Sosyalist düş gücü yapıtlarını değerlendirirken, komünist teorinin öncülleri arasında yer alan klasik ütopik sosyalizme değinmeden geçemeyiz. Saint Simon, Robert Owen ve Fourier, Marksizm öncesi 3 büyük ütopik sosyalist olarak bilinirler. Fourier’yi tercih etmemiz, onun düşüncelerinin diğerlerinden daha “uçuk” olmasından değil, daha engin, daha tutkulu, daha zengin olmasından kaynaklanıyor. Son dönemde dünya çapında Fourier’ye yeniden bir ilgi patlaması yaşanırken, Türkiye’de çok az bilinmesinden kaynaklanıyor.
Komünist Teorinin Bir Öncülü Olarak Fourier
Fourier, ilk kez kendisinin ortaya koyduğu, bir nevi komünler temelinde örgütlenmiş, güvenceli, katılımcı, kadın ve çocukların tam özgür ve eşit, çalışmanın kısa ve çeşitlendirilmiş olduğu, kentsel ve kırsal yaşamın geçişli hale getirildiği, doğayla uyumlu, akılcılık kadar duygusal ihtiyaçların ve tutkuların özgürleşmesine ve gerçekleştirilmesine önem veren yeni yaşam düşü, günümüzde yeniden artan bir ilgi görmeye başlamıştır. Saint Simon kapitalizmin sorun ve çelişkilerinin ortaya çıkardığı ilk toplum bilimci idiyse, Fourier de, tarihsel materyalizm, sosyal ampirisizm, sosyal psikoloji (ve psikanaliz), sosyal pedogoji, insani tıb, ekoloji, günlük yaşam, beden ve tutku siyasetinin ve yanısıra, türcülük ve heteroseksüalizm karşıtlığının ilk büyük habercisi olarak tanımlanabilir.
Kapitalizmde “yokluğun bolluktan türediğini” söyleyerek, Marx’ın geliştireceği kapitalizmin mutlak genel yasasının (bir uçta sermaye diğer uçta sefalet birikimi) ilk tohumunu atanlardan biri (Sismondi ile birlikte) odur.
Yine “bolluk krizi” diye tanımladığı, kapitalizmin döngüsel aşırı üretim krizlerini ilk keşfedenlerden biri odur.
Kapitalizm ne kadar gelişirse, çelişkilerinin de o kadar şiddetleneceğine, kapitalizmde emekçiler için güvencesizlik ve geleceksizlik sorununa ilk dikkat çekenlerden biri odur.
Çalışmanın iş çeşitliliği ile gönüllü ve zevkli hale getirilebileceğini ilk ortaya koyan odur.
“Ekonominin temelinin işbirliğine dayandığını” belirterek, küçük üretimi büyük üretim birimlerinde toplamayı düşünerek, Marksist “üretimin toplumsallaşması” fikrini tohum olarak ilk ortaya koyanlardan biri odur.
Evlilik ve aile kurumun yıkılması, “kadın işi/erkek işi” ayrımının kaldırılması, vatan-millet kavramlarının yok edilmesi gerektiğini ilk söyleyen odur.
Kadın özgürlüğünün genişlemesini toplumsal ilerlemenin ölçütü ve genel ilkesi olarak koyması, çığır açıcı açılımlarından biridir.
Cinsel özgürlüğün, heteroseksüalizm karşıtlığı dahil, ilk savunucularından olduğu söylenebilir.
Kapitalizmde emek sömürüsü ile doğa sömürüsü arasındaki bağlantıyı ilk ortaya koyanlardan biridir.
Doğanın sömürülmesinin emeğin sömürülmesini yansıttığını, insanın insan üzerindeki yıkıcı tahakkümü kaldırılmadan, doğa üzerindeki yıkıcı tahakkümün de kaldırılamayacağını sezmiştir.
Gelecek toplum kurgusunda, her şeyi ve her türlü uğraşı yalnız yararlı değil aynı zamanda zevkli ve cazip hale getirme gereğini düşünmesi, meta fetişizmine alternatif bir toplum düşüncesi açısından halen pek anlaşılmamış önemli açılımlarından bir diğeridir.
Özellikle (20. yüzyıl sosyalizm düşüncesinden büyük ölçüde silinmiş ve ihmal edilmiş olan) akıl- duygu, kadın-erkek, çocuk-yetişkin, kent-kır, insan-doğa ilişkilerine ilişkin iç görüleriyle sosyalizm düşüncesine kazandırdığı derinlik ve zenginleşme önemlidir.
Sosyalizm düşüncesinde her zaman öncelikli ve ağırlıklı olmuş üretim ve yönetim sorunları gibi makro boyut kadar, insanın yeniden üretimi, gündelik yaşam ve ilişkilere dair mikro-politika boyutuna da derinlemesine kafa yorması, onun bir diğer ayırt edici yanını oluşturur.
Fourier’nin Sıradışı Radikalliği
Fourier’yi okumak hem keyifli hem zordur. 10’a yakın kitap yazmış, kozmolojiden zoolojiye kadar el atmadığı konu kalmamış olmasına karşın, sistematik olarak işlediği ve sonuca götürebildiği konu azdır. Yazarken durmaksızın daldan dala atlar, yerli yersiz benzetme ve sansasyonal spekülasyonlara girişir, sayılara ve ayrıntılara takıntısı bunaltıcı biçimler alır. Dahiyane bilimsel sezgilerle çocuk masalını andıran fantaziler arasında gidip gelir. Özellikle kozmolojik spekülasyonlarının uçukluğu, uzunca bir dönem yeni bir yaşama dair öngörülerinin de pek ciddiye alınmamasına yol açtı.
Ancak (yaşadıkları aynı dönem ve toplumda Saint Simon saygın bir bilim insanı olarak kabul edilirken) Fourier’in itibar görmemesi ve dışlanmasının asıl nedeni sıradışı radikallikteki düşünceleridir.
Gelişmenin mevcut bilim ve eğitim anlayışıyla değil, tam tersine doğru bilinen her şeyin unutulmasıyla, yeni bir tutkulu zihniyet ve psikoloji temelinde her şeyin yeniden inşa edilmesiyle mümkün olacağını söylüyordu.
Aileyi kapitalizmin ikiyüzlülüğün başlıca kanıtı olarak gösterdi; kadınların özel mülk edinilmesi ve yasal fuhuş kurumu olarak tanımladı. Evlilik, aile ve kadın-erkek arasındaki cinsiyetçi işbölümü kaldırılmadan gerçek kadın-erkek eşitliğinin sağlanamayacağını kesin bir dille açıkladı. Kapitalizmde “saf aşk”ın ne kadar mitleştiriliyorsa, o kadar sahtekarlıktan ibaret olduğunu gösterdi.
Bırakalım kendi dönemini, günümüzün bile epey ilerisinde olan; ahlak, evlilik, aile, ataerkillik, heteroseksualizm karşıtlığındaki radikalliği, cinsellik ve aşk dahil hiçbir tutkunun bastırılmadan özgürce denenmesi ve yaşanması konusundaki görüşleri başta olmak üzere, çok sert bir sansüre uğradı.
Basılı kitaplarından bazılarının sansürsüz halini halen okumak mümkün değildir. Bazı kitapları Fransa’da bile ancak ölümünden 130 yıl sonra, 1968 isyanları ve kısmi cinsel özgürleşme koşullarında basılabildi. Fourier’in “Uygar Aşkların Yalanlığı” ve “Parçalanmış, Yalancı, İğrenç ve Yanlış Çalışmaya Karşı Dört Kat Verimli ve Mükemmel Olan Bileşik, Cazibeli, Hakiki ve Doğal Çalışma” gibi yayınlanmamış kitapları, Fourier arşivleri üzerinde çalışan gönüllü akademisyen grupları tarafından ancak son yıllarda internet ortamında yayınlanmaya başlamıştır.
Kimi Fourier araştırmacıları, bunları onun iyi bir eğitim almamış olmasına bağlar! Oysa Fourier, burjuva toplumda, en başta eğitim, ahlak, aile ve serbest ticaret sistemi olmak üzere, yerleşik hiçbir bilgi, inanç, norm ve ilişki biçimini olduğu gibi kabul etmeyen, hemen her şeyi olabildiğince köktenci bir eleştiriden geçirip çok farklı biçimlerde hayal eden ilk ve halen de nadir düşünürlerden biridir. Komünist Manifesto’nun ticaret ve aileye ilişkin bölümleri gibi, Kapital’in Almanca baskısına sonsözdeki diyalektik üzerine ünlü bölüm, Fourier’den (hem içerik hem uslüp olarak) güçlü esintiler taşır:
“Oysa akla uygun biçimiyle diyalektik, burjuvazi ile onun doktriner sözcüleri için bir rezalet ve iğrençliktir. Çünkü şeylerin mevcut durumunu olumlu yanlarıyla kavrar, aynı zamanda da, bu durumun yadsınmasını, onun kaçınılmaz çöküşünün anlaşılmasını içerir; çünkü diyalektik, tarihsel olarak gelişmiş olan her toplumsal biçimi akışan bir hareket içinde görür ve bu yüzden, onun geçici niteliğini, onun anlık varlığından daha az olmamak üzere hesaba katar; hiçbir şeyin zorla kabul ettirilmesine izin vermez, özünde eleştirici ve devrimcidir.”
Fourier’de “akla uygun olmayan” ultra-fantastik yönlere gelince… Bir tür esrik akış yöntemiyle, bilinç altına itilmesine karşı çıktığı tutkularına ve hayal gücüne hiçbir sınır koymadan yazması, onun hem en zayıf, hem en güçlü yanıdır.
En zayıf yanıdır, çünkü yazdıkları uzunca bir dönem “deli zırvası”, “ahlaksızlık ve skandal” olarak görüldü. Saint Simon ve Robert Owen üzerine sayısız inceleme olmasına karşın, Fourier 1968 isyanlarına değin doğru dürüst bir bilimsel araştırma konusu bile olmaktan dışlandı. 1930’lar ve sonrası geleneksel sosyalizm anlayışından da en katı biçimde dışlanan sosyalist düşünürlerden biri oldu. Türkçeye çevrilmiş tek bir kitabı vardır ve halen günümüz devrimcilerinin çoğu onu okumayı tabu sayarlar.
Diğer taraftan en güçlü yanıdır, çünkü “çitlerin olmadığı bir dünya”, çitlerin olmadığı bir hayal gücünü de gerektirir. Fourier gelmiş geçmiş tüm sosyalist düşünürler içinde, en engin, en geniş ufuklu, en sınır tanımayanlardan biridir.
