Toplumsal yaşam içerisinde önemli bir yere sahip olan sanat ve sanat eserleri, bireylerin yaşamlarında her zaman var olmuşlardır. Toplum ve birey merkezli olan sanat eserlerinin içeriğinin de topluma özgü kültürel öğelerle oldukça yoğun şekilde donatıldığı gözlemlenebilir. Eserin kurgusunda, seçilen mekân ve zamanda özellikle de yazarın üslubunda kültürün yansımalarını görmek mümkündür.
Her toplumda farklılık kazanan ve özellikle dilsel anlatımla ifade edilen kültürel öğe ve değerlerin bir başka dile çevrilmesi bazı güçlüklerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Çevirinin, kültürel boyutunu değerlendiren Koller, her metnin belli bir iletişim bağlamında belli bir kültürde oluştuğunu ve metni üretme ve algılama koşullarının iletişim camiasından iletişim camiasına göre değiştiğini belirtir. Değişikliklerin ya da farklılıkların ortadan kalkması için ideal olan iki çeviri yönteminden bahseder. Kaynak dilin kültüründe yerleşmiş olan kaynak dilin öğelerinin erek dil kültürünün öğeleri ile yer değiştirerek kaynak dil metnin çeviri sayesinde erek dil metninde asimile olmasını ‘uyarlama çeviri’ olarak adlandırır. Diğeri ise aktarımsal çeviridir, yani kaynak dilin kültürüne özgü öğelerin erek dilin kültürüne olduğu gibi aktarılmasıdır (Koller,1992: 60).
Metne dayalı bir yöntemle oluşturulmaya çalışılan bu makale temelde, çevirinin yalnızca bir dilsel aktarım olgusu olmadığını aksine erek dil ve erek kültürün gereksinimleri doğrultusunda metnin şekillendiğini göstermek amacını gütmektedir. Ayrıca çevirmenin çeviri süreçleri esnasında aldığı kararlar üzerinde durularak bu kararlar, metinden örneklerle desteklenerek skopos kuramıyla açıklanmaya çalışılacaktır. Çevirmenin niyetinin, çeviri metnin amacının ve çevirinin işlevinin ön plana çıktığı skopos kuramında çeviri eser, erek kültür için üretilir. Stolze’ye göre bir çevirinin skoposu, kaynak metninkinden uzaklaşabilir yani işlev değişimine uğrar; fakat bir çeviri kaynak metne benzerlik göstermelidir. Bir çeviriden olabildiğince kaynak metne yaklaşması beklenir (Stolze,2013:210). Çeviri eserin dilsel uyarlamalarının erek dil ve kültür göz önüne alınarak yapılması gerektiği söylenebilir.
Bu makalede öncelikli olarak hangi yöntemin kullanıldığı özetlenecek, daha sonra kültür başlığı altında kültür ve çeviri ilişkisi açıklanacaktır. Epik tiyatro ve bu türdeki eserlerin çevirisi esnasında göz önünde bulundurulan öğelere dikkat çekilerek makalenin temel konusunu oluşturan Brecht ve Üç Kuruşluk Opera adlı yapıttan kısaca bahsedilecektir. Başka bir başlık altında ise özellikle üzerinde durulması amaçlanan, kültürün içinde konuşlandırılacak olan eserdeki deyimler, ikilemeler gibi kalıplaşmış ifadeler ve neredeyse eserin tamamına hâkim olan argo ifadeler, incelenecektir. Bu ifadelerin aktarımında bir kültürün üyesi olan çevirmenin kendi kültürünü ne kadar tanıdığı ve kaynak metnin okuru erek metnin yazarı olarak anlama, alımlama ve yorumlama sürecini nasıl gerçekleştirdiği açımlanmaya çalışılacaktır.
Yöntem
Nitel araştırma yöntemlerinden olan doküman analizi yönteminden bu çalışma kapsamında yararlanılmıştır. Doküman analizi veya incelemesi, araştırılması hedeflenen olgu veya olgular hakkında bilgi içeren yazılı materyallerin analizini kapsar (Turgut,2014:239). Okur ya da araştırmacı, kullanacağı birincil kaynaklar vasıtasıyla, gereksinim duyduğu veriyi elde edebilir. Söz konusu makalede de Brecht’in “Dreigrosschenoper” adlı Almanca eseri ile Yücel Erten tarafından Türkçeye aktarılmış olan çevirisi, birincil kaynaklar olarak çözümlenmiştir. Kaynak ve erek metin kapsamında ikilemeler, deyimler, atasözleri gibi kalıplaşmış ifadeler dil bilgisel verilere göre incelenmiş olsa dahi farklı kültürlerin dile yansımasının nasıl olduğu, çözümlenmeye çalışılmıştır.
