SANATSAL İNANCIMIZ
“İnsanın beş duyusu tarihin ürünüdür”… Bilim, sanat ve tüm düşünsel faaliyetler bu temel üzerinden geleceği üretirler. Çünkü tarih, geçmiş-bulunduğumuz an-gelecek arasında süren diyalektik bir diyalogdur. Bizlerde bu tarihsel sohbetin içinde, geleceği üretecek bir izi sürmekteyiz. Diyalog kopuklukları, küskünlükler, kayıtsız kalan tutumlar, bizim izini sürdüğümüz gerçekliklerdir. Bu anlamda tiyatro sanatı, yaşamın içinden gelen, hatta zaman zaman yaşamın kendisinden daha iddialı olabilir. İddialı diyoruz, çünkü yaşamın gerçek yüzü içinde toplumlar görünen gerçeğin arkasını, yani hakiki olanı göremeyebilirler. Tiyatro sanatı bu diyaloğu da kurar.
İnsanileşme sürecini yaşayan toplumların, sürekli ileriye doğru evrilen zaman akışı içindeki gelişiminin en belirgin örneği “tarihin sınıf mücadeleleri tarihi” olduğu gerçeğidir. Sınıfsız, sömürüsüz bir toplum, insanileşme sürecini devrimci bir yükselişle ileriye sıçratmıştır. Tüm insanlık tarihi bu gerçeklerin tarihidir. Tiyatro sanatı bu gerçeğin de izini sürer.
Tiyatro sanatı insanın sanatıdır. İnsandan başlayıp insana döner. Duygularını ve düşüncelerini ifade etmek insanoğlunun gereksinimidir. İnsanın açlığı sadece yemekle ifade edilemez. Tiyatro sanatının doğuşuna kaynaklık eden, ilkel toplum insanının dansı ve diktiği totem, onun yaşamsal bir gereksinimidir. İnsanın gelişimi iki yönde olmuştur: Maddi ve manevi. Bu ikilik, özellikle ilkel toplumlarda daha belirgin hale gelmiştir. Örneğin: “Bali Adası’nda kapitalist ideolojiden henüz etkilenmemiş olan halk, maddi ve manevi sistemler arasında kendine bir denge kurmayı başarmıştır. Her köy yılda bir kez topluluk bireylerinin tek tek katılımıyla bir opera yaratır. Böyle bir dengeye, herkesin geçimini sağlamak için çalıştığı, ama aynı zamanda festivallere, dindışı şölenlere ya da dinsel yortulara katıldığı, dünyanın başka yörelerinde de rastlayabiliriz. Bireyin katılımı, müziği yaratması, dansı yapması, kıyafetleri, dekoru vb. oluşturması yoluyla gerçekleşir.”
Ama bu kendine has bir uyumu olan denge, büyücü topluluktan ayrılınca bozulmuştur. Prens ünvanını alan şef, köyü bırakıp gitmiştir. Müziği, dansı, resmi sevdiği için büyücüyü de yanına çağırır. İşte sanatçı, köyünü böyle terketmiştir. Sanatçılar yavaş yavaş halk kültürüne sırt çevirip kendilerini prenslere, paşalara, egemen sınıflara adamışlardır. Dengesizlik böyle oluşmuştur. Sanatçılarını ellerinden kaçırıp önce soylulara, sonra din kurumlarının ileri gelenlerine, en sonunda da para babalarına kaptıran halklar varını yoğunu terketmek zorunda kalmışlardır.
Demek ki artık egemen sınıflar için oluşturulan bir sanatla karşı karşıyayız. Halk ise artıklarla yetinmek zorunda kalmıştır. Oysa halkın özgün bir kültürü vardır. Ama bu kültür ne yazık ki zayıflamaktadır. Çünkü doymak bilmez egemen sınıflar, çıkarları uğruna halkın son “büyücü”lerine de el koymuştur. Üstelik köyler giderek boşalmakta, köylüler duygularını dile getiremedikleri koca kentlere yığılmaktadırlar…
Günümüzün gerçeği olan kapitalist üretim biçiminin egemenlerinin “kültürü”, kendine kitlelerle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir yöneliş ve bir işlev bulmuştur. Kitlelere ise kalitesiz romanlar, sıradan şarkılar, yani kültür düzeyi düşük yan ürünler bırakılmıştır. Senfoni konserlerine, tiyatrolara kimler gider? Kimler kitap ya da müzik eserleri satın alır? Resim ya da heykel sergilerini kimler gezer? Sözgelimi, ülkemizde yaklaşık olarak 70 milyonu bulan nüfustan kaçta kaçı bu sanatsal etkinliklerden yararlanabilmektedir? Belki beş yüz bin, belki bir milyon kişi.
Sadece onlardır Kültür Bakanlığı’nın parasal desteğinden yararlanabilen; kendi sanat eleştirmenleri vardır; gazeteler onlara uzun sütunlar ayırır; analizler, tartışmalar, söylevler yayınlar!.. Yaklaşık olarak yetmiş milyon içinde bir milyon! Geriye kalanlar ise dışlanmışlardır. Halkın içinden çıkan sanatçıların geldikleri durum da bundan farklı değildir.
Geldiğimiz bu noktada, biz Halk Sahnesi Oyuncuları olarak gönül rahatlığı içinde şunu söyleyebiliyoruz: Halkının arzularına, kültür birikimine, sorunlarına ilgi duymayan tüm sanatçılar suçludur! Hepimizin bildiği gibi, egemen sınıflar halkın dehasını çürütmek için elinden geleni yapıyor. Halkları kültürün yan ürünleriyle sersemletiyorlar. Bu ürünlerin üretilmesinde ön ayak olan herkes suçludur! Sanatçı bir yaratıcı olarak, tekrar halkıyla ilişki kurabilmelidir.
