Arsen Avagyan’ın Vzaimootnoşeniya Mejdu Armyanskimi Politiçeskimi Partiyami i Mladoturkami v 1908 – 1914 gg. (Ermeni Siyasi Partileri ile Jöntürkler Arasındaki İlişkiler 1908-1914; Ermenistan Bilimler Akademisi, 1996) adlı Rusça tezinden bir bölümdür.
1908’e Dek Ermeni Siyasi Partileri ile Jöntürkler Arasındaki İlişkiler
İlk Evre: 1894-1902 yılları
Yurtdışında bulunan Jöntürk örgütleriyle Ermeni siyasi partileri arasındaki ilk temaslar 1891-92 yıllarında kurulur. Jöntürk hareketinin Paris merkezinin başında olan Ahmet Rıza, Devrimci Hınçak Partisi’nin (1909’dan sonra Sosyal Demokrat Hınçak Partisi) liderleri ile o sırada birçok kez bir araya gelmişti. Olumlu hava, aslında görüşmeler sırasında Ermeni siyasi partileri ile Jöntürkler arasında ülkenin geleceğine ilişkin görüşlerin taban tabana zıt olduğu ortaya çıkmış olsa da, yüzeyde korunmakta ve bu buluşmalar sürdürülmekteydi. Bu dönemde Jöntürkler, rejimi değiştirmek üzere devrimci bir yol izlenmesine karşı çıkmaktaydılar ve barışçıl yöntemlerle amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlardı. Batı Ermenilerinin, Berlin Antlaşması kararlarının 61. maddesinde Ermeni vilayetleri için öngörülen reformların yaşama geçirilmesi yönünde gittikçe güçlenen mücadelesi onlarda tedirginlik yaratmaktaydı. Jöntürkler, Ermeni partilerinin Berlin Antlaşması kararlarının uygulanmasına ve Vilayât-ı Sitte’yi (Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı vilayetler) imparatorluktan ayırma fikrine yönelik devrimci yöntemlerinden vazgeçmeleri koşuluyla, reformları gerçekleştirmek için ortak mücadele önerisi sundular. S. D. Hınçak Partisi liderlerinin benzer koşulları reddetmelerine karşın Hınçaklarla Jöntürkler arasındaki yüzeysel ilişki Isdepan Sabah-Gülyan adında bir parti yöneticisinin tanıklığına göre “ihtiraslar alevlenip düşmanca tavırları tutuşturuncaya dek,” (1895) korunmuştu.(1)
Jöntürkler, Padişah gittikçe eylemciliği keskinleşen Batı Ermenilerinin mücadelesiyle başa çıkmayı ve büyük devletlerin Ermeni Sorununa müdahalesinden kaçınmayı başardığı sürece bu vilayetlerin ayrılma olasılığı karşısında pek telaşa kapılmıyorlardı. Oysa 1894 yılındaki Sason ayaklanması, onu izleyen Osmanlı Bankası baskını ve Babıâli önündeki gösteri büyük devletlerin dikkatini yine Ermeni Sorunu’na çekmişti. Avrupa’da Ermenilerin hak taleplerini destekleyen bir hareketin ortaya çıkması ve büyük devletler tarafından hazırlanarak 11 Mayıs 1895’ten itibaren Ermeni vilayetlerinde uygulanması istenen reformlar projesi, Jöntürklerin düşüncesine göre, söz konusu bölgeyi ikinci bir Makedonya’ya dönüştürecek gerçek bir tehditti. Bu durum Jöntürk çevrelerinde kaygı yaratmış, konumlarını gözden geçirmelerine ve Ermeni devrimci partileriyle yakınlaşmalarına yol açmıştı. Jöntürkler böylece Ermeni partilerini 1895 reform projesinin yaşama geçirilmesi yolundaki taleplerinden vazgeçirmeyi umuyorlardı.
“Mayıs reformları” adıyla anılan bu projenin açığa çıkmasının ardından Ahmet Rıza’nın girişimiyle S. D. Hınçak Partisi’nin yöneticileri ile yeni bir buluşma ayarlandı. Bu toplantıda yakın zamanda Paris’e gelmiş olan Dr. Nazım da hazır bulunmuştu. Jöntürkler, işbirliği için Ermenilerin reformlardan vazgeçmeleri gerektiğini vurgulayıp kendi önerilerini yinelemiş, tüm Osmanlı ülkesini kapsayacak reformlara ulaşmak üzere ortaklık teklifinde bulunmuşlardı. Sabah-Gülyan ve arkadaşları Jöntürklerin bu önerisini geri çevirmiş, görüşmeler herhangi bir sonuç alınmadan kesilmişti.(2)
Bu başarısızlıktan sonra, Jöntürk hareketi içinde Ahmet Rıza’ya muhalif olan kanadın lideri Mizancı Murad, inisiyatifi rakibinden almak amacıyla 1896’da Londra’da Hınçak Partisi’nin liderlerinden Nazarbeg ile buluşmuş, ancak herhangi bir sonuç elde edemeden Paris’e dönmüştü. Jöntürk gruplarının her biri, hareket içindeki liderlik çekişmeleri arasında, kendi otoritelerini dayatmak için Ermeni partileriyle ayrı bir anlaşmaya varmaya çalışıyordu.(3) Ancak Hınçakların talepleri karşısında takınılan tutumu yumuşatmaya bu gruplardan hiçbiri yanaşmıyordu.
Jöntürkler aynı zamanda bir diğer Ermeni devrimci parti olan Taşnaksutyun ile de görüşmeler yürütüyordu. 1896-97 yıllarında Cenevre’de Jöntürk örgütünün yöneticilerinden biri olan Tunalı Hilmi Taşnaksutyun yöneticileri ile birçok kez bir araya gelerek aynı önerileri götürdü ve II. Abdülhamit istibdadına karşı mücadelede güç birliği istedi. 1897’de Cenevre’deki Troşag (Bayrak) gazetesinin bürosunu da ziyaret eden Ahmet Rıza onlara birliktelik önerdi. Koşullar, büyük devletlerin müdahalesini reddetmeleri, devrimci mücadele yöntemlerinden vazgeçmeleri, Jöntürklerle birleşip II. Abdülhamit rejimini devirme mücadelesini propaganda, ajitasyon, kamuoyunun hazırlanması ve Batılı güçlerin manevi desteğini sağlamak gibi barışçıl yöntemlerle sürdürmeleriydi.(4)
Aslında öne sürülen koşullar Ermeni partilerinden herhangi birinin kabul edeceği gibi değildi. Görüşmelerin başında ortaya çıkan olumsuzluklara ve iki tarafın ödünsüz tutumuna karşın, anlaşmaya varma ve II. Abdülhamit karşıtı mücadelede güç birliğine girme umutları ile bu yöndeki çabalar ise sürüyordu.
1895-96 yıllarındaki Ermeni kırımları, bu sırada yapılan sayısız tutuklama ve Jöntürk hareketinin İstanbul merkezinin 1897’de çökertilmesi, II. Abdülhamit rejiminin devrilmesi için ortaklaşa çaba göstermenin kaçınılmaz olduğunun altını çizerek, Ermeni partileri ile Jöntürklerin birbirlerine karşı tutumları üzerinde büyük etki yaptı.
1896 yılı sonunda İstanbul surlarında istibdattan kurtulma adına Müslümanları Ermenilerle birleşmeye çağıran afişler görüldü. Tabii bu durum Avrupa’daki Jöntürklerin büyük ilgisini çekiyordu.(5) 20 Ocak 1897’de Taşnaktsütyun bir çağrı yaparak Jöntürk yöneticilerinin içinde bulundukları durumu gözden geçirmelerini ve silahlı mücadele yöntemlerini benimsemelerini istedi. Salt ajitasyon yöntemleriyle ülkede meşruti bir düzenin asla kurulamayacağını yineleyen benzer bir çağrı, yine Taşnaktsutyun tarafından aynı yılın 24 Temmuz’unda bir kez daha yapıldı.(6) 31 Mayıs 1898’de ise Troşag’da çıkan bir makalede, Taşnaktsutyun, II. Abdülhamit karşıtı bir cephe oluşturmak üzere, bütün muhalif güçlerle görüşmeye hazır olduğunu bir kez daha vurguladı.(7) Jöntürklerin Osmanlı gazetesinde Taşnakların bu çağrısından bir alıntı yayımlanmıştı: “Milli ve dini ayrım yapılmaksızın bütün vatandaşlar ortak düşmana karşı birleşmelidir.”(8) Daha önce muhaliflerin birleşmesinin kaçınılmazlığı üzerine bir dizi yazı yayımlamış olan Ahmet Rıza’nın Meşveret’i de zaman yitirmeksizin bu çağrıya ses verdi.(9)
Bütün bu çabalara karşın ilişkilerde karşılıklı çağrı düzeyinden öteye geçilemedi. Bunun nedeni, bazı radikal görüşlü Jöntürklerin Ermeni siyasi partileri ile görüşülmesine karşı çıkmalarıydı. Sonuçta, istibdat koşullarına ve Jöntürk örgütünün ülke içindeki ağının neredeyse bütünüyle ortadan kaldırılmış olduğuna bakmaksızın Padişah’ı ikna amacıyla İstanbul’a dönüş yapan Mizancı Murad’ın ihanetiyle Jöntürkler arasında bir kriz ortaya çıktı. Aslında yurtdışındaki Jöntürk birimlerinin ve genelde Jöntürklerin Ermeni vilayetlerinde silahlı birimleri ve komiteleri olan Ermeni partilerinin güçlü desteğine ihtiyaç duymalarına karşın Ahmet Rıza görüşme masasına oturma kararlılığını göstermedi.(10)
Jöntürk hareketinde yeni dönem, Padişah’ın damadı Mahmut Paşa’nın iki oğlu Prens Sabahaddin’i ve Prens Lütfullah’ı da yanına alarak Batı’ya sığınmasıyla Aralık 1899’da başlar. Ahmet Rıza’nın katı bakışına karşı Prens Sabahaddin’in liberal fikirleri Türk olmayan halkların siyasi örgütleri içinde büyük destek buluyordu. 1900’de Damat Mahmut Paşa tüm muhalif güçleri bir araya getirecek bir kongre girişiminde bulundu. Bu kongrenin temel sorunsalı güç birliği olasılığıydı. Böylesi bir öneri öncelikle Ermeni partilerine yöneltilmişti, çünkü Osmanlı ülkesinde gücü ve etkinliği görece daha fazla olanlar Ermeni devrimci partileri ve Makedonsko Odrinska Devrimci Örgütü’ydü (Makedonya İç Devrim Örgütü – VMORO ya da MİDÖ).
Gelişmeler ışığında Jöntürklerle görüşmelerin boşa kürek çekmek olduğu kanaatine varan Devrimci Hınçak Partisi muhalif güçlerin bu kongresine katılmama kararı aldı. Taşnaktsutyun ve Veragazmyal Hınçak Partisi ise Jöntürklerin teklifini kabul etti.(11) Kongre başlayana kadar Veragazmyal Hınçak ve Taşnaktsutyun temsilcileri yaptıkları birkaç danışma toplantısı sonucunda bu kongrede tek blok halinde yer almayı kararlaştırdılar. “Bu nedenle Jöntürkler kongrede, iki partinin temsilcilerini değil, onların yerine, Ermeni sorununa aracı olan altı Ermeni gördüler.”(12)
Muhalif güçlerin ilk kongresi 4-9 Şubat 1902 yılında Paris’te gerçekleşti. Kongreye, neredeyse tüm Osmanlı halklarını temsil eden 60-70 kişi katıldı. Kongre başkanı olarak Prens Sabahaddin seçilmiş, yardımcılıklarına da Ermeni Aharonyan ve Rum Satus getirilmişlerdi. Ermeni delegeleri, ilk oturumda, “Makedonya Sorunu diye bir şey olmadığı”nı gerekçe göstererek söz konusu kongreye Makedon devrimci örgütlerinin temsilcilerini davet etmemiş olan Jöntürklerin bu tutumunu açıkça eleştirdiler.(13) Kongredeki tartışmaların merkezini iki sorun oluşturuyordu. Bunlardan ilki, İsmail Kemal tarafından dile getirilen: “Salt propaganda ve yayın yoluyla devrim olmaz; bu nedenle silahlı güçlerin de devrim hareketine katılmasını sağlamak gerekir” şeklinde de ifade edilen devrimci yoldu.(14) İkinci sorun ise Ermeniler tarafından tartışma gündemine taşınan, reformların yapılabilmesi için, batılı güçlerin müdahalesinin kaçınılmazlığıydı.(15)
Ahmet Rıza ve yandaşlarından oluşan bir grup Batılı güçlerin müdahalesine sert bir biçimde karşı çıkıyordu. Prens Sabahaddin taraftarları ise ülkenin toprak bütünlüğünün korunması koşuluyla bu Ermeni görüşünü destekliyorlardı. Ahmet Rıza ile yandaşları, Osmanlıların kendi ülkelerinde reformları kendi elleriyle yapmaları, Avrupa’nın ise sadece moral destek vermesi gerektiği görüşünü savunuyorlardı.
Ahmet Rıza’nın yaptığı konuşmadan sonra Ermeni delegeleri kongre çalışmalarına katılmaya devam etmelerinin amaçlarına ters düştüğünü ileri sürerek toplantı salonunu terk ettiler. Ancak, kongre salonundan çıkmadan önce bir bildiri okudular. Bu bildiride: “Ermeni komitelerinin, halihazırdaki rejimin değiştirilmesi amacıyla Osmanlı liberalleriyle işbirliği yapmaya hazır” oldukları, buna karşın “zaten Berlin Antlaşması kararlarının 61. maddesi ile 1895 Mayıs reformlarının yaşama geçirilmesinden başka bir amaca hizmet etmeyen ve Osmanlı devletinin birliğini ve bütünlüğünü tehdit etmeye yönelik olmayan kendi bağımsız eylemlerini de sürdürecekleri,” belirtiliyordu.(16)
Ermeni siyasi partileri ile Jöntürkler arasındaki ilişkilerin bu ilk evresi gözden geçirildiğinde, II. Abdülhamit’in istibdat rejimine karşı ortak bir mücadele zemini oluşturmak üzere, hiç de kolay olmayan bir temas arayışının varlığı göze çarpar.
İkinci evre:
1902-1908 yılları 1902 kongresi asıl amacına ulaşamadı ve bu kongre sırasında Jöntürk hareketinin liberal ve muhafazakâr kanatları arasında belirgin bir ayrışma ortaya çıktı. 1902 kongresinden sonra Prens Sabahaddin ve yandaşları, Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti adında bağımsız bir örgüt çevresinde birleştiler.(17)
1903 yılında Ermenilerle Jöntürklerin ilişkilerinin gelişmesinde önemli rolü olan iki olay meydana geldi: İlk olay, topyekûn başkaldırıya hazırlık kararı alan Makedon devrimci örgütlerinin 1903’ün Ocak ayında Selanik’te topladığı kongreydi. Bu isyan, 30 000 kadar devrimci ve de köylünün katılımıyla 20 Temmuz 1903’te çıktı ve Osmanlı ordusu tarafından ancak üç ayda bastırılabildi.(18) Makedonya’daki ayaklanma ve ardından büyük devletlerin gösterdiği tepki Balkanlardaki Jöntürk komitacılarının etkinliğini canlandırmıştı. Jöntürk hücreleri, Makedonya ve Arnavutluk’ta tam da isyanın bastırılmasının ardından ortaya çıktı. Makedonya’da konuşlanan III. Ordu bünyesinde bulunan ve 23 Temmuz 1908 tarihindeki Jöntürk Devrimi’nin öncülüğünü yapacak olan subaylar arasında da hücreler oluşmaktaydı.
İkinci olay Ermeni özgürlük hareketi açısından çok anlamlıdır. 12 Haziran 1903’te Çarlık Rusya hükümeti Ermeni kilisesine ait mallara el koyma kararı aldı.(19) Ermeni devrimci partileri bütün etkinliklerini, böyle bir emir ortaya çıkana dek Osmanlı vilayetlerinde yoğunlaştırdıkları halde, Rus hükümetinin bu kararından sonra eylem çerçevelerini Kafkasya’yı da dahil edecek şekilde genişlettiler. Ermeni devrimci partilerinin etkin olarak yer aldıkları ilk Rus burjuva devrimi ise çok gecikmedi ve 1905’te geldi. Ermeni devrimci partilerinin Kafkasya’daki eylemliliği bu devrimin başarısına yardımcı olmuştu.
