Tavtati Kütüpati
Yazan : Genç Oyuncular
KİŞİLER
BİR
İKİ
ÜÇ
DÖRT
BEŞ
Bu oyun ilk defa 11 Kasım 1958 tarihinde Genç Oyuncular tarafından Galatasaray Lisesi’nde oynanmıştır.
ÖNOYUN
(Dekorsuz, bomboş bir sahne. Işıklar geldiğinde BİR, İKİ, ÜÇ, DÖRT, sahnenin ortasında toplanmışlar, kimi oturuyor, kimi ayakta, görünmeyen bir fotoğrafçıya poz veriyorlar. Ayakta duranların arasında sanki bir beşinci kişi varmış gibi biri kolunu bu görünmeyen kişinin omzuna atmış, öbürü de ona boynuz takmış. Yüzlerde tatlı birer tebessüm – biraz da zavallı. Öylece dururlar. Yirmi saniye kadar. Sonra hep birden dağılırlar.)
BİR – (Cebinden kâğıt, kalem çıkarır) Efendim, fotoğrafçı arkadaşımdır. Resimleri ondan alır almaz size veririm. Yalnız adlarınızı bana söylemeniz lâzım. (Bir kenarda, oturan İKİ’ye yaklaşır) Sizinki neydi, beyefendi?
İKİ – (Cevap yok. Kendi alemine dalıp gitmiştir. BİR kulağının dibine yaklaşarak öksürür. İKİ birden korkuyla döner) Ne buyurmuştunuz, beyefendi?
BİR – Adınızı sormuştum, efendim.
İKİ – Niçin sorduğunuzu anlayabilir miyim?
BİR – Hani canım resim çektirmiştik ya…
İKİ – E yani?
BİR – İşte onun için.
İKİ – Ne demek, onun için? Onunla bunun arasında ne ilgi var?
BİR – Yani, demek istediğim, fotoğrafları gönderebilmek için… Anlatabildim mi?
İKİ – Farz edelim ki öyle olsun.
BİR – İşte onun için beyefendi, adınızı soruyorum.
İKİ – Ne diye?
BİR – Off!.. Nasıl anlatsam bilmem ki…
İKİ – Artık orasını da siz düşünün. Yalnız şurasını da bilin ki sizinle geçirecek fazla vaktim yok benim. Ne söylemek istiyorsanız mümkün olduğu kadar çabuk söyleyin, anladınız mı?
BİR – Efendim, işin kısası: adınız ne?
İKİ – Hah, öyle söylesenize, canım. Bakın şimdi ne güzel anlaşıyoruz. (Birden tamamen ters bir tonda) Adımdan size ne?
BİR – Efendim, kaybedecek zamanım yok diyorum size, lütfen adınızı söyleyin.
İKİ – Gidin efendim, gidin işinize. Bu ne samimiyet! Her önüme gelene kendimi takdim etmeye kalksam…
BİR – Efendim, sizinle tanışmak isteyen filân olmadı. Sadece adınızı sormuştum.
İKİ – Bu tanışmak değil de nedir? İstemiyorum, dostluğunuz da sizin olsun, arkadaşlığınız da. Sizin gibileri çok iyi tanırım ben, büyük dostlar…
BİR – (Fısıltı halinde, kulağımın dibinde) Adınız, adınız…
İKİ – Çekilin başımdan! Sizinle geçirdiğim şu kadar zamanı daha faydalı bir işe harcayabilirdim. Çekilin başımdan yoksa karışmam.
BİR – Efendim, ben size bir şey yapmadım ki, sadece adınızı sordum.
İKİ – Ee, sıktınız artık! Ne kadar da uğraşsanız size adımı söylemeyeceğim, benimle dost olamayacaksınız.
BİR – Peki efendim, peki. (Gidiyormuş gibi yapar. Bir iki adım. Birdenbire geri döner) Adınız ne, adınız?
İKİ – Tavtati Kütüpati.
BİR – Efendim?
İKİ – Tavtati Kütüpati.
BİR – Tavtati?
İKİ – Kütüpati.
BİR – (Yazarak) Kü-tü-pa-ti. Teşekkür ederim, efendim. (Gitmeye davranır)
İKİ – Ya sizinki neydi?
BİR – Şimdilik müsaadenizle. Sonra da görüşürüz inşallah. Tanıştığımıza çok memnun oldum.
İKİ – Adınız ne, diye sormuştum.
BİR – Emredin?
İKİ – Adın ne?
BİR – Tavtati Kütüpati.
İKİ – İyi.
BİR – Gidebilir miyim? (İKİden cevap yok)
ÜÇ – (DÖRTe yaklaşarak) Hey, bana bak, o sana boynuz taktı. (İKİyi gösterir)
DÖRT – Boynuz mu taktı? O da ne demek?
BİR – (ÜÇle DÖRTün yanına yaklaşarak DÖRTe) Adınızı söylerseniz…
DÖRT – (BİRe) Efendim?
BİR – Arkadaştan resimleri alıp…
İKİ – Resmin boynuzlu çıkacak.
DÖRT – (BİRi göstererek ÜÇe) Arkadaşın boynuzları mı çıkacak?
ÜÇ – Hayır, senin.
BİR – Resimleri verebilmek için…
DÖRT – Senin?
BİR – Hayır, bizim dördümüzün resmi.
İKİ – Boynuz taktı.
DÖRT – Resim bize?
BİR – Fotoğrafçı arkadaşım…
ÜÇ – Kocaman bir boynuz!
DÖRT – Biz resme?
BİR – O bana verecek resimleri.
ÜÇ – Boynuz taktı, alay etti.
DÖRT – Resimleri kime taktı?
BİR – Adınız ne, adınız?
ÜÇ – Boynuz, boynuz!
BİR – Adınız?
ÜÇ – Boynuz!
DÖRT – (ÜÇe) Adınız? (BİRe) Boynuz.
BİR – Teşekkür ederim. (Yazar) Boynuz. Kuzum boynuz neniz oluyor, adınız mı, soyadınız mı?
DÖRT – (Aptal aptal tekrarlamaktadır) Adınız, boynuz, adınız, boynuz…
BİR – (Bağırır) Dur! (Sessizlik) Adınız ne? Adınız ne?
DÖRT – (Tekrarlar) Adınız ne, adınız ne…
BİR – (Bir tokat atar) Sus! (Sessizlik) Adın ne?
DÖRT – Sus, sus, sus, sus,
BİR – Ay deli olacağım şimdi.
ÜÇ – Boynuz, boynuzu unutma.
BİR – Dur be sende. Çekil şuradan. (DÖRTe) Gel kardeşim, sen şuraya otur. (DÖRTü bir yere oturtur. Sakinleştirir. Çok sakin bir sesle) Adın ne, söyler misin lütfen?
DÖRT – (Birden canlanarak ayağa fırlar) Ne yazık ki dostum söyleyemeyeceğim. Sebebini izah edeyim… Dostlarım, benim o tatlı, ahenkli, selis konuşmamı, bu muhteşem nutkumu dinlemek için uzaklardan, taa uzaklardan geldiğinizi biliyorum. Onun için sizleri bu zevkten mahrum etmeyeceğim. Sizleri bu zevkten mahrum etmeyeceğim, fakat başka bir zevkten mahrum edeceğim: sizlere adımı söylemeyeceğim.
ÜÇ – Ya boynuz?
BİR – (Sabırsız) Resimler için demiştim…
DÖRT – Hayır, resimlerimi çekmeyin, benimle röportaj yapmayın, bana adımı sormayın. Mahçup oluyorum. Dâhi dehaların şan ve şöhretin yakıcı dudaklarına nasıl kulak tıkadıklarını bilmez misiniz? İşte böyle büyük adamlara has bir tevazu duygusu adımı söylememe mâni oluyor. Bırakın ben adsız bir kahraman olarak öleyim. Sizler gene sağolun, varolun. Sözlerimi alkışladığınız için çok teşekkür ederim. (BİRe doğru elini uzatır) Adımı söylemem ama defterinize bir imza, atabilirim.
BİR – (DÖRTün uzanan eline vurur, Sert.) Adın ne?
DÖRT – Adım, Tavtati Kütüpati.
BİR – (Yazar) Tamam, bu da oldu.
ÜÇ – (DÖRTe yaklaşır) Sana boynuz taktıydı o, unuttun mu?
DÖRT – (Kızgın) Kim taktı?
ÜÇ – Nah oradaki, şu oturan. (İKİyi gösteriyor)
DÖRT – O ha?
ÜÇ – ( O zamana kadar boyuna kendisini dürtüklemiş olan BİRe hızla dönerek) Adım Tavtati Kütüpati, oldu mu?
BİR – Oldu. (Yazar)
DÖRT – (Hızla İKİnin yanına gitmiştir) Hey! Bana bak!
ÜÇ – (Yüzünde şeytani bir gülümseme) Aman Allah’ım, ne zevk. Yalan söylemiştim, yuttu. Şimdi kavga edecekler.
DÖRT – Hişt! Hey! (İKİde hiçbir tepki yok)
BİR – (ÜÇün yanına gelir) Kavga mı edecekler, niye?
ÜÇ – Sana boynuz taktı dedim, yuttu.
BİR – Yapma be, amma da zevkli olur, kimbilir!
DÖRT – Sana söylüyorum, ulan, bana baksana be!
ÜÇ – Aman ne zevk!
BİR – Şimdi öteki kalkacak, kavga başlayacak.
ÜÇ – Yahut taş atacak üstüne.
BİR – İstersen ellerine bıçak verelim. Daha vahşi olur.
ÜÇ – Hadi! (ÜÇle BİR kavga edenlere doğru bir hamle yaparlarsa da DÖRTün birden bağırmasından korkarak biraz gerilerler)
DÖRT – Hey! Benimle alay mı ediyorsun sen be! Cevap versene! Sana söylüyorum ulan!
İKİ – (Başını çevirir Çok sakin) Bir şey mi buyurmuştunuz, beyefendi?
DÖRT – Bana boynuz takmışsınız.
İKİ – (Sakin) Yoo, hayır.
DÖRT – (Bozulmuş) Affedersiniz. Kusura bakmayın, sizi biraz tartakladım.
İKİ – Zararı yok.
BİR – (Bir müddetten beri fotoğrafçıyla konuşurken birden ötekilere döner) Hey hadi, toplanın, hadi. İlk fotoğraf iyi çıkmamış, yeni baştan çektireceğiz. Hadi! (Sayar) Bir, iki, üç, dört… beş? Biz beş kişi değil miydik?
(Hepsi bir duralarlar. Sonra omuz silkip oyunun başındaki pozu alırlar. Bu sefer bir beşinci kişiye yer verilmemiştir. Işık söner. Karanlık.)
ÖNOYUNUN SONU
BİRİNCİ BÖLÜM
(Işıklar gelir. Sahne bomboş. İKİ elinde bir panoyla gelir, panosunu sahnenin bir köşesine koyar. Bir müddet panoyu seyrettikten sonra çıkar. ÜÇ girer. Onun da elinde bir pano vardır. O da panosunu sahnenin bir köşesine koyar. Geri çekilir, panosunu seyreder. Pek de memnun değildir panonun duruşundan ama panoyu tekrar kaldırmaya gücü yetmez. İKİ elinde acayip bir iskemleyle gelir. Sahneyi uzun boylu adımlayıp bir takım ince hesaplar yaptıktan sonra iskemlesini yerleştirir. Şimdi sahnenin ortasındaki yükseltilerden birine takılmıştır aklı. Onun yerini beğenmemektedir. Değiştirmek için hal çareleri arar.)
ÜÇ – (Panosunu tek başına. kaldıramadığı için İKİyi yardıma çağırır) Hey dostum, yardım etsene şunu düzeltelim. (İKİ umursamadan işine devam eder) Paşam, gelsene yardım etmeye. Ahbap, gel ahbap, gel şuraya işte. Sana söylüyoruz, babalık! Haydi be yahu! Uzun ettin ama, hıyarto! Ulan düdük, duymamazlıktan gelme! Fazla oldun ama, başlarım şimdi senin soyundan sopundan! Bana baksana sen, alışveriş ettiğin adamı iyi tanı. Karşındakine tepeden tırnağa, baştan ayağa şöyle bir bak bakayım. Bak ta tanı. Köprü altında yol kesen, aklına esti mi adam doğrayan, eli tabancalı, beli kamalı, ensesi kat kat, çat çat çat kimmiş git de sor bakalım. Sor da tanı… Bana bak, ben sinirli adamım; bir kızmaya göreyim, fena yaparım. Dikkat et, gözlerim döndü, ağzım çarpıldı, elimden bir kaza çıkacak. (Yumuşar) Hadi be şekerim, yapma be, gel yardım et işte! Hadi, hadi canım ciğerim, hadi bir tanem, yavrum hadi. Aslanım benim, anam babam, hadi yahu, hadi be!… Off!!… (Gider panosunu iteler. Sonra dönüp İKİnin işini seyretmeye başlar. Bu sırada İKİ çaresizlik içinde kalmış, düşünmektedir: o yükseltiyi nereye koysun?) İşler karıştı. Nasıl çıkmalı işin içinden? Hah buldum! (Yükseltiyi götürüp eski yerine koyar)
İKİ – Git işine! (Yükseltiyi ÜÇün koyduğu yerden alır, bir müddet düşünür, sonra tekrar aynı yere yerleştirir)
ÜÇ – Tamam! (İKİ ters ters bakar. Bu arada DÖRT de bir pano taşıyarak içeri girer. Panosunu getirir. ÜÇün panosunun yanına bitiştirir. ÜÇ başını çevirdiği zaman DÖRTün panosunu görür. Uzun uzun panolara bakar. Hayranlıkla) Bak hele, böyle iyi oldu. Benimkinin yerini değiştirmeye lüzum kalmadı. Dostum, tebrikler, doğrusu sen bir sanatkârsın.
DÖRT – (Aşırı mütevazı) Yok canım, rica ederim. Sanat kim, ben kim? Alay ediyorsunuz.
ÜÇ – Yok canım, sen cidden bir sanatkârsın.
DÖRT – Şey.. belki… olabilir.. Evet, haklısınız. Efendim, bu doğuştan gelme bir şey… Küçüklükten beri bu işe için için ilgi duyardım. (Birden) Arkadaşlar zorladılar; yoksa aklımdan bile geçmezdi… (Dalgın pozunda) O gece amcam bizde yemekteydi. Patates yerken aklına geldi. Seni de götüreyim dedi. Arkadaşlar zorladılar; yoksa aklımdan bile geçmezdi. Büyük kabiliyetimin ve dehâmın farkında değildim. (Bir poz) Lütfen şunu da not edin. Bunu okuyucularıma duyurmak isterim. (Bir poz) San’at… pardon.. dörüt… (Araştıra araştıra) kişioğlunun öz kaderinin… varsayımlı ilkelerle yitirdiği biiir… nûh-i kübandır. (Poz değişir) Nasıl, iyiydi, değil mi? Eh, böyle şeylere bir hayli kabiliyetim var. Evet efendim, san’atimle kendimi ifade eylerim. (Mahçup) Sarışınları tercih ederim. İdealim kadın kısa boylu, zayıfça, elâ gözlü, uzun kirpikli, selvi gibi fidan boylu, etine dolgun kadındır. Patatesli fasulyaya bayılırım. Sigara değil pipo içerim. Su, sabun, diş macunu kullanmam. Teşekkürler. Güle güle.
