Makedonya sorunu, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Balkan halkları arasındaki anlaşmazlığı ve gittikçe çoğalan milliyetçi çatışmaları tetiklemekteydi. Makedonya mücadelesi, gayr-i müslim Osmanlı vatandaşları arasında çatışmalara yol açarken Müslüman-Türk toplumunda da “milliyetçi” düşüncelerin yeşermesi için uygun bir zemin yaratıyordu. Hatta “Osmanlıcılık” politikasının Türk milliyetçiliğine evriminde ve Türk milliyetçiliğinin kitleselleşmeye başlamasında Makedonya sorununun önemli bir rolü olduğu rahatlıkla söylenebilir (1). Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına hükmedecek olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gerek kurumsal, gerekse ideolojik anlamda şekillenmesinde de Makedonya mücadelesinin son derece önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir.
1908 Devrimi’nden sonra ülke yönetiminde söz sahibi haline gelen İttihatçılar, Makedonya sorununun çözümüne yönelik programlarını uygulamaya koydular. Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunmasını, siyasal programlarının temeline yerleştiren İttihatçılar, bu doğrultuda her türlü ayrılıkçı eylem ve hareketin bastırılması için çaba sarf ettiler. Bu kapsamda, 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren milliyetçi çatışmalara sahne olan ve her geçen gün imparatorluktan ayrılmaya biraz daha yaklaşan Makedonya’daki çetelere yönelik tedbirler de alındı. Ancak gerek Makedonya sorununa yönelik politikaları, gerekse bu süreçte uygulamaya çalıştıkları çeteler kanunu, İttihatçıların Makedonya meselesine çözüm getiremeyeceğini ortaya koydu ve Balkan halkları açısından yeni bir süreç başladı.
Makedonya Mücadelesi’nde Çeteciliğin Önemi
Balkan yarımadası, Osmanlı ülkesinde milliyetçilik fikirlerinin yeşerdiği bölgelerin başında gelir. Bu durumun ortaya çıkışında Balkanların coğrafî, demografik ve tarihsel özelliklerinin rol oynadığı bilinmektedir. Avrupa ülkeleri ile Osmanlı Devleti arasında 18. yüzyıldan itibaren ivme kazanan ticarî ilişkilerin gelişmesi ve kapitalist üretim ilişkilerinin yaygınlaşmaya başlaması, Balkan yarımadasında dinsel, ulusal ve sınıfsal aidiyetlere dayanan toplumsal hareketlerin yeşermesi için uygun bir zemin yarattı. Batı ülkeleri ile ilişkilerin gelişimi, Avrupa’da ortaya çıkan milliyetçi düşüncelerin çeşitli yollarla Balkan halklarına ulaşmasına ve bağımsızlığı amaçlayan örgütlenmelerin ortaya çıkışına destek oldu. Ancak farklı dillere, etnik kökenlere ve dinsel inançlara sahip Balkan halklarının Osmanlı Devleti’nden ayrılarak ulusal devlet kurma süreçleri son derece sancılı olmuştur. Çünkü Balkan halklarının, ulusal amaçlarına ulaşabilmesi için hem Osmanlı yönetimine, hem de diğer halk gruplarına karşı bir mücadele yürütmesi gerekiyordu.
Balkan halkları arasındaki bu mücadele, 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra imzalanan Berlin Antlaşması ile yeni bir boyut kazandı. Antlaşmayla, daha önce bağımsızlığını kazanmış olan Yunanistan’ın ardından Sırbistan, Romanya ve Karadağ’ın da bağımsızlığa kavuşmasına karar verilirken Ayestefanos Antlaşması’nda oluşturulan Büyük Bulgaristan üçe bölündü: Osmanlı hükümdarlığında özerk bir Bulgaristan, Osmanlı egemenliği altında sınırlı özerkliği olan bir Doğu Rumeli ve bütünüyle Osmanlı egemenliğinde, ancak büyük devletlerin denetiminde reform sözü verilmiş bir Makedonya (2). Bulgaristan’ın 1885 yılında Doğu Rumeli’yi de ele geçirdikten sonra Makedonya’ya yönelmesi, bölge üzerinde hak talep eden Rum, Sırp, Arnavut ve Ulahların da Makedonya’ya yönelik daha aktif bir politika izlemeleri sonucunu doğurdu. Böylece, Osmanlı Devleti’nden ayrılmasına kesin gözüyle bakılan Makedonya topraklarını kısmen veya bütünüyle egemenliklerini altına almak isteyen çeşitli devlet ve ulusların yer aldığı mücadele şiddetlendi.
Makedonya mücadelesinin tarihsel gelişim süreci incelendiğinde tarafların ilk olarak bölgedeki kilise ve okullar üzerinde bir nüfuz savaşımına girdiği, sonraki süreçte ise etki alanını genişletmek için silahlı mücadeleye atıldığı görülecektir. 1890’lı yıllardan itibaren “devrimci” örgütlerin kurulması, Makedonya mücadelesine yeni bir boyut kazandırdı. Bu süreçte 1893 yılında Selanik’te kurulan “Makedonya Devrimci Örgütü”, bölgenin özerkliğini savunmaktaydı ve örgüt 1905 yılından itibaren ismini “İç Makedonya Devrimci Örgütü” [İMDÖ] olarak değiştirdi. Bulgar Hükümeti’nin desteğiyle 1895’te kurulan “Yüksek Makedonya Komitesi” ise Makedonya’nın Bulgaristan’a katılması düşüncesini savunuyordu (3). Makedonya’da Bulgar tarafının ardından çok geçmeden Yunan/Rum ve Sırp tarafının da örgütlü bir mücadeleye yöneldiği görülecektir. Rum tarafı ilk aşamada bölgedeki bir takım sivil ve askerlerin kişisel girişimleriyle, 1894 yılında “Etniki Eterya”nın kurulmasından sonra ise örgütlü bir biçimde Makedonya’daki “Helen” çıkarlarını korumaya çalışmıştır (4). Makedonya’daki Sırp çıkarları ise önceleri 1886 yılında kurulan “Seveti Sava” derneği aracılığıyla, 1890’lı yıllardan itibaren ise Sırp Hükümetleri’nin denetiminde korunmaya çalışılmıştır (5).
Kuruluşlarını tamamlamalarının ardından devrimci örgütler, Makedonya’nın çeşitli yerleşim yerlerinde hızlı bir teşkilatlanmaya giderek gerek sivil halk, gerekse askerlerin katılımıyla çeteler kurdular. Çeteler, Makedonya mücadelesinde farklı işlevleri yerine getiriyordu. Öncelikle çeteler, bağlı bulunan tarafın Makedonya’daki propagandasını yürütüyor ve kendisine bağlı olan halk kesimlerini koruyordu. Ayrıca çeteler, diğer tarafların propaganda faaliyetlerini etkisiz kılmaya ve onları sindirmeye hizmet ediyordu (6). Büyük oranda Makedonya’ya komşu olan ülkelerin maddi destekleriyle faaliyetlerini sürdüren çeteler, yöre sakinlerinden de destek görmekteydi. Özellikle sosyalist bir çizgiye sahip İç Makedonya Devrimci Örgütü’nün, Makedonya’daki toplum kesimlerinin sosyal ve ekonomik koşullarının düzeltilmesini öngören programı, örgütün toplumsal destek sağlayabilmesinde büyük rol oynamıştır.
Yunanistan’ın 1897 yılında Osmanlı Devleti’ne karşı aldığı yenilgiden yararlanan Bulgar komiteleri, Makedonya’ya daha fazla çeteler göndermeye başladılar. Büyük bir kısmı İç Örgüte ait olan bu çeteler, genellikle on kişiden oluşuyordu ve temel görevleri, köylerde devrimci komiteler ve yerel çeteler oluşturmaktı. Ayrıca çeteler komitelere bağlı olarak çalışıyordu ve her çetenin kendi bölgesini koruması gerekmekteydi (7). Makedonya’daki Eksarhlık yanlısı harekete karşı oluşturulan Rum çeteleri ise Yunanistan’dan destek görüyordu ve özellikle Etniki Eterya’nın kurulmasından sonra bölgede daha geniş çaplı olarak gözükmeye başladılar. Kısa süre içinde Makedonya, Girit’ten daha fazla, Yunanistan’daki irredantist çevrelerin hedefi haline geldi. Rum çetelerinde Makedonya, Epir, Karadağ, Anadolu, Girit gibi farklı coğrafyalardan gelen kişilere rastlanıyordu. Makedonya’daki mücadeleye destek konusunda Yunan yönetimi ise bir yandan kamuoyundan gelen baskılar, bir yandan da Avrupa devletlerinden gelen tavsiyeler nedeniyle kararsız bir politika izlemekteydi (8). Makedonya sorununun iki büyük tarafını oluşturan Bulgar ve Yunan çeteleri arasındaki mücadele sırasında çok sayıda karşılıklı cinayet işlenmiştir. Hatta aynı mezhebe mensup olmalarına rağmen çetelerin karşı tarafın propagandasını yaptığını düşündükleri Ortodoks din adamlarına da saldırılar düzenledikleri görülmüştür (9).
Silahlı grupların ortaya çıkışı, Makedonya üzerindeki nüfuz mücadelesi açısından önemli sonuçlar doğurdu. Öncelikle silahlı çete hareketi ve isyanlar, Makedonya sorununu bir yandan büyük güçlerin, diğer yandan ise Jön Türklerin gündemine getirdi (10). Makedonya sorunun tarafları giriştikleri eylemlerle, büyük devletlerin ilgisini bölgeye çekmeye ve böylece kazanımlar elde etmeye çalıştılar.
Rusya, Avusturya ve İngiltere gibi büyük devletler, Balkanlara yönelik genel politikaları çerçevesinde Makedonya sorunuyla ilgilenmekteydiler. Makedonya reformu konusunda Avusturya ve Rusya’ya kıyasla İngiltere’nin rolü ikincil konumdaydı. Makedonya’daki karışıklık Osmanlı İmparatorluğu’nun istikrarını sürekli tehdit etse de doğrudan İngiliz çıkarlarını ilgilendirmiyordu. Buna karşın kamuoyundan, özellikle de Balkan Komitesi’nden gelen baskılar altında İngilizler Osmanlılara Makedonya reformunu dayatmak zorunda kaldılar (11). Güneye doğru yayılma hedefinde olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise, Balkan ülkelerine de komşu olduğu için Makedonya sorunuyla en fazla ilgilenen devletlerden birisiydi. Bölgedeki Slav nüfuzunun tümüyle engellenemeyeceğini anlayan Avusturya, Rusya ile Balkanların ortak denetimi konusunda uzlaşmaya çalıştı. Ayrıca bölgedeki nüfuzunu, demiryolları projeleri ile sürdürmeyi amaçlıyordu (12). Bölgedeki Slav halklarla tarihsel bağları bulunmasına rağmen Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’na karşı tutucu bir politika izlemeye ve Balkanlardaki statükonun korunmasından yana tavır almaya başladı. Ancak yine de Boğazların denetimi, Hıristiyan Balkan halklarının ulus-devlet olmaları ve bütün bölgede siyasal nüfuzunun artması, Rus politikasının nihai hedefleri arasında bulunuyordu (13).
1890’lı yıllardan itibaren bölgede yaşanan isyanlar ve şiddet eylemleri, Osmanlı yönetiminin bölgedeki otoritesini zayıflatarak büyük devletlerin müdahalelerine zemin hazırladı ve Osmanlı yönetimini Makedonya konusunda reformlar yapmaya yöneltti. Yüksek Makedonya Komitesi’nin 1902 yılında başlattığı “Cuma İsyanı” sonrasında Osmanlı yönetimi Makedonya’ya yönelik bir reform programı hazırladı ve Hüseyin Hilmi Paşa “Müfettiş-i Umumi” olarak görevlendirildi. Ertesi yıl, İç Örgüt’ün yönlendiriciliği altında Avrupalı devletlerin müdahalesini sağlamak üzere “İlinden İsyanı” çıkarıldı. İsyanın sonrasında ise Osmanlı yönetimi, Avusturya-Macaristan ile Rusya’nın ortaklaşa hazırlamış oldukları “Mürzsteg Reform Programı”nı kabullenmek zorunda kaldı. Reform programı ile Osmanlı jandarmasının bir Avrupalı general tarafından yenilenmesini de içeren çeşitli düzenlemeler uygulamaya geçirildi (14).
II. Abdülhamit yönetimi ise Makedonya’da giderek artan çete faaliyetlerini önleme konusunda yetersiz kalıyordu. Alınan askeri önlemlerin dışında Osmanlı Hükümeti, Makedonya mücadelesinin tarafı olan hükümetleri, Osmanlı topraklarına çetelerin girişini engellemeleri için uyarıyordu (15). Ancak bu uyarıların gerekleri, çoğu zaman yerine getirilmiyordu. Bu durumda Osmanlı yönetimi, çete faaliyetlerinin önlenmesi için büyük devletlerin Balkan ülkelerine baskı yapmalarını sağlamaya çalışıyordu (16). Bunun yanında Makedonya’da giderek güçlenen Bulgar çetelerine karşı gerek Osmanlı yönetimi, gerekse Müslüman halk Rum çetelerini bir denge unsuru olarak görüyordu (17). Çünkü yaşanan çatışmalara ilişkin Osmanlı arşivinde yer alan belgeler, Bulgar çetelerinin diğer taraflara nazaran ne kadar aktif olduklarını bize göstermektedir. 1322 yılı [1906/1907] boyunca Makedonya’da Osmanlı güvenlik kuvvetleri ile Bulgar, Rum ve Sırp çetelerinin yaptıkları çatışmaların adedini, bu çatışmalarda hayatını kaybeden veya yaralanan şahısların sayısını gösteren bir belgede; Bulgar çeteleri ile 56, Rum çeteleri ile 34 ve Sırp çeteleri ile 11 müsademenin gerçekleştiği görülmektedir. 1323 yılına [1907/1908] ait istatistikte ise Bulgar çeteleri ile 69, Rum çeteleri ile 31 ve Sırp çeteleri ile 12 çatışmanın yaşandığı bilgisi yer almaktadır (18).
Makedonya’daki çetelere yönelik mücadelede hem Üçüncü Ordu birliklerinin hem de Avrupalı subayların yer aldığı jandarma teşkilatının başarılı olamadığı görülmüştür. Özellikle Makedonya’ya gönderilen genç subayların pratik eğitimlerinin olmaması ve gerilla savaşları konusunda hiçbir bilgilerinin bulunmaması, Osmanlı ordu birliklerinin çetelere karşı mücadelede başarısız olmasında önemli rol oynuyordu (19). Ayrıca Avrupalı subayların varlığı ve giderek artan çatışmalar, Osmanlı askerleri ve Müslüman halk arasında yakınmalara neden oluyor ve bölgedeki Müslümanları da politikleşmeye itiyordu. Çünkü Mürzsteg programının uygulanması ve bölgede yabancı kontrolünün oluşturulması, Makedonya’daki Müslüman elitler ve halk kitleleri arasında büyük bir tepki yaratmıştı. Özellikle onları derinden etkileyen İlinden isyanından sonra Avrupa ve Mısır’daki Jön Türk sürgünleriyle birlikle çalışmayı ciddi olarak düşünmeye başladılar. Bu koşullar altında 1906 yılında Selanik’te birçok asker ve sivilin katılımıyla Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kuruluşu gerçekleşti (20).
1907 yılında yurt dışındaki Terakki ve İttihat Cemiyeti ile birleşecek olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kadroları, 1908 Devrimi’nin başarıya ulaşmasında büyük rol oynamışlar ve bu sayede II. Meşrutiyet döneminde devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Onların birçoğu, devrim öncesinde Makedonya’da görev yaptıkları sırada çetelere karşı mücadele etmişlerdi. Kendi ulusal davaları adına silahlı mücadeleyi göze almış çetecilere karşı mücadele eden Jön Türklerin karmaşık duygular içerisinde oldukları ve Makedonya’daki devrimci örgütlerden hem ideolojik, hem de örgütsel bakımdan etkilendikleri anlaşılıyor. Çünkü Jön Türkler bir yandan II. Abdülhamit yönetimine karşı çıkarlarken, muhalifi oldukları yönetiminin emirleri doğrultusunda, bir yandan da aynı hedefi güden çetecilerin faaliyetlerini önlemeye çalışıyorlardı. Ayrıca hem çete faaliyetlerinin önlenmesi konusunda Osmanlı yönetiminin yetersizliği ve Makedonya’nın kaybedilme olasılığının her geçen gün artması, hem de “komitacı”ların ulusal kimliklerine olan bağlılığı, Jön Türklerin “Osmanlılık” düşüncesini sorgulamalarına ve Türkçülüğe yönelmelerine neden oluyordu (21). Çetelere karşı girişilen sürekli operasyonlar da Jön Türk hareketinin Makedonya’da hızla yayılmasını sağlıyordu. Çünkü çetelere karşı girişilen operasyonlarda başarısız olunması, askerlerin gururunu incittiği gibi bölgedeki Müslüman sivilleri harekete geçmeye sevk etmekteydi. Böylece siviller ile güvenlik güçleri arasında yakın bir ilişki kuruldu ve Makedonya mücadelesinde “Türk çeteleri” de boy göstermeye başladı. Bu koşullarda devrim öncesinde Jön Türk subaylarının Müslüman sivillerin desteğini kazanmaları zor olmadı (22).
Makedonya’daki komitelerin kendi ulusal hedeflerinin peşinden koştuğunun farkında olmalarına rağmen İttihatçılar, 1908 Devrimi öncesinde Makedon-Bulgar, Rum ve Sırp örgütlerinin desteğini kazanmaya çalıştılar. Bu konuda özellikle Makedonya’daki çete hareketinde başat bir rolü olan Makedon-Bulgar örgütlerinin desteğinin alınmasına önem verildi. Devrimin başarıya ulaşmasında onların desteğinin çok önemli rolü olduğunu düşünen İttihatçılar, İç Örgütün sağ kanadı üzerinde etkisi olan Bulgar Hükümeti’ni de ikna etmeye çalıştılar. Bunun yanında İttihatçılar devrim öncesinde, Ahmet Niyazi Bey’in önderliğinde kendi çetelerini kurarak bölgedeki halkı devrimci kalkışmaya destek olmaya çağırdılar (23). Niyazi Bey’in çetesi bir yandan Osmanlı yönetimine karşı halkı mücadeleye çağırırken bir yandan da bölgedeki komitelerin faaliyetlerine karşı onları uyarıyordu. Niyazi Bey, Makedonya mücadelesinin en aktif tarafı olan Bulgar komitelerinin eylemlerini etkisiz kılabilmek adına 5 Temmuz 1908’de Bulgarca bir beyanname yayınlamıştır. Beyannamede Makedonya’daki halkın Balkan ülkelerinin vaatlerine kapılmayarak İttihat ve Terakki’nin saflarına geçmeleri salık veriliyordu (24).
Devrim Sürecinin Getirdiği Yeni Politik Koşullar
İttihatçı örgütlenmenin baskıcı yönetime karşı Makedonya’da başlattığı ayaklanma, halkın da katılımıyla bir devrim sürecine dönüşmüş ve 23/24 Temmuz 1908’de meşrutiyetin ikinci defa ilanıyla ilk hedefine ulaşmıştı. Baskıcı yönetimin yıkılışı ve “hürriyet”in gelişi, çeşitli etnik ve dinsel gruplara mensup halkın katılımıyla Makedonya’nın birçok kentinde düzenlenen gösterilerle kutlandı. Ayrıca 27 Temmuz 1908 tarihinde II. Abdülhamit’in yayınladığı bir iradeyle uzun süredir kendisine karşı mücadele eden devrimci grupları affetmesi, “tarik-i şekâvete” başvurmuş olan kişilerin herhangi bir kovuşturmaya uğramadan siyasal sürece dâhil olmalarının yolunu açtı. Söz konusu iradeye göre “Rumili-i şâhânede bulunan anâsır-ı muhtelifeden senelerden beri tarik-i şekâvete sülûk etmiş olanların” silahlarını hükümete teslim etmek ve bir daha bu yola başvurmamak koşuluyla affedildikleri bildiriliyordu (25).
