Bilimsel Teknolojik Devrim Efsanesi – Ahmet Hamdi Dinler

Bilimsel Teknolojik Devrim Efsanesi - Ahmet Hamdi Dinler


Önce yöntem; Türkiye solunda birçokları marksist yöntemi ya kullanmadıkları için bilmiyorlar ya da bilmedikleri için kullanmıyorlar. Bu nedenle de kendi kendilerine Teknolojik Devrimler icat ediyor kapitalist sistemi bunalımdan kurtarıyor, emperyalizm çağını sona erdiriyor, artık-değer içermeyen metaları üretim sürecine sokuyor, çağdaş insanüstülerle demokrasiyi yaratıyor ve marksizmin sonunu getiriyorlar. Bir kısmı da Barış, Kadın ve Çevre sorunlarından başka birşey kalmamış gibi bunları papağan gibi tekrarlamaktan öte bir şey yapmıyor. Kimileri de Hıristiyanların ilk çağındaymışçasına ahlak sorununu ön plana çıkartarak, yeni havariler aramakla vakit geçiriyor. Bir de bu palavralara inanmayıp zengin olmanın yollarını arayanlar var. Bu toz duman içinde olayların incelenmesinde kullanılması gereken metodu çağdışı ilan edenler olayların özü yerine dış görünüşleri ile uğraşıp ‘çağdaş sosyalist’ teoriyi kurmaya çalışıyorlar. “Nesnelerin (şeylerin) dış görünüşü ile özü doğrudan doğruya çakışsaydı tüm bilim gereksiz olurdu.”

Bilimsel çalışma nedir? Çok kısa olarak şöyle özetlemek mümkün; olayların görünüşünden, iç bağlantılarına inmek ya da ÖZ’ü kavrayabilmek. Bunun için gerekli yöntem: Soyutlama. Somut, birçok olayın yoğunlaşması sonucunda karmakarışık olup anlaşılması son derece zor çeşitli varyasyonlardan kurulu bir birliktelikten oluşuyor. Somutu anlamak ancak soyutlamaktan geçiyor. Soyut, somutu anlamak için kavramların türetildiği yerdir. “Soyuttan somuta geçme yöntemi, düşüncenin somutu elde etmesinin, onu akılda somut olarak yeniden üretmesinin tek yoludur.”

Olayları (somut) incelemek nasıl ancak soyutta mümkünse, soyuttan kalkarak somutu tekrar yakalamak da o derece önemlidir. Bu nedenle, sadece soyutlamanın hiçbir anlamı olmaz, tekrar somutu yakalayamazsak.

Her bilimsel eser soyuttan başlamak zorundadır. En soyut kategoriler bile yalnız soyutlukları nedeniyle tarihsel ilişkiler içinde geçerliliklerini sürdürebilirler.

Yöntemi nasıl uygulamalı? Ya da başka bir deyimle somuttan soyuta, soyuttan somuta geçişler nasıl sağlanır? Olayların çeşitliliğini bölmekle ya da başka bir deyimle ANALİZLE. Bölünen her parça önemli olabilir ya da olmayabilir. Daha da tehlikeli olan, ilk başta önemli gözüktükleri halde, kimi bölümlerin olaylar açısından hiçbir anlamı kalmaması. Sorun, olayların İVMESİ’nin (çelişkili olarak olaylara yön veren nüve) hangi bölümde bulunduğunun tespiti. Zorluk burada başlıyor. ‘Soyutlamadaki yetenek burada başlıyor. Eldeki tek mekanizma akıl. Tıpkı kimyacıların etüt etmek istedikleri bir maddeyi analiz etmek için laboratuvar denilen odayı kullandıkları gibi… Ama sorun burada bitmiyor. Diğer bölümlerden soyutlanarak ele alınan bölüm ne kadar önemli gözükürse gözüksün, eğer içinde İVME’yi saklamıyorsa, baştan çözümsüzlüğe mahkûm olmuş demektir. Bu nedenle başlangıçta yanlış bir seçim, tüm yapılan uğraşları anlamsız kılar. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, başlangıçta, yapılan ilk soyutlamada elde edilen bölümün doğru olması, yani doğru bir seçim yapmak yeterli değildir. Bundan sonra yapılacak her soyutlamada ya da daha sonraki bölünmelerde de her defasında doğru bir seçim yapmak gerekir. Bu nedenle, her yeni bölünme bizi yeni bir seçimle başbaşa bırakır. Hangi parçada olayların İVMESİ’nin saklı olduğunu bilebilmek önem kazanır. Her bölünmede bu sorun karşımıza çıkar. Tek bir yanlış seçim, olayların ÖZ’ünü kaçırmak ya da başka bir unsuru olayların ivmesi olarak kabul ettirmeyi getirir ki, bu da yapılan tüm soyutlamaların bir çıkmaza girmesine neden olur. Laboratuvar gereçleri yerine akılla yapılan bu analizin hassasiyeti buradan kaynaklanır. İVME’yi buluncaya kadar analize devam edilir: Bölünme tekrar bölünme… ÖZ ortaya çıkınca, olaylara neden olan NÜVE, çelişkileriyle birlikte, ama tüm çıplaklığı ile yalın olarak karşımızdadır artık. Soyutlamanın anlamı burada yatar. Artık olayların giriftliği çözülmüş, bizi hayrete düşürecek kadar basite indirgenmiştir.

Ama sorun burada da bitmez. Artık somuta dönme zamanı gelmiştir. Çünkü canlı yaşam somuttadır. SENTEZ’le varılır somuta. ÖZ’ü yani olayların ivmesini, evvelce atılan her parça ile sırayla yeniden bütünleştirmek SENTEZ’i oluşturur. Her defasında bütünleşen parçayı yeniden ele almak, gözden geçirmek, incelemek. Sonunda tüm bütünleşmeler bitince, olayları somutta, bize ilk başta görüldüğü gibi karmaşık bir biçimde değil, netleşmiş bir görünüm içinde çok basit olarak kavramak mümkün olur.

Somuttan soyuta, ANALİZLE, soyuttan somuta SENTEZLE; işte yöntem.(1)

Kapitalist Sistemin İşleyişi

Kapitalizm artık günümüzde uluslararası ilişkiler ağından kurulu bir sistem haline geldi. Artık tek tek ülke yapıları çerçevesinde, sermaye kendini yeniden üretemiyor. Sermayenin uluslararasılaşmasıyla birlikte, ülkelerin yapıları bozulup yeniden oluşurken, bu yapıların uluslararası ilişkiler içinde biçimlenmesi, dünyadaki yeni ekonomik düzenin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu durumda uluslararasılaşmış sermayenin yaşayabilmesi, ancak kendini devamlı büyütmesiyle mümkün oluyor. Bu da BİRİKİM’in sürekli bir biçimde yoğunlaşması ve bu birikimin yatırımlaşması ile gerçekleşebiliyor. Bu düzeyde yeni yatırımların gerçekleşmesi ancak kârlı alanların bulunmasına bağlı. Aksi halde AŞIRI BİRİKEN SERMAYE’yi eritmek için alınan tüm tedbirler, ancak kısa süre için başarılı olmaktan öteye gidemez.