ÜÇ – (DÖRTün bütün konuşması boyunca panosunu seyretmiştir) İyi oldu, değil mi?
DÖRT – Eh tabi, ben röportaj yaptırmağa alışığımdır. Nasıl, istediğim zaman iyi konuşabiliyorum değil mi?
ÜÇ – Bilmem.
DÖRT – Bilirsin canım, bilirsin.
ÜÇ – Bilmem dedik a.
DÖRT – Bilmesen bile tahmin edebilirsin.
ÜÇ – Neyi?
DÖRT – İyi konuştuğumu.
ÜÇ – Eee?
DÖRT – Nasıl ee?
ÜÇ – Bayağı ee!
DÖRT – Nasıl bayağı ee?
ÜÇ – Eee, ne olmuş?
DÖRT – Neye n’olmuş?
ÜÇ – Konuşmana.
DÖRT – Tamam!
ÜÇ – Ne tamam?
DÖRT – Nasıl konuşuyorum?
ÜÇ – İş yok.
DÖRT – Yok canım, ben iyi konuşurum.
ÜÇ – İş yok.
DÖRT – Konuşurum, konuşurum.
ÜÇ – İş yok.
DÖRT – Sana, konuşurum, dedim.
ÜÇ – İş yok!
DÖRT – Konuşurum canım, kırmasana beni.
ÜÇ – E n’apayım, iş yok.
DÖRT – Canım, insan karşısındakini böyle kırar mı? İnanmasan bile iyi konuştuğumu söyle, n’olursun.
ÜÇ – Bana bak, yanlış kapı çaldın. Beni dalkavuğun mu sandın?
DÖRT – (Cebinden para çıkarır, ÜÇe uzatır) Hadi, şunu al da bir kahve iç!
ÜÇ – Ne? Bir de hakaret ha! (O da cebinden para çıkarır, uzatır) Asıl sen şunu al da bir sinemaya git, açılırsın.
DÖRT – (Aynı) Hadi, şununla kendine bir ziyafet çek.
ÜÇ – (Aynı) Sen de şununla bir otomobil al.
DÖRT – (Aynı) Ev.
ÜÇ – Apartıman
DÖRT – Han.
ÜÇ – Hamam.
İKİ – (Şimdiye kadar sahneyi bir baştan bir başa adımlamış, ölçmüş, biçmiş, elindeki kâğıt kalemle bir takım hesaplar yapmıştır. Gene adımlarken önüne ÜÇle DÖRT çıkar. Onlar kavgalarının en ateşli yerindeler. İKİ aralarından geçer, ikisini de yere yuvarlar) Lütfen, yolumdan çekilir misiniz?
DÖRT – (Yerde, hâlâ kavgalarına devam ediyorlar) Mahalle!
ÜÇ – (Aynı) Şehir! (Biraz sonra ÜÇle DÖRT ayağa kalkarlar. Gözleriyle İKİyi takib ederler. İKİ hiçbir şeye aldırmadan adımlamasına devam ediyor. Yavaş yavaş ÜÇle DÖRT te kendilerini İKİye katılıp sahneyi adımlamaya başlarlar. Bu arada İKİ sahnenin bir ucuna kar gitmiş, geri dönmüştür. Sahnenin ortasında çarpışırlar. ÜÇle DÖRT gene yere düşerler. İKİ hiç aldırmadan geçer gider.
DÖRT – (Düşünceli) Dur bakayım, benimki kaç? (Aklından hesaplar) İkiye böl, üçle çarp, beşle topla… Yirmi yedi!
ÜÇ – Hayır, yetmiş dört!
DÖRT – Hah, gülünç!
ÜÇ – Komik!
DÖRT – Baştan sayarız!
ÜÇ – Hadi! (Adımlamaya başlarlar. Yolda gene İKİyle çarpışırlar. Gene sayılarını şaşırırlar. Sahnenin ucuna gelince dururlar)
ÜÇ – Yirmi bir! (İkisi birden)
DÖRT – On sekiz! (İkisi birden)
DÖRT – Efendim?
ÜÇ – Yirmi bir!
DÖRT – Komik! Baştan sayarız!
ÜÇ – Hadi!.. (Duraklar) Yoo! Hiç lüzum yok. O nasıl olsa saydı. Gider ona sorarız.
DÖRT – Hadi. (İKİnin yanına giderler)
ÜÇ – (İKİnin omzuna vurur) Hey dostum, şuradan şuraya kaç ayak?
İKİ – (Kendi işine dalmış. Saymaya devam ederek) Elli üç.
ÜÇ – Yo yanlış..
İKİ – Elli dört… elli beş… elli altı…
ÜÇ – Yok canım, anlatamadık galiba. Şuradan şuraya (eliyle gösterir) kaç ayak?
İKİ – Elli sekiz – İşinize gidin!
ÜÇ – (Bozulmuş) Allah Allah, yardım edelim dedik.
DÖRT – Sanki başka işimiz yoktu.
ÜÇ – Ya, yoktu da yardıma koştuk.
DÖRT – Sanki babamızın hatırına adımladık o kadar yeri. Değmez canım, değmez.
ÜÇ – Değmez.
DÖRT – Bırakalım ne belâsı varsa görsün.
ÜÇ – (İKİnin yanına gider) Bana bak, bundan sonra sana yardım etmeyeceğiz!
İKİ – Git işine!
BİR – (Bu arada elinde bir panoyla girmiştir. Panosunu getirir, İKİnin panosunun yanına bitiştirir. Bu sırada ÜÇ ıslıkla bir şarkı çalmaya başlamıştır. BİR ıslığı duyar duymaz acayip sesler çıkarmaya, titremeğe başlar. Elektrik çarpmış gibi, ya da sara nöbeti gibi bir hastalıktır. Gözleri yuvalarından fırlar. Vücudunun her yeri ayrı ayrı titriyor. Kendini yerden yere atar. Islık bitince yere kapaklanır. Öylece kalır. Nefes nefese) Yapma n’olursun.
ÜÇ – (Bir şey anlamamış) Ne?
BİR – (Aynı) Halimi görüyorsun.
ÜÇ – Ne?
BİR – Bana acı.
ÜÇ – (Artık sinirlenmiş) Nee?
BİR – Bir daha bu şakayı yapma!
ÜÇ – Ne şakası be? Sana şaka filân yapan olmadı.
BİR – Ama demin niye – (ÜÇ tekrar ıslığa başlamıştır bile. BİR tekrar kıvranmaya, gene o tuhaf sesleri çıkarmaya başlar. Biraz sonra ıslık durur. BİR gene yerde) Yapma n’olursun! (ÜÇ işin farkına varmıştır. Artık işin zevkine ıslık çalmaya başlar. BİRin hastalığı gene tutar. Islığın bitmesiyle sakinleşir)
ÜÇ – (Zevklenmiştir. Ellerini oğuşturur) Aman ne zevk!
BİR – Yapma diyorum sana! (ÜÇ küçücük bir ıslık daha çalar. Hastalık başlar ve biter. BİR çok halsiz, bitkin, yerden kalkar. Üstündeki tozları silker. DÖRTe doğru gider. Elini uzatır) Merhaba. (Tam el sıkışacakları sırada ÜÇ tekrar ıslığa başlar. BİRin hastalığı)
DÖRT – (Şaşkın) Ne oluyor buna yahu?
ÜÇ – (Zevkten bitmiş) Görmüyor musun, dileniyor!
DÖRT – (Bayağı acımış) Bırak canım kardeşim, beş kuruş için değmez yahu! (BİRe beş on kuruş vermeye kalkar)
BİR – Hayır – (Islık gene başlar ve biter. BİR son kuvvetiyle ayağa fırlar) Hayır, hayır hayır. Siz ne zannediyorsunuz beni, kuzum? Beş kuruşunuzu kabul edecek adam mıyım ben? Benim cebimdeki en ufak para on liradır, anladınız mı? Öyle beş on kuruşun cebime bile girdiği olmaz. Neye bakıp ta hüküm vermeye kalkıyorsunuz? Elbiselerim yırtık pırtık olabilir, ayakkabılarım delik olabilir, saçım başım birbirine karışmış olabilir ama yeter mi hüküm vermeye yeter mi? Ne biliyorsunuz? Belki üstünüzdeki elbiseler de benimdir.. Belki bütün buraları – (arkasını dönünce İKİyle karşılaşır. Öylece kalır, ÜÇle DÖRT te İKİyi görürler, bakakalırlar. İKİ, elinde bir masa, üstünde desteyle kâğıt buz gibi, dimdik durmaktadır. Yavaş yavaş ilerler, masayı daha önceden getirdiği iskemlenin önüne koyar. Oturur. Eline bir kâğıt alır, bir kere, sonra bir kere daha katlar. Ortasından üç parça koparır. Kâğıdı açar. Masanın soluna koyar. Sonra bir kâğıt daha alır. Onu da aynı şekilde katlar, katlar, keser, masanın soluna, koyar. Sonra, bir kâğıt daha, bir kâğıt daha… Oyunun sonuna kadar hiç durmadan, büyük bir ciddiyetle, sanki dünyanın en önemli ve güç işiymiş gibi kâğıt kesecektir. Ötekiler büyülenmiş gibi ona bakıyorlar. İlk kendine gelen DÖRT olur)
DÖRT – Hıh, ne tip! Bizim bir arkadaş vardı; ona o kadar benziyor ki!
ÜÇ – Hıh, ne tip! (Durgun, oturur)
DÖRT – Bizimki biraz salaktı da! Hep alay ederdik. A, durun, bakın, size bir hikayesini anlatayım. Çok gülünçtür, gülmekten patlayacaksınız. (BİRe) Anlatayım mı, ha?
BİR – (Dalgın) Anlat.
DÖRT – (ÜÇe) Anlatayım mı, ister misin?
ÜÇ – (Ters bir tavırla) Anlatma!
DÖRT – (Bozulur; toparlanır sonra) Anlatayım, canım anlatayım. (Bir poz takınır) Bakın şimdi iyi dinleyin. Gülmekten patlayacaksınız. Bu kadarı olmaz diyeceksiniz. Ellerim kırılsın ki doğru. Ben gözlerimle gördüm. (Kahkaha atar. Ötekiler onu dinlemiyorlar bile.) Anlatmaya başlıyorum. Dikkat edin. (Kahkaha atar. Derin bir nefes alır.) Efendim, ondan sonra… bizim bu arkadaş bir gün… babasına?… annesine mi?… Hayır, babaannesine… yok, tamam; dayısının küçük oğluna taş toplamaya çıkar. (Kahkahasını güç tutuyor) İlkönce beyaz taşları, sonra siyah taşları, sonra da renklileri toplar. (Kahkahadan kırılıyor) Bana bakın, şimdi en tuhaf yerine geldik, en gülünç yeri burası. Gülmekten patlayacaksınız. (Kendi gülmekten patlıyor) Ondan sonra… (Duraklar) Ondan sonra?… Unutmuşum… Bunca yıl sonra. Ama çok gülünç bir hikâyeydi; gülmekten patlayacaktınız. Yazık unuttum. (Bir kenarda hareketsiz durur) )
BİR – (Başını kaldırır yavaş yavaş, uzaklarda sabit bir noktaya gözlerini diker. Bir şeyler görmeye, bir şeyler hatırlamaya çalışıyor gibidir. Kendi kendine) Üç kişi… Ötesi karanlık… Ötesi yok… yalnız üç kişi…. Kimdi onlar? Ne yapıyorlardı? Ya ben, ben, ben neredeydim?
ÜÇ – (Başka bir âleme dalmış gibi, kendi kendine) Kimdi o? Hep kapının önünde otururdu, biz çocuklar etrafında çevrelenirdik… Mavi gözlerindeki derinlik… Nasıldı o şarkı? Neceydi? İhtiyar mavi gözlerindeki derinlik… Çocuk kalbimizde yaşama aşkı… Onu niye severdik? Şarkı nasıldı? Neceydi?
BİR – (Aynı. Bir şeyler hatırlamış sanki, çabuk çabuk) Üç kişi bir arada. Üçü de lüzumsuz. Üçü de birbirinden beter. Üçü birden – (Gerisini hatırlayamaz) Üçü birden… ötesi boşluk… Ötesi yok… Niye oradalar? Ne yapıyorlar? (Çaresiz) Allahım, hatırlayamıyorum!
ÜÇ – (BİRin bıraktığı yerden devam ediyor sanki) Bir hatırlayabilsem… Nasıldı o şarkı, neceydi?…O burukluk. Kimi zaman neşeli, kimi zaman mahzun. Gece yıldızlara karşı ağlamak isteği. (Görünmeyen birini selâmlar) Selâm sana ihtiyarcık… Şarkını söylesene gene… Biz çocuktan beter zavallıları gene ağlatsana. Annem ekmek vermiyor. Ne yapayım. Lâzımmış, tatlı yapacakmış. Üzülme, yarın sana kendi payımı getiririm, tatlı da getiririm. Tek sen üzülme. Haniya şarkı? Söylesene.
BİR – Ne kadar da sisli, ne tuhaf bir rüya… Unutulmuş isimler gibi unutulmuş üç kişi… Kendini unutmuş üç kişi… Rüyaların en beteri… Boşluk… Sis… Yokluk… Hiç… (Birden, çok korkmuş) Ya o kim? Nereden çıktı dördüncü. Dördüncüye iş yok, dördüncüye yer yok. Çık aralarından; çık git. (İyice rahatsız olmuştur)
ÜÇ – (Yavaş yavaş ayağa kalkar) Kapının önünde bırakılmış bir şarkı. İşte kapı (Eliyle gösterir) İşte basamak, ama şarkı nerede? Şarkı yok. Neydi o? Nasıldı? Neceydi? (Bir şarkıya başlar) Ki-lim-ci-nin ki-lim-le-ri… Yok, değil, o değil. Burukluk, sevinç, keder… Uzun yılları içine alan bir şarkı. Neydi, nasıldı?
BİR – (Yüzü acayip bir hal almıştır. Korku, endişe) Üç kişi… Dört kişi… Hikâyenin sonu kötü… Korkunç… Ölüm habercisi kuşlar geliyor uzaklardan… Leş kargaları tepemizde – (Birden söylediğinin farkına varır) tepemizde dolaşıyor. (Korkuyla ayağa fırlar, kaç kişi olduklarını sayar) Bir, iki, üç – (İKİye bakar) dört… (Bir daha sayar) Bir, iki, üç… dört. (Ne yapacağını şaşırmış. Bir an sessizlik) Ah, bir hatırlayabilsem. Nasıldı o rüya… Kader bizi vuracak… Kuşlar bizim için geliyor. Kaçalım, kurtulalım buradan. (Ötekilere) Hey, bana bakın! Bizi ölüm bekliyor. Bizi karanlıklar bekliyor. Ne duruyorsunuz? Hadi, kaçalım buradan.