1908 Devrimi, ortaya çıkardığı yeni politik koşullar ile Makedonya mücadelesinde yeni bir süreci başlattı. Bundan böyle sorunun tarafları, Makedonya hakkındaki iddialarını, meşrutiyet yönetimi altında ve yasal platformlarda savunmaya çalışacaklardı (26). Taraflar, yeni düzende rakiplerine karşı avantajlı bir pozisyon elde edebilmek için, ülkede yönetimi ele geçiren Jön Türklere daha yakın olduklarını ispatlamak zorundaydılar ve bunun en önemli göstergelerinden birisi de silahlı birliklerin teslim olmalarıydı. Devrimin başarıya ulaşmasından kısa bir süre sonra çeşitli örgütlere mensup komitacılar, silah bırakmaya başladılar. İlk olarak Çerçis’in liderliğindeki Arnavut komitesinin teslim oluşuyla başlayan süreçte daha sonra İMDÖ’nün sol kanadına mensup Sandanski ve arkadaşları silah bıraktı. İlerleyen günlerde ise Sırp ve Rum komitelerinin de teslim oldukları görüldü (27).
Dağlardan inen çeteciler, Makedonya’daki çeşitli halk kesimleri tarafından coşkuyla karşılandılar (28). Büyük kalabalıkların katıldığı gösterilerde eski düşmanlıkların bir kenara bırakıldığı ve geleceğe yönelik ümitlerin yeşerdiği görülüyordu (29). İttihatçılar, II. Abdülhamit yönetimine karşı kendileri ile birlikte mücadele eden çetecilerin silah bırakmalarından duydukları memnuniyeti ifade etmekten geri kalmadılar. Hürriyetin ilanından hemen sonra teslim olmaya başlayan çetecileri karşılayanlardan birisi olan Enver Bey, komitacıların silah bıraktığını haberini yurt dışındaki gazetelere duyuruyordu (30). Devrimden sonra komitacıların silah bırakması ve şiddet eylemlerine son vermesi, Makedonya’da uzun yıllardır görülmeyen bir barış ortamı yarattı. İki haftalık bir sürede bölgedeki suçların azaldığı ve cinayetlerin de neredeyse durma noktasına geldiği görülmekteydi (31).
Makedonya için mücadele eden örgütlerin her birinin devrim karşısındaki tutumları ve İttihatçılarla ilişkileri farklılık gösteriyordu. Jön Türk devrimini şüpheyle karşılamalarına rağmen Yunan konsoloslarından gelen kesin emirler üzerine Rum çeteleri silah bıraktılar ve faaliyetlerini yasal bir zeminde sürdürmeye başladılar. Ayrıca yaşanan süreci geçici bir dönem olarak değerlendiren Rum çetecilerin çoğu, meşrutiyet kutlamalarına katılmayı reddederek sessizce Yunanistan’a döndüler. Bulgar devrimci örgütü açısından da meşruti rejimin ilanı beklenmedik ve şaşırtıcı bir durumdu. İttihatçılara ve yeni rejime yaklaşım konusunda İMDÖ’nün sağ ve sol kanatları arasında görüş farklılıkları olmasına rağmen ortaya çıkan yeni politik koşullara iki taraf da uyum göstermeye çalıştı. Örgütün sağ kanadı tarafından 5 Ağustos 1908 tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne gönderilen bir belgede daha önceleri Makedonya için öngörülen otonomi fikrinin Türkiye’nin bütünlüğüne aykırı olduğu belirtiliyor ve örgütün amacını değiştirmeye hazır olduğu vurgulanıyordu. İttihatçılara daha yakın bir çizgiye sahip olan örgütün sol kanadı ise, dış isteklere karşı tüm imparatorluğun çıkarları adına çeşitli milletler arasında birliği sağlamayı ve Jön Türklerin çevresindeki politik güçleri desteklemeyi amacı olarak ortaya koyuyordu (32). İMDÖ’nin her iki kanadı arasındaki görüş ayrılığı örgütlerin yasallaşma sürecinde de devam etti. Sağ kanat “Bulgar Meşrutiyet Kulüplerini kurarken Sandanski’nin önderlik ettiği sol kanat ise “Federatif Halk Partisi”ni kurdu (33).
İttihatçılar, Makedonya mücadelesinin tarafları ile yaklaşan seçimleri de dikkate alarak ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştirdiler. Bu görüşmelerde tarafların hem seçimlere, hem de genel anlamda ülkede kurulmaya çalışılan yeni rejime yönelik beklentileri masaya yatırıldı. Ancak tarafların, Türk olmayan halk gruplarının hakları konusunda uzlaşamadıkları görüldü (34). Özellikle meşrutiyetin ilanı öncesinde gayr-i müslim toplulukların elde ettikleri ayrıcalıkları terk etmeye yanaşmaması, buna karşı İttihatçıların anayasal hakları temel alan bir anlayışla önceden verilmiş olan imtiyazları tanımak istememeleri, bir uzlaşmanın sağlanmasını engelledi. Makedonya sorununda ise İttihatçıların statükoyu değiştirmeye yönelik niyetlerinin açığa çıkması, elde ettikleri kazanımları kaybetmekten korkan tarafların İttihatçılara mesafeli davranmalarına neden oldu. Nitekim bu durum, 1908 seçimleri sürecinde daha net bir biçimde ortaya çıktı (35).
Hürriyetin ilanının hemen ertesinde halk grupları arasında yaşanan yakınlaşma süreci çok uzun ömürlü olmamış, kısa bir süre sonra özellikle Bulgarlar ve Rumlar arasındaki kilise ve okullara dair anlaşmazlık, Makedonya’da gerginliğin yeniden doğuşuna neden olmuştur. Bazı Bulgar komitacıların, Rumlara ait kiliseleri zorla ele geçirip Patriklik yanlısı rahiplere kötü davranmaları tepkilere neden olurken Rumların oluşturduğu bir heyet durumu Selanik’teki İttihat ve Terakki yönetimine bildirmiştir (36). Makedonya sorununun en önemli iki tarafı arasındaki anlaşmazlığın devam ettiğini gören İttihatçılar, tartışmalı kilise ve okullarla ilgili olarak Meclis-i Mebusan’ın açılmasını beklemeden bir karar alınması doğrultusunda girişimlerde bulundular (37). Makedonya sorununu ülke gündemine getiren bir diğer gelişme de 1878’den beri Osmanlı Devleti’ne bağlı bir prenslik olan Bulgaristan’ın 1908 Ekiminde bağımsızlığını ilan etmesi oldu. Yeni rejimi sarsan dış politik gelişmelerin yaşandığı bu süreçte Bulgaristan’la yaşanan kriz, İttihatçılarla Rumlar arasında bir yakınlaşmayı başlattı. Hatta Makedonya’daki seçimlerde Rumlar lehinde olmak üzere Bulgarların adaylarının azaltıldığına tanık olundu (38).
İttihatçıların Makedonya Sorununa Yönelik Politikaları
Devrimin başarıya ulaşmasından sonra ülkedeki en önemli siyasal güç haline gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti, yılsonunda gerçekleştirilen seçimlerde elde ettiği başarılı sonuçlarla Meclis-i Mebusan’da egemen parti konumuna geldi. Ülke yönetimini tümüyle denetimleri altına alamayan İttihatçılar, 17 Şubat 1909’da göreve başlayan Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde bazı önemli isimlerin yer almasını sağlayarak ülke sorunlarıyla ilgili programlarını uygulamaya geçirme fırsatını buldular.
İttihatçılar açısından bakıldığında ülkenin en önemli iç sorunlarının başında Makedonya sorunu geliyordu. Her şeyden önce Jön Türk devrimi, Makedonya’da yaşanan siyasal gelişmelerin bir sonucu olduğu için (39) devrimin ve hatta İttihatçıların iktidardaki kaderi bir bakıma Makedonya sorununun gelişimine bağlıydı. Makedonya, bölgeye komşu ülkelerin ve büyük devletlerin birbirleriyle çatışan çıkarlarına sahne olduğu için sorunun gelişiminde dış etkenler de rol oynuyordu ve acil önlemler alınmaması durumunda bölgenin kaybedilme olasılığı yüksekti. Makedonya sorunu, ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit ettiği gibi yabancı devletlerin müdahalelerine de gerekçe oluşturuyordu.
Bu nedenle İttihatçıların öncelikleri arasında Makedonya sorununun çözüme kavuşturulması gelmekteydi (40).
İttihatçılar açısından bakıldığında Makedonya sorunu ilk aşamada bir asayiş ve güvenlik sorunu olarak görülüyordu. Onlara göre Makedonya sorunu, ulusal veya dinsel farklılıkların neden olduğu çatışmaların yanı sıra bölgede adil bir yönetimin kurulamamasından da kaynaklanmıştı. Cemiyetin Selanik’te yayımlanan yayın organında yer alan imzasız bir makalede sorunun, istibdat döneminin kötü yönetiminden kaynaklandığına dikkat çekiliyordu. Buna göre Makedonya meselesinin ortaya çıkışında, düzenli bir yönetimin bulunmamasının neden olduğu sorunlar rol oynamıştı, ırk veya mezhep farklılıkları ise ikinci derecede önem taşıyordu (41). Makedonya sorunu, adil bir yönetim ile güvenliğin yokluğuna bağlandığı için meselenin çözümü için de her ne şekilde olursa olsun asayişin sağlanması gerektiğine inanılıyordu (42). Bu bakımdan İttihatçılar, bölgedeki anlaşmazlık ve çatışmaların nedenlerinden olan kilise ve okullar sorunu ile çete faaliyetlerinin önlenmesini güvenliğin sağlanması açısından mutlak önemde görüyorlardı.
Ancak Makedonya’da devlet otoritesini yeniden kurmak isteyen İttihatçıların, sorunun tarafları ile bölgeye yönelik emperyal politikalar izleyen büyük devletlerin desteğini almadan başarıya ulaşması olası değildi. İngiltere 1908 Devrimi’ni büyük bir ilgiyle karşılasa da başarılı bir meşrutiyet hareketinin, sömürgeleri olan Mısır ve Hindistan’daki özgürlükçü hareketleri etkileyebileceğini dikkate almaktaydı (43). Buna rağmen İngiltere ve Rusya’nın, Makedonya için hazırlanan reform programını Jön Türk devriminden sonra rafa kaldırmaları, İttihatçılar açısından olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi. Her iki ülkenin devrimin ardından “bekle ve gör” politikası izlemeye başladıkları ve yeni rejime bir şans vermek istedikleri söylenebilir.
Buna karşın 1908 Ekiminde Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i topraklarına kattığını duyurması, Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve Girit Rumlarının Yunanistan’la birleşme doğrultusundaki girişimleri, Osmanlı toprak bütünlüğüne aşırı bir hassasiyet gösteren İttihatçıların söz konusu ülkelere yönelik tepkisel bir politika izlemesine yol açtı. Bu durum çok sayıda Bulgar ve Rum vatandaşı bulunan Osmanlı Hükümeti’nin Makedonya’daki reform çabalarına da etki etmiştir. Söz konusu kayıplara engel olamayan İttihatçılar, Avusturya ve Yunan mallarını boykot ederek tepkilerini göstermeye çalıştılar (44). Ancak Balkanlar üzerindeki nüfuz mücadelesinin yeni rejim altında da devam ettiğinin ortaya çıkması, Makedonya sorununun ivedilikle ele alınması gerekliliğini ortaya koydu.
İttihatçıların Makedonya’ya yönelik politikalarında dikkate almaları gereken bir diğer etken de bölgede yaşayan çeşitli halk gruplarının birbirleriyle çelişen arzularıydı. Hürriyetin ilanı öncesinde Makedonya mücadelesinde çeşitli kazanımlar elde etmiş Bulgar, Rum, Sırp, Arnavut ve Ulahların Jön Türk rejiminden beklentileri kazanımlarının azaltılması değil, tam tersine genişletilmesiydi. Nitekim bu durum, Makedonya sorunu Meclis-i Mebusan’ın gündemine geldiğinde de ortaya çıktı.
Bölgede devam eden asayişsizlik hakkında milletvekillerinin bilgi edinme talepleri üzerine Dâhiliye Nazırı Hüseyin Hilmi Paşa, Meclis-i Mebusan’da 30 Ocak 1909 tarihinde Makedonya mücadelesi ve çetelerle ilgili son derece önemli açıklamalarda bulundu. II. Meşrutiyet’in ilanı öncesinde müfettiş-i umumi olarak Makedonya’da görev yapan paşaya göre, bölgede çeteler 1313 [1897/1898] yılından itibaren faaliyette bulunmaya başlamışlardı. Ayrıca beş altı ay öncesine kadar Makedonya’da 110 Bulgar, 80 kadar Rum, 30 kadar Sırp ve 5 kadar Ulah çetesi olduğunu belirten Hüseyin Hilmi Paşa, ne kadar “tenkil” edilirse edilsin yeni çetelerin kurulmaya devam etmesi nedeniyle bu sorunun önünün alınamadığını vurguladı. Basında yer alan çetelerin dağıldığına yönelik ifadeleri de değerlendiren paşaya göre; hürriyetin ilanından sonra çeteler faaliyette bulunmamak üzere dağıldılar, ancak mevcudiyetlerini muhafaza ettiler ve silahlarını da hükümete teslim etmeksizin yanlarında götürdüler. Teslim olmalarından sonra çetelerin bir daha faaliyette bulunmayacağına güvenen hükümetin de çetelere yönelik askeri önlemleri tümüyle kaldırdığını belirten Hüseyin Hilmi Paşa, askeri müfrezelerin bağlı bulundukları birliklere iade edildiklerini dile getirdi. Makedonya meselesinin kiliselere yönelik anlaşmazlıktan kaynaklandığını vurgulayan paşa, ilk çetelerin Bulgarlar tarafından kurulduğunu ve Patrikhaneye mensup halkı Eksarhaneye geçirmeye çalıştıklarını belirtti (45). Hüseyin Hilmi Paşa’nın ardından çok sayıda milletvekili konuyla ilgili görüşlerini açıkladı. Konunun Meclis-i Mebusan’da görüşülmesi sırasında, özellikle Makedonya mücadelesinin çeşitli taraflarına mensup milletvekillerinin karşı tarafı suçlayıcı bir söylem kullandıkları görülüyordu. Konuyla ilgili devam eden tartışmaların sonunda, aralarında Edirne Mebusu Talat Beyin de bulunduğu birçok İttihatçı milletvekili tarafından kilise ve çeteler sorunlarına ilişkin yasal düzenlemeler yapılması doğrultusunda Meclis Başkanlığı’na çeşitli önergeler verilmesiyle görüşme sona erdi (46).
Meclisteki tartışmaların sonrasında Makedonya sorunu, Osmanlı Hükümeti’nin de gündemine geldi. Makedonya üzerindeki mücadelenin yol açtığı iki büyük problem olan kiliseler sorununu çözmek ve çete faaliyetlerini önlemek isteyen Meclis-i Vükela, bu konuda yasal düzenleme yapılması için Şura-yı Devlet’e bildirimde bulunulmasına 18 Şubat 1909 tarihinde karar verdi (47). Ayrıca Osmanlı Hükümeti, özellikle Yunan çetelerinin sınırı geçerek Osmanlı topraklarına girdiğine dair gelen haberler üzerine Makedonya’daki Üçüncü Ordu Kumandanı Mahmut Şevket Paşa’ya bu konuda gerekli önlemlerin alınması için emirler gönderdi. Mahmut Şevket Paşa ise Makedonya’dan gönderdiği çeşitli telgraflarla hükümeti bu konuda bilgilendiriyordu. Paşa 3 Mart 1909 tarihinde Selanik’ten gönderdiği bir telgrafta; Rumili vilayetlerinde bazı cinayetler yaşansa da seyyar çetelerin kurulduğuna dair bir bilginin bulunmadığını, ancak yöre halkının her olasılığa karşı silahlanmaya çalıştığını ifade ediyordu. Ayrıca ilkbaharda çetelerin ortaya çıkmasının olası olduğunu belirten Mahmut Şevket Paşa, askeri güçlerin aslî görevinin savaşa hazırlanmak olduğunu dile getiriyor ve çete faaliyetlerinin önlenmesi için şu öneride bulunuyordu: “Halbuki vücûdu hükümet-i mahalliyece haber alınan ve ta’kîbe lüzûm gösterilen bir çetenin kuvve-i askerî ile tenkîline muvaffakıyyet hâsıl olabilmesi mezkûr çetenin ahâlî-i kurâ tarafından adem-i himâyesi ve cihet-i hareket ve geşt ü güzârının müfrezeye ihbâr kılınmasıyla mümkün olabilip bu cihetin te’mîni ise eşkıyânın barınacağı köyler ahâlîsinin mes’ûl tutulmasıyla mümkün olabileceğinden bu bâbda bir kanûnnâme neşri taht-ı vücûbda görülmekte ise de îcâbının îfâsı” (48). Mahmut Şevket Paşa’nın bu önerisi çete faaliyetlerinin önlenmesine ilişkin daha sonra hazırlanacak olan yasal düzenlemenin habercisi olmuştur.
Kilise ve çeteler sorunlarının Makedonya’daki çatışmaların en önemli nedenleri olduğunu dikkate alan İttihat ve Terakki Cemiyeti de bu konuda özel bir komisyon oluşturarak bu komisyona kilise ile çeteler sorunlarına ilişkin yasa tasarıları hazırlama görevi vermiştir (49). Ancak kısa süre sonra yaşanan 31 Mart ayaklanması, Makedonya sorununa yönelik bu düzenlemeleri ikinci plana itti. Buna karşın 1909 yılının yaz aylarında Makedonya’daki çetelerin yeniden ortaya çıkmaları, konuyu Osmanlı kamuoyunun gündemine tekrar getirdi. Bölgedeki yabancı gözlemciler de Rum, Sırp ve Bulgar çetecilerin faaliyetlerini artırdıklarını ve cinayetlerin yeniden görülmeye başlandığını bildiriyorlardı. Onlara göre Makedonya’daki Hıristiyan halkın hoşnutsuzluğunda, seçim sistemindeki sorun ile eğitim meseleleri temel nedenleri oluşturuyordu (50).
Makedonya’da çeteciliğin artması hem Osmanlı Hükümeti’ni hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni önlemler almaya yöneltti. Özellikle, Yunanistan’la Osmanlı Devleti arasında yaşanan Girit sorununun neden olduğu gerginlik nedeniyle Makedonya ve Edirne’de ortaya çıkan Rum çetelerine karşı cemiyet yayınladığı bir beyannameyle Rum halkı uyardı ve “… Osmanlılık aleyhinde vukû bulacak iğtişâşların teskîni emrinde, kanûnu pek şiddetli olarak tatbîk ettirmeye çalışaca”ğını duyurdu (51). Osmanlı Hükümeti ise Makedonya’da Rum çetelerinin görülmeye başlaması üzerine Yunanistan’a verilen bir notayla durumu protesto etti. Türkiye’nin protestosu karşısında Yunan Başbakanı Ralli, çetelerin geçişine engel olunması için sınırda önlemler alınması konusunda gerekli emirleri verdiğini Atina’daki Osmanlı büyükelçisine bildirdi (52). Yunanistan ile ilişkilerin gerginleştiği, hatta iki ülke arasında bir savaş çıkma olasılığına dair söylentilerin yayıldığı bir dönemde İttihatçı basında, Bulgaristan’a yönelik olumlu ifadelerin yer alması dikkat çekiciydi (53).
Makedonya’da çete mücadelelerinin ve cinayetlerin başlaması Osmanlı kamuoyunda da yankı buldu ve çeşitli kesimler tarafından sorunun çözümüne ilişkin farklı öneriler dile getirildi. İttihatçı basında mevcut yasalarla Makedonya sorununun çözümlenemeyeceği, bu nedenle olağanüstü önlemlere başvurulması gerektiği konusunda görüşler dile getiriliyordu (54). Hüseyin Cahit’e göre ise, Makedonya sorununun çözülme zamanı gelmişti ve büyük devletlerin reformlar konusunu “Genç Türkiye”ye bırakmaları, bu konuda bir güvenin göstergesiydi. Bölgede güvenliğin sağlanabilmesi için kilise ve çeteler sorunlarının çözülmesi gerektiğini ileri süren Hüseyin Cahit, “birçok fedakârlığa katlanarak burada beslediği orduya rağmen yine çetelerin kâmilen önü alınamaması ise elde gelen tedbîrin ittihâz edilmemesinden değil, husûsî tedbîr ittihâzına lüzûm bulunmasından neş’et eder” demekteydi (55). “Yeni yapılan çeteler kânûnu ittihâzı îcâb eden tedâbîri pek güzel hâvî bulunuyor” diyen Cahit’e göre, “… hükümetin vazîfesi de bir an evvel o çete kânûnunu tatbîk etmek”ti (56).