TEMEL SORUN, sistemin toplumsal sermayesini TÜM olarak belirli zaman dilimlerinde teknolojik devrimlere bağlı olarak yenileyebilmesini sağlamaktır. Ancak bu sayede yeni kârlı yatırım alanları ortaya çıkabiliyor ve sistemi bunalımdan kurtarıyor. Toplumsal sermayenin tüm olarak sistem içinde kendini yenileyebilmesi ise YAPISAL DEĞİŞMELERE bağlı. Yapısal değişikliklerin nasıl gerçekleştiğini incelemek ise bize kapitalist sistemin nasıl çalıştığına dair önemli ipuçları veriyor.

Toplumsal sermayenin kendini yenileyebilme olanağına kavuşabilmesi, kâr oranlarının devamlı düştüğü sektörlere yatırılmış sermaye olan YIPRANMIŞ SERMAYE’nin metropoliten merkezlerden, sistemin en uzak köşelerine kadar yayılabilmesi ile mümkün oluyor. Yayılmanın gerçekleşmesi iki yönden önemli: Bir yandan yıpranmış sermaye, hurda yerine büyük bir değer kazanıyor, diğer yandan metropoliten merkezlerde, yıpranmış sermayenin bıraktığı büyük boşluklara, toplumsal sermaye YENİ TEKNOLOJİK DEVRİM’in getirdiği yeniliklerle birlikte yeni yatırımlarla dolduruyor. Çünkü yeni ürün türleri ile ortaya çıkan yatırım alanları çok kârlı oluyor. Sistem, işte bu nedenlerle, iki türlü ivme kazanıyor.

Yayılmanın gerçekleşmemesi, milyarlarca dolar değerindeki yıpranmış sermayenin kullanılmaması anlamına gelir. Bu da sistemi bir kısır döngü içinde büyük bunalımlara iter. Aşırı birikmiş sermaye böylece, düşen kâr oranları nedeniyle, yeni yatırımlara dönüşemiyor. Tüketicilerin bıkkınlığı ve doymuşluğu, yeni ürünler çoğu kez eski ürünlerin türevleri ya da onların yerini alan ve aynı işlevi gören ürünler olduğundan pazar daralmasını çözemezlerken, muazzam ölçüde birikmiş sermaye fazlası üretken olmayan yatırımlara akıyor; ya silahlanmaya, ya da finansal yatırımlara gidiyor. Finansal yatırımlar ise spekülasyonların alanını alabildiğince genişletiyor. Örnek olarak petrol fiyatlarını arttırmak için düzenlenen Ortadoğu senaryolarını göstermek mümkün. (Bak. Dinler, “ABD Ekonomisi ve Körfez Krizi”, Gelenek 35)

Yatırımların azalması, iflaslarla kapanan işyerlerinin çoğalması nedeniyle işsizliğin çığ gibi büyümesi durdurulamıyor. Hizmetler sektörünün önemini arttırmasına rağmen, bu işsizliği emmesine olanak olmadığı gibi, ortaya çıkan ve dağ gibi yığılan malların kimin tarafından alınacağı da ayrı bir sorun yaratıyor. Bu durum, sistemin çürümeye doğru yol aldığının bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.

Sistem yayılmayı gerçekleştirirse, yıpranmış sermaye girdiği alanlarda yapıyı tümden değiştirip, uluslararası düzeyde yeniden oluşturur. Bu süreç sadece ekonomik değil, politik, kültürel, askeri ve hukuksal ilişkileri kapsayan alanlarda da kendini gösterir.

Yıpranmış sermaye, yaygınlaştığı alanlarda tüm ilişkileri kendi doğrultusunda değiştirirken, üretim sürecinde, metropoliten merkezlerde yenilenen toplumsal sermaye ile birlikte kendini yeniden üretmeye devam eder. Uzun bir süreç içinde ilişkiler birbirine bağlılıktan öte İÇ İÇE bütünleşir. Böylece sistemin varlığını sürdürme olanakları ortaya çıkar.

Bu nedenle kapitalist ilişkiler ağının yayılması, uluslararası ekonomik düzen içinde yer alan tüm ülkelerin yapılarını sistemin bir parçası haline dönüştürür. Ulusal ekonomiler, dünya kapitalizminin meta, sermaye ve işgücü pazarına bağlanarak DÜNYA EKONOMİSİ’ni oluşturan bir süreç içine girerler. Böylece kapitalist sistem, bir yandan kapitalizmi yaygınlaştırarak sermayenin uluslararasılaştırılmasına katkıda bulunmakta, diğer yandan da metropoliten ülkelerdeki yapısal değişikliklere zemin hazırlamaktadır. Ancak gelişmekte olan ülkelerin yapısal durumları bu yaygınlaşmayı özümseyebilecek durumda olursa, bunun bir anlamı oluyor. Gelişmekte olan ülkelerde devletin büyük ölçüde alt yapı hizmetlerini genişletmek için verdiği uğraş, böyle bir kaynaktan ileri geliyor. Özellikle yıpranmış sermayeyi ithal eden ülkelerde, bu sermayenin kullanımı için gerekli teknik elemanların yetiştirilmesi, eğitim gündeminde başı çekiyor. Kitlelere yönelik beyin yıkama operasyonu ise başka metodları gerektiriyor. Tüm bu ülkelerin yapılarını değiştirmeleri yolunda uluslararası finans teşekküllerinin (IMF, DÜNYA BANKASI, vs.) baskısı her geçen gün artıyor. (2)

Ancak yayılma sürecinin çelişkili yapısı bu dönemin uzun süreli ve sancılı olmasının da nedenidir. Çelişkinin kaynakları ise, yıpranmış sermayenin yayıldığı alanlarla, metropoliten merkezlerin yapısal durumlarıyla ilgili olarak karşımıza çıkıyor. Daralan sistemin yapısı bu çelişkilerle, büyük bunalımlara sahne oluyor. Eşitsiz gelişme yüzünden, rekabetin yoğunlaşmasıyla uluslararası çelişkiler artıyor. İçsel olgularda büyük değişikliklerin getirdiği rahatsızlıkların çözümü kolay olmuyor. Rekabetin hızlanması, fiyat artışlarının çok büyük boyutlara erişmesi bu daralma dönemlerinde uluslararası ekonomi üzerine kâbus gibi çöküyor. Dünya ekonomisi bu baskının altından kalkmak için olağanüstü tedbirler almak zorunda kalıyor.

Metropoliten merkezler arasında, yıpranmış sermayesini yaymayı gerçekleştirenler, toplumsal sermayelerini yenileyerek, yeni yatırımlara sevk edebiliyorlar. Böylece yapılarını yenileyip sistemin merkezi durumuna gelebiliyorlar. Eski merkezler ise ikinci plana itiliyorlar. Yeni yatırımlar, en yüksek kâr oranı ve genişleyen bir pazar buldukları için hızlı bir büyüme sürecine sokuyorlar toplumsal sermayeyi. Üretim teknolojisindeki gelişmeler, üretim kapasitelerini büyütürken, ürün çeşitleri, tüketim kalıpları gibi ekonomik verilerde büyük değişiklikler ortaya çıkıyor.