Çevirinin Kültürle Açıklanması
Dilsel ifadelerin bir başka dilde şekillenmesi ya da iletişimin gerçekleşmesi için farklı iki dil arasında vuku bulan bir eylem olarak görülen çeviri ve çeviri tanımları, uzun süre dil ile açıklanmıştır ve görüşler, çevirinin dilsel aktarım olduğu yönünde yoğunlaşmıştır. Fakat çeviriyi, yalnızca dil ile aynı olarak değerlendirmek, çevirinin çok yönlü olgu olduğunu görmezden gelmek anlamına geleceği gibi çeviri eyleminin ne olduğunun da anlaşılamaz olmasına sebep olacaktır. Çeviri, dilden tamamen ayrı düşünülemeyeceği gibi sadece dilsel bir eylem olarak da kabul edilemez. İletişim kurmaya, anlaşmaya hatta toplumları çözümlemeye olanak sağlayan dil, çevirinin en önemli öğesidir; fakat çevirinin farklı iki dil arasında gerçekleşen bir eylem olduğu yönündeki klasik görüşten dolayı, çeviri, dilin ötesinde kalmıştır. Uzun bir sürecin ürünü olan çevirinin, zannedildiği gibi sadece dilsel aktarım olmadığı savı, 1980’li yıllarda özellikle modern kuramların ortaya çıkmasıyla çürütülmüştür. Böylece çeviri eyleminde dil olgusunun yanı sıra kültür kavramının önemi ortaya çıkmıştır. Yeni yaklaşımlar sayesinde çeviri, artık kişiler arasında iletişim kurma, anlaşmayı sağlama gibi temel özelliklerinin ötesine geçmeyi başarabilmiştir. Böylece çevirinin başarılı şekilde gerçekleşmesinde erek kültürü tanımanın, bilmenin önemi de ortaya çıkmıştır. Bu görüş doğrultusunda kaynak dil ya da kaynak kültür odaklı çeviri yaklaşımı geride kalmış, erek dil ve erek kültür odaklı çeviri anlayışı daha fazla ön plana çıkmaya başlamıştır. Erek odaklı yaklaşımların öncüleri olan ve bu görüşü savunan Gideon Toury, Hans Vermeer ve Mänttäri gibi önemli kuramcıların isimleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Erek odaklı yaklaşımların genel amacı, çeviri eylemini, sığ bir bakıştan kurtararak, toplumların temel yapı taşı olan kültür ile yorumlayabilmek ve çevirmenin de çift dilli ve çift kültürlü olmasının önemini, ortaya koymaktır. Kısacası çevirmenin, çeviri eylemini gerçekleştirmesi için yalnızca dil bilmesinin yetmemesi, bunun yanı sıra erek kültürün bilgisine hâkim olması çeviri sürecini çevirmen açısından zorlaştırmıştır.
Çevirinin, dilsel bir eylemin ürünü olduğu yönündeki geleneksel görüş yıkılır ve çeviri, çok daha geniş bir yelpazeden bakılarak kültür kavramı ile değerlendirilmeye çalışılır. Vermeer’e göre çevirinin ana özelliği çevirinin metinden bağımsız aktarımı değildir, aksine insan eylemlerinin kültürlerarası aktarımıdır. Artık dil, ilk olarak incelenmesi gereken mesele değildir, aksine farklı kültürel bağlamlardaki insanların bütün davranışları incelenmelidir (Aktaran Witte,2007: 26). Vermeer’in çeviri üzerine olan görüşünden de anlaşıldığı gibi çeviri kavramı, dil ile sınırlandırılmak yerine kültür ile genişletilmiştir. Bu durum, kaynak metnin, erek metinde birebir aynı olması yönündeki beklentileri de boşa çıkarmıştır. Çünkü artık kültür kavramının ön plana çıkmasıyla erek metnin, kaynak metin ile birebir aynısı olması yönündeki savlar yok sayılarak, amaç, kaynak metnin, erek kültürde, alıcı toplumda işlev görebilmesi yani erek metnin işlevsel olabilmesi yönünde olmuştur. Böylece erek metin, işleve yani amaca yönelik yapılmış olan bir metin olma özelliği kazanır.
Wermeer Koller ise çeviriyi, hem kültür açısından hem de dil açısından iletişimin kurulduğu dil ve kültür çalışması olarak tanımlamaktadır. Kaynak ve erek kültürün üretim ve alımlanmasına bağlı olan kaynak ve erek kültür arasındaki iletişimsel farkların aşılması denendiğinde kültür ilişkisi söz konusudur. Dilsel iletişim ise, kaynak dilin araçları ile üretilen kaynak metnin, erek metinde erek dilin araçları ile aktarılmasıyla ortaya çıkar (Aktaran Gercken,1999: 65). Söz konusu görüşlerden hareketle Koller’in çeviriyi hem dil hem de kültür çalışması olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Kültürel farklılıkların kültür bilgisi ile dilsel farklılıkların ise dilbilgisiyle aşılabileceğini belirtirken Koller, ikisine de iyi derecede hâkim olmak gerektiğini ima etmektedir. Çünkü dilsel ve kültürel farkları aşarak kaynak metni erek metne anlaşılır düzeyde aktarabilmek; ancak iyi bir dilbilgisi ve kültür bilgisine sahip olmaktan geçer. Bu da çevirmenin zor bir görevi üstlendiği anlamına gelmektedir.
Diller ve kültürlerarası iletişimi sağlayan çeviri, insanın gereksinimleri doğrultusunda var olmuştur ve insanın iletişim kurma, anlaşma gereksinimi devam ettikçe çevirinin de var olmaya devam edeceği bir geçektir. Farklı dilleri ve kültürleri tanıtma ve taşıma özelliğine sahip olan çeviri, farklı değer ve kültürler ile sürekli bir etkileşim içerisindedir. Farklı değerleri, gelenekleri, kültürleri tanımanın çeviri eylemi, ürünü sayesinde gerçekleştiğini söylemek mümkündür.