Fourier’ye İlgide Yeniden Patlama
Ütopik ve bilimsel komünizm ilişkisi, tek yanlı yadsıma değil, “yadsımanın yadsıması”, yani “özümseyerek aşma” ilişkisidir. Marx ve Engels’in ilk dönem yapıtlarında ütopik sosyalistler ve özellikle Fourier’nin etkisi çok açıktır. Sonraki temel yapıtlarında ise, eleştirel olarak süzülmüş, tarihsel-diyalektik materyalizm temelinde geliştirilerek içerilmiş biçimiyle vardır. “Ütopik ve bilimsel sosyalizm” ilişkisine yazımız boyunca değineceğiz.
Fourier’nin, 18. yüzyılın ikinci yarısının iki büyük ütopyacısı; Rusya’da Çernişevski, İngiltere’de Morris üzerindeki etkileri çok belirgindir. Çernişevski’nin “Ne Yapmalı”sı, neredeyse olduğu gibi Fourier ütopyasının Rusya’ya uyarlanmış biçimidir. Fourier’nin büyük Rus klasik romancıları Dostoyevski, özellikle de Lenin’in “1905 Rus devriminin aynası” dediği Tolstoy üzerindeki etkileri de çok belirgindir. Paris Komünü’nde kadın savaşçı ve önder Louise Michele Fourier’nin öğretilerinden esinlenmişti.
Ekim Devrimi sonrasında Proletkült gibi hareketler, Fourier’nin “yeni bir zihniyet ve kültür oluşturmak için bilinenlerin hepsini unutmak gerekir” tarzı keskin önermelerinden esinlendiler. Sovyet devriminin 1920’li yıllarında, yeni bir yaşam kurma arayış ve denemeleri açısından, Fourier, özellikle Marx ve Engels’in yazılarının daha sınırlı olduğu kadın, çocuk, eğitim, sağlık, kent, doğa, psikoloji, duygular gibi konularda yeniden bir esin kaynağı haline geldi.
20. yüzyılın ortalarında kültür-sanat alanında etkili olmuş gerçeküstücülük (sürrealizm) akımı, tümüyle Fourier’nin yeniden keşfedilmesine dayanıyor, Fourier’nin fantastik yazılarının sansürsüz yayınlanmasını baskı ve önyargılara karşı bir eylem biçimi haline getiriyordu. Fourier’ye dayalı gerçeküstücülük, yalnız kapitalizme değil, düş gücünü, tutkuları, bilinç altını, cinsel yaşamı tabu haline getiren pozitivist-bürokratik sosyalizm anlayışına bir tepkiydi.
Fourier’nin düşünceleri yine aynı dönemlerde, başta 20. yüzyılın en ışıltılı düşünürlerinden Walter Benjamin, daha sonra iyice sulandırılmış biçimiyle Marcuse ve Erich Fromm olmak üzere, bir tür Freudçuluk-Marksizm eklektik sentezi denilebilecek Frankfurt Okulu’na da etkide bulundu. Freud’a alternatif bir tür politik psikoloji geliştirmeye çalışan Wilheim Reich ve Karen Horney üzerindeki etkileri de belirgindir.
Ancak asıl 1968 isyanları ve sonrasında cinsel özgürlük, eğitimde özgürlük, avantgard, sitüasyonizm gibi hareketlerin, “tek boyutlu insan”, “gösteri toplumu” gibi eleştirilerinin, gençlik, kadın, eşcinsel, ekoloji hareketlerinin esin kaynaklarından biri oldu. 1968’in, günümüzde yeniden canlanan “hayal gücü iktidara!”, “aklın bürokrasisini devirin, tutkularınızı özgür bırakın”, “özel/gündelik yaşam politiktir” gibi sloganlarında Fourier’in etkisi belirgindir.
70’li yıllardan itibaren Fourier’i daha ziyade Weyneken, Goodman, İvan İllich, Le Guin, Chomsky, Bookchin gibi liberter sosyalist akımlar sahiplendiler. 1970’li yıllarda İtalya’daki otonom Marksizm akımında, özellikle Negri’nin “kapitalist değer yasasına karşın insanın kendini değerli kılması” kuramında yine Fourier esinteleri vardır.
Yine anti-küreselleşmeci dalga ve sosyal forumlar döneminde, M. Albert ve R. Hahnel’in çok tartışılan “Katılımcı Ekonomi” kurgusunda Fourier’den esintiler belirgindir. Subcomandante Marcos ve hatta Öcalan’ın “katılımcı, çoğulcu, ekolojist, komünal toplum” kurgusunda da doğrudan ya da dolaylı Fourier ütopizminin etkilerini görmek zor değildir.
Günümüzün neo-ütopyaları, David Harvey’in Edilia’sı başta olmak üzere, halen çıkışını Fourier’den almaktadır. Ancak sol komünist, anarko-komünist, psiko-Marksist, liberter akımlarda sorun şu veya bu düzeyde Fourier’den esinlemeleri değil, ondaki “ideal kapitalizm” ve “komünizm” çelişkin eğilimlerini Marksist bir gözle ayrıştırmadan, tam tersine Marx’tan yalıtarak ya da Marksizm ile eklektik biçimde sentezlemeye çalışarak ele almalarıdır.
Fourier’nin komünizmin olduğu gibi anarko-komünizmin de öncüllerinden biri olarak düşünülebileceği doğrudur. Ne var ki, geleneksel sosyalizmin, Fourier’nin komünizm ufkuna açtığı; kadın, çocuk, lgbti, kent, doğa, birey, aşk, cinsellik, duygu ve tutkular, oyun, eğlence gibi alanlara ilgisizliği ve hatta tabu sayması, bu dev çaplı komünist devrim ihtiyaç ve dinamikleri alanını anarşizm ve öznelci akımların tasarrufuna bırakmış olması asıl sorundur.
Marx ve Lenin’in kuvvetle vurguladığı gibi, materyalizmin tarihsel-diyalektik olmayan kaba materyalizme indirgenmesi, etkin yönün, yani öznellik ve özneselliğin (tabii maddi yaşamdan kopartılarak) idealizm tarafından geliştirilmesine yol açmıştır. (Marx, Feurbach Üzerine Tezler ve Lenin, Felsefe Defterleri).
Aynı şekilde sosyalizmin tek yanlı üretim ve ihtiyaçlar alanına indirgenmesi, insanın yeniden üretimi, zihinsel, duygusal, kişiliksel, cinsel, doğasal, eyleyişsel, hayal gücü dahil çok yönlü ihtiyaçlar ve mücadele alanından çekilmesine, kuruyup kalmasına yol açmıştır. Oysa insan bedeninin fiziksel olduğu kadar, zihinsel, duygusal, öznel ihtiyaçlarını ilk kez materyalist bir temele, bir tür çok yönlü toplumsallaşmış ve doğallaşmış, özgür beden siyasetine oturtmaya çalışan ilk düşünür Fourier’dir. Onun “Güvenceli toplum” anlayışının bile, günümüzün dar güvenceciliğinin çok ötesinde, her daim yenilik, çeşitlilik, beğeni ve hatta “aşk güvencesi”ni içerdiğini belirtmek, yeterli olur.
Günümüzde yeni ortaya çıkarılan bilinmeyen çalışmaları kadar, dünya çapında yeniden güncelleşen çalışma, güvence, eğitim-pedagoji, kadın-evlilik-aile, aşk-cinsellik, lgbti, kent, tarım, doğa gibi sorun ve mücadeleler, günlük yaşam ve ilişkilerin de giderek daha fazla politika ve mücadele konusu haline gelmesi, Fourier’ye ilgide adeta bir patlama yaşanmasına yol açmaktadır.
“İnsanlar aç ve işsiz gezerken hangi eşitlik, özgürlük, kardeşlikten bahsediyorsunuz?”
Fourier, Uyum Toplumuna geçiş sürecini de “Garanti Toplumu”(sosyal reform ve güvenceler), “Toplumsalcılık” (Aşağı yukarı sosyalizme denk gelir), “Cazibeli Uyum Toplumu” (Komünizm) olarak evrelere ayırır. Onun, yeni yaşam idealini bir tasarımdan ibaret görmeyip tarihsel bir geçiş süreci öngörmesi, komünizm teorisine önemli katkılarından bir diğeridir.
Fourier, “insanlar aç ve işsiz gezerken halkın egemenliğinden bahsedenleri” alaya alır. Çalışma hakkı ve çalışsın çalışmasın herkese minimum gelir hakkı ister. Fourier’nin ölümünden 10 yıl kadar sonra, 1848 devrimi sırasında başlarında Fourierci işçi Marche’nin olduğu 2 bin silahlı işçi Paris Belediyesi’nin kapısına dayanır ve örgütlenme hakkı, iş güvencesi ve asgari ücret isteyen “dilekçelerini Geçici Hükümet temsilcisi Louis Blanc’a sunar. Tarihin gördüğü bu ilk silahlı fiili “toplu sözleşme”yle, tüm işçilere çalışma hakkı ve iş güvencesi tanınır. Bu Fransa işçi sınıfının ilk büyük kazanmalarından biridir.
Ancak Fourier’in “Uyum Toplumu”nda güvence, yaşam, iş, asgari gelir, eğitim, sağlık güvenceleriyle sınırlı değildir. Değişik işler yapmayı, iş, mekan, ilgi, zevk çeşitliliğini de bir hak olarak görür. Fourier’nin “kelebek davranışı (her çiçekten bal almak)” dediği, bir işle 2 saatten fazla uğraşmamak, zamanda ve mekanda değişiklik, yenilikler, ilginç olaylar, oyun, eğlence, ruhu ve duyuları uyaracak değişikliklerdir.
Ona göre her insan saat başı değişiklik ihtiyacı duyar. Değişiklik ve yenilik ihtiyacı karşılanmazsa insan sıkılır ve yetileri zayıflar. Fourier, yeni yaşam kurgusunda herkes için “değişiklik ve çeşitlilik güvencesi” öngörür. Sevgiyi, aşk ve cinselliği de bireysel hak ve toplumsal güvence sorunu olarak ele alır. Sevgi, yani herkesin sevme ve sevilme hakkı da toplumsal olarak güvence altına alınacaktır.
Fourier ve Üretimin Temel Yasası Olarak İşte Çeşitlenme
Çalışma zorunlu olmaktan çıkacaktır. Yaşam ve minimum gelir güvencesine sahip olarak, istemeyen çalışmaz. Kimse ne çalışmaya zorlanabilir ne de çalışmak istiyorsa çalışmaktan alıkonulabilir. Toplumsal üretime katılımın, yaptığı işlere ilgi ve keyif duymanın önündeki engeller kaldırılır, çalışmak yaratıcı ve zevkli bir uğraş haline getirilir o kadar.