Şimdi sıra toplumsal sermayeye kendini yenileyebilme olanağını veren itici gücü görmeye geliyor.

Bilimsel Teknolojik Devrim

Bu itici güç, yatırımların kaynağını teşkil eden ve BİLİMSEL TEKNOLOJİK DEVRİM’in ortaya çıkarttığı yeni bir enerji kaynağı ile hareket eden ÇEKİRDEK’ten oluşuyor. Çekirdek ve enerji kaynağı değiştiği an ki, bu da yeni bir Bilimsel ve Teknolojik Devrim’e tekabül ediyor, sistem de buna bağlı olarak büyük yapısal değişikliklere uğruyor. Öyleyse Bilimsel ve Teknolojik Devrim: Sistemin toplumsal sermayesinin (Dünya piyasalarının ve kaynaklarının) belli bir gücün eline geçmesi (İngiliz Sanayi Devriminde olduğu gibi) ve bu sermayenin YENİ BİR ENERJİ kaynağıyla kendini yenileyebilmesini sağlayacak TEKNOLOJİK BULUŞTUR.

Bu açıdan Bilimsel ve Teknolojik Devrim’i teknolojik yeniliklerle bir tutmanın hiç bir anlamı yoktur. Tekrar etmekte yarar var; Bilimsel Teknolojik Devrim ancak sistemin tüm yapısını değiştirecek bir keşfin ortaya çıkması ile mümkün olur. Tabii ki böyle bir keşfin ortaya çıkması, bir birikimin sonucudur. Teknolojik yenilik sistemin yapısını değiştirmediği sürece ya da başka bir deyimle, sistemin tüm toplumsal sermayesini yeniden düzenleyecek bir ortam yaratmıyorsa sistem açısından hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Ancak bu yenilikler Çekirdek’in etrafında onun gelişmesini sağlarlar.

Kapitalizm günümüze dek iki önemli BİLİMSEL VE TEKNOLOJİK DEVRİM’den geçti. Birincisi BUHARLI MOTOR ve KÖMÜR, İkincisi İÇTEN PATLAMALI MOTOR ve PETROL.

Buharlı Motorun bulunması sistemin tüm yapısını değiştiriyor. Buharlı motorun geliştirilmesi ve yaygın biçimde kullanılması ile demiryolları ağı her yanı kaplıyor. Gerekli yan sanayilerin gelişmesi için çok büyük yatırım olanakları doğuyor. Demir-Çelik sanayii bu yatırımlardan çok büyük pay alıyor. Yüksek fırınlarda geliştirilen teknoloji, demir gibi hammaddelere olan gereksinimi büyük ölçüde arttırıyor. Enerji olarak KÖMÜR ana hammaddeler arasında birinci sırada yükseliyor. Tekstil sanayiinde büyük patlamalar oluyor. Buharlı gemilerin ortaya çıkması, ticaretin gelişmesini ve buna bağlı olarak da limanların yapımını hızlandırıyor.

İngiltere, kapitalist sistemin merkezi olarak, sanayii devriminin başlangıcı ile hegomanik devletini tüm ülkelere kabul ettiriyor.

Patlamalı motorun bulunması ve geliştirilmesi, tüm sisteme kendini yeni baştan yenileme olanağı veriyor. Patlamalı motorun, buharlı motorun yerini alması, toplumsal sermayenin buharlı motor yerine, patlamalı motorun etrafında toplanarak yenilenmesine yol açıyor. Böylece yeni bir yapısal değişiklik ortaya çıkıyor, kapitalist sistemde. Aşırı birikmiş sermayenin önü açılıyor. Otomotiv sanayi buna olanak sağlıyor. Otomobilin yürümesi için karayollarına çok büyük yatırımlar yapılıyor. Dönem son derece hareketli bir duruma geliyor. Kömür yerini PETROL’e bırakıyor. Petrole bağlı tüm yatırımlar dev adımlarla gelişmeye başlıyor. Kuyular, rafineriler, pipe-line’lar, petrol gemileri, depolar vs. Ancak bu dönemin gerçekleşmesi için daha önceleri, buharlı motor ve ona bağlı olarak gelişen demiryolları gibi yatırımların ve bunlarla ilişkili toplumsal sermayenin, yayılma sürecine giren sistemin içinde metropollerden diğer gelişmekte olan ülkelere aktarıldığı bir süreç yaşanıyor. Bu yayılma döneminde, sanayileşmiş ülkelerde yatırımlar azalırken, sermaye ihracının hız kazanmasıyla EMPERYALİZM DÖNEMİ başlıyor. Hindistan’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bu dönemde, demiryolu yapımının hız kazanması tesadüf değildir. Böylece patlamalı motorun etrafında toparlanan toplumsal sermayenin, yeni yatırım olanaklarının ortaya çıkmasıyla önü açılıyor. İngiltere, elindeki olanaklara rağmen, kullanamadığı yeni teknolojiler yüzünden, geri üretim tekniklerine mahkûm olurken, yeni teknolojileri yaşama geçiren ABD, hegemonik devlet olarak dünya kapitalist sisteminin başına geçiyor.

Öyleyse Dünya’da yeni teknolojik ilerlemelerin Bilimsel Teknolojik Devrim’e yol açtığı yolundaki zırvalıklar nereden kaynaklanıyor? Özellikle Sosyalist hareketten dışlanmanın verdiği aşağılık kompleksinden bir türlü kurtulamayan ve kapitalist sistem karşısında ümitlerini kaybedenlerin, eski alışkanlıkla, papağan gibi Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi tezlerini tekrarlamalarından mı?

Teknolojik Devrim ve Bilimler Akademisi

Türkiye Sosyalist hareketinde kapitalist sistemin üçüncü sanayi devrimine geçtiği konusunda oldukça yaygın bir kanı var. Özellikle kapitalist sisteme teslim olmak isteyenlerde… Bilimsel ve Teknolojik Devrim’in niteliği ve yarattığı bilimsel ilerlemeler üzerinde çok az istisna ile kimsenin şüphesi yok. Bu konuda 1970’lerde herkesi etkisi altında bırakan bir kitap vardı. Kitabın adı: Günümüzde Tekelci Kapitalizm. Bilim Yayınları tarafından tercüme ettirilerek piyasaya sürülmüş. Eski S.S.C.B. Bilimler Akademisi yayınlarından. Bu kitabın 30 sayfa süren bir 4. bölümü var. Bu sayfaları okuyucuyu sıkıntıya sokmak pahasına özetlemek gerekiyor.

Kitapta Bilimsel ve Teknolojik Devrim’in ne olduğu konusunda herhangi bir vurgulama olmadığı gibi, teknolojik yenilikleri Bilimsel Teknolojik Devrim olarak görmenin yanlışlığı herşeyiyle birlikte sırıtıyor. Burada önemli olan, Türkiye’de kapitalist sistemde üçüncü sanayi devrimini kabul edenlerin tüm savlarını da içermesi. Artık özete başlamak gerekiyor, ki marksist yöntemi kullanmayanların dış görünüşler karşısında nasıl aldandıklarını görelim.