Epik Tiyatro ve Tiyatro Eserlerinin Çevrilmesi
Edebi eserin bir türü olan tiyatro, bir sahnede seyirciler önünde oynanmak amaçlı yazılmaktadır. Batıl inançlardan doğduğu söylenen ve tarihsel geçmişi Aristotales’e dayanan tiyatro, insan eylemlerinin taklit ya da temsil edilmesi olarak tanımlanır. Tiyatro türlerinden birisi olan epik tiyatroyu çalışmanın kapsamı doğrultusunda daha detaylı bilmek gerekmektedir. Epik tiyatroda, epik kelime manasıyla destansı, destana özgü anlamlarına gelmektedir. Epik tiyatro, ilk olarak Brecht tarafından farklı anlamda kullanılmıştır ve alışagelen tiyatro anlayışından farklıdır. Piscator’un politik tiyatro anlayışından beslendiği için epik tiyatro, toplumsal ve politik konuları ele alan, seyircinin bu konular üzerinde düşünüp fikir yürütmesini; tartışmasını, yargıya varmasını sağlayan, bilgilendirici, tezli, taraflı eleştirel-gerçekçi ve diyalektik bir tiyatro anlayışına sahiptir (Doğan, 2009: 411)
Brecht’in epik tiyatrosunda, dramatik tiyatrodan farklı olarak izleyici oyunun içinde değildir, dışındadır. Olayları izler, eleştirir ve sonunda bir yargıya varır. Hiçbir zaman oyunun içinde kaybolup gitmez. Uyanık ve dikkatlidir. Oyun yazarı, seyircinin dikkatini canlı tutmak için birtakım taktik ve tekniklerden yararlanır (Doğan,2009:411-412).
Tiyatronun içeriğinden de anlaşılacağı üzere epik tiyatro, içerisinde siyasi amaçlar barındırmaktadır ve toplumdaki sınıf çatışması, kapitalizm konu edinilir. Epik tiyatroda seyirciye sorumluluk yüklenerek seyirci, olayların içine çekilmeye çalışılır ve seyircinin düşünmesi, sorgulaması amaçlanır. Bu tiyatroda, dramatik olaylar ya da trajedi olmadığı için seyircide duygusallığın ön plana çıkarılması amaçlanamaz; bilakis eleştirel akıl, önemsenir. Çünkü genelde epik tiyatronun konusu, yaşamın içindendir ve bu yüzden de o hayata tanık olan kişilerin olaylara karşı kayıtsız kalmaması arzu edilir.
Tiyatro eserlerinin çevirisini ise sanatsal bir içeriğe sahip olmasından ötürü edebi eser çevirisi başlığı altında incelemek mümkündür. Peter Bush, edebiyat çevirisini, edebiyat çevirmenlerinin işi olarak tanımlamıştır (Bush, 2001: 127). Çok basit ve net bir şekilde bunu tanımlayarak Bush, edebiyat çevirisinin, edebiyat çevirmenleri tarafından yapılmasını vurgulayarak her alanla ilgili çevirinin o alanda uzman çevirmenler tarafından yapılmasının önemini vurgulamıştır. Çevirmen olmak zordur; fakat edebiyat çevirmeni olmak çok daha zordur. Çünkü edebiyat, sadece aktarılacak kelimelerden oluşan bir metinden ibaret değildir, bilakis bir kültür, bir medeniyet, bir duygu, düşünce aktarımıdır. Edebi metinler çok yönlü metinlerdir, bu yüzden de çok yönlü çevirmenler gerektirmektedir. Tiyatro eserlerinin çevrilmesi de edebi eser çevirileri ile benzerlik göstermektedir. Edebi eserler gibi tiyatro eserlerinin de sanatsal yönü ağır basmaktadır ve tiyatro eserlerinin edebi eserlerden farklı olarak üslubunun edebi eserlere göre daha kolay ve anlaşılır, günlük dile yakın olduğu söylenebilir. Ayrıca edebi eserler gibi tamamen okuyucu odaklı değil özellikle seyirci odaklı yazılan eserlerdir. Tiyatro eserlerinin daha çok diyalog şeklinde yazılması ve özellikle epik tiyatro eserlerinde olay bütünlüğünün olmaması, bir anda farklı birkaç olayın anlatılması, çevirmenin çok daha dikkatli olmasını gerektirmektedir.
Tiyatro metinlerinin çevirisinde çevrilecek eserin içeriğinin, üslubunun ve eserin okuyucu, dinleyici ve seyirci üzerinde bırakacağı etkinin kaybolmaması oldukça önemlidir. Bu üç özellik tiyatro metinlerinde bir bütündür ve tiyatro metinlerinin çevirisi, bu bütünlük sayesinde sanatsal değer kazanır. Tiyatro eserlerinin çevirisine ilişkin birçok yorum yapılmıştır. Bu yorumlarda ortak payda kaynak metnin içerik ve biçim bakımından analiz edilmesi, ardından meydana getirilmiş oyundaki içeriğin sunuluşunda kullanılan dille birlikte erek dile okuyucu, seyirci ve sahne etkisi de göz önünde bulundurularak en güvenilir ve anlaşılır bir şekilde aktarmanın yapılmasıdır (Aktay,2009: 21).
Bertolt Brecht ve Üç Kuruşluk Opera
Almanya’nın Augsburg kentinde 1898 yılında dünyaya gelen Brecht, katolik bir babanın ve Protestan bir annenin çocuğudur. I. Dünya Savaşından küçük yaşta etkilenen Brecht, Ölmüş Asker’in Şiiri, Baal ve Gece Davul Sesleri adlı savaş konulu oyunlar yazar. Genç yaşta başarıya ulaşan Brecht’in, tiyatro eserleri yazması ve yazdığı eserlerinin sahnelenmesiyle devrim yarattığını söylemek mümkündür.
