TKF Heyetinin 28 Aralık 1920’de, Kars’a gelişinden, 28/29 Ocak gecesi Trabzon’dan bir motora bindirilerek sınır dışı edilmesine kadar gelişen olayların TBMM Hükümeti’nin isteği ve uygun görmesi ile Kâzım Karabekir Paşa tarafından hazırlanan bir plân doğrultusunda yapıldığı ve bu plânı, TKF Heyeti’nin Erzurum’dan Trabzon’a kadar geçtikleri bölgelerde bulunan askerî ve mülkî makamlar ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin ortaklaşa işlerliğe koydukları belgelerle ortaya konulmuştur. Trabzon’dan sınırdışı edilmelerinden sonra, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Trabzon Kayıkçılar Kâhyası Yahya Kâhya’nın (1) adamları tarafından öldürüldükleri ve bu olaydan Yahya Kâhya’nın sorumlu olduğu hemen hemen tüm araştırmacıların üzerinde birleştikleri ortak özelliktir.
Ancak burada önemli olan konu, bu olayı Yahya Kâhya tek başına mı gerçekleştirmiştir, yoksa birileri tarafından kullanılmış mıdır?
Bu olaydan bir müddet sonra Yahya Kâhya Trabzon’da karışık işler yaptığı iddiası ile Kâzım Karabekir Paşa tarafından tutuklanmış ve yargılanmak üzere Sivas’a gönderilmiştir. Sivas’ta ağır ceza mahkemesindeki yargılanmasında suçsuz bulunarak beraat eden Yahya Kâhya, Trabzon’a döndüğünde “Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim. Daha üstüme varırlarsa herşeyi olduğu gibi ortaya dökerim” demesi (2) ve daha sonra ise ortadan kaldırılması gibi olaylar, Yahya Kâhya’nın bu işte tek başına olmadığı kanısını uyandırmaktadır. Öyle ise, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını kim ortadan kaldırtmıştı? Yahya Kâhya’yı bu harekete kimler yönlendirmişti?
Bu konularda kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. Olayla doğrudan ilgili olan şahısların hayatta bulunmaması ve “öldürmek” gibi verilecek emirlerin ve yapılacak plânların da yazılı olarak yapılmayacağı dikkate alınırsa, iş daha da zorlaşmaktadır. Bunun için Mustafa Suphi olayına yaklaşımın, “Mustafa Suphi’yi ortadan kaldırmak için kimlerin sebepleri vardı?”, “Mustafa Suphi’nin düşmanlan kimlerdi?”, “Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesinde kimlerin menfaati vardı?” gibi sorulara cevap aramak şeklinde olması bir zorunluluktur. Ancak bu iş yapılırken mevcut bilgiler iyice incelenerek, karşılaştırılmalı ve o günün şartları gözönünde bulundurulmalıdır.
Bu sorulara cevap aramadan önce, şimdiye kadar Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmeleri olayı ile ilgili ileri sürülen varsayımlar üzerinde durmakta yarar vardır.
Kâzım Karabekir, Mustafa Suphi’nin İttihatçı düşmanlığı yüzünden ortadan kaldırıldığı görüşündedir. O günlerde doğuda en nüfuzlu kişi olan ve TBMM Hükümeti’nin Sovyet Rusya ile ilişkiler kurmasında ve geliştirmesinde büyük rolü bulunan Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz adlı eserinde, bu görüşünü Yahya Kâhya’nın öldürülmesi olayı üzerine şöyle ele almaktadır: (3)
“3 Temmuz’da Trabzon’da Kâhya’yı öldürmüşler. Otomobil ile akşam Soğuksu’ya giderken kışlaya yakın bir yerde yanındakilerle beraber birkaç kişi tarafından taarruza uğramış. Buna pek canım sıkıldı. Kâhya, Enver Paşa taraftarı idi. Onu memlekete sokmağa çalışıyordu. Bu hususta elde vesikalar da vardı. Fakat buna rağmen Sivas Mahkemesi’nde beraat etmişti. Bu adamın Enver Paşa’nın Ruslarla mücadeleye kalkmasından sonra öldürülmesine göre Bolşeviklerin yapması ihtimali de vardı. Husûsiyle Mustafa Suphi Hey’eti ki, İttihatçılar bunun dehşetli aleyhtarı idiler, çünkü Enver başta olmak üzere halk hükümeti kuvvetini İttihatçılar almaya çalışıyorlardı. Hâlbuki Bolşevikler bir taraftan İttihatçılara vaadlerde bulunurken, diğer taraftan Mustafa Suphi kafilesine kuvvet ve önem vererek Türkiye’ye göndermişlerdi. Bu hey’etin Trabzon’da bir sandalda yok edildiği malumdur. Bunu Kâhya’nın yaptığı duyulmuş idi. Bunu tahkik ederek Bolşevikler de mukabelemi yapmışlardı?”
Mustafa Suphi’nin İttihatçılar tarafından öldürtüldüğünü savrulanların başında Hikmet Bayur gelmektedir. Hikmet Bayur, Belleten’de çıkan “Mustafa Suphi ve Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Başı Dışarda Akımlar” (4), Milliyet Gazetesinde Çıkan “Mustafa Suphi Olayı” (5) ve Son Havadis gazetesinde yayımlanan “Mustafa Suphi’nin Öldürülmesi Olayı” (6) adlı makalelerinde, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının İttihatçılar tarafından ortadan kaldırıldıklarını ve bu olayla Ankara’nın hiçbir ilgisi olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır. Hikmet Bayur, Belleten’de çıkan makalesinde sonuç olarak söyle yazmaktadır. (7) “M. Suphi ve arkadaşlarını öldürmek işinde kullanılanlar Trabzon kayıkçı ve mavnacılar kâhyası Yahya’nın adamlarıdır. Daha sonraları da İttihatçılar aynı işi ona sevmedikleri kimselere karşı yaptırmak istemişlerse de Hükümetçe işin kesin olarak önüne geçilmiştir. Enver’in gizlice Anadolu’ya girmesine vasıta olması beklenilen Yahya’nın K.Karabekir veya Erzurum Valisi Hamit’in buyruğu ile iş görmesi düşünülemez.”
Samim Kocagöz’de “Mustafa Suphi İçin Belgeler” başlıklı makalesinde, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını İttihatçıların öldürttüğünü, Mustafa Kemal Paşa’nın bu işle ilgisi bulunmadığını belirterek, şöyle demektedir: (8)
“Mustafa Suphi’yi ve arkadaşlarını, kendilerinden başka bir topluluğun Anadolu’ya girmesini istemedikleri için İttihatçıların öldürttüğü anlaşılıyor. Yıllardır birçok kişi durmadan Mustafa Kemal Paşa’yı suçladı. Bu konunun üzerinde durulursa gerçek daha bir açıklığa kavuşur. Zaten Gizli Celse Zabıtlarının yayınlanması konuya açıklık getirmiştir.”
Şevket Süreyya Aydemir, Hikmet Bayur’un ısrarlı olarak Mustafa Suphi ve arkadaşlarını İttihatçıların öldürttüğü iddialarında bulunması karşısında, 21 Temmuz 1971’de Milliyet Gazetesi’nde bir makale yazmıştır. Aydemir makalesinde, Küçük Talat’ın, 16 Mayıs 1921’de, Halil Paşa’ya yazdığı bir mektuptan bahsetmektedir. Bu mektupta Küçük Talat, şöyle yazar:
“Mustafa Suphi ve rüfekası Muhafaza-i Mukaddesat namı altında ortaya çıkan mütelgallibe ve softalar güruhundan pek feci tecavüzlere uğramışlardır. Erzurum’da bırakılmadan yola çıkarılmışlar ve Trabzon’a kadar her kasaba ve köyde bir takım zorbaların teşvikatı ile envai hakarete uğramışlardır. Erzurum Valisi Hamit Bey, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyeti’ne verdiği bir telgrafta alenen, bunların imhasından bahsetmiştir. Mustafa Suphi ve arkadaşları, Trabzon’da önceden hazırlanan bir motora bindirildiler. Motor Sürmene’ye gidince, vasıtaya başka silahlılar bindirilmiştir.”
Küçük Talat, oldukça uzun olan bu mektubunda, kendisinin ve Yahya Kâhya’nın bu işi önlemeye çalıştığından bahsederek, kendisince, olayla ilgili saydığı Müdafaa-i Hukuk üyeleri ile diğer kimselerin isimlerini birer birer sayar.(9)
Metin Toker ise, Milliyet Gazetesi’nde çıkan yazı dizisinde, “Tabii o konjüktör içinde böyle bir temizleme hareketi, Sovyetlerin göstereceği tepki bakımından cüretli bir teşebbüstü, ama demek Sovyetlere iyi teşhis konulmuştu” diye yazarak (10), Mustafa Suphi olayının Ankara’nın bilgisi dâhilinde gerçekleştirildiğini ima etmiştir.
Ahmet Kemal Varınca, Mustafa Suphilerin öldürülmesinin Ankara’nın bilgisi dışında gerçekleştirildiğini, kendisine gelen bir telgrafa dayanarak anlatmaktadır (11). Ergün Aybars da olayın Ankara’nın bilgisi dışında cereyan ettiği görüşündedir. Bu konudaki kanaatini şöyle dile getirmektedir (12):
“Olayın Ankara’nın bilgisi altında işlendiği görüşüne katılmıyoruz. Çünkü Mustafa Kemal daima meşruluk ilkesine bağlı kalmış bir liderdir. Onun bilgisi dışında Ankara’daki alt kademelerin bu işi plânlaması mümkün değildir. Ayrıca Ankara Sovyet yardımını sağlamak istediği bir dönemde Sovyetlerin gücendirilmemesine özellikle önem veriyordu.”
General Sabit Karaman ise, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesinin, o günlerde Trabzon’daki Bolşevik aleyhtarlığının bir sonucu olduğunu şu sözleriyle ifade etmektedir (13):
“Hakkında esaslıca malûmatım olmadığı için vak’asını tafsil etmek imkânını bulmadığım Mustafa Suphi’nin bu rivayete göre, ilk şuurlu Türk Komünistinin, Trabzon’dan Rusya’ya iade edilirken denize ilka suretiyle ifnâsı hâdisesi, Bolşevik aleyhtarlığının buradaki şiddeti hakkında bir fikir verebilir.”
