Siyonistler, I. Dünya Savaşı sona erdiğinde, Filistin’de bir Yahudi Devleti kuruluşunun politik, mali ve kültürel yapılarını bir ağ gibi örüyorlardı. 1. Dünya Savaşı sona erdiğinde Filistin’de kurulan İngiliz Manda yönetimi, Siyonist hareketin girişimlerini kısıtlamadı. Bu dönemde Filistin’de Yahudi nüfus hızla arttı, Kibbutalar çoğaldı, lbranice, Arapça ve İngilizce yanında resmi ülke dili haline geldi. En önemlisi Siyonist ordu “Haganah”ın varlığına İngiliz yönetimi sessiz bir onay verdi. Arap halkın muhalefetine rağmen Siyonist gücün devamını sağlayan yegane unsur İngiliz emperyalizminin varlığıydı. Yerli Arap halkın direnişine rağmen İngiliz desteği sayesinde Yahudi göçü devam ediyordu. İngiliz manda yönetimi olmaksızın Siyonistler, İskan ve kurumlaşma faaliyetlerini geliştiremezlerdi.
Bundan dolayı Arnold Toynbee şu söylediklerinde haklıydı:
“İsrail Devleti’nin bugün varoluşunun ve bugün 1.500.000 Filistinli Arapın mülteci haline gelişinin sebebi, göçmenler kendi işlerini, kendi tankları ve uçakları ile halletmek için yeterince çoğalıncaya kadar, otuz yıl boyunca Yahudi göçünün Araplara, İngiliz askeri gücü vasıtasıyla zorla kabul ettirilmesidir.”
Balfour Deklarasyonu ve mandanın “Yahudi Ulusal Yurdu”nu güvence altına almasına rağmen Diasporada asimile edilmiş Yahudiler Filistin’e göç etmiyorlardı. Nasyonal sosyalizm Almanya’da iktidarı ele geçirinceye kadar göç zayıftı. 1919-1923 Arasında 35.000, 1924-1931 arasında 82.000 ve 1932-1938 arasında ise 217.000 Yahudi Filistin’e göç etti. Bu yoğun göçü koşullandıran faşizm, Siyonizm’in iktidar talebinin gerçekleşmesine uygun bir zemine yardımcı oldu. Siyonizm’in büyük ölçüde gizli tutulmuş tarihinde faşizmle işbirliği olgusu da vardır.
Mussolini, Revizyonist Siyonist gençlik hareketi Betar üyelerinden Kara Gömlekli gruplar oluşturmuştu. Daha sonra İsrail Başbakanı olan Menahem Begin, Betar üyesiydi. Daha sonra Betar’ın başkanlığını da yaptı Begin. Simon Petilura Ukraynalı bir faşistti ve 28.000 Yahudi’nin ölümüyle sonuçlanan yüzlerce pogromu yönetmişti. Siyonist lider Jabotinsky, Petilura ile işbirliği yaparak Kızıl Ordu ve Bolşevik Devrimine karşı savaşta ortak hareket etti. Kurulan Yahudi polis gücü devrime destek vermiş çok sayıda işçi, köylü, aydını öldürdü. Avrupa’daki en azılı Yahudi düşmanlarını dost listesine kaydedip Filistin’deki Siyonist sömürgenin mali ve askeri koruyucuları arasına sokma stratejisinin içinde Naziler de vardı.