Makedonya sorununun mevcut yasalarla çözümlenemeyeceği, bu nedenle bölgeye yönelik özel düzenlemelerin yapılması gerektiği düşüncesini Makedonya’da görev yapan mülki idarecilerin de paylaştığı anlaşılmaktadır. Manastır Vilayeti’nden Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen 4 Eylül 1909 tarihli bir şifrede vilayetteki Yunan çeteleri hakkında bilgi veriliyor ve Serfice Mutasarrıflığının bu konuyla ilgili önerisi aktarılıyordu. Manastır Valisi’nin de paylaştığı bu öneriye göre, kolluk kuvvetlerinin yetersizliği ve “eşkıyâ”nın saklanmasına olanak tanıyan yasalar nedeniyle vilayette güvenliğin sağlanması olası değildi. Bu nedenle “… bir müddet-i muvakkate için idâre-i örfiyye ilanıyla Kânûn-ı Esâsî ahkâmı hâricinde mu’âmele îfâsı veya kavânîn-i adliyyenin ta’kîbât ve taharriyyâtı teshîl edebilecek bir kalıba ifrâğı îcâb-ı maslahattan görülmekte ve Meclis-i Mebusan in’ikâd etmedikçe ta’dîl-i kavânîn müşkil bulunmakta olduğundan mutasarrıflığın iş’ârı vechle bir dereceye kadar serbestî-i harekâta ve eşhâs-ı muzırranın birer bahâne ile muvakkaten Dersaâdete i’zâmına müsâ’ade buyurulması ehemmiyetle” talep edilmekteydi. Görüldüğü gibi Serfice Mutasarrıfı ve Manastır Valisi, çete faaliyetlerinin önlenmesi konusunda kendilerine anayasa hükümlerinin dışına çıkabilme yetkisinin verilmesini istemekteydiler. Dâhiliye Nezareti ise 9 Eylül 1909 tarihinde Sadarete gönderdiği bir yazıda Manastır Vilayeti’nden gelen bu talebi de hatırlatarak vilayette “erbab-ı şekâvet”in artması ve Selanik Vilayeti’nde de birçok cinayetin yaşanmasını gerekçe göstererek çetelere yönelik layihanın uygulanmaya başlamasını talep ediyordu (57).
Osmanlı basınında Makedonya’da çete mücadelelerinin yeniden başladığına dair yer alan haberler, yeni rejimde avantajlı konum elde etmek isteyen konunun taraflarınca kendilerine yönelik bir suçlama olarak değerlendirildi. Yunanistan’ın İstanbul’daki büyükelçisi Gariparis, Yunanistan’dan Türkiye topraklarına çetelerin geçtiğine dair haberleri yalanlarken, bu haberlerin Bulgarlar tarafından kasıtlı olarak çıkarıldığını ifade ediyordu (58). Benzer şekilde Bulgaristan yetkilileri de kendi ülkelerinden Osmanlı topraklarına çeteler gönderildiğine ilişkin haberleri yalanlıyordu. Gerek yabancı, gerekse Osmanlı gazetelerinde yer alan bu tür haberleri protesto eden Bulgar Dışişleri Bakanı’na göre, Bulgaristan’da halen iktidarda olan kabinenin göreve geldiği son iki yıldan beri hiçbir çete kurulmamıştı. Bu konuda Osmanlı elçisine güvence vermekle yetinmeyen Bulgar Hükümeti, 21 Eylül 1909 tarihinde Vremya gazetesinde yayınladığı bir tekzib metniyle de Osmanlı Devleti ile imzalanması gündemde olan ticaret anlaşmasında imtiyazlar elde edebilmek amacıyla Türkiye topraklarına çeteler gönderildiğine dair çeşitli haberleri yalanlamıştır (59).
Çeteler Yasasının Uygulamaya Konulması
Bu koşullar altında Osmanlı Hükümeti, henüz yasalaşma süreci tamamlanmamış olmasına rağmen “Rumili Vilâyâtı’nda Şekâvet ve Mefsedetin Men’i ve Mütecâsirlerinin Ta’kîb ve Te’dîbi Hakkında Kânûn Lâyihası”nı uygulama kararını aldı. Kısaca “Çeteler Kânûnu” olarak bilinen layihanın uygulanması için gerekli olan “irade-i seniyye” de alınarak uygulanmaya başlandı (60). Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın imzasıyla 28 Eylül 1909 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne gönderilen bir belgede, “komisyon-ı mahsûs tarafından tertîb ve Şûrâ-yı Devletçe tedkîk ve tasdîk” edilmiş olan düzenlemeye ilişkin iradenin çıktığı ve uygulanması konusunda bakanlıklara yetki verildiği bildiriliyordu. Bu bildirim üzerine Dâhiliye Nezareti, Rumeli vilayetlerine layihanın Türkçe, Bulgarca ve Rumca nüshalarını göndererek düzenlemeye uygun hareket edilmesini istedi (61).
Yasa, isminden de anlaşılacağı gibi yalnızca Rumeli vilayetlerindeki “şekâvet ve mefsedetin” önlenmesini amaçlıyordu. Çünkü yasa ile hedeflenen “şekâvet-i âdiye”nin önlenmesi değil, politik amaçları olan grupların faaliyetlerine son verilmesiydi. Bu tanıma uyan çeteler büyük oranda Rumeli’de bulundukları için çetelere yönelik düzenleme de o bölge ile sınırlı tutulmuştur. Ülkenin diğer bölgeleri için, özellikle de Çakırcalı Mehmet Efe’nin sahne aldığı Aydın Vilayeti’nde, başka bir yasal düzenleme uygulanmaya başlamıştır (62).
Çeteler yasasına göre, “eşkıyâ”nın takip ve tenkilini, her vilayette seyyar jandarma taburlarının oluşturulmasına kadar, ordu birliklerinden kurulacak “takip taburları” yerine getirecekti[1]. Ayrıca takip taburlarına gönüllüler de katılabilecek ve görev sırasında hayatını kaybeden veya yaralanan gönüllüler, askerler gibi emeklilik haklarından yararlanabileceklerdi[4]. Bunun yanında takip müfrezeleri, jandarmalardan ayrı olarak halkın arasından seçilmiş ve askerî kıyafet giydirilmiş kişileri kılavuz olarak istihdam edebileceklerdi[7]. Gereksinim duyulan vilayet merkezlerinde eşkıyanın izlenmesi için, tamamen valiye bağlı olarak çalışmak koşuluyla sivil veya askerî memurların katılımıyla üçer kişiden oluşan “istıtlâ’ât komisyonları” kurulacaktı[10]. Komisyonların, çeteciler hakkında bilgi toplamak, takip kuvvetlerini yönlendirmek, gönüllü olarak istihdam edilebilecek kişiler hakkında bilgi toplamak gibi çeşitli görevleri bulunuyordu[12]. Ayrıca eşkıyanın saldırılarına maruz kalan köylerde maaşları halk tarafından karşılanmak üzere bekçilerin görevlendirileceği ve her köyde en az iki jandarmanın da yer alacağı yasanın hükümleri arasında yer alıyordu[14]. Bunun yanında, hükümetin belirleyeceği bir süre zarfında halkın ellerindeki silahları teslim etmeleri isteniyor[16] ve köylerdeki bekçi, muhtar ve ihtiyar heyeti üyelerine de eşkıyaların yakalanmasında sorumluluk yükleniyordu[17].
Yasa hükümlerine uymayan görevlilere ve silahını teslim etmeyen köy halkına çeşitli hapis cezaları öngörülürken şekâvete katılanlara idam cezası uygun görülüyordu[22]. Çeteler yasasının uygulanmaya başlamasından sonra en fazla tepki çeken hükümleri ise eşkıyaya yardım ve yataklık yapan köylülerin cezalandırılmasına ilişkin olanlarıydı. Yasanın 23. maddesinde; eşkıyanın saklanmasına, gezip dolaşmasına veya erzak sağlamasına yardım edenlerin cezalandırılacağı hükmü yer alıyordu. Yasanın en fazla tepki çeken hükmü olan 31. maddesinde ise “Ahâlîden eşkıyâ çetelerine iltihâk ettikleri tahakkuk eden eşhâsın ailelerini hükümetin tensîb edeceği mahâlle nakl ve iskân etmeğe hakkı vardır” ifadesi yer alıyordu. Yasaya göre çeteciler hakkında hükümete bilgi veren muhbirlerin güvenliklerinin sağlanması için kimlikleri gizli tutulacaktı[32]. Ayrıca çetecilerle onlara yardım eden kişilerin yargılanmaları divan-ı harplerde yapılacaktı[34] ve divan-ı harpler, en az beş kişiden oluşup başkanı ile iki üyesi “memurin-i askeriye”den, diğer iki üyesi ise adliye memurlarından oluşacaktı[37] (63).
Görüldüğü gibi çetelere yönelik düzenleme, Makedonya’da o güne değin gerçekleştirilen uygulamalardan tümüyle farklı bir niteliğe sahipti. İttihatçılar, son derece önem verdikleri bu sorunu olağanüstü yöntemlere başvurarak çözme yolunu seçtiler. Yasa hükümleri incelendiğinde, Makedonya sorununu çözmek ve bölgede devlet otoritesini yeniden tesis etmek isteyen İttihatçıların bu doğrultuda, bölge halkının devrimci örgütlere verdiği desteği gerektiğinde sertliğe de başvurarak önlemek istediği anlaşılıyordu. Ancak İttihatçılar, Makedonya’daki çetelerin faaliyetlerini yalnızca “yasal” önlemlerle önlemeye çalışıp yöre halkının sosyal ve ekonomik durumunun iyileştirilmesi ve yeni rejimin kazanımlarının tüm toplum kesimlerine yaygınlaştırılmasını ikinci plana itince, kısa süre içinde Makedonya’da amaçlanan duruma tümüyle uzak bir görünüm ortaya çıkmıştır.
Çetelere yönelik düzenleme 1909 yılının ekim ayından itibaren Makedonya’da uygulanmaya başlandı. Çeteler kanunu kapsamında Makedonya’nın çeşitli bölgelerinde sıkıyönetim ilan edildi ve divan-ı harpler kuruldu (64). Ayrıca çetecilerin izlenmesi için de istıtlâ’ât komisyonları (65) ve takip taburları oluşturulmaya başlandı (66). Dâhiliye Nazırı Talat Bey, bakanlıktan gönderdiği emirlerle yasanın uygulanması konusunda hangi noktalara dikkat edilmesi gerektiğini vilayetlere bildiriyordu. Ayrıca Talat Bey, kanun kapsamında kurulan komisyonlarda İttihatçılara yakın olan kişilerin yer almalarını sağlamaya çalıştı (67).
Yasal düzenlemenin temel amacı, Makedonya’daki siyasî hedefleri olan örgütlerin faaliyetlerini etkisiz kılmak olduğu için siyasî çetelerin bulunmadığı bölgelerde çeteler yasasının uygulanmasına gerek görülmüyordu. Örneğin Meclis-i Vükela’nın 28 Aralık 1909 tarihli toplantısında, Kosova Vilayeti’ne bağlı Prizren, Priştina ve İpek sancaklarında “siyasî çeteler mevcûd olmayıp oralardaki vukû‘âtın şekâvet-i âdiyyeden ibaret olduğu” dikkate alınarak çeteler yasasının yerine Aydın Vilayeti’nde uygulanmakta olan kanunun uygulanmasına karar verilmiştir (68). Yine Selanik Vilayeti’ne gönderilen 8 Aralık 1909 tarihli bir şifrede “çeteler kânûnunun vilâyetin her tarafında tatbîkine mahâl olmayıp yalnız siyasî çeteler mevcûd olan mahâllerde” uygulanmasının uygun olacağı ifade ediliyordu (69).
Ancak düzenlemenin uygulanmaya başlamasından sonra çeşitli idarî ve hukukî sorunlar ortaya çıktı. Yasanın uygulanabilmesi için Dâhiliye, Harbiye, Adliye ve Mezahip nezaretlerinin eşgüdüm içinde çalışması gerekmekteydi. Buna karşın hem eleman, hem de kaynak yetersizliğinden dolayı yasanın gerektirdiği adımlar atılamadı. Özellikle Makedonya’da jandarma ve askerî kuvvetlerin sayılarının hızlı bir biçimde arttırılması gerektiği halde bu konuda başarılı olunamadı. Vilayetler, bölgelerindeki jandarma veya askerî kuvvetlerin sayıca azlığından yakınmaktaydılar (70).
Çeteler yasasının uygulanmaya başlanmasından sonra bir takım hukuksal sorunlar da ortaya çıktı. Özellikle istıtlâ’ât komisyonları ile takip müfrezeleri tarafından yakalanacak çeteciler ve onlara yardım edenler hakkında gerekli olan ilk sorgulama ve tutuklama işlemlerinin adliye memurlarınca mı, yoksa divan-ı harplerce mi gerçekleştirileceği kanunda açıklığa kavuşturulmamıştı. Bu konuda bakanlıklar arasında gerçekleşen yazışmaların (71) ardından Meclis-i Vükela 17 Kasım 1909 tarihinde, söz konusu sorgulama işlemlerinin müstantıklar tarafından yapılması için ek bir maddenin hazırlanarak kanuna dâhil edilmesine karar vermiştir (72). Bu konuda ortaya çıkan bir diğer sorun ise çeteler yasasının yayımlanmasından önce işlenen suçların divan-ı harpler tarafından görülmesi olmuştur. Yanya Vilayeti’nde yakalanıp divan-ı harpçe yargılanan kişilerin, Dâhiliye Nezareti’ne yapmış oldukları bir başvuru, bu konudaki sorunu ortaya çıkarmıştır. Şikâyet sahiplerine göre yasanın yayımlanmasından önce yakalandıkları halde sıkıyönetim mahkemesince yargılanarak cezaya çarptırılmışlardı ve yargılama sırasında kendilerine avukat tutma hakkı verilmemişti. Buna benzer durumların yaşanmaması için ilgili birimlerin de görüşlerini alan Dâhiliye Nezareti, Makedonya’daki vilayetlere 6 Ocak 1910 tarihinde gönderdiği bir şifrede, buna benzer durumlarda çeteler yasasına göre değil, ceza yasasının hükümlerine göre yargılamanın yapılmasının divan-ı harplere bildirilmesini istemiştir (73).
Kanunun Makedonya’da uygulamaya konulmasından sonra çete faaliyetleri ve siyasî cinayetlerin oranında azalma olduğu görülmektedir. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin 1909 yılına ait yıllık raporuna göre yıl boyunca Makedonya’da 291 cinayet meydana gelmişti. Çeteler yasasının uygulamaya konulduğu Ekim ayında 48 olan cinayet sayısı, Kasım ayında 17, Aralık ayında ise 11’e düşmüştü (74). Buna rağmen Makedonya mücadelesinin taraflarının birbirlerini hedef alan saldırıları devam etti. Özellikle yılsonuna doğru, devrimden sonra yeni rejimde önemli mevkilere gelen ve İttihatçılarla iyi ilişkiler kuran Makedonyalı siyasetçilere yönelik bazı dikkat çekici cinayetler gerçekleşti.
Bunların içinde en fazla ses getireni, Manastır’daki gayr-i müslim okullarının müfettişlerinden birisi olan Yovan Yovanoviç Efendi’nin 12 Aralık 1909 tarihinde öldürülmesi olmuştur. Karadağ kökenli olan Yovanoviç, Sandanski’nin grubu içerisinde yer alıyordu ve kendisi 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasında da görev yapmıştı. Arşiv belgelerinden anlaşıldığı kadarıyla kendisine gelen tehditler nedeniyle görevinin değiştirilmesi düşünülüyordu, ancak buna olanak bulunamadan cinayet gerçekleşti. Cinayetin Sandanski grubuna karşı olan “kulüpçü”ler tarafından işlendiğine inanılıyordu. Yovanoviç Efendi’nin öldürülmesinden sonra hızla gerçekleştirilen soruşturmanın sonucunda, aralarında Manastır Mebusu Pançe Doref Efendi’nin kardeşinin de bulunduğu çok sayıda kişi tutuklandı (75).
Çok sayıda Bulgar önde geleninin soruşturma kapsamında yakalanıp yargılanmaya başlaması, hem Bulgaristan, hem de Makedonya’daki Bulgarlar arasında büyük tepkiye neden oldu. Makedonya mücadelesinin tarafları arasında bir denge gözeten Osmanlı yönetiminin tutumu, bu olay özelinde de görülebilmektedir. Konuyla ilgili Dâhiliye Nezareti ile Manastır Vilayeti arasında gerçekleşen birçok yazışmadan anlaşıldığı kadarıyla İttihatçılar, siyasî karışıklıklara yol açabileceği kaygısıyla Açe Doref ve arkadaşı Pavlo Hristo’nun yargılanmalarının önlenmesini istemekteydiler. Bu konuda 18 Aralık 1909 tarihinde Dâhiliye Nezareti’nden Manastır Vilayeti’ne “gayet mahrem ve bizzat hallolunacaktır” kaydıyla gönderilen şifrede; söz konusu kişilerin daha önceleri komitacılıkla uğraşmalarına rağmen meşrutiyetin ilanından sonra “hükümet ve cemiyete” hizmet ettikleri ve çetelerin ortadan kaldırılmasına yardımcı oldukları hatırlatılıyordu. Ayrıca onların yargılanmaları durumunda taraftarlarının sorunlar çıkarabileceği belirtiliyor ve “… Açe Doref ile Pavlo Hristo’nun bittefrik men’-i muhâkemeleri esbâbının istihsâli”nin mümkün olup olmadığı soruluyordu. Aynı vilayete gönderilen bir başka şifrede ise ülkenin iç sorunlarla uğraştığı ve Yunanistan’ın Girit meselesinden dolayı nasıl bir tutum alacağının belli olmadığı bir dönemde ülkenin içinde bulunduğu koşulların dikkate alınarak bir tavır belirlenmesi isteniyordu (76). Yovanoviç Efendi’nin öldürülmesiyle ilgili olarak çok sayıda Bulgar’ın tutuklanması ve yargılanmaya başlaması, daha sonra anlatılacağı üzere, Bulgaristan’da Osmanlı Hükümeti karşıtı gösterilerin yapılmasına ve iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açtı.
Ülkenin en sorunlu bölgesinde tatbik edilmeye başlanan çeteler yasasının uygulanmasından kaynaklanan sorunları Dâhiliye Nezareti yakından izliyordu. Makedonya sorunu yalnızca bir toplumsal sorun olmadığı, olayın siyasal ve uluslararası önemi de bulunduğu için bakanlık, sık sık vilayetlerden yasanın uygulanmasına ilişkin görüş istemekteydi. Dâhiliye Nezareti’nden 1 Ocak 1910 tarihinde birçok vilayete gönderilen bir şifrede, yasanın Meclis-i Mebusan’da görüşülmesi sırasında açıklamalarda bulunulacağı gerekçe gösterilerek, çeteler yasasının uygulamaya konulmasından o güne değin ortaya çıkmış yarar ve zararların bildirilmesi isteniyordu (77).