1907’de ilk Rus devriminin bastırılması ve Çarlık hükümetinin baskı sürecinin başlangıcına kadarki dönemde Ermeni partileri ile Jöntürkler arasında önemli herhangi bir ilişki gözlenmedi. Devrimci Hınçak Partisi Jöntürklerle olası bir teması 1902 kongresinde reddetmiş, 1906 yılına dek onlarla hiçbir görüşme yapmamıştı.(20) Muhalif güçlerin ilk kongresinin sonuçlarından memnun kalmayan Veragazmyal Hınçak Partisi de Jöntürklerle ilişkiden kaçınıyordu. Taşnaktsutyun 1906’ya dek Jöntürklerle parti yöneticileri düzeyinde herhangi bir ilişki kurmadı. Sadece 1903-1904’te, Taşnaktsutyun Van komitesi temsilcileri, Prens Sabahaddin’in talimatıyla birkaç kez Erzurum’a Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin şubesini kurmaya gelen bir temsilciyle bir araya geldiler.(21) Taşnaktsutyun tarafından 1905’te Padişah’a düzenlenen suikastta, parti yönetiminin Ahmet Rıza’ya müracaat ederek bu eyleme katılmalarını teklif etmesi istisnadır. Ahmet Rıza bu öneriyi sadece infial halinde reddetmekle kalmamış, “bağımsız bir Ermeni devleti yaratma hedefi”ni takip eden Ermeni devrimci partilerinin bunun gibi faaliyetlerini ve eylemlerini mahkûm etmişti.(22)
Jöntürk örgütünün ülke içinde ağını genişletmesi, devrimci faaliyeti koordine edecek bir yurtiçi merkezinin oluşturulması sorununu gündeme getirmişti. 1906 yılı Eylül ayında Selanik’te Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adı altında kurulan Jöntürk örgütü bir koordinasyon ve yönetim merkezi oldu. Bursalı Mehmet Tahir, Yüzbaşı Ömer Naci, Mehmet Talat, Mithat Şükrü, Kâzım Nami, İsmail Canbulat, Enver ve İsmail Mahir beyler bu merkezin başındaydılar.(23) Selanik’teki merkez, özellikle propaganda ve III. Ordu subaylarını üyeliğe kazanmak üzerinde yoğunlaşarak tüm Jöntürk hücrelerini kısa bir süre içinde çevresine toparlamayı başardı. 1908 Devrimi Selanik merkezi sayesinde başarıldı ve ülke yönetimi bu sayede Jöntürklerin eline geçti. Zürcher’in de vurguladığı gibi: “1908’de Meşrutiyetin ilan edilmesini sağlayan, böylece önce Genç Osmanlıların sonra da çeşitli Jöntürk gruplarının uğrunda yarım yüzyıldır mücadele ettikleri idealleri gerçekleştiren ülke içindeki bu yeraltı örgütü oldu.”(24) Aynı yazar, Selanik örgütünün, yurtdışındaki diğer Jöntürk merkezlerinden farklı olarak, sadece başkaldırının pratik sorunlarıyla meşgul olduğuna parmak basıyor.(25) Jöntürk hareketinin Selanik ve Paris merkezleri, 27 Eylül 1907’de, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleşmek üzere bir anlaşma imzaladılar.(26) Selanik’teki merkez, sadece Makedonsko Odrinska Devrimci Örgütü, Arnavut, Bulgar ve Rum topluluklarıyla ilişkideydi.(27) Ermeni siyasi partileriyle herhangi bir bağlantısı olmadı.
Selanik merkezinin kurulması Jöntürk hareketi içinde yeni bir etkinlik çizgisi belirledi. Paris’teki Jöntürk merkezi bundan sonra tüm çabasını Ermeni devrimci partileriyle bir anlaşmaya varmakta yoğunlaştırdı. Buna neden, daha önce üzerinde durulduğu gibi, Jöntürklerin 1894 yılından başlayarak asıl etkinliklerini ve propagandalarını Avrupa’da başlatmış olmalarıydı. Selanik’teki merkezin kurulmasıyla Jöntürklerin Balkanlardaki propagandalarının boyutu genişlemişti. Merkezin Makedon devrimcileriyle ilişkide olması bunu sağlıyordu. Buna karşın Jöntürklerin Anadolu’da ciddi bir dayanağı yoktu. Türk toplulukları anayasal düzenin kurulması konusundaki Jöntürk ideolojisine karşı temelde duyarsızken, II. Abdülhamit yönetiminde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan Kürtler de Jöntürklere karşı düşmanca bir tutum içindeydiler. Bunun dışında, Jöntürklerin Osmanlı ülkesindeki bütün ulusların eşitliği fikri Müslüman nüfusun çoğunda büyük bir hoşnutsuzluk yaratıyordu. Erzurum ve Trabzon’daki iki hücre dışında tüm Doğu Anadolu’da kayda değer hücre yoktu. Jöntürkler Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde konumlarını ancak Ermeni devrimci partileriyle sağlam bir ilişki kurarlarsa güçlendirebilecek ve yerli Ermeni komiteleri aracılığıyla Doğu Anadolu’da Jöntürk yayınlarını dağıtabileceklerdi. Jöntürklerin Ermeni partilerinin desteğine ne denli önem verdiklerini anlayabilmek için, Erzurum’da bir İttihat ve Terakki hücresinin kurulmasının altındaki nedenlerden birinin, bu hücre aracılığıyla yerli Taşnak ve Hınçak komiteleriyle ilişki kurmak olduğunu kaydetmek yeterli olacaktır. Paris’teki merkez bu amaca ulaşılması için kaleme aldığı bir talimatta Erzurum’daki şubenin tüm olanakları kullanmasını talep ediyordu.(28)
1906 yılında Ahmet Rıza, Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım Paris’te Hınçak Partisi yöneticileriyle buluştular. Jöntürklerin ilk kez bir Ermeni partisinin temsilcileriyle, var olan sorunları -Ermeni vilayetlerinin özerkliği sorunu da dahil olmak üzere- etraflı bir biçimde müzakere etmeyi kabul etmesi açısından bu görüşme çok önemli sayılmaktadır. Jöntürkler bu toplantıda çok daha yumuşak bir tutum izleyerek bir dizi sorun temelinde uzlaşmaya hazır olduklarını gösterdilerse de ortaya yeni çelişkiler çıktı.(29)
Jöntürkler Taşnaktsutyun ile bir anlaşmaya varma işinde çok daha başarılı oldular. 1907 yılında Viyana’da yapılan Taşnaktsutyun IV. Kongresi’nde Jöntürklerle ilişkiler sorunu özel bir oturumda tartışılmıştı. Kongrede alınan karar gereğince parti komitelerine, “Kanlı Padişah’ın rejimi ile mücadelelerinde Türk muhalif güçlerinin her anlamda desteklenmesi” görevini vermişti.(30)
Taşnaktsutyun, kongrede alınan bu karara paralel olarak tüm muhalif güçleri bir araya getirecek ikinci bir kongre girişiminde bulundu. Bu öneri Hınçakların ve diğer partilerin temsilcilerinin yanı sıra iki Jöntürk lideri Ahmet Rıza ve Prens Sabahaddin’e de götürülmüştü. Jöntürk liderlerinin yanıtı olumluydu. 27 Kasım 1907’de Ermeni vilayetlerinde ortak faaliyet göstermek üzere bir anlaşmaya varmış olan Veragazmyal Hınçak ile Devrimci Hınçak partileri yöneticileri Taşnaktsutyun’un bu teklifini geri çevirip bütün Ermeni siyasi partilerini bir araya getirecek bir kongre çağrısı yaptılar.(31) Taşnaktsutyun, “Ermeni partilerinin hepsi birleşse de ellerinden bir şey gelmez, çünkü karşılarında, umduklarından çok daha güçlü bir düşman var. Bu nedenle Jöntürklerle bir anlaşmaya varmayı başarmak ve hedefe onların aracılığıyla ulaşmak kaçınılmazdır,” yorumunu yaparak buna karşı çıktı.(32)
Yapmış oldukları anlaşmayla Devrimci Hınçak Partisi’ne bağlı olan Veragazmyal Hınçak Partisi de bu kongrede yer almayı reddetmişti. Armenagan Partisi ise öteden beri diğer halklarla işbirliği fikrine karşı bir tavır geliştirmişti.
Kongre Taşnaktsutyun’un girişimiyle 27-29 Aralık 1907’de Paris’te toplandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) temsilcilerinin yanı sıra, Taşnaktsutyun, Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti, Armenya (Ermenistan) ve Hayrenik (Vatan) gazetelerinin yazıişleri, Mısır Cemiyet-İsrailiyesi (resmi organı Lavora gazetesi), Hilafet gazetesi yazıişleri, Ahd-ı Osmani Komitesi (Mısır) temsilcileri katıldı. “Solcu” Makedonsko Odrinska Devrimci Örgütü (VMORO ya da MİDÖ) de, kongrede alınan kararları sonradan benimsedi.(33)
Osmanlı muhalif güçlerinin ilk kongresinde yaşananları göz önüne alan Taşnaktsutyun örgütlenme bürosu, katılımcılara gönderdiği davetiyelere “Osmanlı devletinin bağımsızlığı ve bölünmezliği ilkesi herkes tarafından kabul edilmelidir” ibaresini koymuş ve kongrede Abdülhamit karşıtı bir cephe kurulmasına dair pratik sorunların tartışılacağını belirtmişti. Davetiyede kongrenin tartışma gündemi için üç sorun öne çıkarılıyordu:
1- Mevcut rejimin devrilmesi,
2- Meşruti bir yönetimin kurulması,
3- Nihai amaca ulaşılmasında yardımcı olacak barışçıl ve devrimci yöntem arayışı.(34)
Organizasyon komitesi, katılımcılardan bu maddeleri onayladıklarına dair bir kabul metni talep ediyordu.(35)
Kongrede Malumyan (Agnuni), Prens Sabahaddin ve Ahmet Rıza’nın başkanlık ettiği üç oturum yapıldı. Gündemin tartışılması sırasında Ermeniler ve Jöntürkler arasında temel sorunlarda bir kez daha görüş ayrılığı çıktı. Ahmet Rıza söz aldığında, kongrenin “saltanat ve hilafet hukukunu” kabul etmesini istedi. Taşnaklar cevap olarak “Padişahı ve hilafetin hakları”nı savunmak gibi bir niyetlerinin olmadığını bildirdiler. Sonuçta, kongrenin benimsediği ve kesinleşen “bildirge”den bu maddenin bütünüyle çıkarılması hususunda uzlaşma sağlandı.(36)
Zaten kongre çalışmaları sırasında, tartışmalı pek çok sorunun varlığına karşın, sorunlara değinilmeksizin bir uzlaşma sağlama ilkesine, en geniş anlamda uyulmuştu. Gelecekteki devlet yapısı vb. konular geçiştirilirken, bu kongrede ulaşılan anlaşma, aslında tek bir maddeden oluşuyordu: II. Abdülhamit’e karşı mücadelede güç birliği. Ancak, bu kongrede Makedon, Rum, Arnavut, Arap örgütleri gibi ülke içindeki muhalif güçlerin çoğunluğu temsil edilmemişti. Ermeni tarihçi Meri Koçar’ın da tespit ettiği gibi “1907 Paris Kongresi’nin, ancak Türk-Ermeni muhalif güçlerinin bir dayanışma kongresi olarak değerlendirilebileceğini söylemek bile biraz zorlama olur, çünkü kongreye ne Devrimci Hınçak ne Veragazmyal Hınçak Partileri katıldılar, Taşnaktsutyun ise Ermeni vilayetlerinde mutlak bir otorite ve iktidar sahibi olmadı “(37)
Kongrenin son oturumunda II. Abdülhamit’in yürüttüğü ve ülkeyi felakete sürükleyen iç ve dış siyasetin ağır bir dille eleştirildiği ortak bir “Bildiri”ye imza atıldı. Bildiride, Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren muhalif partilerin toplandığı 27-29 Aralık kongresinin, “istibdat rejiminin boyunduruğu altında ıstırap çeken ve Sultan II. Abdülhamit’in işlediği suçlar yüzünden tüm dünyanın gözünde çok kötü duruma düşen Osmanlı ülkesindeki halkların birliğine ulaşılacağı” söyleniyordu.(38) Bildiri, bütün halkları yönetime karşı ortak mücadeleye çağırıyordu: “Çünkü ancak şimdiki idareyi hemen değiştirmekle devletin başına gelen felaket ve parçalanmanın önüne geçilebilir. Bunun için,
1- Abdülhamit’in devrilmesi,
2- Yürürlükteki yönetim biçiminin kökten değiştirilmesi,
3- Meşruti rejimin kurulması, gereklidir.
Öngörülenlerin tümünün gerçekleştirilmesi için tek koşul, bütün bu zorluklara yol açan baş suçlunun uzaklaştırılmasıdır.”(39)
Bildiride hedefe ulaşılması için aşağıdaki eylemler öneriliyordu:
1- İktidara karşı silahlı direniş,
2- Silahsız direniş -genel grev, devlet memurları, jandarma gibi görevlilerin katılımıyla direnişler, vb.
3- Vergi ödemenin reddedilmesi,
4- Ordu içinde propaganda; askerlere halka ve devrime karşı çıkmamaları konusunda çağrıda bulunmak,
5- Genel ayaklanma,
6- Koşullarla ortaya çıkabilecek değişik mücadele yöntemlerinin benimsenmesi.(40)
Kongre kararlarının hayata geçirilmesini denetlemek için bir Daimi Komite de kurulmuştu.(41) Böylece, Ermeni partileri ile Jöntürkler arasındaki ilişkilerin ikinci evresi, diğer Ermeni partilerine göre daha güçlü konumdaki Taşnaktsutyun’un Abdülhamit’e karşı mücadelede güç birliği yapmak üzere İTC ile bir anlaşmaya varmış olmasıyla anılır. Bu anlaşma iki parti arasındaki işbirliğinin başlangıcı olmuştur. Az önce bahsettiğimiz gibi, Devrimci Hınçak Partisi ise Jöntürklerle ortak bir cephe oluşturmayı reddetmişti.
Meşrutiyet’in tesisi için ortak mücadele konusundaki Bildiri’nin kabulünün ardından, 1908’in Ocak ayından itibaren toplu bir isyan hareketini başlatmak için hazırlıklara girişildi. Özellikle Makedonya’daki Jöntürk örgütü kısa bir süre içinde çok büyüdü ve üyelerinin sayısı 15 000 kişiye ulaştı.(42) Jöntürkler Rumeli’de bulunan Osmanlı ordusundaki subayları yanlarına çekmekle çok büyük bir başarı elde etmişlerdi. Şevket Süreyya Aydemir’in tanıklığına göre, 1908 başlarında III. Ordu’da en az 2000 subay İTC üyesiydi. Başka verilere göre de aynı ordunun 7000 subayından 5000’i İttihatçıydı.(43)
Taşnaktsutyun da 1907 Paris Kongresi kararlarının yaşama geçirilmesinde Jöntürklerden geri kalmıyordu. 1908’in Şubat ayı itibarıyla, Bulgaristan’da askeri eğitim görmüş Taşnaklar devrimci birlikler oluşturmak üzere Ermeni vilayetlerine gelmeye başlamışlardı.(44) Taşnaktsutyun parti şubeleri aracılığıyla Jöntürk yayınlarının ülkeye gönderilmesi ve dağıtılması sağlanmıştı.(45) Bu dönemde Devrimci Hınçak Partisi ile Prens Sabahaddin’in Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti arasında bir yakınlaşma gözlenir. Ancak dış etmenler, 1909 yılı için öngörülmüş olan genel isyan sürecini hızlandırmıştır.