Fourier, çalışma süresini kısaltarak, iş zenginliği ve çeşitliği sağlanarak, farklı yetenek ve ilgi alanlarının kaynaşmasını sağlayarak, hızlı çalışmayı değil yaratıcılığı teşvik ederek, çalışmayı oyun eğlence ile birleştirerek bir zevk ve yaratma arzusu haline getirmeyi öngörür.
“Bir işçi için uygun olmayan tek iş yerine, isteğe bağlı birçok iş imkânının garanti edilmesi.”
Bir kişi örneğin, günde iki saat ev işleriyle, iki saat bahçe, iki saat de atölyede çalışabilir, iki saatini sanatsal bir üretime hasredebilir veya entelektüel bir faaliyete zaman ayırabilir. Fourier’nin düşüncesinin Marx’taki karşılığını bulmak zor değildir:
“Kimsenin tek bir faaliyette uzmanlaşmadığı ama herkesin dilediği dallarda faaliyet yürütebileceği komünist toplumda, toplum genel üretimi düzenleyerek bugün belli bir şey, yarın başka bir şey yapmamı, bir avcı, balıkçı, çoban ya da eleştirmen olmaksızın sabah avcılık, öğleden sonra balıkçılık, akşam üstü sürü güdücülüğü, akşam yemeğinden sonra eleştirmenlik yapmamı olası hale getirecektir.”(Marx, Alman İdeolojisi)
Çalışmanın zorunluluk olmaktan çıkıp bir ihtiyaç ve zevk haline gelmesi komünist fikri, bu biçimiyle ilk Fourier tarafından ortaya konmuştur. Fourier’nin ortaya koyduğu iş çeşitliliği ihtiyacını, Marx Kapital’de, kapitalist büyük modern sanayinin gelişimiyle birlikte, bir zorunluluk (“üretimin temel yasası”) olarak ele alır:
İşçinin ömür boyu tek bir iş ya da mesleğe bağımlı kalmadan durmaksızın farklı işlere geçme zorunluluğu, yani yaptığı işlerdeki çeşitlenme, kapitalizmde aldığı yıkıcı biçimlere karşın, aynı zamanda sosyalizmin en temel ön koşullardan biri ve sosyalizme doğru tarihsel eğilimin bir ifadesidir. Çünkü işteki çeşitlilik, hem hemen her işi herkes tarafından yapılabilir hale getirerek işi toplumsallaştırır… Hem de tek bir işi ömrü boyunca yineleyip duran “parça-işçi”yi, çok çeşitli işlere yatkın, üretimdeki hızlı değişimleri karşılamaya hazır, çok çeşitli yeteneklerini geliştirebilen daha çok yönlü ve gelişmiş bir bir birey olmaya zorlayarak, bireyi ve emeğini toplumsallaştırır. (Bkz: Marx, Kapital Cilt 1, sol yay, s. 498)
Günümüzde hiçbir tekçi iş ve meslek bırakmadan yıkıp geçen neoliberal esneklik, işteki çeşitlenme zorunluluğu kadar “tam anlamıyla gelişmiş birey”lere (yani komünizme) doğru olan tarihsel eğiliminin bir ifadesidir. Kuşkusuz kapitalizmde işçinin yaptığı işlerde çeşitlenme, ne iş güvencesi ne de herhangi bir toplumsal güvenceyle bağdaşır. Tam tersine her türlü güvenceyi yıkarak gelişir. Fourier’nin erdemi, henüz büyük modern sanayinin şafağında sezdiği işte çeşitlenme eğilimini, her türlü sosyal güvenceyle kaynaştıran yeni bir toplum kurgusudur ki, bu ancak gelişkin bir sosyalizm olabilir.
Fourier ve Üretimin Toplumsallaştırılması
Fourier’nin en tahammül edemeyeceği şeylerden biri de rekabet ve asalaklıktır. Üretken olmayan her türlü işi de, başta devlet bürokrasisi, memurlar, askerler ve tüccarlar olmak üzere asalak kategorisinde değerlendirir. Üretken olmayan işlerin en ince ayrıntısına kadar listelerini yapar. Tüccar ve aracıların yüzde 90’ı, küçük dükkancıların yarısından fazlası, hukukçuların, demogog olarak tanımladığı politikacıların, asker ve polislerin, uşak ve hizmetçilerin tamamı, devlet memurların büyük bölümü gereksizdir.
Lenin’in Ekim Devrimi’nin hemen sonrasında, 1918’de “sosyalizmin birinci ilkesi şimdiden gerçekleşmiştir” diye tanımladığı “çalışmayan yemez” ilkesini de ortaya ilk koyan Fourier’dir.
Fourier’nin çalışmayı zorunlu olmaktan çıkartıp gönüllü ve zevkli bir ihtiyaç haline getirme ilkesi ile, zorunluluk ve baskıyı imleyen “çalışmayan yemez” ilkesi ilk elde birbiriyle çelişir görünür. Ancak Fourier’nin asıl sorunu, birincisi, başta devlet aygıtı ve tüccarlar olmak üzere asalaklığı ortadan kaldırmak, İkincisi üretken olmayan işleri ortadan kaldırarak, toplumsal emek üretkenliğini, herkesin refahı ile birlikte hızla yükseltmektir. Fourier’in devlet işleri ve aygıtını toplumun sırtında asalak bir ur olarak tanımlaması, Marx’ın 18. Brumaire’deki ünlü devlet aygıtı tanımlamasının esin kaynaklarından biri olmuştur:
“Askeri ve bürokratik muazzam örgütü ile, karmaşık ve suni devlet mekanizması ile, yarım milyon insandan bir memurlar ordusu ve bir ikinci beş yüz bin askerli ordusu ile, bu yürütme gücü, Fransız toplumunun bütün bedenini bir zar gibi saran ve bütün deliklerini tıkayan bu korkunç asalak yapı…” (Marx, 18. Brumaire)
Fourier, yalnız tek tek işyerlerinde değil, üretimin yoğunlaştırılması ve toplum sathında bütünsel bir üretkenlik artışı ile sosyalizm arasındaki bağıntıyı ilk sezenlerden biridir. Tüm israf, asalaklık, aracılar ortadan kaldırılacaktır. Korkunç asalak yapı, yani devlet, azami budanacaktır. Ortak mutfak, ortak yemekhane, ortak çamaşırhane, ortak konut blokları, hem herkesin yaşama zevkini artırırken, hem de malzemeden, mekandan, asıl olarak çalışma süresinden azami tasarruf sağlayacaktır.
Üretken olmayan işler ya kaldırılacak ya da üretken (maddi zenginlik artışına katkıda bulunan), yaratıcı, zevkli işlere dönüştürülecektir. İş çeşitliliği, oyun, eğlenceyle çalışmanın zevkli hale gelmesi, ortak yürütülmesi, emek üretkenliğini hızla yükseltecektir. Kadın ve çocuklar dahil herkesin üretken ve zevkli işlerde çalışmasıyla keza…
Tümünün altında yatan temel sezgi, hem israf ve maliyetin düşürülmesi hem aynı kaynaklarla daha fazla üretim; 1600 kişilik ortak çalışma ve yaşam birimleriyle, üretimin yoğunlaştırılması, üretimin toplumsallaştırılmasıdır!
Fourier’de kapitalizmi iç-dış engellerinden sıyırarak “mükemmeleştirme” (“ideal kapitalizm”) ile komünizm arasında gidip gelen çelişki buradan çok net görünür.
Bir yanda, büyük modern sanayinin henüz gelişmediği ama eşiğine gelmiş, küçük üretimin egemen olduğu bir ülkede, yüzbinlerce küçük zanaat, manüfaktür, dükkan, küçük köylü işletmesini falanster dediği büyük üretim birimleri halinde toplayıp yoğunlaştırmak, üretimin bu büyük çaplı toplumsallaştırılmasına doğru bu büyük hayali öngörü, onun dehasının ifadesidir. Ortak mutfaklar, ortak yemekhaneler, ortak konut ve yaşam alanları, keza. (O dönem Paris’te ilk kez ortaya çıkan ticaret pasajlarını, ticaretten arındırıp ortak yerleşim ve yaşam alanı haline getirmeyi bile düşünür. Günümüzde Plaza ve AVM’leri kolektif konut ve yaşam alanı haline getirmek gibi bir şey!)
Emekçilerin refah, doyum, zevk ve serbest zamanından, doğadan tasarruf değil. Tam tersine herkesi çok yönlü geliştirecek biçimde, üretim ve yaşam girdilerinden, mekandan, zamandan (toplam toplumsal çalışma süresinden) tasarruf! Ya da aynı anlama gelmek üzere, üretimin yoğunlaştırılması/toplumsallaştırılması ile, aynı düzeyde kaynakla, çok daha fazla üretim ve refah artışı, yoksulluğun ortadan kaldırılması!
Şu ortak mutfak ve yemek salonları fikri bile bunun ifadesidir: Milyonlarca ayrı mutfak, yemek odası, bunlar için gerekli araç gereçler, korkunç israf ve asıl emek israfı yerine, birkaç bin ortak mutfak ve yemekhanede, çok daha az kaynak ve asıl emek-zaman tasarrufu ile herkesin hem daha iyi hem de daha zevkli biçimde beslenebilmesi.
Günümüzde ortak mutfak ve yemekhaneler bize arkaik gelse de, kapitalizmin milyonlarca küçük dükkanı nasıl birkaç yüz büyük AVM ve hiper market zincirinde topladığını, milyonlarca küçük tarım işletmesini nasıl bir kaç bin büyük tekelci kapitalist çiftikte yoğunlaştırdığını görmek zor değil. Üretim kadar tüketimin de yoğunlaştırılıp toplumsallaşması, sosyalizmin başlıca önkoşullarından biridir. Kaldı ki aynı fikir, milyonlarca özel otomobil yerine, ileri kitle ulaşımının geliştirilmesi, bunun sağlayacağı mekan, zaman, emekten (dahası çevreye maliyetinden) tasarruf, aynı fikrin başka bir ifadesidir.
Fourier’deki çelişkinin bir yanı komünist eğilim ise diğer yanı “ideal kapitalizm” eğilimidir. Özel mülkiyeti kaldırmak yerine, falansterleri bir tür kolektif özel mülkiyet biçiminde herkesin hisse senedi sahibi olacağı bir anonim şirket olarak düşünmesi; çalışmanın gönüllü ve zevk haline gelmesi tasarımıyla çelişen “çalışmayan yemez” ilkesi; üretici güçlerin ve bilim-teknolojinin yetersizliği koşullarında falansterleri en ince ayrıntısına (kalkış ve yatış saatlerinden hangi saatlerde hangi işler yapılacağına kadar) kadar tasarladığı bir tür, insanlardan oluşan “sosyal makina” olarak tasarlaması, bu çelişkinin bir ifadesidir.