Bilimsel-Teknik Devrimin ekonomik açıdan iki önemli özelliği var diyor kitap: Birincisi üretim güçlerinin gelişmesine katkıda bulunan değişmelere yön vermesi, İkincisi ise üretimin üç maddi öğesini yeniden biçimlendirmesi.

A- Üretim güçlerinin gelişmesine katkıda bulunan değişmelerin en önemlileri: Üretimin mekanize olması ve otomatikleşmesi, Sibernetik, sevk ve idare yöntemleri ve bunlarda elektronik hesap makinelerinin kullanılması, Sentetik hammadde türlerinin yapımı, kimya teknolojisinin çeşitli üretim süreçlerine sokulması, inşaat sektörünün ve tarımın endüstriyel bir temel üzerine oturtulması… dır.

B- Üretimin üç maddi öğesinin yeniden biçimlendirilmesi.

Mekanik iş araçları: Otomasyonun uygulanması.

Hammaddeler: Özellikle önceden saptanmış maddelerin yapay bir biçimde imali.

Enerji kaynakları: Atom enerjisinin gelişmesi.

Bilimsel Teknik Devrim’in temel yönleri arasında sıkı bir karşılıklı ilişki oluyor. Başlıca etmen ise, mekanik iş araçları üretiminin otomatizasyonundaki devrime ait. Otomatizasyon, insan ve makine arasındaki ilişkilerin teknolojik karakterine büyük değişiklikler getiriyor. Hammaddeler üzerinde uygulanan işlevler, teknik ilerlemenin daha önceki aşamasıyla-makineleşme ile çalışma mekanizmasına aktarılmıştı.

Otomatizasyona geçişle birlikte bu işlev mekanik düzenlere geçti. Otomatikleştirilmiş üretim süreci, artık insanın dolaysız katılımını gerektirmiyor. Otomatizasyon, makineleri başka makinelerin yardımıyla yönetmeyi olanaklı kılıyor. Bu yeni makineler, denetim, sevk ve idare makineleri, beyin görevi gören makineler, sibernetik makineler olarak, çeşitli işlevler görüyorlar. Otomatik sistem önceden saptanmış bir program uygulamakta; hatta bu programı mükemmelleştirme programlarına sahip.

Tesislerin otomatik olarak yönetimi için kullanılan ‘Dijital’ hesap makinesi optimal bir kullanım sağlamada büyük kolaylıklar sağlıyor. Bu nedenle otomatizasyon, sermayenin organik bileşiminin özellikle yüksek olduğu üretim dallarında büyük bir rol oynuyor. Petrol işleme sanayii, kimya sanayi dallarının çoğunluğu ve besin sanayinin bazı dalları tam bir otomasyona en uygun olan sanayi dalları. Üretim sürecinde hızın ve yoğunluğun artması, makinelerin birbirleriyle irtibatlandırılmasının son derece ileri bir düzeye varması ve yeni malzeme kullanmanın getirdiği avantajlar, emek verimliliğine bu güne kadarki gelişme hızını ciddi ölçüde aşma olanağı verdi. Ayrıca kullanılmak üzere piyasaya sürülen yeni üretim araçlarının etkinliği üretimde geçmişe göre daha az sermaye ve malzemeyi gerektirme eğilimi gösterdi. Bu nedenle gelişmiş ülkelerde, üretimin otomasyonu her alanda emeğin verimliliğini artırdı. Günümüzde artık otomatik sistemler, verilerin elektronik yöntemlerle hazırlanmasına dayalı olarak yönetiliyor. Ayrıca elektronik makineler büyük ölçüde başka sahalarda da kullanılmaya başlandı. Örneğin planlamada. Optimal seçeneklerin seçilmesiyle ilgili olan ekonomik çözümlemelerde emek/yoğun çalışmalar yerine ve üretimin bilimsel bir biçimde yürütülmesi için gerekli bilgilerin toplanmasında kullanılıyor. Bankalarda, sigorta şirketlerinde ve hükümet dairelerinde (özellikle Milli Savunma Bakanlığı’nda) kullanılıyor.

Bu alanda otomasyon üretim alanından daha hızlı sonuçlar veriyor. Böylece üretimin denetlenmesi ve pazarla olan ilişkilerin artık sınırlı bilgilerle, sezgiyle çözülmüyor. Aksine her türlü bilgi ve hesaplamalara dayanarak gerekli kararlar veriliyor. Oysa bu bilgileri ve hesapları bugüne dek uygulanan teknikle ne toplamak ne çözmek mümkündü.

Böylece artık, insanla ilişkisi olan ve modern ölçülere göre hantal ve yavaş olan sistemin yerini, elektronik idare denetim düzenlemeleri alıyor. Bugün artık ekonomilerin elektronik bilgi işlem makineleriyle donatılması, gelişmişlik düzeyinin temel karakteristiklerinden birini oluşturuyor.

Bilimsel-Teknik Devrim’in gelişmesinde çok önemli rolleri olan araştırma kurumları ve laboratuvarlar, endüstriyel yeni üretim türleri, yeni üretim süreçleri, düzenlemeler, iş araçlarıyla ilgili fikirler aktaran ve gerekli araçlarla donatan gerçek birer ‘buluşlar sanayi’ haline geldiler.

Bu durumda teknolojik yeniliklerin BİLİMSEL TEKNOLOJİK DEVRİMİ yarattığını iddia edenlerden sonra sıra bunların eleştirilerine geliyor.

Teknolojik Yenilik = Bilimsel Teknolojik Devrim?

Dünyaca ünlü Fransız Matematik bilgini Rene Thom teknolojik gelişmeler konusunda, Emek Dergisi’nde Sadri Eğilmez’in özetle aktardığına göre şöyle yazıyor: “Son yıllarda büyük bilimsel sıçramalar iddiası doğru değildir. Asıl büyük sıçramalar 1860-1940 arasında gerçekleşti. Tüm büyük ve çığır açan buluşlar o devirde yapıldı. Elektriğin icadından telefona, petrole dayalı patlamalı motordan otomobil ve uçağa, genetikten fizik- kimyaya tüm alanlarda tam bir bilimsel sıçrama yaşandı. 1940’da en son tıpta antibiyotik bulundu. Ondan bu yana bu temel buluşların nicel türevlerinin geliştirilmesiyle uğraşılıyor. Bilgisayar bile sadece bir türevdir.”(3)

Nitekim Y. Küçük, Petrol-İş’in bir anketine verdiği cevapta aynı konuda şunları yazıyor:

“…Yirminci yüzyılda önemli bir bilimsel ve teknolojik devrim olmadığını düşünüyorum, hepsi varolan bilimselliğin ve teknolojik envanterin geliştirilmesi, uygulanması ve iyileştirilmesidir.