Ermeni Siyasi Partileri ile Jöntürklerin Meşrutiyet’in İlan Edildiği Dönemdeki İlişkileri
1908-1909
1908 Devrimi ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde yeni durum
27 Ocak 1908’de Avusturya-Macaristan imparatorluğu dışişleri bakanı ülkesinin Avusturya sınırından Selanik limanına dek uzanacak bir demiryolu inşa etme kararında olduklarını açıkladı. Böylesi bir projenin gerçekleşmesi Avusturya-Macaristan’ın Balkanlardaki konumunu güçlendirecekti. Doğal olarak bu Rusya’nın çıkarlarına aykırıydı. Avusturya’nın bu çıkışına misilleme olarak Rus çarı II. Nikola, İngiliz kralı Edward ile Reval’de bir araya geldi. Bu görüşme sırasında Makedonya’da reform için bir Rus-İngiliz projesi üzerinde çalışıldı.(46)
Reval’deki bu buluşma İTC içinde büyük bir infial uyandırmıştı. Makedonya’nın Osmanlı devletinden kopması an meselesiydi. Makedonya’daki Jöntürk hücreleri eylem kararı aldı, isyan örgütleme kararı bu olay öncesinde Selanik merkezinde değil de daha alt kademedeki örgütlerde alınmaktaydı. Tarihçi Feroz Ahmad, Jöntürklerin eyleme geçmesini erkene alan bir neden daha ekler: Haziran 1908’de Padişah’ın Makedonya’daki III. Ordu’daki durumu yerinde incelemek üzere bir askeri komisyon tayin etmesi ve bu komisyonun istihbarat raporu temel alınarak subay kademelerinde geniş çaplı bir tutuklamaya girişilmesi.(47)
28 Haziran 1908’de Makedonya kasabası Resne’deki Jöntürk hücresi, 1876 tarihli Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulması için silahlı mücadele kararı aldı. Kolağası Ahmet Niyazi Bey komutasına verilen bölük, 3 Temmuz günü dağlara çıktı.(48)
F. Miller, Niyazi’nin ayaklanma nedenlerini şöyle ifade ettiğini yazar: “Hükümete ve Reval kararlarına karşı başlattığımız bu devrimle, bizler Hıristiyanları sevdiğimizi, vatandaşımız olarak kendimizle bir gördüğümüzü, onların toprak mülkiyetine, aynı kendi toprağımız, mal varlıklarına kendi malımız gibi saygı gösterdiğimizi, yaşamlarını kendi hayatımız kadar önemsediğimizi eylemlerimizle göstermeliyiz. Devrimimiz… özgürlük, eşitlik ve kardeşliğin ilanıdır.(49)
Oysa isyan tüm Makedonya’yı sarıp Padişah Kanun-i Esasi’yi geri getirmek zorunda kalınca Niyazi bu kez ortaya, Jöntürklerin ilan ettiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerine ters düşen bambaşka bir açıklamayla çıktı. Bulgar, Yunan, Arnavut devrimci birlikleri Jöntürklere katılır katılmaz Niyazi şunları söyledi: “Bu memleket bizimdir ve üzerinde tek bir Türk yaşadığı sürece, Türkler dışında kimsenin efendilik etmesine izin vermeyeceğiz. (…) Jöntürk örgütünün güttüğü amaçlardan biri, Hıristiyanların mevcut olayları meydana getiren geçmiş arzularından vazgeçmeleri koşuluyla, imparatorluktaki her milliyete, her dine özgürlüğün verilmesidir.”(50)
Jöntürkler iktidarı ellerine geçirdikten sonra Türk olmayan halkların siyasi partilerinin faaliyet gösterebilmesinin baş koşulu olarak imparatorluktan kopma fikirlerinden vazgeçmelerini dayatmışlardı. Doğan Avcıoğlu da İTC’nin daha ilk kurulduğu sıralarda “liberal bir hareket olmaktan çok daha fazla, milliyetçi bir hareket olduğunu” kabul eder.(51)
Taner Akçam ise “(…) Ancak Türklerin egemenliğinin kabulü koşulunda diğer uluslara yaşam alanları tanınacaktır,” diye yazar.(52) Enver Bey’in binlerce kişilik kalabalık bir topluluk önünde yaptığı konuşmadaki ünlü sözlerini, yukarıdaki verilerin ışığında ve “kardeşlik” ilkesinin Jöntürk yorumu açısından irdelemek gerekir: “Ezelden beri hepimiz kardeşiz. Artık Bulgar, Rum, Romen, Yahudi, Müslüman yok. Bu mavi gökyüzü altında hepimiz eşitiz. Bizler Osmanlı olmakla gururluyuz.”(53)
İsyana yeni bölgeler katılırken, III. Ordu’nun Padişah’ın emirlerine uymaması ve Anadolu’daki ordu birliklerinin Makedonya’daki isyanı bastırmayı reddetmesi II. Abdülhamit’i bir danışma kurulu oluşturmak zorunda bıraktı. 22 Temmuz 1908’de Padişah yeniden anayasayı tesis etmekle görevlendirdiği Sadrazam Ferit Paşa’yı azlederek yerine imparatorluğun Avrupa’daki kesimlerinde sükûneti sağlamak üzere daha sert önlemler almasını umduğu Sait Paşa’yı atamıştı. 23 Temmuz 1908’de Selanik ve Manastır’daki Jöntürk örgütleri, Padişah’ın emrini beklemeden Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe sokulduğunu ilan ettiler. Bunun üzerine Padişah, kendi kaldırdığı anayasayı yeniden yürürlüğe sokan kararı zorunlu olarak imzaladı.(54)
Anayasanın yeniden yürürlüğe konduğu, ertesi günkü gazetelerde ancak bir iki satırla duyuruldu. Bu da bazı çevrelerce, Meşrutiyet’in ilanından sonra ülkede taşkın sevinç fırtınaları kopmasın diye Padişah’ın aldığı bir önlem olarak algılandı.
Temmuz 1908’de meydana gelen olayların belirgin özelliği bir grup komplocu subay tarafından gerçekleştirilen tipik bir askeri devrim, daha doğrusu bir askeri darbe olmasıydı; ülkede Padişah II. Abdülhamit rejimine karşı genel bir hoşnutsuzluğun varlığı aşikârdı, ancak devrim anında halk kitlelerinin desteği yoktu.
“Memleketimizde Meşrutiyet’in ilanı,” diye yazar Süleyman Çapanoğlu, “imparatorluğun esaslı hatlarını değiştirmedi, iktidarda bulunanlar dış ve iç siyasette, imparatorluğun yürüdüğü yolda yürümekle kaldılar… O günden itibaren başlayan ve iktidardan yuvarlandıkları güne kadar devam eden İttihat ve Terakki idaresi, muhteşem bir facia olmuştur.”(55)
Oysa devrimin sınırlı yapısına karşın, anayasal düzenin getirilmesi ve istibdadın ortadan kaldırılması coşkuyla ve sevinç gösterileriyle karşılanmıştı. Her yerde binlerce kişinin katıldığı mitingler düzenleniyor ve Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde Türk, Ermeni, Rum, Yahudi, Bulgar kardeşliği sergileniyordu.(56) “En çok da, Abdülhamit’in yönetim yıllarında başka halklardan çok daha fazla acı çekmiş olan ve özgürlükleri için kanlarını akıtan Ermeniler sevinmekteydi.”(57) Bunu, mitinglerde Ermenilerle birlikte söz alan ve Padişah’a karşı mücadelede onların rollerini vurgulayan İttihatçı liderler de kabul ediyordu. Hatta Talat ve Enver Beyler, İstanbul’da Ermeni mezarlığını ziyaret ederek burada konuşma yapmış, bu mücadelede düşen Ermeni fedailerin mezarlarına çiçek koymuşlardı.
Van, Erzurum ve diğer şehirlerde çok kalabalık gösteriler oluyordu. “İhtilal”in ölçüsünün kaçmasını istemeyen İttihatçılar, anayasayı yeniden “ihya” eden Padişaha yönelik tezahüratların duyulabildiği bazı gösterilerin Padişah yanlısı bir niteliğe bürünmesinden de memnun olmadıklarından, bu gösterilere bir son verilmesi çağrısında bulundular. İttihat ve Terakki Heyet-i Merkeziyesi’nin 8 Ağustos 1908’de yayımladığı bildiride: “Artık bütün bu nümayişlere son verelim. Herkes iş ve gücü ile meşgul olsun,” deniyordu.(58)
Daha önce de belirtildiği üzere devrim, ülkede iktidarı fiili bir durum yaratarak ele geçiren ve onu Paris’teki merkez ile, üstüne üstlük adem-i merkeziyetçi fikirleri İTC’ye yabancı olan Prens Sabahaddin ile bölüşmeyi hiç düşünmeyen Selanik merkezi tarafından hazırlanmış ve gerçekleştirilmişti. “Selanik Grubu” Heyet-i Merkeziye’nin yönetimini kendi ellerinde toplayabilmek için bütün önlemleri almıştı. Henüz Paris’te bulunan Sabahaddin’e Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni dağıtması ve adem-i merkeziyetçi bir hükümet kurulması ve ulusal azınlıkların haklarının genişletilmesi konusundaki fikirlerinin propagandasını yapmaktan vazgeçmesi koşuluyla ülkeye dönebileceği bildirilmişti. İTC Heyet-i Merkeziyesi ilk kez Ağustos 1908’de yalnızca Selanik merkezinin üyeleriyle oluşturuldu.(59) Böylece kendi konumlarını güçlendiren Selanik komitesi, Paris merkezi ile herhangi bir bağının olmadığını ilan etti.(60) Bunun ardından, sürgünden İzmir’e dönen ve İstanbul’a gelmekte olan Prens Sabahaddin yanlısı bir grup Dr. Nazım’ın emriyle tutuklandı.(61) Yurtdışındaki Jöntürklerin yanı sıra, Heyet-i Merkeziye’den uzak tutulan bazı başka Jöntürkler de vardı. Bunlar, “hürriyet kahramanı” Niyazi Bey ve Manastır’daki ayaklanmayı yöneten Miralay Sadık gibi devrimde önemli rolleri olmuş, ancak Selanik Grubu’nun bağlılıklarından şüphe duyduğu kişilerdi.
Jöntürk cephesinde iç mücadele Ermeni siyasi partilerinin gözünden kaçmamıştı. Taşnaktsutyun, Paris merkeziyle bu restleşmeyi, 1907 Paris Kongresi kazananlarına sırt dönme olarak tanımladı, çünkü anlaşma metninde bu merkezin imzası vardı.(62) Talat, Nazım ve Bahaeddin Şakir, sadece II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi kararına karşı olduklarına, işbirliği alanında ise Paris Kongresi maddelerinden hiç de vazgeçmek niyetinde olmadıklarına Taşnaktsutyun liderlerini ikna etmekte gecikmediler.
Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti üyelerinin yandaşı olanların da tutuklanması, Sabahaddin ile sıkı ilişkisi olan Hınçak Partisi’ni endişeye düşürdü. Sabah-Gülyan ve Murad,(63) Ağustos ayı başında Paris’te Prens Sabahaddin ile gelecekteki ortak faaliyetler sorununu gözden geçirmek üzere buluştular. Sabahaddin, İTC iktidarda sekiz ay kalmayı başardığı takdirde Ermeni halkını büyük bir trajedinin beklemekte olduğu konusunda Hınçak liderlerini uyardı ve Taşnaktsutyun’a Hınçak ile ilişkilerini düzeltmelerini ve ufuktaki tehlikeye birlikte karşı durmalarını tavsiye etti.(64) Meri Koçar’ın da yazdığı gibi, Hınçak Partisi yöneticileri, 1908 Devrimi’nden sonra bütün İTC karşıtı güçleri birleştirmeye uğraşan Sabahaddin’e elden geldiğince kendisini destekleme sözü verdiler.(65)
Aslında bu görüşme Hınçakların yeni koşullarda İTC’ye karşı nasıl bir tutum takınılması gerektiğine ilişkin ilk denemesiydi. Hınçak’ın Taşnaktsutyun’dan farklı olarak Jöntürklerin 1902’de Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti ile birleşen liberal kanadıyla işbirliği yapmayı tercih etmesinde, Sabahaddin’in savunduğu adem-i merkeziyet ve ulusal azınlıkların haklarının genişletilmesi ilkelerinin önemli rolü olmuştu. Buna karşın, Hınçakların anayasanın yürürlüğe konulmasından sonra İTC ile ilişkilerini düzeltmeye yanaşmamasının altında Jöntürklerin kendi aralarındaki mücadele vardı. İTC’nin Sabahaddin yandaşlarına karşı tavrı Hınçakların temkinli olmasına yol açmış, onlarda hiç de dayanaksız olmayan kuşkular uyandırmıştı. Aynı uygulamaların, Sabahaddin’in yandaşı oldukları ve 1908’e dek ittihatçılarla görüşmeler sırasında Ermenilerin bağımsızlığı konusunda sert tutum takındıkları için kendilerine de yöneleceğinden endişe eder olmuşlardı.
Bu nedenle Sabahaddin’le bir ön anlaşma yapmak Hınçak Partisi için siyasi bir adımdı; İTC ile işlerin sarpa sarması durumunda Hınçaklar, Sabahaddin’in çevresindeki İTC karşıtı güçlerle kaynaşarak kendilerine bir destek edinmiş olacaklardı.
Ülkede anayasal düzenin kurulmasına büyük umut bağlamış olan Veragazmyal Hınçak Partisi ve Armenagan Partisi ise Jöntürklerin parti içi mücadelesine anlam veremediler ve bu dönemde partilerini tek bir anayasal parti olarak birleştirmek üzere görüşmeler yapmakla meşgul oldular.
Ermeni siyasi partilerinin Jöntürk Devrimi’ne bakışı
a. Taşnaksutyun
Ermeni partileri içinde Jöntürklerle ülkede bir anayasal düzen kurulması için birlikte mücadele etmeye yönelik bir anlaşma yapmış tek parti olarak Taşnaktsutyun, Jöntürk Devrimi sonrasında da pozisyonunu güçlendirmişti. Parti yönetimi gerek Ermeni toplumundaki gerek bütün Osmanlı ülkesi içindeki konumunu pekiştirmek için Jöntürklerle yakınlıklarından yararlanmakta gecikmedi ve bu yönde etkin bir propaganda faaliyeti başlattı. Taşnaktsutyun’un Jöntürk Devrimi’ndeki rolünden söz ederken, bu partinin resmi yayın organı Troşag gazetesi, “Geçen yılkı tarihi olayların şafağında Hıristiyan ve Müslüman devrimcilerin Paris’te anlaşmasının Taşnaktsutyun’un girişimleri ve çabaları sayesinde gerçekleşmiş olduğu söylenebilir. Bu anlaşmanın olaylar üzerindeki etkisi tartışılmazdır,” diye yazmaktaydı.(66)
Parti üyeleri bulundukları yerlerde aktif bir propaganda çalışmasına giriştiler. Taşnaklar her gün her vesile ile “Türkiye’ye anayasayı biz getirdik. Bu devrim, bir yıl önce Taşnaktsutyun ile Jöntürkler arasında Paris’te yapılan anlaşmanın sonucudur” sözlerini tekrarlayıp duruyorlardı. Böylece Taşnak önderleri, İstanbul’dan Van’a herkesi Jöntürk Devrimi’nin kendileri sayesinde gerçekleştiğine ikna etmeye koyuldular ve İttihatçıların gücüne dayanarak Ermenilerin ulusal ve siyasi yönetiminin dizginlerini ellerine geçirdiler.(67)
Anayasal düzenin kurulması, Ermeni partilerinin faaliyetlerinde değişikliğe gitmelerini ve yeni koşullara uymalarını da dayattı. Bu durum özellikle bağımsızlık fikrine ilişkindir. 1908 Devrimi’nin ardından Ermeni siyasi partileri, anayasal uygulamaların gelişmesiyle Batı Ermenilerinin yaşamlarının kolaylaşacağına, takibatların kesilmesiyle durumlarının iyileşeceğine, toprak davalarının çözüleceğine, II. Abdülhamit döneminde ellerinden alınan mal varlıkları ve toprakların iade edileceğine iyiden iyiye inanmışlardı. Bu nedenle partiler tüm çabalarını anayasal kurumların işleyişinin sözde kalmamasına yoğunlaştırmışlardı. Böylelikle Osmanlı Ermenilerinin ilerlemesi sağlanacaktı.
Taşnaktsutyun Temmuz 1908’de yeni taktiğini ve programında yapacağı temel değişiklikleri genel çizgileriyle belirlemişti. Parti yöneticilerinden biri olan Vahan Papazyan’ın anılarında söz ettiği gibi “Meşrutiyet yanlısı hareketin olumlu bir belirti olduğuna ve öteki halklarla dayanışarak bu süreci korumak ve geliştirmek gerektiğine, ne olursa olsun idari herhangi bir talepte bulunmaktan kaçınmaya, bunun yerine elden geldiğince eski rejimde yeri olan müsadere, topraklara el konulması ve yağma gibi uygulamaları gidermeye çalışmak gerektiğine inanmıştık. Bunun için başıbozuk çetelerinin silahsızlandırılmasını ya da barışçıl halka onlarla başa çıkacak silahların verilmesini talep edecektik.”(68) Papazyan bunun dışında bir noktayı daha anımsatır: “Aynı zamanda, anayasal kurumların korunması işinde İttihat ve Terakki yöneticileriyle sıkı ilişkileri ve işbirliğini sürdürecektik.”(69)
Meşrutiyet ilan edilir edilmez Taşnaktsutyun İstanbul Bürosu, partilerinin 1907 Paris Kongresi kararlarını savunmakta olduğunu, ancak ciddi garantiler talep ettiğini, çünkü Paris Bildirisi ile tahttan indirilmesi öngörülen II. Abdülhamit’e karşı olan yaklaşımın devrimci çevrelerde güvensizlik yarattığını bildiren bir açıklama yaptı. Bu açıklamada, II. Abdülhamit 1878’deki aldatmacayı yinelediği takdirde bütün devrimci örgütlerin yeniden silaha sarılacağı uyarısı yapılmaktaydı.(70)
3 Ağustos 1908 tarihli bir bildiride Taşnaktsutyun meşruti hükümetten taleplerinin dökümünü şöyle yapmıştı:
1- Ermeni vilayetlerinde serbest dolaşıma izin verilmesi,
2- Ermeni köylülerinin son yıllarda el konulmuş topraklarının iadesi,
3- 1895-1908 yılları arasında Ermenilere karşı çıkarılan kararnamelerin geri çekilmesi,
4- Bütün Ermeni siyasi tutukluların salıverilmesi ve bütün siyasi sürgünlerin dönmesine izin verilmesi,
5- Sayıları 90 000’i aşan Ermeni göçmenlerinin memleketlerine dönüşünün sağlanması.