Fourier’de üretim, çalışma ve yaşamın ihtiyaç ve zevke dayalı olması, herkesin eğilim duyduğu şeyleri deneme ve yapma özgürlüğü ile kapitalizmden net biçimde kopsa da… Üretim ve yaşamı dar teknik-matematik bir planlama sorununa dayalı bir nevi “sosyal makina”ya indirgemesi, “çalışmayan yemez” ilkesi, “hisseli kolektivizm” ile kapitalizmin mantığı içinde kalmakta, “kapitalizmi mükemmelleştirme” işine soyunmuş olmaktadır. Tüm bu sorun ve çelişkilerin, üretici güçlerin geri düzeyinden başlamış Sovyet sosyalizm deneyiminde nasıl bir basınç ve geriye çekicilik yarattığına değinmekle yetinelim.
Üretkenlik artışı için üretimin yeterli düzeyde makinalaştırılamadığı (üretim, yönetim, eğitim, aile ilişkilerinin bunu engellediği koşullarda), üretim yerine toplumun makinalaşması, ciddi bir tehdit olarak ortaya çıkar: Tıpkı günümüz Türkiye kapitalizmde kadınlara dayatılan şu “3-5 çocuk” hikayesinde olduğu gibi!
“Deneysel Doktrin”
Fourier’nin önemli bir düşüncesi de, Uyum Toplumu’nda “Deneysel Doktrin” ilkesidir. Önceki ütopyalarda her şeyin baştan aşağıya önceden düzenlenmiş olduğu kapalı sistem anlayışının tersine, o hem toplumsal hem bireysel olarak deneyselliği, değişim ve gelişimin temel bir dinamiği olarak görür.
Örneğin çocuklar atelye ve iş alanlarını dolaşarak, oyunla karışık deneyerek, gelecekteki meslek seçimlerine kendileri karar verebileceklerdir. Herkesin verili olanlar içinden seçim yapabilmenin ötesinde, farklı şeyler deneme ve yapma hakkı güvence altında olacaktır.
Fourier eğitim ve pedogoji alanında da aynı görüşü savunur. Ona göre uslu çocuk değil yaramaz çocuk ideal olandır. Kapitalist eğitim anlayışının islah edilmesi gerektiğini düşündüğü
“obur, tartışmacı, uyanık, dik başlı, meraklı, ele avuca sığmaz, hayalci çocuk, olabilecek en mükemmel çocuktur.”
Falanster, bütçesinin önemli bir tutarını çocukları çok yönlü yetiştirmek, zevklerini, tutkularını, merak ve ihtiyaçlarını geliştirmek için harcar.
Çocuk veli ve öğretmenin dikte ettiği geleneksel ve disipliner eğitime bırakılmaz, büyükler ve öğretmenler çocuğa ancak danışmanlık yapabilir. Çocuk farklı çocuklardan oluşan çocuk grupları arasında istediği gibi dolaşır, iş ve yaşam alanlarına girip çıkar, oyun ve eğlenceyle bütünleştirilmiş işleri sınar, yetenek ve zevklerini geliştirir, tüm kararlarını istediği her şeyi deneyerek kendi verir.
Yetişkin ve verili topluma uyum disiplini merkezli değil, çocuk ve her çocuğa toplumu yeniden kurma hakkı merkezli bir pedagoji -ve hatta toplum- düşünen ilk ve muhtemelen halen tek sosyalist düşünür Fourier’dir.
Fourier ve “Tutkulu Cazibe” Kuramı
Fourier’ye göre evreni devindiren güç çekim yasası, bunun toplumdaki karşılığı ise, tüm toplumsal hareketin kaynağı olarak gördüğü “tutkulu cazibe”dir. Fiziğin dönemin tek gelişmiş bilim dalı olması nedeniyle, Newton ve çekim yasasının büyük otoritesini, mekanik bir paralellikle topluma uygulamaya çalışır. Hatta insanlarla cansız nesneler arasında da bir çekim olduğuna inanır. Bu da esinlendiği Bacon’un eşyalara da ruh atfeden panteist (kamu tanrıcı) şiirli, büyülü materyalizm anlayışından gelir.
Her düşünce ve hayale dönemin sınırlı bilimsel gelişmeleriyle kurulan kaba benzeşimlerle bilimsellik kazandırmaya çalışmak, Aydınlanmacıların olduğu gibi ütopik sosyalistlerin de bir özelliğidir. Gerçekte yaptıkları ise bilimlerdeki sınırlı gelişmenin doğurduğu boşluğu, bilimsel tohumları da içeren büyük bir sezgi ve hayal gücü ile doldurmaya çalışmaktır.
Bununla birlikte Fourier’nin “cazibe kuramı” yabana atılır cinsten değildir. Ona göre daha bebeklikten itibaren aile, eğitim, ahlak gibi kurumlarla insanın doğal tutku ve ihtiyaçlarının baskı altına alınması ve içe atıp bastırmaya zorlanması, en büyük kötürümleştirici etkiyi yapmaktadır. Uyumsuzlukların, hastalıkların ve psikolojik sorunların kaynağında da bu baskıcı toplumsallaştırma (verili topluma adaptasyon) anlayışı vardır. Uyum Toplumu’nda bireyin toplumsallaşma süreci “uyumsuzluğu” bastırılarak değil,
“Tutkuları, karakterlerin farklılığı ve içgüdüleri sınırsızca serbest bırakma ve hazların bolluğu sayesinde aşırı uçlardan kaçınması”
sağlanacaktır. Çocuğun aile, eğitim ve ahlaktan başlayarak baskıcı ve baskıyı içselleştirici toplumsal uyumlulaştırılma süreçlerinin, uyumsuzluktan başka bir şey üretmediğini söyler. Gerçek Uyum Toplumu ise, herkesin baskıcı uyumuyla değil, tam tersine uyumsuzluklarının (her türlü karakter farkları, tutku ve eğilimlerin) serbestçe gelişmesi ve birbiriyle kaynaşmasından ortaya çıkacaktır. Fourier’in Hegel’i okumamış olmasına karşın diyalektik sezgi ve ters çevirişlerinin gücü, gerçekten hayranlık vericidir.
Fourier’nin kurgusunda tüm insan faaliyet ve ilişkileri, beğeni ve hazla bağlantılanır. Yalnızca ne yapıldığı değil nasıl yapıldığı önemlidir.
Kapitalist uygarlık “aşkla bağdaşmaz” der, tutkuların bastırılması yerine “acilen tutkuların geliştirildiği bir sosyal düzen gerekir”. İnsan “gününün belli bir kısmını aşka ayırır, bu bölümde aşk asıl iştir”.
Fourier, yalnız cinsellik ve aşk açısından değil, her türlü iş, uğraş, ilişki, mekan ve nesnenin insanlar açısından hem yararlı hem de çekici hale getirilmesini ister. İnsanın yeteneklerinin ve yaratıcılığının ihtiyaçlarının bastırılarak ya da köreltilerek değil, tam tersine uyarılarak gelişeceği konusunda son derece nettir.
Fourier’nin kuramının ruhu, “tutku” ve “cazibe” kavramlarında özetlenebilir. Bu kavramlar, günümüzde halen cinselliği çağrıştırıyor ve Fourier’nin kuramında cinsel aşk ve doyum önemli bir yer tutuyor olsa da, bununla sınırlanmaz.
Cinselliğin üremeye, yemenin karın doyurmaya, eğitimin kafa doldurmaya, barınmanın doğadan korunmaya, sağlığın hastanelere, çalışmanın geçinmeye indirgenmesine isyan eder. Ve tabii insanı hayvani zorunluluklara indirgeyen birer kölelik kurumu olarak gördüğü, ev, aile, okul, hastane, ahlak ve çalışmaya, yani ne kadar düzen kurumu varsa, tümüne isyan eder.
Aile yalnız kadın ve çocuğun esareti değil herkes için bir sıkıntı, bıkkıntı ve tekdüzelikle köreltilme kurumudur. Ev, insanın kendini ömür boyu tek bir dört duvar arasına hapsetmesidir. Hastane hastanın sağlık kazandığı değil, hastalara köle gibi davranılan ve durmaksızın ölenleri, ağlayıp inleyenleri görerek daha da hasta olduğu yerdir. Eğitim, çocuğun tüm doğal iç güdüleri ve yaramazlık isteğiyle birlikte öğrenme aşkının da ezildiği, asıl hiçbir şeye kendisinin karar veremeyeceği öğretilerek ehlileştirildiği kurumdur. Çalışma, ömür boyu tek bir işe bağlı kalarak, diğer tüm yeteneklerin köreldiği bir eziyettir.
Zorunluluk Aleminden Özgürlük Alemine!…
Fourier için, gerçek insani yaşam ve özgürleşme, ancak bu sıkıcı, köleleştirici, ızdırapla berdavam eden zorunluluklar aleminin bittiği, tüm faaliyet ve ilişkilerinin insana cazip ve zevk verici hale geldiği yerde başlar. Gerçek insani gelişme, insanın bu kaba zorunluluklar ötesinde, daha yüksek ve daha çok yönlü doyum yeteneklerinin gelişmesidir. Öyleyse gerçek özgürlük de, hiç bir zevk ve tutkunun toplumsal ahlak vb adına bastınlmaması, tam tersine sonuna kadar serbestleşmesi ve geliştirilmesi; yani toplumsallaşması, yeni yaşamın da özgür ve daha gelişkin doyum yetenekleri üzerine kurulmasıdır.
Fourier’nin çoğu kendi icadı olan ve fantazilerine de hiçbir sınır koymadan, en ince ayrıntısına kadar betimlediği, damak tadlan, tensel zevkler, çalışma ve eğitim dahil her şeyin oyun, eğlence, keşif ve yaratıcılık ile birleştirmesine ilişkin sayfalar ve kitaplar dolusu anlatımlarının sırrı buradadır.
“Tutkulu Cazibe” toplumu, her türlü faaliyet, ilişki ve ürünün yalnızca yararlı değil, aynı zamanda insanların iç dürtü ve tutkularını harekete geçirecek bir “zevk toplumu”dur. İnsanların büyük çoğunluğunun çok kısıtlı keyif anları dışında, zamanlarının ezici çoğunluğunu zorunlu olarak katlandıkları sıkıntılar, tekdüzelikler, acılarla geçirmesini tahammül edilmez bulur ve yeni yaşam kurgusunu bu sıkıntı-zevk denklemini tersine çevirmek üzerine kurar. Çalışma, eğitim, ev ve mutfak işleri, çocuk bakımı, hatta hastalık ve vergi vermek gibi tüm zorunlu, zahmetli, can sıkıcı işlerden kaldırılamayacak olanların da nasıl zevkli kılınacak tarzda yeniden örgütlenebileceğine kafa yorar.
