermeniler, zaman zaman işhanlara baş kaldırmışlardır .
Bu çeşit başkaldırılar, 1850 yılına dek sekiz kez yinelenmiş, dağda yaşayan Ermeniler’in yağmacılık ve saldırılarına dayanamayan Türkler, köylerini terk etmeye başlamışlardır. Ama Ermeniler arasındaki sürtüşme ve çatışma sürmüştür. 1865 yılında Salih Efendi adlı kişi, Zeytun’a kaymakam olarak atanmış, işhanların Vali Cevdet Paşa tarafından İstanbul’a getirilerek, Edirne’ye sürülmeleri istenmiştir. Patrik aracılığıyla işe Ermeni büyükleri el koyunca, işhanlar patriğin de yardımıyla bağışlanarak yine Zeytun’a gönderilmişlerdir.
Ayrıca, Babik Paşa adlı bir haydut, ilçeden topladığı Türkler’i dağa çıkartmakta, kendisine hizmet etmeleri için baskı yapmaktadır. 1879’da sultanın emriyle Mazhar Paşa ve Nubar Efendi, soruşturma yapmak için, Zeytun’a gönderilmiş, bunların yaptıkları inceleme sonucu, Babik Paşa temize çıkmış ve bağışlanmıştır
Bir süre sonra, Zeytun’a Belediye Başkanı seçilen Babik Paşa, o güne değin zorbalık, haydutluk, talancılığa dayanan dünya görüşüne, Hınçaklar’ın özendirmesiyle, bağımsızlık ve özgürlük ilkelerini de eklemiştir.(67)
Agasi, Hraşya, Aban, Nişan, Meleh ve Garabet adlı Hınçak propagandacıları, Zeytunlular’a silâhlarını Türkler’e, askeri birliklere yöneltmelerini söyleyerek, maddi yardımlarda bulunmaya başlamışlardır(68)
1885 yılında Osmanlı Hükümeti, bu ayaklanmaların nedeninin vergiler olduğunu ileri sürerek, işhanların keyfi yönetimlerine son vermiştir.
16 Eylül 1885’te köy temsilcilerinin de bulunduğu 100 kişilik bir Ermeni Kurulu, Karanlıkdere’de toplanarak, çıkartacakları ayaklanmanın biçimini saptamışlar, İskenderun Liman’ında kendilerine yardıma gelen İngiliz zırhlısının da hazır bulunduğunu anlayınca ayaklanmayı başlatmışlardır.(69)
2000’i silahsız, 4000’i silahlı, 6000 Ermeni, kışla ve hükümet konağını sararak, içerideki Türkler’i tutsak almışlar ve 650 tutsak subay, Zeytun’lu Ermeni kadınlarınca öldürülmüştür. (70) Birbuçuk ay süren çatışmadan sonra, Ethem Paşa, ayaklanmayı durdurmak için, Remzi Paşa’yı Zeytun’a göndermiştir. Çağdaş silâhlarla donatılmış Zeytunlu Ermeniler, Göksün’da kuşatılan elebaşıları ele geçirildiği halde, yabancı konsolosların araya girmesi ile 1 Şubat 1896’da bağışlanmış(71) ve bir barış sözleşmesi yapılmıştır.
15 maddeden oluşan bu barış sözleşmesine, Osmanlı Hükümeti de isteklerini içeren bazı maddeler koymaya çalışmıştır. Denebilir ki, Zeytun ayaklanması, Osmanlı İmparatorluğu için en onur kırıcı olanıdır. Artık kendi ülkesi sınırları içinde bulunan bu bölgeyi adeta yabancı ülkeler yönetir duruma gelmişlerdir.
g) Van Ayaklanması 1 Haziran 1896
Her ayaklanmanın kendine özgü özelliği olduğu gibi, Van ayaklanmasının da ayırıcı özelliği, coğrafi konumuyla ilgilidir.
Kafkasya ve İran sınırlarına yakın olması nedeniyle, buralardan Van’a çok sayıda silah ve cephane taşınmıştır.(72) Bu yüzden burada bulunan Ermeniler ,daha da donanımlıdır. Taşnak Komitası, Van’da daha düzenli çalışmış ve örgütlenmesini güçlendirmiş ve bir yıldır halktan alınan vergilerle silâhlar satın alınmıştır.
Bu bağlamda,Rus Generali Mayewski, Van olaylarını şöyle anlatıyor:
“1895 yılının Kasım ayı sonuna doğru, İngiliz politikası, Ermeni sorununa karşı bir tutum takındı. Asya Türkiye’sindeki konsolosların çoğunun değişimi kaçınılmaz oldu. Çünkü başlangıçta bunlar Ermeni sorunun yanlısı, hatta onun savunucusu gibi görünüyorlardı. Bunların tümüyle Ermeni ayaklanmalarına etkili bir biçimde katıldığı söylenemezse de, onlarla yakın ilişkiler içinde oldukları bir gerçekti. Komita şefleri, Türkiye’nin farklı kesimleriyle sıkı haberleşme durumundaydılar.
“Böylece, 1895 yılında her şey birden değişti. Yeni konsoloslar geldi. Bu arada İngiliz konsolos yardımcısı Binbaşı Williams da Ocak’ta Ermeni dostu olan Mr. Alvarten’in yerini alıyordu.
“Bu değişikliğin sonuç açısından büyük bir etkisi olmadı. Van’daki Ermeniler ki bunlarda ayaklanma düşüncesi egemendi, etkinliğe geçmek için deniz aşırı ülkelerdeki arkadaşlarının yardımına gerek duymadıklarını vurguladılar.
“Etkin kişiliği, yorulmak bilmez çalışkanlığıyla tanınan saygıdeğer Binbaşı Williams’ın, yukarıda anlatılan düşüncelerin gerçekleşmemesi için yaptığı girişimler, Van olaylarını altı ay kadar ileri atabilmiştir.
“1895’te Van ihtilâlcileri yeniden Avrupa’nın dikkatini üzerlerine çekebilmek için, varlıklı Ermeniler’e mektup yollayarak para istediler. Vermezlerse öldürülecekleri korkusunu saldılar. Bu süre içinde Van ihtilâl komitasınca bazı politik cinayetler işlendi. Bunlardan en önemlisi Rahip Bogos’a karşı, 6 Ocak’ta işleneniydi. Yaşlı adam öldürüldü. Çünkü bazı ihtilâlcilerin bilinçsiz kuşkulanmalarına karşı çıkmıştı.
“1896’nın Şubat ve Mart aylarında Ermeni toplantıları artmaya başlamıştı. Buna koşut olarak tehlike de artmıştı. İlkbahara doğru dışarıdan gelen Ermeniler kasabalara alındı. Van’da ise yalnız komita şefleri kaldı. İlkbaharda ayaklanma hareketlerinin hazırlıkları önemli boyutlara ulaştı. Hatta bazı Kürtlerin çevre kasabalarda öldürülmesi de bunu kanıtlıyordu. Bu cürümlere karşı hiçbir tepkinin gelmediğini gören katillerin cesaretleri arttı.”(73)
15 Mayıs 1896
Van olaylarından önce Ermeni ve Müslümanların durumlarını daha iyi bilmek için, bu vilayetteki İngiliz konsolosunun aşağıdaki raporuna bakmak gerekir:
“Bu bölgedeki durum hiç de umulduğu ve beklendiği gibi değildir. Son sekiz günde Ermeni ihtilâlcileri iki girişimde bulunmuşlardır. Birincisinde üç Kürt ölmüş, iki Kürt ağır yaralanmıştır. Öbür yandan İngiliz konsolosluğu karşısında oturan, oldukça varlıklı bir Ermeni de öldürülmüştür. Dün ise, tanınmış Ermeni elebaşılarından biri öldürülmüştür.
“Bu son cürüm kuşkusuz Kürtlerce düzenlenmiştir. Bu ölen Ermeni ihtilâlcisi geçen yıl, İran’dan gelen bir çete elebaşıydı. 1896 yılı Haziran ayında ünlü Van olayı patlak verdi. 2-3 Haziran gecesi Van sokaklarında, gece yarısı bir görevli, bir de askere saldırıldı. Her ikisi de ağır yaralandı. Artık Müslüman halkın sabrı taşmıştı.(74)
“Bu çocuksu girişimlerin kendilerine hiçbir şey kazandırmayacağını söyledim. Bunlara son vermelerini önerdim. Hatta kendilerine yalvardım bile… Buna kulak asmadılar. Şimdi sanırım hiçbir umutları kalmadı.
Genellikle basında bu konuya ilişkin bilinçli bir biçimde yazılar yer almıştı. Fakat Ermeni hareketi hakkında ne yazılmışsa düş ürünü idi…
“Bir kez daha yinelemekte yarar var ki, Ermeni sorununun acı sonuçlarını Ermeni köylüsü üstlenmiştir. Kentteki çatışmalar ise Müslümanlar’a çok kayıp verdirmiştir. Yalnızca Türk ve Kürtlere yönelmeyen, aynı zamanda ayaklanmış Ermeni çetelerince Ermeniler’e de yönelik eylemleri göz önünde bulundurmak gerekir. Komita önderleri, Rus silâhlarıyla donatılmışlardı. Bunlar İran üzerinden Van’a geliyorlardı.”(75)
Williams, raporunun son bölümünde şöyle demektedir:
“Ne yazık ki ihtilâlci girişimlere hayran olan Ermeni gençleriydi. Öte yandan ihtilâlcilerin çoğunluğunun Van bahçelerini terk etmelerine, yalnız bu giysileri giyebilmek için giysilerini çıkardıklarına inanıyorlardı…
Öte yandan hükümet güç durumda görünüyordu. Ayaklanmaların bir kısmını bile durdurabilmiş değildi. Bu durum, Van halkının yerel yönetime güvenini tümüyle yitirtmişti.”(76)
ğ) Osmanlı Bankası Baskını 14 Ağustos 1896
Osmanlı Bankası, 15 Kasım 1862 tarihinde, Batılı devletlerin, Osmanlı Devleti’nin ekonomik alandaki girişimlere yabancı olduğu savıyla Fransız ve İngiliz bankacılık sistemine göre kurulmuştur.
Bu kuruluş, 4 Şubat 1863 günü yayınlanan bir bildiriyle duyurulup. dış ülkelerle 30 yıllık bir antlaşma yapılmıştır.