Bütün bunların dışında, 16 yıldır Osmanlı topraklarında faaliyette olan Taşnaktsutyun “seçimler sırasında tam bir özgürlük içerisinde hareket edebilmek ve anayasanın idari adem-i merkeziyet esasına dayanılarak tadil edilmesi için” öteki halkların siyasi partileriyle ortaklık kararı aldı.(71) Son olarak, 1 Eylül 1908’de yapılan danışma kurulunda seçim öncesi programa son şekli verildi ve partinin yeni rejimden ve kurulacak Meclis’ten temel talepleri belirlendi:
1- Ülkenin bağımsızlığı ve bölünmezliği, meşruti rejimin varlığı sürdükçe kabul edilmelidir,
2- Ermeni vilayetleri Osmanlı imparatorluğunun ayrılmaz bir parçasıdır ve buraların yerel yönetimi, ülkede yaşamakta olan bütün halkların eşit olarak yararlanacakları adem-i merkeziyet sistemi temel alınarak yürütülmelidir,
3- Halkların temsili sistemi üzerinde kurulmuş olan Osmanlı merkez yönetimi devletin ortak işlerini yürütecektir. Dış politika, ordu, hazine, gümrük, demiryolları, posta, telgraf merkezi hükümetin yönetiminde kalırken diğer işler vilayetlere devredilmelidir,
4- Encümenler, adliye ve diğer yerel idari organlar, genel, adil, nispi temsil temelinde seçimle oluşmalıdır. Bu ilke bütün halklar ve dinler için eşitlikçi bir anlayışla uygulanmalıdır,
5- Vilayetlere yerel işlerini yürütme hakkı ve bu konuda geniş bir özerklik verilmeli, cemaat işleri de cemaatlere bırakılmalıdır. Vilayet gelirlerinin bir bölümü (%20-25) yerel gereksinimlere ayrılmalıdır,
6- Hükümetin tayin edeceği vali, mutasarrıf ve mahkeme reislerinin görevleri dışındaki bütün görevler yerel danışma kurullarına bırakılmalıdır,
7- Vilayet sınırlarının belirlenmesinde eski rejimdeki tasarrufun tersine nüfusun ulusal özellikleri ve kültürel gelenekleri göz önünde tutulmalıdır,
8- Bütün halklar ve dini gruplar bütünüyle eşit ve adil yönetilmeli, sınıf ve zümre karakteri taşıyan bütün ayrıcalıklar kaldırılmalıdır,
9- Kanun-i Esasi adem-i merkeziyet esaslarına göre gözden geçirilmelidir,
10- İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, inanç özgürlüğü, toplantı özgürlüğü, protesto ve gösteri özgürlüğü tanınmalıdır. Özel malın, mülkün, haberleşmenin dokunulmazlığı tanınmalı, ülke içi seyahat belgeleri kaldırılmalıdır,
11- Ülke genelinde ilköğretim zorunlu hale getirilmeli ve ücretsiz olmalı, bütün ulusal okullara eşit muamele edilmelidir. Resmi dil öğrenimin dördüncü yılından itibaren verilmelidir,
12- Askerlik ülkenin tüm halkları için zorunlu hale gelmelidir,
13- Vergi sistemi değiştirilmelidir.(72)
Taşnaksutyun’un seçim programında da görüldüğü üzere Ermeni vilayetlerinin özerkliği fikrinin yerini adem-i merkeziyet talebi almıştı. Bu durum 1914’e kadar sürmüştür. Taşnaktsutyun’un bakış açısına göre ülke halklarının gerçek hak eşitliğini bir tek adem-i merkeziyet sağlayabilirdi. 24 Ağustos 1908’de Simon Zavaryan, Pera’daki Surp Yerrortutyun Ermeni kilisesindeki toplantıda söz alarak, imparatorluğun yeni temelinin adem-i merkeziyet olması gerektiğini vurgulamıştı: “Türkiye ancak bu koşulla bağımsızlığını koruyup ilerleyebilir.”(73)
Bu durumda şöyle bir soru akla gelmekte: Peki Taşnaktsutyun neden S. D. Hınçak Partisi gibi, öteden beri adem-i merkeziyeti savunmakta olan Sabahaddin ile birlikteliğe yanaşmadı? Taşnaktsutyun’un İTC’yi tercih etmesinin nedeni, ülkede gerçek iktidarın onların elinde bulunması ve Osmanlı Ermenilerinin sorunlarının ancak İTC’nin yardımlarıyla çözülebileceği inancıydı.
Talat Paşa anılarında 1908’in Temmuz ve Eylül ayları arasında Taşnaksutyun’un propagandalarına ilişkin olarak şunları yazar: “İttihat ve Terakki Cemiyeti Meşrutiyeti münhasıran kendi dahili teşkilatı sayesinde kabul ettirmeğe muvaffak olunca bütün Ermeni matbuatı bu muvaffakiyetin elde edilmesi hususunda Ermeni ihtilâl komitesi Taşnak teşkilâtının da büyük gayretler sarf etmiş ve Jöntürklere büyük yardımlarda bulunmuş olduğunu iddia etti. Jöntürkler, böyle bir iddiada kendi teşebbüsleri için bir tehlike görmediler ve hâlâ Ermenilerle anlaşabileceklerini ümit ettiklerinden bu neşriyatı icap ettiği şekilde tashih etmek lüzumunu hissetmediler ve Ermenilere de bir iftihar hissesi bıraktılar.”(74)
Oysa bu yayınları tekzip etmek bir yana, İttihatçılar Taşnakların propagandalarını teşvik ediyor ve müttefikleri olarak onların konumunu güçlendirmeye yönelik bir siyaset izliyorlardı. Tabii bunun altında yatan başka nedenler vardı. Daha önce de üzerinde durulduğu gibi, Jöntürk Devrimi temelde ordunun askeri gücüyle başarılmıştı, ama halkın desteğinden yoksundu. Bulgarların devrimci örgütünün ve başlangıç evresinde Yunanlıların İTC’yi desteklemesi sayesinde ülkenin Avrupa vilayetlerinde edindiği güçlü pozisyon dışında, Cemiyet’in Anadolu’da hemen hiç şubesi yoktu. Ancak 1908’den sonra kurulan İTC kulüplerine de aslında eski rejimde görevleri olan ve yeni koşullar altında mevkiini kaybetmemeyi amaçlayan kişiler girmişti. Ülkede güçlü dayanaklarının olmaması, Jöntürklerin iktidarı tam anlamıyla ellerine geçirmelerini engelliyordu. II. Abdülhamit döneminde ayrıcalıklı bir yere sahip olan Kürtler, Jöntürklerin iktidara gelişini açıktan açığa düşmanca karşılamışlardı. Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe girmesi ve bütün halkların eşitliği ilkesinin ilan edilmesi pek çok Kürt aşiretinin üzerinden zenginleştiği Ermeni halkının malvarlığının talan edilmesini düşünce temelinde de olsa önleyecekti. Öte yandan, seçim döneminde Meclis’te mutlak bir çoğunluğa ulaşmak için ittihatçıların diğer siyasi partilerin desteğine ihtiyacı vardı.
Taşnaksutyun ile bağların güçlendirilmesini sağlayan başka bir neden daha vardı. Muhalif Hınçakların Sabahaddin’in partisiyle giderek güçlenen işbirliği gözden kaçmıyordu. Böylece Hınçak’ın Ermeni toplumu içerisinde güç kazanmasının önüne geçmek için İTC daha güçlü bir Ermeni siyasi partisi olan Taşnaktsutyun ile ilişkilerini sağlama alma yolunu seçmişti. İTC’nin Taşnaktsutyun’u destekleme yoluyla aynı zamanda Ermeni bünyesinde kendi konumunu da güçlendirmekte olduğu açıktı. Buna Erzurum, Van, Bitlis, Muş ve daha birçok şehirde açılmış olan İttihat-Taşnak kulüpleri de hizmet ediyordu, ittihatçılar aynı zamanda bu kulüpler aracılığıyla seçim propagandalarını da yapmaktaydılar. Hatta politikalarını başarıya ulaştırmak için Taşnaktsutyun’un bazı taleplerini de karşılamış ve taraftarlarının sayısını çoğaltmışlardı. Bunun sonucu Taşnaktsutyun’un isteği üzerine, Ermeni vilayetlerinde Ermenilerin baskı altına alınmasında etkin rolü olmuş bazı devlet memurları bu görevlerinden alındılar.(75) Ancak bu da Müslüman nüfusun bir bölümünde hoşnutsuzluk yaratmıştı.(76) 1909’un Kasım ayında, baskılar sonucu memleketini terk eden ahalinin topraklarına el koyan Kürt şeyhi Hüseyin Paşa tutuklandı ve elinden alınan bütün topraklar yasal sahiplerine iade edildi.(77) 11 Aralık 1909’da dahiliye nazırı tarafından Ermeni vilayetlerine gönderilen bir telgrafta: “İstibdat döneminde Rusya’ya göç eden Ermenilerin bizim Müslüman muhacirlerimize devredilen toprakları ve evleri ilk sahiplerine iade edilecektir; Müslüman muhacirler ise başka bir yöntemle iskân edileceklerdir,” deniyordu.(78)
1908’in Eylül ayında ittihatçılar Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları’nı dağıtma kararı aldılar. Bu, Ermeni siyasi partilerinin öncelikli taleplerinden biriydi.(79) Ancak ittihatçılar, Kürtlerle ilişkilerinin keskinleşmesini istemediklerinden, Taşnak yöneticilerinden Vramyan, Aram ve İşkhan’ın (Nikol Boğosyan) 1895-96 yıllarında Ermeni kırımlarına katılmış olan aşiret beylerinin cezalandırılması talebini geri çevirdiler. Hınçak’ın İTC’ye yönelik daha belirgin bir muhalefete girdiği Kasım 1908’den başlayarak, yeni kurulan Sahmanatragan Ramgavar (Anayasal Demokrat) Partisi’nin Osmanlı Ermenileri arasında belirgin bir etkisi olmadığını da hesaba katan İTC, Taşnaktsutyun’u Osmanlı ülkesindeki Ermeni nüfusunu temsil edebilecek tek yetkili parti olarak kabul etme siyaseti izlemeye başladı. İTC, müttefikinin konumunu güçlendirirken bazı Ermeni vilayetlerinde yönetici mevkilere Taşnakları getirmişti. İTC bu politikasıyla hem Taşnaktsutyun ve S. D. Hınçak arasındaki ilişkilerin sertleşmesini sağlamış oluyor hem de Ermeni ulusal özgürlük hareketi içindeki kırılmayı derinleştiriyordu. İleride gösterileceği gibi, İTC politikasının Ermeni siyasi partilerinin güçlerini bölmek ve Osmanlı Ermenilerinin öz-savunma konumlarını kırmaktaki rolü önemliydi. Devrimci Hınçak Partisi’nin yöneticilerinden biri olan Sabah-Gülyan’a göre: “ittihat ve Terakki bir tek Taşnakları Ermeni ulusunun temsilcileri olarak kabul ediyordu. Taşnaksutyun da bu yönde hareket etmeyi tercih etmişti. Tabii ki bu da Türklerin, Ermeni ulusunu bölük pörçük etmeyi amaçlayan, bir partiyi bütün bir ulus olarak, bir parçayı bütün olarak gören makyavelist yaklaşımının dışavurumuydu. Gerçekten de Taşnaktsutyun böyle davranarak, örneğin beş-altı mebus çıkarmak, kendi dostları için kârlı birkaç devlet memuriyeti elde etmek gibi küçük birkaç avantaj sağlamıştı; ancak bundan zarara uğrayan Ermeni halkı oldu.(80)
Taşnaksutyun da, İTC’den aynı biçimde yararlanmaya çalışıyordu. İTC desteğinin Taşnaktsutyun yandaşlarının sayısını artırmakta, hatta başka Ermeni partilerine üye olanları kendi tarafına çekmekte ayrı bir rolü vardı. Ardag Tarpinyan’ın tanıklığına göre, seçimler arifesinde Devrimci Hınçak Partisi’nin Van komitesi Taşnaklarla bir blok oluşturmuştu.(81) Aynı yazar Van’daki durumu, “(Taşnaklar) Van’daki Ermeni ruhani önderinin konutunu, hem cismani hem de dini danışma kurulunu, bu kurulların yürüttüğü kültür ve eğitim heyetini ellerine geçirdi; bunun sonucunda okulları teftiş görevini de devraldı” diye belirtir.(82) Böylece Van’da belediye reisliğine Rus konsolosunun tanımıyla “Türkler arasında geniş bir çevresi ve İstanbul’daki Ermeni liderleriyle yakın ilişkisi olan” Kapamacıyan tayin edilmişti.(83) Taşnaktsutyun’un Van’daki durumu Rusya’dan gelen İşkhan’ın yerel şubenin başına geçmesiyle daha da pekişmişti.(84)
Bitlis, Van ve Erzurum’daki Taşnak militanları yönetim işlerine bile karışıyorlardı. “Onlar (Armen Garo, Rupen), piskopos Nerses Karahanyan ile kent yöneticisini, bütün ordu ileri gelenlerini ve kentteki amirleri sürekli ziyaret ediyor ve onların bilgisi dışında alman herhangi bir karar ya da emir uygulanamaz oluyordu.”(85)
Padişahın af ilanından sonra birçok Taşnaksutyun lideri ülkeye döndü. Simon Zavaryan, Agnuni, Rostom, Aharonyan aralarındaydı. İstanbul’a varan Taşnaktsutyun yöneticileri aslında Rus imparatorluğu çıkışlıydılar ve Jöntürkleri pek tanımaz, Osmanlı ülkesinin koşullarını bilmezlerdi. Bu nedenle ülkedeki siyasi güç dağılımını ve dengesini tam olarak kavrayamıyorlardı. Bu militanlar Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle “asırlık mücadelenin geride kaldığına, artık halkın aydınlanmasını sağlamak yolunda çalışmak gerektiğine”(86) ikna olmalarına karşın, partinin Osmanlı şubelerinin fedailik sıralarından geçmiş temsilcileri anayasal düzenin uzun ömürlü olacağına pek bel bağlamıyor ve İTC ile ilişkilerde mesafeyi korumak gerektiğini düşünüyorlardı.(87) Taşnaktsutyun’un içinde iki farklı akımın ortaya çıkışı böyle olmuştu: İttihatçılarla tam bir dayanışmayı savunan “merkezi” hareket ile devrimci mücadeleden başka her türlü yöntemi reddeden, partinin devrimci yönde örgütlenmesini talep eden “taşra” hareketleri.
Böylece 1908’in Temmuz-Ekim ayları arasındaki dönem İTC’nin Taşnaktsutyun aracılığıyla Ermeniler arasında konumunu güçlendirme politikası yürüttüğü süreç oldu. Taşnaktsutyun da Batı Ermenilerinin toplumsal ve siyasi lideri pozisyonunu güçlendirmek amacıyla İTC ile ilişkilerini pekiştirmeye bakıyordu.
b. Devrimci Hınçak Partisi (Sosyal Demokrat Hınçak Partisi)
Devrimci Hınçak Partisi (1909’daki VI. Kongresi’nden sonra adı Sosyal Demokrat Hınçak Partisi olarak değişti), Taşnaktsutyun’dan farklı olarak 1902 ve 1907 kongrelerine katılmayı reddetmişti ve Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ne daha yakındı. Hınçakların öteden beri gerilimli bir ilişki içinde olduğu İTC’nin iktidara gelişiyle birlikte Meşrutiyet’in temel ilkeleri olarak ilan edilen “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” ilkelerine aykırı bir biçimde Prens Sabahaddin taraftarlarına karşı sert tutum takınılmış, bunu göz önüne alan S. D. Hınçak Partisi yöneticileri arasında İttihatçılardan gelecek baskılar konusunda pek de temelsiz sayılmayacak bir temkin doğmuştu. Bu durum parti yöneticilerini hemen ülkeye dönmekten alıkoyuyordu. S. D. Hınçak, dönmeden önce, kendisine karşı bazı sınırlayıcı önlemler alınmayacağına dair güvenceler elde etmek istiyordu. Partinin yöneticilerinden biri olan Suren Bartevyan, 14 Eylül 1908’de bu amaçla Ahmet Rıza ile buluştu. Bartevyan’ın “Biz Hınçaklar 1907 kongresine katılmadığımıza göre, gerçekten de İstanbul’da dostça(86) karşılanabilecek miyiz?” sorusuna Ahmet Rıza: “Ama sizin arkadaşlarınız halen oradalar, eski ya da yeni Hınçaklar olsun, biz kimseyi diğerinden ayırmıyoruz, hem kongreye katılmadınız diye size niye kinlenelim ki?” yanıtını vermişti.(88)
Anayasanın ilanından sonra, ülkedeki Devrimci Hınçak komiteleri çok zor durumda kalmışlardı. Çok kısa bir zaman aralığı içinde gerçekleşen Jöntürk Devrimi ve ardından gelen olaylar Hınçak yönetiminde şaşkınlık ve telaş yaratmıştı. Hınçak yönetimi bunun üzerine bir süre gelişmeleri bekleme kararı aldı. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Devrimci Hınçak Partisi tutumunu belirlemek amacıyla Sabahhaddin ile bir görüşme yapmıştı. Taşnaktsutyun’un pozisyonunun güçlenmesi ve Hınçak Merkez Komitesi’nden gelen herhangi bir direktif olmaması, Hınçak komitelerinde tereddütler yaratmıştı. Bu koşullar içinde Hınçak Partisi’nin bazı şubeleri Taşnaktsutyun tarafına geçmişti. 1908’in Temmuz ve Ağustos aylarında Şebinkarahisar ve Malatya’daki bürün Hınçak şubeleri böylece Taşnaktsutyun’a katıldılar.(89) Van’da da aynı şey olmuştu.