Komünal yaşam tarzında, herkesin istediği zaman çekilebileceği ayrı odalarının da olduğu, ortak mutfak, ortak yemek ve eğlence salonları olacaktır. Nöbetleşe yapılacak yemek işleri kim daha lezzetli yemekler yapıyor diye yarışma ve eğlenceye dönüştürülecek, yemekler şölen tarzı yenilecektir. Çocuk bakımı ve eğitimi toplumsallaştırılacak, anne babalara daha çok serbest zevk zamanı kazandırılacaktır (Fourier, kreş ve çocuk yuvası fikirlerinin de ilk geliştiricileri arasında yer alır.) Hatta kendilerine toplumsal ihtiyaçlarının karşılanması, daha fazla serbest zevk zamanı olarak döneceği için, vergi vermek bile zevke dönüşecektir.
Cinsel ilişkilerde hiçbir zorlama da, hiçbir resmi ya da ahlaki yasak da yoktur. Herkes kendi kararını kendi verir, isteyen tek-eşli, isteyen eşcinsel, isteyen grup cinselliği tarzı ilişkiler yaşar. İyice sınırlandırılmış ve katılımcı hale getirilmiş yönetimin (bir tür devlet olmayan devlet), tek görevi ve yasası, herkesin zevkli yaşamasını sağlamak ve serbest zaman ve zevk alanlarını genişletmektir.
Engels, zorunluluk aleminden özgürlük alemine geçilecek komünist toplumu tanımlarken Fourier’in bu büyük açılımını heyecanla şöyle yeniden formüle eder:
“Varoluş için mücadele -eğer bu kategoriyi bir an için geçerli kabul edersek – dolayısıyla zevk için mücadeleye dönüşür.” (Engels, Tarihsel Materyalizm Üzerine Lavrov’a Mektup)
Öyle ki, monoton ve sıkıcı işler en vasıfsız işler olmakla birlikte, “Tutkulu Cazibe” toplumunda, bu tür işleri yapanlara bir tür toplumsal tazminat olarak, daha yüksek ücret ödenecektir! Fourier, Cazibe Toplumu’nda aşık oldukları kişi tarafından reddedilenlerin aşk acısınmın nasıl hafifletileceğine bile çözüm bulmaya çalışır: Tüm toplum aşk kırgınının yaşam sevincini yeniden canlandırmak için seferber olur, hatta bu tür dürümdakilere aşk acılarını unutturmak, yaşam sevinçlerini yeniden kazandırmak için yol yöntem göstermekle görevli bir tür sosyal rehabilitasyon ve neşelendirme kurulları vardır!
Fourier ve Materyalizm
Fourier, ilk büyük materyalist (duyumcu, ampirisist) filozof kabul edilen Bacon ve asıl Fransız materyalistlerinden etkilenmiştir. İlk materyalistler, tüm bilgi ve bilim, gözlem ve deneye dayanır, insan duyularının sağladığı verilere ussal bir araşürma yönteminin (tümevarım, analiz, karşıtlaşürma, gözlem, deney) uygulanmasıdır, der. Fourier bunu öğretisinin temeline yerleştirip geliştirir.
Tüm bilgi ve yetilerimiz duyu algılarımız ve deneyime dayanıyorsa, diye düşünür, ihtiyaç ve tutkularımızı gerektiği gibi eğitip çok yönlü kullanmayı öğrenerek insani kapasitemizi (bilgi, beceri, üretkenlik, yaraücılık, daha yüksek ihtiyaç ve doyum yetenekleri) geliştirebiliriz. Öyleyse, dış dünyayı bu kadar sıkıcı ve yoksunlaşürıcı olmaktan çıkarıp, doyum yeteneklerimize hitap edecek ve geliştirecek tarzda baştan aşağıya yeniden örgütlemeliyiz. Marx’ın vurguladığı gibi ilk Fransız materyalistleri – İngiliz ampisistlerinden farklı olarak- sosyal eleştirelliğe ve sosyalizm ve komünizme içsel bir eğilim gösteriyorlardı:
“İnsanın tüm bilgisi, hisleri vb duyulardan ve onda içerili deneysel dünyadan geliyorsa, o zaman tüm yapılması gereken, insanın ampirik dünyayı deneyimleyip onun içinde gerçek anlamda insani olana uyum sağlayacağı ve kendinin insan olarak bilincine varacağı biçimde düzenlemekten ibaretti. Bu benzer pozisyonlar edebi olarak en eski Fransız materyalistlerinde bile bulanabilir.” (Marx, Kutsal Aile)
Kendisi de iki ütopik yapıt (Yeni Atlantis ve Güneş Şehri) vermiş Bacon’un panteist (kamu-tanrıcı) büyülü gerçekçiliği de Fourier’yi etkilemiştir. Bacon gibi “her şeye kadir Tanrı” düşüncesini reddeden ilk aydınlanma düşünürlerinin doğa felsefesi, “doğa durumu”na dönüş istemiyle, ilkel komünal toplulukların panteist (insana yararlı canlı ve cansız nesnelere bir tür yaşayan ruh ve büyüsel çekim gücü atfeden) inanç sistemini benimsemişlerdi. Yapıtlarına o masalsı büyülü gerçekçilik karakterini veren, canlı ve cansız doğadan, ağaçlardan, gök cisimlerinden, eşyalardan, kişilik ve ruh sahibi kırk yıllık eşit ahbapları gibi söz etmesidir.
Fourier’nin ütopyasında buzulların ve çöllerin tarım alanına, okyonuslann tuzu arındırılarak limonataya dönüştürüleceği, dünyaya sekiz kardeş uydu daha geleceği türünden kurguları alay konusu olmuştur. Ne var ki, bu fantazilerinde de tüm meselesi, insan yaşamını daraltan ve zorlaşüran hiçbir şeye tahammül edememesi, her şeyi daha yararlı, daha kolaylaştırıcı, daha çekici hale getirme tutkusudur.
Daha Yüksek Doyum Yeteneklerinin Gelişmesi ve Komünizm
Hemen herkesin Fourier’de rezalet ve çılgınlık gördüğü yerde, yine onu en iyi kavrayan Marx’tır.
Marx’ın ütopik sosyalistleri bir çırpıda aştığı, ondan sonra da bir kenara atüğı türünden -geleneksel sosyalizm anlayışının yaydığı- inanç bir şehir efsanesinden ibarettir. Marx tam tersine, başlıca öncüllerini oluşturan büyük ütopik sosyalistler, büyük Alman filozofları, büyük İngiliz ekonomi- politikçilerine hemen her yapıünda tekrar tekrar geri dönmüş, her seferinde onlara daha derinlemesine nüfuz etmiş, geri yanlarını ayıklayarak ileri yönlerini daha derinlemesine geliştirmiştir. Grundrisse’den şu pasaj, tümüyle Fourier’nin “doyum yeteneklerinin geliştirilmesi” kuramı üzerinedir:
“Gerçek iktisat (tasarruf) emek süresi tasarrufundan ibarettir… öte yandan, bu tasarruf üretici gücün gelişmesiyle özdeştir. O halde doyumlardan fedakarlık etmek değil, üretim gücünün, yeteneklerinin ve dolayısıyla doyum yeteneklerinin ve doyum araçlannın geliştirilmesi. Doyum yeteneği, doyumun koşulu ve ilk aracı olup, bir bireysel potansiyelin, bir üretici gücün gelişmesidir. Emek süresinden yapılan tasarruf serbest sürenin, yani bireyin her yönüyle gelişmesine ayrılacak sürenin artması demektir; bu çok yönlü gelişme de, en büyük üretici güç olarak, yine emeğin üretici gücünü etkileyecektir.” (Marx, Grundrisse)
Fourier’nin durmaksızın daha yüksek doyum yeteneklerinin geliştirilmesine dayalı toplum kuramına, Marx’ın tek itirazı, komünizmde bile çalışmanın yerini oyunun alamayacağıdır.
“Gerçi, diye devam eder Marx, nihai amaç olarak bölüşümün değil, üretim tarzının daha üstün biçim tarafından aşılmasını koymak Fourier’nin büyük hizmeti olarak kalacakür.” (Grundrisse)
Marx’ın Fourier’de bulup geliştirdiği komünizm ışılüsı şudur: Genişleyen serbest zamanın durmaksızın yeni ve daha yüksek doyumlar ve faaliyetler zamanı olması, böylece insanın özgürce yeni ihtiyaçlar yaratması, ve kısaldığı kadar çeşitlenen (işbölümünün olmadığı) çalışma sürecinde, kendi yaratüğı ihtiyaçlar için özgürce üretim yapması.
Ancak böyle bir toplumda üretim ile insanın kendisinin yeniden üretimi arasındaki her türlü engel, aynm, dolayım ortadan kalkar. İnsanın kendisini (kişiliğini, ihtiyaçlarını, doyum yeteneklerini, ilişkilerini vd) çok yönlü geliştirerek yeniden üretmesi, dolaysızca üretimin amacı ve ta kendisi; toplumsal üretim ise dolaysızca insanın toplumsal yeniden üretilme süreci haline getir.
Yine ancak böyle bir toplumdadır ki, bireylerin kendi kişiliklerini, ihtiyaçlarını, yeteneklerini, zevklerini özgürce geliştirilmeleriyle, içinde yaşadıkları toplumu geliştirmeleri ve istedikleri gibi şekillendirmeleri arasındaki her türlü ayrım ve engel ortadan kalkar.
Fourier’nin Çığır Açıcı Fikri
Şu sorulabilir: Fourier’nin yeni yaşam kurgusu, her türlü ürün ve hizmeti daha cazip hale getirerek, insanların ihtiyaç ve tutkularını uyarmaya dayanıyorsa, günümüz kapitalizmi mega meta fetişizmiyle bunu zaten gerçekleştirmedi mi? Günümüz kapitalizmi, aşırı üretim krizlerini, cinsellik, sanat, oyun, eğlence, reklam, tasarım, AVM dahil her şeyi içgüdüleri kışkırtıp piyasaya gömmek ve köleleştirmek için kullanmıyor mu?
Tüm klasik ütopik sosyalistlerde karakteristik olan şudur: Bir yandan kapitalizmin çelişkin gelişim eğitimlerini sezmek ve bunları kapitalizm içinde çözmeye çalışarak onu mükemmelleştirmeye kalkışmak, diğer yandan kapitalizmi aşan yeni bir yaşam kurgusuna girişmek…
Kapitalizm yararlılık ile cazibeyi giderek birbirinden kopartır: Cazibesiz yararlılık, gerçekte yararlı olduğu halde içgüdülere, hatta günümüz kapitalizminin toplumsallaşma anlayışına hitap etmez. Yararsız, hatta çoğu zaman zararlı olduğu halde metaların cazibesi içgüdüleri harekete geçirir ki, piyasa tuzakları ve ihtiyaçların manipulasyonu bunun üzerine kuruludur.