Şirketin anaparası 67.500.000 Fransız Frangı olarak saptanmış, bu anaparayı 500’er Franklık 135.000 hisse senedi, oluşturmuştur. Satışa çıkarılan hisse senetlerinin 80 000 adedi İngiliz bankerler, 50 000 adedi de Fransız bankerlerce peşin güvenceyle satın alınmıştır.
İstanbul’daki sözde Osmanlı Bankası’nın genel müdür, müdür ve sekiz kişilik yönetim kurulu üyeleri Fransız ve İngilizler’den oluşmaktadır. Merkezler, Londra ve Paris’tedir.(77)
Bankayı denetlemek, gözetlemek ve yol göstermek işi, Paris ve Londra’daki merkezlere tanınmıştır. Yalnız adı Osmanlı Bankası, yeri İstanbul’dur. Kısacası devlet içinde devlet kurulmuştur. Bu da Ermeni komitacılarının Osmanlı Bankası’nı seçmeleri için iyi bir fırsat olmuştur.
Ermeni ayaklanmaları içinde Osmanlı Bankası baskınının özelliği de, ilk kez bombalı bir saldırıda bulunulmasıdır. Bomba denemeleri Beyoğlu’nda bir evde yapıldıktan sonra, saldırı Hraç takma adıyla Hayık Tıryakyan adlı, Trabzon’lu bir Ermeni başkanlığında 14 Ağustos 1896 sabahının erken saatlerinde gerçekleşmiştir.
İlk kez bombalı bir saldırıya tanık olan halk, bir yandan kaçışmış, bir yandan dehşet ve korkuyla ne yapacaklarını bilememişlerdir. Elebaşı Hayık, korkan banka personeline bu saldırının kendilerine karşı olmadığını, yönetime karşı olduğunu söyleyerek, bankanın çatısına çıkıp, baskının gerçekleştiğini çevrede bekleyen arkadaşlarına mendilini sallayarak bildirmiştir. Zaten arkadaşları da önceden hazırladıkları bildiriyi altı yabancı ülkeye bildirmek için bu işareti beklemektedirler.
Bankanın üst katından aralıklı bombalar atılmış, atılan bombalar yüzlerce kişiyi hemen öldürmemiş, ama büyük işkencelerle parçalamıştır .Sonuç yine değişmemiş, bankayı basanlar dışarı çıkarılmış, Rus Elçisi Maksimoff güvencesiyle bankanın Genel Müdürü Sir Edward Vincent’ın yatına bindirilerek Marsilya’ya gönderilmişlerdir. Nitekim bu baskından yaklaşık bir ay sonra Ermeni teröritlerin elebaşıları olay çıkartmak için vapurla Marsilya’dan İstanbul’a tekrar gelmişler, ama alınan duyum sonucu güvenlik birimlerince yakalanmışlardır.(78) Yabancı basın da büyük başlıklarla banka olayını, “Ermeni soykırımı” olarak kamuoyuna yansıtmıştır.
Rus Konsolosu General Mayewski, bu olaylarla ilgili şunları söylüyor:
“Bu girişim Avrupa’ya Ermeni sorununu anlatmak için yapılmıştır. Baskıncılar, Avrupa’da Ermenilerin bulundukları yerlerde, etkin evrimler gerçekleştirmemeleri durumunda bankayı tümüyle havaya uçuracaklarını söylüyorlardı.
“Ermeni sorununun yöneticileri, ulusun yeniden dirilişi için çalışmalarını hızlandırıyorlardı.
Banka baskınının sonucu ne oldu?… İlk kez bomba patlaması sonucu, İstanbul Ermeniler’inin durumunu anlatmaya gerek yok. Taşnak beylerinin ayaklanmasının başka bir sonucunu beklemek mümkün mü?
Rus Elçisi Bay Maksimoff bunları İngiliz Elçisi SirEdward’ın yatına götürdü. Daha sonra da bir Fransız gemisiyle Marsilya’ya özgürlük ülkesine(!) taşıdılar. Kuşkusuz bunların çoğu özgür kılındı. Eylemleri nedeniyle İstanbul’da yüzlerce kişinin kanının dökülmesine neden olan bu kişiler, huzur içinde sokakta dolaşır oldular…”
Ermenice kaynaklar baskının öbür bankalara değil de, Osmanlı Bankası’na yapılış nedenini, bankanın anaparasının büyük hissesinin yabancı ülkelere ait olmasına bağlıyorlar. Dolayısıyla Ermeni teröristler meşru ve yasal yollarla yabancıların yardım ve desteğini, daha önceki ayaklanma ve başkaldırmalarla sağlayamayınca, bankada çalışan 157 yabancıyı bir yerde rehin alıp, daha fazla yardım göreceklerini ummuşlardır, baskına karşı olan Avukat Haçik Efendi, Dacat ve Mampre adlı din adamları, polis memuru Markar, Taşnak komitacıları tarafından sokak ortasında öldürülmüşlerdir.(79)
13 saat süren baskından sonra, Sir Edward Vincent ve Maksimoff saraya giderek. Sultan II. Abdülhamit’den olayı çözümlemesini istemişlerdir. Maksimoff ve Sir Edward Vincent’in amaçları, ülkede barış ve sessizliği sağlamak değil, kendi ülkeleri çıkarı için Osmanlı Devleti’ni böl-yönet taktiğiyle zayıf düşürmektir. Ancak, Osmanlı Hükümeti, Ermeni ayaklanmalarına ve terörist girişimlerine karşı koyabilmek için ülke genelinde güvenlik önlemlerini arttırmıştır.(80) Ayrıca, Osmanlı Bankası baskınına İngiliz ve Rusların resmi kimlikle destek vermeleri, İngiltere, Amerika, Yunanistan ve Bulgaristan’dan çok sayıda Ermeni teröristin ülkeye girmesini hızlandırmıştır.(81) Ama, Osmanlı Bankası baskını sonucu alınan önlemler etkili olmuş olsa gerekir ki, İstanbul’da dokuz, ülkenin diğer yerlerinde sekiz yıl Ermeni çetelerinin saldırı, sabotaj ve ayaklanmalarına pek rastlanmamıştır.(82)
h) II. Sasun Ayaklanması 13 Nisan 1904.
Temmuz 1897 günü bir Ermeni çetesi, Selvar sınırını aşarak, Menzeki Şefi Şeref Bey’in bulunduğu kasabaya saldırmış, aynı yılın Ağustos ayı içinde Karamay adlı bir Rus çetesi daha ortaya çıkmıştır. 30 kişilik bu çete, bir olay çıkarmadan yakalanmış ve Van yöresinde, bundan sonra Ermeni terörü giderek azalmıştır.
Ama aynı terör, bir süre sonra Sasun, Muş ve Bitlis yöresinde alevlenmiştir. Çünkü, ülkenin batı sınır ve kıyıları güvenlik birimlerince sıkı bir denetim altına alınmış olmasından olsa gerek, izleyen yıllarda .denetimin gevşek olduğu doğu sınır ve kıyılarından Ermeni teröristler içerilere girmeye başlamıştır. Örneğin, Rus bandıralı bazı küçük gemilerin, Batum ile Hopa, Arhavi, Atina (Pazar) ve Of-Sürmene arasında gidip-gelmeye başladıkları ve bunların Rusya’dan pasaportsuz Türkiye’ye dönüşleri yasaklanmış olan Ermeniler oldukları ve silah vb. eşyaları Türk limanlarına getirdikleri duyumu alınmıştır.(83)
1901 yılında Osmanlı Hükümeti, Sasun’daki ayaklanmaları önlemek için, buraya bir kışla yaptırma kararı almışsa da, girişimleri olumlu sonuç vermemiştir. Bu bağlamda aynı yılın kış aylarında Muş yöresinde Antranik çetesi ortaya çıkmıştır.
20 Aralık’ta bu çete Aravel’i (Muş’un 5-6 km. doğusunda) kuşatmış ve burayı sağlam (muhkem) bölge durumuna getirmiştir. Sarp bir görünüme sahip olan Arevel’de bu çetecilerden başka, din adamları(84) ve kasaba sakinleri de yaşamaktadırlar. Bu din adamlarından birisi olan Muşlu Karabet, 17 yaşındayken Rusya’ya Eçmiyazin Kilisesi’ne giderek orada yedi yıl kalmış ve Muş’a dönünce Çarklı Kilisesi’nde öğrenim görmüş, daha sonra da Muş Ermeni Okulu’na mübaşir olarak atanmış ve Ermeni çete hareketlerine katılmıştır.(85)
Bu arada tifo salgını baş göstermiş, günde yaklaşık 20-30 kişi bu salgından ölürken, çeteden dört, askerlerden de 14 olmak üzere 18 kişi de yaşamını yitirmiştir.
1902 yılında Makedonya sorununun ortaya çıkmasıyla, Sasun hareketi zorunlu olarak duraklamış, Makedonya ayaklanması sonunda dışardan Osmanlı İmparatorluğu’na yapılan baskı yeterince değerlendirildiğinden, bu yönde yeni bir sorun yaratılmak istenmemiştir. Böylece Sasun’u saran güvenlik görevlileri, çetecilerin Muş’un içerisine girmesini önlemiştir. Ancak, tüm önlemlere karşın, 1903 yılından itibaren Ermeni komitacıların Avrupa’dan getirdikleri silah ve cephanenin Adana ve yöresine sokulmasını Bab-ı Âli, Zeytun olayına benzer bir olay çıkartmak için Ermeni çetelerinin bir hazırlığı sanmıştır. Oysa, sanılan olaylar, Zeytun’da değil, ikinci kez Sasun’da görülmüştür.(86)
Ermeniler’in propaganda organı Pro Armenia 1903 yılında, 66. sayısında şu satırları yazmıştır :
“Avrupa resmi olarak gerekli girişimlerini hızlandırmak istemezse, Ermeni ihtilâlcileri kendilerinin ve uluslarının yok oluşlarına göz yummayacaklardır. Sasun’da ya da başka bir yörede tehlikede bulunan Ermeniler olduğunda da, komita onların yardımına koşacaktır.”(87)
13 Nisan 1904’te büyük olay başlamış, çeteciler Muş, Bitlis yörelerine dağılmışlar ve Ermeni köylüleri de bunlara yardım etmiştir. Taluri’den Muş ovasına inen çeteciler, ayaklanmayı büyütmüşler, hükümet, ovaya inen Sasunlular’ın orada kalmalarını istemişse de, yabancı konsolosların araya girmesi bu girişimi gerçekleştirememiştir.