Almanya Siyonist Federasyonu 21 Haziran 1933’de Nazi Partisi’ne yolladığı destek muhtırasında şöyle diyordu:
“Almanların yaşamında şu anda gerçekleşmekte olan ulusal yaşamın yeniden doğuşu olgusu… Yahudi ulusal topluluğunda da gerçekleşmelidir… Irk ilkesini hayata geçiren yeni (Nazi) devletinin temelleri üzerinde kurulacak yapı içerisinde bizler de kendi topluluğumuza ayrılacak alanda Baba Yurdu (Fatherland) için elimizden gelen her türlü verimli faaliyeti sürdürmeyi umuyoruz.”(1)
Bu politika, Dünya Siyonist Örgütü tarafından onaylanırken, 1933’de Hitler’e karşı eylem çağrısı 43’e karşı 240 oyla örgüt kongresinde reddedildi. Yine bu kongre sırasında Hitler, Dünya Siyonist Örgütü’ne ait Anglo-Filistin Bankası ile bir ticaret anlaşması ilan ederek. Alman ekonomisinin kriz içinde olduğu bu dönemde Nazi rejimine yönelik Yahudi boykotunu kırdı. Dünya Siyonist Örgütü, Alman mallarının Ortadoğu ve Kuzey Avrupa’daki en büyük dağıtımcısı oldu. Örgüt, Filistin’de Ha’avara bankasını kurdu. Bankanın işlevi büyük miktarlarda Alman malının alınabilmesini sağlayacak parayı Alman-Yahudi burjuvazisinden temin etmekti. Nazi rejimi ile bu sıcak ilişkiler neticesinde SS Güvenlik Servisinden Baron von Mildstein, Siyonizm’e destek olmak amacıyla altı aylığına Filistin’e geldi. Bu ziyaret Siyonistler açısından beklenen olumlu sonucu verdi.
Hitler’in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, 1934’de Der Angriffe (Hücum) Siyonizm’i öven on iki bölümlük bir rapor yazdı. Bu dönem yine Goebbels’in önerisiyle bir yüzünde gamalı haç, ötekinde Siyonist Davud yıldızı bulunan madalyalar piyasaya çıktı. 1935 Mayıs’ında da SS Güvenlik Servisi Başkanı Reinhardt Heydrich Yahudileri iki kategoriye ayırdıklarını açıkladı. Buna göre Siyonistlere “resmi destek” söz konusuydu. 1937’de Siyonist milis örgütü Haganah, Siyonist sömürgeleştirmenin finansında kullanılacak Yahudi servetinin Almanya dışına çıkarılmasına izin verilmesi karşılığında ajanlarından Feivel Polkes’i Berlin’e, SS Güvenlik Servisi’nin hizmetine yolladı.
Bu arada Nazi önderlerinden Adolf Eichmann da, Haganah’ın konuğu olarak Filistin’e davet edildi. 1930’lu yıllar boyunca Siyonistlerin Naziler’le işbirliği yapmaları sayesinde Filistin’e göç stratejisi rahatlıkla uygulandı. Siyonistler bu dönemde Avrupa Yahudilerini kurtarmaya yönelik en küçük bir çabayı bile engellediler. Çünkü bu durum Yahudilerin Filistin dışında başka ülkelere göç etme alternatifini de içeriyordu. Filistin’i sömürgeleştirmek ve Arapları yok etmek hırsı Siyonist hareketin, ölümün kıyısında bulunan Yahudilerin kurtarılmasına karşı çıkışını beraberinde getiriyordu Bu nedenle Dünya Siyonist Örgütü, 1933’ten 1935’e kadar göçmenlik başvurusunda bulunanların taleplerini geri çevirdi.
Alman Yahudileri Siyonistlerin ırk ölçütlerine uygun değillerdi. Bunlar Filistin’de çocuk doğuramayacak kadar yaşlı oldukları gibi Siyonist bir sömürge oluşturmaya yetecek mesleki bilgilerden de yoksundular ve en önemlisi Siyonist değillerdi. Onların yerine Dünya Siyonist Örgütü, ABD, İngiltere ve diğer ülkelerden güvenlik problemi olmayan genç ve eğitimli binlerce Siyonist’i Filistin’e yerleştirdi. Özellikle ABD’de bu ülkeye Yahudi göçünü kolaylaştıracak yasa değişikliklerine Siyonistler şiddetle karşı çıkıyorlardı. Haham Wiese 1938’de ABD Kongresi’ne yazdığı bir mektupta Yahudilere Amerika’da sığınma hakkı tanıyan bir yasaya karşı olduklarını Amerikan Yahudi Kongresi Başkanı sıfatıyla yazıyordu.