ÜÇ – (Uzun zamandır aradığı şarkıyı bulmuştur) Ey çılgıtı çıllama… (Ötekilere) Bilir misiniz bu şarkıyı?
DÖRT ve BİR – (Bir ağızdan, çok sevinçli) Tabii ya!
DÖRT – Benim, bütün ömrüm bu şarkıda gizlidir. (Beraber söylerler) Çıllap işleri bullama…
BİR – Benim de bütün sevinçlerim, acılarım, sevgilim. (Beraber söylerler) Sinemi çılla gamı tigük – Benim için tullama… (Üçü de omuz omuza tutuşurlar, Anadolu Halk Oyunlarındaki gibi)
ÜÇ – Ha baştan! (Üçü birden şarkıyı söylemeye ve dansetmeye başlarlar)
Ey çılgıtı çıllama
Çıllap işleri bullama
Sinemi çılla gamı tigük
Benim için tullama
Ebbe Vallah of Allah
Çilgen çilgere çalkala
Çilgen çilgeninin tigük
Çilgen dast kayıp kala
(Şarkı sürüp gider. Önceleri neşeli, hareketli söylenen bu şarkıya sonraları sebepsiz anlaşılmayan bir durgunluk çöker. Belki bir şeyler hatırlamaktan doğan hüzün)
Summaverim olsaydı
Kaynap kaynap dursaydı
Şu çaylardan içhem çapham
Sugen yarimi bulsaydım
(Birbirlerinden ayrılırlar. Hepsi bir köşeye çekilir. Durgunluk üzüntüye, üzüntü ızdıraba döner)
Amanın dastlar nişliyim
Piva atuz bişliyim
Param olsa gitmiştiyim
Yalnız başımı nişliyim
(Birer birer oldukları yere çökerler. Şarkıyı şimdi sade bir kişi söylüyor. Her satırın sonunda hıçkırıklarla kesiliyor şarkı. Ötekiler ağızlarını açmadan sadece mırıldanıyorlar. Korkunç ıztırap)
Berin manga sözkiye
Menlik kara tuzkıya
Yalvın tutar közkiti
Tavtati Kütüpati
(Devam edemezler. Herkes köşesinde sessizce ağlıyor. Uzun bir sessizlik)
BİR – (Yavaş yavaş başını kaldırır) Niye beni tekmeleyip gittin? Niye beni sevmedin? Sana sevgimi açmak fırsatını bile vermedin? Niye beni sevmedin?
DÖRT – (Aynı, hafif) Bırakmadınız yükseleyim. O nutku bana söyletmediniz, Dehamı körlettiniz. Sömürüp bir köşeye attınız.
ÜÇ – (Aynı) Hiç birini yapamadım.. Hepsi yarım ka1dı… Eksik… Sakat. İçimde kaldı hepsi… (Sessizlik)
BİR – (Birden ÜÇe) Sen! (DÖRTe) Sen! Ve o şarkı! Demedim mi ben size? İşte şarkıyı da söyledik. İşte oturup ağladık da. Sonra? Ya dördüncü… (İKİyi gösterir) Oradaki… Uğraşıp duruyor aptalcasına. Daha da uğraşacak. Elindekiler bitecek, yenilerini alacak. Burası dolacak yavaş yavaş, kâğıtlarla dolacak. O dolduracak. Kâğıtların hışırtısını kulaklarımın dibinde hissediyorum. Kâğıtlar üzerimize yükleniyor. Altında kalıyoruz. Nefes alamıyoruz. Kayboluyoruz… Ve o işine devam ediyor. Ve biz aptalcasına yok oluyoruz. Demedim mi ben size, kötü bir macera bu, diye? Leş kargaları tepemizde dolaşıyor demedim mi?
DÖRT – Neler saçmalıyorsun?
ÜÇ – Nereden çıkardın bunları?
BİR – Rüyamda gördüm, rüyamda. Hepsi de doğru çıkıyor işte: Üç kişi, dördüncü, beşinci – yok sadece dördüncü… sonra şarkı… gözlerde yaşlar. Hepsi çıktı İşte, kelimesi şaşmadan. Ama ötesini hatırlayamıyorum. Bir hatırlayabilsem!
ÜÇ – Canım, keyfimizi bozmamıza lüzum yok. (İKİyi gösterir) Şunu buradan kovarız, olur biter.
DÖRT – Böylelikle kaderin gidişini değiştirmiş oluruz. (Ukalâlık etmezse olmaz)
ÜÇ – En kolayı bu.
DÖRT – (Büyük pozlarda) Siz durun, ben yaparım o işi. (İKİye) Hey yavru! Yollan bakalım buradan, hadi! (Ötekilere) Şimdi gider. (Sessizlik. İKİye bakarlar. O kendi işinde. Duymamıştır bile) Duymadı mı ne?
ÜÇ – Kusura bakma kulakları biraz ağırca işitir. Hem laftan da pek anlamaz. (Yumruğunu gösterir. Ötekilere göz kırpar. Ötekilere bir kafa işaretiyle) Hadi yürüyün!
DÖRTle BİR – (Beraber) Hadi! (Hep beraber İKİnin başına dikilirler)
ÜÇ – (Sakin, İKİnin omuzuna vurur) Buradan kalkman lâzım. (İKİ aldırmaz)
DÖRT – Sebebini sorma; senin mankafan bunu anlamaz.
BİR – (DÖRTün arkasına saklanmış) Hadi bakalım, biraz toparlan! (İKİ aldırmadan işine devam ediyor)
ÜÇ – Haa, kendimizi tanıtmadık sana. Ben boksörüm, dünya şampiyonu. (Alâkası yok) Şu (DÖRTü gösterir) güreşçi. Şimdiye kadar hiç sırtı yere gelmemiş. (BİR boyuna işaret ediyor: beni de unutma gibilerden. ÜÇ başını sallıyor. BİRi göstererek) Şunun da sırık hammalı olduğunu söylemek yetmez mi? (Hepsi müthiş kasılmışlar; neticeyi bekliyorlar. İKİ iskemlesini biraz öteye çekerek işine devam ediyor)
DÖRT – (Bozulmuş) Galiba derdimizi anlamadın.
BİR – Biraz daha yollan bakalım.
BİR, ÜÇ, DÖRT – (Bir ağızdan) Eeee!… (Hep beraber İKİnin üzerine atılırlar. Biri iskemlesini kapar, biri masayı çeker, biri de masanın üzerinden bir kaç kâğıt aşırır. İKİ gayet sakin, kalkar kâğıtlarını alanın elinden çeker alır. Gider masasını, iskemlesini yerleştirerek oturur, çalışmasına devam eder. Ötekiler yavaş yavaş masaya yaklaşırlar. Kâğıtlar onları oldukça ilgilendirir, Alır, biçimlerine bakarlar)
BİR – Ne dersiniz, güzel değil mi?
ÜÇ – Eh, fena değil!
DÖRT – Bir şeyler var!
BİR – Gayretini takdir etmek lâzım.
ÜÇ – Çalıştığı belli oluyor.
DÖRT – Tek nasihatımız bu yolda yılmadan ilerlemesidir.
BİR – Tabii ya, onu teşvik etmek en büyük vazifemiz.
ÜÇ – Bunu yaparken gösterdiği samimiyet kusurlarını örtüyor.
– Şu anda duymakta bulunduğum derin, elem verici, yürek parçalayıcı ıztırap hislerime tercüman olacak kelimeleri sıralamamama mâni oluyor.
– Sonra Ksiternasyolasnasas Kliniana von Heiffel, sonra neler görüyorsun?
DÖRT – Meseleyi anlamış ve anlatabilmiş. (Hepsi gittikçe daha heyecanlı, coşkun, züppe, ukalâ)
BİR – Estetik eksik, ama süperdinamik var.
ÜÇ – Evet, bilhassa tonlara verdiği süperstitüsyonla göze çarpıyor.
DÖRT – İşleyişte gösterdiği zekâ, parıltılarını inkâr etmeyelim.
BİR – Ya efendim o tatlılık, ah o tatlılık, insan hayran kalıyor.
ÜÇ – Evet, evet, büyük bir deha olduğu muhakkak!
DÖRT – Eşsiz bir deha, bir dev!
BİR – Muazzam, efendim, muazzam!
ÜÇ – Korkunç!
DÖRT -İlahî!
BİR – İnsan bakmaya kıyamıyor!
ÜÇ – Söyleyecek söz bulamıyor!
DÖRT – Kendisinden geçiyor!
ÜÇÜ BİRDEN – Ah, efendim, ah! (Poz verirler. Poz yavaş yavaş bozulur. Suratları asılır. Aşağılık duygusu. Sessizlik. Hepsi teker teker birer kâğıt alırlar İKİnin önünden. Bir köşeye çekilip onun yaptığı gibi kesmek isterler. Beceremezler)
ÜÇ – (Sinirli, elindeki kâğıdı buruşturup yere fırlatır) Kıskandınız galiba!
BİR – (Elindeki kâğıdı yere atar. Yarım ağız) Yok canım…
DÖRT – (Aynı) Daha neler.
ÜÇ – (Çok kızgındır, Ne yapacağını bilemez. Saldıracak yer arar. O arada karşısına çıkan BİRe bir tekme yapıştırır. BİR yere yuvarlanır. ÜÇ bekler, bir şey söylesin de kavga çıksın diye. BİR hiç sesini çıkarmaz. ÜÇ kudurur. Hızla DÖRTün yanına gider) Aptal! Zırtapoz!
DÖRT – (Toparlanır, böbürlenerek) Bana mı söyledin?
ÜÇ – Mankafa!
DÖRT – (İyice kızmış) Bana mı bütün bunlar?
ÜÇ – Evet sana, ne olmuş?
DÖRT – (Daha ileri gitmenin menfaati icabı olmadığını anlar, yumuşar) Hiç!.. Öğrenmek istedimdi.. (Süratle kaçar ÜÇün yanından)
ÜÇ – (Daha boşaltmaya ihtiyacı var. DÖRTün peşinden gider. Önüne çıkan BİRe okkalı bir tekme yapıştırır. Bu sefer BİRin canına tak demiştir. Söylenecek olur)
BİR – Eeee!
ÜÇ – (Kavga çıkacağından memnun) Ne ee’si?
BİR – Ne vuruyorsun be!
ÜÇ – Hoşuna gitmedi mi?
BİR – Evet, gitmedi, ne olacak?
ÜÇ – Ya, öyleyse al bakalım bunu da! (Bir tekme daha yapıştırır. BİR yerde) Şimdi hoşlandın mı?
BİR – (Yerde. Bir an sessizlik. Sonra çaresiz) Hoşlandım.
ÜÇ – (Hala boşalamamıştır, burnundan solumaktadır. Kavga etmek için sebep arıyor. Hırslı) Hey bana bakın. Siz ikiniz de aptalsınız. Salaksınız… (BİRle DÖRT birer köşeye sinmişlerdir. Hiç ses çıkarmazlar) Ciğeri beş para etmez heriflersiniz. Kendine güvenen varsa çıksın karşıma bakalım. İkinizi birden paklarım ben. Dünyaya geldiğinize pişman ettiririm. Hadi bakalım, çıksanıza karşıma. (Bekler. Cevap yok. DÖRTle BİR kımıldamazlar. ÜÇ deli olacak neredeyse) Nerede sizde o yürek, nerede? Benim karşıma çıkacak adam daha anasının karnından doğmamıştır. (Artık çılgın) Eee, hadi be! Canım kavga etmek istiyor, hır çıkarmak istiyor – (Sesi kırılır. Devam edemez. Elleriyle yüzünü kapar, hüngür hüngür ağlamaya başlar. Sessizlik)
BİR – (Kendinden geçmiş, büyülenmiş gibi) Şşşş! (Havayı dinler) Duyuyor musunuz? Kuş çığlıklarını duyuyor musunuz? (Trans halinde) Ölüm habercisi kuşlar geliyor uzaklardan, leş kargaları tepemizde dolaşıyor! (BİR korkuyla sahnede koşmaya başlar. ÜÇle DÖRT de korkarlar. Nereye gideceklerini bilemezler. BİR acayip sesler çıkarıyor. Birden çığlık gibi) Geliyor! (Bu söz üzerine bir gürültü patırdıdır kopar. Sağa sola koşuşurlar. Birbirlerine çarparlar, düşerler, kalkarlar. Sonunda bir köşede, birbirlerinin içine girmiş, büzülmüş, hareketsiz kalırlar. Bu arada, gürültüsüz, patırdısız, şaşaasız BEŞ girer içeri. Ötekilerden iri, iyi giyinmiş, gösterişlidir. İnsan ona bakınca korkuyla karışık bir saygı duyabilir. BEŞ ötekileri süzer, meraklanır)
BEŞ – (Hafif) Pışşt! (Bu ses üzerine ortadaki küme bozulur, gene bir kargaşalık başlar. Kollar, bacaklar, başlar birbirinin içinde. Doğrusu BEŞ bu işe pek şaşar. Gevrek bir kahkaha atar, yere çömelir. Uzun uzun süzer) Hişt! Hoşt… Gel kuçu kuçu, gel! (Bir kahkaha atar) Hırrr!… Gırr!… (Önündeki acayip kümeye yaklaşır. Küme geriler) Nesin bakayım evlâdım, gel! Gel!… Böylesini de hiç görmemiştim. (Ayağa kalkar. Kendi kendine) Aptal mıdır nedir bunlar? Şu hale bakın. Dikkati üzerlerine çekmek için ne hale giriyorlar! Zıpçıktılık olsun da ne olursa olsun. (Çok sert) Ayağa kalkın! Ayağa! (Ötekiler korkuyla ayağa kalkarlar) Şurada benim eşyalarım var; alıp getirin buraya! (Ötekiler pek telâşlı. Dışarı çıkarlar. BEŞ, İKİnin başına gider. Ona uzun uzun bakar) Al bir tane daha! (Güler, başını sallar. Ötekiler koca bir panoyla gelirler. Panoyu yerleştirirler. BEŞin panosuyla dekor tamamlanmış olur: Kapısız, bacasız, her tarafı kapalı bir yer. BİR, ÜÇ, DÖRT panoyu yerleştirdikten sonra sıraya dizilirler. Kaderlerini bekler gibi bir halleri var. BEŞ onlara, doğru yürür) Haaazroll (Bunu büyük bir kumandan edasıyla söylemiştir. Bizimkiler hemen hazır ol vaziyetine geçerler. Üçü de birbirinden tuhaf selâm vaziyetlerine geçerler. BEŞ ordularını teftiş eden kumandan pozunda) Nasılsınız çocuklar?