Bu arada Ermeni çeteleri, Kafkasya ve İran’dan silâh ve cephane yardımı almayı sürmüşlerdir. Ermeni kaynakları 22 Nisan’a değin süren Sasun ayaklanmasında 1 000’e yakın Türk ve Kürt öldürdüklerini, silâhlarına el koyduklarını, Ermeniler’den de 11 kişinin yaralandığını yazmaktadırlar.(88)
Bu sırada Osmanlı Hükümeti, 40.000 kişilik askeri birliği Sasun’a göndermiş, büyük çapta bir düzeltme yapma kararı almıştır. Çünkü Sasun’daki ayaklanmalar, belli bir bölgede çıkıp,sürmüş ve geniş alanlara yayılmıştır. Bunlara örnek olarak, Zovasar, Apagana, Korner, Gunava ve Şamiranay aklanmalarını gösterebiliriz.
Bu ayaklanmaların sonunda çetenin elebaşıları Kafkasya’ya kaçmış, olay yine yabancı elçiler aracılığı ile örtbas edilmiştir.
ı) Yıldız Sarayı’nda II. Abdülhamit’e Karşı Yapılan Bombalı Saldırı 21 Temmuz 1905
Bir yandan ayaklanmalar doğuda ve güneyde sürerken, bir yandan da Taşnak komitacıları, çalışmalarının yerlerini değiştirmiş, İzmir, Ödemiş ve Manisa’da etkinlik kurmaya çalışmışlardır.
Sofya’da toplantılar yaparak, önemli kararlar alıp, çıkaracakları yeni ayaklanmaların planlarını hazırlamışlar ve artık Avrupa devletlerinden ve Rusya’dan gerekli yardımları göremeyince, Makedonyalıları kendilerine yandaş sayıp, bunlarla birleşmeyi düşünmüşlerdir.
Ne var ki, iki Ermeni terörist tarafından içki şişelerine doldurulan zehirli dinamitin Bulgar teröristleri elebaşı olan bir Ermeni’ye teslim edilerek Varna’dan İstanbul’a gönderileceği Sarayda öğrenilmiş(89) ve böylece Liman Başkanlığınca önlem alınması istenmiştir. 19 Ağustos 1904’te ise, Bulgaristan’daki Ermeniler’den bazılarının yelkenli gemilerle İstanbul’a gelerek olay çıkaracakları haberi alınmıştır.(90)
Ermeni komitacıların gerek Rusya, gerekse Avrupalı devletlerin desteğiyle yasa dışı yollardan eylem yapmak üzere Osmanlı İmparatorluğu’na özellikle denizyoluyla, girişlerinde 1903 yılında bir artış görülmektedir. Bu desteğin bir kanıtı olarak şu girişim gösterilebilir: Selanik’ten İstanbul’a gelen ve içinde 125 Ermeni’nin bulunduğu Lloyd Şirketi’ne ait Venüs vapuru Çanakkale Boğazı’nı geçmiş, vapurun Varna’ya gideceği bilgisi üzerine güvenlik görevlilerince bu Ermeniler’in hem İstanbul’da karaya çıkmaları engellenmiş, hem de gözetim altında tutulmuşlardır.(91)
Tüm önlemlere karşın Ermeni teröristler İstanbul’daki örgütlenmelerini güçlendirmeyi başarmış, bütün örgütler birbirlerini denetler olmuştur. Belli çapta disiplin de sağlanmıştır. Alınan karar, Sultan II. Abdülhamit’i öldürmektir.
Böylece bazı Taşnak komitacıları, Polenezköy’de bombalar patlatarak, deneme yaparlarken, diğerleri de II. Abdülhamit’i usta bir biçimde izlemiş, nerede, ne zaman ne yapıyor, öğrenmişlerdir. Hatta Yahudi asıllı bir Rus, Rus elçisi aracılığı ile, rahatça saraya girip, selâmlık bölümüne bile ulaşmış, incelemeler yapıp çıkmıştır. Selamlıkta sultanı öldürmeyi başaramayacaklarını anlayınca, II. Abdülhamit’in sık sık gidip geldiği Yıldız-Dolma-bahçe arasını daha elverişli bulmuşlardır. Çünkü Ramazan ayının ortasında düzenlenen geleneksel dinsel tören, bu yol üstünde yapılmaktadır. Törende iki kişi silahları ile beklemiş, geçecek olan sultana çapraz ateş etmeyi düşünmüşler, ancak sultanın bu yolu değil de bahçe yolunu kullanması, bu girişimin gerçekleşmesini engellemiştir.
Komita üyeleri yine bir araya gelerek, daha kesin ve güvencesi olan bir plân düşünmüşler, Cuma namazına Yıldız Camii’ne giden sultana çıkışta bombalı saldırı yapmayı planlamışlardır. Planın çok iyi yapılmasına, uygulamada hiç aksaklık olmamasına ve kuşkulanmayı yaratacak bir belirtinin bulunmamasına özen gösterilmiştir.
Yıldız Sarayı’nda patlatılacak bombanın denemeleri Bulgaristan’da yapılmaya başlarken, Yahudi asıllı Rus Krisdafor Mikaelyan yine elçilik aracılığı ile Yıldız Sarayı’na girmiş, bombayı taşıyacak arabanın park yeri ile caminin arasındaki uzaklığı ölçmüş, sultanın arabanın yanından geçeceği süreyi saptamıştır.
Lloyd şirketinden ısmarlanan ve Balkanlar’dan gemi ile İstanbul’a sokulan bir arabanın içi 120 kg. patlayıcı madde ile doldurulmuş, kadranlı saat, kapı ile araba arasındaki uzaklığı 104 saniyede alacağı hesaplanan sultana göre ayarlanmıştır.(92)
Bomba, çevrede geniş çöküntüler oluşturarak patlamış, ama Cuma namazı kılan sultan, Şeyhülislâm’la söyleştiğinden bu süreyi caminin içinde geçirmiş, böylece Ermeni teröristler, yine beklenen sonucu alamamışlardır. Bu büyük çalışmanın, hazırlığın sonunda, Taşnak komitacıları ellerinde olmayan nedenlerle, yine başarısızlığa uğramışlardır.
Olaya karışan 40 kişiden bir kısmı ölü olarak ele geçirilmiş, bir kısmı da yakalanmış, bunlardan 12 kişi tutuklanmıştır. İdam cezası ile yargılanan suikast önderi Belçikalı Edward Joris, bağışlanarak Ermeni komitacıların aleyhine ajanlık yapması için 500 lira ile ödüllendirilerek, Avrupa’ya gönderilmiştir. Öteki tutuklular da serbest bırakılmıştır.(93)
Ancak Yıldız Sarayı’ndaki bombalama olayı sonrası Bab-ı Âli’nin, Avrupa’dan İstanbul’a girişleri sıkı denetim altına almış olmasından kaynaklandığını sanıyoruz, Temmuz 1905’ten itibaren Ermeni teröristlerin Osmanlı ülkesine girişi, Batum-Trabzon dizgesinde yoğunlaşmıştır.(94) Alınan önlemler sonucu, 2 Mayıs 1907’de Artin, Agop ve Agya adlarındaki Rusya’dan gelen üç Ermeni, bu kez Samsun dolaylarında bir yere çıkarak, yaklaşık 60 kadın ve erkek Ermeni’yi Bursa’ya kaçırmak için kayıklara bindirdikleri sırada yakalanmışlardır. Ama 40 kadarı deniz yoluyla kaçmayı başarmıştır.(95)
Bu arada Sultan II. Abdülhamit’in buyrultusu sonucu alınan önlemlerle Yıldız Sarayı olayından beş ay sonra, çatalağzı sahillerine çıkan üç Ermeni kaçağı tutuklanmıştır. Ayrıca kömür yüklemek üzere Liverpol’dan Zonguldak Liman’ına gelen Yunan bandıralı İstefanos vapurunda bulunan silah ve yanıcı kimyasalların oradaki mavna ve dubalara çıkarıldığının haber alınması üzerine aranılan İsmail adlı bir kişinin su dubasında ve sintinesinde iki gra tüfeği ile 70 adet fişek; mavnada da bir torba içinde dört kilogram barut bulunmuştur. (96)
i) Adana Ayaklanması 14 Nisan 1909
Bundan önceki başkaldırma ve ayaklanmalarda Adana yöresinde herhangi bir olayla karşılaşılmamıştır. Çünkü bu yörede etkin olabilecek sayıda ne Ermeni, ne de ayaklanma çıkartmak için görünür bir neden vardır. Tüm bu özelliklerine karşın, Adana’da Ermeni ayaklanmasının nedeni, yukarıda değinildiği üzere, 1897 yılından itibaren Bab-ı Âli’nin İstanbul’da aldığı sıkı önlemler (97) ve Beyrut tren hattının Halep’e değin uzaması sonucu, Ermeni teröristlerin bu hattı izleyerek Süveyide sahillerine ve Kıbrıs’a değin kaçmalarıdır.(98) Bu gelişmeler üzerine Babı Ali, Kıbrıs’ta bulunan Ermeni çetelerinin ülkenin her yanı ile haberleşerek, olay çıkarmak istedikleri duyumunu alınca, Mersin’den Kıbrıs’a değin ve Kıbrıs’ın karşısındaki tüm Akdeniz sahillerinde güvenlik önlemlerini yoğunlaştırmıştır.(99)
7 Mayıs 1908’de ise Kıbrıs’ta toplandıkları haber alınan Ermeni çetelerinin haklarında soruşturma yapmak için gönderilen bir polisin yaptığı incelemeye göre, adı geçen adada çeşitli yerlerde 500 kadar Ermeni bulunduğu ve bunların çoğunun Amerika’dan gelmiş ve Tuzla’ya uğrayan vapurlardan beşer onar kişilik kafileler halinde çıkmakta oldukaları gibi, iki gün önce de Nemse vapuru ile Kilisli 18 Ermeni’nin iskeleye çıktığı anlaşılmıştır. Ayrıcı Tuzla’da 600 varil barut ile iki sandık tabanca, dört sandık tüfek ve 16 sandık da fişek bulunduğu ve 27 gün önce Magosalı kaptan Yorgi’nin kayığı ile Anamur sahiline 44 varil barut gönderildiği ortaya çıkmıştır. Dahası, İskenderun’a gitmek için Mersin’e gelen Mirod adındaki Fransız gemisi ile Reji tarafından Tuzla’da bulunan Höce Edvar’dan İskenderun’daki kardeşine gönderilen bakla ve kereviz içinde altı çuvalda 54 okka barut bulunduğu anlaşıldığından barutun ele geçirilmesi için özel bir memur gönderilmiştir.(100)
Adana’da Ermeni ayaklanmasının bir başka nedeni de 1900’lere gelindiğinde bu yörenin emperyalist yayılma açısından önem kazanmasıyla bağlantılıdır. Bağdat Demiryolu bu yörenin yakınlarından, Mersin’in içinden geçmektedir. Bir diğer neden ise, Ermeni Marhasası Episkopos Muşeg’in Van, Maraş, Zeytun, Mamuretülaziz, Bitlis ve Diyarbekir’den Ermeniler getirtip Adana’ya yerleştirmesiyle ilgilidir. Tüm bu nedenlerden dolayı Adana yöresine Mersin ve İskenderun limanlarından sokulan silâh sayısı, 13.000’e yakındır. (101)
Bu bağlamda Muşeg, kilise, okul ve meydanlarda konuşmalar yapmış, halkı ayaklanmaya, Kilikya krallığını kurmaya çağırmıştır. O tarihte Adana’nın nüfusu 550 000’dir. 450 000 kadarı Türk, 60.000 kadarı Ermeni, geri kalanı da Rum ve Araplardan oluşmaktadır.(102)
Bu arada İstanbul’da çıkan gazeteler, burada yaşayan halkı iyice tedirgin etmeye başlamıştır. Adana Valisi bulunan Cevdet Bey, nesnel kararlar alıp, uygulamalar yapabilecek durumda değil, iyi niyetli ve biraz da korkaklığı ile tanınmaktadır.