Zor durumda olan Yahudilerin Britanya topraklarına sığınmasına ilişkin girişimlere de Siyonistler şiddetle karşı koydular. İsrail’in ilk Cumhurbaşkanı, Balfour Deklarasyonu’nun mimarı, Siyonist lider Weizmann bu politikalarını şöyle açıklıyordu:
“Avrupa’daki altı milyon Yahudi’nin umutları göçte. Bana sordular: Altı milyon Yahudi’yi Filistin’e götürebilir miyiz? diye. Cevabım ‘Hayır’ oldu… O trajedinin derinliklerinden (Filistin’e götürmek için) kurtarmak istediklerim genç insanlar. Yaşlılar gelip geçicidir. Yazgılarına katlanacaklar ya da katlanmayacaklardır. Onlar tozdur, şu zalim dünyada ekonomik ve ahlaki toz… Hayatta kalacak olan sadece genç dallardır. Bunu böyle kabullenmek zorundalar.”(2)
Siyonistlerin Yahudi halkına ihaneti II. Dünya Savaşı sırasında da devam etti. Auschwitz’de fırınlarda binlerce Yahudi yakılırken Slovakyalı Yahudi lider Haham Dou Mihail Weissmandel bu insanlara askeri girişimler de dahil yardım edilmesi çağrısında bulundu. Aslında tüm 40’lı yıllar boyunca Yahudi sözcüleri defalarca yardım talebinde bulundular Ancak her defasında Siyonistlerin engelleme çabaları ile karşılaştılar. 1953’de ortaya çıkan anlaşmalar Nazilerle Siyonistlerin işbirliğini gösteriyordu. Budapeşte’de Yahudileri Kurtarma Komitesinden Siyonist Lider Dr. Rudolp Kastner, Adolf Eichmann ile Macaristan’daki Yahudi sorununun çözümlenmesi konusunda anlaşmışlardır. 600 ileri gelen Yahudi’ye karşılık diğerleri gözden çıkarıldı. Yahudileri Kurtarma Komitesiyle Yahudileri imha edenler arasındaki işbirliği Budapeşte ve Viyana’da somutlaştı. Siyonist lider Kastner ise SS içinde önemli görevler üstlendi. Naziler SS’in bünyesinde, imha bürosu ile Ganimet Bürosu’na ek olarak bir de Kurtarma Bürosu kurmuşlardı. Bu büronun başına Kastner getirildi. Kastner savaş sonrasında işlevini sürdürdü SS Generali Kurt Becher’in savaş suçlarından yargılanmasını önlemek için devreye girdi.
Becher 1944’de Nazileri temsilen Siyonistlerle görüşmeler yürüten kişiydi. Ayrıca binbaşı rütbesiyle Polonya’da görev yapan bu SS, Yahudileri imha görevini yerine getiren ölüm müfrezelerinin komutanlarındandı. Becher, Polonya ve Rusya’da “Yahudi Kasabı’’ olarak ünlenmişti. Heinrich Himmler tarafından tüm Nazi toplama kampları komiserliğine atanan Becher savaş sonrası Siyonistlerce korundu. Pek çok şirkete sahip olan Becher uzun yıllar İsrail’e buğday sattı. Sahibi olduğu Cologne-Handel Gesselshaft, İsrail’le en çok iş yapan firmalardan biriydi. 11 Ocak 1941’de, daha sonra İsrail Başbakanı olan lzak Şamir, Siyonist Askeri Örgüt lrgun adına Nazilere resmi bir antlaşma önerdi. Bu öneri, savaştan sonra Türkiye’deki Alman Büyükelçiliği dosyalarında ortaya çıkarıldığı için Ankara Belgesi olarak adlandırılmıştır.
Belgeye göre:
“Yahudi kitlelerin Avrupa’dan çıkarılması Yahudi sorunun çözümü için ön koşuludur; Ancak bunun gerçekleştirilebilmesi bu kitlelerin Yahudi halkının anavatanı olan Filistin’e yerleştirilmesine ve tarihi sınırları içinde bir Yahudi devletinin kurulmasına bağlıdır…”
Ulusal Askeri Örgüt (Irgun), Alman Reich’ı ile onun yetkililerinin Almanya’daki Siyonist faaliyetler ile Siyonist göç planları konusundaki iyi niyetlerinin bilincinde olarak şu görüşlere sahiptir:
1- Alman düşüncesine uygun olarak Avrupa’da kurulacak Yeni Düzen ile Ulusal Askeri Örgüt’ün varlığında cisimleşen Yahudi ulusal hedefleri arasında ortak çıkarların varlığı mümkündür.