BİR, ÜÇ, DÖRT – (Bir ağızdan) Sağ ol!
BEŞ – Sizlerle tanıştığıma çok memnun oldum. Benim adım Tavtati Kütüpati. (Ötekiler bu adı duyar duymaz bir şaşırırlar, bir şaşırırlar. Sonra gülmeye başlarlar. BEŞin otoritesi bir anda sıfıra iner) Ne o? Adımı beğenmediniz mi? Tavtati Kütüpati dedim; yanlış anlamayın. Tav-ta-ti Kü- tü-pa-ti! Tahtacı Kütük Abi değil. Bizim bir arkadaş vardı, adımı beceremez, hep Tahtacı Kütük Abi derdi… Eee, ne oluyoruz canım? (Ötekiler gülmekten bayılacaklar)
ÜÇ – Ben de bir şey sandımdı.
BİR – Boşuna korkmuşuz yahu!
DÖRT – Adam yerine koyduk… Hani biliyor musunuz, bizden de antika adam bulunmaz.
ÜÇ – (Alay faslına başlar) Ee, ne haber Tahtacı?
BİR – İşler yolunda mı, ha?
DÖRT – Kütükten ne haber?
BEŞ – (Kızmış) Bana bakın, ben alaydan hoşlanmam. (Kahkahalar daha da çoğalır. BEŞ bağırır) Gülmeyin! (Ötekiler birden susarlar) Şakadan da alaydan da hoşlanmam. Bilmiş olun!.. Artık gidebilirsiniz. İzin verdim! (BEŞ bir kenara oturur. Cebinden bir kesekâğıdı leblebi çıkararak yemeğe başlar. Ötekiler bir köşeye çekilirler. Aralarında konuşurlar)
BİR – (Hafif) Kızarmış ha!
ÜÇ – Şakadan da anlamazmış.
DÖRT – Korktunuz mu yoksa?
ÜÇ – Yo, ben böylesinden hiç korkmam.
BİR – Ama tuhaf işte. İnsan ne de olsa biraz çekiniyor.
DÖRT – Eee, kimin nesi olduğunu gene de bilmiyoruz. Senin benim gibi olduğunu bir öğrensem, bak gör, ne hallere sokarım onu.
ÜÇ – Ama biliyor musunuz, ona içim kaynadı. Yavaş yavaş ,beni ilgilendirmeye başladı. Hem de öyle ısındım ki ona bir şey yapmadan duramıyacağım. Şöyle bir dalına basmak, sakin sakin otururken yerinden fırlatmak falan gibi. Çünkü böyle etrafa poz atanlardan hiç hoşlanmam.
DÖRT – Bunun burnunu kırmanın en iyi yolu nedir biliyor musunuz? Herhangi bir konuda ondan üstün olduğumuzu göstermek.
ÜÇ – Hadi gel, bir iddiaya girelim mi? Bakalım onu en iyi kim bozacak.
DÖRT – Hadi gel!
ÜÇ – Söz?
DÖRT – Söz!
ÜÇ – (BİRi gösterir) Bu da şahidimiz. (BİR, ÜÇle DÖRTün ellerini birleştirir)
DÖRT – Tamam!
ÜÇ – Nesine?
DÖRT – (Bağırır) Şeyine… e… (Hafif) şeyine… Nesine olsun?
ÜÇ – Eee… şey canım… şey işte.
DÖRT – Meselâ, şey olur mu?… Yok olmaz.
ÜÇ – (İkisi de düşünceli) Ya o?… Yok, yok.
DÖRT – Eee, sonra karar veririz canım.
ÜÇ – Peki, tamam!
DÖRT – (ÜÇe BEŞi gösterir) Hadi!
ÜÇ – (BİRle DÖRTe bakar. BEŞin yanına gider. Parmağını BEŞin burnunun yanına tutar ve omuzuna vurur. Aklınca BEŞ başını çevirecek burnu parmağına çarpacaktır. BEŞ aksine başını ters tarafa çevirir)
BEŞ – İşine git!
(ÜÇ bozulur ama belli etmez, Ötekilere bakar. Bir daha deneyecektir. Bu sefer geri çekilir. Niyeti BEŞin elindeki leblebi kesekâğıdını kapmaktır. Hız alır, koşar, kesekâğıdını kapar. Bu arada BEŞ daha atik davranmış, Üçün ayağına çelmeyi takmıştır. ÜÇ yere kapaklanır)
BEŞ – Zaten o kesekağıdının içinde kalmamıştı. (Cebinden başka bir kesekâğıdı çıkarır, leblebi yemeğe başlar)
DÖRT – (BİRe) Sıra bende. (BEŞin yanına, gider, omuzuna vurur) Merhaba!
BEŞ – (Yüzüne bile bakmadan) Git işine!
DÖRT – (Bozulur ama ses etmez) Taşıdığınız bu meymenetsiz suratı nereden buldunuz? Daha doğrusu hangi çöplükten çaldınız demeli, Lütfen yerini söyleyin de, eğer kalmışsa bir tane de domuzuma takacağım. Çünkü pis bir domuzun güzel bir yüz taşımasına dayanamıyorum. Her ne kadar mendeburlukta sizin seviyenize inemezse de ne de olsa bir domuzdur… Yahut gelin, işleri daha da kolaylaştıralım. Sahibinizden sizi satın alayını da domuz diye kullanayım. Ne dersiniz? (Cesareti kırılır. BEŞ sanki söylenenleri hiç duymamıştır. Leblebi yemeğe devam eder) Olmuyor (Kendi kendine) Halbuki ben ömrü hayat-ı vaktimde bu kadar güzel, âlâ, âlâyülâlâ, alelâde konuşmuş bulunduğumu hatırlamıyorum. Heyhat. Hiçbir tesir-i bikesna eylemedi. Kalb-i perişanım böyle bir günü sene-be-sene intizar edecek. Heyhat! Bedbaht!
BİR – (Şimdiye kadar gözlerini BEŞten ayırmadan ona dikkatle bakmıştır. Yavaş yavaş BEŞin yanına yaklaşır. Gözünün içine baka baka konuşur) Bana baksana sen! Burada niye bulunduğunu biliyorum. Dilinin altında saklı olanı da biliyorum. Niye geldiğini, ne istediğini, hepsini, hepsini, hepsini! Yalnız beni kandıramayacaksın. Beni çukura yuvarlayamayacaksın. (BEŞ nedense ona ilgi duymaktadır) Bunu bil! Ve unutma! Ben kendimi bu tehlikeden nasıl koruyacağımı biliyorum. Bu da bana yeter! Benimki ufak bir oyun, seninkinden de ufak, hattâ önemsiz. Ama beni kurtaracak ya bana yeter. Unutma, sonunda sen pişman olacaksın, ben değil. Bak, ben şimdi gidiyorum. Ve hazırlanmış büyük oyunu bozuyorum. (Birden fırlar, dışarı çıkabilmek için çırpınır. Ümit yok. Her taraf kapalıdır. BEŞ peşinden koşar bir köşede kıstırır) Ne istiyorsun benden?
BEŞ – (BİRi kolundan tutmuş, yalvarır gibi) Bir iki dakika için gel. Deminki sözleri yeniden söyle. Sonra ne yaparsan yap. İstediğin yere git. Seni tutan yok ki! Demin ne dedin?
BİR – Senin buraya mahsus gönderildiğini, hepimizin bir tuzakta olduğunu söyledim. Ne olmuş, yalan mı?
BEŞ – (Esrarengiz bir poz takınır, BİRin kolunu bırakarak yürür) Sana yalan diyen olmadı.
BİR – (Şaşkın) Sen sahi buraya bile bile mi geldin? Aptalsın sen!
BEŞ – (Daha esrarengiz) Acaba? (Hepsi çok şaşırmıştır)
BİR – (BEŞin peşinden koşar, kolunu tutar. Yalvarır) Ne olursun söyle! Kaçarsam kurtulabilecek miyim? Bana bu iyiliği yap!
BEŞ – (BİRi koluyla bir kenara iter) Dur bakalım, aklıma eserse söylerim. (Eliyle ÜÇü, DÖRTü, BİRi etrafına toplar) Ben kimim, biliyor musunuz? Yanımda durmayın! (Ötekiler korkuyla birer adım geri çekilirler) Avucumda olduğunuzu iyi bilin. İşte bu kadar!
DÖRT – (Korkmuş) O da ne demek öyle?
ÜÇ – (Aynı) Hoppala, ne oluyoruz?
BEŞ – Yerde bir takla atın bakalım. (BİRe) Sen de! Hadi! (BİR söylediğini duymaz bile. Gözlerini bir yere dikmiş dalgın durmaktadır. Yüzünde esrarengiz bir tebessüm. ÜÇle DÖRT takla atarlar) Güzel! Bu hoşuma gitti işte! Size biraz acır gibi oldum.
ÜÇ – Eğer iki takla birden atarsam beni affeder misiniz? İşte böyle! (Atar) Bir daha. (Atar) Bir daha. Bir tane daha!… Affettiniz mi?
DÖRT – Bende başka marifetler de var efendim. (ÜÇe) Çalsana senin şu ıslığı! Belki halime acır. Hadi!
ÜÇ – (Kıskanç) Bana ne? Kendin çal! (DÖRT, ÜÇün ıslığını taklit edip BİR gibi kriz geçirmeğe çalışır. Maskaralık)
BEŞ – (Emir vermekten hoşlanmış) Yeter!
ÜÇ ve DÖRT – (Bir ağızdan) Bizi affettiniz mi?
BEŞ – Hayır, sizi idam ettireceğim.
ÜÇ ve DÖRT – İdam mı?
BİR – (BİR birden BEŞin yanına gelir) Yalancı! (BEŞin pozu kaybolur) Hiç bir şeyden haberin yok senin! Sen de bizim gibisin. Tuzağın içindesin. Ama yalan söylemek işine geliyor, değil mi? Değil mi?
BEŞ – (Yavaş yavaş çöker. Başı önüne eğik) Evet, evet, yalan söyledim. Yalan söyledim. Her zamanki gibi… Bakmayın öyle gösterişli halime. Sağa sola poz atmama aldırmayın. Arada sırada tutar. Sık sık tutar. Ne bileyim, başka türlü yapamıyorum. Başkalarının ilgisini başka türlü üstüme çekemiyorum, Eziliyorum. Bir köşede kalıyorum. Bana biraz önem versinler istiyorum, anlıyor musunuz? Ben söz söylerken başkaları, gözlerinde garip bir ışık, beni dinlesinler istiyorum. Havalara konuşmanın ne demek olduğunu bilmezsiniz. Ben tattım bunu, tattım. Yıllar yılı sözlerimi hiç önemsemediniz. Ne dediysem omuz silktiniz. Düşüncelerimi boş, yanlış buldunuz. Sırf kendime güvenim artsın diye her yere burnumu soktum. Bana oralarda hep kıyıları, köşeleri verdiniz. Bir düşüncemin olsun hayat bulduğunu görmedim. Başka türlü yapamazdım. Beni anlayın. Bana kızmayın. Bu maskeyi yüzüme takmak zorundaydım. Üstünüze çıkmak için sizi ezecektim. Ezdim de! Şimdi artık bana saygı duyuyorsunuz, benden korkuyorsunuz. Halbuki boşum, bomboşum. Bir hiçim, bir hiç. İşte bazı bazı, düşününce maske arkasını gösteriyor. Karanlık, yokluk, hiçlik… Elle tutulmaz gibi… Acınaklı… yakınaklı… yakın… ve uzak… saklı. (Birden yerinden fırlar) Yaşamak lüzumsuz. Yaşamak mânasız. Ölmek ne iyi! (Ötekiler kollarına yapışırlar)
BİR – Dur canım.
ÜÇ – Heyecanlanma.
DÖRT – Üzme kendini.
BİR – Biz seni seviyoruz.
BEŞ – Bırakın beni! Küçüklüğümle, yalnızlığımla bırakın. (Ötekiler BEŞin kollarını bırakırlar, Birer adım gerilerler. BEŞ şimdi çok sakin) Artık kendi içine kapanıp, dünyadan elini ayağını çekmek gerek. Beklemeli… Susmalı, beklemeli. (Hepsi çok ciddidir. İçlerinde BEŞe karşı merhamet)
DÖRT – (Bu kadar ciddiyete tahammül edemiyor belki de. Çok hislenmiş sanki) Şu hale bir bakın sevgili dostlarım. Bir ademoğlunun rızayı kalb ile tantafatlı, şatanalı ikbal-i mevkiinden vü keyfiyetül hikmeti nasibesinden hülâsaten gadrüyyetinden, gadr-ü kıymetinden (Lâz şivesiyle) ha bunin anasinin çözünden da, babasinin ağzindan terk-i diyar eyleyip… (BİR mestolmuş kıkır kıkır gülüyor. Zaten onda DÖRTe karşı belli belirsiz bir hayranlık var. DÖRT hecelere basa basa) Mef’ulü mefâîlü mestediyor… Mestediyor da, mestediyor da mestediyor da mestediyor. Ahhh mestediyor! (ÜÇün attığı bir tekmeyle yere kapaklanır) Ve yeri öpüyor da öpüyor. (Yeri öper)
ÜÇ – (Gene boşalacak yer arıyor. BİR kabağın kendi başına patlayacağını bildiğinden yavaş yavaş geriliyor. Nitekim ÜÇ hızla BİRin üzerine yürüyerek yakasına yapışıyor) Bana bak, ortalığı birbirine katmakta ustasın. Zavallıcığı ne hallere soktun bak. Yapmak istediğin ne, söylesene, yapmak istediğin ne?
BİR – (Kurtulmaya çalışır) Ben ona bir şey yapmadım ki!
ÜÇ – (BİRin yakasını bırakır) Yok canım, sen yapmadın da ben mi yaptım?
BİR – Tabii sen yaptın. Tekmeyi benden yemedi ya!
ÜÇ – (BİRin kafasına vurur) Hay aptal oğlum, hay! Ötekinden bahsediyorum.
BİR – (Saf) Ben ona işin doğrusunu söyledim.
ÜÇ – (Alaylı) Bak hele! İşin doğrusuymuş. (Ciddileşir) Sen nereden bilebilirsin bunu?
BİR – (Çok saf, hattâ aptal) Ben bilirim, bana malûm oluyor.
ÜÇ – (Güler) Belli.
DÖRT – (Güler) Kişioğlunun naçizane bir itirafı!
BİR – (DÖRTe) Gülme! Sen benim bildiklerimi bilmezsin. Bak şimdi ona (BEŞe) bir şey söyleyeceğim. Neler olacak, gör bak! BEŞin yanına yaklaşır) BÖRKENE! (BEŞ birden yerinden fırlar. Adaleleri çekiliyormuş, uzuyormuş gibi bir hali vardır. Gözleri büyür. Ellerini kollarını havaya kaldırır. Gerinir gibi. Ta karnının ortasından geliyormuş gibi tuhaf bir ses çıkarır. Sonra birden koca vücudu yere yığılır. Ama bir tuhaf düşüştür bu. Sırtüstü yere düşmüş bir fil gibi kollarıyla, ayakları havadadır. Biraz sonra onlar da birer birer yere düşerler. Ötekiler önce pek şaşırırlar. Ağızları açık kalır. Sonra korkarlar. Ne yapacaklarını bilemezler).