Bu nedenle Hınçak yöneticileri temkini elden bıraktılar ve geri dönmekte acele ettiler. Sabah-Gülyan ve Murad (Hampartzum Boyacıyan) İstanbul’a gelmek üzere 15 Ağustos 1908’de Paris’ten yola çıktılar. Partinin Paramaz, Ardzıruni gibi yöneticileri de bu sırada İstanbul yolundaydılar.
Herhangi bir önlem almadıkları gibi, İttihatçılar bu dönüşleri kutluyor, bir yandan da Hınçak liderlerinin faaliyetlerini daha yakından izleyip kontrol etme imkânına kavuşuyordu. İttihatçıların, Hınçakların ve bütün öteki Ermeni partilerinin önüne sürdüğü tek koşul, mücadelede devrimci yöntemlerden ve Ermeni vilayetlerinin bağımsızlığı fikrinden vazgeçmeleriydi. Dönüşünde Pera’daki Ermeni kilisesinde bir konuşma yapan Sabah-Gülyan “Osmanlı Meşrutiyeti ilân edilmiş olduğundan, biz Hınçaklar, ihtilâl fikirlerimizi bırakıyor ve faaliyetlerimizi memleketin ilerlemesine adıyoruz,” demişti.(90) İstanbul’da 24 Ağustos-5 Eylül arasında gerçekleşen parti üyeleri toplantısında, siyasi özerklik verildiği takdirde Ermeni vilayetlerinin Osmanlı imparatorluğu bünyesinde kalması gerektiği tezi ileri sürülmüştü.(91) Sabah-Gülyan’la Murad İstanbul’a vardıktan 10 gün sonra İTC liderleri Talat, Enver ve Bahaeddin Şakir’le buluştular.
Karşılaştıklarında Talat, Heyet-i Merkeziyelerinin talimatıyla partiyi incelemek ve yöneticileriyle tanışmak amacıyla geldiğini bildirmiş, ancak daha sonra parti hakkındaki bazı istihbaratlar konusunda açıklama istemişti. Sabah-Gülyan, İttihatçıların bu buluşmadan önce Taşnaktsutyun yöneticileriyle görüşmüş olduklarını belirtiyor.(92)
Talat Hınçak’a bir ittifak oluşturmayı teklif etmiş, ancak ret yanıtı alınca, onların bir muhalefet partisi olarak faaliyet göstermelerini kabul etmişti.(93) İTC, Hınçak’ın daha önce Sabahaddin ile yapmış olduğu anlaşmadan haberdardı. Daha önceki deneyimleri de hesaba katan Talat’ın Hınçak’ın alacağı tavır konusunda hiçbir şüphesi yoktu. Dolayısıyla bu görüşme, Sabah-Gülyan’ın işaret ettiği gibi işbirliği olasılığı için bir arayıştan çok, her şeyin tahmin ettikleri gibi olduğunu anlamak için bir fırsattı sadece.(94) Sabah-Gülyan, İTC’nin Selanik’te 5-25 Ekim 1908’de yapılan kongresinin ilk oturumunda, Hınçak Partisi’nin faaliyetlerinin denetim altında tutulması konusunda özel bir karar alındığını da ekler.(95) Pascual Ohanian da aynı iddiada bulunur; ancak onun savunduğu, böyle bir kararın İTC’nin ikinci kongresinde (1909 Sonbaharı) alınmış olduğudur.(96)
Bu karara ilişkin tarihler konusundaki farklı görüşler, İTC kongrelerinin hiçbirinde böyle bir kararın ayrı bir madde olarak kabul edilmiş olmamasındandır. Bütün olasılıklara karşın, başka kaynaklar da bu olguya değinmiyor. Böyle bir kararın kongrede değil de, İTC Heyet-i Merkeziyesi’nin bir toplantısında alınmış olması daha akla yatkın; çünkü kongrelerde partinin izleyeceği genel çizgi saptanıyor, ayrıntılı çalışma Heyet-i Merkeziye’de yapılıyor, kararlar burada alınıyordu. 1908’den başlayarak Heyet-i Merkeziye tüm yönetim işlerini bünyesinde toplamıştı.(97)
Sabah-Gülyan ve Murad döner dönmez hemen parti şubelerini güçlendirmek ve Taşnaktsutyun’a katılımları engellemek için bir dizi önlem aldılar. Her ne kadar aykırı görünse de, bunu, Meşrutiyet’in korunması ve demokratik reformlar konusunda Taşnaktsutyun ile işbirliği için yaptıkları anlaşma yoluyla başardılar.(98) Bu anlaşma resmi nitelikli değildi ve zaten uzun da sürmedi. Yereldeki parti kollarının toparlanmasında en önemli rolü, II. Abdülhamit’e karşı ödünsüz mücadelesiyle Osmanlı Ermenileri arasında çok popüler olan Medzn Murad (Büyük Murad, Hampartzum Boyacıyan) oynadı. S. D. Hınçaklar Murad’ın kişiliği sayesinde partilerinin nüfuzunun daha da artacağına güveniyorlardı.(99) Murad ve Sabah-Gülyan sorumluluğu üstlenerek parti programında bazı değişiklikler yaptılar ve partinin Osmanlı imparatorluğundaki yeni koşullara uyumunu sağladılar.(100)
S. D. Hınçak Partisi Merkez Komitesi’nin 24 Kasım 1908 tarihli bildirisinde ülkede artık bir anayasa olduğuna göre, partinin doğrudan doğruya yeni koşullara uygun bir şekilde faaliyet göstermesi gerektiği savunuluyordu. Bu amaçla parti şubeleri için özel bir program-tüzük de hazırlanmıştı. Bildiride partinin bu program aracılığıyla etkinliğini yasal temelde yeni baştan inşa etmesinin mümkün olacağı ifade ediliyor ve şubelere şu görevler veriliyordu:
1- Osmanlı ülkesinin değişik halkları arasında eşitlik ve kardeşlik düşüncelerini geliştirmek. Türklere ve toplumun başka kesimlerine Ermeni halkının ayrılıkçı hedefi bulunmadığını telkin etmeye önem vermek,
2- Ulusal ve dinsel ayrım yapılmaksızın toplumun her kesimine açık tutulacak Hınçak kulüpleri kurmak,
3- Örgütün güçlenmesi için çalışmak: Eski usullere dönülmesi için çırpınan gerici güçlerin hâlâ varlığını sürdürdüğü göz önünde tutularak, öz-savunma için halka yeni silahlar temin edilmesine çalışmak,
4- Bölgelerde her türlü anayasa ihlalini ve halkın haklarının çiğnendiği olayları hemen merkeze bildirmek,
5- El koyma olaylarının ayrıntılı bir biçimde listelenmesi.(101)
Bunların dışında, şubelerin, halkın ekonomik koşullarının iyileştirilmesini ve vergilendirme sisteminin düzeltilmesini sağlayabilecek önerileri varsa bildirmeleri isteniyordu.(102)
Eylül ayında halkın coşkulu törenlerle karşıladığı Prens Sabahaddin de İstanbul’a geldi. Karşılama töreninde Murad da bir söylevle yer aldı. Her ne kadar Prens İTC ile birleştiklerini ilan etmişse de, bunun salt taktik bir adım olduğu kimsenin bilmediği bir şey değildi ve İttihatçıların politikalarından memnun olmayanlar yavaş yavaş onun çevresinde toplanmaya başlamışlardı. Prens Sabahaddin’in yandaşları, 14 Eylül 1908’de, dağılan Teşebbüs-ü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin fikirlerine programında yer veren Ahrar Fırkası’nı kurdular.(103) Liberaller birçok konuda, özellikle de özgürlükler ve ülkenin ekonomik gelişmesi için en kısa zamanda alınacak önlemler noktalarında merkezi yönetime karşı çıkıyor, mevcut bölgesel idari taksimat düzeninin değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlardı.(104) İkdam, Sabah, Serbesti ve Osmanlı gazeteleri parti fikirlerini yaymaktaydı. Tarihçi Gülnihal Bozkurt partinin “Müslüman olmayan unsurları kendi tarafına çekip, devlet içindeki tabakalaşmaya engel olmayı” amaçladığını belirtir.(105)
Bu “Müslüman olmayan unsurlar’dan biri de S. D. Hınçak Partisi’ydi. Hınçak, Ahrar Fırkası’nın kurulmasının aslında Sabahaddin’in projesinin, yani İTC karşıtı tüm güçlerin dayanışmasının hayata geçirilmesi olduğunun farkındaydı. Bunun ötesinde, partiye çekici gelen, liberallerin adem-i merkeziyetten tek anladıkları her ne kadar siyasi değil de idari adem-i merkeziyet olsa da, Ahrar’ın bu yöndeki fikirleriydi.
Böylece 1908 Devrimi’nin ardından S. D. Hınçak Partisi, Jöntürk hareketinin İttihatçılara muhalif liberal kanadıyla dayanışmayı sürdürdü. Ancak bu muhalefet Meşrutiyet yanlısı bir temele dayanıyordu ve S. D. Hınçak Partisi Ermeni vilayetlerinin ayrılması fikrinden vazgeçerek, yeni rejimi güçlendirme yönünde hareket etme kararı almıştı.(106)
c. Anayasal Ramgavar Partisi
Kanun-i Esasinin yeniden yürürlüğe konulması Osmanlı ülkesindeki siyasi örgütlenmelere yasal faaliyet hakkı tanımıştı; bu da bir Ermeni siyasi partisinin daha kurulmasına vesile oldu: Sahmanatragan Ramgavar Partisi. Daha 1 Ekim 1908’de Armenagan partisi ile Azk (Ulus) gazetesi çevresinde toplanan Veragazmyal Hınçak Partisi’nin bir bölümü ve Kağaparagtsagan (hemfikir olanlar) cemiyeti, Birleşik Ermeni Devrimci Örgütü adı altında bir ittifak oluşturmak yönünde anlaşma imzalamışlardı.(107)
Örgütün amacı, Osmanlı Ermenilerinin bağımsızlığı için mücadele eden tüm partilerin birleşmesi ve bunun sonucunda da Ermeni devrimci mücadelesini tamamlamak, Osmanlı Ermenilerini öz-savunma ve topyekûn isyan için hazırlamak, Ermeni vilayetlerini baskıdan kurtarmak, aynı zamanda, burada yaşayan diğer azınlıkların refahının ve kültürel gelişiminin güvencesi olacak bağımsız bir meşruti hükümet kurmaktı. Örgütün etkinlik alanı olarak doğu vilayetleri ve Kilikya seçilmişti.(108)
Bu yeni Ermeni örgütünün programının, büyük ölçüde, 1885’te kurulmuş olan Armenagan Partisi’nin etkisinde olduğunu gözlemek o kadar zor değil. Ancak meşruti düzenin kurulmuş olması sonucunda yeni kurulan örgütün amaçları farklılaşmıştı. Birleşik Ermeni Devrimci Örgütü’nün yöneticilerinin 4 Ekim 1908’den başlayarak İskenderiye’de yaptıkları bir dizi toplantıda Osmanlı imparatorluğunda Meşrutiyet’in kurulmasıyla devrimci faaliyetin gereksiz hale geldiği ve yeni koşullarda artık meşrutiyetçiliğin gerektirdiği hedefler için mücadelenin kaçınılmaz olduğu, bunun da ancak anayasal bir partinin kurulmasıyla mümkün olacağı yönünde ortak görüş belirmişti. Böyle bir parti kurulması için bir program tasarlanmış ve nihayet 31 Ekim 1908’de Anayasal Ramgavar Partisi adı altında yeni bir siyasi parti kurulması konusunda karara varılmıştı. Bu yapılanmaya Armenagan, Veragazmyal Hınçak’ın bir bölümü ve Kağaparagtsagan cemiyeti de katılmıştı. Aynı gün Veragazmyal Hınçak, Kağaparagtsagan cemiyeti ve Armenagan’dan oluşan Birleşik Ermeni Devrimci Örgütü, Anayasal Ramgavarlar Partisi’nin kurulduğu yönünde bir karar yayımladı: “Partimiz sözlü ve yazılı açıklamalarıyla, halkın, kendi haklarını esas alan Meşrutiyet’in özünü anlamasını ve bu yola girmesini; Ermenilerin Meşrutiyet’le gelen hak ve görevlere dair bilgisini artırmasını ve genel siyasi yaşama alışarak hem Osmanlı vatanına hem de üyesi oldukları ulusa yararlı bireyler olmalarını sağlamak için çaba gösterecektir. İskenderiye, 31 Ekim 1908.’’(109) Kararın altında, G. Pözikyan, Mikael Natanyan, Mihran Damadyan, Şavarş Govinyan, Garabed Krikoryan’ın imzaları vardı.(110)
Parti programı çok ilginçtir, içerik olarak Avrupa’daki benzer anayasal-demokratik partilerin programlarından kopyalanmıştı ve Osmanlı ülkesinin koşullarına uydurulmuştu. Giriş bölümünde şöyle deniyordu: “Osmanlı devletinde despotizmin mahvedilmesi ve Anayasa’nın yürürlüğe konulmasıyla beraber (…) yeni bir mutluluk ve ilerleme dönemi başlamıştır. Yönetim şeklindeki bu değişimin gerçekleşmesinden önce ve hatta sözü edilen bu değişimin elde edilmesini hızlandırmak amacıyla, her ulusun gizli örgütlerinin ve devrim komitelerinin varolması için geçerli nedenler var idi. Halbuki bugün, medeni haklar belirgin bir derecede kazanılmış ve herkes devletin ve halkın yararına olan konularda düşüncelerini ifade etmekte, başkalarıyla konuşmakta özgür olduğundan, devrim örgütlerinin varolması ve faaliyet göstermesi için neden kalmamıştır. Bundan böyle kurulması uygun ve yararlı olacak örgütler, program ve faaliyetleri açık olmak şartıyla kanun çerçevesinde oluşturulacak siyasi örgütlerdir.” (111)
Parti amaç olarak Kanun-i Esasi’nin tadil edilerek demokratikleştirilmesini belirlemişti. Siyasi bağımsızlığın ve Osmanlı ülkesinin toprak bütünlüğünün güvencesini idari adem-i merkeziyetin yerleştirilmesinde ve vilayetlerdeki ulusal hakların genişletilmesinde görüyordu. Osmanlı Ermenilerinin kültürel varlığını koruma konusunda manevi değerlerin, Ermeni dilinin, edebiyatının ve tarihinin korunması ve geliştirilmesine yöneliyordu. Ramgavarlar, 1860 Ermeni Anayasası maddelerinin de gözden geçirilmesi ve çağdaş gereksinimlere uydurulması gerektiğini savunuyorlardı. Partinin temel faaliyet araçları yayın yapmak, halka açık ulusal ve genel toplantılar düzenlemek, seçimlere katılmaktı. (112) Ramgavarlar programlarında İttihatçıların tek bir Osmanlı ulusu yaratma siyasetine karşı çıkıyor, bu düşünceyi devlet çıkarları açısından da zararlı sayıyordu. (113)
Parti programı 31 Ekim 1908’de İskenderiye’de kabul edildi. (114) Parti kurulduktan sonra Damadyan, Pözikyan, Mıgırdiçyan, partinin merkezini kurmak üzere İstanbul’a geldiler, ancak bu niyetlerini başarıya ulaştıramadılar. A. Tarpinyan’ın yazdığına göre “Başkentteki Ermeni semtlerinde birkaç kulüp kurmak ancak iki yılda mümkün olabilmişti.” Öte yandan, İstanbul Patrikliği Milli Meclisi toplantısında, çoğunlukta olan “bağımsızlar” Ramgavarlar ile “merkezi blok”u oluşturmak için birlikte hareket ederek önemli bir ağırlığa sahip olmuşlardı. (115)
Anayasal Ramgavar Partisi ile Ermeni ruhani çevreleri arasındaki yakınlaşma tesadüfi değildi. 1908 Jöntürk Devrimi öncesinde Patriklik Ermenilerin sadece dinsel değil, siyasal olarak da önderiydi. Hükümet Ermenilerle bütün bağlantılarını Patrikhane aracılığıyla kuruyordu. Ancak anayasa yürürlüğe girdikten sonra Ermeni siyasi partileri yasallaşınca durum değişmiş, Osmanlı Ermenilerinin yönetimi partilerin eline geçmişti. İTC de Patrikliği Ermenilerin dini merkezi olarak kabul ediyor, bütün siyasi sorunları Ermeni partilerinin, esas olarak da Taşnaktsutyun’un aracılığıyla çözüyordu. Patrikliğin bu durumu siyasi ayrıcalıklarına yönelik bir tehdit olarak görmesi Taşnaktsutyun ile ilişkilerini germişti. Patrikliğin uğradığı güç kaybı, Temmuz 1908’den sonra özellikle İstanbul’da Taşnaktsutyun ve S. D. Hınçak’ın kiliseleri parti toplantı yerine ve miting mekânına çevirmelerinden de anlaşılabilir. Bu toplantıların mücadele içinde olan bu iki partinin üyeleri arasında dalaşmayla sonuçlanması seyrek görülen bir olay değildi. Sonuçta, 11 Kasım 1910’da Eçmiyadzin Gatoğigosu tarafından yayımlanan bir genelge ile parti toplantılarının kiliselerde yapılması yasaklandı. (116)
Bütün bunlar, Patriklikle, ona uyan Ermeni Milli Meclisi ve Ermeni sosyal yaşamında reformların gerçekleştirilmesi yönünde dinsel ve siyasal sorunların çözülmesine yönelik bir etkinlik çerçevesi saptayan Anayasal Ramgavarlar arasında bir yakınlaşma doğmasına yaradı.(117)
Patrikliğin desteğine karşın Anayasal Ramgavarlar konumlarını güçlendiremediler ve 1914’e kadar Batı Ermenilerinin toplumsal-siyasi yaşamında belirgin bir rolleri olmadı. İzmir, Kharpert (Harput), Dikranagerd (Diyarbakır), Kilikya, Mısır ve Amerika’da partinin kulüpleri kurulmuş olsa da, 1912’de üyelerinin sayısı 1000 kişiyi geçmiyordu. (118)
Anayasal Ramgavarların yöneticileri İstanbul’a taşındıktan sonra İttihatçılarla ilişki kurmaya uğraştılar. Görünen, bazı temasların olduğudur. Ancak İttihatçılar bu partinin Ermeni çevrelerindeki yerini çok iyi bildiklerinden işbirliğine kalkışmadılar. İTC’nin üyelerinin ve liderlerinin anılarında Taşnaktsutyun ve S. D. Hınçak ile ilişkiler ele alındığı halde Anayasal Ramgavar Partisi ile herhangi bir bağdan hiç söz edilmez. Yine Türk ve Batı Avrupa tarihçilerinin çalışmalarında da buna hiç değinilmemektedir; hatta pek çok araştırmacının böyle bir partinin varlığı konusunda bilgisi dahi yoktur. Bu nedenle, Ramgavarların İttihatçılarla ilişkilerinin incelenmesine yarayacak temel malzeme ancak Ermenice kaynaklarda bulunabilir.