2- Yeni Almanya ile İbrani alemi arasında bir işbirliği mümkündür.
3- Ulusal temelde tarihi bir Yahudi devletinin Alman Reich’ıyla yapılacak bir antlaşma çerçevesinde kurulması gelecekte Ortadoğu’daki Alman çıkarları açısından gereklidir. Bu düşüncelerden yola çıkan Filistin’deki Ulusal Askeri Örgüt, İsrail özgürlük hareketinin yukarıda belirtilen ulusal hedeflerinin Alman Hükümeti tarafından tanınması koşuluyla, savaşta Almanya’nın yanında aktif olarak yer almayı teklif eder.’’ (lrgun’un Almanya’nın yanında savaşa katılmasıyla ilgili önerinin orijinal metni David Yisraeli’nin 1889-1945 Alman Politikasında Filistin Sorunu adlı çalışmasında mevcuttur.)
Siyonizm’in Yahudi halkına ihanetinin temelinde emperyalizmin çıkarlarıyla özdeşleşme yatıyordu. Çıkışından itibaren Siyonizm, hatalı bir biçimde anti-semitizme tepki olarak gösterildi. Anti-semitizmle, Siyonizm arasında iç bağlantılar vardır, ama bu bağlantılar Siyonizm’in bire bir anti-semitizmin ürünü olduğu anlamına gelmez. Ancak Siyonizm, anti-semitizmin varlığına bağımlıdır, onun yok olması, Siyonizm’in varlık zeminini daraltacaktır. Buna karşın, anti-semitizm, Siyonizm’in nedeni değil, bahanelerinden biridir. Yahudi ulusalcılığının diğer biçimleri gibi Siyonizm de, Yahudi orta ve küçük burjuvazisinin, Yahudiliğin yıkılması ve çözülmesi sürecinden, Yahudiliğin yitirilmekte olan rolü için, onun yerini dolduracak bir şeyler bulmak amacı güden hareketlerdir. Bu küçük burjuvaziyi karakterize eden bir harekettir. Küçük burjuvazi bir halkın en ulusalcı kesimidir.
Derinleşen sınıf çelişkileri ve kapitalist tekelleşme dolayısıyla ezilmekten, görünüşte bu gelişmeye paralel yürüyen ama gerçekte ona karşı etkide bulunan ulusalcı hareketin yardımıyla, çıkış yolu bulmaya çalışır. Ancak giderek Britanya emperyalizminin çıkarlarına hizmet eden hareketin önderliğini, Yahudi büyük burjuvazisinin bir bölümü devralır. Balfour Deklarasyonu, Siyonizm’in küçük burjuva döneminin kapanışını ve emperyalist dönemin başlangıcını ifade eder. Siyonizm karşı devrimin bir unsurundan başka bir şey değildir.
Siyonizm’in kurucu önderleri Moses Hess, Teodor Herzl, Haim Wiezmann devlet gücünün, sınıf egemenliğinin ve sömürü düzeninin yanında yer aldılar. İktidar olgusuna tapınan Siyonistler, güçle özdeşleştirdikleri anti-semitistlerin himayesini aradılar. Bu temelde Yahudi halkını da aşağıladılar. Onlara göre Yahudiler, yıkıcıydılar, disiplinsiz ve muhalif ruhluydular Siyonistler hiç sıkılmadan ırkçı Yahudi düşmanlığına hizmet ettiler. Siyonizm’in kirli tarihinin temel unsuru bizzat Yahudi halkının Siyonist amaçlar açısından tehlikeli görülmesidir. Yahudi halkını zulümden korumak için, onu ezen rejimlere karşı direnişi örgütlemek gerekiyordu. Oysa bu rejimler, Filistin halkına bir göçmen kolonisini dayatabilecek askeri ve politik güce sahiplerdi. Dolayısıyla Siyonist hedefler ancak onların desteği ile mümkündü. Siyonistler, Yahudileri Filistin’de sömürgeci olmaya ikna edebilmek için ezilmelerine ihtiyaç duyuyor, ezenlerin de göçü himaye etmesini istiyorlardı.