Ancak bunun karşısında salt kullanım değeri savunusuyla çıkmak yeterli değildir. Fourier’nin “cazibe kuramı”, komünist toplumda her şeyin rasyonal yararlılığı kadar duygu ve tutkular
açısından “yararlı çekiciliğini” de düşünmeyi olanaklı kılar. Cazibeye bağlı arzu duygulara ve bilinç dışına, yararlılığa bağlı arzu akla tekabül ediyorsa, ancak ikisinin birliği toplumsal-bireysel bilincin ifadesi olabilir.
Fourier’de “tutkulu cazibe” ya da “zevk” yeni yaşam kurgusunun temel yasasıdır. Bundan dar anlamda şehevi zevkleri değil, geniş anlamda insanın tüm yaşam, faaliyet ve ilişkilerinde “kendini iyi hissetmesi” ya da günümüzün terminolojisiyle kendini gerçekleştirebilmesini anlar.
Kapitalizmde cazibe, değer yasasına (emek-zaman ölçütüne) dayalı meta fetişizmidir. Metaların gözalıcı ışıltılar yayan dünyası ne kadar büyüyorsa, ona köleleşen insanlar dünyasının o kadar sönükleşmesi ve küçülmesidir. Kaldı ki kapitalizmde, işçilerin kendileri için neyin yararlı neyin yararsız olduğuna, dolayısıyla neyin üretilip üretilmeyeceğine birlikte ve doğrudan, örgütlü ve bilinçli olarak karar verme olanakları bulunmadığından, cazibe kolayca toplumsal yararlılığı perdeleyip onun yerine geçer.
Fourier’de ise zevk ve cazibe, insanların birbiriyle ve doğayla dolaysız ilişkilerinin konusu ve amacı olarak, ölçülemez ve ölçülmesi de gerekmeyen kullanım değeridir. Onun çığır açıcı temel fikri şudur:
İnsanların hiçbir doğal içgüdü, eğilim, karakter özelliği bastırılmadan serbestçe geliştirme olanağının sağlanması, böylelikle bunları özgürce sınayıp yaşayarak gerçek ihtiyaçlarının neler olduğuna kendilerinin özgürce karar verebilme yeteneğinin geliştirilmesi. Bu fikir çığır açıcıdır çünkü: Bireyler kendi ihtiyaçlarına özgür, bilinçli ve ortak karar verebildikleri ölçüde, kendileri için neyin gerçekten yararlı, neyin yararsız veya zararlı olduğunu ayırt edebilirler.
Kapitalizmin, yararlılık ile cazibe arasında yarattığı uçurum ve karşıtlık, ancak bu temelde ortadan kaldırılabilir: Toplumsal-bireysel olarak gerçekten yararlı olan cazip, insanların tutku ve yeteneklerini harekete geçiren cazibe ise yararlı hale gelir. Yararlılık ile cazibe arasındaki çelişkinin aşılması, öyleyse şunları gerektirir:
- İnsanın ihtiyaç/doyum yeteneklerinin ilkel zorunluluk aleminin (bir lokma, bir hırka, bir dam) çok ötesine geçmesi.
- İnsanın gerçek istek, ihtiyaç, özlemleri ile toplumsal emeği arasındaki her türlü engelleyici, bastırıcı, çarpıtıcı kurum ve ilişki biçiminin ortadan kaldırılması.
Burada yalnız çalışmanın değil, eğitim, aile, ahlak, devlet vbnin de “zorunluluk alemi”nin ifadeleri olduğuna dikkat etmek gerekir. Bu yüzden Fourier, yeni yaşam idealine doğru, yalnızca “devlet olmayan devlet” değil, “emek olmayan emek”, “eğitim olmayan eğitim”, “aile olmayan cinsel ilişkiler”! tasarlamaya çalışmıştır. Yalnız çalışmayı değil, yönetimi, eğitimi, cinselliği bir zorunluluk (dolayısıyla baskı sorunu) olmaktan çıkarıp, gönüllülük, ihtiyaç, özgürleşme ve zevk haline getirme, ondaki dahiyene komünizm sezgisinin temelini oluşturur.
Tekrar günümüze gelirsek: Neoliberal kapitalizmin karlılık ve piyasasını genişletip çeşitlendirmek için bir yandan kitlelerin her türlü iç güdü, tutku, doyum yeteneği, yaşam tarzı farklılığı vb..’yi sonuna kadar kışkırtması, diğer yandan ise kaçınılmaz olarak artan sınırlama, muhafazakarlık ve tekçi egemenlik ile bastırması, kapitalizmin özsel çelişkisinin günümüzdeki en keskin, en patlayıcı ifadelerinden biridir. Bu çelişki Gezi tarzı isyan ve direnişlerin önemli bir dinamiğini oluştururken, 200 yıl öncesinden bize el sallayan Fourier’in dahiyane sezgilerini ancak bugün daha iyi anlamak mümkün hale gelmiştir.
Fourier Freud’a Karşı
Bu açıdan Forier’nin tam bir Freud karşıtı olduğu bile söylenebilir. Kapitalizmin tekelci aşamaya geçişiyle birlikte, psikanaliz teorisini Fourier ve Marx’ı çürütmeye adayan Freud; maddi refahın çalışma miktarı ve disiplinine bağlı olup, bununsa başta cinsel içgüdü (libido) olmak üzere tutku ve zevklerin doyurulmasıyla bağdaşmayacağını iddia eder. İnsanların kendiliğinden çalışmayacakları, bu yüzden “çalışmaya zorlayan, içgüdüleri basürıp disipline eden” bir düzenin her koşulda zorunlu olduğunu söyler. Buradan hareketle baskıcı siyasal-toplumsal disiplinin ve iç güdülerin basürılmasının son bulduğu bir “alün çağın” (doğrudan Fourier’ye ve Marx’a gönderme yapmaktadır) mümkün olmadığını, her türlü toplumun içgüdü ve özlemlerin bastırılması üzerine kurulmak zorunda olduğunu iddia eder.
Freud’un kötü ünlü tekelci kapitalizmi meşrulaştırma teorisinin doğruluk payı şuradadır ki, günümüz neoliberal kapitalizmi çalışmadan nefret eden işçileri daha fazla çalışmaya zorlamakla kalmıyor; eğitimden nefret eden çocukları daha çok eğitime, “kendiliğinden” daha çok çocuk yapmak istemeyen kadınları 3-5 çocuk yapmaya zorluyor!
Fakat Fourier ve Marx’ı değil, bizzat Freud’u çürüten, tam da o meşrulaştırmaya çalıştığı tekelci kapitalizm ve büyüyen çelişkileridir. Günümüzde toplumsal üretici güç ve yetilerin geldiği gelişme düzeyi, çalışmanın, eğitimin, beslenmenin, barınmanın, kadın-erkek, yetişkin-çocuk, insan-doğa ilişkisinin zorunluluk (yoksunluk ve baskıya dayalı) olmaktan çıkıp, daha yüksek ihtiyaçlar ve zevke dayalı hale gelmesini fevkalede olabilir kılıyor.
Günümüz kapitalizmi tüm içgüdüleri, zevk ve eğlence ihtiyacını sonuna kadar kışkırtırken, bir yandan artan ölçüde bastırmak zorunda kalması, şu çürüyen zorunlu çalışma, eğitim, aile vb kurumlarına hapsetmesi, onun iç çelişkinliğinin geldiği şiddet düzeyini sergiliyor. Fourier’nin büyük erdemi, insanın üretici güçlerin gelişmesiyle büyüyen ihtiyaç ve özlemlerinin kısıtlanıp çarpıtılmasıyla değil, özgür ve bilinçli hale gelmesiyle gerçek anlamda insanlaşacağını, bunun için de, üretken ve yaratıcı yetilerinin gelişmesini engelleyen insanlar arası ilişkilerin kökten değiştirilmesini gerektiğini ilk sezenlerden biri olmasıdır.
Bireylerin daha en başından itibaren aile, eğitim, ahlak vb yoluyla baskıcı ve kötürümleştirici biçimde uydurulduğu toplum anlayışından, kendi kararlarını bilinçli olarak kendileri verebilen çok yönlü gelişmiş bireylerin özgür birliği olarak toplum anlayışına doğru ilk adımlardan birini atmış Fourier karşısında Freud’inki ancak bir iğdişlik teorisi olabilir!
Bastırılmış ihtiyaçların çarpıtılarak yansıtıldığı toplumsal cazibe sembollerine, yani fetişlere (meta fetişizmi, para fetişizmi, devlet fetişizmi, din, aile, ulus fetişizmi, her türden cinsel fetişizm, vb) bağımlı hale gelmesi, böylece yoksunluğun sonucu olan fetişlerin, celladına aşık olmak gibi, düşünsel yoksunluğu da pekiştirmesi, kapitalizmin kapanıdır.
Fourier, diğer ütopik sosyalistler gibi, bu kölelik kurumlarından çekilen onca acıya karşın idealize edilmelerini, “yanlış bilinç” sorunu olarak görür. Yerine kendi “doğru kuramının” kabul edilmesiyle her şeyin değişeceğini sanacak kadar saftır. Fakat bu fetişistik bilincin de, mevcut kurum ve ilişki biçimlerinden kaynaklandığını belli belirsiz farkeden, insanların bilinç biçimlerinin değişmesi için de, ilişki biçimlerinin köklü biçimde değişmesi gerektiğini ilk sezenlerden biri odur.
Ne var ki, “bilincin değiştirilmesi için ilişkilerin değiştirilmesi, ilişkilerin değiştirilmesi için bilincin değiştirilmesi” kısır döngüsünü aşamadı. Bunun için proletaryanın yükselen devrimci ateşiyle tarih sahnesine çıkmasını ve Marx’ı beklemek gerekecekti:
“İnsanların koşulların (ilişkilerin-bn) ve eğitimin ürünü olduğunu söyleyen (kaba materyalist-bn) öğreti, koşulları üretenlerin de insanlar olduğunu ve eğiticilerin de (devrimci sınıf savaşımı pratiği ile-bn) eğitilmesi gerektiğini unutur.” “Filozoflar bugüne kadar dünyayı yorumladılar, oysa asıl mesele (bizzat kapitalizmin uzlaşmaz iç çelişkilerini ve tarihsel gelişme yönünü kavrayarak, bu temelde-bn) onu değiştirmektir.” (Marx, Feurbach Üzerine Tezler)
Bilimsel komünizmin ayrımı, kapitalizmin içindeki uzlaşmaz çelişkilerin tarihsel gelişim doğrultusu olarak yeni bir yaşama ve bunun, kapitalizmi yıkacak devrimci sınıf savaşımıyla gerçekleştirilmesine odaklanmaktır. Fourier’in sorunu ise, kapitalizmin iç çelişkilerinin de az çok farkında olmasına karşın, bunun yerine kapitalizmin gerçek işleyişi ile ideal algılanışı arasındaki görüngüsel çelişkiye odaklanmış olmasıydı. Şimdi bunu görelim.