“…Şu anda dünya yirminci yüzyılın başındaki bilimsel ve teknolojik yapıya sahiptir.” …1900 yılları başlarında olduğu gibi, buhar, petrol, elektrik temel enerji kaynaklarıdır; yirminci yüzyıl, başında bilinen enerji kaynaklarına bir yenisini ekleyemedi. Atomun parçalanmasından elde edilen enerji, bir yanıyla henüz sınırlı uygulamada kalıyor ve diğer yanıyla da hem fabrika işleyişine ve hem de makine kullanımına, elektrikten ayrı bir sorun veya kolaylık getirmiyor.

“Otomobil, uçak, tren, radyo, bütün bunlar yirminci yüzyılın başında mevcuttur. Yirminci yüzyılın başında sinema da var, sinemadan televizyona geçiş büyük bir sıçrama sayılmamalıdır. Yirminci yüzyılda, fizik bilimindeki en büyük ilerleme, katı fiziğindedir ve transistor yapımı bir yenilik olarak ortaya çıkıyor. Teknolojide kontrol sistemlerinin geliştirilmesi önemli sayılmalıdır, ancak bütünüyle bir devrim deme imkânı vermiyor.” (4)Yine bu konuda Ergun Türkcan İktisat Dergisi’nde şöyle yazıyor

” ….şu anda dünya sanayii ve hatta tarımı, birçok öncü sektör prototipine ve uygulamasına rağmen hala 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki teknolojilerle ‘idare etmektedir’. Kimya, elektrik, içten patlamalı motorlar, nükleer enerjiye rağmen elektrik enerjisi üretimi, havacılık kendi mükemmellik sınırlarına gelmelerine karşın yine de sanayi toplumunun ürün ve üretim teknolojileridir.”(5)

Yine Sadri Eğilmez’in yazısına dönmek gerekiyor.(6)

Bilimsel-Teknolojik Devrim’in alabildiğince yaşandığı 19. yüzyılın başında, odunla çalışan buhar kazanları yeni üretilmektedir. Yüzyılın başında, çoğu İngiltere’de olmak üzere, madenlerde su atma pompası olarak çalışan on bin civarında buharlı kazan vardır. Hepsi bu kadar… 19. yüzyıl sonunda ise bambaşka bir dünya vardır: Gelişmiş buharlı lokomotiflerin ötesinde elektrik ve motorları, benzin ve dizel motorları, kamyon, uçak, telgraf, telefon gibi tümüyle nitel değişimi simgeleyen üretim, ulaşım ve haberleşme araçları… Yepyeni enerji kaynakları ve kullanım sahaları sözkonusudur; gerçek anlamda çağ atlanmıştır.

“Ama 20. yüzyıla baktığımızda tutuculaşan tekelci kapitalizmin daha hala aynı petrol ve kömür yataklarına dört elle sarıldığını; sanayinin ve ekonomisinin hala bu temellere dayandığını; yüzyıl başında üretilen içten patlamalı motorun da hâlâ medeniyet simgesi gibi gösterilerek soytarılık yapıldığını görüyoruz.” (7)

Artık geriye tek bir önemli nokta kalıyor bu konuda: Bilgisayar. Herkesin dilinden düşürmediği ve Bilimsel-Teknolojik Devrim’in kalbi saydığı bilgisayar ve bilgisayarla ÜRETİM.

Bilgisayar ve Bilgisayarla Üretim Yeni Bilimsel ve Teknolojik Devrimin Nüvesi mi?

Mısırlı iktisatçı Samir Amin, Teori Dergisi ile yaptığı bir söyleşide Teknolojik Devrim konusunda şunları söylüyor:

“…şu anki teknolojik devrimin özelliği önceki teknolojik devrimlerden çok farklı olan bazı nitelikleri olmasıdır. Önceki teknolojik devrimler, örneğin 19. yüzyılda demiryolları, sonra otomobil. 2. Dünya savaşından sonraki yeni şehirleşme, masif fiziksel yatırıma ihtiyaç duyardı. Altyapı inşa etmedeki gerekli milyonlarca ton çelik vs. Bu nedenle, devasa bir sermaye talebi yarattı. Yeni teknolojik devrim bilgisayara dayanıyor. Bu masif yatırım anlamına gelmez. Niceliksel olarak sermaye kullanıyor değil, tasarruf ediyor. Bu yüzden, üretken yatırıma olan talebin üstünde bir masif sermaye artığı var. Bu 70’lerin başında, hatta 80’lerin sonundan beri, kapitalizmin ‘UZUN’ krizinin derin nedenidir.”(8)

Samir Aminin Bilimsel ve Teknolojik Devrim’i: Bilgisayar. Ama kendisi de tüm içtenliği ile bilgisayarın toplumsal sermayeyi toparlayamadığını ve yıpranmış sermayenin yerine geçecek kadar yeterli yeni yatırımları teşvik etmesinin mümkün olmadığını itiraf etmek zorunda kalıyor. Aşırı birikmiş sermayeyi yok edemediği ve toplumsal sermayeyi yenileyemediği için, bilgisayar ve onun getirdiği yatırımlar kapitalizmi KRİZ’den çıkaramıyorlar. Amin, buharlı motor ve içten patlamalı motorların sistemi bunalımdan çıkartırken, masif fiziksel yatırımlara ihtiyaç yaratarak, büyük bir sermaye talebi doğduğunu da gösteriyor. Bu durumda bilgisayarı üçüncü Bilimsel ve Teknolojik Devrimin çekirdeği olarak görmenin mümkün olmadığı sonucu çıkmıyor mu?

Böylece aşırı birikmiş sermaye, silah sanayinin dışında finansal yatırımlara giderken,

“…ticaret ve bankacılık sektörleri ön plana çıkıyor. Bu kesimlerde kârların yükselmesi, kontrol sistemlerinin gelişmesini hem hızlandırıyor hem de uygulama alan ve imkânı yaratıyor.

“… Bankacılık ve bazı hizmet sektörlerinin ‘computarize’ edilmesine teknolojik ilerleme adı verilemez.. Sanayi kesiminin ikinci plana itildiği bir zamanda önemli teknolojik gelişmelerden söz etmemek gerekir. “(9)

Artık ikinci önemli noktaya gelebiliyoruz: Robotlar ya da bilgisayarlı üretim. Özellikle sanayi üretiminde kullanılan robotlar, sosyalist harekette çok kimsenin kafasını karıştırıyor. Ama önce bir anı.

Avrupa’dan dönen kafası iyice karışmış, TKP’nin yöneticiliğinde bulunmuş eski kolculardan birisi ile konuşurken konu robotlara geldi. Bu aklı evvel, “Hollanda’da çok büyük bir fabrika kuruluyor. Tüm üretim robotlarla yapılacak” diyerek artı-değerin önemi kalmadığını göstermeye çalışıyordu. Ona çok basit bir soru sordum:

“Bu fabrika ne imal edecek?” Karşılık olarak “otomobil” demez mi?