ÜÇ – Öldü! Aman Allahım, öldü!
DÖRT – (Bakar) Ölmüş!
ÜÇ – Allah günahlarını affetsin.
DÖRT – Amin!
ÜÇ – Yazık oldu, yazık!
DÖRT – (Ötekileri yanına toplar) Başucunda kederimizi ifade eden ve onun ruhunu dinlendirecek birkaç söz söylemek gerekecek. (BİR, DÖRTe ‘Sen yap’ der gibi işaret eder) Bırakın bana, ben. yaparım. (Poz alır. Çok acıklı bir sesle) Şu anda duymakta bulunduğum derin, elem verici, yürek parçalayıcı ıztırappp hislerime tercüman olacak kelimeleri sıramamamamama mâni oluyor. (Konuşmasına hafif bir Arap şivesi girer) Şu fâni dünyada, şu ıztırap dolu, şu elim, elemler dolu şu fâni, şu dünyada hepimiz birer kervana takılmış, güneşin ve rüzgârın bakışlarıyla yanıp kavrulan su hayat çölünde saadet denen bir yudum suuu için günler günü, aylar ayı, yıllar yılı dolaşan birer nâçiz, âciz yolcuyuz…
BİR ve ÜÇ – (Beraber) Heyhat!
DÖRT – Yalnız ölüm, kaderin ve feleğin bu garip oyunu bizden sevdiklerimizi alıp götürünce yitik kişiliklerimiz adına salt öz saygısının özümlenmesi öneliyor.
BİR ve ÜÇ – (Beraber) Heyhat!
DÖRT – Ve ölümsü ölümçün ölütçüsü karşın karşısavı karşıtlıyor. Bu ölüm bizleri kedere garkediyor. Kendisinden çok şeyin umulabileceği bir çağda- (Durur. Bir şey bekliyor) Kendisinden çok, şeyin umulabileceği çağda uzun zamandan beri müptelâ olduğu – (Durur) uzun zamandan beri müptelâ olduğu şifa bulmaz… (Bir türlü gerisini getiremez. Hafifçe) Hastalığı neydi?
ÜÇ – (Şaşkın) Sahi, hastalığı neydi? Niye öldü? (BİR çaktırmadan geriliyor. ÜÇün gözü BİRe takılır) İşte bu! Onu bu öldürdü! Pis katil!
DÖRT – (BİR’in peşinden gider) Namussuz!
ÜÇ – (Aynı) Canavar!
DÖRT – Âdi herif!
ÜÇ – Yamyam!
DÖRT – Kan emici!
BİR – Hayır, suçlu olan ben değilim. Ben suçlu değilim. (Bu sırada DÖRT tam vurmak için elini kaldırmıştır. ÜÇ atılır).
ÜÇ – Elini boşuna yorma! Benim onu cezalandırmak için çok basit bir oyunum var.
DÖRT – Nasıl şey bu?
ÜÇ – Bekle biraz, görürsün.
BİR – (Olacakları anlamıştır. Kaçmağa çalışır. Nafile) Yo, yo, yo hayır! Yapma n’olursun. Ayaklarının altını öpeyim. (Tekrar kaçmak ister. ÜÇ ıslığa başlamıştır bile. BİRin hastalığı tutar. kıvranır, titrer, ıslık bitince yere yayılır).
ÜÇ – Bu kadarcık ceza yeter.
DÖRT – Adalet yerini buldu. Bravo dostum, tebrikler!
ÜÇ – İyi başardık.
DÖRT – Doğrusu yüksek dehanızın bu emsalsiz buluşu takdir edecek bir şey. Bu kadar olur yani.
ÜÇ – Sağ olun! Var olun!
BİR – (Kendine gelir. Acıklı bir sesle) Ben suçlu değilim. Bunun böyle olacağını bilmiyordum. Birden o kelimeyi hatırladım. Neyin nesi olduğunu bilmeden söyledim. Siz hâlâ beni ciddiye almayın. Bakın leş kargaları tepemizden ayrılmıyor. Bütün bu telâş ne göklerdeki? Üstümüze çöken bu sessizlik ne? Börkene he? Neler olarak, yarabbi? Neler olacak? (Üçü de ayağa kalkmışlar havaya bakarak bir şeyler arıyorlar. Bu arada BEŞ kendine geliyor yavaş yavaş. İniltiler çıkarıyor) Bu çığlıklar da ne? (Başlarını döndürdükleri zaman üçü de aynı anda BEŞin kıpırdandığını, sesler çıkardığını görüyorlar).
ÜÇÜ BİRDEN – Aman Allahım, hortlamış!… (Üçü de ayrı birer köşeye çekilirler. Acayip pozlarda. cinleri, perileri kaçırtmak için dualar okurlar)
DÖRT – Gemilere sandal, kapılara mandal, kapılara mandal, gemilere sandal, kapılara mandal…
ÜÇ – Eşünlüsü meşünlüsü, meşünlüsü eşünlüsü, eşünlüsü…
BİR – Çinçini, mançana, çançana, komu kamçana, çinçini, komçina, çançana, mançana… (Bütün bunlar hep beraber söylenir)
BEŞ – (Oturur. Konuşmaya başlar. Ötekilerin duaları yavaş yavaş hafifler, sonra kaybolur) Doğru. Ondan kurtulamayacağımı ben de biliyorum. Beni bir gün altedecek, yok edecek. Bir gün… İlerde bir gün… (Ayağa kalkar. Ötekiler merakla dinliyorlar) BÖR-KE-NE!… En büyük düşmanım… (BİRe) Bildiklerini söylesene bana. Ne zaman geleceğini, nasıl geleceğini. Sen çok şey biliyorsun. Hadi konuş, söyle.
BİR – (Çekiniyor. Biraz da, korkmuş) Bilmiyorum.
BEŞ – (Israr eder) Bileceksin. Biliyorsun.
BİR – (Hakikaten bilmiyor) Bilmiyorum.
BEŞ – Benden fazla biliyorsun, konuş.
BİR – Sadece bir anlık bir parıltı. Sadece bir söz: Börkene. O kadar. Gerisi karanlık.
BEŞ – (Heyecanlı) Hatırlamaya çalış. Ne varsa sende var. Tek kurtuluş ümidimiz sensin. Hatırlamaya çalış. (BİRi bir yere oturtur. Eliyle yüzünü yelpazeler)
BİR – Olmuyor!
BEŞ – Hatırlaman lâzım. Hadi uğraş biraz!
ÜÇ – (DÖRTe) Bak hele, bir ağız dolusu söylenir dururdu da ciddiye almazdık.
DÖRT – Dostum, büyük babamın süt kardeşi görünüşe aldanmamalı derdi. Bir ceketin içinde ne cevherler yatabilir. Ne gömlekler, ne fanilâlar…
BİR – (Sıkıntılı) Yapamayacağım, olmuyor ki!
BEŞ – (Ötekilere) Bana yardım edin şunu söyletelim. Sizin de işinize yarayacak bu. Sizi de kurtaracak.
ÜÇ – (BİRin üzerine doğru yürür) Söyle, yoksa döverim!
BEŞ – (Sinirlenir) Hay Allahın aptalı, git işine!
DÖRT – Bana bırakın. Acıklı halimizi tasvir eden heyecanlı bir nutuk atarım. Kalbindeki hassasiyet telleri harekete gelir…
BEŞ – Git işine!
DÖRT – (Kızmış) Sözümü kesme! (Eski haliyle) harekete gelir, söyler.
BEŞ – (Daha kızgın) Git işine! (ÜÇe) Bana bak. Al şu şapkayı. Sen bununla yelpazeleyeceksin. (DÖRTe) Sen de bir şarkı söyleyeceksin. Güzel bir şarkı. (DÖRT bağıra çağıra Çılgıltı’yı söylemeye başlar) Hey, hey! Ne oluyorsun, öyle?
DÖRT – Şarkı söylüyorum.
BEŞ – Öyle değil. Ses uzaktan, derinden, tatlı tatlı gelecek. Buna tesir etsin diye. (DÖRT uzağa gider, yavaş yavaş söylemeye başlar. Bu arada ÜÇ yelpazeleyeceğim diye şapkayla BİRin başına, vurmakta. BEŞ, ÜÇe) Öyle değil, öyle değil. Uzaktan. (BİRin yanına oturur. BİR aptallaşmış, ne yapacağını şaşırmış bir halde. BEŞ yanında hafif) Bak, hava ne kadar da sakin. Günlük güneşlik.
Rüzgar bile sakinliğin şarkısını söylüyor. Bize huzuru getiriyor, sevinci getiriyor. Ümidi. İnsan yere uzanıp toprağı öpmek istiyor, dua etmek istiyor. Uzaklara bak uzaklara. Işıklar nasıl da kırılıyor, titriyor. Sönüp yanıyor, yanıp sönüyor, sönüp yanıyor, sönüp yanıp, sön yan, sön yan. Ya! (BİR kendini BEŞin havasına kaptırmış. Gözleri ilerde bir noktaya takılı. Sabit bakışlarla oraya bakıyor) Daima sağ yağ kıya sıya su arzusu bulu susiyu uuuuu! (BİR iç geçirir – Aptalca) Düşün, kendini, bizi! Hepimizi teker teker gözlerinin önünden geçir. Başımıza gelenleri hatırla… Upuzun, dümdüz bir yol. Dönemeçsiz, köprüsüz, kesintisiz. Bu yoldan yürüyoruz. İlerilere bak, bir şeyler görmeye çalış. Yolu buldun mu? Yolu ara! Yolu bul!
BİR – (Sönük) Dağlar var… Tepeler var… Ağaçlar var… Ötesi karanlık… Kesik kesik… İlerisi çökmüş, sanki yok olmuş.
BEŞ – (Metodu değiştirir. BİRin kafasını tutar bir sola bir sağa sallamaya başlar) Börkene börkene börkene börkene börkenne berkenne berkelle berkelle birkelle bir kelle iki kelle üç kelle dört kelle (BEŞ susar)
BİR – (İyice aptallaşmış kendi kendine başını sallıyor) Dört kelle beş kelle altı kelle ekelle bekkelle ıkkelle…
BEŞ – Börkene börkene, neler görüyorsun, söyle? (Cevap yok) Börkene börkene ne kene ler kene görüyorsun kene söylesene cevap ver, söyle cevap ver! (BİR uyuya kalmıştır. Oturduğu yerde) Hay Allah uyudu! (BİRi sarsar. BİR olduğu yerde büzülür, elini başının altına yastık yapar, uyur. BEŞ ayağa kalkar) İp var mı, ip?
DÖRT – Yo!
BEŞ – İp lâzım, ne yapacağız.
DÖRT – Niye?
BEŞ – Efendim?
DÖRT – İp niye lâzım?
BEŞ – Lâzım işte!
DÖRT – Nasıl lâzım?
BEŞ – Bayağı lâzım.
DÖRT – Nasıl bayağı?
BEŞ – Bayağı işte.
DÖRT – Kime lâzım?
BEŞ – Bana!
DÖRT – Ne?
BEŞ – İpp!
DÖRT – Haa, ip mi lâzım?
BEŞ – (Bağırır) Evet!
DÖRT – Bende yok ki!
ÜÇ – (Çareyi bulmuştur. DÖRTe) Çıkar kravatını!
DÖRT – O da niye? Nereden icabetti?
ÜÇ – Çıkar!
DÖRT – Çıkarmam! (ÜÇ BEŞe göz kırpar. DÖRTün çığlıkları arasında kravatını çıkartırlar.)
ÜÇ – (BEŞe) Al sana ip. İstediğin şeyi bağla. BEŞ düşünür. ÜÇ, DÖRTe) Pantalonunu çıkarmadığıma dua et.
DÖRT – Rica ederim, beyler, efendiler. Her türlü hak, hukuk, vazife anlayışını ayaklar altına alıp bir kişinin dokunulmaktılığına şen’î ve rezilâne bir tecavüzle…
BEŞ – (Sözunü keser) Bu yetmez, daha lâzım. (DÖRT birden susar. BEŞle bakışırlar. ÜÇ durumu anlar. Kaçmaya çalışır. Bir gürültü patırdı. Onun kravatı da çıkar. Ama bu biraz daha güç olur) Eh, ikisi bir arada yeter.
ÜÇ – Ya, bak hele! (DÖRTle göz kırpışırlar)
BEŞ – (Durumu anlar) Sakın ha! (DÖRTle ÜÇ bir an etrafı kollarlar. Sonra âni hücum. Ortalık birbirine girer. BEŞin de kravatı çıkar)
DÖRT – (Ellerini oğuşturur. Yaptığı işten pek memnun) Adalet yerini buldu. Dişe diş…
ÜÇ – (Tamamlar) Kravata kravat.
BEŞ – (İsyankâr) Ama bu fazla artık.
ÜÇ – Fazla mal göz çıkarmaz..
BEŞ – Herneyse. (Kravatları birbirine bağlarken) Bir de ucuna asmak için bir ağırlık lâzım.
ÜÇ – (DÖRTe bakarak) Ayakkabı olur mu? (DÖRT kaçar)
BEŞ – Tabii. (BEŞ, ÜÇün kendi ayakkabısına göz diktiğini görerek) Yersin tekmeyi ha!
ÜÇ – (BEŞin ayakkabısını almaktan vazgeçer. Gider yerde uyuyan BİRin ayakkabısını çıkarır BEŞe verir) Al bakalım, babalık.
BEŞ – (Ayakkabıyı kravatların ucuna bağlar. Böylelikle koca bir sarkaç yapar. BİRi uyandırır. BİR korkuyla yerinden fırlar, Ne olup bittiğini bir türlü anlayamaz) Beni iyi dinle! (Ötekilere) Gelin buraya! (BEŞ, ÜÇle DÖRTün sırtına çıkar. Sarkacı sallamaya başlar. BİRi böylece ipnotize etmek niyetinde) Kravatın ucundaki ayakkabıyı gözle. İyi bak. Dikkatle. Ey, Ksiterniyasın oğlu, uyu! Uyu! Uyu! Söyle ne görüyorsun?
BİR – (Hâlâ ne olup bittiğini anlayamamış. Bu durum biraz da komiğine gidiyor. Gülmemek için zor tutuyor kendini) Bir tahtakurusu.
BEŞ – (Şaşkın) Ne?