Vilayetlerden gelen yanıtlarda ise genel olarak üç aylık uygulama süreci hakkında bilgi veriliyor ve tatbik sürecinde yakalanan, sürgün edilen, firarda olan kişiler hakkında istatiksel bilgiler aktarılıyordu. Selanik Vilayeti’nden 3 Şubat 1910 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne yapılan bildirimde yasanın genel olarak halk üzerinde olumlu etki yarattığı belirtiliyor, ancak sorgulama işlemlerinin geciktiği, bunun da çeşitli sorunlara yol açtığı ifade ediliyordu. Vilayete göre çetecilerin ailelerinin başka bölgelere nakil edilmeleri büyük etki yaratmıştı, ancak silah toplanması konusunun bazı koşullara bağlanması gerekirdi. Gazetelerde çeteciler hakkında bir genel af çıkacağına ilişkin yer alan haberlerin kötü etki yarattığına değinen Kosova Valisi Mazhar Beye göre ise “çeteler” ile “şekâvet” kanunları birleştirilmeliydi. Manastır Valisi Halil Beye göreyse yasanın uygulanmasına devam edilmesi gerekirdi ve uygulamadan kaynaklanan herhangi bir mahzur bulunmuyordu. Ona göre yasa çerçevesinde çetecilerin yakalanması konusunda köylülere de sorumluluk yüklenmesi, onları çetecileri himayeden alıkoymaktaydı, hatta köylüler eşkıyaları ihbar etmeye başlamışlardı (78).
Dâhiliye Nezareti’nden 5 Nisan 1910 tarihinde Selanik, Manastır ve Yanya Vilayetleri’ne gönderilen bir başka şifrede ise “ilan-ı meşrutiyet”ten sonra faaliyetlerini bırakmış olan Bulgar ve Rum çetelerinden yeniden faaliyete geçenlerin eylemleri, mensuplarının isim ve sayıları hakkında ayrıntılı bilgi isteniyordu. Vilayetlerden gelen yanıtlarda talep edilen konular hakkında bilgi verildiği gibi yasanın uygulanmasına devam edilmesinin önemi üzerinde duruluyordu (79).
Makedonya’daki Sürgün Uygulaması ve Bölgeye Müslüman Muhacirlerin İskânı
Çeteler yasasının tatbiki sürecinde en fazla tepki çeken uygulamalardan biri, çetelere yardım eden veya üye sağlayan ailelerin başka bölgelere sürgün edilmesiydi. Bu önlem sayesinde halkın komitelere olan desteğinin kesileceğine ve çetelere katılımın azalacağına inanılıyordu. Ancak sürgün önleminin gelişigüzel uygulanması ve “aile” tanımının geniş tutulması, birçok suçsuz kişinin mağdur olmasına yol açabilirdi. Bu nedenle Dâhiliye Nezareti’nden vilayetlere yapılan bildirimlerde sürgün uygulaması hakkında çok dikkatli olunması gerektiği ifade ediliyordu. Örneğin bakanlıktan Selanik Vilayeti’ne 30 Kasım 1909 tarihinde gönderilen bir şifrede; otuz birinci madde kapsamında ailelerin başka bölgelere nakil ve iskânlarının en son uygulanması gereken olağanüstü bir önlem olduğu, “ahvâl-i âdiyede” uygulanmasının ise kötü etkiler yaratacağı ifade ediliyordu. Buna rağmen sürgün uygulamasına başvurulması gerekirse yalnızca Hıristiyan ailelere yönelik bir sürgün uygulamasının yakınmalara yol açabileceği belirtilerek bunun Müslüman ailelere de tatbikinin gerekeceği ifade edilmekteydi. Yine aynı vilayete 5 Aralık 1909 tarihinde gönderilen bir başka şifrede ise sürgün edilmesi düşünülen ailelerin Manastır Vilayeti’ne gönderilmelerinin uygun olamayacağı, bu kişilerden “Rum olanların yine Rumili vilâyatı dâhilinde Rum bulunmayan, Bulgar olanların da Bulgar bulunmayan mahâllere nakilleri”nin lazım geldiği bildirilmiştir (80).
Dâhiliye Nezareti’nin uyarılarına rağmen sürgün uygulaması Makedonya’da sorunsuz bir biçimde gerçekleşmemiş, birçok yakınmaya yol açmıştır. Bu tür durumlarda bakanlığın devreye girdiği ve sürgün uygulaması konusunda vilayetlerin dikkatli olmalarını istediği görülmektedir. Nitekim çetecilere yardım ve yataklık ettikleri gerekçesiyle aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu yüz kırk yedi kişinin yakalanarak Manastır’a gönderildiklerine dair gelen şikâyet üzerine bakanlık bu konuda Manastır Vilayeti’ni uyarmıştır. Dâhiliye Nezareti’nden Manastır Vilayeti’ne 27 Aralık 1909 tarihinde gönderilen şifre telgrafta, halkın bir bölümünün eşkıyaya yardım etmek zorunda kalmalarının hükümetin onları eşkıyâya karşı koruyamamasından ileri geldiği belirtilmekteydi. Ayrıca o bölgedeki bütün halkın zan altında bulundurulmasının kabul edilemeyeceği ifade ediliyor ve mecburiyet nedeniyle yataklık edenlerle diğerlerinin ayrıştırılmasının gerektiği hatırlatıldıktan sonra şikâyetlere neden olabilecek bir duruma meydan verilmemesi isteniyordu (81). Sürgün uygulaması konusundaki artan yakınmalara İttihatçı basının da hak verdiği görülmektedir. Hüseyin Cahit çeteler yasasını konu aldığı makalesinde, suçsuz kişilerin mağduriyetine ve “düşman”lara koz verilmesine yol açabilecek olmasından dolayı “hissiyât-ı insaniye” ile bağdaşmayan bu uygulamaya son verilmesini talep etmiştir (82). Nitekim sürgün uygulamasından beklenen sonuçların alınamaması üzerine Osmanlı yönetimi 31 Ağustos 1910 tarihinde, söz konusu uygulamanın “tatbîkâtında şimdiye kadar istihsâl olunan fevâ’idin gayet mahdûd olmasına ve bunların nakl ve iskân ve infikakları için hükümetçe masraf ihtiyâr edilmekte bulunmasına binâ’nen bu gibi ailelerin mahâll-i ahere naklinden sarf-ı nazar edilmesi”ne karar vermiştir (83).
Sürgün uygulamasına paralel olarak Makedonya’da uygulanmaya çalışılan bir diğer önlem ise bölgeye Müslüman muhacirlerin iskân edilmesiydi. Bulgaristan’ın bağımsızlığını kazanması ve Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhak edilmesi üzerine Osmanlı ülkesine sığınan muhacirlerin Makedonya’ya yerleştirilmeye çalışılması, İttihatçıların Makedonya’ya yönelik politikalarında önemli bir yere sahiptir. İttihatçıların böylece, Makedonya’daki nüfus yapısını Müslümanların lehinde olmak üzere değiştirerek “asayiş ve güvenliği” bu yolla sağlamak istediği anlaşılmaktadır (84). Nitekim Dr. Nazım Bey’in bu doğrultuda gazetelere yapmış olduğu açıklamalar, gerek Rum, gerekse Bulgar gazetelerinde hoş karşılanmamış ve İttihatçıların niyetlerinin sorgulanmasına neden olmuştur (85).
Muhacirlerin yerleştirilmesi konusunda Dâhiliye Nezareti, Makedonya’daki vilayetlerden bilgi alarak iskân sürecini yönlendirmeye çalışıyordu. Nitekim bakanlıktan 23 Ocak 1910 tarihinde Selanik, Kosova, Yanya ve Edirne Vilayetleri’ne gönderilen bir şifrede muhacirlerin iskânına uygun ne kadar arazinin bulunduğu ve buralara ne kadar muhacirin yerleştirilebilineceği soruluyordu. Şifrenin devamında “ashâbı tarafından satılığa çıkarılan ve anâsır-ı gayr-i müslimenin kesret-i nüfus i’tibârıyla gâlib bulunduğu yerlerde satılabilmesi me’mûl bulunan arâzî veya çiftlik olup olmadığının layıkıyla bittahkik muntazam ve mükemmel defterlerinin şimdiden tanzîmi” isteniyordu (86).
İttihatçıların Makedonya’daki nüfus dengesini değiştirme doğrultusundaki bu girişimleri, Makedonya mücadelesinin taraflarınca tepkiyle karşılandı. Özellikle 1910 yılı boyunca Bulgar tarafının İttihatçı yönetime karşı düzenlediği protesto gösterilerinde en fazla karşı çıkılan uygulamalardan birisini Bosna muhacirlerinin iskânı meselesi oluşturuyordu (87). Hatta bu gösterilerde Bulgar çete reislerinin Makedonya’ya küçük çeteler göndererek Bosna muhacirlerinin köylerini yakmayı ve demiryollarına saldırılar düzenlemeyi kararlaştırdıkları haber alınmaktaydı (88).
Makedonya’daki Halkın Silahsızlandırılması Girişimi
Çeteler yasası çerçevesinde Makedonya’da uygulanıp bölgede büyük bir tepkiye yol açan diğer gelişme ise halkın elinde bulunan silahların toplanmaya başlaması olmuştur. Çetelerin yöre halkından gördükleri desteği azaltmak ve bölgede güvenliği sağlamak amacıyla gerçekleştirilen bu uygulama, kısa süre içinde büyük bir tepkiye neden olmuş ve Makedonya’da İttihatçıların hiç de beklemedikleri bir durumun ortaya çıkışına zemin hazırlamıştır.
Hüseyin Hilmi Paşa Hükümeti döneminde, özellikle de 31 Mart isyanının bastırılmasının ardından ülke genelinde silah kullanımı ve satışı konusunda bir takım önlemler alınmaya çalışılmıştı. Bu kapsamda namlusu 15 cm’yi geçen revolverlerin ülkeye girişi yasaklandığı gibi (89), silahçı mağazalarının dışında silah satışı yapılması da engellenmeye çalışıldı (90). Ancak Makedonya’daki silahların toplanması girişimi, iç güvenliğin sağlanması doğrultusunda hükümetçe alınan diğer önlemlerden hem amaç, hem de uygulama bakımından farklılık gösteriyordu. Makedonya’da güvenlik ve asayişi sağlamak isteyen İttihatçılar, çeteler yasası çerçevesinde bölgedeki halkın elinde bulunan silahların tümünün toplanmasını ve silah ediniminin izne bağlı olmasını hedeflemişlerdi. Böylece bölgede güvenliğin ve düzenin sağlanacağına inanmaktaydılar. Mahmut Şevket Paşa 1909 Eylülünde bir Fransız gazetesine yaptığı açıklamada; Makedonya’da asayiş ve güvenliğin, ancak cins ve mezhep ayrımı yapılmaksızın halkın elinde bulunan silahların toplanmasından sonra mümkün olabileceğini belirtiyor ve Osmanlı Hükümeti’nin bu konuyla ilgili olarak karar alacağını açıklıyordu (91). İttihatçı Babanzade İsmail Hakkı Bey ise Tanin gazetesinde, “silah toplamak bütün tedâbîr ve ıslâhâtın mukaddimesi olduğuna şüphe yoktur” demekteydi (92).
Çetelere yönelik yasal düzenlemenin uygulamaya geçirilmesinden kısa bir süre sonra Makedonya’daki halkın silahsızlandırılmasına da başlandı. Ancak silahsızlandırma konusundaki geniş çaplı harekâta, 1910 yılının yaz aylarından itibaren girişildiği anlaşılmaktadır. Silahların toplanması konusu da çeteler yasasının diğer bazı hükümleri gibi suiistimallere açık bir önlemdi. Çünkü ilan edilen süre çerçevesinde silahını teslim etmeyen kişilerden silahların hangi yolla toplanacağı yasada açıklığa kavuşturulmadığı için uygulamanın seyri tümüyle yerel idarecilerin inisiyatifine kalmıştı. Bu nedenle Dâhiliye Nezareti’nin silahların toplanması konusunda bölgedeki yerel idarecileri sıkça uyardığı görülmektedir. Bakanlıktan Yanya Vilayeti’ne gönderilen 11 Ocak 1910 tarihli şifrede halkın yasaklanmış olan silahlarla gezmesine engel olunması isteniyor, buna karşın silah toplanması için evlerde arama yapılmasından kaçınılması talep ediliyordu. Aynı vilayete 15 Ocak 1910 tarihinde gönderilen bir telgraf bildiriminde ise silah taşımak zorunda olan çiftlik sahiplerinin çiftliklerine gidişleri sırasında kendilerine zabıtalar tarafından ilişilmemesi istenmekteydi (93).
Makedonya’daki halkın silahsızlandırılmasında 1910 yılında başlayan Arnavut isyanı önemli bir aşama oldu. Osmanlı ordusu bir yandan isyanı bastırmaya çalışırken bir yandan da Arnavut halkın silahsızlandırılmasını sağlamaya çalıştı. Buna karşın bölgenin coğrafi yapısı ve halkın kabile yaşamını sürdürmesi, silahların toplanması konusunda engel oluşturuyordu (94). Ayrıca isyanın bastırılması ve silahsızlandırma hareketi sırasında Osmanlı ordusunun sertliğe başvurması, hem bölgedeki Arnavutlar arasında hem de Meclis-i Mebusan’da İttihatçılara yönelik tepkiyi arttırmıştır (95). Geleneklerine bağlı olan ve sosyal yaşamlarında silaha son derece önem veren Arnavutlardan silahların toplanması girişimi, İttihatçılara yönelik bölgedeki hoşnutsuzluğun yaygınlaşmasında etkili oldu. Bu süreçte Arnavutların önde gelenlerinden İsmail Kemal Bey ile Yunan Hükümeti arasında da bir yakınlaşmanın başladığı görülmektedir (96).
Daha sonra İttihatçı hükümet, Makedonya’da yeniden güçlenmeye başlayan devrimci hareketi önlemek için Makedonya’daki halkın silahsızlandırılmasına da başladı (97). Selanik’te silahların toplanacağı haberi hükümet tarafından yayımlanan bir beyanname ile duyuruldu ve halktan on beş gün içinde ellerindeki silahları teslim etmeleri istendi (98). Makedonya’daki silahsızlandırma hareketi sırasında elde edilen silahların cins ve miktarları (99) ile yakalanan çetecilerin üzerlerinde bulunan evraka (100) İttihatçı basında geniş biçimde yer veriliyor ve çetelere yönelik düzenlemenin haklılığına vurgu yapılıyordu (101).
İttihatçıların Makedonya’da izledikleri politikanın yürütücüsü olan Dâhiliye Nazırı Talat Bey, bölgedeki gelişmeleri yakından izlemek amacıyla 1910 yılı ağustos ayında gerçekleştirdiği Rumeli seyahatinin ardından kendisiyle röportaj yapan Tanin gazetesi muhabirine Makedonya’daki silahsızlandırma hareketi ile ilgili bilgi vermiştir. Arnavutluğa “koca bir ordunun” gittiğini ve bütün Arnavutların silahlarının alındığını açıklayan Talat Bey, buna karşın her tarafta silahların toplanmadığını belirtiyordu. Ona göre silahsızlandırma süreci sırasında herhangi bir mezalim yapılmamıştı ve gayr-i müslim halkın yanı sıra Müslümanlardan da silahları alınmıştı. Talat Bey, silahların toplanmasıyla ilgili yeni bir kanun maddesinin de hazırlanacağını ifade ediyordu. Bakanın verdiği bilgilere göre bu yeni yasal düzenleme, silahların toplanmasından sonra kendilerinde tekrar silah bulunanların “sûret-i şedîdede” cezalandırılmasına yönelik olacaktı (102).
Ancak Talat Bey’in bu açıklamalarına rağmen Makedonya’daki halkın silahsızlandırılması da sorunsuz biçimde gerçekleşmemiş ve birçok yakınmaya yol açmıştır. Özellikle Manastır’daki silahsızlandırma hareketi sırasında Şevket Turgut Paşa komutasındaki Osmanlı ordusunun aldığı sert önlemler, çok sayıda kişinin tutuklanması ve şiddet görmesi tepkilere neden oldu (103). Hatta bu süreçte silah aramak amacıyla Osmanlı askerlerinin Manastırdaki İngiliz konsolos vekilliğine de girdikleri ve bu durumun İngiliz basınında hoş karşılanmadığı anlaşılmaktadır (104).
İttihatçı hükümetin Makedonya’daki silahların toplanmasına yönelik girişimi, Makedonya mücadelesinin taraflarının direnç göstermesi ve uygulama sırasında yaşanan baskılar nedeniyle tam anlamıyla başarıya ulaşamadı. Komiteler silahlarını olabildiğince muhafaza etmeye çalıştılar (105). Buna karşın silahların toplanması sırasında yaşanan şiddet olayları, İttihatçı yönetimin Makedonya’daki halk kesimleri arasında güven ve itibar kaybetmesinde önemli etkenlerden birisi oldu.
Çeteler Yasasına Yönelik Tepkiler
Makedonya’daki statükoyu değiştirmek ve bölgede devlet otoritesini yeniden kurmak isteyen İttihatçıların izledikleri politika, beklendiği gibi, Makedonya mücadelesinin taraflarınca tepkiyle karşılandı. Bölgeye yönelik ulusal çıkarları adına o güne değin önemli kazanımlar elde etmiş olan taraflar, kazanımlarını kaybetmemek için İttihatçıların bölgedeki statükoyu değiştirmeyi amaçlayan uygulamalarına karşı koydular. Makedonya sorunu yalnızca bir “iç” sorun olmadığı için komşu ülkelerin ve büyük devletlerin tavırları da çeteler yasası çerçevesinde bölgede uygulanmaya çalışılan reformların kaderinin belirlenmesinde rol oynadı. Özellikle Yunan ve Bulgar Hükümetleri ile 1909 yılının ikinci yarısından itibaren gerginleşen ilişkiler, Makedonya’daki Osmanlı vatandaşı Bulgar ve Rumları İttihatçı yönetime karşı tepkiselliğe itti.
Çeteler yasasına karşı en büyük tepki Bulgar tarafından geldi. Makedonya mücadelesinin en aktif grubunu oluşturan Bulgar tarafı, gerek çeteler yasasına, gerekse İttihatçı yönetimin bölgeye yönelik izlediği politikaya karşı duyduğu rahatsızlığı çeşitli biçimlerde ortaya koydu. Makedonya’daki ve Bulgaristan’daki Bulgarlar, özellikle Yovan Yovanoviç Efendi’nin 12 Aralık 1909 tarihinde öldürülmesinden sonra başlayan tutuklamalara büyük tepki gösterdiler. Sofya’da düzenlenen ve bütün siyasî partilerin temsilcilerinin katıldığı bir toplantıda, İttihatçı yönetimin uygulamaya koyduğu çeteler yasası, Yovanoviç Efendi’nin öldürülmesinin ardından başlayan tutuklamalar ve Anadolu’ya sürgün edilmesi düşünülen ailelerin durumu görüşüldü. Kanun-ı Esasi’nin ilanından itibaren İttihatçı hükümetin izlediği politikanın eleştirildiği toplantıda katılımcılar, millettaşlarını himaye doğrultusunda Bulgar Hükümeti’nin konuya müdahil olmasını sağlama kararını aldılar (106).
Sonraki günlerde de İttihatçı hükümetin uygulamalarını ve Makedonya’daki Bulgarlara yönelik kötü muameleyi protesto etmek için Bulgaristan’da çok sayıda miting düzenlendi. Bu gösterilerde Hıristiyan köylerine Türklerden bekçi görevlendirilmesi, daha önce çetecilik yapmış olmasına rağmen halen iş ve güçleriyle meşgul olan bazı voyvodaların öldürülmesi veya yargılanması, askerler tarafından gayr-i müslim halka kötü muamele yapılması gibi konular protesto ediliyordu (107). Ayrıca göstericiler, Sofya’da bulunan büyük devletlerin elçiliklerine verilmek üzere taleplerinin yer aldığı bir metin oluşturdular. Bu belgede göstericilerin, çeteler yasasının uygulanmasına ve Rumeli’ye Müslüman muhacirlerinin iskânına son verilmesini istedikleri görülüyordu (108). Yovanoviç Efendi’nin öldürülmesiyle ilgili olarak sıkıyönetim mahkemesinin sekiz Bulgar hakkında ölüm cezası vermesi ise Bulgaristan’daki tepkiyi daha da arttırdı (109).