Dr.Samih Çoruhlu imzasıyla yazan Akdes Nimet Kurat, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesinde “para”nın da rolü olması ihtimali üzerinde şöylece durmaktadır (14):
“Yahya Kâhya’nın “yoldaşları” öldürtmesinde “para”nın da dâhil olduğu mümkündür. Mustafa Suphi ve arkadaşları “Komünist Fırkası”nın teşkilâtıyla geldikleri ve Türkiye’de geniş ölçüde faaliyete geçmeyi tasarladıklarına göre, muhakkak ki boş elle gelmemişlerdi. Yanlarında hem de altın olmak üzere bir miktar para vardı. Galiba 8.000 altın mevcuttu. Yahya Kâhya ve adamları bunun kokusunu almış olmalıdırlar. Onlar için “ideolojik” problemlerin o kadar önemi yoktu. Bu dinsiz ve hainler gebertilince üstelik hem memleket kurtulacak, hem de çokça altın ele geçecekti. Bu suretle bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı.”
Bu zamanda Ankara Hükümeti’nin Tiflis’deki istihbarat teşkilâtında görevli olarak bulunan Feridun Kandemir, bu olay üzerine Trabzon’a gelerek soruşturmalarda bulunmuştur. Feridun Kandemir, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi ile ilgili yaptığı bu soruşturmalarının sonucunda şunları yazmıştır (15):
“Mustafa Suphi yoldaş, Rus asıllı eşi ve pek kafadar arkadaşı Ethem Nejat ile on altı kişilik bir kafile halinde, mutlaka gitmek istedikleri Ankara yolunun ilk merhalesi olan Erzurum’da tahmin ettikleri gibi, halkın hiçte hoş olmayan bazı taşkınca tezahürlerine maruz kaldıkları halde, yollarına devamla Trabzon’a varıpta tam kendilerini Ankara’nın o zamanki iskelesi İnebolu’ya götürecek motöre bindikleri 15 Ocak 1920 akşamı, hâlâ sırrı çözülüp mahiyeti aydınlatılmayan kesif bir karanlık içinde kayıplara karışmışlardır. Bu esrarengiz olay üzerine ben, Ankara’dan aldığım emirle istihbarat müdürü olarak bulunduğum Tiflis’ten-evvelce yine bu vazife ile bir müddet kaldığım-Trabzon’a derhal giderek bulabildiğim imkânların hepsinden faydalanmak suretiyle geceli gündüzlü bir araştırma ve soruşturma çabasına girişmiş olmama rağmen, itiraf ederim ki, “karanlıklar içinde kayıplara karışan yoldaşlar kafilesinin” bir kazaya değil, fakat bir suikasta uğramış olduğunu tespitten başka hiçbir neticeye varamamıştım. Asıl mesele ise bu suikastin niçin, ne maksatla ve bilhassa kim veya kimler tarafından yapıldığını kat’i şekilde tayin ve tespit etmek mesele idi.
“Ankara gibi, Trabzon Vilâyeti ve Tümen kumandanlığı ile Şark Cephesi Kumandanlığı da, son derece üzüntü ve hassasiyet içinde bu mesele üzerinde duruyorlardı.
“Gerçi bütün şüpheler kafileyi limandan motörle sevke memur edilen Trabzon’un meşhur kayıkçılar kâhyası Yahya Kâhya üzerinde toplanıyor ve gerçekten de, kafileyi alıp seçtiği motöre bindirerek yola çıkaran bu kâhyadan başkası olmadığına göre, şüphe edilecek ondan gayrisi akla gelmiyor idi ise de, her zamanki azametli tavrı ile göğsünü gere gere sağına soluna selâm vere vere Trabzon sokaklarında dolaşmakta devam ettiği halde, ne hükümet, ne zabıta, ne adliye, hiç kimse bu adama: “Lütfen şu kafilenin ne olduğunu izah için, biraz gelirmisin?” diye el sürmeye cesaret edemiyordu. Çünkü, bir eski İttihatçı ve o devirden nüfuz sahibi ve bütün kayıkçılarında mutlak âmiri olan Kâhya, Trabzon’un, hatta belki daha ötelere kadar uzanan Karadeniz kıyılarının bir nevi el sürülmez, dokunulmaz, yan bakılmaz müstesna şahsiyeti haline gelmiş bulunuyordu. Limana gelen yerli yabancı gemilere yük ve yolcu alıp vermekten bir işaretle men ile şehirle temaslarını kesebilen o olduğu gibi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin mübrem memleket ve ordu ihtiyaçları için ikide birde lüzum gördüğü paraları, halktan toplatıp, toplatmamak kararını veren de yine o ve bilhassa sınır boylarında dolaşan Enver Paşa’yı da yurda sokup bir “İslâm İhtilâl Hükümeti”nin başına geçirmek isteyenlerin icra vasıtası da yine o idi.
“Bütün bunlardan başka, Yahya Kâhya’dan şüphelenenlerin tereddüt ettikleri bir nokta vardı. “Koca bir kafileyi yok etmek gibi bir canavarca cinayete, cüret edişinin sebebi ne olabilirdi?” Bu nokta ancak Mustafa Suphi kafilesinin Ankara’ya giderek, Türkiye’de yapmak istediği “Komünizm yolu ile hükümeti ele almak” işini, Enver Paşa’nın da Türkiye’ye geçip, yine komünizm demek olan (Halk Hükümeti) kurmak suretiyle yapmağa teşebbüs etmiş olmasından dolayı, Kâhya’nın Mustafa Suphi’yi “İttihatçıların düşmanı sayması” şeklinde izah edilebiliyor ise de, bu da nihayet bir faraziyeden ibaretti ve bu konuda kat’î kanaat verici deliller bulunamıyordu.
“Nitekim bir müddet sonra Kâzım Karabekir Paşa “Trabzon’da gayri meşru el ve ayakları vasıtasıyla birçok karışık işler yapmakta oluşu…” mucib sebebiyle yakalanıp Sivas ağır ceza mahkemesi huzuruna sevk etmiş olduğu halde, Yahya Kâhya, uzun uzadıya sorguya çekildiği bu mahkemeden, yine Kâzım Karabekir Paşa’nın ifadesiyle “kimbilir hangi tesir altında veya nasıl bir hikmet-i hükümet ile” suçsuz görülüp beraat kazanarak, Trabzon’a muzaffer bir kumandan edasıyla dönmüştü.
“Ancak bu dönüşte Yahya Kâhya’nın son derece mütehevvir bir vaziyette, isimlerini anmadığı bazı arkadaşlarına küfürler savururken ağzından kaçırdığı: “Sanki bütün işlerde, ben tek başıma mı idim. Daha üstüme varırlarsa, herşeyi olduğu gibi ortaya dökerim” sözleri herhalde mânâsız değildi.
“Ve gene gariptir ki, aynı Yahya Kâhya, Sivas Mahkemesi’nden dönüşünden bir müddet sonra böyle mütehevvir ve hak kazanmış olmanın çalımlı hâliyle tehditler savura savura gezindiği günlerin birinde- 3 Temmuz 1922-Soğuksu’ya giderken, hüviyetleri tesbit edilemeyen kimseler tarafından vurulmuş öldürülmüştü. Böylece, ortaya çıkan “Bu suikasti kim ne maksatla yaptı?” meselesiyle, bunun pek tabiî olarak zihinleri kurcalattığı “Acaba bu suikast hâdisesinin, Mustafa Suphi Yoldaş kafilesinin uğradığı âkibetle bir münasebeti var mı?” sorusu dillere düşmüştü.”
Ahmet Cevat (Emre), 2 Nisan 1921’de, Üçüncü Enternasyonal İcra Komitesi Doğu Şubesi Müdürü ve Doğu Halkları Propaganda ve Hareket Sovyeti Başkanlık Kurulu üyesi Pavloviç’e, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmeleri ile ilgili yazdığı mektupta (16), TBMM Hükümeti’ni, Mustafa Suphi Heyetinin ortadan kaldırılması ile sorumlu tutuyor ve bu hadisenin Trabzon Belediye Reisi ile Milli Müdafaa Cemiyeti Riyaset Divanı tarafından yapıldığının söylendiğini kaydediyordu. TKF’nın memlekete nakli sırasında TKF Harici Bürosu üyesi olarak Bakû’da bırakılan Ahmet Cevat, Türkiye’ye döndükten yıllar sonra “Tarih Dünyası” Dergisi’nde yayınladığı “1920 Moskova’sında Türk Komünistleri” adlı yazı dizisinde, Mustafa Suphi olayını daha temkinli olarak ele almış ve “Mustafa Suphi’nin ve arkadaşlarının akibeti” hakkında şunları anlatmıştır (17):
“Bir müddet sonra, Batum’a sızan haberlere göre anlatıyorum: Mustafa Suphi, güzel daktilo-karısı ve onyedi arkadaşı Ocak ayına kadar Karabekir’in yanında alıkonulmuşlardı, nihayet vatana girmelerine müsaade edilmişti. Fakat Bayburt’ta, Yeşil Ordu içinden ve o havalinin ileri gelenlerinden “Muhafazai Mukaddesat” ismini taşıyan irtica teşkilâtından bir komite, bu yoldaşlara karşı halkı tahrik ederek hepsini tevkif etmiş, halka; “Bu adamlar sizin mallarınızı, servetlerinizi gasbedecekler, kız ve kadınlarınızı alacaklar, camileri kapayacaklar, hepinize şapka giydirecekler..” diyorlarmış. Bayburt’ta Mustafa Suphi’nin arkadaşlarından iki subay hastalandıklarını ileri sürerek orada alıkonuldular. Bunların Mustafa Suphi’yi ele vermiş olmalarına büyük ihtimal vardır, daha Bakû’da Mustafa Suphi’ye muhalefet ettikleri işitilmişti. Mustafa Suphi ve kalan arkadaşları Bayburt’tan yayan yürütülerek Gümüşhane’ye ve oradan Trabzon’a götürülmüşler. Sovyetlerin Trabzon Konsolosu, vali ile görüşerek bu yoldaşların Batum’a bir motörle gönderilmeleri kararlaşmış. Fakat birinci motörden sonra limanın ve belki vilâyetin en kuvvetli siyasî adamı olan Kâhya isminde biri ikinci bir motörle yetişerek onları birer birer çıplak soymuş, süngüleyip denize atmış, yalnız güzel Yahudi kızını haremine almış. Mustafa Suphi’de altın para yoktu. Komünistlerin kiliselerden toplamış oldukları mücevherlerden bir miktar vardı. Bu çok değerli ziynetlerin hükümete teslim edildiği işitilmediğine göre hepsinin Kâhya’da kaldığı şüphesizdir.”