BİR – (DÖRTü gösterir) Şunun pantalonunda yürüyor. (Ve kahkahayı koparır)
BEŞ – (Kızmış) Hay Allahın belası! (DÖRT sinirlenir)
BEŞ – (Trajik bir edâ ile) Ey Ksiterniyasın ulu oğlu! Bir an için kendinden geç. Haşmetlû göz kapakların saygıdeğer bir uykuyla kapansın. (Şaka maka BİRin gözleri yavaş yavaş ağırlaşmaya, kapanmaya başlar. Başı bir sağa, bir sola sallanarak sarkacı takibediyor) Yücelerin yücesi Ksiternasyolas, baban, bilgin Ksiternasyolasnasas adına uyu! Bize gaipten haber ver. Ey Ksiternasyolasnasas Kliniana, neler görüyorsun?
BİR – (BEŞin trajik edâsı aynen ona geçmiş. Sade biraz daha deforme olduğundan komik bir havası var) Dümdüz bir ova …ve ortasında bir ağaççç…
BEŞ – Sonra Ksiternasyolasnasas Kliniana von Heiffel, sonra, neler görüyorsun?
BİR – Ağacın tepesinde de… bir adam…
ÜÇ – Dam üstünde saksağan! (BEŞ onu susturmak için tekmelemeye kalkar. Denge bozulur. BEŞ ha düştü, ha düşecek)
BİR – (Heyecanlı, gözleri kapalı) Dal kırıldı. Adam yere düşüyor!… Düştü! (Tam bu sırada BEŞ sırtüstü yere düşer. Kargaşalık. Bu sırada BİR gözlerini açar, birden ayağa fırlar. Çok heyecanlı) Durun bakayım, hatırlayacağım galiba. Durun, hatırlıyorum. Şimdi hatırlayacağım… ÜÇ kişi… Dört kişi – Bir yere kapanmışlar. Bekliyorlar. Neyi?… Neyi? (Hatırlamak için elinden geleni yapıyor. Ötekiler de onun etrafını sarmışlar, heyecanla bekliyorlar)
DÖRT – (Yavaşça sufle eder) Börkene.
– Deh, yavrum hazretleri, deeh! Heytt! Çekilin yoldan! Tramakatya Kontluğu Arabacılık İşleri Genel Müdürü geliyor, yaa!
– Eee… şey… Traka mraka… eee… işte o Kontluğun şeysi geliyor, Kontun tâ kendisi.
– Hadi bari bir fotoğraf çektirelim.
(Karanlık. Oyun biter.)
BİR – (Bir şey bulmuş gibi) Börkene! Börkene ne? Durun hatırlıyorum. Börkene felâket, Börkene sonları. Durun, hatırlayacağım. Şimdi. Bir dakika. Nasıldı?… Hatırlayamıyorum be! (İşte o sırada BİR tamamen sapıtır. Artık söylediklerinden bir şey anlaşılmaz. Acayip sesler çıkarmaya, çırpınmaya başlar. Ötekiler onu zorla zaptederler. Yere yatırırlar. BİR sakinleşir. Hareketsiz kalır. Ötekiler başının ucunda fısıltı halinde konuşurlar)
DÖRT – Aklını…
ÜÇ – Kaçırdı…
BEŞ – Zavallı…
DÖRT – Zavallı…
ÜÇ – Zavallı… (Sessizlik. Hepsi birer köşeye çekilirler. Otururlar. DÖRT piposunu içer. BEŞ leblebi yer. Üçü birden hafiften Çılgıtı’yı mırıldanırlar. Yavaş yavaş ışıklar kararır. Sade soğuk, sarı bir ışık İKİyi aydınlatmaktadır, İKİ durmadan çalışmaktadır… Işıklar tamamen söner)
BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU
İKİNCİ BÖLÜM
(Işıklar yavaş yavaş gelir. Ortalık aydınlanır. BİR, İKİ, ÜÇ, DÖRT, BEŞ birinci bölümün sonundaki gibi. Hepsi bir köşeye oturmuşlar. BEŞ hâlâ leblebi yiyor. İKİ hâlâ çalışıyor. (Uzun bir sessizlik)
ÜÇ – (Artık tahammülü kalmamış) Of, niye böyle sustunuz? İnsanı hafakanlar basıyor.
DÖRT – Al benden de o kadar. Küçük dili konuşsun diye yaratmış Allah Baba. Sessizliğe hiç tahammülüm yok.
BİR – (Mahçup, çekingen) Size kendimden bahsetmek istiyorum.
DÖRT – Çıt çıkmadı mı bulunduğum yerde ürperirim. Sessizliğe hiç mi hiç dayanamam…
BİR – Artık susamam, size hayatımı anlatacağım.
DÖRT – (Devamla) Dinlemeğe de.
ÜÇ – Gelin bir oyun oynayalım. Meselâ… bir müsabaka yapalım, aptallık müsabakası. İçimizden en aptalını seçelim.
BİR – Sizlere çok ısındım. Bana yakınsınız. İçimi ancak size dökebilirim. Beni anlayacağınızdan eminim.
ÜÇ – Tamam! (BİRe) Hadi anlat. (Sevinmiştir. Ellerini oğuşturur. DÖRTe) Bak, hayatını anlatıyor.
DÖRT – Allah saklasın, dinliyemem. O şimdi saatlerce anlatır. Bense konuşmadan duramam.
ÜÇ – (DÖRTü bir kenara çekerek hatif sesle) Meseleyi anlamadın mı? Onu konuşturup ağzından lâf alacağız. En saklı, en derinde kalmış düşünceleriyle bizim olacak.
DÖRT -İğrençsin!
ÜÇ – Niye? Sanki sen hiç yapmadın mı? Sana hiç yapmadılar mı? Bana yaptılar bunu, anladın mı? Beni nasıl küçülttüklerini, nasıl süründürdüklerini sen bilemezsin. Ben de yapacağım, önüme gelen herkese yapacağım. Sanki sen de başkalarının zavallılığını görmekten zevk duymaz mısın?
DÖRT – Beni yalnız kendim ilgilendirir.
ÜÇ – Sen dinlemezsen dinleme. (BİRe, çok tatlı) Anlat dostum, anlat.
DÖRT – Ben de oturur bir nutuk hazırlarım. (Bir köşeye geçer, oturur. Cebinden kâğıt kalem çıkarır, bir şeyler yazmaya başlar)
BEŞ – (Kendi kendine) Şunu dinlemeli, belki Börkeneden bahseder. (Gelir BİRin yanına oturur)
BİR – (ÜÇle BEŞe) Ama belki canınızı sıkarım kendi dertlerimle…
ÜÇ – (Gelir BİRin yanına oturur) Yok yok, rica ederim, arkadaşlığın kutsal ödevi falan filân,.. Değil mi ya, canım?
BEŞ – Anlat dostum, anlat.
BİR – (Bir an susar. Başını önüne eğer. Yere bakarak acıklı bir sesle) Ben ıztırap çekiyorum.
ÜÇ – (Alaylı) Ya? Ne oldu?
BEŞ – (Biraz daha ciddi) Vah vah vah vah!
BİR – Ben yeryüzünün en talihsiz adamıyım. Yazık, onu kaçırdım. Zaten hiçbir zaman benim olmamıştı ki… (Gözleri dalmıştır. İlerde bir noktaya bakarak hafif sesle anlatır) Bir gün… Soğuk bir kış günüydü… Kar yağıyordu. Ve uzaktan hafif bir şarkı. (Çılgıtı’yı mırıldanır biraz) Her yer karanlıktı. Yıllardan beri süren bir karanlık. Işıklar sönmüştü. Karanlık ve sessizlik. Rüzgâr uğulduyordu. (Gittikçe daha heyecanlı) Karlar yüzüme vuruyordu. Üşüyordum. (Bir titreme geçirir) Şarkı yaklaşıyordu bana. Karanlıkta sesler büyüyordu. Karanlık üzerime abanıyordu. Korkuyordum. (Haykırır) Ve birden bir ışık parladı. Her yeri yakıp yıkan bir ışık. (Sözüne devam edemez. ÜÇün kucağına kapanıp hüngür hüngür ağlamaya başlar) Bana niye bu azabı çektirdin? Suçum neydi, Allahım, suçum neydi? Ah o ışık, o ışık, görmez olaydım…
ÜÇ – (Şimdi artık ciddi) Şeker kardeşim, sakin ol.
BEŞ – (Aynı) Yapma canım, yapma!
BİR – (Bir müddet daha sessiz sessiz ağlar. Sonra biraz açılır gibi olur. Başını kaldırır. Yanındakilere) Bilemiyorum… Bilemiyorum, bana niye öyle davrandı? Sonra beni niye öyle bırakıp gitti? Halbuki onu sevmiştim. O da bunu biliyordu. Bir ara bana iyi davrandı. Mesuttum. Sonra araya bir sürü hayal girdi. Bir sürü yüz, bir sürü insan, düşünceler, kuruntular, tasalar. Hepsi birden üstüme çullandılar. Bana, yalnızlığımı, küçüklüğümü, hiçliğimi hatırlattılar. Çekildim bir köşeye, büzüldüm, kaldım. (Bir an sessizlik) Yoksa benle alay mı etti? Yoksa benle oynadı mı? Beni kapana mı düşürmek istedi? (Hırslı) Onun için her şeyi yapabilirdim. Beni tekmeledi gitti. (Haykırarak ayağa fırlar) Köpek gibi! (Hislerini kontrol edemez. İçi boşaldığı için biraz rahattır. Biraz sonra kendine gelir. Çok sakin bir sesle) Şimdi artık rüzgar başka yönden esiyor. Tatsız, kuru. Yalnızlığı getiriyor. (Öbürlerinden yavaş yavaş uzaklaşır) Çekilmeli köşesine, yalnız, yapayalnız. (Bir köşeye çöker) Dünle beraber gitti herşey… Onun gibisini bir daha bulamam. (Çok hafif) Yazık! (Başı önüne düşer)
ÜÇle BEŞ – (Beraber) Yazık! (Çok ciddi ve düşüncelidirler)
DÖRT – (Sevinçle yerinden fırlar) Tamam! (Ayağa kalkar. Yüksekçe bir yere çıkar. Poz alır, boğazını temizler) Öhöö! (Elindeki kâğıda bakar) Ellerim heyecandan titremeli. (Ellerini titretir) Sesim de titrek çıkmalı ki tam olsun. (Bir an durur ve başlar) S-s-ay-ın arr-ka-daşlar! (Normal sesiyle) Bu sefer de fazla titredi. Sonra, bir şey anlaşılmayacak. (Propaganda nutku söyleyen ateşli bir hatip gibi) Sayın arkadaşlar! Zahmet edip de bu toplantıya şeref vermenize ve beni dinlemek zahmetine katlanmak büyüklüğünü göstermek büyüklüğünü göstermenize, burada, şu çatı altında, ve bu samimi, canayakın topluluğun yüksek huzurunda hepinize teşekkür etmeği bir vazife addettiğimi derin saygılarımla bildirmeyi bir vazife addederim, arkadaşlar! (Öksürür, boğazını temizler) Arkadaşlar, karşımızda, lâyık olmadığı halde, lâyık olmadığı bir mevkiye, lâyık olmadığı bir teveccühle arz-ı endam eylemiş şu naçiz bendeniz ve kulunuz sizlere kendimden bahsetmek istiyorum. (Ses tonunu değiştirir. Orada olmıyan birine) Kâtip efendi, lütfen not edin, alkış sesleri, parantez içinde. (Gene eskisi gibi) Ben, kendini ve varlığını yüksek idealler uğruna harcamış ve bundan şeref duymuş bir insanım. Çok merak ettiğinizi bildiğim halde sizlere, yaptığım büyük işlerden ve nasıl dirayet, irade, azim sahibi bir insan olduğumdan bahsetmiyeceğim. Daha fazla merak edenleriniz. nam-ı müstear kullanarak yazıp kendi paramla bastırdığım ve içinde hizmetlerimi ve dehamı ifade ettiğim kitabı satın alabilirler. Kitabın ismi “Bir Büyük Adama Övgü”dür. Biraz pahalı olmakla beraber, anlatılanların büyük bir kudretle kaleme alınmış olması kitabın değerini arttırıyor. Onun için almışken beş on tane birden alın; eşe dosta hediye edersiniz. En iyi bayram hediyesi. Hadi reklâm fiyatına, reklâm fiyatına… Arkadaşlar, ben bir dâhiyim. (Kâtibe) Bravo sesleri! (Eskisi gibi) Onun için şimdi seçeceğiniz başkanlığa benden başka birinin lâyık olacağını sanmıyorum. (Bu ana kadar başları önlerine eğik olan BİR, ÜÇ, BEŞ birden başlarını kaldırarak DÖRTe bakarlar. DÖRT çok bozulur. Bütün azameti kaybolmuştur. Biraz sessizlik. Sonra hafif, kâtibe) Yuha sesleri! (Sessizlik) Hep böyle oldu. Nutuklarımı sadece duvarlar, yastıklar, iskemleler dinledi. Bu ufak tatlı hayaller, yalanlar bana yetti hep. Sıkıntım, derdim ne? Şikâyetim ne? (Olduğu yerde kalakalır)
ÜÇ – (Kendi kendine) Başkan olmak istedi canım. Oldum. Sonra canım sıkıldı.
BEŞ – (Aynı) Sille yedim. Sebep kimdi?
ÜÇ – (Aynı) Okumak istedi canım. Okudum. Sonra canım sıkıldı.
BEŞ – (Aynı) Darbe yedim. Sebep kimdi?
ÜÇ – Yarışları kazanmak istedi canım. Kazandım. Sonra canım sıkıldı.
BEŞ – Tokat yedim. Sebep kimdi?
ÜÇ – (Ayağa kalkar) Hiçbirine bağlanamadım. Sebep neydi?
BEŞ – (Aynı) Alay ettiler benle. Sonra ben de alay ettim. Şimdi rahatım.
ÜÇ – Hiçbir işe yaramadım. Sebep neydi?
BEŞ – Üstüme çıktılar benim. Sonra ben de üste çıktım. Şimdi rahatım.
ÜÇ – Hiçbirini bitiremedim. Sebep neydi?
BEŞ – Hep küçülttüler, ezdiler beni. Sonra ben de ezdim. Şimdi rahatım.