Bulgaristan’da düzenlenen bu mitingler, beklenildiği gibi İttihatçılar tarafından tepkiyle karşılandı. İttihatçılar Makedonya’da devam eden çete mücadelelerinin ve kitlesel gösterilerin arkasında Bulgar Hükümeti’nin olduğunu düşünüyordu. Hüseyin Cahit, Bulgar Hükümeti’ni sert sözlerle eleştirdiği makalesinde Bulgaristan’la çıkması muhtemel bir savaştan söz ediyordu (110). Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasında bir savaş olasılığının ortaya çıktığı bu süreçte Neue Freie Presse gazetesine açıklamalarda bulunan İttihatçıların önde gelen isimlerinden Enver Bey ise büyük devletler tarafından desteklenmedikçe Bulgaristan’ın kendi isteğiyle Osmanlı Devleti’ne saldıramayacağını ileri sürüyordu. Ona göre Bulgaristan, Türkiye tamamen “mahvolmadıkça” Makedonya’yı elde edemeyeceğinin farkındaydı ve iki ülke arasındaki güç farkı nedeniyle de böyle bir savaşın çıkması olası değildi (111).
Buna rağmen İttihatçılar, Bulgar Hükümeti’yle uzlaşmadıkça Makedonya’da barışı sağlamanın mümkün olmadığını anladılar. Bu nedenle Bulgar Hükümeti ile bir uzlaşma sağlanmaya çalışıldı (112). Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında Makedonya meselesi nedeniyle gerginleşen ilişkiler, Bulgar kral ve kraliçesinin 1910 yılı mart ayında İstanbul’a düzenledikleri seyahatle yerini kısa süreli bir yakınlaşmaya bıraktı. Kısa süre önce Bulgar yönetimi aleyhinde sert sözler kaleme alan Tanin başyazarı, şimdi yakın ilişkiler kurmanın her iki ülkenin de menfaatine olacağını belirtiyordu (113). Bu süreçte İttihatçı basın, Makedonya’da Bulgar çete hareketinin sürdüğüne dair galen haberleri, Bulgaristan’la iki aydan beri devam eden olumlu ilişkilere aykırı düştüğü gerekçesiyle yalanlıyordu (114).
Ancak iki ülke arasındaki yakınlaşma uzun ömürlü olmamış, 1910 yılının yaz aylarından itibaren İttihatçı yönetimin Makedonya’da giriştiği silahsızlandırma hareketi yeni bir gerginliğe kaynaklık etmiştir. Makedonya mücadelesinin en örgütlü tarafını oluşturan Bulgar komiteleri, İttihatçı yönetimin başlattığı silahsızlandırma hareketine karşı koydular. Teşkilatlarını dağıtmak ve silahlarını teslim etmek istemeyen komite üyeleri, yeniden dağlara kaçtılar veya Bulgaristan’a firar ettiler. Çok sayıda Bulgar komitacının silahını teslim etmemek için Makedonya’yı terk ederek Bulgaristan’a firar etmesi, iki ülke arasında yeni bir sorunun ortaya çıkışına neden olduğu gibi Bulgar kamuoyunda da Osmanlı Hükümeti’ne karşı tepkilerin artmasına yol açtı. Makedonya’dan kaçan mültecilerin katılımıyla Bulgaristan’da düzenlenen gösterilerde İttihatçı yönetimin uygulamaları protesto edilmekteydi (115). Ancak Makedonya’dan firar eden mültecilerin silahlarını teslim etmeleri koşuluyla geri dönmeleri konusunda iki ülke yönetimleri arasında kısa süre sonra uzlaşma sağlandı (116).
İttihatçı basın, Makedonya’dan yaşanan firar olaylarını ve Bulgar halka yönelik zulüm yapıldığına ilişkin iddiaları, Bulgar Hükümeti’nin bir oyunu olarak görüyordu (117). Osmanlı- Bulgar ilişkilerinin yeniden gerginleştiği bu dönemde İttihatçı basında Türkiye ile Romanya arasında Bulgaristan aleyhinde bir ittifak yapıldığına dair haber ve yorumlar yer almaya başladı. Bir süre gerek iç, gerekse dış basında ve politik çevrelerde gündemde yer alan bu söylentinin gerçek olmadığı kısa süre sonra anlaşıldı (118). İttihatçıların bu girişiminin Makedonya konusunda Bulgaristan’ı kendileriyle anlaşmaya zorlamak ve Balkanlardaki Slav egemenliğine karşı yeni bir denge yaratmak üzere gerçekleştiği söylenebilir (119).
Ancak İttihatçılar Makedonya sorununda kendilerine uluslararası alanda destek olabilecek bir müttefik bulamadılar. Tam tersine İttihatçı yönetim, Makedonya’da yaşanan gelişmeler nedeniyle büyük devletlerden gelen tavsiyelere kulak vermek zorunda kaldı (120). Buna karşın Bulgar Hükümeti ve basınının, Makedonya’dan Bulgaristan’a yönelik yaşanan firar olaylarının İttihatçı hükümetin uygulamalarından kaynaklandığına ilişkin değerlendirmeleri, dış basında ve özellikle İngiliz gazetelerinde (121) kabul görüyordu. İttihatçı hükümet aleyhinde İngiliz basınında yer alan değerlendirmelerden rahatsız olan Osmanlı Devleti’nin Londra Büyükelçiliği, İngiliz basınına gönderdiği bir açıklama metniyle Makedonya’da halen uygulanmakta olan çeteler yasası ve silahsızlandırma hareketi hakkında hükümetinin görüşünü dile getirerek eleştirilere yanıt verdi. Büyükelçiliğin açıklamasına göre, Osmanlı Bulgarlarına silahların toplanması sırasında kötü muamele yapıldığına ilişkin bazı Avrupa gazetelerinde yer alan haberler gerçeği yansıtmıyordu. Osmanlı Hükümeti, Rumeli’de güvenlik ve asayişi sağlayabilmek için kilise ve çeteler kanunlarını çıkararak silahların toplanmasına karar vermişti. Çeteler yasasının çıkışından sonra köylülerin çetecileri ihbar ederek hükümete yardım ettiklerinin belirtildiği açıklamada, bu nedenle Makedonya’da çeteler kurulmasının imkân dışına çıktığı ileri sürülüyordu. Ayrıca Arnavutluk’taki silahların toplanması girişiminin başarıyla gerçekleştirildiği ve bu süreçte herhangi bir baskı ve şiddetin uygulanmadığı iddia edilmekteydi. Buna karşın Bulgaristan’a firar edenlerin bazılarının askerlik yükümlülüğü bulunan kişiler olduğu hatırlatılıyor ve Bulgarlara yönelik işkence ve şiddet iddiaları yalanlanıyordu. Elçiliğin açıklamasında son olarak, Osmanlı Hükümeti’nin genel barış, Müslim ve gayr-i müslim tebaanın menfaatleri adına Rumeli’de asayişi yoluna koyma niyetinde olduğu belirtiliyor, bu uğurda gerekli önlemlerin uygulanmasına hiçbir engelden korkmayarak devam edileceği ifade ediliyordu (122).
Londra’daki Osmanlı elçiliğinin bu açıklamasına yanıt olmak üzere Makedonya’da yaşanan durumla ilişkili olarak Bulgar elçiliğinden de The Times gazetesine bir açıklama metni gönderilmiştir. Bulgar elçiliğinin açıklamasına göre, Osmanlı Hükümeti’nin İngiliz gazetelerine gönderdiği tebligat, Makedonya’da yaşanan durumu tam olarak yansıtmıyordu. İngiliz basınının Makedonya’daki Bulgar halk üzerinde uygulanmakta olan sert önlemleri, bölgedeki muhabirleri aracılığıyla soruşturabileceği hatırlatılıyordu. Bulgar elçiliğine göre bütün bu önlemler, Meclis-i Ayan’dan geçmeyen ve Sultan tarafından da onaylanmayan çetelere yönelik yasa çerçevesinde uygulanıyordu (123).
İttihatçı hükümetin uygulamaya koyduğu çeteler yasasına yalnızca Bulgar Hükümeti ve o bana bağlı komiteler değil, o güne değin İttihatçılarla işbirliği içinde olan İMDÖ’nün sol kanadı da tepki gösterdi. Sandanski’ye yakın bir politik tutuma sahip olan Federatif Halk Partisi’nin düzenlenen kongresinde hükümetin Rumeli’ye Müslüman muhacirleri yerleştirme politikasına karşı çıkıldığı gibi çeteler yasasının uygulanmasına da bir an önce son verilmesi istendi (124). Ayrıca yeni rejimi ve İttihatçıları diğer Bulgar gazetelerine karşı savunan Kambana gibi sosyalist gazetelerin İttihatçı hükümete daha sert eleştiriler yöneltmeye başladıkları görülmekteydi (125).
İMDÖ’nün sol kanadına mensup milletvekillerinden Hristo Dalçef ve Dimitri Vlahof Efendiler ise Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifa ettiği ve yeni hükümetin kurulamadığı bir dönemde Meclis-i Mebusan’a vermiş oldukları önerge ile Kanun-ı Esasi’ye aykırı olduğunu ileri sürdükleri çeteler yasasının kaldırılması konusunda hükümete tebligatta bulunulması için karar alınmasını talep etmişlerdir (126). Selanik Mebusu Hristo Dalçef Efendi Hakkı Paşa kabinesinin kurulmasından sonra da bir grup Rum milletvekili ile birlikte “sabık Kabinenin mesuliyetiyle kanun şekil ve kuvvetini kesbetmeden mevkii tatbike konulmuş merdut bir layihai kanuniyyenin ahkâmını neye müsteniden tatbik etmekte olduğu” konusunda Sadrazamdan bilgi talebinde bulunmuştur. Ancak layihanın encümende zaten görüşülmekte olduğu ve Meclis genel kuruluna geldiğinde de bu konunun görüşülebileceği dikkate alınarak söz konusu talebin ertelenmesine karar verilmiştir (127).
Çeteler yasasına Makedonya mücadelesinin diğer önemli gruplarından olan Yunan/Rum tarafı da karşı koydu. Ancak Rum tarafının, kendileri açısından daha önemli görülen kilise ve mekteplere ilişkin yasanın uygulanmasını önlemeye öncelik verirken çetelere yönelik düzenlemeye ise aynı sertlikte karşı çıkmadığı görülmektedir. Bununla birlikte özellikle silahların toplanması sırasında Makedonya’daki halk kesimlerine yönelik uygulanan şiddet ve çok sayıda kişinin bölgeyi terk ederek Bulgaristan veya Yunanistan’a sığınmaları Atina’da hoş karşılanmamıştır (128). Makedonya’dan gelen mültecilerin durumu halkın ilgisini çekerken Yunan gazeteleri var olan durumun güçlüklerini görüşmek üzere Makedonya’daki Hıristiyanlar arasında bir uzlaşmayı destekliyorlardı (129).
Rum Patrikhanesi ise çeteler yasasının uygulanması sırasında Osmanlı vatandaşı olan Rumların maruz kaldığı haksızlıkları hükümete ileterek Makedonya’da yaşanan gelişmelere hükümetin dikkatini çekmeye çalışmış ve halkın mağdur olmasına yol açan söz konusu yasanın uygulanmasının ertelenmesini talep etmiştir. Örneğin Rum Patrikhanesi tarafından 3 Mart 1910 tarihinde Osmanlı yönetimine verilen bir muhtırada, Yanya Vilayeti’ne bağlı Aydonat’ta çeteler yasasının uygulanması sürecinde çeşitli kişilerin şiddet gördükleri ve halka zulüm yapıldığı belirtilerek söz konusu duruma son verilmesi isteniyordu (130). Yine 22 Nisan 1910 tarihinde Patrikhanece Osmanlı yönetimine yapılan bir diğer başvuruda Yanya Vilayeti’nde yasanın uygulanması sırasında ortaya çıkan haksızlıklara değiniliyor ve halkın ümitsizliğe kapılmasına yol açan bu gelişmeler karşısında Patrikhanenin duyduğu üzüntü aktarılıyordu. Ayrıca Rum Patrikhanesi, beklenen sonuçlara tümüyle aykırı bir durumun ortaya çıkmasına yol açacak bu kanunun uygulanmasının ertelenmesini talep ediyordu (131).
Çeteler Yasasının Uygulanmasına Son Verilmesi
Hürriyetin ilanından itibaren geçen iki yıllık süreçte İttihatçıların Makedonya’ya yönelik izledikleri politikaların ve gerçekleştirdikleri uygulamaların bölgedeki siyasî aktörlerce hoş karşılanmadığı ve İttihatçılara yönelik muhalefeti yaygınlaştırdığı görülmektedir. Makedonya’da oluşan statükoyu Osmanlı Devleti lehinde değiştirerek bölgeye yönelik yayılmacı isteklere engel olmayı amaçlayan İttihatçıların uygulamalarına hem ülke içinden hem de ülke dışından karşı çıkıldı. Bu süreçte Makedonya mücadelesinin en önemli iki grubunu oluşturan Bulgar tarafı ile Yunan/Rum tarafının tavırları belirleyici olmuştur. Makedonya’daki nüfusun önemli bir kısmını oluşturan Yunan/Rum tarafı açısından kilise ve mektepler yasası, Bulgar tarafı açısından ise çeteler yasası bölgedeki nüfuzlarına vurulmuş bir darbe olarak değerlendirildi. Bu nedenle Makedonya mücadelesinin tarafları, İttihatçıların bölgeye yönelik müdahalelerine kendi ulusal davaları adına karşı koymak için eski mücadele yöntemlerine geri döndüler. Ayrıca çeteler yasasının uygulanması sürecinde Makedonya’da yaşanan gelişmeler, (sürgün uygulaması, Müslüman muhacirlerin iskânı, silahların toplanması) yöre halkının devrimci örgütlere destek vermesinde ve Makedonya’daki çete hareketinin canlanmasında etkili oldu.
Aralarında Hristo Çernopeev ve Hristo Matov gibi İMDÖ mensuplarının da bulunduğu birçok isim, yeniden silahlı harekete giriştiler. Böylece Avrupa’nın ve Bulgaristan’ın dikkatini Makedonya sorununa çekmeyi amaçlayan yeni bir ulusal Bulgar devrimci hareketi dalgası başladı (132). Komite basında da yer alan beyannamesinde Makedonya’nın özerkliği ve bölgedeki halkların özgürce gelişimi konusunda herkesi mücadeleye çağırmaktaydı (133). Hristo Matov, The Times gazetesinin Sofya muhabiri olan Gordon Browne’a Makedonya’nın durumunun Abdülhamit dönemindekinden daha kötü olduğunu, Hıristiyan halka kötü davranıldığını belirtiyor ve İç Örgüt’ün Türklere misliyle karşılık vermek üzere mücadeleye girişmeye karar verdiğini ifade ediyordu (134). Matov’un da ifade ettiği gibi bu süreçte Makedonya’da çok sayıda demiryolu tahrip edildi, devlet dairelerine ve bankalara yönelik bombalı saldırılar düzenlendi (135). Bölgedeki yabancı gözlemciler söz konusu eylemlerin, yeniden faaliyete geçen İç Örgüt’ün işi olduğunu belirtiyordu (136).
Bu süreçte 1910 yılında Arnavutluk’taki isyanla başlayan Makedonya’daki hoşnutsuzluk, giderek bölgenin tümüne yayılmış ve kısa bir süre öncesine kadar neredeyse durma noktasına gelmiş olan siyasî cinayetler ve olaylar yılsonuna doğru yükselişe geçmiştir. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin 1910 yılına ait yıllık raporunda yıl boyunca 161 cinayetin işlendiği ve ekim ayından itibaren (43) ise suçların oranında bir artış olduğu görülmektedir (137).
Makedonya’da çete hareketinin yeniden canlanmaya başlaması İttihatçı basında tepkiyle karşılanırken Tanin başyazarı, söz konusu eylemlerin arkasında Bulgar Hükümeti’nin olduğunu ileri sürüyordu (138). İttihatçı basında Bulgar Hükümeti aleyhinde savaş söyleminin yeniden kullanılmaya başlandığı bu süreçte Makedonya sorununun en büyük iki tarafını oluşturan Bulgar ve Rum unsurları arasında bir yakınlaşma süreci başladı. 1910 yılı boyunca İttihatçı yönetimin, Makedonya meselesinde Bulgar Hükümeti, Girit sorununda Yunan hükümeti ve kiliseler kanunu dolayısıyla da Rum Patrikhanesi ile yaşamış olduğu gerginlikler kendisine yönelik muhalif grupların birlikte hareket etmeye başlamasında önemli rol oynamıştır. Hüseyin Cahit Rum-Bulgar yakınlaşmasından her ne kadar rahatsızlık duymayacaklarını ileri sürse de bu yakınlaşmanın Bulgar ve Yunan hükümetleri arasında bir ittifaka zemin hazırlayabileceğinin farkındaydı (139). Rum-Bulgar yakınlaşmasına önayak olan isimlerden Manastır Mebusu Pançe Doref Efendi’ye göreyse ancak bir Türk-Rum-Bulgar ittifakı, “şark meselesi”ni kökten çözmeye olanak sağlayabilirdi (140).
Tüm bunların yanı sıra Üçlü İtilaf’ a üye olan ülkelerde, Jön Türklerin Makedonya’da izledikleri politikaya yönelik eleştiriler yükselmeye başladı. Dış basında, özellikle de İttihatçıların tavrını önemsedikleri İngiliz basınında, Makedonya’da yaşanan gelişmelerden Osmanlı Hükümeti’ni sorumlu tutan yorumların çoğaldığı görülüyordu (141). İngiliz Hükümeti’nin de Jön Türk yönetimine karşı tavrı değişmeye başlamıştı. Joseph Heller’in verdiği bilgilere bakılırsa İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey, İttihatçıların Makedonya’daki silahsızlandırma sürecinde izledikleri sertlik politikası hakkında anlatılanlara inanmaya başlamıştı (142). Ayrıca İttihatçıların, Balkanlarda Rusya’nın desteklediği bir Slav birliğine karşı yeni arayışlara girmesi ve bu doğrultuda Romanya, Almanya ve Avusturya ile ortak menfaatlere dayanan bir uzlaşma olasılığının ortaya çıkması (143), İngiliz yönetimince hoş karşılanmamıştır. İttihatçıların Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki varlığını korumak adına İttifak devletleriyle bir uzlaşmayı gündemlerine almaları (144) İngiliz ve Rus çıkarlarına darbe vurabilirdi. Rusya ise Bulgar ve Sırp Hükümetleri arasında 1910 yılında artan yakınlaşmadan memnuniyet duyuyor ve böylece iki Slav ülkesi arasında ortaya çıkabilecek bir ittifakı, Avusturya ve Türkiye’ye karşı kullanmayı umuyordu (145). Nitekim Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, Avusturya’nın güneye doğru ilerlemesine engel olması açısından Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ arasında bir ittifak oluşturma çabalarına destek veriyordu (146). Fransız kamuoyunda da İttihatçı yönetime karşı sert eleştiriler yapılmaktaydı. Fransız basınında özellikle çeteler yasasının uygulanması sürecinde yaşananlar hakkında artan eleştiriler, Osmanlı kamuoyunda da yankı buluyor ve İttihatçı basın aynı sertlikle Fransız gazetelerine yanıt vermeye çalışıyordu (147).
Tüm bu gelişmelerin sonucunda ülke içinde ve ülke dışında gittikçe artan bu eleştirilere İttihatçı yönetim kayıtsız kalamamıştır. Bu koşullar altında Makedonya’da izlenen politikanın daha fazla sürdürülemeyeceğini anlayan Osmanlı Hükümeti, bölgedeki sıkıyönetimlerin büyük bir kısmını kaldırmış ve divan-ı harplerde bulunan davaların adli mahkemelerde yürütülmesine karar vermiştir (148). Ayrıca bu kapsamda Makedonya’da uygulanmakta olan çeteler yasasının uygulanmasına da son verildi.