Oral, Berlin’deki üç büyük tiyatro adamından biri olan Piscator’dan etkilenen Brecht’in, onun gibi bilimsel bir tiyatro yapmayı amaçladığını ve tiyatroyu kitlelerin hizmetinde bir araç olarak görmeye başladığını belirtmektedir. Piscator’dan farklı olarak Brecht, oyunlarında edebiliği elden bırakmaz ve şiirsel ifadeler kullanır. İlk zamanlar yazdığı tüm oyunlarında neredeyse yeryüzündeki kötülüklerden, çirkinliklerden, acımasızlıklardan, sömürülerden, insanoğlunun acılarından, çaresizliğinden, zavallılığından bahsetmiştir; fakat daha sonraki eserlerinde kuşkuculuk, eleştirel tavır, her şeyin ve özellikle dünyanın değişebilirliği gibi düşünceler Brecht’in eserlerine egemen olmuştur (Oral,1978:6).
Oral, Piscator’un politik tiyatro anlayışından etkilenen Brecht’in, ilk kez epik tiyatro anlayışını ortaya koyan kişi olduğunu belirtmektedir. Epik tiyatro türüne örnek oluşturan Üç Kuruşluk Opera, 1928 yılında sahnelenir. Eser, daha çok toplumsal ve ideolojik bir boyutta kaleme alınmıştır. Böylece bu tiyatronun kurucusu da olan Brecht’in, 1933’de Hitler’in iktidara gelmesinden ötürü sürgün hayatı yaşamasına rağmen kendini toplumundan soyutlamadığı ve toplumsal olaylara kayıtsız kalamadığı da anlaşılmaktadır. Eserde para babalarının, dilencilerin, genelev işletmecilerinin, gangsterlerin kol gezdiği dünyada birbirinin sırtından geçinenler sergilenir. Yapıtta savaş sonrası Alman burjuvazisi eleştirilir. Üç Kuruşluk Opera, Brecht’in Berlin’de en uzun oynanan ve geniş kitlelerin ilgisini çeken oyunu olur. Berlin’in tiyatro yaşamında “Üç Kuruşluk Opera” unutulmaz bir olay olarak kabul edilir ve birçok yerde “Üç Kuruşluk Opera olmasaydı ne Berlin Berlin, ne de Brecht Brecht olurdu” ifadesi yer almaktadır (Oral,1978:7). Eserde haksızlıklardan, yoksul ve zengin insanlardan bahsedilmesi, suçluların bulunamıyor olması ve final bölümünde elbet bir gün karanlıktan kurtularak aydınlığa çıkılacağının vurgulanması, bir başkaldırı içerdiğinin ve yazarın bir tiyatro eseri ortaya koyarken farklı amaçlar güttüğünün de göstergesidir.
Üç Kuruşluk Opera’nın Türkçeleştirilmesi ise yönetmenliğin yanı sıra oyunculuk, oyun çevirileri ve yazarlık da yapan Yücel Erten tarafından gerçekleştirilmiştir. Devlet tiyatrolarında çalışmasından ötürü bir sanatçı kimliğine sahip olan aynı zamanda oyun çevirileri yapan, Yücel Erten’in, eserin çevirisinde dilsel ve kültürel uyarlamayı gerçekleştirdiğini görmek mümkündür. Eser, çeviri Türk edebiyat ve tiyatro tarihinde, önemli bir yere sahiptir.
Brecht’in eserlerinin Türkçeye aktarılması, Türk tiyatro tarihini de önemli ölçüde etkilemiş gözükmektedir. Brecht’in Türk tiyatrosunda tanınmaya başlanması ise 1960’lı yıllara rastlar. Bu, Türkiye’de siyasi ve toplumsal sorunların yoğun olduğu yıllardır. Tiyatronun toplum üzerindeki etkin rolü düşünülürse, politik sorunların tiyatro sahnelerinde tartışılması doğaldır.
Piscator da 1930’larda politikayı tiyatroya taşımıştır. 1960’lar bu nedenle, Brecht’in tiyatro eserlerinin Türkçeye çevrilmesi için uygun bir zamandır (Doğan,2009:413). Brecht’in 1960’lı yıllarda ülkemize girmeye başlaması göstermektedir ki toplumun içinde bulunduğu durum, Brecht’in tiyatro eserleri ile sahnelenmiş, bu eserler, bir anlamda toplumun konuşan dili olmuştur. Ayrıca bu dönem, toplumun Brecht ile tanışması için uygun bir dönemdir; çünkü ülkenin içinde bulunduğu siyasi karışıklık, normal bir dönemde sahnelenince olay olacak eserlerin, bu dönemdeki halkın durumunu anlatıyor olmasından ötürü kabul görmüştür.
Brecht ile ülkemize giren epik tiyatro anlayışı daha sonra Haldun Taner, Oktay Arayıcı, İsmet Küntay, Vasıf Öngören ve Sermet Çağan gibi tiyatro yazarları tarafından kaleme alınan bazı oyunlar ile devam ettirilmiştir.
Üç Kuruşluk Opera’da Dilsel Öğelerin incelenmesi
Belli bir toplum içerisinde anlaşma ve uzlaşma aracı olan dil, o toplumun temel yapı taşını oluşturduğu gibi iletişimin de temelini oluşturur. Dil, düşünce, duygu ve isteklerin, bir toplumda ses ve anlam yönünden ortak olan öğeler ve kurallardan yararlanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan, çok yönlü, çok gelişmiş bir dizgedir (Aksan,2007: 55). Aksan’ın tanımıyla çok gelişmiş bir dizge olarak kabul edilen dil, toplumsal kimliğin ve kültürün oluşmasını sağlayan en önemli öğedir. Kültürden ayrışamayacak olan ve kültürün yansı bulduğu dil, bir toplumun üyelerinin edinimlerinin, kazanımlarının hayat bulması, dışa yansıması için kullanılan bir araçtır. Gelişmiş, canlı, sosyal bir varlık olan kültür ile etkileşim içerisinde olması kaçınılmazdır. Bundan dolayı “kültürün taşıyıcısı, kimliğin ifadesi” (Tuna,2011: 223) olan dilde, bir milletin, toplumun kültürünün izlerine rastlamak olasıdır. Dilin, kültürel özelliğinin var olması, toplumların objektif ya da sübjektif bakışları, teorik ya da pratik eğilimleri, dilde yansımalarını bulduğu için toplumların farklı deyimleri, atasözleri ve hatta özel övme ve yerme kalıpları vardır (Aydın,2011: 48).
Toplumların kültürel özelliklerinin dillerine yansıması neticesinde deyimler, atasözleri, ikilemeler gibi belli bir topluma özgü ve genellikle de o toplum içerisinde anlam kazanan kalıplaşmış ifadeler ortaya çıkmaktadır. Bu kapsamdaki ifadelerin erek dilde anlam bulması, edebi metin çevirilerini biraz daha zorlaştırmaktadır.
Üç Kuruşluk Opera’da Deyimler
Mehmet Hakkı Suçin, “Öteki Dilde Var Olmak “ adlı eserinde deyimler ve atasözlerini, kültür odaklı eş dizimler olarak incelemiş ve bazı eş dizimlerin bulundukları kültürel ortamı yansıttıklarını ifade etmiştir. Suçin, Baker’in kaynak ve erek dilin kültürel ortamları oldukça farklıysa kaynak metnin, erek okur için tuhaf gelecek çağrışımlar içeren eş dizimler olabileceği yönündeki görüşünü de dile getirmiştir. Kültüre özgü olan bu tarz eş dizimler, erek dilde anlamsız kalabilir. Kültüre özgü sözcükler gibi bu ifadeler de erek okuyucu tarafından anlaşılır olmayan kavramlar olarak kalabilir (Suçin,2007: 133). Çünkü bu kavramlar, kaynak kitleye ait din, dil, gelenekle ilgili ifadeler olabilir ve tamamen kültürel niteliği vardır, başka kültürün üyeleri tarafından kolayca anlaşılması mümkün olmayabilir. Bu doğrultuda çevirmenin yetilerine ihtiyaç duyulur ve erek kitleye bu iletiyi aktaracak olan çevirmenin, mevcut kavramları anlayabilmesi ve ana dilindeki en yakın anlamı seçmeyi başarabilmesi önemlidir.
Birden fazla sözcüğün bir araya gelerek belli kavram ve düşünceyi ifade ettikleri ve genelde mecaz anlamlarıyla kullanılan kalıplaşmış kelime öbekleri deyim olarak adlandırılır. Belli bir mantığa göre sıralanan deyimlerde, bir sözcüğün dizilişini değiştirmek, bir sözcüğü veya öğeyi çıkarmak, bir sözcük ve öğeyi başka bir sözcük ve öğe ile değiştirmek ya da deyimlere sözcük ya da öğe eklemek (Suçin,2007: 149,150), deyimlerin anlamsal yapılarını bozacağı gibi onların anlaşılmasını da güçleştirir. Bunun yanı sıra deyimler değişmeceli anlamları ile kullanıldıkları için deyimin dizilişindeki herhangi bir değişiklik deyimsel özelliğin kaybolmasına sebep olur. Çeviri sürecini güçleştiren deyimleri, mecaz anlamlarıyla değil de yazıldığı gibi anlamaya ya da bu doğrultuda çevirmeye çalışmak, çevirmen için muhtemelen doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Genellikle yazıldığı anlamın ötesinde bir anlam taşıyan deyimler, çevirmen için sorun olduğu gibi özellikle araştırılması gereken kalıplardır.
Makale kapsamında incelenen Üç Kuruşluk Opera adlı tiyatro eserinde de çok fazla deyim okunmaktadır. Tiyatro eseri olmasından ötürü üslubun günlük dile yakın olması, deyimlerin daha fazla kullanılmasına da sebebiyet vermiştir.
Makalenin hacmi açısından söz konusu eserdeki deyimlerin hepsini ele alıp incelemek mümkün değildir; fakat çevirmenin nasıl stratejiler geliştirdiğini görmek açısından deyimlerin bir kısmı burada incelenecektir.
Kaynak metin; Und Schmul Meier bleibt verschwunden Und so mancher reiche Mann,
Und sein Geld hat Mackie Messer,
Dem man nichts beweisen kann (Brecht,2004: 10)
Erek Metin; Schmul Meier nalları dikti,
Veda etti nice zengin hayata,
Paraları Mack iç etti
Gel sıkıysa ispatla (Brecht,1998: 9)
Kaynak metinde altı çizili cümlelere bakıldığında “bleibt verschwunden” fiilinin sözlük anlamının “yok olmak, kayıp olmak” anlamlarına geldiği görülmektedir. Fakat burada çevirmen metnin bütününe hâkim olmasından ötürü yorum bilgisini kullanarak fiili “ölmek” gibi basit bir kelime ile vermek yerine sokak diline daha yakın “nalları dikmek” fiili ile vermeyi tercih etmiştir. “Sein Geld hat Mackie Messer,” cümlesinde ise “onun paralarını Mackie aldı” demek yerine “Paraları Mack iç etti” diye çevirmeyi tercih etmiştir. Böylece çevirmen daha fazla vurgu yapmayı başarmış ve aynı zamanda kafiye sağlamıştır. Kelimeler gerçek anlamını kaybetmeden deyimsel bir anlam yüklenmişlerdir.
Kaynak Metin; Glaubst du denn, dass unser Drecksladen noch eine Woche lang geht, wenn dieses Geschmeiss von Kundschaft nur unsere Beine zu Gesicht (s.17).