BEŞ, ÜÇ, DÖRT, BEŞ – (hep bir ağızdan konuşurlar. Yavaş yavaş ayağa kalkarlar. En sonunda elleri açık, dua eder gibi, göğe bakıyorlar) Allahım! Niye var olduk? Niye yaşadık? Geldik, geçiyoruz! Çakılı bir çivimiz bile kalmayacak! Hayallerimiz, ümitlerimiz, isteklerimiz bizle beraber göçüp gidecek. Niye varolduk Allahım, niye? (Yavaş yavaş başları önlerine düşer) Ah bu yalnızlık, hiçlik, zavallılık! (Birden kendilerini çok yalnız hissederler. Birbirlerine yaklaşırlar. Yavaş yavaş mırıldanırlar) Hiçlik… Zavallılık… Hiçlik… (Ortada birleşirler. Birbirlerinden kuvvet almak istercesine elele tutuşurlar. Birden İKİyi görürler. O hâlâ kâğıtlarını kesiyor. Yorulmak, bıkmak bilmeden çalışıyor. Ona doğru eğilir vücutları. Bir an. Sonra hepsinin aklına aynı anda bir şey gelmiş gibi, yüzlerinde şeytanca bir gülümseme, seyirciye doğru dönerler, Bir oyun oynarlar. Bu, çocukların sık sık oynadıkları bir oyundur. Aralarından ebeyi seçmek için filân. Şöyle: Herkes içinden üçe kadar sayar ve elini ortaya koyar, ya tek parmağını gösterir, ya da çift. Herkes çift gösterir de yalnız bir kişi tek gösterirse, tek gösteren aralarından çıkar. Geri kalanlar oyuna devam ederler. Böylece herkes birer birer çıkar. Sona kalan ebe olur. Bizimkiler de, tıpkı çocuklar gibi bu oyunu oynarlar, aralarından İKİnin başına gönderecekleri Belâyı seçmek için. Herkes çıkar, kurtulur, ÜÇ kalır sona. ÜÇ kendinden emin, İKİnin yanına gider. Arkadaşları neticeyi heyecanla bekliyorlar. ÜÇ İKİ’nin omzuna şöyle bir vurur, önündeki kâğıtlardan bir kaç tane alır. Ötekiler bu işten pek memnun ÜÇe koşarlar. ÜÇ onlara İKİden aldığı kâğıtları dağıtır. Hepsi birden kâğıtları ellerinde sallamaya, tavuklara yem verir gibi “Geh geh geh! Bili bili bili” diyerek İKİyi kızdırmaya başlarlar. İKİ gayet sakin yerinden kalkar, kesin adımlarla ötekilere doğru yürür. Ötekilerin neşesi biraz biraz kaybolmuştur. İKİ gelir, DÖRTün suratına bir tokat atar, elinden kâğıtlarını alır; bir tokat da ÜÇe; BİRin kanına, bir tekme yapıştırarak öbürlerinin üstüne yuvarlar. BEŞin önüne gelir, şapkasını kafasından çıkararak yere fırlatır. Kâğıtlarını toplayıp masasının başına, gider. Oturmaz. Ayakta, dimdik ötekilerin yüzüne bakar, uzun uzun. Korkunçtur hali)
BEŞ – (Haykırır) Bakma! N’olursun, bakma!
ÜÇ – N’olursun, hatırlatma küçüklüğümüzü, n’olursun bize…
BİR – (Yerinden fırlar, koşar İKİnin ayaklarına kapanır) Bakma, bakma, bakma!
DÖRT – Ve konuşma! (Bir an sessizlik)
İKİ – (Yüzündeki ifade değişmiştir. Hafif) Özür dilerim. Neler hissettiğinizi biliyorum. Benim de başımdan geçti. Özür dilerim. (Masasına oturur, sâkin, işine başlar)
BİR, ÜÇ, DÖRT, BEŞ – (İKİnin söylediği son söz üzerine iyice afallamışlardır. Hep bir ağızdan) Yaa!
BİR – (Bir iki adım geriler. Hafif. İKİ sözlerinin yankısı) Özür dilerim.
ÜÇ – (Aynı) Neler hissettiğinizi biliyorum.
DÖRT – (Aynı) Benim de başımdan geçti.
BEŞ – (Aynı) Özür dilerim.
BİR – (Çekingen, İKİnin yanına yaklaşır) Lütfen anlatır mısın? Başından geçenleri? Bize? Sen de bizim gibisin, değil mi? Sen de ıztırap çekiyorsun? Senin de yapılmamış işlerin, söylenememiş sözlerin var, değil mi?
BEŞ – (İKİnin yanına yaklaşır) Sen de bizdensin, değil mi? Senin de bir Börkenen var, değil mi?
DÖRT – (Aynı) Sen de hiç alkışlanmadın, omuzlar üzerinde taşınmadın, değil mi?
ÜÇ – (Aynı) Değil mi? Değil mi? Değil mi?
İKİ – (Başını kaldırır, ötekilerin yüzüne bakar. Çok soğuk bir sesle) Lütfen beni rahat bırakın. Görüyorsunuz ki meşgulüm. (Çalışmasına devam eder. Ötekiler birden bozulup dağılırlar. Biraz önce İKİyle aralarında belirir gibi gözüken sempati kayboluvermiştir)
BEŞ – (Kızgın kızgın dolaşırlar) Bir an şuna ısınır gibi olmuştum. Bir an için sevmiştim. Halbuki…
ÜÇ – (Aynı) Beyimiz rahatsız edilmek istemiyorlar. Bugün meşgullermiş. Yarın belki kabul etmek lütfunda bulunurlar.
DÖRT – Böyle, bunun gibi kendini beğenmiş ukalâlara öyle bozulurum ki? Burnu bir karış havada, kimseye değer vermez, kendini bir halt zanneder.
BİR – Niye böyle yapıyor canım? Biz ona ne yaptık ki?
ÜÇ – Belki de habersiz, davetsiz kendilerini aradık diye sinirlendiler, ne dersiniz? Öyleyse hadi bakalım dışarıya. Herşeye baştan başlayacağız. Uşağı benim. (Ötekileri iter. Hayalî bir kapıyı kapar. Gider İKİnin yanında hazırol vaziyetinde durur)
DÖRT – (Bu işten hiçbir şey anlamamıştır) Ne oluyoruz yahu?
BİR – (Aynı) Bir şey anlamadım.
BEŞ – Ben anladım. Gelin peşimden. (Yüksekçe bir yere çıkar) Ben kontum?
BİR – Kont mu?
BEŞ – Evet!
DÖRT – Ne kontu?
BEŞ – Tastramanya Kontu. Ne bileyim ben, bir kont işte! (DÖRTe) Sen benim maiyetimde çalışan bir memursun, (BİRe) Sen de arabacım.
DÖRT – (BİRe yavaş sesle) İstifa et! İstifa et!
BİR – Ben istifa ediyorum. Verdiğin meslek şanıma lâyık değil.
BEŞ – Peki öyleyse… (Aranır) Kontluğumun arabacılık işleri genel müdürüsün. Kabul mü?
BİR – (Gözünün önüne getirmeye çalışır) Tastramanya Kontluğu Arabacılık İşleri Genel Müdürü?… Peki, kabul. (Önemli bir adam pozuyla gider sahnenin gerisinde bir yerde hazırol vaziyetinde durur. Aşağıdaki sahne boyunca olup biteni dikkatle dinleyip onlarla beraber konuşmadan oynayacaktır. Her halinden DÖRTe karşı öze1 bir hayranlık duyduğu ve bu kontluk oyununu oynamaktan pek zevk aldığı bellidir)
BEŞ – (Yola, çıkmaya hazırlanır) Hadi öyleyse, hemen…
DÖRT – Bir dakika, bir dakika! Anlaşalım. Ben neyim? Basit bir memur, değil mi?
BEŞ – Yok canım, sen şeysin… efendim… Kontluk Refakat Genel Müdürü!
DÖRT – Komik!
BEŞ – Niye? Fena mı?
DÖRT – Etek öpücünün kibarcası.
BEŞ – Peki, daha kadromuzda eksiklikler var…
DÖRT – Genel Müdürlükleri bir kalemde geç.
BEŞ – Pekâlâ, al bakalım: Kontluk İdare Bakanlığı Bakanı. Tamam mı?
DÖRT – Dur bakayım. (Tahayyül etmeğe çalışır) Astrabontya Kontluğu Teşkilât-ı Kanunî ve İdare-i Kemali Bakanı. A, Ka, Te, Ka, İ, Ka, Be. Lütfen bir kart bastırın. Bir de üstüne A.K.T.K.İ.K.B. yazılı bir levha hazırlatın ki sarayımın kapısına astırayım.
BEŞ – Öyleyse lütfen yola çıkalım.
DÖRT – Nereye gideceksiniz beyefendi?
BEŞ – (İKİyi gösterir) Prens Hazretlerine! (Kendi kendine) Amma da uzattı be!
DÖRT – Bir dakika! Bir dakika! Teşkilât-ı Kanuni Bakanı olduğum için bu ziyaretinize kanunlarımızın müsaade edip etmeyeceğini araştırmama izin verin. (Tam bir bürokrat. Kendi kendine) Durun bakayım… sekizinci fasıl, yirminci madde, fıkra bir… eveett… (BEŞe) Resmî bir yazıyla Bakanlığımıza müracaat etmeniz gerekiyor. Yazınıza ilişik olarak da… (Parmaklarıyla sayar) Tam teçhizatlı bir hastahaneden sağlık raporu, aşı kâğıdı, kafa kâğıdının noterden tasdikli sureti, iyi hâl kâğıdı, ikamet teskeresi, on iki resim, resimler kravatlı olacak ve kırkbeş kuruşluk pul. Biz komisyonu toplantıya çağırır, şayet ekseriyeti temin edebilirsek meseleyi inceleriz.
BEŞ – (Sıkıntılı) Ama ben şimdi gitmek istiyorum.
DÖRT – Kanun var, kanun.. Efendi, sen neden bahsediyorsun? Madde var, kanun var, nizam var, hukuk var… Vay, bir de vazife başında memura hakaret ha!
BEŞ – (Kızgın) Ben kontum!
DÖRT – (Birden köpeklenir) Affedersiniz Kontum. İstirahat buyurmaz mısınız? (Hayalî bir garsona) Oğlum gel bak bakalım beyefendi ne emrediyorlar? Çay, kahve, gazoz…
BEŞ – (Kızgın) Sizi vazifenizden uzaklaştırdım.
DÖRT – İmkânsız. Beş numaralı kanuna göre.. evet, evet…. sayfa elli üç, madde altmış iki… seçilen bakanlar üç yıl boyunca kont tarafından işten uzaklaştırılamazlar.
BEŞ – (Düşünceli) Yaa.?.. Ama benim bu ziyaretim hakkındaki karar sizden önceki bakan zamanında alınmıştı. Dosyasında mevcuttur.
DÖRT – Yaa?
BİR – Yaa!
DÖRT – Yaa!.. O zaman mesele değişir. Gidebiliriz. Peki bir dakika. (ÜÇü göstererek) O kimin nesi be yahu?
BEŞ – Prensin…
ÜÇ – (Tamamlar) Prens Hazretlerinin!
BEŞ – (Sıkıntılı) Prens Hazretlerinin uşağı.
ÜÇ – (Tamamlar) Uşakçılık işleri Genel Müdürü!
BEŞ – (Patlar) Ama sıktınız artık. Burada çocuk mu eğlendiriyoruz, yoksa iş mi yapıyoruz?
DÖRT – (Gönlünü almaya uğraşır) Kont Hazretleri…
BEŞ – Geç canım!
DÖRT – Efendi! (BEŞ birden kızgın, döner) Şey, beyefendi… Her şeyin bir yolu var canım. Hem böyle konuşmak size yakışmıyor. Hadi gelin. (BİRin yanına gelir) Kontluk arabası hazır mı?
BİR – (Büyük bir reveransla) Evet, Bakan Hazretleri
DÖRT – Buyurun, majesteleri. (Araba Oyunu bağlar. BİR arabanın kapısını açar. Basamakları indirir. BEŞle DÖRT arabaya girerler. Tabii ortada araba, filân yoktur. Onlar arabaya bindikten sonra BİR basamakları toplar, kapıyı kapayı kapatır. Kendisi de geçer arabacının yerine oturur. Hayâli kırbacıyla beygirlere vurur) Deh oğlum, deh! (Oldukları yerde sallanmaya başlarlar. Ağızlarıyla da giden bir arabanın sesini çıkarırlar)
DÖRT – (BİRe) Lütfen hayvanlarınıza biraz daha kibar bağırın. Kont Beyefendi Hazretlerinin kulakları rahatsız oldu.
BİR – (Son derece kibar) Deh, yavrum hazretleri, deeh! (Biraz giderler) Heytt! Çekilin yoldan! Tramakatya Kontluğu Arabacılık İşleri Genel Müdürü geliyor, yaa!
BEŞ – Eee… şey… Traka mraka… eee – işte o Kontluğun şeysi geliyor, Kontun tâ kendisi.
DÖRT – (Sırıtarak) Aldığımız son habere göre, kendilerine Teşkilât-ı Kanunî ve İdare-i Kemalî Bakanı da beşuş bir çehreyle refakat etmektedirler. (Bir müddet daha giderler)
BİR – (Dizginleri çeker) Brsss! Tamam, geldik! (Yere iner. Gider arabanın kapısını açar. Basamakları indirir. BEŞle DÖRT arabadan inerler)
DÖRT – (Prensin kapısını çalar. Biraz sonra ÜÇ, müthiş ciddî, kapıyı açar) Astragon Kontu Prens Hazretlerini görmek istiyor.
Ç – Kartınız?
DÖRT – Buyurun. (Cebinden güya bir kart çıkarıp ÜÇün elindeki muhayyel tepsiye koyar)
ÜÇ – (Ziyaretçileri içeri alır, onlara oturacak yer gösterir) Şurada bekleyin, lütfen (DÖRTle BEŞ otururlar. ÜÇ bir sürü oda kapıları açarak, koridorlar dolaşarak Prensin – İKİnin – odasına varır. Kapıyı vurup içeri girer) Prens Hazretleri, Asmakabak Kontu sizi görmek istiyor. (Kartı uzatır. İKİ aldırmadan işine devam etmektedir. Ötekilerin varlığından bile habersizdir. Bir an sessizlik. Hepsi heyecanla, İKİnin göstereceği tepkiyi beklerler. Yavaş yavaş bozulurlar. Bir aşağı bir yukarı yürümeye başlarlar)
BİR – Konuşsaydı, “Hep sevdim, sevildim, her şeyi başardım. Dünyalar benim” derdi.
BEŞ – Belki.
DÖRT – Beni şimdi düşündüren bu değil.
ÜÇ – Beni de.
DÖRT – Bunun bu tuhaf halleri…
ÜÇ – Fena halde asabımı bozuyor.
DÖRT – Asabımızı. Ne yapsak da şuna…
ÜÇ – Bir oyun oynasak. Ceza versek!
BİR – (Birden coşar) Bana bakın size son defa olarak söylüyorum: bizim başımıza ne gelecekse onun yüzünden gelecek. Börkene o! Düşmanımız o! Kovalım onu buradan, gitsin! Kurtulalım şundan!
BEŞ – Doğru, onu atalım aramızdan!
DÖRT – Hadi! (Hep beraber İKİye doğru bir hamle yaparlar. Birden duraklayıp birer adım geri çekilirler)
ÜÇ – (DÖRTe) Sen önden yürü.
DÖRT – İçimizden öncülüğü yapacak kimseyi seçelim.
BEŞ – Peki.
BİR – Hadi!
ÜÇ – Aday var mı?
DÖRT – (Elini kaldırır) Ben!