İttihatçı yönetimin çeteler yasasının uygulanmasına son vermesinde Makedonya’da çete hareketinin yeniden başlaması, bölgedeki İttihatçılara yönelik hoşnutsuzluğun yaygınlaşması, Rum ve Bulgar unsurları arasında yakınlaşmanın ortaya çıkması gibi faktörler etkili olmuştur. Ancak söz konusu kararın alınmasında büyük devletlerin kamuoylarının “Genç Türk” hükümeti aleyhine dönmeye başlamaları da önemli bir rol oynamıştır. Nitekim Hüseyin Cahit, bu konuda şunları yazıyordu: “İşte gittikçe aleyhimizde bir şekil alan bu efkâr-ı umûmiyye-i medenîyyeye karşı hükümet-i meşrûtanın âlî-cenâbâne bir vaz alarak ne kadar insâniyyet-perverâne bir meslek ta’kîb ettiğini göstermek üzere Rumili’deki idâre-i örfiyyeleri kaldırması, çeteler kânûnunu tatbîke devam etmemesi pek şâyân-ı takdîr bir tedbîr-i siyâsîdir” (149).
Makedonya’da uygulanmakta olan çeteler yasasının ve idare-i örfiyelerin kaldırılması, İttihatçıların iki yıldır bölgeye yönelik izledikleri politikanın da bir bakıma başarıya ulaşmadığını ortaya koyuyordu. Çünkü 1910 yılına gelindiğinde, 23 Temmuz 1908’den itibaren neredeyse durma noktasına gelmiş siyasî cinayetlerin yeniden görülmeye başladığı ve “Genç Türk” yönetiminin Makedonya’daki sorunlara çözüm getiremediği ortaya çıkmıştı. Bu durum, hükümetin uygulamalarına yönelik eleştirilerin yüksek sesle dile getirilmesine yol açtı. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa, hükümetinin uygulamalarını Meclis-i Mebusan’da savunmaya çalışsa da milletvekillerinin İttihatçı hükümetin Makedonya’daki uygulamalarından hoşnut olmadığı görülmekteydi. Milletvekilleri özellikle silahların toplanması sürecinde Makedonya’da yaşanan hukuksuzluklara dikkat çekiyor ve bölgede ortaya çıkan durumdan hükümeti sorumlu tutuyorlardı (150).
İttihatçıların Makedonya’da izledikleri politikaya yalnızca ülke içinde değil, dış basında da eleştiriler yöneltiliyordu. Özellikle Makedonya’da yürütülen silahsızlandırma sürecinde yaşanan şiddet olaylarına yönelik İngiliz basınında artan eleştirilere (151) Lord Crewe’ün de İngiliz parlamentosunda Makedonya’da yaşanan zulümlere dikkat çekerek katılması, İttihatçı basında tepkiyle karşılandı. Hüseyin Cahit, Osmanlı yönetiminin Makedonya’daki uygulamalarına sahip çıkarken (152) ülkenin iç işlerine karışılması olarak yorumladığı Lord Crewe’ün açıklamasına Osmanlı basınının ortak tepki vermesi gerektiğini ileri sürüyordu (153).
Her iki ülke basınında Türk-İngiliz ilişkilerinin sorgulandığı (154) günlerde Dâhiliye Nazırı Talat Bey, görevinden istifa etmiştir (155). Talat Bey’in istifasında iç politikada yaşanan gelişmelerin etkisi olduğu gibi (156) Makedonya’da izlenen politikanın sorumlusu olmasının da payı büyüktür. Çünkü Jön Türk devrimi uluslararası alanda İngiltere’yi memnun eden bir gelişme olarak değerlendirilmişti. Hatta iyi bir idarenin kurulmasıyla sorunun çözümlenebileceğini düşünen İngiliz ve Rus hükümetleri, Makedonya hakkında hazırladıkları reform programını da rafa kaldırdılar (157). Ancak İttihatçı yönetimin de Makedonya sorununa çözüm getiremediğinin ortaya çıkması, İngiltere’nin Jön Türklere olan destek ve güveninin azalmasına neden oldu. Bu nedenle Talat Bey’in istifasında ve Makedonya’daki uygulamalara son verilmesinde başta İngiltere olmak üzere büyük devletlerin desteğini yeniden kazanma düşüncesinin de etkili olduğu söylenebilir.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden olan Talat Bey, istifasından yaklaşık bir ay sonra The Times gazetesine bir mektup göndererek Makedonya’da gerçekleştirilen silahsızlandırma hareketi ile ilgili kendisine ve cemiyete yöneltilen eleştirileri yanıtlamaya çalışmıştır. Talat Bey’in İngiliz basınında kendisini savunma çabası içine girmesi de bu bakımdan anlamlıdır. Talat Bey öncelikle Makedonya’da silahların toplanması sırasında herhangi bir ayrımın yapılmadığını, bu uygulamadan hariç tutulduğu söylenen Müslüman ve Ulah halkın da silahlarının alındığını ileri sürmüştür. Silahların toplanması sürecinde suiistimallerin olduğunu kabul eden Talat Bey’e göre sorumlular cezalandırılmıştı. Silahsızlandırma sürecinde Sandanski grubunun istisna tutulmadığını belirten Talat Bey, Arnavutluk’taki silahsızlandırma hareketi sırasında mağdur edilen kişilerin kayıplarının tazminine yönelik bir meblağın ayrıldığını da ifade etmiştir. Silahsızlandırma sırasında izlenen yöntemler hakkında da bilgi veren Talat Bey, Makedonya’da ordunun sivil otoritelere yardım ettiğini, silahların teslimi için yeterli sürenin verildiğini ve yalnızca İştib kentinin kuşatıldığını ileri sürmüştür. Makedonya’da görev yapan sıkıyönetim mahkemelerinin adil biçimde karar verdiğini ifade eden Talat Bey, silahsızlandırma hareketinin tamamlandığı yerlerde yasalara uyan halkın Türk kardeşleriyle iyi geçindiklerini dile getirmiştir (158).
Balkan Savaşları’na Değin Makedonya’daki Çetelere Yönelik Alınan Önlemler
Makedonya’daki hoşnutsuzluğu ve kendilerine yönelik tepkileri azaltmak amacıyla İttihatçıların bölgede uygulanmakta olan çeteler yasasını kaldırmalarına rağmen, Makedonya’da “hürriyetin ilanı” öncesindeki koşullar yeniden ortaya çıkmıştı. Makedonya sorununu Jön Türk yönetiminin de çözemediğinin ortaya çıkması, tarafları yeniden silahlı mücadeleye yöneltmiş ve Balkan Savaşları’na değin geçen süreçte bölgedeki siyasî cinayetlerin sayısında günden güne artış olmuştur. Bu süreçte Osmanlı Hükümetleri Makedonya’daki çete faaliyetlerine karşı çeşitli önlemler alma yoluna gittiler.
1911 yılında yeniden başlayan Arnavut isyanı, Osmanlı yönetimini oldukça uğraştırdığı gibi Makedonya’daki diğer uluslara ait örgütlerin işbirliği yapmalarına zemin hazırladı. Bu süreçte İttihatçı basında Bulgar ve Arnavut çetelerinin ortak bir amaç etrafında birleştiklerine ve 1911 baharında çete faaliyetlerinin artacağına dair haberler yer alıyordu. Hüseyin Cahit, Makedonya’da güvenliğin sağlanması konusunda seyyar takip güçlerinin önemine değiniyor, ancak bununla yetinilmeyerek sosyal ve ekonomik önlemlere de dikkat çekiyordu. Ona göre çetelere destek veren topraksız köylülere devlet tarafından toprak dağıtılması, çete faaliyetlerinin önlenmesinde büyük önem taşıyordu (159).
Yaklaşan bahar aylarında Makedonya’daki komitelerin ortak hareket edeceklerine dair söylentileri dikkate alan Osmanlı yönetimi, muhtemel çete faaliyetlerine karşı alınması gereken önlemlerle ilgili olarak çalışmalar yapmıştır. Öncelikle çetelerin ortak hareket edeceklerine dair bilginin gerçek olup olmadığı bölgedeki istihbarat kaynaklarından öğrenilmeye çalışılmıştır (160). Ayrıca olası bir ittifak durumunda çete faaliyetlerine karşı ne yapılabileceği konusunda askeri kaynaklardan görüş alınmıştır. Örneğin bu konu hakkında Manastır Vilayeti bünyesinde oluşturulan ve “mücahîd-i hürriyet” Kolağası Niyazi Bey’in de yer aldığı bir komisyon, Rum ve Bulgar çetelerinin ortak hareketlerine karşı alınması gereken önlemlerle ilgili olarak bir rapor hazırlamıştır. Söz konusu raporda, Rum ve Bulgar unsurları arasında var olduğu söylenen itilaf, “ahâlî-i İslamiye ile Ulah ve Sırplar tarafından mevcûdiyyet ve menâfi-i müştereke-i memleket nokta-i nazarından eyü görülmeyen ve belki hayat-ı istikbâl-i millet ve tekâmül ve terakkî-i memleket için muzır” olarak nitelendiriliyordu. Ayrıca komisyon, çetelerin ortak hareketine ilişkin alınması gereken önlemleri siyasî, idarî ve inzibatî olarak üçe ayırıyordu. Buna göre, Ulah ve Sırplar Rum ve Bulgarlara karşı korunmalı, sadakatine güvenilen İslam ve Hıristiyanlardan bekçiler tayin edilmeli, telgraf hatlarının bulunmadığı yerlere telgraf hatları çekilmeli ve iki seyyar jandarma taburu süratle oluşturulmalıydı. Manastır Vilayeti bünyesinde oluşturulan bu komisyonun hazırladığı raporun yanı sıra Rumeli’ne gönderilen bir “memur-ı mahsûs” tarafından da bölgedeki siyasal duruma ve çete faaliyetlerine ilişkin bir rapor hazırlanmıştır. Bulgarların Sırp, Rum ve Arnavut ahali ile ittifak yaparak Makedonya’ya çeteler göndermeyi ve böylece Avrupa’nın dikkatini çekmeyi amaçladığının ileri sürüldüğü raporda özellikle Arnavutluk’taki duruma dikkat edilmesi gerektiği belirtiliyor, “cemiyet” yanlısı gözüken birçok Arnavut önde geleninin aslında hükümet ve cemiyet aleyhinde olduğu vurgulanıyordu (161).
Bu arada Bulgaristan’da Malinof kabinesinin görevden ayrılarak yerine Geşof Hükümeti’nin kurulması İttihatçılarca olumlu bir gelişme olarak değerlendirildi. Çetelere destek verdiğini düşündükleri Malinof’un yerine gelen yeni kabinenin Osmanlılarla iyi geçinmekten yana olduğu düşünülüyordu (162). Nitekim bu konuda yeni Bulgar kabinesinin çetelere karşı aldığı bazı önlemler İttihatçı basında övgüyle karşılanıyordu (163). Ancak Osmanlı-Bulgar ilişkileri, İttihatçıların umduğu gibi bir seyir izlemedi. Kısa bir süre sonra Osmanlı-Bulgar sınırında bir Bulgar askerin öldürülmesi, ilişkilerin yeniden gerginleşmesine neden olurken Bulgaristan’da Türkiye karşıtı gösterilerin düzenlenmesine neden oldu (164).
Makedonya’da Bulgar çetelerinin faaliyetlerinin çoğalması üzerine Osmanlı Hükümeti, Kosova Vilayeti’ndeki jandarmaların sayısını arttırmayı kararlaştırdığı gibi bölgeye silahlandırdığı Çerkez muhacirlerini yerleştirerek güvenlik önlemi almaya çalıştı (165). Ayrıca Dâhiliye Nezareti’nden Makedonya’daki vilayetlere gönderilen bir emirle çetelere karşı mücadele edilirken dikkatli davranılması ve halka yönelik kötü muamelelerin önlenmesi isteniyordu (166). Bu süreçte Rumeli’nin “Çakırcalısı” olarak ünlenen Bulgar çeteci Apostol’un öldürülmesi, yerli ve yabancı basında Osmanlı güvenlik kuvvetlerinin Bulgar çetelerine karşı kazandıkları bir başarı olarak değerlendirildi (167). Ancak İtalya’nın 1911 Eylülünde Trablusgarp’a saldırması, Makedonya’nın özerkliği veya komşu bir ülkenin topraklarına katılması için mücadele eden örgütleri cesaretlendirdi. Bu nedenle yılsonuna doğru Makedonya kentlerinde büyük devletlerin ilgisini bölgeye çekmeyi amaçlayan ve sivil halkı da hedef alan eylemler düzenlendi. Özellikle 21 Kasım 1911 tarihinde İştib’te gerçekleştirilen eylem örneğinde olduğu gibi, Müslüman ve Hıristiyan halk kesimlerini karşı karşıya getiren olaylar, hem halk hem de Osmanlı Hükümeti nezdinde daha fazla ses getiriyor ve birlikte yaşama olanağının kalmadığını ortaya koymayı amaçlıyordu. Bu olay sonrasında İttihatçı basında tarafları sağduyulu davranmaya davet eden çağrılar yapıldı (168). Ancak yaşanan olayların ardından İttihatçı basında Bulgarlar aleyhinde daha sert ifadelerin kullanılmaya başlandığı görülmekteydi (169). Bombalı saldırılar, eylemlerden zarar gören çeşitli halk kesimlerinin Makedonyalı örgütlere tepki göstermesine yol açtı. Hatta bu süreçte, Osmanlı Hükümeti’nden çeteler yasasını yeniden uygulamaya koyması talep ediliyordu (170).
Balkan Savaşlarına giden süreçte Makedonya’daki çete faaliyetlerinin artması üzerine bölgedeki Osmanlı güvenlik kuvvetlerine daha dikkatli olmaları konusunda direktifler gönderildi. Örneğin Dördüncü Kolordu Komutanlığı’ndan Gümilcine’deki Fırka Kumandanlığı’na gönderilen bir emirde, Bulgar komitelerinin karışıklık çıkarmak ve Avrupa kamuoyunu Osmanlılar aleyhinde etkilemek amacıyla hazırlık yaptıkları belirtiliyordu. Buna göre Bulgar komitelerinin asıl amacının Müslümanların Hıristiyanlara saldırmalarını sağlamak ve böylece Bulgarların Osmanlı ülkesinde zulme uğradıklarını iddia etmek olduğu belirtiliyor, böyle bir duruma kesinlikle meydan verilmemesi, aksi takdirde sorumluların cezalandırılacağı ifade ediliyordu. Ayrıca tanınmış Bulgar çetecilerin isimleri ve özellikleri de bölgedeki askeri birliklere bildirilmiş ve adı geçen kişiler hakkında dikkatli olunması gerektiği hatırlatılmıştır (171).
İttihatçı hükümet, 1912 Temmuzunda devrilmesinden kısa bir süre önce, Yanya halkına hitaben yayımlamış olduğu bir beyannamede halkı çeteler konusunda uyarıyor, muhbirlik (172) yaparak hükümete yardım edenlerin ödüllendirileceğini duyuruyordu (173). İttihatçı basında yer alan haberlere bakılırsa, Makedonya’da alınan önlemlerle çetecilik durma noktasına gelmişti ve “bir iki yıla kadar” da ortadan kalkacaktı (174). Ancak İttihatçı basının bu iyimserliğine rağmen çetecilik azalmamış, tam tersine Makedonya örgütleri 1912 sonbaharında faaliyetlerini arttırarak Balkan Savaşları öncesinde giriştikleri eylemlerle bağlı bulundukları ülkelerinin kamuoylarını savaşa hazırlamışlardır.
Sonuç
1908 Devrimi, bir bakıma Makedonya’da yaşanan gelişmelerin bir sonucuydu. Balkan halkları arasındaki ulusal mücadelelerin Osmanlı toprak bütünlüğüne ve devletin saygınlığına zarar verdiğini düşünen, çoğunluğunu askerlerin oluşturduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları, Makedonya’nın kaybedilmek üzere olduğunu gördüklerinde eyleme geçerek devrim sürecini başlattılar. Kısa süre içinde meşrutî rejim yeniden tesis edilirken İttihatçılar, Makedonya sorununun çözümünü öncelikleri arasına aldılar. Hürriyetin ilanı öncesinde yakından tanıma olanağı buldukları Makedonyalı örgütler arasındaki çatışmaları sonlandırıp bölgede güven ve asayişi sağladıkları takdirde Makedonya sorununun çözümlenebileceğini düşünen İttihatçılar, bu amaçla çeşitli önlemler aldılar. Bir yandan Balkan halkları arasında uzun yıllardır çatışmalara kaynaklık eden kilise ve okullar sorununa dair bir yasa hazırlanırken diğer yandan da bölgenin cinayetlerle, bombalı saldırılarla anılmasına neden olan çete mücadelelerini sonlandırmak istediler. Ancak İttihatçıların, 23 Temmuz 1908 öncesinde Makedonya’da oluşmuş olan statükoyu bozmayı amaçlayan ve bölgede merkezi otoritenin yeniden kurulmasını öngören bu politikasına, hem ülke içinden hem de ülke dışından karşı çıkıldı. Makedonya mücadelesinin iki büyük grubunu oluşturan Bulgar ve Yunan tarafları ile bu süreçte yaşanan gerginlikler, bölgede İttihatçılara yönelik bakışı olumsuz yönde değiştirdi. Özellikle çeteler yasasının uygulanması sürecinde Osmanlı yönetimince alınan sert önlemler ve çeşitli halk kesimlerine uygulanan şiddet, Makedonya’da İttihatçı yönetime karşı olan muhalefeti kitleselleştirdi. İttihatçıların Makedonyalı örgütlerin faaliyetlerini etkisiz kılmak amacıyla yaşama geçirdikleri olağanüstü önlemler, büyük devletlerden de gelen baskılar sonucunda uygulamadan kaldırıldıysa da bölgede hürriyetin ilanı öncesindeki koşullara geri dönülmüştü. Makedonya’daki statükoyu değiştirme girişimleri, İttihatçı yönetimin Makedonya sorununda yalnızlaşmasına ve sorunun taraflarının İttihatçılara karşı ittifak yapmasına yol açtı. Genç Türklerin de Makedonya sorununu çözemediklerinin anlaşılması, Makedonyalı örgütleri bir süredir ara verdikleri devrimci faaliyetlere yeniden yöneltti ve Balkan savaşlarına giden süreçte bölge çete mücadelelerine sahne olmaya başladı.
Notlar
1- Makedonya meselesinin ve daha genel anlamda Balkan sorununun, Müslüman-Türk toplumunda ideolojik anlamda nasıl bir etki yarattığı ve Türk milliyetçiliğinin kitleselleşmesindeki rolü, halen hazırlamakta olduğumuz bir kitapta ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
2- Gül Tokay, Makedonya Sorunu Jön Türk İhtilalinin Kökenleri (1903-1908), Afa Yayınları, İstanbul 1995, s.13.
3- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.45-47.
4- Douglas Dakin, The Greek Struggle in Macedonia 1897-1913, Institute For Balkan Studies, Thessaloniki 1966, s.117-145.
5- Fikret Adanır, Makedonya Sorunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996, s.114-115.
6- İlhan Tekeli ve Selim İlkin, “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal Yapısının Belirleyiciliği”, Cumhuriyetin Harcı Köktenci Modernitenin Doğuşu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003, s.37-38.
7- Douglas Dakin, age, s.55. II. Abdülhamit dönemindeki Bulgar çete faaliyetleri hakkında ayrıca bkz. Mahir Aydın, “Arşiv Belgeleriyle Makedonya’da Bulgar Çete Faaliyetleri”, Osmanlı Araştırmaları, IX, 1989, s.209-234; Ahmet Altıntaş, “Makedonya Sorunu ve Çete Faaliyetleri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, VII/2 Aralık 2005, s.69-91.
8- John S. Koliopoulos, Brigands with a Cause Brigandage and Irredentism in Modern Greece 1821-1912, Oxford University Press, New York 2002, s.215-218. Makedonya’daki Yunan çete faaliyetleri hakkında ayrıca bkz. Dimitris Livanios, ” ‘Conquering the Souls’ : Nationalism and Greek Guerrilla Warfare in Ottoman Macedonia, 1904-1908”, Journal of Byzantine and Modern Greek Studies, 23, 1999, s.195-221.
9- Basil C. Gounaris, “Preachers of God and Martyrs of the Nation the Politics of Murder in Ottoman Macedonia in the Early 20th Century”, Balkanologie IX [1-2], Décembre 2005, s.31-43.
10 Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.47.
11- 12 Marian Kent, “Büyük Britanya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu 1900-1923”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Alfa Yayınları, İstanbul 2013, s.286-287.