Erek Metin; Bir haftaya kalmaz müşteriler elini eteğini çeker bu berhaneden (s.15).
Kaynak metinde yazar, oldukça düz bir anlam ile “Bir hafta daha viranemiz açık kalır mı sanıyorsun” gibi oldukça basit bir cümle ile bir haftaya kalmadan dükkânın kapanacağını belirtmiştir; fakat çevirmen dükkânın boşalacağını bir hafta içinde müşterilerin gelmeyeceğini ve onların buradan elini eteğini çekeceğini söyleyerek ifade etmiştir.
Viele Leute werden in London sagen, dass das das Kühnste ist, was du bis heute unternommen hast, dass du Herrn Peachum einzigstes Kind aus seinem Hause gelockt hast (s.20).
Bugün yine turnayı gözünden vurdun. Bay Peachum’ın biricik kızını kandırıp kaçırdığını duyunca bütün Londra’nın dudakları uçuklayacak (s.17).
Düz anlamıyla cümleyi, “Bütün Londra, Bay Peachum’un kızını kaçırmış olmanı şimdiye kadar yapmış olduğun en cesur şey olarak konuşacak.” diye çevirmek mümkündür. Fakat çevirmen diğer cümlelerde de yaptığı gibi daha etkili bir söyleyiş tarzı tercih etmiştir. Bu etkiyi de cümlelerde deyimleri kullanarak yapmıştır. Anlaşıldığı üzere kaynak metindeki söz konusu cümlelerde anlaşılması güç, karmaşık ya da deyim olduğunu düşünülebilecek ifadeler bulunmamaktadır.
Liebes Kind, es wird alles geschehen, wie du es wünschest. Du sollst deinem Fuss nicht an einem Stein stossen (s.20).
Sevgili yavrucuğum merak etme her şey istediğin gibi olacak. Elini sıcak sudan soğuk suya sokmayacaksın (s.18).
Bu cümlede, diğer cümlelerden farklı olarak deyimsel ifade görmek mümkündür. Kaynak metin yazarı, “ayağın taşa bile değmeyecek” gibi hiçbir zarar görmeyeceksin anlamına gelecek bir ifade kullanmıştır. Çevirmen ise bu cümleyi kocasının karısına hiçbir iş yaptırmayacağını söylediğini göstermek için “elini sıcak sudan soğuk suya vurmayacaksın” deyimini kullandığı anlaşılmaktadır.
Erek metinde birçok deyim yer almasına rağmen örnekleri sınırlı tutmak açısından son bir örnek daha verilebilir;
Und so wird zum guten Ende doch noch eine Bank daraus, gnädige Frau! (s.23)
İşte hanımefendi size bir kerevet: Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine (s.19).
“Böylece hanımefendi, mutlu sona varılabilir” şeklinde kaynak metinde ifade edilen cümle erek metine bir kerevetten bahsedilerek, masalların bitiminde olduğu gibi “onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” şeklinde çevrilmiştir. Burada dikkati çeken çevirmenin cümlenin anlamsal içeriğinin dışına çıkmadan çevirisini deyimsel ifadelerle güzelleştirmeye çalışmış olmasıdır.
Üç Kuruşluk Opera’da İkilemeler
Kalıplaşmış ifadelerden bir diğeri olan ikilemeler, Suçin’ in bahsi geçen kitabında, sözcüklerin dil bilgisel bağlamda birbirine bağlı olarak birliktelik oluşturması diye tanımlanan eş dizimler başlığı altında incelenmeye devam edilmiştir (Suçin 2007:116). Bağımlı eş dizimler başlığı altında ele alınan ikilemeler, anlamı vurgulamak, güçlendirmek için aynı ya da farklı iki sözcüğün bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. İkilemeler, Türkçe’de çok fazla kullanılmaktadır. İkilemelerin kullanımının fazla olduğu Türkçe gibi dillerden, ikilemelerin az olduğu İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça ve Farsça gibi dillere çeviri yapılması, ikilemelerin çevirisini güçleştirmektedir.
İkilemeler, kaynak ya da erek dilde farklı kullanımları görmek ve diller arası farklılığı göstermek açısından iyi bir örnek olarak verilebilir. Makale kapsamında incelenen eser, Almancadan Türkçe’ye çevirisi yapılmış bir eser olduğu için Almancada olmayan ikileme kalıplarının Türkçeye nasıl ikileme şeklinde aktarıldığı üzerinde durulacaktır.
Ich stehe da still und unglücklich an der Ecke, Hut in der Hand, ohne was böses zu ahnen. (s.13).
Ben sessiz sedasız ve mahzun bir şekilde, şapkam elimde, her şeyden habersiz köşede duruyordum (s.12).
Kaynak cümlede altı çizili olan kısımda “sessiz ve mahzun” sıfatları kullanılmış iken erek dile aktarımında bu sessiz sıfatı “sessiz sedasız” ikilemesiyle verilerek vurgunun artırılmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir.
Die Herren haben mich wirklich ganz blau geschlagen und dann haben sie mir Ihre Geschäfskarte gegeben (s.14).
O iki beyefendi yanımı yöremi morarttıktan sonra sizin kartınızı verdiler. (s.12)
Kaynak cümlede, adamların morartıncaya kadar dövmesinden bahsediliyor iken erek dilde bu cümle çevirmenin hayal dünyasının devreye girmesiyle bir anlamlı ve bir anlamsız sözcükten oluşan “yanımı yöremi” ikilemesiyle pekiştirilmiştir.
Dürfte ich die Herren jetzt bitten, die dreckig Lumpen abzulegen und sich anständig herzurichten? (s.23)
Şimdi beylerden şu pılı pırtılarını çıkarıp efendi gibi bir şeyler giymelerini rica ediyorum (s.19).
İlk cümlede altı çizili kelimelerle kirli ve yırtık kıyafetler kast ediliyor iken bu kelimeler, Türkçeye iki anlamsız kelimenin yan yana gelmesiyle oluşturulan “pılı pırtı” ikilemesiyle verilerek eski, yırtık kıyafetler dolaylı yolla anlatılmıştır.
Üç Kuruşluk Opera’da Argo İfadeler
Kelime manasıyla argo, her yerde ve her zaman kullanılmayan veya kullanılmaması gereken, çoklukla eğitimsiz kişilerin söylediği söz veya deyim olarak tanımlanır (TDK, 2011: 148). Tanımdan anlaşılacağı üzere, belli bireylerin kullandığı ve aralarında özel bir anlaşma sağladıkları özel dildir argo. Argo ifadeler, çoğunlukla toplumun alt tabakasında kullanılmasına rağmen kültürlü, yetkin kişiler arasında da kullanılabilmektedir.
Üç Kuruşluk Opera adlı tiyatro eserindeki argo ifadelerin ise daha çok alt tabaka arasında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu ifadelerin nasıl kullanıldığını ve çeviriye yansımasını, tespit etmek adına aşağıda verilen sınırlı sayıdaki örnekler incelenebilir;
Wie hat sich zum Beispiel dieses “Gib, so wird dir gegeben”(s.12)
Nah işte şu “Ver ki Tanrı da sana versin” sözü (s.12).
Kaynak dilde “örnek olarak şu verilebilir” gibi bir ifade söz konusuyken erek dile çevirmenin “nah işte şu” diye çevirerek kültürel boyutta sokak diline yaklaşmayı amaçladığı gözlemlenebilir. Eser, okunduğunda Türkçe çevirisine argo ifadelerin hâkim olduğu anlaşılmaktadır.
Du bist der Dreckkerl, den Honey und Sam gestern erwischt haben (s.13).
Honey ile Sam’ın dün enseledikleri kerhaneci sensin demek (s.12).
Almancada yakalamak anlamına gelen “erwischen” fiili kasti olarak “enselemek” diye çevrilmiştir. Eserin tiyatro eseri olması ve eserde geçen konuşmaların elit bir kesimde değil hırsızların, dolandırıcıların arasında geçiyor olması çevirmenin cümle hatta kelime düzeyinde karar alma sürecinde etkili olduğunu, verilen örneklerden görmek mümkündür.
Lieber Freund, wenn du noch gehen kannst, waren meine Leute verdammt nachlässig. Da kommt dieses Junge Gemüse und meint, wenn es die Pfoten hinstreckt, dann hat es ein Steak im Trockenen (s.14).
Bak aslanım, eğer pisi balığına benzetmemişlerse, adamlarım dalga geçmişler demektir. Senin gibi çiçeği burnunda bir hıyar çıkıp gelecek ve lüp diye avantaya konacak, öyle mi?(s.13)
Bütününde argo ifadelerin hâkim olduğu mevcut cümleden hareketle yazarın da yer yer argo bir üslup kullandığını ve çevirmenin de bu üsluba yaklaşma amacı olduğunu söylemek mümkün gözükmektedir. Erek dilde sebze anlamına gelen “Gemüse” kelimesinin kullanılması ve çevirmenin de Türkçede argo kullanım açısından verilebilecek en uygun ifade olarak “hıyar” kelimesini seçmesi kaynak ve erek dilde bilinçli bir argo dili kullanma amacının olduğunu göstermektedir.
Wir werden doch nicht so plump sein und ihn nach seinem Geburtsschein fragen, wenn er so vornehm ist und beide ins Tintenfischhotel einlädt zu einem kleinen Step (s. 17).
Adamcağız tutmuş nezaket göstermiş bizi Ahtapot Oteli’nde dansa davet etmiş; hemen kafa kâğıdını soracak kadar mağara değiliz herhalde (s.15).
Nezaketsiz, kaba saba anlamalarına gelen “plump” sözcüğü mağara değiliz diye Türkçeleştirilirken nüfus kâğıdı anlamına gelen “Geburtsschein” kelimesi ise kafa kâğıdı olarak dilimize aktarılmıştır.
Ich wollte eigentlich noch nicht mit dem Essen anfangen. Ich hätte es lieber gesehen, wenn es bei euch nich gleich “ran an den Tisch und rein in die Fresskübel” geheissen hätte, sondern erst irgend etwas Stimmungsvolles vorgegangen wäre (s.26).
Hemen zıkkımlanmaya başlamasanız olmaz mı? Paldır küldür tıkınma faslına dalacağınıza, belki yemekten önce hoş bir şeyler yaparsınız diye düşünmüştüm (s.22).
Cümle bütün olarak değerlendirildiğinde birkaç argo kelimenin bir arada kullanıldığı anlaşılmaktadır. Cümlede argo ifadelerin kullanımı açısından bir bütünlük yakalandığı görülmektedir. “Zıkkımlanmaya başlamak, tıkınma faslına dalmak” gibi ifadelerin çevirmen tarafından özellikle tercih edildiği yani bilinçli bir şekilde kullanıldığını söylemek mümkündür.