Mete Tunçay, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının ortadan kaldırılmasının Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi dışında, Kâzım Karabekir-Vali Hamit Bey düzeni olduğu görüşündedir. Mete Tunçay, Samim Kocagöz’ün yukarıda belirttiğimiz yazısı üzerine kaleme aldığı, “Samim Kocagöz’ün Yazısı Üzerine” makalesinde, Samim Kocagöz’ün ileri sürdüğü iddiaları çürütmeye çalışmış ve sonuç olarak kendi kanaatini şöyle dile getirmiştir (18):
“Ben Mustafa Suphiler grubunun öldürülmesini emredenlerin Kâzım Karabekir Paşa’yla, Vali Deli Hamit Bey oldukları kanısındayım. Ve bunu onların ne İttihatçı sıfatlarıyla, ne de Mustafa Kemal Paşa’nın memurları sıfatıyla yapmadıkları, kendi insiyatifleri, kendi dünya görüşleri, Kuzey Doğu Anadolu’da kurdukları egemenliğin bir gereği olarak yaptıkları inancındayım.”
İsmet Bozdağ imzasıyla, Haziran 1980’de Milliyet Gazetesi’nde “Kemal Tahir’in Söyleşileri” başlıklı bir yazı dizisi yayınlanmıştır. Bu yazı dizisinde Kemal Tahir, Mustafa Suphilerin öldürülmesi olayına da değinerek, Lenin ve Stalin’in, Mustafa Suphi’yi, Galiyev çizgisinde olduğundan dolayı para yardımı karşılığında Mustafa Kemal Paşa’ya öldürttüklerini anlatmaya çalışmaktadır (19). İsmet Bozdağ, bu yazı dizisinden etkilenmiş olacak ki, 1992’de çıkardığı “Mustafa Suphi’yi Kim Öldürttü? Atatürk mü, Lenin mi?” adlı kitabında, Sovyet Rus liderlerinin Mustafa Suphi’yi ortadan kaldırtmış olabilecekleri ihtimali üzerinde ısrarla durmaktadır (20).
Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi ile ilgili üzerinde durulması gereken bir iddia da, Osman Hocaoğlu’nun Fethi Tevetoğlu’na anlattıklarıdır. Eski Türkistan Milli Komitesi Reisi olan (Hocaoğlu) Osman Hoca, Fethi Tevetoğlu’na bu konuda şunları anlatmıştır (21):
“Arnavut Mustafa Suphi ve ondört arkadaşını Trabzon’da Motorla denize açtırıp öldürten ve boğdurtan Hacı Selim Sami’dir. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Türkiye’ye geçmelerinden az önce Kafkaslar üzerinden, Moskova’dan Trabzon’a gelmiş bulunan Hacı Selim Sami bu işi tertiplemiştir. Selim Sami biliyordu ki, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına Moskova’nın verdiği vazife şu idi:
“- Türkiye’ye bolşevizmi tam manasıyla yaymak ve yerleştirmek.
– Teşekkül eden milli kuvvetleri ele geçirmek.
– Türkiye’de bir kızıl ihtilâl ile bütün idareye el koymak.
– Mustafa Suphi’yi, Mustafa Kemal’in yerine geçirmek.
“Bu Enver Paşa’nın, İttihatçıların plânlarını altüst ediyordu. Şu halde bunları önlemek ve tepelemek gerekiyordu. İyi bir komiteci ve antikomünist olan Hacı Selim Sami bu vazifeyi görmüştür:”
Ayrıca Yahya Kâhya’nın öldürülmesi olayını araştırmak için Trabzon’a gelen Şeriye Vekili Fehmi başkanlığındaki heyete, “Trabzon Müdafaa-i Hukuk Hey’eti Merkeziyesi’nin mevaşi ve eşyayı ticariyeden aldıkları mebaliğ ve gayr-i kanunî hareketleri” hakkında tanzim edilerek, sunulan listedeki bir husus Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmeleri olayı ile ilgili olarak dikkat çekmektedir. Şöyleki, bu listenin sekizinci maddesinde şu şekilde yazılmakta idi (22):
“8. Geçen sene bugünlerde Rusya’dan gelmekte olan Mustafa Suphi ve İzmir Maarif Müdürü Esbakı Ethem Nejat Beyle on iki arkadaşı denizde motor içinde katledildikten sonra nezdlerinde bulunan laakal otuz bin Rus ve Osmanlı altınını ve birçok mücevheratı Müdafaa-i Hukuk namına alarak suistimâl edildiğinin bütün memleket halkınca malûm olduğu.”
Sovyet yazarlar da, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmeleri olayı üzerinde önemle durmuşlardır.
“28-29 Kânûn-ı Sânî 1921 Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri” adıyla, 1923 yılında Moskova’da yayımlanan eserin başlangıç kısmında, “1921 yılının 28/29 Kânûn-ı Sânî’sinde 15 Türk Komünistini Türkiye Burjuvazyası Karadeniz’de boğdu” diye yazmaktadır (23). Genelde Sovyet Yazarlar, Türk Komünistlerinin Türkiye Burjuvazyası tarafından öldürüldükleri gibi bir ideolojik yaklaşım sergilemektedirler. Aynı eserde Ziynetullah Nuşirevan tarafından yazılan bir makalede şöyle denilmektedir (24):
“Suphi ve yoldaşlarını şüphesiz imha etmek emeliyle Erzurum’dan Trabzon’a yollamışlar ve Trabzon’da da yanındaki ondört arkadaşı ile beraber 28 Kânûn-ı sânî 1921 gününde ve vahşiyane bir surette parçalanıp denize atılmışlardır. Suphi grubu ve Ankara Komünistleri her ikisi aynı sebepten, yani sınıfı mübarezenin aynı tezahüratından dolayı aynı zamanlarda burjuva taarruzuna maruz kalmışlardı. Ankara Komünistleri hapishane işkenceleri ve kürek cezalarıyla kurtulabildiği halde, Suphi ve arkadaşları grubu vakitsiz bir surette inkılâp kurbanları sırasına geçmişlerdir.”
R.P Korniyenko, “Raboçeye Dvijeniye v Turtsii 1918-1963” adlı eserinde, Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğer Türk komünistlerinin Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’nın onayı ile öldürüldüklerini belirtmektedir (25).
A.M. Şamsutdinov’da, Kâzım Karabekir’i Türk Komünistlerini öldürülme olayını organize edenlerden birisi olarak göstermektedir (26). A.F. Miller “Oçerki Noveyşey Istorii Turtsii” eserinde, Mustafa Suphi ve diğer Türk Komünistlerinin hain jandarmalar tarafından öldürüldüğünü, o günkü karışıklık içerisinde Ankara Hükümeti’nin bu olayda parmağı olduğunu inkâr ettiğini, ancak merkezi hükümet bu olayı yapmamış olsa bile, herhalde yerli hakimiyeti, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürmeye teşvik ettiği açıktır, diye yazmaktadır (27).
1968’de Moskova’da yayımlanan “Noveyşaya İstoriya Turtsii” adlı eserde ise, TBMM Hükümeti’nin daveti üzerine Anadolu’ya gelen Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Trabzon’da vahşice öldürüldükleri belirtilerek, bundan Türkiye Hükümeti’nin sorumlu olduğu kaydedilmiştir (28).
N. Sokolnikov’da, THİF ve Çerkez Ethem’e karşı bu dönemde yürütülen faaliyetlerden bahsederek, Mustafa Suphilerin öldürülmesinden de Ankara Hükümeti’nin sorumlu olduğunu imâ etmektedir (29).
Ş. Tagiyeva ve Y. Bagirov’un ortaklaşa yayımladıkları “Oktıyabır İnkılâbının İran’da ve Türkiye’de Milli Azatlık Harekâtına Tesiri” adlı kitapçıkta, konuya şöyle değinilmektedir (30):
“Birinci İnönü galibiyetinin Kemalciler için hem dâhili, hem de harici siyasî ciheti vardır. Ülke dâhilinde Kemalciler bütün perakende halde olan partizan destelerini lağvedip, nizami ordu yarattılar. Aynı zamanda Kemalciler, bu kuvvetten istifade ederek fahle ve kentlilerin inkılâbi hareketinin daha da inkişâf etmesine yol vermediler. Fahle ve kentlilerin avangardı olan komünist partiyasına karşı hücuma geçtiler. 1921. yıl Yanvarın (Ocak) 28’de mürteci ve şövenist Kâzım Karabekir Paşa’nın bir başa gösterişiyle (emri ile) Türkiye Kommünist Partiyası’nın rehber işçilerinden 15 neferi, o cümleden bu partiyanın rehberi ve banisi, alevli inkılâpçı Mustafa Suphi vahşicesine öldürülüp Karadeniz’e atıldı. Bununla da Kemalciler öz sınıfı simalarını açıktan açığa göstermiş oldular.”
Görüldüğü gibi, Mustafa Suphilerin öldürüldüğü günlerde hiçbir kayda değer reaksiyon göstermeyen Sovyet Rusya, daha sonraki yıllarda Mustafa Suphi olayını bir propaganda malzemesi olarak kullanmaktan çekinmemiştir. Sovyet yazarların yukarıda belirtilen düşünceleri de bu propagandaların ürünüdür.
Yukarıda verilen çeşitli bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının kimin tarafından ortadan kaldırılabileceği ile ilgili ileri sürülen düşünceler, şu dört noktada toplanmaktadır:
1- İttihatçılar.
2- Ankara Hükümeti.
3- Sovyet Rus Liderler.
4- Yahya Kâhya’nın bu işi kimsenin emri ve yönlendirmesi olmadan kendi başına yapması.
Bu hususlar içerisinde olma ihtimali en az olanı dördüncü madde, yani Yahya Kâhya’nın Mustafa Suphileri, para için veya başka bir sebeple kendi insiyatifiyle, kimsenin emri ve yönlendirmesi olmadan öldürmüş olmasıdır. Şöyle ki, Mustafa Suphi gibi ün yapmış birisini, hem de yanındaki bütün heyetle birlikte ortadan kaldırmayı Yahya Kâhya’nın tek başına düşünerek gerçekleştirmesi oldukça zordur ve Yahya Kâhya’nın boyutlarını da aşar. Hem bu tarihe kadar Yahya Kâhya’nın Bolşeviklere karşı bir hareketi veya düşmanlığı duyulmadığı gibi, Mustafa Suphileri öldürmekle maddi açıdan kaybedecekleri, kazanacaklarından daha fazladır.