12- F. R. Bridge, “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu 1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Alfa Yayınları, İstanbul 2013, s.58-60.
13- Alan Bodger, “Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Alfa Yayınları, İstanbul 2013, s.125-126.
14- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.104-109.
15- Örneğin Osmanlı Devleti’nin Atina Büyükelçisi 1 Mart 1907 tarihinde Osmanlı Hükümeti’ne gönderdiği bir bildirimde Yunan Başbakanı ve Hariciye Nazırı ile görüşerek kendilerinden Makedonya’ya Yunan çetelerinin girişine engel olmalarını istediğini belirtiyordu. “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Rumeli Müfettişliği Selanik Evrakı (TFR 1 SL)”, TFR 1 SL, 138/13755. Daha önceki yıllarda da Osmanlı yönetiminin bu konuda Yunan Hükümetini çeşitli kereler uyardığı anlaşılmaktadır. “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Sadaret Hususî Maruzat Evrakı (Y. A. HUS)”, Y. A. HUS, 480/5; “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Rumeli Müfettişliği Jandarma Müşiriyet ve Kumandanlığı Evrakı (TFR 1 AS)”, TFR 1 AS, 61/6053.
16- Kemal Beydilli, “II. Abdülhamid Devrinde Makedonya Mes’elesine Dair”, Osmanlı Araştırmaları, IX, 1989, s.92.
17- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.112.
18- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Rumeli Müfettişliği Umum Evrak (TFR 1 UM)”, TFR 1 UM, 22/2164.
19- Gül Tokay, age, s.109-110.
20- M. Şükrü Hanioğlu, Preparation For a Revolution The Young Turks, 1902-1908, Oxford University Press, New York 2001, s.210-212.
21- Kâzım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909, Emre Yayınları, İstanbul 1995, s.101-106; Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, (Haz. Halil Erdoğan Cengiz), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007, s. 28-29.
22- Gül Tokay, age, s.138. İttihatçıların ünlü isimlerinden Dr. Nazım Bey’e ait bir mektup, Makedonya’daki Türk çetelerinin hangi gerekçelerle kuruldukları ve faaliyetleri hakkında bize bilgi vermektedir. Bahaeddin Şakir Bey’in Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve Terakki, (Haz.) Erdal Aydoğan – İsmail Eyyüpoğlu, Alternatif Yayınları, Ankara 2004, s.284-290.
23- M. Şükrü Hanioğlu, age, s.242-248.
24- Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi Hatıratı, Örgün Yayınevi, İstanbul 2003, s.241-244.
25- “Rumili-i Şâhânede Tarik-i Şekâvete Sülûk Edenlerin Bazı Şerâ’itle Afvları Hakkında İrade-i Seniyye”, Düstûr, Tertib-i sani 2, Cilt 1, s.3-5.
26- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.212-213.
27- Age, s.213-214.
28- İngiltere’nin Selanik Başkonsolosu tarafından 8 Ağustos 1908 tarihinde İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi’ne gönderilen bir bildirimde 600-700 kişiden oluşan toplam 105 çetenin teslim olduğu ifade edilmekteydi. Correspondence Respecting the Constitutional Movement in Turkey, 1908, Turkey No 1, (1909), House of Commons Parliamentary Papers, s.56-57.
29- Örneğin Rum çetecileri Serez’de yaklaşık 30 bin kişilik bir kalabalık karşılamış ve kalabalık tarafından “Yaşasın Özgürlük! Yaşasın Türkiye! Yaşasın Yunanistan!” sloganları atılmıştı. “Submission of Greek Bands”, The Times, 7 August 1908, s.5.
30- “Telegrams From a Young Turk Leader”, The Times, 28 July 1908, s.7. “Rumili-i Şâhânede Tarik-i Şekâvete Sülûk Edenlerin Bazı Şerâ’itle Afvları Hakkında İrade-i Seniyye”, Düstûr, Tertib-i sani 2, Cilt 1, s.3-5.
31- “A Lull in Macedonia”, The Times, 7 August 1908, s.5.
32- Zorka Parvanova, “Political Programmes of the National Liberation Movements in European Turkey Following the Coup of Young Turks (1908-1909)”, Études Balkaniques, No. 1, 1994, s. 56-60.
33- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s. 247-251.
34- Zorka Parvanova, “Birth of the Conflict: The Young Turk Regime and the National Movements in European Turkey 1908-1910”, Études Balkaniques, No. 4, 2000, s.24-25.
35- Seçim sürecinde İttihatçıların Makedonya sorununun taraflarıyla yaptığı görüşmeler hakkında bilgi için bkz. Aykut Kansu, 1908 Devrimi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995, s.230-253.
36- “Greeks and Bulgarians”, The Times, 10 August 1908, s.5.
37- Hasan Taner Kerimoğlu, İttihat-Terakki ve Rumlar 1908-1914, Libra Kitapçılık ve Yayıncılık, İstanbul 2012, s.188.
38- Zorka Parvanova, “Birth of the Conflict: The Young Turk Regime and the National Movements in European Turkey 1908-1910”, s.28.
39- Gül Tokay, age, s.11.
40- Örneğin Hüseyin Cahit 1910 yılında bu konuyla ilgili olarak şunları yazıyordu: “Hükümet-i Osmaniye meşrutiyet-i idareye mâlik olunca en evvel şu Makedonya gürültülerine nihayet vermek istedi. Zaten meşrutiyetin biran evvel ilanına sebeb olan vakâyi de bu Makedonya tehlikesi idi. İttihat ve Terakki Cemiyeti ihtilâl tertibatını ta’cîl edip de meşrutiyet-i idareyi te’s’ise muvaffak olmasa idi Makedonya elden gidiyordu. Binâe’n aleyh hemen Türkiye’nin ilk vazifesi Makedonya’yı kurtarmak olacağı tabî’î idi. Bu da Makedonya’da asayişi, adaleti te’mîn ile kâbil olacaktı”. Hüseyin Cahit, “Balkanların Sulh ve Müsâlemeti”, Tanin, 31 Ağustos 1910, s.1.
41- “Makedonya mes’elesinin ma’nâ-yı mücmeli şu ibarede mündemictir: Bir idare-i gayr-i muntazamanın bütün seyyi’âtıyla, bütün tahrîbâtıyla, bütün te’sîsât-ı nifâkîyesiyle bir neticei tabî’iyyesi! Yoksa ahâlî-i meskûnenin ihtilâfât-ı ırkıyye ve mezhebiyyesi böyle bir mes’ele tevlîd edemezdi. Çünkü bir heyet-i ictimâ’iyye halinde yaşayan efradın rabıta-i ictimâ’iyye-i umûmiyyesi hubl-i metîn-i müsâvât ve adâlettir. Irk ve mezheb râbıtası kavî ise de tâlîdir”. “Makedonya Mes’elesi”, İttihat ve Terakki, 9 Ağustos 1908, s.1.
42- “Hükümet vazîfe-i hak ve adli bi-hakkın îfâ ettikten sonra kânûnun pençesini gayet kuvvetli bulundurmalı, asayişi te’mîn husûsunda hiç müsâmaha ve hatta merhamet göstermemelidir. Ancak böyle âdîlâne kuvvetli bir idare altında mürûr-ı zamân ile anâsır-ı muhtelifenin terbiye-i siyâsiyyesi tekemmül ettikçe Makedonya’nın da sükûn ve âsâyişi tamamıyla te’mîn edilebilir”. Hüseyin Cahit, “Makedonya Dökümü”, Tanin, 31 Kanun-i sani 1909, s.1.
43- Feroz Ahmad, “1908-1914 Yılları Arasında İngiltere’nin Genç Türkler’le İlişkileri”, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul 1996, s.131.
44- Söz konusu boykot hareketleri hakkında bilgi için bkz. Y. Doğan Çetinkaya, Muslim Merchants and Working-Class in Action: Nationalism, Social Mobilization and Boycott Movement in the Ottoman Empire 1908-1914, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Leiden 2010.
45- M. M. Z. C., D. 1, İç. 1, C. 1, (20. Birleşim), s.368-372.
46- M. M. Z. C., D. 1, İç. 1, C. 1, (22. Birleşim), s.454-456.
47- Hasan Taner Kerimoğlu, age, s.190.
48- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezareti Mektubî Kalemi (DH. MKT)”, DH. MKT, 1308/10.
49- Tahsin Uzer, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, TTK Yay., Ankara 1999, s.116.
50- “The State of Macedonia”, The Times, 17 July 1909, s.5.
51- “İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkez-i Umûmîsi’nden Neşrolunan Beyânnâmedir”, Tanin, 4 Temmuz 1909, s.3. O sırada Tanin gazetesinin Paris muhabiri olarak görev yapan ve ileriki yıllarda Türkiye’deki sol hareketin sembol isimlerinden birisi haline gelecek olan Mustafa Suphi, bu konuyu ele aldığı bir makalede Yanya bölgesinde şahit olduğu çete faaliyetleri hakkında bilgi veriyordu. Suphi’ye göre İTC’nin beyannamesinde dikkat çektiği gibi, bölgede çete faaliyetleri yeniden görülmeye başlamıştı ve bu durumda Yunanistan’ın parmağı bulunuyordu. Mustafa Suphi, “Yunanlı Dostlarımız ve Rum Vatandaşlarımız”, Tanin, 20 Temmuz 1909, s.1-2. Mustafa Suphi bir başka yazısında ise Yanya Vilayeti’nin sosyal ve ekonomik durumu hakkında bilgi veriyor. “Yanya Vilayeti’nin Ahvâl-i Umûmîyyesi”, Tanin, 29 Temmuz 1909, s.1-2.
52- “The Relations Between Greece and Turkey”, The Times, 28 July 1909, s.7.
53- Hüseyin Cahit, “Osmanlılar ve Bulgarlar”, Tanin, 21 Temmuz 1909, s.1. Mahmut Şevket Paşa ise kendisiyle röportaj yapan Bulgar ajansına, 31 Mart ayaklanmasını bastırmak üzere oluşturulan Hareket Ordusu’nda Bulgarların da yer aldığını belirterek Osmanlı Bulgarlarını övmüştür. “Mahmut Şevket Paşa ile Mülâkat”, Tanin, 8 Temmuz 1909, s.2.
54- Vicdani, “Makedonya ve Epir Mes’eleleri, Şekl-i Hükümetin Değiştiğini Âleme Göstermek Lâzımdır”, Tanin, 21 Haziran 1909, s.1-2.
55- Hüseyin Cahit, “Makedonya”, Tanin, 23 Ağustos 1909, s.1.
56- Hüseyin Cahit,“Makedonya’da”, Tanin, 30 Ağustos 1909, s.1.
57- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezareti Muhaberatı Umumiye İdaresi (DH. MUİ)”, DH. MUİ, 7-1/64.
58- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Babıâli Evrak Odası (BEO)”, BEO, 3546/265941.
59- BEO, 3652/273857.
60- “Çeteler Nizâmnâmesi”, Tanin, 28 Eylül 1909, s.2.
61- DH. MUİ, 17-3/11.
62- “Şekâvetin Men’i ve Mütecâsirlerinin Ta’kîb ve Te’dîbi” adını taşıyan bu kanun, 4 Ekim 1909 tarihinden itibaren Aydın Vilayeti’nde uygulanmaya başlamıştır. Bu kanun resmî yazışmalarda kısaca “Şekâvet Kânûnu” olarak yer almaktadır.
63- “Rumili Vilâyâtı’nda Şekâvet ve Mefsedetin Men’i ve Mütecâsirlerinin Ta’kîb ve Te’dîbi Hakkında Kânûn Lâyihasıdır”, Takvim-i Vekayi, 19 Eylül 1325, s.1-4.
64- Selanik Divan-ı Harbi, ilk olarak bir çeteye yardım ettikleri iddiasıyla Bulgar köylüleri yargılamaya başladı. “Çeteler ve Divan-ı Harb-i Örfi”, Tasvir-i Efkâr, 21 Teşrin-i sani 1909, s.6.
65 Çeteler yasası çerçevesinde Makedonya’da kurulan istıtlâ’ât komisyonlarında görev yapmış Kapancızâde Hamit Bey’in konuyla ilgili anıları için bkz. Halit Eken, Bir Milli Mücadele Valisi ve Anıları Kapancızâde Hamit Bey, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2008, s.408-422.
66- Harbiye Nezareti, takip taburlarının kurulmasına ilişkin bir talimatname hazırlayarak 2. Ve 3. ordu kumandanlıklarına göndermiştir. Ayrıca çetecilerin izlenmesi için kurulan takip taburlarının 500 veya 600 askerden oluşması, taburlarda seri ateşli ikişer cebel topu ile ikişer adet makineli tüfek ve portatif çadırların bulunması planlanmıştır. “Çeteler Ta’kîbâtına Dair Taburlar Teşkîli”, Tasvir-i Efkâr, 14 eşrin-i sani 1909, s.8.
67- Örneğin Dâhiliye Nezareti’nden Kosova Vilayeti’ne gönderilen 13 Şubat 1910 tarihli bir bildirimde “Kolağası İşkodralı İsmail Efendi vaktiyle Enver Bey ile İştib musâdemesinde bulunan hüsn-i hıdmeti görülmüş gayet cesur ve namuslu bir zat olduğu ve Arnavut olmak hasebiyle de hıdmetinden istifâde” edilebileceği belirtilip istıtlâ’ât komisyonu üyeliğine alınması isteniyordu. DH. MUİ, 24-3/11.
68- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Meclisi Vükela Mazbataları (MV)”, MV, 135/31.
69- DH. MUİ, 24-2/10.
70- Örneğin Dâhiliye Nezareti’nden Harbiye Nezareti’ne gönderilen 8 Şubat 1910 tarihli bir belgede Selanik Vilayeti’nden gelen bu konu hakkındaki yakınmaya yer veriliyordu. Buna göre “Çeteler kânûnu ahkâmının te’mîn-i tatbîki için icab eden iki taburluk kuvve-i askerîyyeye karşı üç aydan beri bir taburun bile henüz” oluşturulamadığından söz ediliyor ve devamında jandarma teşkilatının ikmaline kadar askeri kuvvetlerden birlikler sevkine ilişkin Meclis-i Vükela kararına dayanan tebligata da “cihet-i askerîyyece ri’âyet edilmemekte olduğu” ifade ediliyordu. DH. MUİ, 65/2.
71- BEO, 3667/274964; BEO, 3667/274965.
72- MV, 134/1.
73- DH. MUİ, 20-3/11.
74- “Annual Report on Turkey for the Year 1909”, British Documents on Foreign Affairs, Vol. 20, The Ottoman Empire under the Young Turks 1908-1914, (Ed. David Gillard), University Publications of America 1985, s.138.
75- “Macedonian Affairs”, The Times, 4 January 1910, s.3.
76- Bu arada, cinayet nedeniyle tutuklanan kişilerin yakınları tarafından veya tutuklular adına, soruşturma sürecindeki yanlışlıklara ilişkin Dâhiliye Nezareti’ne, Sadarete ve Padişahlık makamına çok sayıda başvuru yapılmıştır. DH. MUİ, 46-2/21.
77- Bu şifre Edirne, Selanik, Kosova, Manastır, Yanya ve Aydın vilayetlerine gönderilmiştir. DH. MUİ, 17-4/15.
78- Aynı yerde.
79- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Dâhiliye Nezareti Siyasî Kısım (DH. SYS)”, DH. SYS, 81/46.
80- DH. MUİ, 24-2/10.
81- DH. MUİ, 24-3/11.
82- Hüseyin Cahit, “Çeteler Kânûnu”, Tanin, 21 Kanun-ı sani 1910, s.1.
83- “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İrâde Adliye ve Mezahip”, Vesika No:14.
84- Örneğin bu konuda Hüseyin Cahit, şunları yazıyordu: “Rumili üzerinde hem-civar devletlerden bazılarının besledikleri âmâl-i mütecavizâneyi akim bırakacak, Rumili’de temîn-i nüfûz için anasır-ı muhtelife tarafından sarf olunan mesa’iye nihayet çekecek esaslı tedbîrlerden biri hiç şüphe yoktur ki oradaki Müslüman nüfusunun miktarını arttırmaktan ibaret olacaktır”. “Rumili’de Muhacir Meselesi”, Tanin, 27 Teşrin-i sani 1910, s.1.
85- “Rumili’de Muhâceret Mes’elesi”, Sadâ-yı Millet, 4 Kanun-ı sani 1325, s.3; “Makedonya’da Muhâceret Mes’elesi”, Sadâ-yı Millet, 15 Kanun-ı sani 1325, s.2. Dr. Nazım Bey’in Makedonya’daki nüfus yapısını değiştirebilmek için 200.000 Rusya Yahudisinin bölgeye iskânı doğrultusunda girişimlerde bulunduğu da bilinmektedir. Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, İstanbul 2008, s.176-177.
86- DH. MUİ, 24-3/11.
87- “Köstendil’deki Miting”, Tanin, 13 Ağustos 1910, s.1.
88- “Türkiye ve Bulgaristan”, Tanin, 14 Ağustos 1910, s.2.
89- DH. MUİ, 7-5/8.
90 DH. MUİ, 7-5/12.
91- “Mahmut Şevket Paşa ile Mülâkat”, Tasvir-i Efkâr, 18 Eylül 1909, s.3.
92- Babanzade İsmail Hakkı, “Sofya Telgrafları”, Tanin, 26 Temmuz 1910, s.1.
93- DH. MUİ, 50-1/53.
94- “The Problem of Disarmament”, The Times, 12 May 1910, s.5.
95- Bilgin Çelik, İttihatçılar ve Arnavutlar, Büke Kitapları, İstanbul 2004, s.384-402; Banu İşlet Sönmez, II. Meşrutiyette Arnavut Muhalefeti, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007, s.178.
96- Basil Kondis, Greece and Albania 1908-1914, Institute For Balkan Studies, Thessaloniki 1976, s.47-51.
97- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.327-329.
98- “Selanik’te Silahların Toplanması”, Tanin, 2 Eylül 1910, s.3.
99- “Silah Toplanması”, Tanin, 1 Eylül 1910, s.3; “Silah Toplanması”, Tanin, 6 Eylül 1910, s.3.
100- “Rumili’de Bulgar Tahrikâtı”, Tanin, 20 Teşrin-i evvel 1910, s.1.
101- Hüseyin Cahit, “Makedonya’da Bulgar Tahrikâtı”, Tanin, 20 Teşrin-i evvel 1910, s.1.
102- “Dâhiliye Nazırı Talat Bey Efendi ile Mülâkat – Rumili Ahvâli”, Tanin, 10 Ağustos 1910, s.1.
103- “Disarmament in Macedonia”, The Times, 1 October 1910, s.7.
104- “The Disarmament in Macedonia”, The Times, 5 October 1910, s.5.
105- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.329-330.
106- “Bulgaristan – Makedonya Ahvâli”, Yeni Gazete, 31 Kanun-ı evvel 1909, s.2.
107- Hüseyin Cahit, “Türkiye Aleyhinde Bulgaristan Mitingleri”, Tanin, 24 Kanun-ı sani 1910, s.1.
108- “Bulgar Mitingleri”, Tanin, 26 Kanun-ı sani 1910, s.2.
109- “The Death Sentences on Bulgarians”, The Times, 3 February 1910, s.5.
110- Hüseyin Cahit, “Bulgaristan’la Muhârebe Ne Vakit?”, Tanin, 28 Kanun-ı sani 1910, s.1.
111- “Enver Beyle Mülâkat”, Tanin, 6 Mart 1910, s.2.
112- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.320-321.
113- Hüseyin Cahit, “Seyâhatin Neticesi”, Tanin, 28 Mart 1910, s.1.
114- Babanzade İsmail Hakkı, “Makedonya’da Bulgar Partileri”, Tanin, 30 Mayıs 1910, s.1.
115- “Makedonya Firârîlerinin Sofya Nümâyişi”, Tanin, 15 Ağustos 1910, s.2.
116- “Mültecîler Mes’elesi”, Tanin, 19 Ağustos 1910, s.1; “Sofya’da Mültecîler”, Tanin, 24 Ağustos 1910, s.2.