d. Veragazmyal Hınçak Partisi
Veragazmyal Hınçak Partisi’nin önemli bir bölümü Anayasal Ramgavar Partisi’nin kuruluşunda yer almış olsa da, kalan taraf Veragazmyal Hınçak Partisi adı altında faaliyetlerini sürdürdü. Partinin çok az üyesi vardı: 1912’de sayıları 50-100 kişiyi geçmiyordu.(119) 1908 Devrimi’nden sonra faaliyet merkezlerini İstanbul’a taşıdılar ve burada Tzayn Hayrenyats (Vatanın Sesi) adlı gazetelerini çıkarmayı sürdürdüler. Partinin lideri Aleksan Arzuyan (Vahe) idi.
12 Eylül 1908’de Veragazmyal Hınçak Partisi’nin İstanbul bürosu yayımladığı bildiride partinin yeni koşullardaki faaliyet programını duyurdu: “Veragazmyal Hınçak Partisi Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulmasını içtenlikle selamlar. Partimiz anayasanın korunmasını ve tadilini, barışçıl ilerleme yolunda, devletin siyasi ve demokratik bakımlardan güçlenmesi yolunda ve ülkede yaşayan değişik halkların içinde bulundukları durumun iyileştirilmesi yolunda en büyük güvence saymaktadır.
Veragazmyal Hınçak Partisi bu nedenle, resmi olarak ilan eder ki:
1- Parti bundan böyle devrimci etkinliğini durduracaktır,
2- Yurtsever etkinliklerini barışın korunması ve özgürlüklerin genişletilmesine ayıracaktır,
3- Veragazmyal Hınçak Partisi Osmanlı ülkesinin toprak bütünlüğünün korunmasından yanadır ve herhangi bir ayrılıkçı eğilimi ya da amacı bulunmamaktadır. Parti, Osmanlı Ermenilerini Osmanlı birliğinin ayrılmaz bir parçası saymakla birlikte Ermeni halkının asimile olmaması, dinsel ve kültürel varlığının korunması için çaba harcayacaktır,
4- Veragazmyal Hınçak Partisi, özgürlükçü rejime karşı ve eski düzeni geri getirmeye yönelik iç ve dış tehditlerle mücadele edecektir.” (120)
Sonuç olarak, Jöntürk Devrimi’nden sonra Osmanlı ülkesinde dört Ermeni siyasi partisi faaliyet göstermekteydi: Taşnaktsutyun, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi, Anayasal Ramgavar Partisi ve Veragazmyal Hınçak Partisi. Bu partiler içinde gerçek güce sahip olan partiler Taşnaktsutyun ve daha ufak ölçekte S. D. Hınçak’tı.
Meşruti düzenin kurulması Ermeni siyasi partilerinin programlarında değişiklik yapmalarına da yol açan bir olguydu. 1908’in Temmuz-Eylül aylarında devrimci Ermeni partileri yasal siyasi örgütlere dönüşerek, devrimci mücadele yöntemlerinden resmen vazgeçmişler, anayasal kurumların geliştirilmesi ve Ermeni vilayetlerinin siyasi özerkliği için çabalamaya koyulmuşlardı. Bu partiler amaçlarının gerçekleşmesinde belli ölçüde İttihatçılarla işbirliğine bel bağlamış durumdaydılar.
İttihatçılar ise ülke içindeki pozisyonlarını güçlendirmek için ilk dönemlerde Ermeni siyasi partilerinin, özellikle de Osmanlı Ermenilerinin çoğunun saflarına katıldığı Taşnaktsutyun’un desteğine gereksinim duyuyor, onları kendi taraflarına çekmeye uğraşıyorlardı. Jöntürkler bu siyaseti güderken, ilgi odaklarında iki Ermeni partisi vardı: Taşnaktsutyun ve S. D. Hınçak Partisi. Anayasal Ramgavar ve Veragazmyal Hınçak partileri, Ermeni toplumu içinde dikkate değer bir yer edinemediklerinden, İttihatçıların gözünde önemsizdi. Bu nedenle, İTC ile Ermeni siyasi partilerinin 1908-1914 yılları arasındaki ilişkilerinden söz ederken Taşnaktsutyun ve S. D. Hınçak partilerinin ön planda olduklarını göz önünde bulundurmak gerekir.
Seçimler ve 1908’de Meclis-i Mebusan’ın açılması
5-25 Ekim 1908 tarihleri arasında Selanik’te İTC’nin birinci kongresi yapıldı. (121) Bazı yazarlar kongrede cemiyetin siyasi fırkaya dönüştürülmüş olduğunu kabul etseler de bu sav gerçeğe uymaz. (122) Kongreden sonra Ahrar Fırkası İTC’nin işbirliği teklifine karşılık olarak İttihatçıların daha çok mason locasını anımsatan örgüt yapılarını değiştirmelerini istemişlerdi.(123) Cemiyet’in fırkaya dönüşmeye niyetli olmadığına bir başka kanıt da, kongrede kabul gören yeni tüzükte disiplin önlemi olarak ölümle cezalandırmanın dahi bulunmasıdır ki yasal bir siyasi partide bu tür bir ceza tasavvur edilemez. (124) Bunun dışında, örgüt yapısının değiştirilmesi yönündeki söz konusu karar çıkmış olsaydı, beş yıl sonra 1913’teki VI. İTC Kongresi’nde “örgüt=fırka” yönünde olağanüstü bir karar alınma gereği doğmazdı. (125)
Ortaya çıkan bu durum, İttihatçıların faaliyetlerinin doğru değerlendirilmesi açısından çok önemlidir. Gurko-Kryajin’in yazdığı gibi; “Jöntürklerin siyasi parti olarak anlaşılmaları, doğru değerlendirilmelerine engeldir. Bu arada Jöntürklerin kendileri de, ‘parti’ (fırka) sıfatını kendilerine yakıştırmaktan ve kullanmaktan kaçınmışlardır. Onlara göre bu ayıplanası, çirkin bir şeydi.” (126)
Kongrede kabul edilen faaliyet programı 6 Ekim 1908’de gazetelerde yayımlanmıştı. Program temel olarak aşağıdaki noktaları içeriyordu:
1- Meşrutiyet’in gereklerinin hayata geçirilmesi,
2- 21 yaşını dolduran bütün yurttaşlara birinci dereceden seçme hakkı,
3- Siyasi toplantı serbestisi,
4- Devlet kurumlarının bölgelerdeki uzmanlık alanlarının genişletilmesi,
5- Alınacak bütün idari kararların ve kararnamelerin Meclis’te tartışılması,
6- Türkçenin resmi dil olarak ilan edilmesi,
7- Tüm uyruklara ve bütün halklara eşit haklar tanınması, devlet memurluğuna, orduya vb. serbestçe girebilmeleri
8- Dini cemaatlerin ayrıcalıklarının korunması,
9- Çalışanlar ve işverenler arasındaki ilişkileri düzenleyecek kanunların çıkarılması,
10- Köylülere ve ziraatla uğraşanlara daha uygun şartlarla kredi verilmesi,
11- Aşar vergisinden müterakki vergiye geçiş,
12- Öğrenim özgürlüğü,
13- Okullarda eğitimin devlet denetiminde yapılması, Türkçenin bütün okullarda zorunlu olması,
14- Ülkede ekonomik kalkınma sürecini başlatmak için alınacak önlemler üzerinde çalışmak ve tarımın geliştirilmesi. İttihatçılar bunların dışında 1876 tarihli Kanun-i Esasi’de de bir dizi değişiklik yapmayı hedefliyorlardı. (127)
İTC bu program temelinde seçimlerde bir blok oluşturmaya yöneldi, ittihatçıların parlamentoda çoğunluğu elde etmek için farklı Osmanlı halklarının siyasi örgütlerinin desteğini elde etmeleri şarttı. Onlarla bir anlaşmaya varılmasını kolaylaştıran, ülkede hâlâ anayasanın ilanından doğan sarhoşluğun hâkim olması ve Jöntürklere anayasal kurumların korunmasının ve mükemmelleştirilmesinin garantörleri olarak bakılmasıydı. Bu olgudan yararlanan ittihatçılar Ağustos 1908’de Hıristiyan halkların bütün siyasi oluşumlarını İTC çevresinde bir araya getirmek üzere görüşmelere başladılar, ittihatçılar ve çeşitli halkların siyasi partileri arasında görüş farklılıkları ilk kez bu görüşmeler sırasında gün yüzüne çıkmıştı.
Başta Rumlar, onların ardından da Ermeniler, mebuslukların çoğunu Türklere sağlayan ve Hıristiyan halkların temsilini en aza indirgeyen eski seçim sisteminin gözden geçirilmesini talep etmişlerdi. Sabah-Gülyan’ın da yazdığı gibi: “Öteki milletler, özellikle de Hıristiyanlar, en fazla beş-on mebus çıkarabiliyorlardı. Bu beş-on kişi halklarının hakkını korumak için 240 kişi ile nasıl baş edebilecekti ki?” (128)
Hıristiyan halklar eski seçim sistemi yerine Jöntürklerin geri çevirdiği nispi temsil sistemini savunuyorlardı. 1908’in Ekim ayında yayımlanan İntihap Kanunu Türk unsurun üstünlüğünü daha da güçlendirdi. “Seçim çevreleri her yerde Türk unsurunun hâkim olabileceği sınırlar içinde oluşturuldu… Seçimler başladığı zaman (Ekim ayında) Türk makamları ve Jöntürk komiteleri öyle arsız bir baskı uygulamaya koyuldular ki, bazı yerlerde Türk olmayan nüfus oy vermekten bütünüyle vazgeçti.” (129)
İttihatçılar bunun da ötesinde, onay vermedikleri adayları gözden düşürmek için basını da olabildiğince kullandılar. Ahrar Fırkası Sadrazam Kamil Paşa ile Prens Sabahaddin’i aday olarak öne çıkardığında, İttihatçı basın onların aleyhine etkin bir propaganda başlattı.
Kasım başında Bitlis’te İTC ile Taşnaktsutyun’un ortak danışma toplantısı düzenlenmiş ve iki partinin seçim mücadelesinde birlikte hareket etmesi tartışılmıştı. Taşnaktsutyun tarafını İşkhan, Malumyan, Armen Garo temsil ediyordu. İTC heyetine ise Vehib Bey başkanlık ediyordu. (130) Bu müzakerelerde, Ermeni mebusların sayısının yarattığı sorun her iki parti için tıkanma noktasıydı. İttihatçılar Taşnakların sadece Meclis’te Ermenilere yirmi sandalye verilmesi talebini kabul etmemekle kalmamış, Ermeni mebus adaylarının İTC listelerine girmesini de dayatmışlardı. Sonuçta bu danışma toplantısından herhangi bir sonuç çıkmadı.(131)
Bu başarısızlıktan sonra partilerarası görüşmeler İstanbul’da, Taşnaktsutyun ve İTC’nin İstanbul merkezleri tarafından sürdürüldü. Bu toplantıların sonucunda İttihatçılar Ermenilerin özgür seçim hakkını tanıdı ve Ermeni vilayetlerinde bazı seçim çevreleri belirlendi. (132)
Devrimci Hınçak Partisi ise liberallerle birlikte adem-i merkeziyet ilkesini gündemde tutmak için Meclis’te güçlü bir parti grubu oluşturmak amacıyla bağımsız hareket etme taktiğini benimsemişti. Güç birliğine girmek için İTC ile görüşmeyi reddedip tek blok halinde ortaya çıkması ve bütün seçim kampanyası boyunca (Ekim-Kasım 1908), yönetiminin Prens Sabahaddin ve yandaşlarıyla pek çok kez bir araya gelmiş olması, seçim mücadelesinde Hınçakların Ahrar Fırkası ile dayanışmaya girdiğine kanıttır.
Anayasal Ramgavar ve Veragazmyal Hınçak partilerine gelince, bu partilerin gücü herhangi bir başarı ummaları için yeterli değildi, ancak onlar İttihatçıları desteklemekteydiler.
İttihatçılar, uyguladıkları ağır baskı sonucunda, bazı yerlerde de sonuçlara itiraz edip seçimlerin yenilenmesini sağlayarak, hedeflerine ulaştılar. İttihatçıların başarısında Ermeni siyasi partilerinin (Devrimci Hınçak Partisi dışında) ve Makedonsko-Odrinska Devrimci Örgütü’nün verdiği desteğin rolü büyük olmuştu. Tahsin Ünal da bu noktaya dikkat çeker: “Ermeniler ve Bulgarlarla anlaşmaya muvaffak olan ittihat ve Terakki Fırkası Meclis’te ekseriyeti temin etti.” (133)
Meclis 17 Aralık 1908’de II. Abdülhamit tarafından törenle açıldı. Seçimler şöyle bir etnik tablo ortaya çıkarmıştı: 147 Türk, 60 Arap, 27 Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 10 Slav ve 4 Yahudi. (134) Partilere göre dağılım ise şöyleydi: 160 İttihatçı, 20-25 Ahrarcı, 4 Taşnak, 1 S. D. Hınçak, 2 Bulgar devrimci, 1 Bulgar sosyal demokrat ve 70 bağımsız. (135)
Meclis’in çalışmaya başladığı ilk günlerde Ermeni mebusları Doğu Anadolulu Müslüman mebuslarla bir grup oluşturmayı denediler. Ancak onlar, Ermenilerle fraksiyon oluşturmaya razı olmadıkları gibi, bir süre sonra Ermeniler II. Abdülhamit döneminde ellerinden alınan toprakların iadesi konusunu Meclis’e getirdiklerinde, olası düzenlemeleri engellemek için bir karşıt grup oluşturdular.
1909 yılının Ocak ayında, Meclis’te Hıristiyan halkların dinsel ve kültürel ayrıcalıkları konusundaki ateşli tartışmalar sırasında Ermeniler, Rumlara ortak bir blok oluşturmayı önerdiler. Ancak Rumlar, haklı olarak, Hıristiyan mebusların kendi sorunlarıyla tecrit olmalarının olumsuz tepkilere yol açacağını savunuyorlardı. (136) Sonuçta 26 Rum mebus parlamentoda İTC’ye muhalif Ahrar’ı destekleyen ve “Rum fırkası” diye anılan bir grup oluşturdular. (137)
Böylece Ermeni mebuslar başlarda Ermenilerin toprakları ve mallarının iadesi konusunu Meclis kürsüsüne taşımama kararı aldılar ve Os manlı ülkesinin toprak bütünlüğünü savunan bir konumda idari adem-i merkeziyet için mücadele etmeye başladılar. (138) Meclis’teki Ermeni mebuslardan en çok söz alanlar Krikor Zohrab, Vartkes Serengülyan, Hampartzum Boyacıyan, Nazaret Dağavaryan ve Bedros Hallacyan’dı. Diğer mebuslar Türkçeyi iyi bilmedikleri için pasif kalıyorlardı.