Mustafa Suphi’nin Sovyet Rus liderler tarafından ortadan kaldırılmış olabileceği iddiası da, Yahya Kâhya’nın bu işi kendi başına, kimsenin yönlendirmesi olmadan yapması kadar az bir ihtimaldir. Bu iddiayı ileri sürenler Mustafa Suphi’nin Sultan Galiyev çizgisinde olduğu ve milliyetçi eğilimler taşıdığından dolayı, Rusya’da yaptığı nüfuz ve otorite ile gelecekte Sovyet Rusya için büyük tehlike olabileceği üzerinde durmaktadırlar. Ancak Mustafa Suphi’nin bu dönemde, ne Türkiye’de, ne de Rusya’da Müslüman ve Türk topluluklar üzerinde Sovyet Rusya’ya tehlikeler yaratacak nüfuz ve otoritesi bulunmamaktadır. Ayrıca milliyetçi eğilimler taşımasından dolayı öldürtülmüş olabileceğinin de hiçbir temel esası yoktur (31). Eğer gerek Türkiye’de ve gerekse Rusya’daki Müslüman ve Türk kitleler üzerinde çok büyük nüfuzu olan ve “Turancı” olduğu herkes tarafından bilinen Enver Paşa’nın bu dönemde Sovyet Rus liderler tarafından elde tutulduğu dikkate alınırsa, bu iddiaların mantıklı olmadığı görülür.
Rusların Mustafa Suphi’yi, hem de bütün heyetiyle birlikte ortadan kaldırtmaları için geçerli bir sebep olmadığı gibi, menfaatleri de bulunmamaktadır. Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürtmekle Ruslar ne kazanabilirdi? Ruslar Mustafa Suphi’yi ortadan kaldırmak isteselerdi, bunu çok daha sessiz olarak, Bakû’da veya Rusya’nın herhangi bir yerinde rahatlıkla yapabilirlerdi. Böyle bütün TKF Heyeti’ni yok etmek ne işlerine yarayabilirdi. Sonra ortadan kaldırılacak bir heyetin, yüklü paralar verilerek, Sovyet Elçilik heyetiyle birlikte Türkiye’ye gönderilmesi hangi mantıkla açıklanabilir? Eğer Sovyet Rusya Mustafa Suphilerin Türkiye’de öldürülmesi olayından Türkiye ile ilişkilerini bozmak veya Türkiye’ye karşı cephe almak gibi, bir davranış içerisine girse idi, bu işi Rusların yaptırttığı ciddi ciddi düşünülebilirdi. Ancak Sovyet Rusya, Mustafa Suphilerin öldürülmesi olayı üzerine dikkate değer bir tepki göstermediği gibi, bu olaydan kısa bir süre sonra Türkiye ile dostluk antlaşması imzalamış ve Türkiye’ye para ve silah yardımını arttırmıştır.
Özellikle Sovyet yazarlar tarafından Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi ile ilgili olarak Ankara Hükümeti sorumlu tutulmaktadır. Ankara Hükümeti’nin Çerkez Ethem isyanı ile başlayan bir peryotta, gerek Türkiye içerisindeki komünistlere karşı sert tedbirler alması ve gerekse Mustafa Suphi Heyeti’ne Anadolu’ya geldiklerinde takındığı olumsuz tavırlar, Sovyet yazarlarının düşüncelerinin bu yönde oluşmasına sebep olmaktadır. Mustafa Suphi olayı ile ilgili olarak Ankara Hükümeti’ni sorumlu tutanlar iki ayrı görüş belirtmektedirler. Birincisi Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi dışında, Kâzım Karabekir ve Erzurum Valisi Hamit Bey’in kendi insiyatifleri ile Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırdığıdır. İkincisi ise Ankara’nın bilgisi dâhilinde Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürüldüğüdür.
Daha önceki konularda TBMM Hükümeti ile TKF’nın ilişkileri üzerinde durulmuş ve bu ilişkilerin gelişme süreci ortaya ayrıntılı olarak konulmuştu. Ancak burada kısa bir hatırlatma yapmak, olayların daha iyi kavranması ve takip edilmesi açısından önemlidir.
Mustafa Suphi hakkında Ankara’ya ulaşan ilk bilgiler, Mustafa Kemal Paşa’da, Mustafa Suphi’den milli menfaatler doğrultusunda yararlanılabileceği intibaını uyandırmıştı. Ancak Mustafa Suphi, bir taraftan TBMM Hükümeti ile ilişki kurmaya çalışırken, diğer taraftan gizlice Anadolu’ya propagandacılar göndererek propaganda, ajitasyon ve teşkilât yapmak gibi faaliyetlere girişmesi Ankara’da bazı endişe ve kaygıların ortaya çıkmasına neden oldu. Özellikle kongreler sonrası, Mustafa Suphi ve teşkilâtı hakkında, Bakû’dan gelen raporlar Ankara Hükümeti’nin kuşkularını iyice arttırmıştı. Daha önce de üzerinde durulduğu gibi bu raporlarda; Mustafa Suphi’nin Türk Kızıl Ordusu teşkil etmeğe çalıştığı, bunun için Azerbaycan’da Türkler arasında seferberlik ilân ettirdiği, bulacağı ilk müsait fırsatta Anadolu’da hükümet darbesi yaparak iktidarı ele geçireceği ve Sovyet Hükümeti kuracağı gibi hususlar yer almakta idi. Bu raporlar öyle olur olmaz kişilerden değil, bizzat TBMM Hükümeti’nin informasyon toplamak için Bakû’ya ve Moskova’ya gönderdiği kendi adamlarından geliyordu. Yani bu haberlerin kaynağı Ankara Hükümeti için tam manasıyla güvenilir idi. Meselâ, Kâzım Karabekir Paşa tarafından, Bakû kongresi için gönderilen Binbaşı Arif Bey, dönüşte verdiği raporda şöyle diyordu (32):
“Rus parasıyla temin-i mevki ve hayat eden TKF’nın emel ve gayesi her ne pahasına olursa olsun memleketimizde içtimâi inkılâp yapmak ve idareyi ele almaktır.”
Bu raporlar karşısında Ankara Hükümeti’nde, Mustafa Suphi’nin yurt dışında memleketi felakete sürükleyecek maceralar peşinde koşmasından ise, memlekete getirilerek kontrol altında bulundurulmasının daha uygun olacağı kanaati oluşmuştu. İşte Mustafa Suphi’ye Türkiye’ye gelmesi için izin verilmesinin en önemli sebeplerinden birisi bu idi. Mustafa Suphi’nin Ankara’ya geldiğinde, bu aşamada kurulan Resmi TKF içerisinde tutulması ve pasifize edilmesi amaçlanıyordu. Ancak TKFnın Türkiye’ye gelmekte gecikmesi ve bu arada yaşanan gelişmeler, bu düşüncelerden vazgeçilmesine sebep olmuştur. Ankara’daki komünist hareketlerin arzu hilafında gelişme göstermesi ve Çerkez Ethem isyanı, bunun başlıca nedenlerindendi. Kısaca artık TBMM Hükümeti Mustafa Suphi’nin Ankara’ya gelmesini istemiyordu (33).
Burada şu husus açıklıkla söylenebilir ki, Ankara Hükümeti, 1920 yılının son günlerinde, Mustafa Suphi’nin ne yurt dışında kalarak memleketi felakete sürükleyebilecek maceralar peşinde koşmasını, ne de Ankara’ya gelmesini istiyordu. İşte olaya bu açıdan bakıldığında Ankara Hükümeti’nin Mustafa Suphi’yi ortadan kaldırmak için kendi açısından geçerli sebepleri vardı. Ancak böyle bir girişimin, Sovyet Rusya ile ilişkilerde yaratabileceği sorunlar dikkate alınmış (34) ve yarardan çok zarar getirebileceği hususu düşünülmüş olacak ki, 28 Aralık 1920’de, Kars’a gelmiş olan Mustafa Suphi ve heyetinin sınır dışı edilmesine karar verilmiştir. Böylece TBMM Hükümeti iki olumsuz şıktan birisini seçmek zorunda kalmıştı. Bu karar doğrultusunda Mustafa Suphi Heyeti, Kâzım Karabekir Paşa tarafından hazırlanan, Erzurum Valisi Hamit Bey ve Mustafa Suphi Heyeti’nin geçirileceği, Erzurum’dan Trabzon’a kadar olan güzergâh üzerinde bulunan askerî, mülkî makamlar ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin işlerliğe koyduğu ve Mustafa Kemal Paşa’nın da tamamen uygun bulduğu bir plân ile sınır dışı edilmişti. Bu plân Kâzım Karabekir Paşa tarafından 3 Ocak 1921’de, tüm açıklığıyla Erzurum Valisi Hamit Bey’e bildirilmiştir (35). Bu plânda ne vardır; ilk önce Mustafa Suphi Heyetine karşı münasip tarzda tezahürat ve tazyikatta bulunulmasını sağlamak için, matbuat veya başka yollarla halkın hislerinin bu işi yapmaya elverişli hale getirilmesi vardır. Nitekim Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti, Mustafa Suphi Heyeti’nin Erzurum’a gelmek üzere olduğu haberinin alınmasından hemen sonra kurdurtulmuştur. Yani Erzurum’da Bolşevikliğe karşı olanlar örgütlendirilerek, Kâzım Karabekir Paşa’nın plânının ilk aşaması olan, Erzurum’a gelecek olan Bolşevik heyete karşı tazyik ve tezahürat ortamı halk içerisinde oluşturulmuştur. Gösterilecek tezahüratın amacı da plânda açıklanmıştır. O’da, halkın bu tezahüratı ile Mustafa Suphi ve arkadaşlarında, memlekette kalmak ve Ankara’ya yollarına devam etmek imkânı olmadığı ve halkın kendilerini istemediği tesirinin bırakılması idi. Böylece Mustafa Suphi ve arkadaşlarına gösterilecekti ki, halk sizi istemiyor, bunun için ayaklandı. Halkı teskin ve tatmin etmek için, sizin yolunuza devam etmeyerek, memleket dışına çıkmanız gerekmektedir. Plânda nereden çıkarılacağı da ortaya konmuştu. Trabzon’dan, ama Trabzon’a kadar yollarda Erzurum hareketini takviye edecek tezahüratın devam ettirilmesi de lazımdı. Bu dönemde Trabzon’da Sovyet Rusya’nın Konsolosu ve başka Bolşevikler bulunuyordu. Kâzım Karabekir Paşa’nın plânına göre, burada tezahüratın şekli değiştirilecek ve halkın bu galeyanının Bolşeviklik aleyhine değil de, bu heyettekilerin şahsiyetine yönelik olduğu havası oluşturulacaktı. Bunun için sebepte bulunacaktır. Mustafa Suphi’nin, Bakû’da Türk esirlerine kötü davranması onların birçoğunu, hatta binlercesini idam ettirtmesi. Erzurum’da Bolşevikliğe karşı olan tezahüratlar, Trabzon’da şahsi bir meseleye indirgenmişti.