ÜÇ – Başka? (Sessizlik) Yok. Öyleyse seni seçtik.
DÖRT – Oya koy bakalım. Belki seçmezler.
ÜÇ – Arkadaşı öncülüğe seçenler… (Hepsi ellerini kaldırırlar) Seçmiyenler.. (Kimse elini kaldırmaz) İttifakla seçildin. Tebrikler!
DÖRT – Teşekkür ederim.
BEŞ – Tebrikler. (DÖRTün elini sıkar)
DÖRT – Teşekkürler.
BİR – (Elini sıkar) Tebrik ederim.
DÖRT – Teşekkür ederim, efendim… (Bir an durur, poz alır, büyük hatip pozu) Efendim, işin zevki seçilmekteydi. İstifa ediyorum! (Ötekiler ona şaşkın bakarlar. Susarlar)
BEŞ – (BİRe) Bir defa biz ona ne yapacağımızı bilmiyoruz ki.
BİR – Kovalım! Atalım!
BEŞ – Sebep?
BİR – Bizim için bir tehlike de ondan.
BEŞ – Doğru! (Sessizlik)
DÖRT – Bir toplantı yapıp onu nasıl kovacağımızı düşünelim. Kararlara varalım.
ÜÇ – Tamam! Çok iyi. Benim aklımda tam beş tane yol var…
DÖRT – Yo, bir dakika. Toplantımızın hukuki bakımdan bir değeri olabilmesi için bir başkan, bir başkan vekili, iki de kâtip seçmemiz lâzım.
BİR – Aman canım, şart mı?
DÖRT – Tabii ya! Hadi ben başkan olayım. (BEŞe) Bu da vekilim olsun. Sizler de kâtip olun. BEŞ – Kabul!
BİR – Tamam!
ÜÇ – Hayır!
BİR – Niye?
ÜÇ – (DÖRTü gösterir) Ona inat başkanlığı ben de istiyorum.
DÖRT – Rica ederim oyun bozanlık etme.
ÜÇ – Hep sen mi başkan olacaksın?
DÖRT – Tabii ya. İçimizde bu işleri en iyi bilen, bu işte yıllar yılı pişmiş olan biri varsa o da benim. Sonra bende bir idarecide olması gereken bütün vasıflar var.
ÜÇ – Hah hay! Sevsinler. Ben seni o mevkie lâyık görmüyorum.
DÖRT – Ben görüyorum (Birden utanmış, özür diler gibi) Arkadaşlar da görüyor.
ÜÇ – Sorarız. (BEŞle BİRe) Kimi seçiyorsunuz ( Sessizlik)
BİR – (Ezilip büzülerek) Vallah ben oyumu kullanmıyayım. Kalbinizi kırarım.
BEŞ – Ben de.
ÜÇ – Eee?
DÖRT – Sonra ne olacak?
BEŞ – Siz aranızda halledin.. (BEŞle BİR arkaya çekilirler, uzaktan dinlerler)
DÖRT – (ÜÇe) Lütfen, rica ederim, adaylığını geri al da bir tatsızlık çıkmasın.
ÜÇ – Ya? Tehdit ha! Bak hele!
DÖRT – Son defa ihtar ediyorum. Sonra karışmam.
ÜÇ – Düne kadar yuhalandığını unuttun mu? Demin kendin söyledin.
DÖRT – (Fena bozulur) Zaten hata bende. Tuttum, sizle samimi oldum. Hata bende.
ÜÇ – Senin ne mal olduğunu çok iyi biliyoruz. Bize yutturamazsın.
DÖRT – (Kızgın) Ya sen, ya sen? Sen sanki nesin ki? Başaramamış bir insan.
ÜÇ – Hadi sen de oradan, düzenbaz!
DÖRT – Düzenbaz babana derler, maymun iştahlı!
ÜÇ – Gösteriş budalası!
DÖRT – Boş gezenin boş kalfası!
ÜÇ – Kendini beğenmiş!
DÖRT – Ukalâ!
ÜÇ – Dümbelek!
DÖRT – Davul!
ÜÇ – Zurna!
BEŞ – (Aralarına girerek ayırır) Eee! Hadi bakalım.
DÖRT – Zaten sen hep benim kuyumu kazmaya çalıştın. Kıskanç herif!
ÜÇ – Suratsıza bak! Senin neyini kıskanacağım be!
BEŞ – Susun bakayım, başkan benim!
BİR – (İleri fırlar) En doğrusu da bu!
BEŞ – (BİRe) Sen de benim vekilim olacaksın.
BİR – Teşekkür ederim. (Oturur)
BEŞ – (ÜÇle DÖRTe) Sizler de kâtip. Hadi bakalım, toplantıyı açıyorum… (Çok ciddi bir tonda) Arkadaşlar, burada, başımızdaki bir tehlikeyi yok etmek için toplanmış bulunuyoruz. Sizlerden ricam bu mesele hakkındaki fikirlerinizi söylemenizdir. Bekliyorum.
BİR – En iyisi… (Aynı anda)
ÜÇ – Bence… (Aynı anda)
DÖRT -. Bana kalırsa… (Aynı anda)
BEŞ – (Bağırır) Durun! Hep bir ağızdan değil. Sırayla!
ÜÇ – (DÖRTe) Kâtip efendi, not edin, konuşma sırası bende.
DÖRT – (ÜÇe) Hayır, sen not et, sıra bende.
BİR – (Bizar olmuş) Eee!
ÜÇ – (Başkana) Ben not ettim. Müracaat sırasına göre ilk önce konuşacak olan benim.
DÖRT – (Yerin fırlar) Yalan! Sahtekarlık yapıyor.
ÜÇ – (Aynı) Terbiyesizlik istemez!
BEŞ – (Susturur) Durun! Ben konuşacağım. Ona ceza vermek zorundayız. Bunun için de bir mahkeme kuracağız. Ben hakimim, (BİRe) arkadaş jüri âzası (ÜÇe) arkadaş savcı, (DÖRTe) siz de avukat olun. (Herkes yerini alır. Mahkeme sahnesi. BEŞ elindeki tahta tokmakla önündeki masaya üç kere vurur – yalandan tabii) Celse açılmıştır. Şimdi savcıdan iddianamesini dinleyelim.
ÜÇ – (Yutkunur. Bunu hiç beklemiyordu halbuki) İddianame mi? (Başını kaşır. Sırıtır) Canım, bu adam benim canımı sıkıyor. Gördükçe asabımı bozuyor. Onun için onu kovalım.
DÖRT – (Alaylı, güler) İddianameye bak! Sen buna iddianame mi diyorsun?
ÜÇ – Yok canım, ben daha kendi kendime müsveddesini hazırlıyorum.
BEŞ – Biraz çabuk olun.
ÜÇ – (Yutkunur) Pek sayın efendiler! Karşınızda sanık mevkiinde gördüğünüz suçlu… şey… suçlu mevkiinde gördüğünüz sanık süt dökmüş saf haline rağmen bir canavardır. Bizlerin kanını emmeyi ve bizleri yok etmeyi düşünmektedir. Ve uzun zamandan beri süregelen bir sürü sepet hadisatlar iddiamızın doğruluğunu ispatlamaktadır. Bu yüzden suçlunun (Dramatik bir sessizlik) idamını talep ediyorum.
BEŞ – (Mahkeme biraz karışır. Fısıltı halinde konuşmalar. Hâkim tekrar tokmağıyla vurarak sükûneti temin eder) Avukat bey, müekkilinizi koruyun.
DÖRT – (Muazzam bir avukat pozlarında, kendinden emin ilerler, önce hakimi sonra da jüri âzasını selamlar) Sayın hâkim beyefendi hazretleri ve pek muhterem âza-yı meclis-i jüri! Müekkilim hakkında savcının ileri sürdüğü isnatlar hiç bir isnada dayanmamaktadır. İddialarını reddederim, inkâr ederim, tekzip ederim.
ÜÇ – (Kızgın) Hâkim Efendi, hakaret ediyor.
BEŞ – (Tokmakla masaya vurur) Susun! (DÖRTe) Devam edin, lütfen.
DÖRT – (Jüri âzasının burnunun dibine gidip dikilerek) Müekkilim ani bir kızgınlığa kapılarak bu suçu işlemiştir. Aklî muvazenesindeki bozukluğu gösteren doktor raporu ilişik olarak sunulacaktır… (Birden durur. İKİye bakar) Hey, bana bakın, ben bunu mu müdafaa ediyorum? Yo, hayır, olmaz, olmaz. Ben bunu müdafaa edemem!
BEŞ – Ama olmaz ki canım, aramızda iş bölümü yaptık.
DÖRT – Olmaz, yapamam!
BİR – (Avukatlık rolüne pek özendiğinden olacak) Ben yaparım. Onu korumayı ben üzerime alırım.
DÖRTle ÜÇ – (Düşmanca bakarlar BİRe. Bir ağızdan) Yaa?
BEŞ – (BİRe) Buyurun bakalım (DÖRTe) Siz de âzayı meclis-i jüri olun.
BİR – (DÖRTün yanına gider) Lütfen piponuzu bana verir misiniz? (DÖRTten piposunu alır, ağzına kor. Bir elini de cebine. Muhteşem bir poz alır. Bütün hayatı boyunca arzuladığı rolü oynamaya hazırdır. Bir iki adım ilerler. Müthiş bir sesle) Efendiler! (Etrafın tepkisini görmek için durur. DÖRTe) Nasıl?
DÖRT – (Eliyle işaret eder) Enfes!
BİR – (Aynı tonda) Sizler kendi halindeki bu adamı size kötülük etmekle suçlandırıyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Haksızsınız. İddialarınızı red ve inkâr ederim! (Birden ses tonu değişir. Pozu kaybolur. Ciddileşir. Bildiğimiz BİR olur) Adamcağız size ne yaptı, canım? Buna cevap veremezsiniz. Bu yüzden de sizinle alışverişi olmayan bir adamı suçlandıramazsınız. Sizler… sizler en sevdiğiniz şarkıyı bile gülerek söyleyemezsiniz. Sizler… yalancısınız… sizler… İşte sizlersiniz. (Bir an sessizlik)
BEŞ – İşler sarpa sardı. İyi ama be birader biraz önce onun tehlikeli olduğunu da sen söylemiştin.
BİR – Orası öyle, ama… (Herkeste bir gerginlik. Birine dokunsanız barut gibi patlayacak)
ÜÇ – (Dayanamaz. BİRin yakasına yapışır) Şimdiye kadar aklın neredeydi, ha?
BİR – Ne bileyim ben böyle olacağını?
BİR – Ben size deminden beri onu kovalım diyorum.
DÖRT – (Araya girer ÜÇe) Çocuğu rahat bıraksana canım.
ÜÇ – Sen ne karışıyorsun be!
BİR – Tabii karışır, arkadaşım değil mi?
BEŞ – (Araya girer) Ee, ne oluyorsunuz canım (Gittikçe kavgaları daha anlaşılmaz bir hal alır. Birbirlerine geçerler. Sesler, sözler birbirine karışır. Korkunç bir gürültü.·Bu sırada İKİ yerinden kalkar. Yüzünde işini bitirmiş olanların iç rahatlığı okunur. Kâğıtlarını koltuğunun altına alır. Kırpıntılarını da avucuna. Sahnenin önüne doğru gelir. Ötekiler İKİyi gördükleri vakit susarlar. Büyülenmiş gibi ona bakarlar. İKİ onlara uzun uzun bakar. Yüzünde küçümseyen gülümseme. Elindeki kâğıt kırpıntılarını havaya fırlatır. Kâğıt parçaları havada dağılarak yavaş yavaş yere düşerler. İKİ, sevinçli, “Çılgıtı”yı söyleyerek panoların kenarından kaybolur gider. Ötekiler bir an öylece kalırlar. Sonra akıları başlarına gelir. Onlar da “Çılgıtı”yı söylemeye başlarlar. Oradan çıkmak isterlerse de hep duvarlar çıkar önlerine. Her köşeyi yoklarlar. Nafile. Her yer kapalıdır. Şimdi artık “Çılgıtı” ezilmiş, büzülmüş, tanınmaz bir hale gelmiştir. Ona şarkı bile denmez artık. Işıklar yavaş yavaş söner. Sessizlik. Sonra tüyler ürpertici bir çığlık gibi)
BİR – Hadi bari bir fotoğraf çektirelim. (Hepsi oldukları yerden fırlarlar. Gayet mekanik hareketlerle ortaya gelirler. Piyesin başındaki fotoğraf çektirme pozunu alırlar. Yüzlerde mânasız, tuhaf, hem acıklı, hem gülünç bir tebessüm. Öylece kalırlar. Karanlık)
TAVTATİ KÜTÜPATİNİN SONU
TAVTATİ KÜTÜPATİ ÜZERİNE KISA NOTLAR
“Tavtati Kütüpati” uzun bir çalışma sonunda elbirliğiyle yazılmış bir oyundur. Bir taslaktan hareket edildi. Uzun süren toplantılar, sonu gelmez görünen tartışmalar yapıldı. Tipler teker teker ele alınarak, işlendiler. Sonra oyunun kendisi, oyundaki küçük küçük sahnelerin, olayların gelişmesi incelendi; bunların yerleri ve havaları da kararlaştırılınca oyun yarı hazır duruma gelmiş oldu. Artık elde, hepsi birbirinden ayrı beş tip ve belli bir yolda gelişen, aralarında bir ilgi yokmuş gibi görünen sahnecikler vardı.
Sahne çalışmalarına başlamak, sahnecikleri işlemek, onları birbirlerine bağlamak gerekiyordu. böyle yapıldı. Beş kişi kendi aralarında çalışmaya başladılar.
Piyes son olarak bütün topluluğa birkaç defa oynandı, tenkit ettirildi ve son düzeltmeleri yapıldı.
Bugüne kadar verilen her gösteriden sonra da küçük eklemeler, düzeltmeler yapılarak Tavtati Kütüpati’nin elinizde bulunan durumuna gelindi.
Kişilerin ve dolayısıyla oyunun adı Karagöz’den alınmıştır. “Tavtati Kütüpati” Karagöz oyunlarında, her sorulana “tavtati kütüpati” diye cevap veren, başka söz bilmeyen bir Beberuhi suretidir; birşey ifade etmekten çok, tatlı ve şirin bir hava yaratır; özelliği bu hoş ve gülünç etkisindedir.
“Çılgıtı” bir Türkmen şarkısıdır. Aslı ve kökü kesin olarak bilinmiyor. Oyunda kullanılan son dörtlük, Divanü Lûgat-it-Türk’ten faydalanılarak sonradan asıl şarkıya eklenmiştir. “Çılgıtı” bu oyunda aşağıdaki gibi söylenmiştir.
Basılmış olan bu metin 27 Mayıs 1959’da Teknik Üniversite salonunda oynanan metindir.
Haziran 1959’da 1000 adet olarak İSTANBUL MATBAASI tarafından basılmıştır.