“Robot kullanımının, yirminci yüzyılın başında Ford’un uyguladığı conveyer sisteminden niteliksel bir ayrılık gösterdiğini sanmıyorum. Bir kayış üzerindeki transportasyon, robotlar ile çok eksenli hale getirilmiş oluyor. Önemlidir, ancak buna bakarak, işçinin yerini robotun aldığı şeklindeki cahil halk değerlendirmelerine kapılmamak gerekiyor. Üretim sürecinde işçinin yerini almak mümkün değildir. Üretim eninde-sonunda, işçinin ellerinde ve omuzlarındadır.

“Robot da bir otomatizasyondur, aynı işi daha az emekle yapmanın yollarından birisidir. Ancak mutlaka her iş emekle yapılıyor, bundan kurtulmak mümkün görünmüyor.”(10)

Nitekim robotlar konusunda Ergun Türkcan da pek farklı düşünmüyor.

“Bilgisayarların ‘manuel’ bir iş yapan makinalara tatbikiyle robotlar kendilerine verilen iş programlarına göre iş yapıyorlar. Ya da üretim sürecini ve ortaya çıkan ürünün kalitesini kontrol ediyorlar. Böylece bir kalifiye işçinin ve kontrol mühendisinin yerini almış oluyorlar. İplik ve dokuma tezgâhı da, Sanayi Devrimi içinde kalifiye iplikçilerin ve dokuma ustalarının yerini almıştı.”(11)

Bu kadar basit. Emeğin verimliliğinin artmasından artı- değerin yok olduğu sonucunu çıkarmak için insanın deli olması gerekir. Teknolojiden korkmak, ancak geri kalmış insanların ya da çağ dışı kalmış solcuların, sosyalizmden vazgeçmek için uydurdukları bir bahaneden öteye gitmez.

Bilgisayarlar genel olarak 20. yüzyıl sanayi ürünlerinin ve üretim süreçlerinin verimlilik ve kalitelerini artırma işlevi aşamasındadır.

“Günümüz ileri sanayi toplumu, sanayi ötesi toplumun birçok niteliğini, prototipini ve eğilimini taşıyorsa da henüz sanayi toplumu çerçevesinden fazla taşmış değildir. Robotlarla üretim, daha doğrusu bilgisayar yardımıyla imalat ve bilgisayar yardımıyla parça tasarımı 21. yüzyılın özellikleri sayılıyorsa da, üretilen metaın bir 20. yüzyıl metaı olması ve geniş bir uygulama yaygınlığına kavuşamaması nedeniyle sadece bir prototip, bir embriyon sektör karşısında olduğumuzu düşünüyorum.”(12)

Artık sıra kapitalist sistemin, yeni bir Bilimsel-Teknolojik Devrim yapıldığını iddia edenlere rağmen niçin bunalımdan çıkamadığını göstermeye kalıyor.

Kapitalist Sistem Niçin Bunalımdan Çıkamıyor?

“Emperyalist sistemdeki son gelişmeleri, özellikle de sanayiden uzaklaşıp sanayi hareketini yeni sömürge ülkelere devrederek iletişim ve bilgisayar temeli üzerinde geliştirilen borsa sistemlerinin ekonominin temeli durumuna gelmesini irdeleyen bazı araştırmacılar emperyalist metropollerin ‘sanayi ötesi toplumlara’ dönüştüğünü; ya da kapitalizmin ikinci aşaması olan emperyalizmden yeni bir üçüncü aşamaya yöneldiğini ileri sürmektedirler. “(13)

Soru doğru bir biçimde ortaya konuyor. Kapitalist sistem bundan önce içten patlamalı motor sayesinde kurtulduğu krizden yine aynı biçimde kurtuluyor mu?

Artık sıra tablomuza geliyor. Ama önce aynı yazardan başka bir paragraf:

“Aynı şekilde emperyalizm aşamasında insanoğlunun başlıca hareket düzeni içten patlamalı benzin ve dizel motorları da artık köhnemiş, çağ dışı kalmıştır. Bir içten patlamalı motor, yaktığı yakıtın enerjisinin ancak dörtte birini harekete çevirir; gerisini boşa atmosfere atar. Böylesi bir ilkel düzenekle, bırakınız yeni bir uygarlığa sıçrayış, bugünkü dünyamızı bile elde tutabilmek mümkün değildir. (14)

Tablo, kapitalist sistemin belirli zaman dilimleriyle nasıl bunalım döneminden istikrar dönemine, istikrar döneminden bunalım dönemine geçtiğini gösteriyor. Ayrıca her kriz döneminin gittikçe yükseldiği de görülüyor. 20-25 sene süren dilimlerle birbirini izleyen Genişleme (büyüme)-Daralma (yayılma) dönemleri, kendi içlerinde 7-10 senede, son zamanlarda askeri alanlarda teknolojik gelişmelerin sonucu olarak 3-4 senede bir oluşan klasik devresel buhranlarla, kapitalist sistemin ana eğilimini oluşturuyor. Özellikle son zamanlarda devresel buhranların biri bitip biri başladığı için, bunalım süreklilik kazanıyor.

XIX. Yüzyılın İkinci Yarısı ile XX. Yüzyıl Dönemleri

Genişleme Daralma

1847-1873 (1848-1875)

1893-1913 (1898-1920)

1940-1967 (1945-1970)

1873-1893(1875-1898)

1913-1940(1920-1945)

1967-? (1970-? )

Devresel buhranlar, Genişleme Dönemleri’nde, kapitalist sistemde büyük bunalımlara neden olmuyorlar. Daralma Dönemleri’nde ise aksine, aynı dalgalanmalar çok şiddetli biçimde kendini gösteriyor. Bu dönemlerde, sistemin varlığı konusunda kuşkular büyük tartışmalara yol açıyor. Daralma Dönemleri’nin en serti hiç şüphesiz 1929 bunalımı. Kapitalist sistemde büyük çalkantılara neden olan bu bunalım, sonuç olarak uluslararası para sisteminin de çöküşünü beraberinde getirdi.

Aynı olgu, yine Daralma Dönemi’nde rastlanan 1971-1974 bunalımında da kendini gösterdi. Doların üstünlüğü büyük ölçüde sarsıldı. Uluslararası yeni bir para gereksinimi ortaya çıktı. Tüm bunlar, bir önceki Genişleme Dönemi’nde büyümeyi gerçekleştiren çelişkiler yumağının çözümsüzlüğünden kaynaklanıyor. Sistem genişlerken, bunalımların kaynağını da beraberinde büyütüyor. Ancak çelişkilerin uzlaşmazlığı, Daralma dönemlerinde ortaya çıkıyor. Sosyalist hareketteki büyük sıçramalar da bu dönemlere özgü. 1870 Paris Komünü bir daralma döneminin başına rastlarken, Doğu Avrupa ülkelerinin ve Çin’in sosyalizme geçişi başka bir Daralma Dönemi’nin sonuna denk gelmiştir.