Hükümet güçleri ise, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını halkın galeyanından korumak rolünü üstlenmişlerdi. Sınır dışı olayından sonra, Komünizm alemine ne yönde açıklama yapılacağı da şöylece belirlenmişti:
“Üçüncü Enternasyonal’a tabi bir komünist olan Mustafa Suphi ve rüfekasının memleketten ihracı vesilesinin hariç komünist âleminde mucibi inkisar ve tenkid olmaması için ihraç teşebbüsatını müteakip Mustafa Suphi ve rüfekasının halk nazarında şahsen maznuniyetlerine ve memlekette sükûn ve vahdetin lüzumu muhafazasına mebni halkın metalibatını ifa hususundaki mecburiyetten bâhis resmi bir beyannâmenin neşr ve ilânı musîb bir tedbir olacağını arz eylerim.”
Bu plân gayet net bir şekilde gösteriyor ki, Ankara Hükümeti’nin gayesi Mustafa Suphi ve arkadaşlarını sınır dışına çıkarmak ve bu işi olduğunca Bolşevik Rusya’nın tepkisini çekmeyecek bir şekilde başarmaktı. Ve bu plân aynen işlerliğe konulmuştur.
Yine burada daha önceki konularda değinilen bir konuyu hatırlatmakta yarar vardır. Mustafa Suphi Heyeti Kars’a geldiğinde, heyet içerisinde dört kişinin Osmanlı Ordusunda subay olarak bulunmuş kişiler olduğu anlaşılmıştır. Kâzım Karabekir Paşa, bunları sınır dışına çıkarmak için hukukî bir dayanağa ihtiyaç hissetmiş ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti’ne durumu yazarak, askerlik mesleğine mensup olanlardan siyasetle uğraşanların, genel barış yapılıncaya kadar memleket dışına çıkarılmaları hakkında bir kanun maddesine gereksinim duyulduğunu belirtmiştir (36). Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reis Vekili Fevzi Paşa, hemen durumu bir tezkere ile Müdafaa-i Milliye Vekâleti’ne ileterek, böyle bir kanun maddesi olup olmadığını sormuş ve eğer yoksa süratle Meclis’e teklif edilmesini arzetmiştir (37).
Bütün bu veriler ışığında düşünmek gerekmektedir. Eğer Ankara Hükümeti gerçekten, Mustafa Suphi’yi öldürtmek istese idi, bu kadar zahmete, bu kadar ayrıntıya ve bu kadar çabaya girer mi idi? Eğer Ankara Hükümeti gerçekten, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırmak istese idi, bu kadar alenî bir şekilde hareket edip, düşmanların eline sonradan kendi aleyhine kullanılabilecekleri malzemeleri verir mi idi? Hukukî bir dayanağa ihtiyaç duyar mı idi? Bolşeviklerin en çok bulunduğu ve Rus Konsolosu’nun olduğu bir muhiti seçer mi idi? Mustafa Suphileri daha sessiz, hiç dikkat çekmeden ortadan kaldırmaz mı idi?
İşte bütün bu hususlar, Ankara Hükümeti’nin Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırtması ihtimalinin çok fazla olmadığını göstermektedir. En azından, bundan sonra üzerinde durulacak olan “İttihatçılar” faktöründen çok daha az bir ihtimal olduğunu düşündürmektedir.
İttihatçılar faktörüne geçmeden önce, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını Mustafa Kemal Paşa’nın bilgisi haricinde Kâzım Karabekir ve Hamit Bey’in öldürtmüş olabilecekleri konusuna da kısaca değinmek gerekir. Hemen şunu belirtmek gerekir ki, böyle bir fikre katılmak mümkün değildir. Ne Kâzım Karabekir Paşa, ne de Hamit Bey Ankara’nın bilgisi dışında böyle bir emir veremezlerdi. Hiçbirisi Sovyet Rusya ile ilişkileri bozabilecek bir yükümlülüğü kendi başlarına yüklenemezlerdi. Eğer bu işte Kâzım Karabekir Paşa’nın bir ilişkisi varsa, bunun kesinlikle Ankara’nın bilgisi ve isteği ile yapılmış olması gerekir. Mustafa Suphi’yi öldürttüğü bilinen Yahya Kâhya’nın da Kâzım Karabekir tarafından tutuklattırılarak, Sivas Askeri Mahkemesi’nde yargılattırılması da Kâzım Karabekir Paşa’nın bu işle ilgili olmadığını gösterir. Yahya Kâhya bu yargılamadan beraat ederek, Trabzon’a döndükten bir süre sonra, 3 Temmuz 1922’de, Soğuksu’ya giderken öldürülür (38). Bu cinayet oldukça büyük yankılar uyandırır. Ankara’dan tahkik heyetleri gönderilir, şüpheler bu olayı önce Bolşeviklerin yaptırabileceği üzerinde yoğunlaşır, sonra Kâzım Karabekir Paşa’nın bu işle ilgisi olabileceği söylentileri çıkarılır. Daha sonra ise Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey tarafından Yahya Kâhya’yı, Topal Osman’ın adamlarının Ankara’dan gelerek öldürdüğü ortaya atılmıştır (39). Yıllar sonra Yahya Kâhya’nın öldürülmesi olayı aydınlanmış ve bu işi yapanın Mustafa Kemal Paşa’nın özel Muhafızı İsmail Hakkı (Tekçe) olduğu ortaya çıkmıştır (40).
Mustafa Suphi Olayı ile ilgili olarak ileri sürülen iddialardan birisi de, İttihatçıların Mustafa Suphi ve arkadaşlarını ortadan kaldırtmış olabilecekleridir. Bunun için, daha önceki konularda üzerinde durulmaya çalışılan Mustafa Suphi ve İttihatçıların ilişkilerinin geçmişi hakkında kısaca bilgi vermek gerekmektedir.
Mustafa Suphi’nin İttihatçılara muhalif olması İstanbul’da İfham Gazetesi’ni çıkardığı yıllara rastlamaktadır. Bu esnada meydana gelen Mahmut Şevket Paşa’ya suikast olayı ile ilgili olarak Sinop’a sürgün edilmesi, Mustafa Suphi’deki İttihatçılara muhalefet hissini, yavaş yavaş düşmanlığa dönüştürmüştür. Bunun ilk ılımlı örnekleri Rusya’ya kaçıştan sonra, geldiği Bakû’da, çeşitli gazetelere yazdığı yazılarda görülmektedir (41). 1917 Ekim İhtilâli’nden bir müddet sonra Moskova’ya gelen Mustafa Suphi, Brest-Litowsk antlaşması akabinde, Rusya Sovyet Hükümeti’nin destek ve yönlendirmesi ile Türkiye’deki İttihat ve Terakki Hükümeti’ne karşı aleyhte propagandaya girişmiştir. Nisan 1918’de çıkarmaya başladığı Yeni Dünya Gazetesi vasıtasıyla İttihatçılara karşı ağır ithamlarda bulunmuştur. Osmanlı Devleti, Sovyet Rusya ile barış antlaşması yaptığı bir döneme rastlayan bu olayı, bir taraftan Moskova Elçisi vasıtasıyla protesto ederek, aleyhindeki yayımların durdurulmasını isterken, diğer taraftan Mustafa Suphi’nin kendileri aleyhinde başlattığı tahripkâr propagandaların Türkiye’ye girmemesi için önlemler alma yoluna gitmiştir.
Daha sonra Mondros Mütarekesi ve sonrası gelişen olaylar, Mustafa Suphi ve İttihatçıları Rusya’da karşı karşıya getirmiştir. Daha Enver, Cemal ve Bahaeddin Şakir gibi İttihatçı liderler Moskova’ya gelmeden önce, Rusya’da Mustafa Suphi ile İttihatçılar arasında ilk mücadeleler başlamıştır. Şöyle ki, Mustafa Suphi teşkilâtını Bakû’ya taşımadan önce, burada çoğunluğunu İttihatçıların teşkil ettiği bir kısım Türkler tarafından Türk Komünist Fırkası adıyla bir teşkilât kurulmuş ve Bolşeviklerle ilişkiye girilmişti. Mustafa Suphi 27 Mayıs 1920’de, Bakû’ya gelir gelmez ilk iş olarak bu fırkayı dağıtarak, İttihatçıları tasfiye etmiştir. RKPMK’nin desteği arkasında olduğu için bu işte pek zorluk çekmemişti. Böylece Mustafa Suphi ile İttihatçılar arasında ilk fiili mücadele gerçekleşmiş ve bundan Mustafa Suphi galip çıkmıştır (42).
Bu arada, Enver Paşa’da Moskova’ya gelmiştir. Sovyet liderler özellikle bu dönemde doğuya yöneliş siyasetlerinde, Enver Paşa’nın Müslüman ve Türk kitleleri üzerindeki nüfuz ve tesirinden faydalanmak istiyorlardı. Ancak Mustafa Suphi, Enver Paşa’nın Moskova’ya gelmesinden ve Sovyet liderlerin ona yakınlık göstermelerinden oldukça rahatsız olmuştu. Nitekim RKP Merkezi Komitesi’ne yazdığı bir raporda, Enver Paşa ve arkadaşlarını turneye çıkmış sanatçılara benzeterek, şöyle yazmaktadır (43):
“Bu şahsiyetlerden (Enver Paşa, Cemal Paşa, Baha Şakir, Halil Paşa ve Bedri Bey) herhangi biri kendisini Türkiye Komünisti olarak adlandırırlarsa, biz bunu protesto etmek mecburiyetindeyiz. Çünkü bu adı yalnız bizim komünist teşkilâta kayıtlı olan yoldaşlar alabilir. Bu insanların Moskova’da yerleşmeleri ve Sovyet Hâkimiyeti ile ilişkilere girmelerinden dolayıdır ki, biz RKPMK’ne, bu yeni durum üzerine bilgi vermekle kendimizi yükümlü sayıyoruz.
“Bu şahsiyetlerin, biz komünistlerle bir bağları olmadığı gibi, biz biliyoruz ki, onlar Mustafa Kemal’in milliyetçi hareketiyle de ilişkiye sahip değillerdir…
“Onların Sovyet Hâkimiyetiyle ilişkileri hakkındaki söylentiler, Türk emekçi kitlesi arasında endişe ve şaşkınlık meydana getirdi. TKT Merkezi Bürosu, bu şahsiyetlerin adları Türkiye, Azerbaycan ve Rusya’da maceraperest olarak yerleştiğinden dolayı, bunlardan bu yerlerde faydalanmak teşebbüsünün menfi sonuçlar doğurabileceğini düşünüyor. Onlar kendilerinin olağanüstü durumlarda Hindistan’da çalışmalarının faydalı olacağını düşünüyorlarmış. Ancak bu adamların Moskova’ya gelmelerinin yegâne maksadı, bu maceraperestlerin de çok iyi bildiği gibi, ezilen Türkiye kitleleri üzerinde büyük etkisi olan Bolşeviklikten faydalanarak, Türkiye’nin ezilen kitleleri nazarında kaybettikleri kredilerini bu sayede yeniden kazanmak olduğu açıktır. Bundan başka, Merkezi Büro, bu yüksek Türk paşalarının uzaklarda, Hindistan sınırları içerisinde görevlendirilmelerinin, Türkiye’deki milli hareketin başı olan Mustafa Kemal Paşa tarafından da memnuniyetle karşılanacağına emindir.”