Bu ilişki, sanatçının yaratısı sürecinde esas belirleyici olandır. Yaratıcı ile halk arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Halk doğrudan yaratıcı değildir; yaratıya sanatçı aracılığıyla katılır. Halk sanatında bile halk doğrudan yaratıcı değildir. Müziğe, dansa, resme karşı özel yeteneklere sahip bireyler aracılığıyla ifade eder kendini. Ama yine de halkın rolü belirleyicidir, çünkü o sanatçının doğal çevresini oluşturur. Halk, sanatçının estetik seçimlerine seyirci kalmakla yetinmez. Kavgası, umutları, sürekli gelişim arayışı, çelişkileri, sevgileri, nefretleri ve özgürlüğe doğru karşı konulmaz atılımıyla eserin hem esin kaynağıdır hem de yönlendiricisidir. İşte halkın katılımı ve halk sanatı budur. Halkın tartışılmaz yaratıcı işlevidir bu. Günümüzde böyle bir diyalog hiç de kolay değildir ama onu olanaklı hale getirmek için her türlü mücadeleyi yürütmeliyiz.
GENÇ – SEYİRCİ TİYATROSU’NDAN
HALK SAHNESİ OYUNCULARI’NA
Bulunduğumuz topraklar tiyatro sanatı açısından çok verimli topraklardır. Yüzyıllar boyunca evrilen bu gerçekler bizi şekillendirmiştir. Bulunduğumuz an içinde bizler geldiğimiz bu süreci ileriye nasıl sıçratacağız? İşte bu soru bizleri dinamik kılacak olan bir sorudur. Tarihimizdeki bereket şenliklerinden, Karagöz ve Hacivat’a, köy seyirlik oyunlarımızdan, ortaoyununa kadar gelen oluşmuş birikim, tiyatromuzun bulunduğu durumun kökleridir. Bizler beş duyumuzda bu birikimi taşımaktayız.
Muhsin Ertuğrul’un yönetimindeki Darülbedayi’den, Devlet Tiyatroları’na ve özel tiyatrolara kadar bir çok pratik, tiyatro adına çeşitli örnekler sunmuştur ülkemizde. Ancak, 1960’lı yılların başı, özellikle ülkemizde tiyatroyu geldiği noktadan çok farklı noktalara sıçratmıştır. Emekçi kitlelerin toplumsal muhalefetini yükselttiği bu yıllar, tiyatroda devrime neden olan bir tarihsel süreçtir. Devrimci tiyatronun doğuşu tiyatroda devrime neden olmuştur. 1980 12 Eylül’üne kadar gelen bu süreç içinde son derece üretken, dinamik, halkçı oyunlar, oyuncular, tiyatrolar ve büyük ustalar tanımıştır toplumumuz.
Genç Oyuncular, devrimci sokak tiyatroları, Halk Oyuncuları, Ankara Sanat Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu gibi gruplar o yıllar içinde tiyatromuzun gelişimine büyük katkılar sunmuşlardır. Yine o dönem içinde, Haldun Taner, Asaf Çiyiltepe, Güner Sümer, Vasıf Öngören gibi büyük ustalar ürettikleriyle renklendirmişlerdir tiyatromuzu.
Kısaca özetlediğimiz bu sürecin getirdiği birikim, 12 Eylül sürecinden sonra, gelmekte olan genç kuşaklardan koparılmıştır. Belleksiz ve tarihsiz bir hale getirilmeye çalışılan genç kuşaklar, bu birikimden kopuk olmaları nedeniyle yeni bir yönelişin izini de sürememektedirler. Özellikle 1989 yılı, sözünü ettiğimiz bu gerçeklerin üzerine daha fazla katkı sunmuştur. Yıkılan duvarlar, egemen sınıflarda ve onların işbirlikçilerinde bir şenlik havası doğururken, hiç bir şeyden haberi olmayan genç kuşakların yüzünde anlamsız bir ifade olarak belirmiştir. Yıkılan duvarların altında kalan sosyalizm olmamış, insanileşme süreci içindeki halkların ezilen kesimleri olmuştur.
Bizler böyle bir süreç içinde, yani tam 1989 yılında ilk önce Genç-Seyirci Tiyatrosu adı altında kurulduk. Genç-Seyirci adını, mücadelesinde dinamik, üretken, halkından kopmamış genç bir düşüncenin temelinden alıyordu. Genç olanlar bizdik ve geleceği yaratmaya aday olan dinamik, genç seyircileri hedefliyorduk. İlk oyunumuz olan “Pantolonlu Bulut”u, Dostlar Tiyatrosu’nun salonunda sahnelemeye başladık. 1989 yılından beri süren gerek turnelerimiz, gerekse yerleşik salonlardaki mücadelemizi günümüze kadar getirmeyi başardık. Herkese her koşulda açık olan, atölye çalışmalarımızla genç kuşaklar içinden yeni halk sanatçıları kazandırma çabalarımız halen sürmektedir. İktisadi şiddet gören halk çocuklarını tiyatro sanatından uzaklaştırmaya çalışan güçlere karşı, inatla; araştırmacı, üretken, cesur bir genç kuşağı ortaya çıkarabilmek en büyük tutkumuz.