14 Nisan 1909’da Adana’da Ermeniler ayaklanmışlar, Adana, Tarsus, Azizli, Erzin, Dörtyol’da, öylesine çarpışmalar başlamıştır ki, adeta bir soykırımın en görkemli anları yaşanmıştır.
Erzin kasabasına ilerledikleri duyulan Ermeniler’in, Müslümanlar’a saldıracaklarını düşünen Cebel-i Bereket Sancağı Mutasarrıfı Asaf Bey, soykırıma engel olacağını sanarak, öznel bir kararla “Yurdunu, ulusunu seven her Müslüman’ın silâha sarılmasını’’ duyurmuştur. Karşılıklı çatışma günlerce sürdükten sonra, 17.000 Ermeni, 1.850 Müslüman ölmüştür.
Ağustos ayında Adana Valiliği’ne atanan Cemal Paşa ise, 47 Müslüman’la, bir Ermeni’yi idam ettirmiştir. İdam edilenler arasında Bahçe Kazası’nın müftüsünün de bulunduğunu, anılarında yazan Cemal Paşa, “İskenderiye’ye kaçan Mösyö Muşeg elime geçseydi, onu da Bahçe Müftüsü’nün karşısına dikip, astırırdım,” diye yazıyor.(103)
İYİLEŞTİRME PROJELERİ
a) Ermeniler’in İyileştirme Projesi 1879
Berlin Antlaşması’yla saptanan iyileştirmenin yapılması için İngiliz Başbakanı Gladstone, büyük çalışmalara başlamıştır.
Bab-ı Âli, doğudaki vilayetlerde iyileştirme yapmak için girişimlerde bulunduğu sırada bu fırsattan yararlanarak patrikhane de bu konuda bir muhtıra vermiştir.
Ermeniler’in yoğun olduğu Erzurum, Bayburt, Hınıs, Pasinler, Kiğı, Tercan, Kuruçay, Kemah, Ovacık, Malazgirt, Diyadin, Antep, İspir, Keskin, Kelkit ve Şiran’ın durumlarını iyileştirmek için patrikhanenin verdiği bu muhtırada şu değişiklikler istenmektedir:
a) Yönetsel Değişiklik: Bu sancak, kaza, liva ve vilayetlerin mülkiye amirleri olan vali, mutasarrıf, kaymakam, defterdar, mektupçu, tapu müdürü ve mal müdürü halkın onayı alınarak Bab-ı Âli aracılığıyla atanmalı, bu yetkililer Müslüman ise yardımcıları Ermeni, Ermeni ise, yardımcıları Müslüman olmalıdır. İl İdare Meclisi kurulmalı, kurulun yarı üyesi Ermeni olmalıdır. Ancak bu kurula müftü, marhasa, vakıf müdürü, v.b. alınmamalı, özellikle şeriatçı oldukları için, din görevlilerine, yani müftülere hiç yer verilmemelidir.
b) Mahkemelerde Değişiklik: Yargıtay (İstinaf) ve Ticaret mahkemeleri kurulmalı, bu mahkemeler doğrudan Adalet Bakanlığı’na bağlı olup, atamalar Bab-ı Âli’ce yapılmalı, altı üyeli bu mahkemelerin yarısı Ermeni, yarısı da Türk-İslâm olmalıdır. Yargıçlar Türk ise, yardımcısı Ermeni; Ermeni ise, yardımcısı Türk-İslâm olarak seçilmelidir.
c) Zabıtada Değişiklik: Avrupa’daki gibi bir jandarma örgütü bulunmalı, alınacak kişiler, eğitim görmüş, yetenekli Türk- İslâm ve Ermeniler’den oluşmalıdır. Kesinlikle bu örgüte Kürt ve Çerkez gibi ilkel uluslardan kimse alınmamalıdır.
Ayrıca bu örgütün en yetkilileri Avrupa’dan getirilmeli, bunlar, albay ve binbaşılardan oluşmalıdır. Çünkü bu ülkenin bu görevi yerine getirecek yetenekli kişileri yoktur. Ancak yüzbaşılar Ermeni ve Türk-İslâm olabilir.
ç) Vergi Yasasında Değişiklik: Adalet ve eşitlik ilkeleri temel alınarak, herkesin ödeme gücüne göre vergi alınmalı ve miktarı azaltılmalıdır. Özellikle Aşar kaldırılmalı, ülke ve hazine için zararlı olan zaptiye ile vergi toplanması kaldırılmalı ve eğitilmiş tahsildarlar bu işi yapmalıdır.
Dil konusunda da, Ermenice’nin Osmanlıca’yla eşit tutulması, yolsuzluklar, kız kaçırma, rüşvet gibi sorunlara da yer veren 46 maddelik bu muhtırada Türk, Türkmen, Kürt ve Çerkezlerin, Ermeniler’in oturdukları sancak ve köylerden atılması, Kürt urukların (aşiretler) dağıtılarak, Arabistan içlerine sürülmesi ve bunlardan gelen yakınmalara kesinlikle yer verilmemesi de istenmektedir.(104)
b) Rusya – İngiltere ve Fransa’nın İyileştirme Projesi ve Muhtırası 28 Nisan 1895
Bu tarihte (28 Nisan 1895) Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından mali, hukuksal ve yönetsel alanlarda, aşağıdaki maddelerde gösterilen konularda bir iyileştirme yapılması isteği ile Osmanlı Hükümeti’ne bir muhtıra verilmiştir. Muhtırada şunlar yer almaktadır:
1) Ermeniler’in yoğun oldukları Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamur-et ül’aziz (Elazığ) ve Diyarbekir vilayetlerinde yeniden düzenlenmeye gidilmesi,
2) Berlin Antlaşması gereğince, adı geçen vilayetlere atanacak valilerin, resmi olmayarak Osmanlı Hükümeti’nce ilgili elçiliklere bildirilmesi,
3) Gerek siyasal suçlardan, gerekse hukuksal suçlardan yargılanan Ermeni tutukluların genel olarak bağışlanması,
4) Her ne gerekçeyle olursa olsun, göç eden Ermeniler’in Osmanlı ülkesine geri dönmelerine izin verip, taşınır ve taşınmaz mallarına yine sahip olmaları.
5) Osmanlı Hükümeti, her ne denli mahkemeler kurup, denetim ve yargı sistemini geliştirse de, bunun bir kat daha arttırılması,
6) Hapishane ve tutukluların denetiminin sağlıklı ve disiplinli olması,
7) Düzeltim uygulanmasını gözetecek yüksek komiser kurulunun seçilmesi,
8) Düzeltimin gözetimini yapacak sürekli bir kurulun İstanbul’da kurulması,
9) Sasun ve Taluri’de zarar gören Ermeniler’e özdek ve tinsel tazminat ödenip, zararlarının karşılanması.
10) 21 yaşını doldurmayanların mezhep değişikliğinin yapılmaması,
11) 1863 yılında yayınlanan, Ermeni Ulusal Tüzüğü’nün ve Ermeniler’in ayrıcalıklarının kesinlikle korunması ve bunun Bab-ı Ali’ce yerel yönetimlere bildirilmesi,
12) Yukarıda adı geçen vilayetlerin dışında Anadolu’da Ermeniler’in bulunduğu Zeytun, Haçin, Halep, v.d. yerlerde Ermeniler’in çıkarlarını koruyacak Hıristiyan bir memurun seçilmesi.(105)
c) Bab-ı Âli’nin İyileştirme Projesi 22 Kasım 1913
Rusya, Fransa ve İngiltere tarafından verilen muhtıra ve düzeltim projesine 3 Haziran 1895’te Bab-ı Âli tarafından yazılı bir nota verilerek düzeltimin uygun ve yerinde olduğu, bu düzeltimin yalnız Ermeniler için değil, bütün imparatorluk halkının mutluluk ve huzuru için gerekli olduğu, bundan tüm vilayetlerin yararlanması gerektiği vurgulanmıştır.
Ayrıca 17 Haziran 1895’te de bir sözlü nota veren bu üç devlete Bab-ı Âli, bu düzeltimin Berlin Antlaşması’nın 61. maddesine uygun bir biçimde yapılmasını öngördükleri için, Rusya, İngiltere ve Fransa elçiliklerine de teşekkürlerini iletmiştir.