117- Babanzade İsmail Hakkı, “Sofya Telgrafları”, Tanin, 26 Temmuz 1910, s.1; Babanzade İsmail Hakkı, “Bulgar Matbû’âtı Tehlikeli Bir Oyun Oynuyor”, Tanin, 29 Temmuz 1910, s.1
118- Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, İngiltere’nin Rusya’daki Büyükelçisi ile yaptığı görüşmede Türkiye ve Romanya arasında herhangi bir anlaşmanın yapıldığına inanmadığını, ancak bu iki ülke arasında bir görüş alışverişinin olduğunu belirtmiştir. Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, Volume 9: The Balkan Wars Part 1 The Prelude; Tripoli War, ( Ed., G. P. Gooch, D. Litt and Harold Temperley), London 1933, s.212.
119- “Bulgaristan bir taraftan Türkiye’ye hücûm ederken arkasında Romanya ordularının mevcûdiyetini de hesaba katmak mecbûriyetinde kalırsa bittabi iki kere düşünmeğe mecbur olur, bilâ-sebeb ortalığı karıştırmaktan çekinir. Demek ki Romanya-Türkiye ittifâkı Bulgaristan’ı akl ve hikmet ve basîret dairesinde harekete mecbûr etmek ve binaenaleyh sûlh ve müsâlemeti muhâfaza eylemek için pek iyi bir tedbîrdir”. Hüseyin Cahit, “Türkiye-Romanya İttifâkı”, Tanin, 21 Eylül 1910, s.1.
120- Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, s.198.
121- “Turkey and Bulgaria”, The Times, 22 July 1910, s.5; “Turkey and Bulgaria”, The Times, 30 July 1910, s.5.
122- “The Condition of Macedonia, a Turkish Communiqué”, The Times, 2 August 1910, s.5.
123- “A Bulgarian Communication”, The Times, 5 August 1910, s.5.
124- “Sandanski Fırkasının Kongresi”, Tanin, 30 Mayıs 1910, s.3. Babanzade İsmail Hakkı ise anin’deki
köşesinde Sandanistlerin bu önerisine karşı çıkıyor ve İttihat ve Terakki Cemiyeti ile birçok konuda ortak hareket eden Manastır Mebusu Pançe Doref Efendi’nin kurduğu “Osmanlı İlerici Fırkası”nın programını takdir ediyordu. Babanzade İsmail Hakkı, “Makedonya’daki Bulgar Partileri”, Tanin, 30 Mayıs 1910, s.1.
125- “The Disarmament of Macedonia”, The Times, 18 October 1910, s.5.
126- 10 Ocak 1910 tarihinde Meclis’in gündemine gelen bu önergeye imza koyan diğer milletvekilleri, Üsküp Mebusu Pavlof, Manastır Mebusu Pançe Doref ve Priştina Mebusu Sava Stoyanoviç Efendiler olmuştur. M. M. Z. C., D. I, İç. 2, C. I, (23. Birleşim), s.486-487.
127- M. M. Z. C., D. I, İç. 2, C. II, (45. Birleşim), s.458-461.
128- “Disarmament in Macedonia”, The Times, 1 October 1910, s.7.
129- “A Turkish Admission”, The Times, 12 August 1910, s.3.
130- DH. MUİ, 20-3/11.
131- Patrikhanenin bu başvurusuna yanıt veren Dâhiliye Nezareti’ne göreyse çeteler yasası “devletçe görülen lüzûm” üzerine çıkarılmıştı ve Patrikhane’nin çeteler yasasını şikâyet etmeye hakkı ve yetkisi yoktu. DH. MUİ, 90/11.
132- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.319-320.
133- “Bulgar Makedonya Komitesinin Beyannamesi”, Sadâ-yı Millet, 29 Mart 1326, s.3.
134- Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, s.225-226.
135- Bulgar devrimci önderlerinden Hristo Matov’un Lev Troçki ile yaptığı mülakattan. Lev Troçki, Balkan Savaşları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012, s.336-337.
136- “The Condition of Macedonia, Renewed Activity of the Bands”, The Times, 27 October 1910, s.5.
137- “Annual Report on Turkey for the Year 1910”, British Documents on Foreign Affairs, Vol. 20, The Ottoman Empire under the Young Turks 1908-1914, s.197-198.
138- Hüseyin Cahit, “Makedonya Vahşîleri”, Tanin, 28 Teşrin-i evvel 1910, s.1; Hüseyin Cahit, “Bulgar Cinâyetleri”, Tanin, 31 Teşrin-i evvel 1910, s.1.
139- Hüseyin Cahit, “Rum-Bulgar Uhuvveti”, Tanin, 20 Teşrin-i sani 1910, s.1.
140- “Bulgar ve Rum İ’tilâfı Münâsebetiyle, Pançe Doref Efendi’nin Bir Mektubu”, Tanin, 22 Teşrin-i sani 1910, s.3.
141- “The Policy of Young Turks”, The Manchester Guardian, 31 October 1910, s.6; H. N., Brailsford, “The Young Turks: Their Ominous Policy in Macedonia”, The Manchester Guardian, 2 November 1910, s.7. Makedonya’da İttihatçı yönetimin izlediği politikaya dair İngiliz basınında çıkan eleştiriler için ayrıca bkz. Önder Kocatürk, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya Osmanlı-İngiliz İlişkileri (1908-1910), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2009, s.124-127.
142- Joseph Heller, British Policy towards the Ottoman Empire 1908-1914, Frank Cass, London 1983, s.34.
143- Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, s.207-208. Türkiye’deki yeni rejimin İttifak Devletleri’ne olan olumlu bakışı, İngiltere’nin İstanbul’daki Büyükelçisi Gerard Lowther tarafından kaleme alınan 1910 yılına ait raporda da yer almaktaydı. “Annual Report on Turkey for the Year 1910”, British Documents on Foreign Affairs, Vol. 20, The Ottoman Empire under the Young Turks 1908-1914, s.170.
144- Dâhiliye Nazırı Talat Bey’in İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Selanik’teki toplantısında yaptığı konuşmada da benzer görüşler ileri sürdüğü görülmektedir. Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, s.208-209.
145- Andrew Rossos, Russia and the Balkans: Inter-Balkan Rivalries and Russian Foreign Policy 1908-1914, University of Toronto Press, Toronto 1981, s.45-46
146- Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, s.224-225.
147- Hüseyin Cahit, “Rumili’de”, Tanin, 16 Teşrin-i evvel 1910, s.1; “Makedonya Vahşîleri”, Tanin, 28 Teşrin-i evvel 1910, s.1
148- “Rumili Ahvâli”, Tanin, 23 Teşrin-i sani 1910, s.2; “Rumili’deki İdare-i Örfiyyeler – Divan-ı Harpler”, Tasvir-i Efkâr, 23 Teşrin-i sani 1910, s.2.
149- Hüseyin Cahit, “Rumili Vilâyâtı”, Tanin, 25 Teşrin-i sani 1910, s.1. Hüseyin Cahit, bir başka yazısında da bu durumu ifade etmektedir: “Hiçbir memleket efkâr-ı umûmiyye-i medenîyyenin kendi hakkındaki ihtisâsâtına bîgâne kalamaz… Hele bizim Avrupa efkâr-ı umûmiyyesini daima düşünmeğe ve onu gözetmeğe mecbûriyetimiz daha kat’îdir”. Hüseyin
150- M. M. Z. C., D. I, İç. 3, C. 1I, (10. Birleşim), s.277-299. İbrahim Hakkı Paşa hükümetinin uygulamaları hakkında 3 Aralık 1910 tarihinde Meclis-i Mebusan’da başlayan müzakerat, sonraki günlerde de devam etmiştir.
151- “The State of Macedonia, The Disarmament of the Population”, The Times, 3 February 1911, s.5.
152- Hüseyin Cahit, “Lordlar Kamarası’nda Türkiye”, Tanin, 9 Şubat 1911, s.1.
153- Hüseyin Cahit, “Milliyet Hissî”, Tanin, 10 Şubat 1911, s.1. Dış basında Osmanlı Hükümeti’nin Makedonya’da izlediği politikaya yönelik eleştirilerin artması, bazı Makedonya kentlerinde halk tarafından tepkiyle karşılandı. Örneğin Pürsiçan’dan 18 Şubat 1911 tarihinde Meclis- i Mebusan’a gönderilen bir telgrafta, Osmanlı Hükümeti aleyhinde Avrupa gazetelerinde yer alan ifadeleri protesto etmek üzere Bulgar, Rum ve İslam halkın katılımıyla on bini aşkın kişinin yer aldığı bir mitingin düzenlendiği ifade ediliyordu. “Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Evrak Odası (DH. EUM. VRK)”, DH. EUM. VRK, 21/6.
154- Babanzade İsmail Hakkı, “İngiltere ile İ’tilâfımız”, Tanin, 11 Şubat 1911, s.1; “Turkey and Great Britain”, The Times, 11 February 1911, s.9; “Has Turkey Lost British Sympathy?”, The Manchester Guardian, 10 February 1911, s.9.
155- Hüseyin Cahit, “Dâhiliye Nazırı’nın İstifası”, Tanin, 12 Şubat 1911, s.1.
156- Feroz Ahmad, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yay., İstanbul 1995, s.122-114. Cahit, “Rumili Ahvâli”, Tanin, 19 Kanun-ı evvel 1910, s.1.
157- Mehmet Hacısalihoğlu, age, s.215-216.
158- “The State of Macedonia, a Turkish Defence”, The Times, 10 March 1911, s.5. Talat Bey’in The Times gazetesine gönderdiği mektup, aynen yayımlanmayıp özetlenerek okuyuculara aktarılmıştır. Bu durum, Alman hükümetlerinin politikaları doğrultusunda İstanbul’da yayın yapan Osmanischer Lloyd gazetesinin tepkisine neden olmuştur. Gazetenin konuyla ilgili yazısının tercümesi için bkz. “Talat Bey ve Times”, Tanin, 18 Mart 1911, s.2-3.
159- Hüseyin Cahit, “Rumili’de”, Tanin, 23 Mart 1911, s.1.
160- DH. SYS, 74-1/2-40. Bu konuyla ilgili olarak ayrıca bkz. Hale Şıvgın, “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Balkan İttifaklarının Önce Kiliseler ve Çeteler Arasında Başlaması”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, II, Ankara 1999, s.478-483.
161- DH. SYS, 29-2/3-20.
162- Hüseyin Cahit, “Şekâvet Politikası”, Tanin, 3 Nisan 1911, s.1; Hüseyin Cahit, “İki Nutuk”, Tanin, 18 Nisan 1911, s.1.
163- “Çetelere Karşı”, Tanin, 1 Mayıs 1911, s.3.
164- “Bulgar Hudûdu Hâdisesi”, Senin, 3 Haziran 1911, s.1-2.
165- “Yeni Bulgar Çeteleri”, Renin, 1 Temmuz 1911, s.3.
166- “Çetecilik Hakkında Ta’kîbât”, Rumili, 26 Temmuz 1911, s.3.
167- “Rumeli’de Eşkıyâ, Şaki Apostol’un İtlâfı”, Tanin, 18 Ağustos 1911, s.4; “Makedonya’da Çeteler”, Tanin, 28 Ağustos 1911, s.3.(Tan gazetesinden).
168- Hüseyin Cahit, “Rumili Cinâyetleri”, Tanin, 6 Kanun-ı evvel 1911, s.1; Manastır Mebusu Pançe Doref, “Efkâr-ı Osmaniyyeye Bir Hitâb-ı Naçiz”, Tanin, 7 Kanun-ı evvel 1911, s.1-2.
169- Babanzade İsmail Hakkı, “Bulgar Bombası”, Tanin, 5 Şubat 1912, s.1.
170 “Çeteler Nizamnâmesinin Tatbîki İsteniyor”, Tanin, 20 Şubat 1912, s.4-5; “Çeteler Hakkında”, Tanin, 24 Şubat 1912, s.3. Manastır Vilayeti’nden gelen çeteler yasasının uygulanması konusundaki benzer bir talep, Meclis-i Vükelaca kabul edilmemiştir. MV., 154/55.
171- “Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi, Balkan Harbi Kataloğu (ATASE BLH), Klasör No 532, Dosya No 2.
172- Daha önce muhbirlik yaparak hükümete bilgi veren birçok kişinin çeteler yasasının aldırılmasından sonra, bundan kaçındıkları görülmekteydi. Çünkü Makedonya’daki divan-ı harplerin kaldırılmasından sonra siyasî suçlara ait evrak, adliye mahkemelerine verilmişti ve muhbirler herkesin önünde şahitlik yapmaktan kaçınıyordu. Bu nedenle, komitelerin kendilerine ve ailelerine yönelik saldırılarından çekinen muhbirlerin sorgulamalarının gizli olarak yapılmasına ilişkin bir yasa hazırlanması konusunda vilayetlerden çeşitli talepler gelmiştir. DH. SYS, 18/2-3.
173- “Çeteler Aleyhinde”, Tanin, 9 Temmuz 1912, s.4.
175- “Çetecilik”, Tanin, 6 Temmuz 1912, s.3.
Kaynakça
1- Arşiv Kaynakları
– Başbakanlık Osmanlı Arşivi
– Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Arşivi (ATASE)
2- Resmi Yayınlar ve Yayımlanmış Belgeler
– Bristish Documents on the Origins of the War 1898-1914, Volume 9: The Balkan Wars Part 1 The Prelude; Tripoli War, ( Ed., G. P. Gooch, D. Litt and Harold Temperley), London 1933.
– British Documents on Foreign Affairs, Vol. 20, The Ottoman Empire under the Young Turks 1908¬1914, (Ed. David Gillard), University Publications of America, 1985.
– Correspondence Respecting the Constitutional Movement in Turkey, 1908, Turkey No 1, (1909), House of Commons Parliamentary Papers.
– Düstûr, Tertib-i sani 2, Cilt 1, Matbaa-i Amire, Dersaadet 1329.
– Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Basımevi, Ankara 1982-1986.
3- Süreli Yayınlar
– İttihat ve Terakki (Selanik)
– Rumili (Selanik)
– Sadâ-yı Millet (İstanbul)
– Takvim-i Vekayi (İstanbul)
– Tanin-Renin-Senin (İstanbul)
– Tasvir-i Efkâr (İstanbul)
– The Times (Londra)
– The Manchester Guardian (Manchester)
– Yeni Gazete (İstanbul)
4- Kitap ve Makaleler
– AHMAD Feroz, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yay., İstanbul 1995. ,
“1908-1914 Yılları Arasında İngiltere’nin Genç Türkler’le İlişkileri”, İttihatçılıktan Kemalizme, Kaynak Yayınları, İstanbul 1996, s.130-159.
– ADANIR Fikret, Makedonya Sorunu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1996.
– ALTINTAŞ Ahmet, “Makedonya Sorunu ve Çete Faaliyetleri”, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, VII/2 Aralık 2005, s.69-91.
– AYDIN Mahir, “Arşiv Belgeleriyle Makedonya’da Bulgar Çete Faaliyetleri”, Osmanlı Araştırmaları, IX, 1989, s.209-234.
– Bahaeddin Şakir Bey’in Bıraktığı Vesikalara Göre İttihat ve Terakki, (Haz.) Erdal Aydoğan – İsmail Eyyüpoğlu, Alternatif Yayınları, Ankara 2004.
– BEYDİLLİ Kemal, “II. Abdülhamid Devrinde Makedonya Mes’elesine Dair”, Osmanlı Araştırmaları, IX, 1989, s.77-98.
– BODGER Alan, “Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Alfa Yayınları, İstanbul 2013, s.125-174.
– BRIDGE F. R., “Habsburg Monarşisi ve Osmanlı İmparatorluğu 1900-1918”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Alfa Yayınları, İstanbul 2013 s.57-87.
– ÇELİK Bilgin, İttihatçılar ve Arnavutlar, Büke Kitapları, İstanbul 2004.
– ÇETİNKAYA Y. Doğan, Muslim Merchants and Working-Class in Action: Nationalism, Social Mobilization and Boycott Movement in the Ottoman Empire 1908-1914, Leiden 2010, (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
– DAKIN Douglas, The Greek Struggle in Macedonia 1897-1913, Institute For Balkan Studies, Thessaloniki 1966.
– DÜNDAR Fuat, Modern Türkiye’nin Şifresi İttihat ve Terakki’nin Etnisite Mühendisliği (1913-1918), İletişim Yayınları, İstanbul 2008.
– EKEN Halit, Bir Milli Mücadele Valisi ve Anıları Kapancızâde Hamit Bey, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2008.
– Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, (Haz. Halil Erdoğan Cengiz), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2007.
– HACISALİHOĞLU Mehmet, Jön Türkler ve Makedonya Sorunu (1890-1918), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 2008.
– HANİOĞLU M. Şükrü, Preparation For a Revolution The Young Turks, 1902-1908, Oxford University Press, New York 2001.
– HELLER Joseph, British Policy towards the Ottoman Empire 1908-1914, Frank Cass, London 1983.
– Hürriyet Kahramanı Resneli Niyazi Hatıratı, Örgün Yayınevi, İstanbul 2003.
– GOUNARIS Basil C., “Preachers of God and Martyrs of the Nation the Politics of Murder in Ottoman Macedonia in the Early 20th Century”, Balkanologie, IX [1-2], Decembre 2005, s.31-43.
– KANSU Aykut, 1908 Devrimi, İletişim Yayınları, İstanbul 1995.
– KARABEKİR Kâzım, İttihat ve Terakki Cemiyeti 1896-1909, Emre Yayınları, İstanbul 1995.
– KENT Marian, “Büyük Britanya ve Osmanlı İmparatorluğunun Sonu 1900-1923”, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, Alfa Yayınları, İstanbul 2013, s.263-309.
– KERİMOĞLU Hasan Taner, İttihat-Terakki ve Rumlar 1908-1914, Libra Kitapçılık ve Yayıncılık, İstanbul 2012.
– KOCATÜRK Önder, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya Osmanlı-İngiliz İlişkileri (1908-1910), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2009.
– KOLIOPOULOS John S., Brigands with a Cause Brigandage and Irredentism in Modern Greece 1821¬1912, Oxford University Press, New York 2002.
– KONDIS Basil, Greece and Albania 1908-1914, Institute For Balkan Studies, Thessaloniki 1976.
– LIVANIOS Dimitris,” ‘Conquering the Souls’ : Nationalism and Greek Guerrilla Warfare in Ottoman Macedonia, 1904-1908”, Journal of Byzantine and Modern Greek Studies, 23, 1999, s.195- 221.
– PARVANOVA Zorka, “Political Programmes of the National Liberation Movements in European Turkey Following the Coup of Young Turks (1908-1909)”, Etudes Balkaniques, No. 1, 1994, s. 51-78.
– PARVANOVA Zorka, “Birth of the Conflict: The Young Turk Regime and the National Movements in European Turkey 1908-1910”, Etudes Balkaniques, No. 4, 2000, s.23-43.
– ROSSOS Andrew, Russia and the Balkans: Inter-Balkan Rivalries and Russian Foreign Policy 1908¬1914, University of Toronto Press, Toronto 1981.
– SAFÎ Polat, “Üç Tarz-ı Çete”, Kebikeç, S. 34, 2012, s.85-105.
– SÖNMEZ Banu İşlet, II. Meşrutiyette Arnavut Muhalefeti, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007.
– ŞIVGIN Hale, “Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Balkan İttifaklarının Önce Kiliseler ve Çeteler Arasında Başlaması”, Osmanlı, Yeni Türkiye Yayınları, II, Ankara 1999, s.478-483.
– TEKELİ İlhan-İLKİN Selim, “İttihat ve Terakki Hareketinin Oluşumunda Selanik’in Toplumsal Yapısının Belirleyiciliği”, Cumhuriyetin Harcı Köktenci Modernitenin Doğuşu, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2003, s.1-66.
– TOKAY Gül, Makedonya Sorunu Jön Türk İhtilalinin Kökenleri (1903-1908), Afa Yayınları, İstanbul 1995.
– TROÇKİ Lev, Balkan Savaşları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012.
– UZER Tahsin, Makedonya Eşkiyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, TTK Yay., Ankara 1999.
Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XIV/2, Kış 2014.