Daralma Dönemleri aynı anda yıpranmış sermayenin yayılması ile meydana geldiği için 1873’de emperyalizm olgusunun ortaya çıkması tarih açısından tesadüf değildir. Bu dönemde daralan sistem, sermaye ihracı ile birlikte yayılma olanakları buluyor ve buharlı motorla birlikte kendini yeniliyor. Tüm bunlara karşın, Genişleme Dönemleri’nde işçi sınıfı mücadelesinde, sistemin hızla büyümesi ve göreli refah artışı yüzünden büyük sapmalar izlemek mümkün oluyor.

-1893’de Genişleme Dönemi’nin başlangıcı ile Avrupa işçi sınıfı hareketinde Bernstein revizyonizmi büyük yandaş bulabiliyor.

-II. Dünya Savaşından sonra, sistemin hızla bir büyüme potansiyeline erişmesi sonucu, işsizliğin azalması, refahın geniş kitlelere göreceli de olsa yayılması işçi sınıfı hareketini duraklatıyor, hatta zaman zaman geriletiyor. 1959’da F. Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin Branderburg Kongresinde sosyalist ilkelerden vazgeçmesi bu durumun tipik bir örneğini oluşturuyor.

1913-40 arasındaki Daralma Dönemi’nde tipik bir olay yaşanıyor: Faşizm. Yayılma Dönemi’ne rastlıyor. Bu sürecin gerçekleşmesi için sermayenin büyük ölçüde devlet desteğine ihtiyacı olan ülkelerde bu olay görülüyor. Tekelleşme ile yayılmanın özdeşleşmesi faşist devleti yaşama sokuyor. Çünkü güçlü bir devlet ancak tekelci devletin işlevi olan yayılmayı gerçekleştirebilir.

Bu dönemde, yıpranmış sermayesini kendine bağlı ülkelere akıtabilme olanakları bulabilen metropoliten merkezler, tekelci devlet kapitalizmine geçiş sürecini demokratik(!) bir ortam içinde gerçekleştirebiliyorlar. Bu yayılmayı, kendine bağlı ülkeler olmadığı için gerçekleştiremeyen İtalya ve Almanya gibi ülkelerde sömürü işçi ve emekçiler üzerine yoğunlaştığından, tekelci devlet kapitalizmine geçiş ancak faşizmle mümkün oluyor. Yayılma sürecine girmeleriyle birlikte de II. Dünya Savaşı ortaya çıkıyor.

Artık günümüze geliyoruz. 1967 yılında Daralma Dönemi’ne giriliyor. Vietnam Savaşı bunun bir göstergesi.

Kondratiev eğrilerine göre kapitalist sistemin 1992’den itibaren Daralma Dönemi’ni geride bırakıp, Genişleme Dönemi’ne girmesi gerekiyordu. Ama Samir Amin’in bahsettiği UZUN KRİZ devam ediyor ve Daralma Dönemi’nden kurtuluş ümidi ufukta gözükmüyor. Nedeni çok basit: Üçüncü Sanayi Devrimi’ni oluşturacak Yeni Bir Bilimsel Teknolojik Devrim yok. Geriye ne kalıyor?

“ABD Başkanı George Bush, uzun süreden beri kötü durumda olan Amerikan ekonomisini ve de bu yıl (1992) yapılacak olan başkanlık seçimini kurtarmak için, Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere müttefiklerine silah satışına bel bağladı.

Ardı ardına kapanan fabrikaları, işten çıkarılan işçileri tekrar çalışır duruma getirmek isteyen Bush, 53 milyar dolar tutarında silah satışı için Kongre’ye başvurarak izin istedi. Bu silah satışının 5 milyarlık bölümünü, Suudi Arabistan’a verilecek 72 adet F-15 savaş uçağı oluşturuyor.” (16)

Eski döneklerin, emperyalizm çağından çıkıldığını ilan eden barış çığlıkları arasında ABD bunalımdan kurtulmak için silah satışlarını hızlandırıyor. Savaş sanayiinin tekrar tek kurtuluş ümidi olarak sofraya sürülmesinin yanında dünya jandarmalığı misyonu da sürdürülüyor. ABD’nin 1967’den bu yana ekonomik ve politik üstünlüğünü keyfi olarak sürdüremeyecek duruma gelmesi karşısında, ABD’nin soğuk savaş sonrasında da, dünyanın tek ve rakipsiz gücü olarak kalması doğrultusunda Pentagon, birbiri ardına raporlar hazırlıyor. Bu raporların birinde, ABD’nin Batı Avrupa, Asya veya eski Sovyet Cumhuriyetleri’nden doğabilecek herhangi bir tehdide karşı hazırlıklı olması gerektiği vurgulanıyor. Rapor, İkinci Dünya Savaşı sonunda, müttefiklerin, Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla sonuçlanan “uluslararası kollektivizm” İLKESİNİN BİR YANA BIRAKILARAK ABD’nin “yardımsever egemenliğini” ön plana çıkarırken, öncülüğünü ABD’nin yapacağı, böylelikle Almanya ve Japonya’nın silahlanmasını önleyecek, güvenlik kuruluşları öneriyor. Raporda ayrıca “sadece Avrupalıların oluşturacağı ve NATO’yu zedeleyecek güvenlik uygulamalarını önlemeliyiz” ifadesi dikkat çekiyor.

Artık sonuca varıyoruz. Sovyetler Birliği konusunda daha önceki yazılarımızda ulaştığımız sonuçlara bir yenisini eklemek zorunlu oluyor. Eski sosyalist ülkelerin “sosyalist sistemi” kuramadıkları, Komünist Parti üyelerinin, komünist değil birer “partili” olduklarını vurgulamıştık. Sorunu şimdi başka bir noktada daha odaklaştırmak gerekiyor:

Bilimsel Teknolojik Devrimi Yapamayan Sosyalist Ülkelerin Çıkmazı

“Sosyalizm, ilk kuruluş aşamalarında emperyalist sistemin sanayi modelinin dayandığı alt yapıyı kullanır. Aynı enerji kaynakları (kömür, petrol, doğal gaz ve elektrik) ve aynı hareket düzenekleri (içten patlamalı ve basit elektrik motorları)… Ama bu temel dayanakları aşmak, yeni bir enerji ve hareket düzlemi yaratmak hedeflenmez de, emperyalist sanayi modelinin kıstaslarına bağlı bir sosyalist toplum örgütlenmesiyle yetinilirse, sürekli gelişim ve ileri atılım durur; tıkanma başlar.”(17)

Nitekim sosyalist ülkeler kapitalizmin getirdiği sanayi toplumunu aşmak ve onun getirdiği enerji kaynaklarını geliştirmek çabasına girişmediler. 1952 den sonra sosyalist inşaa stratejisinde hiç bir değişiklik yapılmadı. 1957 senesinde uzaya atılan Sputnik, tüm dünyada büyük bir heyecan yarattıysa da uzay çalışmaları dışında kapitalizmin sanayi modelini ve bunun dayandığı enerji kaynaklarını aşmak konusunda herhangi bir çaba gösterilmediğinden, kapitalist dünyanın korkusu yarıda kaldı. Yeniden Sadri Eğilmez’e kulak verelim:

“Komünizme yönelen insanlık, kendine emperyalizmden farklı bir alt yapı ve üretim modeli, buna uygun bir paylaşım düzeni ve ahlak yaratmak zorundadır.