İncelenmesini ve tartışılmasını gerekli gösteren bazı maddelerin de bulunduğunu vurgulayan Bab-ı Âli, bu maddenin uygulanmasının denetimi dışında yukarıda adı geçen devletlere başkaca bir yetkinin verilmediğini de belirtmiştir.
Bu sırada düzeltimi uygulamak için Anadolu’ya gönderilen Şakir Paşa’ya doğudaki altı vilayette adaletin uygulanması, devlet memurlarının görevlerindeki disiplinin sağlanması, göç eden Ermeniler’in geri dönmesine izin verilmesi, Zeytun ve Haçin’de çalışmalar yapması için görev verilmiştir.
23 Temmuz 1895 tarihinde bütün Ermeni siyasal tutukluları için af çıkarılmış, öbür sorunlar da Şakir Paşa aracılığıyla ele alınmaya başlanmıştır.
17 Ağustos 1895’te Lord Salisbury Berlin Antlaşmasının 61. maddesindeki Ermeni vilayetlerinin durumu ve buralarda devletlerin denetiminden yararlanarak dördü Türk, üçü de İngiliz, Fransız ve Ruslar’dan olmak üzere bir kurul oluşmasını istemiştir .Böylece altı vilayette uygulanacak düzeltime ilişkin şu önerge yayınlanmıştır.
1) Mülkiye amirleri yarı Türk-İslâm, yarı Ermeni olacaktır.
2) Hıristiyanların yoğun olduğu yerlerde yardımcı Ermeni mutasarrıfı bulunacaktır.
3) Yönetimde eğitim görmüş ve yetenekli kişiler yer alacaktır.
4) Atanacak memurların sayısı ve uyruğu nüfus oranına göre saptanacaktır.
5) Köylerde ihtiyar meclisi, illerde sulh hakimliği kurulacaktır.
6) Adliye müfettişleri yarı İslâm, yarı Hıristiyan olacaktır.
7) Polis ve jandarma da yarı yarıya seçilecektir.
8) Hapishane yönetimi, yasayla saptandığı gibi uygulanacaktır.
9) Kürtler’in kışlalarına gidiş ve dönüşü denetlenecek olay çıkarmak isteyenlere engel olmak için, birkaç Kürt hükümete teslim olacak, uruklar (aşireler) da hükümetin belirttiği yerlere yerleşeceklerdir.
10) Hamidiye Süvari Alayları, eğitim zamanları dışında silâh taşımayacaklardır.
11) Emlâk senetleri ve vergi toplamak incelemeye bağlı kılınacak; iki İslâm Türk ve iki Ermeni denetimi elinde bulunduracaklardır.
12) Toptan Aşâr ihâlesi kaldırılıp, zorluklar çıktığında halk, mahkemelere başvurabilecektir.
13) Bu maddelerin uygulanmasını denetlemek için, denetim kurulu oluşup, yabancı devletler uygulamada aksaklık görünce bu kurula aksaklığı bildireceklerdir.(106)
Gerek Ermeniler’in iyileştirme projesi, gerekse Fransa, İngiltere ve Rusya’nın verdiği muhtıra büyük çapta uygulanmış ve bu maddeler bildirilerle Osmanlı Hükümeti’nce yasallaştırılmıştır. Ama gerek Taşnak ve Hınçak komitaları bu evrim ve düzenlemeleri beğenmeyerek ayaklanma girişimlerini, gerekse Batılı devletler ve Rusya böl-yönet taktikleri doğrultusunda Babı Ali’ye sürekli nota ve muhtıra vermeyi sürdürmüşlerdir. Her istedikleri aşağı yukarı gerçekleşince, iyileştirme projelerine Avusturya ve Almanya da karışmaya başlamıştır.
5 Kasım 1896’da Sultan II. Abdülhamit, Cambon’a şu önlemlerin alınacağını bildirmiştir:
1) Tutuklu bulunan Ermeniler delil yetersizliği varsa serbest bırakılacaktır.
2) Düzeltim buyrultusu ivedilikle yayınlanacaktır.
3) Ermeni Ulusal Meclisi’nin toplanması hemen sağlanarak patrik seçilecektir.
4) Ayaklanma ve karışıklık hükümetimizce hemen önlenecektir.
5) Enis Paşa, Diyarbekir Valiliği’nden uzaklaştırılacaktır.
1901’de yine bir iyileştirme projesi hazırlayan Fransızlar, isteklerini şöyle sıralamışlardır:
1) Ermeniler’in bulunduğu vilayetlere beş yıllık süreli, Avrupa’dan bir vali atanmalı ve yürütme yetkisi de bu valide toplanmalı.
2) Vergilerin toplanması, güvenliğin sağlanması, memurların atanmaları, yargıçların seçimi v.b. işler de yine bu vali aracılığıyla görülmeli.
3) Her kazada iki Hıristiyan, iki Müslüman olmak üzere, dört kişilik bir kurul oluşturulmalı; tarım, bayındırlık ve sanayideki gelişmelerle bunlar ilgilenip valiye rapor vermeli.
4) Altı vilayetin bütçesi beş yıllık gelirleri ortalamasına göre saptanıp, önce yerel harcamalara, kalanı da hükümete ödenmeli.
5) Bunları denetlemek de Avrupalı bir yarkurul tarafından yapılmalıdır.(107) Bu proje de, Almanlarca beğenilmemiş, “Ermenistan’da olup bitenlerden habersiz kalırız’’
demişlerdir.
Bir başka proje daha hazırlanmıştır. İstanbul’un Rus Elçisi Mandelstam’ın 2 Haziran 1913’te sunduğu projenin en önemli maddesi, altı vilayetin birleştirilerek, bir vilayet durumuna getirilmesi ve valinin de Avrupalı olup, memurların atanma ve görevden alınması yetkisinin bu valide toplanması, biçiminde düzenlenmiştir. Ayrıca, bu vilayetlerde yaşayan Ermeniler’in, askerliklerini buralarda yapmaları istenmiştir.
Görüleceği gibi bu projenin bölgenin iyileştirilmesiyle hiçbir ilgisi yoktur. Amaç, bir Ermeni bölgesi oluşturulup, usulen Osmanlı Devleti’ne bağlı, Rus çıkarlarına hizmet eden bir Ermenistan kurmaktır. Çünkü, Bağdat Demiryolu Toros’un güneyinde kalmaktadır. Bu hattın İran Körfezi’nde biteceğini bilen Rusya, bunu kendisi için bir Petersburg-İran yolu kabul etmiş, sözde Ermenistan da, bu Alman-Rus rekabetinin kesiştiği önemli bir konumda yer almıştır.(108)
Nitekim, Rusya’nın niyetini anlayan Almanya,26 Haziran 1913’te Rus Hükümeti’ne bir muhtıra vererek bu projenin tehlikeli olduğundan söz etmiştir. Çünkü Almanlar’a göre, bu projeyle Anadolu’nun yarısı(109) Ermenistan durumuna gelir, Osmanlı İmparatorluğu’yla hiçbir bağı kalmaz ve onun parçalanmasına yol açar.
Ermeni dostu olarak tanınan Alman yazar Ruhribaeh:
“Ermenistan’ın coğrafî durumu Anadolu egemenliğinin anahtarıdır. Altı vilayetin birleşmesi, bu bölgeyi Rusya’nın eline geçirir. Rusya Ermeni vilayetlerine egemen olunca, Küçük Asya ve İran Körfezi’nde tüm ticaret ve önemli yollara da gelecekte egemen olması demektir. Ayrıca, Akdeniz’e doğru olan yerler Ruslar’ın eline geçer. Ermeni vilayetlerinin Rusya’nın eline geçmesinden daha korkunç bir şey olamaz. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasal düşüncelerle sürekli koruyacağız. Ancak Ermeni vilayetlerini Osmanlı Hükümeti’ne bağlı olarak kabul edebiliriz.”
demektedir.
Artık iyileştirme projelerinin ardı arkası kesilmiyor, Avusturya, Macaristan, İtalya, Rusya, Almanya, İngiltere ve Fransa hükümetleri ya Osmanlı Hükümeti’ne ya da birbirlerinin elçiliklerine sürekli muhtıra ve notalar veriyorlardı. Her ülke kendi çıkarları doğrultusunda, iyileştirme projesinden de öte birtakım projeler hazırlıyor, Berlin Antlaşması’nın 61. maddesinin boyutlarını aşan, hatta hiç ilgisi olmayan ayrıcalıklar istiyorlardı.
Sonunda 22 Kasım 1913’te Bab-ı Âli’nin hazırladığı ve ilgili elçiliklere bildirdiği projenin maddeleri şöyle düzenlenmiştir:
1) Yabancı devletler, birbirleriyle anlaşarak projeler hazırlamışlardır.
2) Artık Avrupalı danışmanların denetimi bütünü ile kaldırılmış olup, bu işte Osmanlı Hükümeti’nin atadığı müfettişler görevlendirilmiştir.
3) Bu müfettişler Osmanlı Hükümeti’nin onayını almadan hiçbir şey yapamayacaklardır.(110)
SAVAŞ ÖNCESİ OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ERMENİLERİN KONUMU
Yaklaşık 600 yıl Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesinde yaşayan Ermeniler’in, özellikle 1461-1914 yılları arasındaki konumlarına kısaca değinmek istiyoruz.
Söz konusu dönemde, devletin en yüksek basamaklarına değin getirilen 21 Ermeni Nazıra (Bakan) örnek olarak, Hagop Kazazyan Paşa, Mareşal Garabet Artin Davut Paşa, Andon Tıngır Yaver Paşa, Oskan Mardikyan, İstanbulluyan, Bedros Hallaçyan ve Gabriel Noradukyan’ı verebiliriz.(111)
Hazine-i Hassa Nazırı adı verilen ve sultanın kişisel güven duyduğu kişileri atadığı bu göreve de Mikael Portakalyan, Sakız Ohannes Paşa ve Hagop Kazasyan paşalar getirilmiştir.