Ancak Mustafa Suphi’nin bu raporunun, RKPMK’nin doğu siyasetine pek etkisi olmadığı anlaşılmaktadır. Zira Sovyet Rusya’nın maksadı, Enver Paşa’dan Hindistan vs. gibi uzak yerlerde değil, özellikle Türkiye’de faydalanmaktı. Çünkü Sovyet liderler şunu çok iyi biliyorlardı ki, Mustafa Suphi’nin kısa sürede Türkiye’de bir başarı sağlaması, Sovyet Rusya siyasetine yararlı olması oldukça zordu. Mustafa Suphi’nin ne Türkiye’de, ne de diğer Müslüman topluluklar üzerinde nüfuz ve otoritesi bulunmamasına karşın, Enver Paşa, hem Türkiye’de ve hem de doğunun diğer Müslüman ve Türk memleketlerinde büyük etki ve itibara sahipti. Ve Üçüncü Enternasyonalin liderleri Enver Paşa’yı, 1 Eylül 1920’de, Bakû’da toplanan Doğu Halklarının Birinci Kongresi’ne iştirak ettirerek, doğu milletlerine Enver Paşa’nın da İngiliz emperyalizmine karşı kendileriyle çalıştığını lanse ettiler (44).
İşte bu aşamada Mustafa Suphi’nin Üçüncü Enternasyonalin önde gelen şahsiyetleri ile arasına soğukluk girdiği anlaşılmaktadır. Bunun sebebinin, Mustafa Suphi’nin Bakû Kongresi esnasında, Enver Paşa’ya karşı takındığı düşmanca tavırlarla ilgili olduğu ileri sürülmektedir (45). Nitekim, Sovyet liderler bu dönemde “Pan-Türkist” ve “Pan-Turanist” olarak ün yapan Enver Paşa’yı ellerinde tutarlarken, yıllardır kendilerine sadık olarak hizmet etmiş olan Mustafa Suphi’yi ikinci plâna itmişlerdir. İşin ilginç tarafı Bakû Kongreleri sonrasında Mustafa Suphi’nin Müsavatçıları, Milliyetçileri barındırdığı ihbarları AKP Merkezi Komitesi’ne yapılmaya başlanmış (46), parti hesapları gözden geçirilmiş (47), Yeni Dünya Gazetesi’ni nüfuzdan düşürecek yazıların gazeteye dahil olduğu iddiasıyla, TKF’den, gazetede çalışanlar hakkında bilgi istenmiştir (48). Ayrıca Doğu Halkları Kongresi’nde oluşturulan Doğu Halkları Propaganda ve Hareket Sovyeti’nde Bahaettin Şakir gibi bir ittihatçı bulunurken, Mustafa Suphi’nin yer almaması da oldukça dikkat çekicidir.
Bakû Kongresi esnasında Mustafa Suphi’nin Enver Paşa aleyhinde tezahüratlar yaptırması ve ona karşı takındığı menfi tavırlar, İttihatçılar ile Mustafa Suphi arasındaki düşmanlığı artırmıştır. Bilhassa Enver Paşa’nın çevresinde olan İttihatçıların, Mustafa Suphi’nin Enver Paşa’ya yaptırdığı bu gösteriler karşısında, Suphi’ye karşı olan düşmanlıklarının hat safhaya ulaşmış olması gerekir. Bu kongreye Trabzon’dan katılan Abdulhalim ve Kemal Efendiler, dönüşte gazetelere verdikleri beyanatta, Bakû’da Enver Paşa’ya gösterilen muhteşem ilgiden bahsettikten sonra şöyle diyorlardı (49):
“Müslümanlar onun (Enver Paşa’nın) hakkında hiçbir kelime tenkid dinlemek istemiyorlar. Kusurunu söylemek isteyenlere düşman oluyorlar. Ve bazı yerlerde katiyyen söyletmezler. Söylemek cüretinde bulunanlar olursa öldürmeye kalkışıyorlar.”
Bakû Kongresi’ne Trabzon’dan gönderilenlerden birisi de Hafız Mehmet Bey’dir. Hafız Mehmet Bey tam bir İttihatçı’dır. Trabzon’da da hatırı sayılır bir kimsedir. Bakû’da Enver Paşa’nın çok yakınında bulunmuştur. Hatta Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği mektupta; mektubuma yazamadığım bazı hususları Hafız Mehmet Bey size iletecektir, demektedir (50). Hafız Mehmet Bey kongre dönüşü bir rapor vermiştir. Bu raporda, Mustafa Suphi’yi maceracı olarak nitelendirmiş ve artık onunla mektuplaşılmamasını isteyerek, Sovyet Hükümeti’ne Mustafa Suphi’nin Anadolu Hükümeti’ni hiçbir suretle temsil edemeyeceğinin bildirilmesini istemiştir. Ayrıca Mustafa Suphi’nin Anadolu Hükümeti’nin yıkılmasını beklediğini de belirtmiştir (51).
Kısacası Bakû Kongresi esnasında İttihatçılarla Mustafa Suphi ekibi arasında düşmanlıklar açıkça ortaya çıkmış ve İttihatçılar çevresinde Mustafa Suphi’ye karşı büyük bir kin oluşmuştur. Bunun Türkiye’de, özellikle Trabzon muhitine yansımış olması büyük ihtimaldir. Hafız Mehmet Bey gibi Trabzon’un önde gelen bir şahsiyetinden başka, Bakû Kongresi’nden hemen sonra, Bakû’da Enver Paşa’nın yanında bulunan iki İttihatçı, Küçük Talat (Muşkara) ve Yeni Bahçeli Nail Beyler, hemen Anadolu’ya hareket ederek, doğruca Trabzon’a geleceklerdir. Bunlar Trabzon’a gelirken Erzurum’a da uğramışlar ve burada Mustafa Kemal Paşa ve Kâzım Karabekir Paşa’ya iletilmek üzere bir rapor hazırlayarak, 15.Kolordu Kumandan Vekili Rüştü Bey’e vermişlerdir. 20 Ekim 1920 tarihli bu raporda, Küçük Talat ve Nail Beyler Mustafa Suphi’nin teşkilâtı hakkında şöyle yazmaktadırlar (52):
“Farzı muhal olarak Türkiye müdiranı umuru ve münevveranı herhangi bir içtihat ve asabiyeti hissiye neticesinde Bolşevizm esaslarını tatbik cihetini iltizam ederek Sovyet vücuda getirseler dahi bu hal ve hareket ancak Üçüncü Beynelmilelce veya Rus Komünist Fırkası Merkezî Umumisi’nce itimad edilen ve noktai nazara göre bu müesseselerin mudi olan eşhas ve heyeti siyasiye, yani Türkiye Iştirâkiyûn Fırkası eliyle ihdâs edilebilir ve böyle olması da gayet tabiidir. Bu noktanın son derece ehemmiyetle nazarı dikkate alınması icabeder. Bakû’da ahiren kongresini akdederek fırka haline geçen Türkiye Komünist Teşkilâtı âzâ ve erkânı ise mahiyeti fikriye ve ahlâkiyeleri itibarıyla insanı derin derin düşündürecek bir manzara göstermektedir. İstitraten şunu da arz ederiz ki, mevsuk bir menba’dan aldığımız malûmata nazaran Ankara Sefiri İlyava’nın Moskova’dan avdetini müteakip Türkiye İştirâkiyûn Fırkası Anadolu’ya hareket edecektir. Altı aylık veya bir senelik bütçesini tanzim etmiş ve tahsisatını Azerbaycan Merkezî Komitesi’nden almıştır.”
Küçük Talat ve Nail Beylerin bazı özel görevlerle Enver Paşa tarafından Anadolu’ya gönderildiği muhakkaktır. Yanlarında Enver Paşa ve Halil Paşa tarafından verilmiş, kendilerini tavsiye eder, iki mektupta bulunmaktadır. Ve bunlar Erzurum’da durmayarak hemen Trabzon’a gitmişlerdir. Özellikle Küçük Talat’ın Trabzon’da görevlendirildiği ve Enver Paşa’nın Türkiye’ye gelişi öncesi Trabzon’da ortamı hazırlamak gibi bir vazifesi olduğu anlaşılmaktadır (53).
Açıkça görüleceği gibi, 1920 yılı sonlarına gelindiğinde Trabzon’da İttihatçı ağırlıklı bir çevre oluşturulmuştu. Bu çevrede bulunanların birçoğu Enver Paşa’nın birkaç ay önce yanında bulunmuş ve Mustafa Suphi ve ekibinin İttihatçılara, özellikle Enver Paşa’ya olan düşmanca davranışlarına şahit olmuş kişilerdi. Bunların etkisiyle Trabzon’da Mustafa Suphi düşmanı bir grubun meydana getirilmiş olması mümkündür. Bu grubun Yahya Kâhya’yı, Mustafa Suphileri öldürtmesi için etkilemiş olması büyük ihtimâldir. Çünkü Yahya Kâhya’da İttihatçı idi ve İttihatçıların bazı düşüncelerini gerçekleştirme de Yahya Kâhya’yı kullanmak istedikleri aşikârdı.
Şunu da belirtmek gerekir ki, İttihatçıların Türkiye ile ilgili plânlarında Mustafa Suphi’ye yer yoktu. Gerek Rusya’daki çalışmalarında, gerekse Türkiye’de Mustafa Suphi’yi kendilerine engel yaratacak birisi olarak görüyorlardı. Mustafa Suphi’nin Rusya’dan ayrılmasından sonra rahatlamış olmalılardır. Ancak TBMM Hükümeti’nin Mustafa Suphi ve arkadaşlarını sınır dışı etmesi ile Rusya’ya dönecek olmaları İttihatçıların işine gelmezdi. Çünkü Türkiye’ye yönelik plânlarına Rusya’da engeller çıkarabilirlerdi. Bütün bu hususlar göz önüne alındığında İttihatçıların Yahya Kâhya’yı Mustafa Suphileri ortadan kaldırması için yönlendirmiş olabilecekleri düşünülebilir.