Daha önce vurguladığımız gibi, komünist uygarlık, üretim ve paylaşım düzeninin alt yapısına emperyalizmin dayandığı kaynaklardan çok farklı ve yeni enerji kaynaklarını temel almak zorundadır. Çok daha ucuza malolan ve daha verimli kullanılacak yeni enerji kaynaklarına yönelmeden sosyalist kuruluş ve komünist uygarlığa yöneliş yolundaki tıkanıklıkları aşmak mümkün değildir. Hakeza, enerjiyi harekete ve üretime dönüştüren motor güçler açısından da yeni bir sıçrama şarttır.”(18) Kısacası Sovyetler Birliği ve diğer eski sosyalist ülkelerin bir tıkanma noktasına gelmelerinin nedenlerinden önemli bir tanesi de Yeni Bir Bilimsel ve Teknolojik Devrim aşamasından geçememeleri, kapitalizmin köhnemiş ve kendini yenileyemeyen enerji kaynaklarını ve bunlara dayanan sanayi modelini taklit etmeleridir.

“Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar, kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, hayatlarını kazanma yollarını değiştirmek için de bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. EL DEĞİRMENİ SİZE FEODAL BEYLİ TOPLUMU VERİR; BUHARLI DEĞİRMEN İSE SINAİ KAPİTALİSTLİ TOPLUMU.”(19) (a.b.ç.)

II.Tez’de yapılan bir çalışmada Marks’ın teknolojik determinist bir yoruma göre “okunursa” tarihin teknolojik düz çizgisel evrimci bir şekilde kavranılmasına teorik temel hazırlamış sayılabileceği iddia ediliyor. İşara İşür, bu çalışmasında sosyalist aşamada olan ülkelerin, ancak kapitalist toplumdan devraldıkları üretim güçlerini yeni bir aşamayla geliştirerek komünist topluma geçebileceklerini yazıyor:

“….birinci ve ikinci Sanayii Devrimleri’nin çerçevesini çizdiği ‘sanayileşmenin ideolojisi’ ‘sosyalist’ toplumlarda bir yere kadar planlanabilirdi. Bu ‘yer’ üretim ilişkileri ve üretimdeki ilişkilerin izin verdiği yer idi. Bu toplumlardaki üretim ve üretimdeki ilişkiler ne yeni bir ‘sanayileşme ideolojisinin ortaya çıkabilmesine ortam ve olanak hazırlayabildiler ne de üçüncü Sanayi Devrimi’nin zorunlu kıldığı ilişkilere esneklik gösterebildiler. Sonuç, renksiz bir deyimle, bu toplumların ‘patlaması’ oldu.” (20)

Burada İşaya İşür’ün bahsettiği Üçüncü Sanayi Devrim’i, Üçüncü Bilimsel Teknolojik Devrim’in getirdiği sanayi toplumudur. Ya da başka bir deyimle petrol enerjisinin yerini alacağı yeni bir enerji türü ile patlama motorun yerini alacağı yeni motor gücüdür. Nitekim Sadri Eğilmez bu durumu bir örnek vererek şöyle anlatıyor:

“Uzaydaki güneş enerjisini toplayan yansıtıcı istasyonlarla, dünyaya görülmemiş yoğunlukta enerji transferi yapar. Petrol ve kömür gibi fosil enerjileri terkeder. Yeni kuşak motorlarla enerjinin ezici çoğunluğunu harekete dönüştürerek, üretimde ve ulaşımda patlama yaratır. Çok ucuza ve tüm insanlığa yetecek ürün elde eder.” (21)

Son bir söz: ÖLÜME MAHKÛM OLANLARI TAKLİT EDENLER DAHA ÇABUK ÖLÜRLER.


Notlar

(1) BU konuda daha fazla bilgi için başvurulacak eser: Henri Lefebvre; Sosyalist Dünya Görüşü; Hür Yayınevi 1965, s.30-45

(2) IMF-DÜNYA BANKASI gibi dünya ekonomisini, kapitalist sisteme uyarlama misyonunun en önemli teşekküllerinin Türkiye üzerinde, devletin alt yapı hizmetlerinden gayrı başka bir şeyle uğraşmaması yolunda yaptıkları baskının nedeni daha kolay anlaşılıyor. Uluslararası sermayenin rahatlıkla dolabileceği alanların temizlenmesi için, gelişmekte olan ülkelerde önceliğin özelleştirme programlarına tanınması talebinin tesadüf olmadığı da ortaya çıkıyor.

(3) Sadri Eğilmez; “İnsanlığın Geleceğini Batı’da Aramak Nafile”; Emek Dergisi, sayı 23, s.63

(4) Y. Küçük; “Teknoloji ve Politizasyon”; Petrol-İş Yıllığı s. 601

(5) Ergün Türkcan; İktisat Dergisi Mayıs 1985, sayı 264, s.37

(6) Son zamanlarda bu konuda tüm eksikliklerine rağmen yayınlanan en iyi yazı. Çeşitli yönleriyle insanı düşündüren, geniş ufuklar açan ve oldukça ciddi bir çalışma olduğu için bence çok önemli. Emek’in 23, 24 ve 25. sayılarında çıktı. Buna karşı yine Emek’in 26 ve 27. sayılarında Engin Erkiner imzasıyla bu yazıların eleştirisi yapıldı. Çok üzülerek karşılıyorum bu eleştiriyi. Erkiner, Sadri Eğilmez’in yazısından hiçbir şey anlamamış. Bu açıdan eleştiri demeye bin şahit gerekiyor. Teknolojik yeniliklerle Bilimsel Teknolojik Devrim’i karıştırması bir yana, hiç bir fikir üretmiyor.

(7) Eğilmez; a.g.m. Emek Dergisi, sayı 24, s.46

(8) Samir Amin; “Kapitalizmin ve Sosyalizmin Yeni Dönemi”; Teori Dergisi, sayı 25, s.41

(9) Y. Küçük; a.g.m., s.602

(10) a.g.m., s.602

(11) Ergün Türkcan; a.g.m.,s.37

(12) a.g.m., s.36

(13) Eğilmez; a.g.m.,sayı 24, s.50

(14) a.g.m.,s.44

(15) Bu dönemler ekonomist KONDRATIEV tarafından ilk defa 1920’lerde bulundu.

(16) Milliyet Gazetesi, Mart 1992

(17) Eğilmez; a.g.m., sayı 25, s.41

(18) a.g.m., sayı 25, s.40

(19) Karl Marks, Felsefenin Sefaleti, s. 150

(20) İşaya İşür; “Teknoloji ve Tarih: Farklı ‘Vizyonlar ‘Benzer Sonuçlar”, 11. Tez, sayı 11, s.81

(21) Eğilmez; a.g.m., sayı 24, s.44


Ahmet Hamdi Dinler, “Sosyalizm Yolunda Yeni Açılımlar”, Bilim Yayınları, Aralık-1997, İstanbul.


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın