Putin geçtiğimiz hafta yapılan halk oylamasında %78 oy alarak 2036 yılına kadar Devlet Başkanlığı makamını garantiye almış benziyor. Bu satırları okuyanların merak ettiği, eğitim düzeyinin bu kadar yüksek olduğu, çok fazla kitap okunan bir ülkede nasıl böyle bir sonucun alınabildiğidir. Bu konuyu anlamak için Sovyetler Birliğinin dağılması sonrasında Rusya’da yaşanan bazı siyasal olaylara göz atmamız gerekiyor.
Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında yıkılmasından sonra devlet başkanı olarak seçilen Boris Yeltsin ve ekibi acilen kamu mallarını özelleştirmeye başladı. 1992 – 1999 Yılları arasında 133. 2 işletme özelleştirilmiş, bu özelleştirmelerden kasaya giren para 9,2 milyon ABD dolarıydı. Putin döneminde de özelleştirmeler yapıldı. 2000 – 2010 ‘da, yani Putin döneminde 10. 2 bin işletme özelleştirildi. Bu özelleştirmelerden devletin kasasına 27,07 milyon ABD doları girdi. (1)
Putin dönemindeki özelleştirmelerin, Yeltsin dönemindeki özelleştirmelere kıyasla bir farkı da: Yeltsin, işletmeleri bir bütün halinde kendi elleriyle yarattığı oligarşiye ve onların ABD’li, Batı Avrupalı ortaklarına satıyordu. Putin ise, işletmelerin hisselerini satıyordu ya da bir kısmını özelleştiriyordu.
2000 – 2011 Yılları arasında Rusya’da gerçekleştirilen yaklaşık 500.000 milyar dolarlık millileştirmeleri de unutmayalım. Millileştirilen işletmelerden bazıları: Gazprom, Yuganskneftegaz, Slavneft, Sibneft, Rosneft, Rostelekom, Banka Moskvi gibi ağırlıklı olarak petrol-doğalgaz şirketleri ve bankalardır. (2) Ancak bu, tüm doğal kaynakların kamulaştırıldığı anlamına gelmiyor. Putin son derece karmaşık bir ekonomik sistem kurdu.
1991 Yılında Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya Komünist Parti Sekreterleri Minsk yakınındaki Belovujskoye Korusu’nda yaptıkları bir toplantı sonucunda SSCB’nin dağıldığını dünyaya ilan ettiler. SSCB yıkıldıktan sonra kendini Rusya Federasyonu devlet başkanı olarak ilan eden Yeltsin kendi elleriyle ve batının desteğiyle oligarklar yetiştirmekteydi. 1993 Yılında parlamentonun yüksek kanadı olan Yüksek Sovyet, Batı merkezli özelleştirme adı altında kamu mallarını peşkeş çekme politikalarına itiraz etti ve anayasadan aldığı yetkiye dayanarak Boris Yeltsin’in görevine son verme kararı aldı. (3)
Bu karar alındıktan sonra binlerce insan Yüksek Sovyet’in kararını desteklemek için ‘Beyaz Ev’ binasına ve yanındaki televizyon kulesi Ostankino’ya geldiler. Yani Yüksek Sovyet’in önünde canlı kalkan oldular. Ancak, Boris Yeltsin kimseye acımadı. Tanklar ve toplar Yüksek Sovyet binasını bombaladı. Bir kaç saat içinde tam iki yüz kişi katledildi.
Boris Yeltsin, içinde ‘Yüksek Sovyet’in yer aldığı ‘Beyaz Evi’ ve Yüksek Sovyet’in savunucularını; özgürlük, bağımsızlık isteyen, insanlık onurunu ve ülkesini savunan ‘Sovyet İnsanını bombaladı’.
Mevsim Sonbahardı
Bir iç savaş çıkma olasılığı yoktu. Çünkü: çatışmanın bir tarafı silahsız ‘Sovyet İnsanı’, diğer tarafı ise polis ve silahlı Kuvvetlerdi. Onlar ABD ve AB desteğiyle yoktan var edilen oligarşinin silahlı kuvvetleriydi. (4) Bu darbe ‘Kara Ekim Darbesi’ olarak tarihe geçti.
Boris Yeltsin Rusyası’nda ‘Kara Ekim’ darbesinden sonraki en önemli politik gelişme kuşkusuz 1996 yılı devlet başkanlığı seçimleriydi. Seçimin iki favori adayı vardı. ABD, AB ile birlikte liberal, sağ partilerin desteğini alan Boris Yeltsin ve Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP) lideri Gennadiy Züganov çekişiyordu. 16 Haziran’da yapılan birinci turda Yeltsin %35, Züganov %33 oy aldı. 3 Temmuz’da ikinci tur seçim yapıldı. Resmi sonuçlara göre; ikinci turda Boris Yeltsin’in %53, Gennadiy Züganov %41 oy aldığı açıklandı. Muhtemelen kafanızdaki soru “%6 oy nereye gitti” olmuştur. O yıllarda Rusya’daki oy pusulalarında ‘herkese karşı’ seçeneği vardı.
Ancak, 2008-2012 yılları arasında devlet başkanlığı yapan, 1 yıl öncesine kadar başbakanlık görevinde bulunan Medvedev; “96 seçimlerinde büyük hileler yapıldığını ve Yeltsin’in aslında 96 seçimlerinde yenildiğini”, parlamento dışındaki partilerle yaptığı basına kapalı görüşmede açıkladı. Olayların dikkat çeken yanı; Medvedev’in bu iddiayı 2012 yılı Şubat ayında açıklarken devlet başkanı olmasıydı.
Bu görüşmede yer alan Sol Cephe lideri Sergey Udaltsof ve Rusya Halk Birliği lideri Sergey Baburin, Yeltsin’in yenilgisini Medvedev’in ağzından açıkladılar. (5) Bu durum şu anlama geliyordu; 1993 “Kara Ekim” darbesinde ağır yara alan Rusya işçi sınıfı tepkisini 1996 yılında sandıkta göstermiş oluyordu. RFKP aslında aldığı seçime sahip çıkamamıştı. Çünkü oligarşinin sözcüsü Yeltsin, halka çok ağır tehditler savuruyordu. Ordu ve polis O’nun emrindeydi. RFKP, hem parti yönetimi, hem de parti tabanı olarak bir iç savaşa hazırlıklı değildi. (6)
1996 Seçiminden sonra RFKP, diğer sosyalist partiler ve neredeyse bir bütün olarak Rusya işçi sınıfı, 2000 yılındaki seçimlere, seçim sonrası olası hadiselere hazırlanıyorlardı. Yeltsin’in son hileli seçim zaferi aslında bir pirus zaferiydi. Bir sonraki seçimi Yeltsin’in ya da mevcut oligarşinin tam desteğini alan herhangi birinin kazanamayacağı ve Rusya’da ya sosyalist bir devrim olacağı ya da ülkenin büyük bir kaosa sürükleneceği beklentileri vardı.
Çeçen ayrılıkçılar 7 Aralık 1999’da Dağıstan’a girdiler ve arka arkaya pek çok köyü ele geçirdiler. Bu olaydan 2 gün sonra Boris Yeltsin, Putin’i başbakan olarak atadı. 31 Aralık 1999’da Boris Yeltsin kameraların önüne geçecek, çok yorulduğunu ve kendi yerine Temmuz 2000’de yapılacak olan seçimlere kadar geçici olarak Vladimir Putin’i atadığını açıklayacaktı. (7)
O güne kadar Putin çok az insanın tanıdığı bir isimdi. Doğu Almanya’da görev yapmış eski bir KGB subayıydı. Sovyetler dağıldıktan sonra 1991 – 1996 yılları arasında Sankt Petersburg Belediye Başkan Yardımcılığı görevinde bulunmuştu.
Putin 2000 yılında Devlet Başkanlığı görevine başladıktan sonra, Yeltsin’in oligarkları ile mücadeleye girişti. Yeltsin’in oligarklarından kamulaştırmaya karşı çıkan ‘Yukos’ petrol madenlerinin sahibi Hodorkovskiy 10 yıl cezaevinde yattı. Başını Berezovskiy’nin çektiği oligarklar İngiltere’ye sığındı. Yeltsin’in oligarklarının içinde 2000’li yıllarda faaliyetlerine devam eden, mülkleri kısmi kamulaştırılan Çubays ve Abramoviç gibileri de var. Putin zamanında en çok yıldızı parlatılan oligark, Özbek kökenli Alişer Osmanov’tur.
IMF rakamlarına göre Rusya ekonomisinde kamunun payı % 33’tür. (7) Ancak, Rusya kaynaklarına göre bu oran %70’tir. (8) Görüldüğü gibi aradaki fark çok büyük. Ama benim burada anlatmak istediğim; Putin Rusyası’ndaki kamu sektörü istihdamın yarısını sağlamaktadır. (9) 2017 rakamlarına göre Rusya’da resmi çalışan sayısı 71,8 milyondur. (10) İşsizler ise 3,9 milyondur. Çalışabilir işgücü ise 82,2 milyondur. (11)
Putin’in iktidarda kalmasının en büyük nedeni yukarıdaki rakamlarda gizlidir. Putin hem büyük sermayenin, hem de kamu sektörünün desteğiyle iktidara gelmiştir ve iktidarını bu iki güç sayesinde korumaktadır. Rusya’da işçiler ve oligarşi arasındaki olası bir hesaplaşma Putin sayesinde ileri bir tarihe ertelenmektedir.
Notlar
1. Putin yönetiminde özelleştirme
4. Ekim 1993
5. Medvedev, Yeltsin’in 1996’da kaybettiğini açıkça kabul etti
6. 1996 yılında Zyüganov Rusya Devlet Başkanı olmaktan korkuyordu
7. IMF, Rusya ekonomisindeki devlet payını% 33 olarak tahmin ediyor
8. Devletin Rus ekonomisindeki payının %70 olduğu efsanesine göre
9. “Tüm çalışanların yarısı devlet çalışanı” Rusya’da toplam devlet çalışanı kaç kişidir?
10. Rusya’da resmi olarak çalışan kaç kişi var?
11. Yıllara göre Rusya Federasyonu ve dünyada çalışma çağındaki nüfus