Sonuç ve Değerlendirme
Edebi eserler, dilsel ve kültürel öğelerin yoğunluğunun hissedildiği eserlerdir. Kültürel özelliklerin edebi eserlerde çok fazla yer edinmiş olması, çevirmene de fazla görev ve sorumluk düşmesine sebep olmaktadır. Çünkü çevirmenin, kaynak kitlenin kültürünü, dinini, dilini, geleneklerini çok iyi bilmesi, böyle eserlerin çevirilerinde çok fazla sorun yaşamasını önleyeceği gibi dilsel problemleri de kültür bilgisi ile aşabilmesini mümkün kılacaktır. Ayrıca edebi metinler, farklı alımlanmaya ve yorumlanmaya uygun metinler olduğu için, çevirmenin erek kitlenin toplumsal yapısını göz önünde bulundurması, onlar açısından anlaşılır olmasını, kısacası işlevsel olmasını sağlamak için çeviri kararları alması, doğru kazanımlar elde edebilmek bakımından önemlidir. Edebi metinlerde yoğun bir içeriğin olması ve yalnızca çevrilecek kelimelerin aksine deyimler, atasözleri, eğretilemelerin var olması çeviri sürecini güçleştirmektedir.
İncelenen eserin Türkçe çevirisinde oldukça fazla deyimlere, ikilemelere ve özellikle eserin bütününe hâkim olan argo ifadelere rastlamak mümkündür. Eser, dolandırıcıların, hırsızların bulunduğu bir ortama göre kurgulandığı için yazarın üslubu da sokak üslubuna oldukça yakındır. Çevirmen de yazarın bu üslubuna yaklaşmayı denemiştir. Eserin bütünü ele alındığında çevirmenin, kurduğu cümleler, seçtiği deyimler, kullandığı argo ifadeler hatta tercih ettiği kelimeler de bile bu kesimi iyi tanıdığını görmek mümkündür. Kaynak metinde çok fazla deyimlerin ve argo ifadelerin olmamasına rağmen çevirmenin metnin bütününü bozmadan ve cümle düzeyinde ise anlam kaymasına sebebiyet vermeden bu tarz ifadeler kullanması, çevirmenin kendi üslubunu oluşturduğunu, daha güzel ve etkili söyleme yöntemini seçtiğini ve dilsel aktarımı kültürel uyarlamaya göre yapmayı başarmış olduğunu göstermektedir. Ayrıca çevirmenin tiyatro oyuncusu olması, çevirdiği eserin de bir tiyatro oyunu olmasından ötürü, kaynak eserin tahrif edilmesini büyük ölçüde önlediğini ve tiyatro üslubunu oldukça iyi bildiğini, kaynak ve erek metinlerin incelemesi sonucunda söylemek mümkündür.
Kaynaklar
[1] AKSAN, D. (2007). Her Yönüyle Dil- Ana Çizgileriyle Dilbilim, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara.
[2] AKTAY, A. (2009). Bertolt Brecht’in Tiyatro Metinlerinin Türkçeye Aktarılışında Deyim Aktarmalarından Kaynaklanan Sorunlar Ve Bu Sorunların Dil Öğretimindeki Yansımaları, Yüksek Lisans Tezi.
[3] AYDIN, M. (2011), Kültür Sosyolojisinin Temel Kavramları, Editörler: Köksal Alver, Necmettin Doğan, Kültür Sosyolojisi, Hece Yayınları, Ankara.
[4] BRECHT, B. (1998).Üç Kuruşluk Opera, Tem Yapım Yay. Çev. Yücel ERTEN, İstanbul.
[5] BRECHT, B.(2004). Dreigroschenoper, Suhrkamp Verlag, Berlin.
[6] BUSH, P. (2001). Literary Translation, Edited by Mona Baker, Routledge Encyclopedia of Translation Studies, London and New York.
[7] DOĞAN, A. (2009). Türk Tiyatrosunda Brecht Etkisi, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4/ 1 -I Winter 2009.
[8] GERCKEN, J. (1999). Kultur, Sprache und Text als Aspekte von Original und Übersetzung,
[9] KADRİC- KAİNDL- KAİSER-COOKE. M. Ve BAŞK.(2005). Translatorische Metodik Basiswissen Translation 1,Facultas Verlags-und Buchhandels AG, Wien.
[10] KOLLER, W. (1992).Einführung in die Übersetzungswissenschaft, 4. Auflage, Quelle&Meyer Heidelberg, Peter Lang GMBH Europäischer Verlag der Wissenschaften, Frankfurt.
[11] ORAL, Z. (1978).Sanatla Yaşamı Düşünceyle Eylemi Destekleyen Yazar: Brecht’in Yaşamı, Görüşleri, Yapıtları, Sanat Dergisi, Sayı:263.
[12] STOLZE, R. (2013). Çeviri Kuramları Giriş, 6.Baskıdan Çeviri, Çev.Emra Durukan, Değişim Yay. İstanbul.
[13] SUÇİN, M. (2007). Öteki Dilde Var Olmak Arapça Çeviride Eşdeğerlik, Multilingual, İstanbul.
[14] TURGUT, Y. (2014). Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Editör, Prof. Dr. Abdurrahman Tanrıöğen, Anı Yayıncılık, 4.Baskı, Ankara
[15] TUNA, Korkut (2011), Dil ve Kimlik, Editörler: Köksal Alver, Necmettin Doğan, Kültür Sosyolojisi, Hece Yayınları, Ankara.
[16] Türkçe Sözlük (2011), Türk Dil Kurumu Yayınları
[17] WİTTE, H. (2007). Kulturkompetenz des Translators, Begriffliche Grundlegung und Didaktisierung, 2. Auflage, Stauffenburg Verlag, Germany.
Tarih Okulu Dergisi (TOD) Haziran 2017,
Yıl 10, Sayı XXX, ss. 267-283.
İlk yorum yapan olun