Meclis’teki ilk oturumlardan sonra mebuslar arasında iki belirgin grup ortaya çıktı: İTC yanlıları ve karşıtları. Ermeni mebuslar ilk gruptaydılar. Hagop Babikyan ve Bedros Hallacyan zaten İTC üyesiydiler. Tarihçi Çark yanlışlıkla, İTC içinde pek çok kişi ile, özellikle de Talat’la yakınlığı olan Krikor Zohrab’ı da İttihatçılar arasında sayar. (139) Aslında Zohrab Taşnaktsutyun’a yakındı; ancak parlamentoda İTC ile işbirliği yapan Ermeni mebuslar bağımsız bir çizgi izliyor, yalnızca belirli sorunlarda karşıt görüşte oluyorlardı.
Daha önce de belirtildiği gibi, İTC imparatorluğun sorunlarının çözümünü devletin güçlenmesinde görüyordu; bunun için de katı bir merkeziyetçilik siyaseti izleyerek, başka halkların asimilasyonu yoluyla homojen bir nüfus yaratmak peşindeydi. (140)
İttihatçılar bu stratejinin uygulanması için iki aşama belirlemişti:
a- Hıristiyan halklara padişahlar tarafından büyük devletlerin baskısıyla tanınan dinsel ve kültürel ayrıcalıkları kaldırmak,
b- Türkçenin her yere girmesini sağlamak.
Daha seçim kampanyası öncesinde, Rum patriği İoakim, Jöntürklerin ilan ettiği genel eşitlik ilkesinin Hıristiyan halkların ibadet ve ana dilde eğitim gibi ayrıcalıklarına zarar vermemesi gerektiğini açıklamıştı. İoakim bunu teyit etmek için Babıâli’ye başvurmuş ve meselenin açığa kavuşturulmasını istemişti. Jöntürkler hemen konunun üstüne gittiler ve anayasanın teminatı altındaki eşitlik ilkesinin yeterli olduğunu, böylece ayrıcalıklara gerek kalmadığını, bu gibi şeylerin tüm Osmanlıların birliğinin önünde engel olduğunu savundular. Tanin gazetesinin sayfalarında tanınmış İttihatçı gazetecilerden İstanbul mebusu Hüseyin Cahit şöyle yazıyordu: “Kanun-i Esasi Rum vatandaşlarımızın hukukunu temine kâfi değil mi? Ermeni’nin, Bulgar’ın, Türk’ün hukukunu temine kifayet eden bir kanun neden Rumların hukukunu temine kifayet edemesin.” (141) 17 Aralık 1908’den sonra ayrıcalıklar sorunu yeni Meclis’te tartışılan ana konulardan biri oldu. Ermeni partileri de, İttihatçıların Hıristiyan halkların dinsel ve kültürel ayrıcalıklarını kaldırma planlarına ısrarla tepki gösterdiler. 25 Haziran 1909 tarihli Azadamard (Özgürlük Kavgası) gazetesinde Ermeni partilerinin bu konudaki ortak görüşü açıklanmıştı: “Hıristiyan halkların Müslüman bir ülkede varoluşlarını sağlayan temel bazı haklar, Meşrutiyet öncesinde ayrıcalık olarak görülüyorduysa da, şimdi artık böyle algılanmamaları ve Osmanlı ulusunu oluşturan bu halkların doğal hakkı olarak kabul edilmeleri gerekir.” (142)
Hıristiyan halkların inatla karşı koyuşları ve kuşkuculukları karşısında, ayrıcalıklar konusunun büyük devletlerin müdahalesine vesile olmasından çekinen İttihatçılar planlarından vazgeçtiler. Böylece, yasa önünde tüm Osmanlıların eşit olduğunu bildiren Kanun-i Esasi’nin 17. maddesinde değişikliğe gidilmemiş oldu. (143)
İttihatçıların ulusal politikalarının merkezindeki meselelerden ve Osmanlı ülkesinin Türk olmayan halklarının siyasi örgütleriyle ilişkilerin düzene girmesi için esas kabul ettiklerinden biri de Türkçenin kök salması, resmi dil olarak benimsenmesi ve genel olarak her yerde kullanıma sokulmasıydı. Bu siyaset her ne kadar 1911’den sonra İTC yönetiminde Türkçülük yandaşlarının üstünlüğü ele geçirmeleriyle doruğa tırmandıysa da, deneysel ilk adımlar 1909 başlarında atılmıştı. Olayları yerinde gözlemlemiş olan Edwin Pears’ın anlattığına göre: “Küçük Asya’nın nüfusu ezelden beri en azından iki dilliydi ve bütün ilanlar hatta dükkânların tabelaları genellikle dört dilde yazılırdı: Türkçe, Rumca, Ermenice ve Fransızca. Komite bütün bunları değiştirmeye ve herhangi başka bir dile yer olmadığına karar verdi. Hatta bazı Komite üyeleri eğitimin bütünüyle Türkçe olmasını önermekteydiler. Türk dili öncelikle okul dili olmalıydı, bazılarına göre ise Türkçeden başka dilde eğitim olmamalıydı. Bütün bu tartışmaların sonucunda bütün okullara Türkçe eğitim zorunluluğu kondu. Sokak isimleri de Türk ruhuna uygun olarak değiştirilecekti.” (144)
İTC Türk dilini zorunlu hale getirme niyetini 1908 programında ilan etmişti. Türkçülüğün kurucularından biri olan Yusuf Akçura bunu “Dil ve tarih, bir milletin hüviyetini muhafaza ve inkişaf ettirmekte en mühim amillerdir,” diye açıklar. (145) İttihatçılar başarıyı, gayrimüslim halkları varoluşlarının bu iki temel dayanağından yoksun bırakarak Osmanlıcılık adı altında asimilasyoncu bir siyaset izlemekte buluyorlardı.
Bu konu Meclis’te ilk kez, Rum mebus Kozmidi Efendi’nin bir konuşmasında, resmi dilin Türkçe olmasına karşın Osmanlıların ülke bütününde bu dile aynı biçimde hâkim olmadıkları gerekçesiyle, parlamentonun aldığı kararların yalnızca Türkçe yayımlanmasının doğru olmadığını, yerel gazetelerin bu yasaları ulusal dillerde yeniden basması gerektiğini önermesiyle, 3 Şubat 1909’da açıldı. (146) Bu öneri bütün Osmanlıların resmi dili bilmeye zorunlu olduğunu ve böyle bir şeye gerek olmadığını savunan İttihatçı mebusların sert tepkisiyle karşılaştı.
Rum mebusun önerisi Ermeniler tarafından desteklenmişti. İttihatçıların gösterdikleri kanıtlara karşı çıkan Vartkes Serengülyan: “Biz Osmanlıyız. Türk değiliz, resmi dil Türkçedir. Onun için bir Ermeni, bütün resmi işlemlerde Türkçeyi konuşur. Fakat Ermeniliğini ve Ermeni dilini unutmaz. Meşrutiyet’te ulusal egemenliği ileri götürmek istediğimiz vakit, her unsurun hakkını tanımaklığımız gerekir,” demişti. (147)
İttihatçıların yürüttüğü ulusal politika Osmanlı ülkesindeki temel sorunların çözümünde onlarla başka halkların siyasi partileri arasındaki köklü farkı gittikçe daha çok gün yüzüne çıkarıyordu. Ülkede İTC politikalarından memnuniyetsizlik yavaş yavaş büyüyordu; İttihatçıların muhalifleri de bundan yararlanmakta geç kalmadılar.
31 Mart Olayı ve Ermeni siyasi partileri
İttihatçılar, devlet yönetmekte deneyimleri olmadığından, 1908’de iktidarı açıkça ellerine geçirememiş, yönetimi Eski Rejim’in bürokratlarından oluşan bir hükümete bırakmışlardı. İTC hükümetin bütün işlerine karışan ve yöneten bir kontrol mekanizması oldu. Bu müdahaleler Sadrazam Kamil Paşa ile Cemiyet arasında sürtüşmeye yol açmıştı. Kamil Paşa İttihatçıların etkisini kırmak için Ahrar Fırkası’yla yakınlaşmaya, aynı zamanda da İttihatçıların getirdiği yeniliklere düşman gericilerin sırtını sıvazlamaya başladı. Kendisine karşı ortaya çıkan bu azimli faaliyet İTC’de rahatsızlık yaratıyordu. 13 Ocak 1909’da İstanbul mebusu Hüseyin Cahit Meclis-i Mebusan’da söz alarak, Kamil Paşa’yı ve yürütmekte olduğu politikaları eleştirdi. (148)
Kamil Paşa ittihatçıların bu eleştirisine yanıt olarak Padişah’la anlaşıp 10 Şubat 1909’da İttihatçılara bağlı harbiye ve bahriye nazırlarını görevlerinden aldı. Sadrazam bu hareketiyle ordu ve donanma üzerindeki kontrolünün önüne geçerek İTC’ye ağır bir darbe vurmuştu. Tehdit öylesine yakındı ki, İTC hemen en sert önlemleri aldı, ittihatçılar Meclis’te çoğunlukta olmalarından yararlanarak 13 Şubat 1909’da hükümete güvensizlik oyu verince Kamil Paşa kabinesi düştü. (149)
Temmuz 1908’den Nisan 1909’a dek İTC bir yandan da laik siyasete öfkeli muhalif dinci çevrelerle çatıştı. II. Abdülhamit’in tam desteğinden yararlanan bu gerici çevreler Jöntürkleri şeriatı çiğnemekle suçlamaya koyuldular. Mart sonunda ise bu çevreler İttihat-ı Muhammedi’yi kurdular ve başına Volkan gazetesinin başyazarı Derviş Vahdeti’yi getirdiler, İttihat-ı Muhammedi’nin programı 5 Nisan 1909’da yayımlandı. Fırka, bir Osmanlı ulusunun ancak İslam ilkelerine dayanılarak yaratılabileceğinde ısrar ediyor, halkların Osmanlılık düzleminde birleştirilmesine karşı çıkıyordu. Programda hem İTC hem de Ahrar Fırkası’nın savunduğu Batılılaşma amaçlı reformlara da karşı çıkılıyordu. (150) İttihat-ı Muhammedi’nin oluşmasında, II. Abdülhamit’in büyük desteği olmuştu. Onun maddi desteği sayesinde Mart 1909’da Volkan gazetesinin tirajı 8000’e çıkmıştı. (151)
İTC karşıtı propagandayı Ahrar Fırkası da destekliyordu. Bu kampanya tek bir kaynaktan yönetilmiyordu ve birbirine taban tabana zıt birçok akımdan oluşuyordu. Ne var ki amaç tekti: İTC’yi iktidardan uzaklaştırmak.
Bu propaganda en ateşli sürecine 1909’un Mart sonu ile Nisan başında ulaştı. Mart ayında İttihatçılar daha önce askerlik görevinden muaf olan din adamlarının, softaların (medrese öğrencilerinin) da askerliğe alınmasını öngören bir yasa tasarısı hazırladı. (152) Bu yasa tasarısıyla İTC muhalif cepheyi güçlendirmişti. İTC’nin bir başka hatası da örgütün silahşorlarının 6-7 Nisan gecesi muhalif gazete Serhesti’nin başyazarı Hasan Fehmi’yi öldürmesiydi. Cenaze, büyük bir kalabalığın katılımıyla İTC karşıtı bir gösteriye dönüşecekti.
Başkentte sular gitgide ısınıyordu. Eski duruma dönüş ve elde edilen anayasal hakların yok edilmesi olasılığı Hıristiyan halkların siyasi partileri ile ittihatçılar arasındaki görüş farklılıklarını yumuşatmıştı. II. Abdülhamit rejiminin geri getirilmesinden başkalarından daha fazla çekinen Ermeni partileri İTC çevresinde saf tutanların başını çektiler ve Meşrutiyet’in güç kazanması için mücadele eden öteki siyasal örgütleri de kendilerini izlemeye davet ettiler. Bu yönde ilk girişim, bütün siyasi parti ve örgütlere kavgaları kesmeleri, görüş birliğine ulaşılan noktalarda anlaşmaya varmaları çağrısıyla Taşnaktsutyun tarafından yapılmıştı.(153) Bunlar olurken Taşnaktsutyun hâlâ II. Abdülhamit’in rejimi tekrar ele geçireceğine inanmamaktaydı. Parti’nin görüşüne göre, Padişah “İttihat ve Terakki’nin elinde bir oyuncak ve alet olmaktan öteye gitmiyordu.” (154)
Taşnaktsutyun’un çağrısı, eşgüdüm için karma bir danışma kurulu oluşturmayı öneren Jöntürk gazetesi İkdam tarafından da yayımlandı. Ancak bu girişim sonuçsuz kaldı. (155) İTC bu koşullarda kendine karşı bir girişimi önlemek için Padişah’a sadık avcı taburunu ve hassa ordusunu başkentten çıkarma kararı aldı. Bu birlikler kendilerine karşı koymakta kullanılabilirdi. Ancak İTC’nin bu hareketi bir tepki doğurdu.
13 Nisan’da (eski takvimle 31 Mart) Taşkışla’da konuşlanmış olan 4. Avcı Taburu, ardından da hassa ordusu ayaklandı. Padişah hafiyeleri tarafından propagandası yapılan İttihat-ı Muhammedi’ye bağlı erbaşlar, birkaç İttihatçı subayı öldürüp, diğerlerini de bağladıktan sonra “Şeriat isteriz!” diye bağırarak sokaklara döküldüler. Askerlerin çoğunun bu isyanın arkasında kimin olduğundan haberi yoktu. (156)
İsyancılar Şeyhülislam’a taleplerinin yer aldığı sekiz maddelik bir liste sundular:
1- Şeriat ilkelerinin kayıtsız şartsız uygulanması,
2- Anayasanın korunması,
3- Ahmet Rıza’nın Meclis-i Mebusan reisliğinden alınması,
4- İstanbul mebusu Asım Efendi’nin Meclis-i Mebusan reisliğine, Krikor Zohrab’ın da onun yardımcılığına getirilmesi,
5- İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin devlet ve hükümet işlerine karışmasının önüne geçilmesi,
6- Harbiye nazırı Rıza Paşa’nın emekli edilmesi, yerine Nazım Paşa’nın atanması,
7- Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın emekli edilmesi ve yerine Kamil Paşa’nın getirilmesi,
8- Bu taleplerin 24 saat içinde yerine getirilmesi ve Şeyhülislam’ın fetvasıyla onaylanması.(157)
Gerçekte İTC’nin iktidardan uzaklaştırılması özenle hazırlanmış bir siyasi programdı. Yapılan propagandanın etkisinde kalarak harekete katılan askerlerin normal şartlarda ittihatçıların şeriatı kaldırmak istediğini düşünmeyeceği açıktır.