Nazilerle Siyonistlerin birçok ortak yanları vardır, örneğin Siyonist lider Vladimir Jabotinsky “Yahudi Savaş Cephesi” (1940) adlı kitabında “Arapların göçüp gitmesini soğukkanlılıkla tasarlamak için gereken büyük ahlaki otoriteye sahip olduğumuza göre, 900.000’inin olası gidişini üzüntüyle karşılamamıza gerek yok. Herr Hitler son zamanlarda nüfus nakline yaygınlık kazandırıyor.” Jabotinsky’e göre Yahudilerin katledilmesi Siyonizm’e “büyük ahlaki otorite” sağlamıştı. Bu “otorite” Arapların sürgün edilmesini sağlamak için kullanılmalıydı -Siyonistler bu çizgide Nazileri takip ettiler. Siyonistler kendilerine Filistin halkını kurban seçtiler. Onlar üzerindeki fetih planlarını katliam ve zorla göç ettirme ile uyguladılar. Tüm bunları yaparken de kendilerini Nazilerin Yahudilere yaptıkları kıyımın toplu kefenine sakladılar.
Bu arada Hitler’in, soykırıma yol açan fanatik Yahudi düşmanlığını rasyonel açıklamaların ötesinde yer alan bir şey gibi gördüler. Oysa, ırkçılık kurumsallaşmış sömürgecilik ve emperyalizmle aynı kökten geliyordu. Gaz odalarının tohumları, zencilerin köle ticareti yoluyla kitlesel olarak köleleştirilmeleri ve öldürülmelerinde, Orta ve Güney Amerikalı yerlilerin toptan yok edilmelerinde yatar. Bunlar soykırımın ilk örnekleridir. Çünkü milyonlarca insan sözde “aşağı”, “lanetli”, “alt-insan” olduğu için bu özellikleri taşıyan kolektif bir gruba aidiyetten dolayı öldürülmüşlerdi. II. Dünya Savaşı’na kadar sömürgecilik ve emperyalizm Avrupa dışında gerçekleşmişti. Ancak Alman emperyalizmi açısından Doğu Avrupa’yı sömürgeleştirmek neredeyse bir kaderdi. Naziler açısından salt Yahudilerin köleleştirilme ve yok edilmeleri gündemde değildi, bunların yanı sıra Çingeneler ve Slav halkları da onların hedefiydi. Bugün unutulan bir gerçeğe göre gaz odalarında imha edilen ilk grup Yahudiler değil, “zihin sağlığından yoksun” olarak damgalanmış etnik Almanlardır.
Bu insanlardan 200.000’i kadın, çocuk ayrımı gözetilmeden 1940-41’de Aktion T4’de imha edilmişlerdi. Öte yandan Japonların Mançurya’da “731 nolu birim’’deki vahşeti Auschwitz’den çok da farklı değildi. Hiroşima ve Nagasaki üzerine atom bombası atarak 250.000 Japon sivilin gaddarca öldürülmesi de “özel türde” insanlara yönelik ırkçı şiddetin bir tezahürüydü ABD amirali Halsey, Japonlarla ilgili olarak şunları söylüyordu: “Tüm Pasifik’te maymunları boğuyor ve yakıyoruz, yakmak da boğmak kadar keyifli.”