Ayrıca İttihatçıların bu işi yaptırabileceği hakkında şüphe uyandıran bir başka hususta, 16 Mayıs 1921 tarihli, daha önce de değindiğimiz Küçük Talat’ın Halil Paşa’ya yazdığı mektuptur. Küçük Talat bu mektubunda, Kâzım Karabekir, Hamit Bey, Üçüncü Fırka Kumandanı Nuri Bey ve Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ve üyelerini Mustafa Suphi ve arkadaşlarının öldürülmesi ile ilgili sorumlu tutmakta ve kendisinin ve Yahya Reis’in bu işin önüne geçmeye çalıştıklarını anlatmaktadır (54).
Hâlbuki aynı Küçük Talat Bey, daha birkaç ay önce Türkiye’ye geldiğinde, Mustafa Suphi ve teşkilâtı hakkında verdiği raporda, Rusların TKF’nı Türkiye’de iktidarı ele geçirmek için Anadolu’ya göndermek üzere olduklarını imâ etmekte ve bunlara karşı TBMM Hükümeti’nin cephe almasını amaç edinmekte idi. Şimdi ise, Mustafa Suphi’yi korur vaziyet takmıyordu. Herhalde Rusya’ya gidiş öncesi komünistlere yaranmak istiyordu. Çünkü bu mektubun yazıldığı günlerde TBMM Hükümeti İttihatçılara karşı tedbirler almaya başlamıştı. Şöyle ki, Halil Paşa Anadolu’ya gelmek istemiş, hatta Trabzon’a kadar gelmesine rağmen TBMM Hükümeti’nin emri ile memlekete sokulmayarak geri gönderilmiştir (55). Bu sırada Trabzon’da bulunan Küçük Talat ve diğer bazı İttihatçılar da TBMM Hükümeti’nin aldığı kararla sınır dışına çıkarılmışlardır (56). Bu yüzden Küçük Talat’ın Anadolu Hükümeti’ne kızgın olması gerekir. Böylece Küçük Talat, Mustafa Suphilerin ölümü ile ilgili olarak Ankara Hükümeti’ni sorumlu göstererek Rusya’da güven kazanmak ve Ruslar tarafından Mustafa Kemal’e karşı Enver Paşa’nın desteklenmesini sağlamak istemiş olabilir. Ayrıca bu iş ile ilgili olarak kendi üzerlerinde toplanabilecek suçlamaları, Rusya’ya sınır dışı edilişi öncesi ortadan kaldırmayı da hedeflemiş olabilir.
Sonuç olarak şu söylenebilir ki, kesin olmamakla beraber İttihatçıların Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürtmüş olmaları ihtimâli, diğer ihtimâllere göre çok daha fazladır. Mustafa Suphilerin Trabzon’dan sınır dışı edilmelerinden hemen sonra devreye girerek Mustafa Suphi’yi ortadan kaldırtmaları muhtemeldir. Böylece Enver Paşa’yı Türkiye’ye getirtip başa geçirmeyi amaçladıkları bir devrede, Rusya’da Enver Paşa’ya sorun teşkil edebilecek bir engeli ortadan kaldırtmış olabilirler.
Notlar
1- KANDEMİR, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Soması, s.186.
2- Mahmut Goloğlu, Yahya Kâhya ve Trabzon’daki konumu hakkında şu bilgileri vermektedir:
“Yahya Kâhya, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Barutçuzâde Ahmet Efendi’nin emrindeki bir Kuva-yı Milliye Komutanı durumunda, Giresun’dan Samsun’a kadar elan kıyıları egemenliği altına almış, Topal Osman Ağa gibi ve fakat sadece Trabzon’da egemenliğini sürdüren, bu egemenliğe dayanarak Trabzon’a girip çıkan eşyalardan kendi başına vergi alan bir çete reisi idi.
“Yahya Kâhya, basit, cahil, katı yürekli bir insandı. Trabzon’da hemen herkesi yıldırmış, şehri baskı altına almış, Rumlara göz açtırmamakla beraber, herkese her istediğini yapar hale gelmişti.” (GOLOĞLU, Cumhuriyete Doğru, s.43.)
3- KARABEKİR, İstiklâl Harbimiz, s.1090.
4- BAYUR, “Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Başı Dışarda Akımlar”, s.650-654.
5- Hikmet BAYUR, “Mustafa Suphi Olayı”, Milliyet, 12 Haziran 1971.
6- Hikmet BAYUR, “Mustafa Suphi’nin Öldürülmesi Olayı”, Son Havadis, 13 Haziran 1971.
7- BAYUR, “Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Başı Dışarda Akımlar”, s.650-654.
8- Samim KOCAGÖZ, “Mustafa Suphi İçin Belgeler”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, S.107 (Mayıs 1989), s.41-44.
9- Şevket Süreyya AYDEMİR, “M. Suphi Olayı Hakkında”, Milliyet, 21 Temmuz 1971. Küçük Talat Bey’in Halil Paşa’ya yazdığı, 16 Mayıs 1921 tarihli mektubun Mustafa Suphi ile ilgili bölümü aynen şöyledir:
“Mustafa Suphi ve rüfekası hakkında yapılan fecai şu surede vücuda gelmiştir. Bunlar Kars’a geldikleri vakit zahiren hüsn-ü kabule mazhar olmuşlar gibi, bir hâl vaki olmuşsa da, bu münhasıran Kâzım Karabekir’in bir manevrasından başka birşey değildi. El altından Erzurum Valisi Hamit Bey’le bilmuhabere bu yoldaşlar Erzurum’a gönderilmiş ve hükümetin teşvikatıyla ve aynı zamanda Muhafaza-i Mukaddesat namı alanda meydana çıkan mütegallibe ve softalar güruhundan müteşekkil bir heyetin arzusu dâhilinde halk tarafından pek feci bir istiskal ile tecavüze uğramışlardır. Erzurum’da bırakılmadan istasyondan yola çıkarılmışlar ve Trabzon’a kadar her kasaba ve köyde gene hükümetin Müdafaa-i Hukuk heyetlerini vücuda getiren mütegallibe ve softalardan bir takım zorbaların teşvikatıyla envai hakarete uğramışlardır. Erzurum Valisi Hamit Bey, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Merkeziyesi’ne verdiği bir telgrafla alenen bu zavallıların imhasından bahsetmek küstahlığını gösteriyordu. Mustafa Suphi ve arkadaşları güya Ankara’ya gitmek üzere Trabzon’a geldiler. İskelede masum halk tarafından ber minval-i sabık fena hareketlere uğratıldılar ve hükümetçe daha evvel ihzar edilen motora irkap edildiler. Trabzon’da da elebaşılar, Fırka Kumandanı Nuri ve Erkân-ı Harbiye Reisi Zeki Beylerdi. Motor Sürmene’ye gidince Kumandan ve Erkân-ı Harbiye Reisi, Müdafaa-i Hukuk’taki zorbalarla biliştirak hükümetin kanlı vesaitini kullandılar. Motora başı bozuk elbisesi giydirilmiş asker ve jandarma gönderdiler, zavallıları imha ettirdiler. Bu katil ve imha meselesinin mürettipleri şunlardır: III. Fırka Kumandanı Nuri, Erkân-ı Harbi Zeki, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Merkeziye Reisi Hacı Ahmet (Barutçu), âzâlardan Hacı Ali, Hafızzâde Ömer Vasfi Efendiler ve gene âzâdan Hoca Mahmut, âzâdan ve muhtekir tacirlerden Hatipzâde Mustafa ve gene âzâdan Daniş Efendiler. Erzurum Valisi Hamit Bey asıl müşevviklerdendir. Sabık Trabzon Valisi Sabri Bey bu işte alakadar değildir, yalnız zaafından istifade olunmuştur. Şark Cephesi Kumandanı Karabekir isteseydi bittabi buna mâni olurdu. Türkistan’dan gelen Yüzbaşı Kâzım Yoldaş, Bayburt ile Gümüşhane arasında doğrudan doğruya cihet-i askeriye tarafından imha ettirildiği kuvvetle söylenmektedir. Trabzon’daki arkadaşlarımız ve bilhassa tamamıyla bizimle çalışan Küçük Talat’la kayıkçılar ve amele teşkilâtının reisi Yahya Reis bu fenalığın önüne geçmek için çok çalışmışlarsa da mani olamamışlardır. Yalnız üç kişinin birer suretle hayatını kurtarmışlardır. Netice-i tahkikatıma göre mesele bundan ibarettir.” (TUNÇAY, Türkiye’de Sol Akımlar, II, s.354.)
10- Metin TOKER, “Sağda ve Solda Vuruşanlar”, Milliyet, 11 Mayıs 1971.
11- VARINCA, “Mustafa Suphi’nin Macerası”, Meydan, S.55, (Şubat 1966), s.16.
12- AYBARS, “Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya Gelişi Öldürülüşüyle İlgili Görüşler”, s.92.
13- Sami Sabit KARAMAN, İstiklâl Mücadelesi ve Enver Paşa, İzmit, 1949, s.19.
14- ÇORUHLU, “İstiklâl Savaşında Komünizm Faaliyeti”, Yeni İstanbul, 15 Temmuz 1966, Tefrika: 15.
15- KANDEMİR, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası, s.184-186.
16- PAVLOVİÇ, Revalütsionnaya Turtsiya, s.119-121.
17- EMRE, “1920 Moskovasında Türk Komünistleri”, Tarih Dünyası, S.2, (Ocak 1965), s.150-151.
18- Mete TUNÇAY, “Samim Kocagöz’ün Yazısı Üzerine”, Mülkiyeliler Birliği Dergisi, S. 107, (Mayıs 1989), s.49.
19- İsmet BOZDAĞ “Kemal Tahir’in Söyleşileri”, Milliyet, 14-17 Haziran 1980.
Kemal Tahir’in bu söyleşilerinin yayımlanması üzerine Yalçın Küçük “Ahir Zaman Peygamberi Ebu Cehil Kemal Tahir “adıyla bir makale yayınlayarak Kemal Tahir’in iddialarına sert bir dille cevap vermiştir. (Yalçın KÜÇÜK, “Ahir Zaman Peygamberi Ebu Cehil Kemal Tahir”, Sosyalist İktidar, S.10, (Temmuz 1980), s.17-46.)
Mete Tunçay, Milliyet Sanat Dergisinde yayınladığı bir makalede bu iki tartışma üzerine görüşlerini dile getirmiştir. Tunçay, bu makalesinde, Kemal Tahir’in yaptığı yanlışlardan söz etmiş ve Yalçın Küçük’ün Kemal Tahir’i sert bir şekilde eleştirirken, kendisinin de hatalara düştüğünü belirtmiştir.