Sismondi Üretici Güçler/Üretim İlişkileri Çelişkisini Seziyor: Tarihsel Materyalizmin Doğum Sancıları
Fourier’nin ekonomi-politik alanındaki öncülü Sismondi ve fizyokratlardır. Sismondi, kapitalist üretimin çelişkilerinin köklü biçimde farkındadır. Emek-sermaye çelişkisi, servet birikiminin yoksulluğu büyüterek gelişmesi, özellikle de kapitalizmin özsel çelişkisi olan üretici güçler ile üretim ilişkileri çelişkisi ve bundan kaynaklanan aşırı üretim krizleri!
Bir yanda üretici güçlerin alabildiğine gelişmesi ve aynı zamanda nakde çevrilmeyi gerektiren metaları da içeren servet artışı; öbür yanda, sistemin, üreticiler kitlesinin gerekli geçim araçları ile sınırlandırılması olgusuna dayanması. Sismondi, Ricordo’nun raslantısal saydığı kapitalizmin krizlerinin kapitalizmin iç çelişkilerinin kaçınılmaz sonucu olduğunun ve üretici güçlerin gelişimiyle giderek şiddetlenen sarmal bir karakter taşıdığının da fevkalade farkındadır. Fakat bu onulmaz kriz ve çelişkilerin nasıl çözüleceği konusunda: Üretici güçleri mi kısıtlamalı (kapitalizmden geriye doğru ütopik-gerici yaklaşım) yoksa üretim ilişkilerini mi üretici güçlere uyumlu kılmalı (kapitalizmden ileriye doğru bakış) diye yalpalar durur. Sık sık kapitalizm öncesi üretim biçimlerine övgüler düzer (ütopik-gerici yaklaşım), yer yer de bir yeniden dağılım düzenlemesiyle (çelişkiyi üretimden bölüşüm sürecine kaydırarak) üretimle gelir dağılımını umutsuzca uyumlu hale getirme çabasına girişir (ütopik-reformist yaklaşım). Ama bölüşüm sorununun, yani bir kutupta servet diğer kutupta sefalet birikiminin, mevcut kapitalist üretim ilişkilerine dayandığını anlamaz. Çünkü güçlü biçimde eleştirdiği kapitalizmin iç çelişkilerinin neden kaynaklandığını anlamaz, dolayısıyla nasıl çözülebileceğini de anlamaz. Kapitalizmin iç çelişkilerinin üretimdeki kökenini ve nasıl çözüleceğini anlamasa da, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasında uyum olması gerektiği, servetin ancak yoksulluğu büyütme temelinde biriktiği ve durmaksızın daha şiddetle kendi iç sınırlarına tosladığı kapitalizmde ise bunun mümkün olmadığını, kapitalizmin kendi kendisiyle çelişik ve dolayısıyla tarihsel olarak geçici bir sistem olduğunu, belli belirsiz de olsa ilk sezme onuru Sismondi’ye aittir. (Bkz. Marx’ın Sismondi değerlendirmeleri, Artı-değer Teorileri, 3. Kitap)
Walter Benjamin’in Fourier’in Ütopyasını Çözümlemesi
Sismondi’den etkilenen Fourier onu da bir adım ileriye taşır, fakat tabii o günün koşullarında onun eklektizmini aşamaz.
Fourier’nin yaşadığı dönem Fransa’nın büyük modem kapitalist sanayi ve kentlerin henüz yeni yeni emeklemeye başladığı, zanaat ve manüfaktür tarzı üretimin egemen olduğu bir dönemdir. Bu yüzden, dahiyane biçimde sezdiği kapitalizmin çelişkin tarihsel gelişme eğilimiyle kendi dönemini ve prekapitalist kalıntıları iç içe geçirdiği bir tür “zanaat ve manifaktür sosyalizmi”dir onun ütopyası.
Uyum Toplumu’nda günümüzden bakıldığında bile daha ilerilere giden dahiyane sezgilerle, sanayi kapitalizminden geriye giden çocuksu ve büyülü masal dünyasının iç içe görmemizin nedeni budur.
Walter Benjamin’in Fourier üzerine incelemesi, geçmiş, bugün ve geleceğin inanılmaz ve büyülü kurgularla iç içe geçtiği bu “büyük tarihsel dönüşüm ve kriz dönemi” ütopyalarını çok iyi anlatır:
“Başlangıçta hala eskisinin egemenliğindeki yeni üretim araçları formuna, içinde yeninin eskisiyle karışık bir varoluş kazandığı kolektif bilinçaltındaki imajlar tekabül eder. Bunlar arzu-imajlardır ve toplum bunların içinde üretim düzeninin yetersizliklerini hem ortadan kaldırmaya hem de dönüştürmeye çalışır. Üstelik, bu arzu-imajlarında kişinin kendini zamanı geçmiş olandan -yani, yaşanıp tükenmiş olandan- çıkarıp kurtarmak uğruna giriştiği empatik arayışlar da kendilerini ortaya koyarlar. İşte bu yönelim ve arayışlar imaj üreten fantazyayı, gücünü ve itkisini yeni-olandan kazanarak geriye, arkaik geçmişe (yabancılaşma-öncesi yaşama) yöneltir.” (Walter Benjamin, Arkadlar Projesi)
Yani büyük tarihsel kriz ve dönüşüm dönemlerinde ortaya çıkan ve bunlarla başetme çabasının ifadesi olan büyük ütopyalarda, eski biçim içinde yeni içerik, yeni biçim altında eski içerik, gelecek korkusuyla geçmişe özlem, bugünden nefret ve geçmişin geri gelmeyeceği sezgisiyle ideal gelecek kurgusu, hepsi iç içe geçer.
Fakat ne geçmiş eskisi gibi bir geçmiş, ne bugün bilinen bir bugün, ne de gelecek söylendiği gibi bir gelecektir, hepsinin karışıp birbirini dönüştürmesinden, hepsinin toplamından farklı, bambaşka bir şey, yoğunlaştırılmış bir düş gücü olarak ortaya çıkar ütopya.
Ve bu, genellikle sanıldığı gibi basitçe çocuksu düşler değil, Marx’ın Fourier’den hem esinlenerek hem de eleştirerek kullandığı “tutkulu gerçekçilik” kavramının çağrıştıracağı gibi, bir tür gerçekliği anlama ve (hayali) dönüştürme çabasıdır.
Klasik ütopyacılar, anlamadıkları ya da anlamakta güçlük çektikleri yıkıcı değişimlere, ilkin geçmişteki bilinen imgeleri idealize edilmiş biçimiyle iliştirerek, hem değişimi anlaşılır hale getirmeye hem de ehlileştirmeye çalışır. Ama bu daha büyük tutarsızlık ve gerilimler doğurur, ve bu kez onu geleceğe farklı bir açıdan bakmaya sürükler: Üretici güçlerin ve yeni olanın yıkıcı ve felaketli gelişimi, onu engelleyen mevcut toplumsal üretim ilişkileri içinde değil de, farklı ilişki biçimleri içinde olsaydı hangi değişim ve olanaklara sahip olurduk diye, buna uygun yeni ilişki biçimlerini, en azından sezgisel olarak, tasarlayıp araştırmaya yönelir.
Bu yüzden büyük ütopyaların inanılmaz görünen ya da lanetlenip bir tarafa atılan fantezi dünyaları, sanıldığından çok daha fazla gerçekçilik, ama “tutkulu gerçekçilik” ya da “gerçekçi düş gücü” içerir. Tabii, anarşistler veya liberter sosyalistler gibi günümüzde halen Fourier’yi birebir uygulamaya çalışanlar açısından değil, Marx gibi ütopik sosyalistler içindeki bu “tutkulu gerçekçilik” tohumlarını çıkartıp yeni bir temelde işlemeyi bilenler için.
Çünkü ütopya, ama hamasi olmayan gerçek ütopya, büyük tarihsel dönüşüm süreçlerinin anlaşılmasına ve bunun içindeki ütopik-olmayan yeni yaşam olanaklarının farkına varılmasına doğru atılmış bir adımdır.
Fourier Fransa’da o dönem yeni yeni emekleme aşamasında olan büyük modern kapitalist sanayi ve büyük kentlerin olmadığı, kent ve manifaktürün ise tarımın uzantısı olarak varolduğu; tarımsal üretkenliğin çok hızlı artüğı bir bolluk toplumu hayal eder. Bu sınırlar içinde, kapitalist üretim tarzını yalnız “düzeltmek”le kalmayan, yadsıyan ve aşan komünal bir üretim ve yaşam tarzı tasarlamaya çalışır.
Marx’ın vurguladığı gibi onun komünizm düşüncesine en büyük hizmeti, bölüşümü düzeltmeye çalışmakla yetinmeden, asıl üretim ilişkilerinin değiştirilmesini öngörmesidir.
Özel mülkiyeti kaldırmaya yanaşmamakla eleştirilmiştir. Doğrudur, özel mülkiyeti tümüyle kaldırmayan, ancak “bileşik mülkiyet” temelinde hisse payı olarak koruyan bir tür “anonim şirket” biçimde topluluklar düşünmüştür. Yine sosyalizmin kendisi değil, önkoşulu!
Fakat onun tasarlamaya çalıştığı komünal üretim ve yaşam tarzı, zaten özel mülkiyet ve meta ilişkileri ile bağdaşmaz. Diğer taraftan sosyalizmin mülkiyet ilişkilerine, kolektif mülkiyet (hatta sadece kamusal mülkiyete) indirgenmesi, revizyonizmin ta kendisidir. Mülkiyet ilişkileri üretim ilişkilerinin temeli değil, Marx’ın sayısız kez göstermiş olduğu gibi, (devlet güvencesindeki) hukuki biçimidir. Ütopik sosyalistlerin proleter devrimle iktidar alınmadan ve özel mülkiyet kaldırılmadan toplumsal sistem değişimi hayalleri onların en safdil yanıdır. Diğer taraftan sosyalizmi salt mülkiyet ve iktidar ilişkileri sorununa indirgeyen, çalışma, yönetim ve yaşam tarzında köklü bir değişim derdi olmayan geleneksel sosyalizm anlayışı da aynı ölçüde sorunludur. Komünist devrim, yalnız mülkiyet ve iktidarın sınıfsal el değiştirmesi değil, insanlar arasındaki ve insanla doğa arasındaki tüm ilişki biçimlerinin baştan aşağıya değişmesidir.