Irkçılık ve soykırım II. Dünya Savaşı süresince salt Yahudileri hedeflemedi, milyonlarca insan da bundan payına düşeni aldı. Kapitalizmin barbarlık potansiyeli ile ilgili olan Yahudi soykırımının temelleri, Almanya’da olduğu gibi Fransa, Rusya ve ABD’deki anti-semitik düşmanlıkta boyutlanıyordu. Ayrıca Siyonistler Yahudi soykırımına karşı kılını kıpırdatmaz ve sözde bir suskunluk edebiyatını ileri sürerek tüm insanlığı suçlarken de haksızdırlar. Çünkü Amsterdamlı işçiler Nazı işgalinin ilk Yahudi düşmanı tedbirlerine karşı Şubat 1941’de muhteşem bir grev başlattılar. Danimarkalıların direnişi, Yahudileri bir gecede İsveç’e kaçırarak, hemen tüm Danimarkalı Yahudilerin canını kurtardı. Nazilere karşı direnişin boyutları da bugüne kadar hep çarpıtılmıştır. Oysa Şubat 1933’den Eylül 1938’e kadar Nazi mahkemeleri siyasal nedenlerden dolayı 225.000 kişiyi mahkum etmiştir. Nazilerin iktidara geldiği tarihten savaşın başladığı tarihe kadar siyasal nedenlerle tutukladıkları insan sayısı 600.000’di. 1943 ilkbaharında toplama kamplarında siyasi nedenlerle tutuklu yabancı, yabancı işçi, köle statüsünde emekçi, savaş esiri vb. konumda 1.663.550 kişi bulunuyordu.
Nazi imparatorluğunun Yahudilere yaptığını hiçbir şey bağışlatamaz, ancak savaşın arka planında yer alan gerçekler de Siyonistlerin “ahlaki otoritesi’ni sarsacak niteliktedir. Siyonistlerin Yahudi Soykırımı sırasındaki tutumunu Haham Weissmandel’ın Siyonist liderlere gönderdiği mektuptan izlemekte yarar var. Temmuz 1944 tarihli mektupta şunlar yazılıydı: “Neden şu ana kadar hiç bir şey yapmadınız? Bu korkunç ihmalin sorumlusu kim? Siz değil misiniz, Yahudi kardeşlerimiz?…Sizler ki dünyadaki en büyük servet olan özgürlüğe sahipsiniz…”
Weissmandel bir başka yazısında şöyle diyordu:
“Size şu özel mesajı gönderiyoruz: Dün Almanlar, Macaristan’daki Yahudileri sınır dışı etmeye başladılar. Sınır dışı edilenler siyanür gazıyla öldürülmek üzere Auschwitz’e götürülüyorlar. İşte dünden başlamak üzere Auschwitz’in programı: Erkek, kadın, çocuk, yaşlı, bebek, sağlıklı ve hasta ayırmaksızın günde on iki bin Yahudi gaz odasına girecek. Ve siz Filistin’de ve bütün ülkelerdeki kardeşlerimiz, siz bütün kralların elçileri, sizler böylesine büyük bir katliam karşısında nasıl suskun kalabiliyorsunuz? Her defasında binlercesi alınıp götürülerek öldürülen Yahudilerin sayısı altı milyonu bulmuşken hep susuyorsunuz. Ve şimdi yine on binlercesi öldürülür ya da öldürülmeyi beklerken yine suskunsunuz. Parçalanmış yürekler size yardım diye haykırıyor ve acımasızlığınıza feryat ediyor. Sizler olanları böylesine soğukkanlı bir suskunlukla seyredebildiğinize göre insan değilsiniz ve sizler de katilsiniz, çünkü Yahudi insanlarının yok edilmesini şu an, şu saat durdurabilecek yada geciktirebilecekken kollarınızı bağlamış oturuyor ve hiçbir şey yapmıyorsunuz. Sizler, kardeşlerimiz, İsrail oğulları, yoksa aklınızı mı yitirdiniz? Bizleri saran cehennemin farkında değil misiniz? Paralarınızı kimlere saklıyorsunuz? Katillere mi? Yoksa delilere mi? Gerçek hayrı kim işliyor: Huzur ve güven dolu köşelerinizden ortaya topu topu bir iki kuruş atıveren sizler mi, yoksa şu cehennemin dibinde kanlarını akıtan bizler mi?” (3)
NOTLAR
1- Siyonizm’in Gizli Tarihi, Ralph Schoenman, s. 50, İst, 1988 (393)
2- (a.g.e., s. 54) (395)
3- (a.g.e., s. 55) (401)
Suat Parlar, “ORTADOĞU: Vadedilmiş Topraklar”, Mephisto Yay., 3. Baskı, 2006-İstanbul.