(Mete TUNÇAY, “Mustafa Suphi Üstüne Son Bir Tartışma”, Milliyet Sanat Dergisi, S.13, (Aralık 1980), s.47.)
20- BOZDAĞ, Mustafa Suphi’yi Kim Öldürttü?, s.78-83.
21- TEVETOĞLU, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetleri, s.207.
22- KARABEKİR, İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat ve Terakki Erkânı, s.340.
23- 28-29 Kânun- Sânî 1921 Karadeniz Kıyılarında Parçalanan Mustafa Suphi ve Yoldaşlarının İkinci Yıldönümleri, Moskova, 1923, s.1.
24- Ziynetullah NUŞİREVAN, “Mustafa Suphi Yoldaş ve Anadolu Komünistleri”, 28-29 Kânûn-ı Sâni 1921…, s.13.
25- KORNİYENKO, Raboçeye Dvijeniye v Turtsii 1918-1963, s.32.
26- ŞAMSUTDİNOV, Natsionalno-Osvoboditelnaya Borba v Turtsii 1918-1923, s.172-173.
27- AF. MİLLER, Oçerki Noveyşey İstorii Turtsii, Moskova, 1948, s.119.
28- Noveyşaya İstoriya Turtsii, Redaksionnaya Kollegiya; M.A.Gasratyan, P.P. Moiseyev, V.V. Tsıbulskiy, A.M. Şamsutdinov, Moskova, 1968, s.40.
29- N.SOKOLNİKOV, Oçerki Sorremennoy Turtsii, Tiflis, 1923, s.54.
30- Ş.TAGİYEVA-Y. BAGİROV, Oktıyabır İnkılâbının İran’da re Türkiye’de Milli-Azadlık Harekâtına Tesiri, Bakû, 1957, s.53-54.
31- Bolşevik İhtilâli sonrası Rus Sosyalistleri ile birlikte çalışan bir kısım Müslüman Sosyalistlerinin Milliyetçilik eğilimi taşıdıkları sır değildir. Stalin’e bağlı olarak çalışan Müslüman Komisariyatı’nın önde gelen liderlerinin, (Mollanur Vahitov, Şerif Manatov, Sultan Galiyev v.s.) milliyetçilik hisleri yüksek olan şahsiyetler oldukları da bilinmektedir. Ancak Sovyet Rus liderler bu durumdan kendi menfaatleri doğrultusunda yararlanmayı çok iyi bilmişlerdi. ( Bu konuda bakınız. A. BENNİGSON-C.LEMERCİER-M. QUELQUEJAY, Step’de Ezan Sesleri, Çeviren: Nezih Uzel, İstanbul, 1981.) Sultan Galiyev ile Rus Bolşeviklerinin 1923 yılına kadar işbirliği içerisinde çalıştıkları unutulmamalıdır. (Sultan Galiyev hakkında bakınız. Aclan SAYILGAN, SSCB ve Sultan Galiyev, İstanbul, 1967; Erol KAYMAK, Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali, İstanbul, 1993.)
32- Bakû Kongresi sonrası Mustafa Suphi hakkında Türkiye’ye gelen bilgiler için bkz. III. Bölüm, s. 200-203.
33- Mustafa Suphi Heyeti Anadolu’ya gelmek üzere Karakilis’e ulaştığında, Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Suphi Heyeti’ni Kars’a geldiklerinde münasip bir refakate Ankara’ya göndermeği uygun gördüğünü bildirmiştir. (ATAŞE, A.l/4283. K1.549, D.17/7, F.68-3.) Ancak Mustafa Kemal Paşa ve Hariciye Vekâleti’nden Ankara’da olayların arzu hilafında geliştiği belirtilerek, Mustafa Suphi Heyeti’nin Ankara’ya gönderilmemesi istenmiştir. (BAYUR, “Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Başı Dışarda Akımlar”, s.642.)
34- Mustafa Suphilerin sınırdışı edilmesi olayından sadece yirmi gün sonra, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reis Vekili Fevzi Paşa, Kâzım Karabekir’e yazdığı şifrede şöyle diyordu:
“Rus Sovyet Cumhuriyeti ile TBMM Hükümeti arasında mevcut münasebatı ihlâl edecek hiçbir harekette bulunmamak hususunda sizinle müttehid ül fıkriz.” (ATAŞE, A.l/4282. K1.590, D.126/11-1, F.33-1.)
35- BAYUR, “Milli Mücadeleye El Koymaya Çalışan Başı Dışarda Akımlar”, s.643-644; AYBARS, “Mustafa Suphi’nin Anadolu’ya Gelişi Öldürülüşüyle İlgili Görüşler”, s.94-95.
36- ATAŞE, A.1/4282. K1.590, D.123/37, F.41-2.
37- ATAŞE A.l/4282. K1.590, D.123/37, F.41.
38- KANDEMİR, Atatürk’ün Kurduğu Türkiye Komünist Partisi ve Sonrası, s.185-186; GOLOĞLU, Cumhuriyete Doğru, s.45-46; KARABEKİR, İstiklâl Harbimiz, s.1090.
39- KARABEKİR, İstiklâl Harbimiz, s.1090-1092.
Cinayetler zinciri devam etmiş, Ali Şükrü Bey 1923 İlkbaharında Topal Osman tarafından öldürülmüş, kendisi de askerler tarafından vurulmuştur. Ali Şükrü Bey ve Topal Osman’ın öldürülmesi hakkında bakınız. (Sadi BORAK, İktidar Koltuğundan İdam Sehpasına, İstanbul, 1962, s.187-219.)
40- Mustafa Kemal Paşa’nın özel muhafızı olan İsmail Hakkı (Tekçe) ölümünden sonra yayınlanan hatıralarında, aldığı bir emir üzerine Topal Osman’ın iki adamını yanına alarak Ankara’dan gidip Yahya Kâhya’yı kendisinin öldürdüğünü açıklamaktadır. (Bakınız. İsmail Hakkı TEKÇE, “Atatürk’ün 1920’den Ölümüne Kadar Yanından Ayırmadığı Özel Muhafızı General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları”, Günaydın, 4 Aralık 1977, Tefrika:25.)
41- Birinci Bölümde bu konulara ayrıntılı olarak değinilmiştir. Bkz. 1.Bölüm, s. 19-21.
42- Bkz. II.Bölüm, s. 85-88.
43- Azerb. Cum. SPİHA, F.l, Op.l, D.98, L.ll-12.
44- Bakınız. III. Bölüm, s. 166-167.
45- ATASE, A. 1/4282. K1.558, D.118/36, F.26-9.
46- Azerb. Cum. SPİHA F.l, Op.l, D.98, L.33.
Önceden Bolşeviklerle birlikte çalışan fakat daha sonradan muhalefete geçen Zeki Velidî Togan, Bakû Kongreleri esnasında gizlice Bakû’ya geldiklerini ve burada TKF Merkezi’nin kendilerine milli teşkilât kurmak ve kongrede üzerinde durulacak meseleleri kararlaştırmak işinde merkez olduğunu şöylece anlatmaktadır: “…Bakû Kongresi’nin Eylûl’de Bakû’da akdine müsaade edilip, o münasebetle bizde gizlice Bakû’ya geldik. Burada Mustafa Suphi riyaseti altında bulunan “Türk Komünist Fırkası”nın iç daireleri ve daha diğer resmi hükümet dairesi, bize Türkistan’ın gizli milli teşkilât meselelerini ve kongrede bahis mevzu olan meseleleri müzakere için merkez oldu. Şüpheden âri olan bu dairelerde müzakerelerimizi yaptık.” (Zeki Velidî TOGAN, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, 2. Baskı, İstanbul, 1981, s.402.)
47- Azerb. Cum. SPİHA F.l, Op.l, D.20, L.14.
48- Azerb. Cum. SPİHA, F.l, Op.l, D.98, L.30.
49- Dertli, 27 Kânun-ı Evvel 336/Aralık 1920.
50- ATAŞE, A.1/4280. K1.549, D.16-A/4, F.4-1.
51- ATAŞE, A.1/4282. K1.558, D.118/36, F.26-9.
52- C.A, A:III-7-b, D.20, F.21-4; KARABEKİR, İstiklâl Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkânı, s.51-52.
53- ATAŞE, A.l/4283, K1.1041, D.139/44rB, F.12-3.
54- AYDEMİR, “M.Suphi Olayı”, Milliyet, 21 Temmuz 1971.
55- Halil Paşa’nın Trabzon’a geleceği Mart 1921 başlarında haber alınmış ve 12 Mart 1921’de İcra Vekilleri Hey’eti aldığı kararla memlekete gelirse alınmamasını ve sınır dışına çıkarılmasını istemiştir. (ATAŞE, A.l/4283, K1.1041, D.139/44-B, F.5-5.) Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi İsmet imzasıyla, 23 Mart 1921’de Şark Cephesi Kumandanlığı ve Trabzon’da Üçüncü Fırka Kumandanlığı’na gönderilen yazıda şöyle denmektedir: “Halil Paşa’nın Trabzon’a çıkmasına müsaade edilmeyerek, iadesi lâzımdır.” (ATAŞE, A.l/4283, K1.1041, D.139/44-B, F.2.)
56- Küçük Talat’ın sınır dışına çıkarılması Trabzon’da Enver Paşa lehinde yaptığı çalışmalarla ilgilidir. Şark Cephesi Kumandanlığı’ndan Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseu’ne 8 Mayıs 1921’de gönderilen yazı da, “Moskova’da Halk Şûralar Fırkası namıyla tamamen Bolşevizm ve Komünizm esaslarını ihtiva eden 81 maddelik programın Enver, Bedri ve Naim Cevat tarafından bastırılarak Anadolu’ya gönderilmeye başlandığı ve Trabzon’da Küçük Talat ve Ankara’da Nail vesaire gibi zevatın bu işe vasıta olduğu” belirtilmiştir. Bunun üzerine Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti, Şark Cephesi Kumandanlığından, “Orduyu inhilâle uğratmak ve halkçılık maskesi altında Türkiye’de bir inkılâp vücuda getirmek, hükümeti devirmek gayesi ile yapılan bu propagandaların önlenmesi için tedbirler alınmasını istemiştir.” (ATAŞE, A.l/4283, K1.1041, D.139/44-B, F.12-3.) Olayların böyle gelişmesi üzerine TBMM Hükümeti, 24 Mayıs 1921’de, yaptığı toplantıda Küçük Talat’ın sınır dışı edilmesini kararlaştırmıştır. (ATAŞE, A.l/4283, K1.1041, D.139/44-B, F.25-5.)
Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1997 – Ankara.