Kapitalizmin Gerçek Uzlaşmaz İç Çelişkileri mi, Gerçek Kapitalizmin “İdeal Kapitalizm” ile Çelişkisi mi?
Ütopik sosyalizmin asıl sorunu, biri görüngüsel diğeri gerçek iki çelişkiyi birbirinden ayırt edememeleridir.
Görüngüsel çelişki, burjuva devriminin vaatleri ile burjuva toplumun gerçek işleyişi ya da aynı anlama gelmek üzere, kapitalizmin zorunlu işleyiş biçimi ile meta fetişizmine dayalı ideal algılanışı arasındaki çelişkidir.
Kapitalizmin gerçek işleyişi ile bilince yansıyan meta fetişizmine dayalı “ideal kapitalizm” hayali arasındaki zorunlu ayrımın yapılmamasının kaçınılmaz sonucu, ütopik-reformizmdir. (Meta fetişizmiyle her şeyin başaşağı algılanması nedeniyle, sanki “ideal kapitalizm” beklentisi aslında gerçek kapitalizmmiş de, bir takım kötü yöneticiler, rantçılar, yolsuzlukçular, vb nedeniyle bozulmuş gibi görünür.)
Proudhon dahil, sonraki ve günümüzdeki bütün küçük burjuva ütopik reformistler, kapitalizmin kafalarındaki ideal yansısını, nafile biçimde ve safça realize etmeye çalışır durur! Tüm programları şundan ibarettir: “İdeal kapitalizm ve demokrasiyi burjuvazi gerçekleştiremez, onun yerine biz gerçekleştiririz!”
Gerçek kapitalizmin gerçek çelişkisi ise, bizzat kapitalist sistemin içindeki uzlaşmaz sınıfsal- toplumsal-cinsel vd çelişkilerin ve tarihsel gelişim sürecinin kavranmasıdır. Ancak gerçek kapitalizmin gerçek uzlaşmaz çelişkilerinin açığa çıkarılması ve tarihsel gelişim sürecinin bilimsel olarak araştırılıp kavranmasıyladır ki, bilimsel komünist devrimci çözüm yolu ortaya konabilir ve örgütlü ve bilinçli olarak uygulanabilir. İşte bu, bilimsel komünizmdir.
İlk büyük ütopik sosyalistler ise, kapitalizm ideal vaat ve algısı ile gerçek biçimi arasındaki görüngüsel çelişki üzerinde durdular ve bunu kurgusal olarak düzeltmeye çalıştılar. Yanlış giden şeylerden iyi niyetle vazgeçilmesi ve onların düşüncelerinin benimsenip uygulanmasıyla herkes için mutluluk gelecekti! Bu ütopik sosyalizmin ütopik-reformist, yani metafizik yönüdür.
İlk büyük ütopik sosyalistler, diğer taraftan kapitalizmin onulmaz iç çelişkilerinin ve dolayısıyla tarihsel gelişim yönünün (yerini yeni ve daha yüksek bir üretim ve yaşam tarzına bırakacağının) az çok farkındaydılar. Bu da ütopik sosyalistlerin sosyalist damarını oluşturur. Özel mülkiyet, işbölümü, aile ve evliliğin, (hatta Fourier’de ulusların da!) kaldırılacağı, devletin sönümleneceği, komünler temelinde örgütlenmiş, özgür, çok yönlü gelişmiş, kendi kararları kendileri veren bireyler ve herkese ihtiyacına göre bolluk toplumu olarak komünizme dair açık ya da tohum halindeki dahiyane öngörüleri bu temeldedir.
Onların yeni ve daha yüksek bir yaşam tarzına, sadece bu düşüncelerin kabul edilmesiyle geçileceği inancı aşırı hayalperest ve reformist, fakat daha burjuva devrimlerin şafağında ufku kapitalizmi çok aşan (ve yıkmadan gerçekleşmesinin yolu açılamayacak) düşünceleriyle devrimcidirler. Günümüz solcuları ütopik sosyalistleri adet olduğu üzere küçümseyebilirler, ama kamuculuk, güvence ve demokrasiden ibaret programları, Fourier’nin kapitalizmden komünizme geçişin ilk evresi olarak öngördüğü “yarı ortaklaşmacı güvence toplumu”nun bile gerisindedir.
Ütopik Sosyalizmin Çelişkin Eğilimlerine Doğru Ayrışması
Burjuva aydınlanmacı filozoflar (ansiklopedistler) ortaçağı iğneden ipliğe keskin bir eleştiriden geçirmişlerdi. Burjuva aydınlanması ve devrimlerinin vaatleri (“eşitlik, özgürlük, kardeşlik, barış, adalet”) ile gerçekleri arasındaki korkunç tezat ise, ütopik sosyalistleri ortaya çıkardı.
Ütopik sosyalistler eleştirilerini kapitalizm ve burjuvaziye yöneltmeye başladılar. Yeni bir yaşam hayal ettiler. Toplumsal çatışmanın herkesin gördüğü ve bildiği biçimde burjuvazi ve feodaller arasında sürdüğü, iktidarın ikisi arasında gidip geldiği, burjuvazi iktidarı alsa bile elinde tutacak güce sahip olmadığı, işçi sınıfının henüz acı çeken ve korunmaya muhtaç bir kesim olarak göründüğü, hele ki büyük modern kapitalist sanayi arifesi koşullarındaki Fransa’da daha fazlası da pek mümkün olmazdı.
Burjuvazi halen tek başına iktidarda değildi, iktidarı tek başına alacak, alsa bile elinde tutabilecek güce de tam sahip değildi. İngiltere’de aristokrasinin iktidarını ucundan paylaşıyordu, Fransa’da ise daha da zayıftı. İşçi sınıfı ise en azından 19. yüzyılın ilk çeyreğinde iktidara aday olacak bir sınıf olarak görülmüyordu. Bu yüzden burjuvaziyi de keskin biçimde eleştirmekle birlikte, aristokrasiye karşı ehven-i şer ve işçi sınıfı ile aynı safta görerek, “yanlış önyargılarından” vazgeçip kendi düşüncelerini benimsemesi için, yine burjuvazinin “vicdan, akıl, sağduyu” ve tabii bir de para keselerine seslenmek gibi umutsuz bir işe kalkıştılar.
Başlangıçta burjuvazi de Saint Simon, Robert Owen ve Fourier’yi pek sorun etmiyor, hayırseverlik ve reformculuklarına işçi sınıfı içinde giderek artan takipçileri nedeniyle, işçi sınıfını aristokrasiye karşı mücadelesinde yedekleyebilmek için göz yumuyor, hatta övüyordu. Fakat ne zamanki işçi sınıfı yükselişe geçti ve buıjuvaziye tehdit etmeye başladı (Lyon 1830 ayaklanması, İngiltere’de Çartist Hareket, Avrupa’da 1848 devrimleri), burjuvazi tarafından aforoz edilip ağır baskılara uğramaya başladılar. İşçi sınıfı uslu durduğu, ütopik sosyalistler de propaganda ve küçük ikarya deneyleri ile yetindiği sürece, liberal burjuvazinin onlarla sürdürdüğü ittifakı çöktü ve kanlı bıçaklı sınıf düşmanlığı dönemi başladı.
1848 devrimlerinde işçi sınıfının başında Saint Simon ve Fourier’in öğretilerini benimsemiş işçiler de vardı. Ne var ki, Marx ve Engels’in kuvvetle vurguladığı gibi, ilk büyük ütopik sosyalistler kendi özgül tarihsel geçiş süreci içinde devrimciyken, müritleri birer tarikata dönüşerek yozlaşmış, işçi sınıfının yükselişe geçmesiyle de bu tarihsel rollerini yitirmeye başlamışlardı.
Nitekim Fourierci ve Saint-Simoncılar 1848’te işçi sınıfı adına bu kez küçük burjuvazi ile ittifak yaptılar, işçi sınıfının (ütopik sosyalizm damarından gelen) sosyalist taleplerinin devrimci sivriliği giderildi ve bunlara demokratik bir ifade verildi, küçük burjuvazinin siyasal talepleri yerine de sosyal reformist yönü öne çıkarıldı. Böylece sosyal-demokrasi doğdu!
“Sosyal-demokrasinin özel niteliği… iki ucu, yani sermaye ile ücretliliği, ortadan kaldırmak değil, ama bu iki uç arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi hafifletmek ve bir uyuma dönüştürmek istemesinde özetleniyordu. Bu toplumun demokratik yolla dönüştürülmesidir, ama bu, küçük burjuva çerçevesinde bir dönüşümdür.” (Marx, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i)
Böylece ütopik sosyalizmin eklektik karakteri içindeki iki yönünün de birbirinden ayrışarak tarihsel-mantiki gelişim sonuçlarına varıyordu. Sosyal reformist, uzlaşmacı, “düzeltilmiş kapitalizm” hayalleri yönü, komünist ufuk ve tohumlarından arındırılıp sosyal-demokraside kemale eriyordu. Ütopik ve reformist yönlerinden arındırılarak geliştirilen komünizm ufku ve tohumları ise, bilimsel ve devrimci bir karakter kazanarak, tarihsel-mantıksal sonucuna Marksizm ve bilimsel komünizmde varıyordu!
Fourier’den ve ütopik sosyalistlerden, günümüzde anarko-sosyalistlerin yapmaya kalkıştığı gibi, onları Marx ve Lenin’den yalıtarak ya da Marx ile Fourier’yi eklektik biçimde sentezlemeye çalışarak değil, fakat onlara Marksist bir gözle bakarak daha öğreneceğimiz çok şey vardır.
Ütopik sosyalizmden komünist devrimciliğe geçiş süreci, gerçek anlamını büyük burjuva devrimlerinden sonraki büyük hayal kırıklığı, feodalizmden kapitalizme büyük dönüşümün çalkantı ve sarsıntıları, kapitalizmin ilk büyük devrevi krizleri, ilk büyük işçi isyanları, çalkantılar, isyanlar, devrimler, karşı devrimler, savaşlar, büyük ütopyalar ve Marksizmin ilk gelişim evresiyle 1800’lü yılların ilk yarısı, günümüz dönüşüm sarsıntılarına da ışık tutabilecek, tarihin en zengin dönemlerinden biridir.
Bilimsellik adına büyük tarihsel dönüşüm süreçlerinde ortaya çıkan sosyal düş gücünü yadsıyarak değil, fakat onda “tutkulu gerçekçilik” adına ne varsa alarak, sınıfımızın ufkunu komünist devrimciliğe geliştirmek için.