Âyan azalarına (senato üyesi) örnek olarak, Mareşal Ohannes Kuyumcuyan Paşa, Abraham Eramyan Paşa, Maruk Azaryan ve Gabriel Noradukyan’ı verebileceğimiz gibi, 1877 ilk Meşrutiyet Meclisi’nde dokuz; 1908 II. Meşrutiyet Meclisi’nde iki İstanbul, iki Rodosto (Tekirdağ), birer Halep, Kozan, Erzurum, Van, Muş, İzmir ve Sivas olmak üzere 11 milletvekili; 1914 Meclisi’nde 12 milletvekili olmakla birlikte, konsolos, büyükelçi, bakanlık sekreteri olmak üzere toplam 20 000 Ermeni kamu görevlisinden söz edebiliriz.(112)
Bir karşılaştırma yapacak olursak, Osmanlı Parlamentosu’nda temsil edilen etnik kökenlilerin Rus Duması’na göre çok daha yüksek oranda olduğunu görebiliriz. Öyle ki, 1905’ten sonra kurulan bu Duma’da, Rus olmayan ulusların temsilinin düşük olmasının özel bir statü ile sağlandığını da belirtmeliyiz.(113)
Ayrıca 1870 yılında İstanbul’da Müslümanlar’ın sekiz gazetesi varken, 150.000 Ermeni’nin 16 gazetesi bulunmaktadır.(114)
Bazı Ermeni kaynaklarının, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu dönemine “tutsaklık yıllarımız” demelerine karşın, o döneme göre ve diğer etnik gruplarla karşılaştırıldıklarında ne denli eşitlik ve özgürlük ortamında yaşadıklarını söylemek yanlış bir saptama olmazsa gerekir.
SAVAŞ ÖNCESİ OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ERMENİLERİN NÜFUSU
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni nüfusuna değinirken, gereksiz ve sağlıksız olması nedeniyle gerilere gitmeyeceğiz.
Gereksiz diyoruz, çünkü daha önce değindiğimiz gibi Ermeni Sorunu 1878 Berlin Kongresi’yle ortaya çıkmıştı. Hem bu nedenle, hem de Berlin Kongresi’nde Ermeniler bağımsız bir devlet isterlerken, bunu gerçekleştirmek için Doğu Anadolu vilayetlerinde 3.000.000 Ermeni’nin yaşadığı gibi abartmalı bir savda bulunmuşlardır. Sayının abartmalı olduğunu şuradan anlıyoruz: Bilindiği üzere, Berlin Antlaşması’nın maddelerinden biri de Hıristiyanlar için vergi konusunda yapılması istenen düzenlemeydi. Nitekim bu düzenleme yapılmış, vergi her Hıristiyan’ın gelir durumuna göre ayarlanmıştır. Ancak, bu vergiyi Osmanlı Devleti’ne ödememek için patrikhane, Ermeni nüfusunu, değil 3.000.000, Osmanlı Hükümeti’nin saptadığının altında bir sayı olarak göstermiştir.
Gerilere gitmeyi sağlıksız da buluyoruz, demiştik. Çünkü İstatistik Genel Müdürlüğü 1892 yılında kurulduğundan dolayı bu tarihten önce sağlıklı sayım yapıldığını sanmıyoruz. İstatistik Genel Müdürlüğü’nü ilk kez Nuri Bey, 1892-1897 yılları arasında Fethi Franco adlı bir Osmanlı Musevi, 1897-1903 yılları arasında Mıgırdiç Şınabyan adlı bir Osmanlı Ermeni, 1903-1908 yılları arasında Rober (Robert) adlı bir Amerikan, 1908-1914 yılları arasında da Mehmet Behiç Bey yapmıştır.(115)
1893 nüfus sayımı sonucuna göre Osmanlı İmparatorluğu’nun toplam nüfusu 17.388.604, Ermeniler’in toplam nüfusu ise 1.001.465’tir. l906’da yapılan sayıma göre toplam nüfus, 20.884.630, Ermeni nüfusu 1.120.748 olarak saptanmıştır. 1914 sayım sonucu ise, toplam nüfusu 18.520.016, Ermeni nüfusunu da 1.229.007 olarak göstermektedir. (116)
Öte yandan, Patrik Ormanyan, 1893-1897 yılları arasında Ermeniler’in yoğun olarak bulunduğu altı vilayet için şu oranları vermektedir: (117)
Sivas: % 17 Ermeni
Erzurum: % 30 Ermeni
Bitlis: % 33 Ermeni
Mamuret-ül-aziz: % 12 Ermeni Diyarbekir: % 17 Ermeni
Van: % 19 Ermeni
Ormanyan’ın verilerine göre, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki toplam Ermeni nüfusu ise 1.887.900’dür.
Fransız Konsolos Vital Cuinet ise, 1895 yılı için söz konusu bu vilayetlerde yaşayan çeşitli soydan Osmanlı yurttaşlarının nüfus oranı ve dağılımını şöyle vermektedir: (118)
Bitlis: % 32 Ermeni, % 64 Türk ve Kürt
Diyarbekir: % 16 Ermeni, % 71 Türk vd.
Erzurum: % 20 Ermeni, % 77 Türk vd.
Harput: % 12 Ermeni, % 78 Türk vd.
Sivas: % 15 Ermeni, % 77 Türk vd.
Van: % 17 Ermeni, % 56 Türk vd.
Vital Cuinet’nin vilayetlere göre verdiği. Ermeni ve toplam nüfus dağılımı da şöyledir:
Bitlis: 131.390 Ermeni, toplam nüfus 398.625
Diyarbekir: 79.718 Ermeni, toplam nüfusu 471.462
Erzurum: 134.967 Ermeni, toplam nüfus 645.702
Mamuret-ül-Aziz: 69.718 Ermeni, toplam nüfus 575.314
Sivas: 170.433 Ermeni, toplam nüfus: 1.086.455
Van: 179.998 Ermeni, toplam nüfus 430.000
Vital Cuinet, ayrıca Adana ve Trabzon’daki Ermeni nüfusunu da vermektedir. Bunlar,
Adana: 97.450 Ermeni, toplam nüfus 403.434
Trabzon: 47.200 Ermeni, toplam nüfus 1.047.700’dir.
Rus Konsolosu General Mayewski de, görevli bulunduğu Van ve Bitlis vilayetleri için 1913 yılına özgü şu oranları vermektedir: (119)
Van: % 26 Ermeni, % 46 Türk ve Kürt
Bitlis: % 39 Ermeni, % 55 Türk ve Kürt.
Pinon ise, Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfus dağılımını verirken, toplam nüfus için Cuinet’nin saptadığı rakamları kullanırken, Ermenilere ilişkin yukarıdaki vilayetlerin nüfusunu iki üç katı gibi sayılara ulaştırmaktadır. Cuinet’den ayrı olarak bu rakamları Pinon, nereden aldığını göstermemektedir.(120)
Ayrıca İngiliz kaynaklarına göre 1917 yılında yapılan Britanica Yıllığı, 1913 yılı sayısını yineleyerek şu rakamları vermektedir: (121)
Küçük Asya’da toplam nüfus 11.374.700, Ermeniler’in nüfusu ise, 1.056.200’dir. Doğu Anadolu’daki altı vilayette toplam Müslüman nüfusu 1.795.800, Ermeni nüfusu 480.000, Batı Anadolu’da ise 576.000’dir.
Batılı bilimadamı ve araştırmacıların Osmanlı İmparatorluğu’ndaki toplam Ermeni nüfusunun yıllara göre verdikleri dağılımı da şöyledir: Vital Cuniet, 1892’de 1.475.011; Felix Weber 1896’da 1.000.000; H.F. Lynch 1901’de 1.325.246; Lodovic de Constenson 1901’de 1.383.779; Britannica Ansiklopedisi 1910’da 1.500.000; Lodovic de Constenton 1913’te 1.400.000; Justin McCarthy 1914’te 1.698.303; Stanford J. Shaw 1914’te 1.294.851; David Magie 1918’de 1.479.000; Dr. Lepsius 1919’da 1.500.000; Claire Price 1923’te 1.500.000; E. Alexander Powell 1923’te 1.500.000 olduğunu belirtmektedirler.(122)
Görüldüğü üzere gerek Osmanlı istatistikleri, gerek Ermeni istatistikleri, gerekse yabancı istatistikler I. Dünya Savaşı döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Ermeniler’i yaklaşık 1.500.000 olarak ortaya koymaktalar.
Ayrıca 1914 yılı için Osmanlı İmparatorluğu’nda Müslüman, Rum ve Ermeniler’in resmi istatistiğe dayalı nüfus dağılımlarını gösteren Fransızca bir haritayı özgün olması nedeniyle kitabın son sayfasında vermekteyiz. Nitekim söz konusu nüfus haritası da yukarıda verilen rakamları doğrular niteliktedir.
SAVAŞ ÖNCESİ OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bu dönemde Osmanlı yönetimine karşı örgütlenmeler ve ayaklanmalar yalnız Ermeni komitacılarınca değil, İttihatçılar adıyla bilinen ve çeşitli gizli dernekler kuran Osmanlı Türk gençlerince de yapılmaktadır. Bu kişiler, baskıcı ve gerici olduğu savıyla II. Abdülhamit yönetimine son vermek için örgütlenmiş, öğrenim yapmak için Batıya açılma fırsatı buldukça da 1789 Fransız Devrimi’nden etkilenmişlerdir. Böylece gittikleri ülkelerde daha demokratik ortam buldukları için Osmanlı yönetimine karşı propaganda niteliğinde gazeteler çıkartmaya başlamışlardır. 1889 yılında aydın Osmanlı gençlerince gizli olarak kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1902’de Mısır’da Şurâyı Ümmet, 1904’te Cemiyet-i İnkılâbiye ve Mecmua-ı İnkılâbiye, Paris’te Meşveret, 1906’da Terakki ve Şam’da 1905’te Vatan dergilerini çıkarmıştır.(123)
Dışarıda bu çeşit propaganda yapılırken, içeride de II. Abdülhamit yönetimine karşı bir bazı ayaklanmalar görülmüştür. Bunlara Ali Suavi önderliğinde yapılan Çırağan olayını, Cleanti Scalieri Aziz Bey’in hazırladığı II. Abdülhamit’i öldürtme girişimini ve Resneli Niyazi Bey ile Enver Bey’in Ohri’de başlattıkları olayı örnek olarak verebiliriz.(124)
Önceleri Genç Türk ve sonra İttihatçı örgütlenmenin en önemli amaçlarından biri, Batı düşün akımlarından etkilenerek, geri buldukları kendi ekinlerinin (kültürlerinin) tinsel değerleriyle içiçe girmiş Batı ekininden oluşan bir toplum düzeni kurmaktır.
Bu amacı gerçekleştirmek için biri tepkisel olmak üzere başlıca üç düşün akımı ortaya çıkmıştır: İmparatorluğun kalkınması için Ahmet Rıza ve yandaşları A. Comte’tan etkilenerek; pozitivizmi egemen kılmayı; Mizancı Murat, İslâm şeriatı altında bir büyük Müslüman rejimi kurmayı; Prens Sabahattin ise, kişisel girişime dayalı kapitalizmi savunmaktadır.(125)
II. Abdülhamit yönetimine karşı ilk başlarda Tıp ve Harp okullarında gençlerin başlattığı bu tür girişimler, zamanla boyut kazanmış, bunlardan bazıları sosyalizmi, hatta bazıları da anarşizmi desteklemeye başlamışlardır.(126)
Öte yandan II. Abdülhamit de tüm bu örgütlenmelere karşı baskılı yönetimini iyice güçlendirerek panislamizmi bir ülkü olarak benimsemiş ve merkeziyetçiliği arttırmıştır.
Bu gelişmeler sürerken Sabahattin ve Lütfullah Beyler 4 Şubat 1902’de Paris’te bir toplantı yaparak iki önemli tez ortaya atmışlardır:
1- Devrim için propaganda ve yayımın yetersiz kalması nedeniyle askersel güçlerin de devrim çalışmasına katılması gereği.
2- Devrim için yabancıların girişiminin sağlanması.
Sabahattin Bey, ikinci tezin sakıncalarını vurgulayarak, yabancıların ancak kendi çıkarları doğrultusunda işe karışmayı kabul edeceklerini belirtmiştir. Kongrede II. Abdülhamit yönetimi ile Osmanlı halkları arasında hiçbir bağın bulunmadığı vurgulanmış ve şu kararlar alınmıştır:
1- Osmanlı halkları arasında, uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yerel yönetime katılma, yurttaş eşitliği, Osmanlı Hanedanı’na bağlılık,
2- 1876 Anayasası temel alınarak, yasalara saygınlığın ve Osmanlı İmparatorluğu’nda çağdaş anlamda ilk nüfus sayımının 1893 sayımı olduğunun sağlanması,
3- Ermeniler açısından, Berlin Anlaşması’nın 61. maddesinin uygulanması.
Taşnaksutyun Komitası’ndan Avadis Aharonyan başkanlığında bir grubun da katıldığı bu toplantıya Hınçaklar adına da Minas Çeraz ve Basmacıyan katılmışlardır.(127)
Başlangıçta eşitlik, özgürlük, adalet vb. kavramlarda aynı görüşe sahip olan İttihatçılarla Ermeni komitacıları arasında, daha sonra düşünce ayrılıkları görülmeye başlanmıştır. Milliyetçilik, Türkçülük, İslâmcılık gibi akımlar İttihatçılar arasında yaygınlık kazanınca, Ermeni komitacılarında da özerk, bağımsız Ermenistan kurma eğilimi su üstüne çıkmıştır.(128)
Böylece hedefleri aynı olmakla birlikte (II. Abdülhamit yönetimine karşı) amaçları ayrılmış, ancak bu ayrım, İttihatçılar’la Ermeni komitacılar arasında siyasal işbirliğini bozacak düzeye gelmemiştir.
23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilân edilmiş, kan dökülmeden gerçekleştirilen bu evrim sonunda sultanın yetkilerine sınır getirilip, ittihat ve Terakki Cemiyeti parti kimliği de kazanmıştır. Bu evrim, çeşitli dil, din ve soydan oluşan Osmanlı Devleti’ni tek bir bünyede toplamayı amaçlamış, yeni parlamentoyu oluşturmak için seçimlere gidilmiştir. Seçim sonucunda toplam 288 milletvekilinin 147’si Türk, 60’ı Arap, 27’si Arnavut, 26’sı Rum, 14’ü Ermeni, 10’u Slav ve dördü Yahudi olarak belirlenmiştir.(129)
Meclisin mesleksel dağılımı da şöyledir: % 35 din görevlisi, % 20 kamu görevlisi, % 30 eşraf, % 10 serbest meslek sahibi % 5 belirsiz.(130)
27 Aralık 1908’de yapılan meclis toplantısında ilk tepki Ermeniler’den gelmiş, hem kendilerine verilen milletvekili sayısını az, hem de mecliste temsil edilen din görevlileri ile eşrafın sayısını fazla bulmuşlardır. Dolayısıyla meşrutiyetin gerçekleşmesine en büyük katkının kendilerinden geldiğini, ancak yine ikinci sınıf bir yurttaş olmaktan kurtulamadıklarını söyleyen Ermeniler, seçim sonuçlarına itiraz etmişlerdir.(131)
Bu kargaşadan yararlanan İslamcılar Sultan Abdülhamit’e güvenerek şeriatçıları ayaklandırmışlar ve Müslümanları kışkırtmaya başlamışlardır. Öte yandan İstanbul gazetesi de Anadolu’da Ermeniler’in ayaklanacaklarını yazmış, bu ayaklanma olayı gerçekleşince İttihatçılar’la Ermeni komitacılarının araları iyice açılmaya başlamıştır. Taşnaksutyun Komitası’nın 1908 yılında yaptığı VI. Genel Kurul Toplantısı’nda Ermeni komitacılar, eğer imparatorlukta huzur sağlanmaz ve Anadolu’da Ermeniler’e yönelik saldırılar kaldırılmazsa, İttihatçılar’la ilişkilerini kesecekleri kararını almışlardır.(132)
Kısacası, I. Dünya Savaşı’nın eşiğine gelindiğinde imparatorluktaki siyasal istikrar, kabaca böyledir. Bu istikrarsızlığın önemli nedenlerinden biri de, imparatorluğun mali ve ekonomik durumuyla ilgilidir.
XIX. yüzyıl Osmanlı toplumsal kuruluşunun yoğun biçimde dış dinamiklere açıldığı, her düzeyde kapitalist dünya sistemi ile bütünleştiği bir dönemdir. Bu dinamikler, Osmanlı ekonomisi üzerindeki etkilerini dış ticaret ve yabancı anapara girişi yoluyla göstermektedir. 1820’lerden başlayarak, özellikle 1838 Ticaret Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, Osmanlı-Batı Avrupa ticareti hızla genişlemiş; kapitalist dünya ekonomisi ile bütünleşme süreci, 1850’lerde başlayan dış borçlanma ve dolaysız yabancı anapara yatırımlarıyla sürdürülmüştür.
Dış dinamiklere açılış, dolaşım alanındaki ticaret ve yabancı anapara girişi ile sınırlı kalmamış, dış ticaret ve yabancı anapara girişi bir yandan hangi malların üretileceğini, hangi üretim dallarının yıkılacağını belirlerken, bir yandan da Osmanlı toplumsal kuruluşundaki üretim biçimlerinin evrimini etkilemiştir.(133) I. Dünya Savaşı’na değin geçen sürede Osmanlı İmparatorluğu’nda dışsatımdan alınan gümrük vergilerinin oranı % l’de kalırken, dışalımdan sağlanan vergiler, 1861’de % 8’e, 1905’te % 11’e, 1908’de % 15’e çıkarılmıştır.(134)
Ne var ki, Osmanlı bürokrasisini gümrük vergilerini yükseltmek için emperyalist ülkelere başka ödünler vermeye iten neden, yerli sanayi kurmaya çalışmak değildir. Pamuk’a göre bu düşük oranlardaki vergiler zaten çökmüş sanayinin canlanması için yeterli olamamış, böylece dışalıma uygulanan vergilerin arttırılması, hazineye ek gelir sağlamaktan öte bir amaç taşıyamamıştır.
Bu arada Kırım Savaşı çıkmış, Osmanlı mâliyesi, olağanüstü gümrük vergileri uygulayamayacak duruma gelmiş ve dolayısıyla ilk kez Avrupa borsalarına açılmak durumunda kalmıştır. Bundan böyle, toplam Osmanlı dışsatımı cari fiyatlarla 1840’larda 4.700.000 İngiliz Sterlininden 1913’te 28.400.000 Sterline yükselirken, toplam Osmanlı dışalımı 1840’da 5.200.000 İngiliz Sterlininden 1913’te 39.400.000 Sterline ulaşmıştır.(135) I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı dışsatımının GSMH’nın %14.1’ne, dışalımının ise GSMH’nın %19.4’üne yükseldiği görülmektedir. (136)
Böylece, 1880’lere değin her geçen 10 yılda İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya vilayetleri pazarlarındaki durumu, daha da güçlenmiş, Fransa için Osmanlı İmparatorluğu, önemli bir hammadde ve gıda maddeleri pazarı durumuna gelmiştir. Rusya’ya 1829 Edirne Antlaşması’yla tanınan ticaret ayrıcalığı (imtiyazları) 1818-1840 antlaşmalarıyla Avrupa ülkelerine de tanıdıktan sonra ve Balkan vilayetleri de bağımsızlıklarını kazanınca, Rusya’nın Osmanlılarla yaptığı ticaretin hızla gerilediği görülmüştür. Almanya’nın da önce değindiğimiz gibi, genişleme politikası sonucu dış ticareti, Balkanlar ve Avusturya üzerinden sağlanmaya başlanmıştır.
Bu nedenle alabildiğine borçlanan Osmanlı Devleti’nin yeni fonlar bulabilmesi olanaksızlaşmıştır. 1875 yılında iflas eşiğine gelen İmparatorluk, 1881’de Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulmasıyla mâliyesini Avrupa mali anaparasının denetimi altına bırakmak zorunda kalmıştır.
İttihatçılar imparatorluğun ekonomik ve mali yapısının bu duruma gelmesine karşı çıkarlarken, Ermeni komitacıları bu gidişten memnun olmaya başlamışlardır. Çünkü onlar için Osmanlı İmparatorluğu’nun yabancılara borçlanması, söz konusu devletlerin imparatorluğa daha çok karışmalarını ve artık Ermeniler’in yanında fiilen bulunmalarını sağlayacaktır.
Notlar
1- Hıristiyanlıkla Ermeni sorununun özdeşleştirilmesi için bkz. Belge 7
2- İlhan F. Akın, a.g.y., s. 93
3- a.k., s. 96
4- Stanford J. Shaw, Ezel Kural Sha\v, a.g.y., s. 199
5- İlhan F. Akın, a.g.y., s. 103
6- Kâmuran Gürün, Ermeni Dosyası, T.T.K. Yayınları, 1982 Ank., s. 77
7- Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, a.g.y., s. 251-252
8- Temon, a.g.y., s. 24
9- a.k., s. 25
10- Karal, Osmanlı Tarihi, VI. Cilt, s. 132-133.
11- Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Cilt 8, T.T.K. Basımevi, 1962 Ank, s. 128
12- a.k., s. 130-131
13- İlber Ortaylı, II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, A.Ü.S.B.F. Yayınları, 479, 1981 Ank., s. 84
14- Paul Imbert, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yenileşme Hareketleri, Türkiye’nin Meseleleri, Havass Yayını, 1981 İst., Türkçesi, Adnan Cemgil, s. 23-54
15- Uzunçarşılı, a.g.y., s. 137
16- a.k., s. 136-137
17- Imbert, a.g.y., s. 158
18- Enver Z. Karal, Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni Meselesi, Dışişleri Akademisi Yayınları sayı, 15. Ank. 1971, s. 8
19- Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, a.g.y., s. 187
20- Gürün, a.g.y., s. 75
21- Karal, Osmanlı Tarihi, VI Cilt, s. 175
22- Ortaylı, a.g.y., s. 74-84
23- Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi I9I4-I980, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Genel Yayın No. 252, Tarih Dizisi, 17, Tisa Mat., 1983, s. 20-21
24- a.k., s. 24
25- a.k., s. 28-29
26- Ortaylı, a.g.y., s. 14
27- Karal, Osmanlı Tarihi, VI. Cilt, s. 174
28- Onaylı, a.g.y., s. 50
29- Stefanos Yerasimus Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, Gözlem Yayınları, 1976 İst., çeviren Babür Kuzucu, s. 1022-1030
30- Günaydın, 6 Mart 1981
31- Ortaylı, a.g.y., s. 94
32- lmbert, a.g.y. s. 23-54
33- Karl Marx – Frcdrich Engels, Doğu Sorunu (Türkiye), İlkyaz Basımevi, 1977. Ank., s. 632
34- Louise Nalbandian, The Armenian Revolutionary Movement. The Development of Armenian Political Parties through the Nineteenth Century, University of California Press, Berkeley and Los Angeles 1963, s. 104-105
35- a.k., s. 106
36- a.k., s. 109
37- Bkz.Belge 5
38- Nalbandian, a.g.y., s. 108-114
39- a.k., s. 112-117
40- a.k.. s. 128-129
41- a.k., s. 151-152
42- Koçaş, a.g.y., s. 130
43- Ermeni komitaları ile dış basın ilişkisi için bkz.Belge 14
44- Hocaoğlu, a.g.y., s. 168
45- Vahan Papazyan, Hatıralarım, Hayrenik Matbaası, 1950 Boston, ç.y.
46- Ahmet Hulki Saral, Ermeni Meselesi, Genelkurmay Basımevi, s. 56
47- Bkz. Belge 6
48- Koça;, a.g.y., s. 123-124
49- Hocaoğlu, a.g.y., s. 143-151
50- Yves Ternon, Les Armâniens Histoire d’un genocide, 1977 Paris, 72- 73
51- Bkz. Belge 9
52- Uras, a.g.y., s. 459
53- a.k., s. 461
54- a.k., s. 462
55- a.k., s. 463
56- Hocaoğlu, a.g.y., s. 195, 198, 263
57- Bkz. Belge I
58- Bkz. Belge 10
59- Bkz. Belge 3
60- II. Abdülhamit’in Hatıra Defteri, Kervan Kitapçılık, 1975 İst. Çeviren İsmet Bozdağ, s. 55-68
61- Uras, a.g.y., s. 471
62- a.k., s. 473
63- Koça;, a.g.y., s. 157-158.
64- Hocaoğlu, a.g.y., s. 215-230
65- Uras, a.g.y., s. 482
66- Koça;, a.g.y., s. 156
67- Bkz. Belge 13,14
68- Nalbandian, a.g.y., s. 127
69- Ermeni çetelerinin doğudaki örgütlenme çalışmaları için bkz. Belge 5
70- Ermeni Komitalarının Âmal ve Harekâtı İhtilaliyesi, İlan-ı Meşrutiyetken Evvel ve Sonra, Hazırlayan H. Erdoğan Cengiz, Başbakanlık Basımevi, 1983 Ank., s. 30; Koçaş, a.g.y., s. 155
71- Nalbandian, a.g.y., s. 127
72- Ermeni çetelerinin İran’a geçişi ve bağımsızlık savaşı verişleri için bkz. Belge 12
73- General Mayewski, Les Massacres D’Armenie, Statisque des Provinces de Van at de Bitlis, 1916 Petersburg,( Rusça-Fransızca), s. 31, 33, 35, 37
74- Bkz. Belge 2
75- General Mayewski, a.g.y., s. 39, 41
76- a.k., s. 41,43
77- Yerasimus.a.g.y., s. 781-782
78- Bkz. Belge 17,18,19
79- General Mayewski, a.g.y., s. 49-51
80- Bkz. Belge 25,26,27,28
81- Bkz. Belge 15,16,17
82- Bkz. Belge 30,31,32
83- Bkz. Belge 41
84- Din adamı-Ermeni çeteleri işbirliği için bkz. Belge 8,35
85- Bkz. Belge 47
86- Bkz. Belge 38
87- Aram Saftrastyan, Ermenistan, Ermeniler Hakkında Yabancı Kaynaklar, Doğu Bilimleri Enstitüsü Yayınları, 1972 Erivan, (Osmanlıca -Ermenice) s. 44-45.
88- Uras, a.g.y., s. 522-524
89- Bkz. Belge 40
90- Bkz. Belge 42
91- Bkz. Belge 39
92- Koçaş, a.g.y., s. 161
93- a.k., s. 165
94- Bkz. Belge 43
95- Bkz. Belge 44
96- Bkz. Belge 45
97- bkz. Belge 32,33,36
98- Bkz. Belge 34
99- Bkz. Belge 37
100- Bkz. Belge 46
101- Cemal Paşa’nın Hatıratı, Çağdaş Yayınları, 1977 İst. Derleyen: Behçet Cemal, s. 461
102- a.k., s. 462
103- a.k., s. 463
104- Andre Mandelstam, Le Şort de I’Empire Ottoman, 1917 Paris, s. 240.
105- Uras, a.g.y., s. 297-327.
106- a.k.,s. 413-418.
107- a.k.,, s. 280.
108- a.k., s. 363.
109- Altı Ermeni vilayeti olarak adlandırılan Erzurum, Diyarbekir, Mamuret-ül Aziz, Siva, Van ve Bitlis günümüzde Erzurum, Erzincan, Ağrı, Elazığ, Malatya, Van, Hakkari, Bitlis, Siirt, Muş, Diyarbakır, Mardin, Bingöl, Sivas, Amasya, Tokat ve Giresun’un yarısını kapsayan 16,5 ile denk gelmektedir.
110- Uras, a.g,y., s. 399-418
111- James Nazer, The First Genocide of the 20 th Century T and T Publis- hing INC 38 West 32 nd Street New York, s. 46-58
112- Koçaş, a.g.y., s. 94-115
113- İlber Ortaylı, “İlk Osmanlı Parlamentosu ve Osmanlı Milletlerinin Temsili”, Armağan Kanun-u Esasî’nin 100. Yılı A.Ü.S.B.F. Yayınları. No. 423, Sevinç Matbaası. 1978 Ankara, s. 169-172
114- Niyazi Ahmet Banoğlu, Ermeni’nin Ermeni’ye Zulmü, Gündüz Matbaası 1976, Ank., s. 43-44.
115- Kemal H. Karpat, Ottoman Population 1830-1914 Demographic and Social Charseteristic, The University of Winconsin Press, 1985 London, s. 44-45.
116- a.k., s. 148-148, 168-169, 189-190.
117- Kara Schemsi, Turcs Armöniens Devant L’Histoire, Nouveaux ttmoignages russes et Turcs sur les atrocittsde 1914 â 1918, Genive İmprimerie Nationale 1919, s. 116-117
118- Vital Cuinet, La Turquie d’Asie Paris 1890-1895 vol. II. s. 136, 526, 412, 322, 5, 634, vol. I., 617, 136, 10
119- a.k., s. 117-119
120- Rend Pinon, Les Massacres D’Armdnie. Payot & Cie, 106 Boulevard Saint-German 106, 1918 Paris, s. 35, 43, 78, 87, 89, 128
121- Kara Schemsi, a.k., s. 114
122- Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler. Göç ve Sürgün, TTK Basımevi, 2004 Ank.s.5l
123- Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınları, Gül Matbaası, 1980 İst., s. 68-75
124- a.k., s. 16-19
125- Berkes, Türkiye’nin Modernleşmesi…, s. 386-398
126- M. Şükrü Hanioğlu, Doktor Abdullah Cevdet ve Dönemi, Üçdal Neşriyat, 1981, İst., s. 229-301
127- Taşnaksutyun Partisi’nin Kuruluşunun 90. Yıldönümü Özel Sayısı, 1980 Beyrut, Aztag Yayınevi, (Ermenice) s. 107
128- a.k., s. 108
129- a.k., s. 108
130- a.k., s. 108
131- a.k., s. 109
132- a.k., s. 109
133- Şevket Pamuk, “Kapitalist Dünya Ekonomisi ve Osmanlı Dış Ticaretinde Uzun Dönemli Dalgalanmalar 1830-1913”, ODTÜ Gelişme Dergisi, Türkiye İktisat Tarihi Üzerine Araştırmalar: II, 1979-1980 Özel Sayısı, ODTÜ İdari İlimler Fakültesi, s. 161
134- a.g.m.. s. 165
135- a.g.m., s. 168
136- a.g.m., s. 170
Nurşen Mazıcı, ULUSLARASI REKABETTE ERMENİ SORUNU’NUN KÖKENİ 1878 – 1920, 3. Baskı, Pozitif Yay.