31 Mart 1909 olayı İstanbul’da panik yaratmıştı. Özellikle bu gibi olayların genellikle kendilerine yönelik yeni bir kırımla noktalanacağını çok iyi bilen Hıristiyanlar korku içindeydi. Osmanlı yöneticileri asırlar boyu Müslümanları yatıştırmak için gelgeç bir siyaset izlemişti: Müslümanların başına gelen bütün felaketlerin tek suçlusu olarak Hıristiyan tebaayı göstermek. Ermenice Jamanak (Vakit) gazetesi yaşanan korkuyu şu şekilde aktarır: “Herkes kardeşin kardeşe kıydığı savaşın yeniden başlayacağını ve her tüfek patlamasında yüzlerce yurttaşın hayatının söneceğini düşünüyordu. Ermeniler başkentteki ana kiliseyi güvenilir bir yer sanarak, yaşamlarını kurtarmak umuduyla gruplar halinde oraya doluşmaya başladılar. Ana kilisede toplananlar 3000 kişiydi.” (158)
Yaşamlarını kaçarak kurtaran İTC liderleri çok zor durumda kaldılar. İzlenen birçok İttihatçı, Taşnaktsutyun’un Sakızağacı’ndaki bürosuna sığınarak kurtuldu. (159) H. Vierbücher’in yazmış olduğu gibi: “Nisan 1909’da Abdülhamit’in muhafızları Jöntürk liderlerinin ardına düşünce Taşnak yöneticileri kendi yaşamlarını tehlikeye atarak kaçanları gizlediler.” (160)
1909 isyanında en büyük etkinlik gösterenler Taşnaktsutyun ve Hınçak ile Bulgar ve Rum devrimci örgütleri oldu. Selanik’te, III. Ordu’nun Jöntürklere en sadık bölüklerinden, kumandanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın yaptığı Hareket Ordusu adında bir birlik oluşturuldu. Hareket Ordusu’na silahlı Bulgar, Rum ve Arnavut çeteleri de katıldı. 20 Nisan 1909’da İstanbul’a yürüyen Hareket Ordusu Yeşilköy’e vardığında, Taşnaktsutyun ordu kumandanlığına temsilcilerini göndererek karşı devrim kalkışmasının bastırılmasında Jöntürklerin yanında olduğunu bildirdi. Vartkes Serengülyan Hareket Ordusu askerlerinin önünde bir konuşma yaptı. Ermeni kadınlarından bir grup da onlara çiçek sundu. (161)
Başkentte ise Taşnaksutyun’un İstanbul örgütü, ortak tehlikeye karşı Ermeni ve Türk taraflarını birleştirme girişiminde bulundu. Taşnakların, ittihatçıların ve 30 liberalin hazır bulunduğu Tokatlıyan Oteli’ndeki görüşmede, şeriat yanlılarına karşı ortak mücadele kararı alınmıştı. (162) Bunun dışında Taşnaktsutyun, Selimiye kışlası önünde vuruşmaya katılan 550 kişilik bir silahlı birlik örgütledi. (163) Türk tarihçileri Ermeni partilerinin, 31 Mart gerici kalkışmasının bastırılmasında üstlendikleri rolü kabul etmektedirler. Salahi Sonyel, bu konuda şöyle yazar: “Bu arada Taşnaklar, Abdülhamit’e ve isyancılara karşı genel bir hareket örgütlemek için ellerinden geleni artlarına koymadılar.” (164)
Bu işte Devrimci Hınçak Partisi de Taşnaktsutyun’dan geri kalmıyordu. Parti liderlerinden Ardzıruni, Murad ve Derderyan, Hareket Ordusu komutanlığına Hınçak gönüllülerinden bölükler oluşturmayı önerdiler. Ancak bu öneri kumandanlık tarafından, gerektiğinde Hınçaklara bildirme sözüyle geri çevrildi. (165) Bunun ardından, Hınçak doktorlardan yaralı askerlerle ilgilenmeyi üstlenecek bir ekip oluşturuldu. (166)
Jöntürk orduları İstanbul’un başlıca yerlerini ele geçirince isyancılar Taşkışla ve Selimiye’de savunmaya çekildiler. Selimiye’ye saldırmadan önce Hareket Ordusu komutanlarından biri, Binbaşı Osman Bey, Taşnaktsutyun ve S. D. Hınçak temsilcilerini yanına çağırdı ve bir konuşma yaptı: “Siz vatana hizmete yeminlisiniz. Biz de aynı yemini ettik. Sonuçta davamız bir.” Parti temsilcileri, Hareket Ordusu kumandanlığının çabalarının değerini bilmesinden ötürü duydukları minnettarlığı ifade ettikten sonra ortak mücadeleyi sürdürme sözü verdiler. Bu ziyaret sonunda Osman Bey Ermeni siyasi partilerinin çabasına her türlü desteği vermeyi, hatta gerekirse silah ve mühimmat da temin etmeyi vaat etmişti. (167) Taşnaklar ile Hınçaklar, İttihatçıların yardımıyla, her birinde beş nöbetçi bulundurulan on iki yeri savunan birkaç ufak müfreze oluşturdu. (168)
Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket Ordusu 24 Nisan 1909’da İstanbul’a girdi. (169) Kumandan güvenilir bir kaynaktan kentte bir Ermeni kırımı hazırlanmakta olduğunu haber aldığından, belirlenenden 24 saat önce İstanbul’a girilmesini emretmişti. (170) Şehrin dış bölgelerinde köyleri olan Kürtler, Adana’daki kırımı bildikleri için, 1895-96’daki gibi yine Ermenilerin imha edilmesi yönünde emir verildiğini düşünmüşlerdi. Ancak, ordu yönetiminin elini çabuk tutarak şehirdeki Kürt reislerini tutuklaması sayesinde bir kırımın önüne geçilebildi. (171) Tüm bu önlemlerin, Adana senaryosunun İstanbul’da yinelenmesine karşı olmayan İTC Heyet-i Merkeziyesi’nin onayı olmaksızın, bizzat Mahmut Şevket Paşa tarafından alındığını düşündürecek bütün dayanaklar mevcuttur. Mahmut Şevket Paşa Hıristiyan nüfusun kırıma uğratılmasının Avrupa’nın olumsuz tepkisini çekeceğine ve yeni sorunlara yol açacağına inanıyordu.
Jöntürk ordusunun İstanbul’a girişi yaklaşırken aslında isyan da yatışmaktaydı. Taşkışla ve Selimiye kışlasında barikat kuran avcı taburlarındaki askerler şiddetle karşı koydular ve bu yüzden hepsi öldürüldüler. Cesetleri büyük çöp arabalarına yığıldı ve gece Surp Agop Ermeni mezarlığına gömüldü. Bu olaylara katılmış olan Mustafa Turan: “31 Mart olaylarının bu zavallı kurbanları bir Müslüman mezarlığına bile layık görülmemişler, Ermeni Mezarlığı Surp Agop’a gömülmüşlerdi,” diye yazmıştır. (172)
Oysa ölen Hareket Ordusu askerleri ve Hıristiyan gönüllüler, görkemli bir törenle kardeşlik mezarlığına gömülmüşlerdi. Enver Bey mezarların başında yaptığı konuşmada: “Müslümanların ve Hıristiyanların yaşarken ve ölürken, bundan böyle hiçbir ırk ve inanç ayrımı tanımaksızın yurtsever arkadaşlar olduklarının nişanesi olarak yan yana yattıklarını,” belirtiyordu. (173) Bu mezarlığa, kardeşliği ve Müslüman-Hıristiyan birliğini temsil eden bir anıt dikilmişti.
31 Mart 1909 karşı devrimi Abdülhamit’in samimiyeti konusundaki şüpheleri alevlendirmişti. Jöntürkler Temmuz 1908’de bütün siyasi partilerin isteğine direnip Abdülhamit’i tahtında bırakmakta ısrar etmiş olsalar da, bu kez onu hal etmeyi ilk dile getirenler kendileriydi. 27 Nisan 1909’da 240 mebus ve 34 Meclis-i Ayan üyesinin katıldığı bir Meclis-i Milli oturumunda Padişah’ı tahttan indirme kararı alındı.(174) Karar Şeyhülislam tarafından da onaylandı. Abdülhamit’in 33 yıllık saltanatı böyle bitti, ittihatçılar Padişah’ı daha da küçük düşürmek için, hal edildiğini tebliğ etmek için özel bir heyet oluşturdular. Bu heyete Arif Hikmet Paşa, Dıraç mebusu Esat Paşa, Emanuel Karasu ve Aram alınmıştı. II. Abdülhamit heyeti görür görmez hiddetle: “Bir Türk padişahına, bir İslam halifesine hal kararını bildirmek için bir Arnavut, bir Yahudi, bir Ermeni’den ve bir nankörden başkasını bulamamışlar mı?” diye bağırdı. Heyet buna: “Ne yapalım, ferman-ı İlahî böyle imiş, kazaya rızadan başka çare yoktur,” yanıtını verdi. (175)
İttihatçılar amaçladıklarına ulaştılar. Tarihçi İsmail Danişmend, bunu öfkeyle yorumlarken “İttihat ve Terakki denilen kanlı Balkan komitası, bu şenî’ ve mel’un hareketiyle Sultan Abdülhamit’in şahsına değil, Türk ırkına ve o ırkın muhteşem tarihine hakaret etmiştir,” diyordu. (176) Sonuçta, 27 Nisan 1909’da, Abdülhamit’in kardeşi ve aslında “İTC’nin elinde oyuncak” olan V. Mehmet Reşat padişah ilan edildi.
Çeviren: Ludmilla Denisenko
NOTLAR
1- Isdepan Sabah-Gülyan, Badaskhanadunen (Sorumlular), Beyrut, 1974, s. 151.
2- a.g.e., s. 155.
3- Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), c. 1, İstanbul, 1985, s. 191.
4- Mikayel Varantyan, Hay Heğapokhagan Taşnaktsutyan Badmutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu Tarihi), Erivan, 1992, s. 422.
5- Hanioğlu, a.g.e., s. 217.
6- a.g.e., s. 280.
7- a.y.
8- C. A. Noreyan, Tırvakner H. H. Taşnaksutyan Kordzuneutyunen (E. D. Federasyonu’nun faaliyetlerinden Kesitler), Boston, 1917, s. 218.
9- a.y.
10- a.y.
11- Troşag (Bayrak), Şubat 1902, no 2 (122).
12- a.y.
13- a.y.
14- Yuri Aşotoviç Petrosyan, Mladoturetskoye dujenie (Jöntürk Hareketi). Moskova, 1971. s. 206; Türkçesi: Sovyet Gözüyle Jöntürkler, Bilgi Yayınevi, Ankara. 1974, s. 217.
15- a.y.
16- Nor Giyank (Yeni Hayat), 1902, no 1.
17- bkz. V. İ. Şpilkova, Mladoturetskaya revolutsiya 1908-1909 (Jöntürk Devrimi 1908-1909), Moskova, 1977, s. 42.
18- Orhan Koloğlu, İttihatçılar ve Masonlar, İstanbul, 1991, s. 18.
19- Dz. P. Ağayan, Hay Joğovurti Azadakragan Baykari Badınutyunits (Ermeni Halkının Kurtuluş Mücadelesi Tarihinden), Erivan, 1976, s. 22.
20- Sabah-Gülyan, a.g.e., s. 197.
21- Vahan Papazyan, İm huşen (Anılarım), c. 1, Boston, 1950, s. 280-281.
22- O sırada Londra’daki Osmanlı elçiliğinde üçüncü sekreter olan Esat Paker, anılarında Padişah’ın kendisine hazırlanan suikasttan haberdar olduğunu, İngiltere’deki Osmanlı elçisi Musurus Paşa’nın bu istihbaratı bir Ermeni’den almış olduğunu yazar. Bkz. C. Esat Paker, 40 let na diplomatiçeskoy slujbe. Vospominaniya turetskogo diplomata (Diplomasinin Emrinde 40 Yıl, Bir Türk Diplomatının Anıları), Moskova, 1971, s. 19.
23- Koloğlu, a.g.e., s. 45.
24- E. J. Zürcher, The Unionist Factor, the Role of the Committee of Union and Progress in the Turkish National Movement 1905-1926, Leiden, 1984, s. 21; Türkçesi: Milli Mücadelede İttihatçılık, İstanbul, 2003, s. 39.
25- a.y.
26- Ayrıntılar için bkz. Petrosyan, a.g.e., s. 255.
27- Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw, History of Ottoman Empire and Modern Turkey, Reform, Revolution and Republic. The Rise of Modern Turkey 1808-1975, Cambridge New York, 1977, c. II, s. 265.
28- Hanioğlu, a.g.e., s. 195.
29- Sabah-Gülyan, a.g.e., s. 201-213.
30- Voroşumner H. H. Taşnaktsutyun Çorrort Inthanur Joğovi (Kağvadzkner) (E. D. Federasyonu’nun Dördüncü Kongresi Kararları (Derlemeler), Cenevre, 1907, s. 14.
31- Sabah-Gülyan, a.g.e., s. 218.
32- a.g.e., s. 223.
33- E. K. Sarkisyan, Politika Osmanskogo pravitelstva v Zapadnoy Armenii i derjavi v posledney çetverti XIX i naçale XX vv. (Osmanlı Hüküıneti’nin XIX. Yüzyıl Sonu ile XX. Yüzyıl Başında Batı Ermenistan Siyaseti ve Güçlü Devletler), Erivan, 1972, s. 232.
34- Haydakir Osmanyan Gaysrutyan Inttimatir darreru kongresin (Kumarvadz Yevropayi Meç, 27-29 Tekdemper, 1907), (Osmanlı İmparatorluğu Muhalif Unsurlar Kongresi Programı [Avrupa’da Toplanmış, 27-29 Aralık 1907]), s. 9.
35- Petrosyan, a.g.e., s. 262-263.
36- a.g.e., s. 263.
37- Meri Koçar, Armyano-turetskiye obşestveno-politiçeskiye otnoşeniya i Armyanskiy vopros, (Ermeni-Türk Toplumsal-Siyasi İlişkileri ve Ermeni Sorunu), Erivan, 1988, s. 124-125.
38- Troşag, Ocak 1908, no. 1 (189).
39- a.y.
40- Haydakir Osmanyan Gaysrutyan /Inttimatir …, s. 9-10.
41- a.y.
42- A. F. Miller, Turtsiya. Aktualniye problemi novoy i noveyşey istorii. (Türkiye. Yakın ve Yeni Zamanlar Tarihinin Aktüel Sorunları), Moskova, 1983, s. 62.
43- Koloğlu, a.g.e., s. 45.
44- Gürcistan Merkez Tarih Arşivi (GMTA), fon 3, dosya 1, belge 13.
45- Papazyan, a.g.e., s. 285.
46- P. N. Milyukov, Vospominaniye (Anılar), c. I, Moskova, 1990, s. 26.
47- Feroz Ahmad, The Young Turks, The Committee Of Union end Proggress in Turkish Politics, 1908-1914, Oxford, 1969, s. 6.
48- a.y.
49- Miller, a.g.e., s. 63.
50- Yves Ternon, Ermeni Tabusu, İstanbul, 1993, s. 183-184.
51- Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, c. 1, İstanbul, 1974, s. 56.
52- Taner Akçam, Turetskoye natsionalnoye ‘Ya i Armyanskiy vopros, Moskova, 1995, s. 35; Türkçesi: Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İstanbul, 1992, s. 51. York, 1977, s. 574.
53- Lord Kinross, The Ottoman Centuries, The Rise and Fail of the Turkish Empire, New York, 1977, s. 574.
54- Tahsin Ünal, Türk Siyasi Tarihi, 1700’den 1958’e Kadar, Ankara, 1958, s. 178.
55- Münir Süleyman Çapanoğlu, Türkiye Sosyalist Hareketleri ve Sosyalist Hilmi, İstanbul, 1964, s. 14-15.
56- Shaw ve Shaw, a.g.e., s. 268.
57- A. Asdvadzaduryan, İttihat-Taşnaktsagan Haraperutyunnen (İttihat-Taşnak İlişkileri), Hayrenik (Vatan), 1969, no 12, s. 7.
58- Hasan Amca, Doğmayan Hürriyet 1908-1918, İstanbul, 1958, s. 18.
59- Talat Bey ve fikir arkadaşları bu Heyet-i Merkeziye’nin üyelerinin kimler olduğunu ancak Ekim 1908’deki ilk İttihat ve Terakki kongresinde öğrenebilmişti. Artık partide etkin bir rolü kalmayan Ahmet Rıza’nın dışında üyelerin hepsi Selanik merkezindendi. Kongrenin ilk oturumunda onaylanan Heyet-i Merkeziye’de şu kişiler bulunuyordu: Hüseyin Kadri, Mithat Şükrü, Hayri, Talat, Ahmet Rıza, Enver, Habib ve İpekli Hafız İbrahim. Bkz. Ahmed Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, İstanbul, 1959, s. 496.
60- Adom, Mer Havadamkı (Âmentümüz), İstanbul, 1910, s. 5.
61- Koçar, a.g.e., s. 163.
62- Adom, a.g.e., s. 36.
63- Asıl adı Hampartzum Boyacıyan; daha sonra Kozan mebusu seçilmiştir.
64- Sabah-Gülyan, a.g.e., s. 239-240.
65- Koçar, a.g.e., s. 163.
66- Troşag, Ocak 1909, no 1 (199).
67- Ardag Tarpinyan, Hay Azadakragan Şarjman Oreren (Huşer 1890-en 1940) (Ermeni Özgürlük Hareketi Günlerinden [1890’dan 1940’a Hatıralar]), Paris, 1947, s. 181.
68- Papazyan, a.g.e., c. II, s. 24.
69- a.y.
70- Nüter H. H. Taşnaktsutyan Badmutyan Hamar (E. D. Federasyonu Tarihine Dair), c. I, Beyrut, 1984, s. 174.
71- a.g.e., s. 177.
72- Troşag, Eylül-Ekim 1908, no 9-10 (197).
73- S. Zavaryan, Abagetronatsumı (Adem-i Merkeziyet), İstanbul, 1908, s. 6.
74- Talât Paşa’nın Hâtıraları, İstanbul, 1946, s. 44.
75- N. N. Goloborodko, Turtsiya (Türkiye), Moskova, 1912, s. 225.
76- Salâhi R. Sonyel, İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana da Vuku Bulan Türk-Ermeni Olaylar, (Temmuz 1908-Arakk 1909), Ankara, 1988, s. 20.
77- Rusya Devlet Askeri Tarih Arşivi (RDATA), fon 2000, dosya 1, belge 1002.
78- a.y., s. 222.
79- Aslında “Hamidiye Alayları” dağıtılmadı. Jöntürkler sadece “Hamidiye” adını “Aşiret Hafif Süvari Birlikleri” olarak değiştirerek onları özel alaylar kapsamında Türk ordusuna dahil ettiler. Bkz. M. Kalman, Batı Ermenistan (Kürt İlişkileri) ve Jenosid, İstanbul, 1994, s. 56.
80- Sabah-Gülyan, a.g.e., s. 119.
81- Tarpinyan, a.g.e., s. 43.
82- a.g.e., s. 181.
83- Rusya İmparatorluğu Dış Siyaseti Arşivi (RİDSA), fon 180, İstanbul Konsolosluğu, dosya 517/2, belge 3922, 1908-1912.
84- Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara, 1990, s. 43.
85- Sarkis ve Misak Pıteyan, Harazad Badmutyun Darono (Daron’un [Muş] Gerçek Tarihi), Kahire, 1962, s. 262.
86- a.y.
87- a.y.
88- Manuk G. Çizmeciyan, Badmutyun Amerigahay Kağakagan Gusagtsutyants 18901925 (Amerika’daki Ermeni Siyasi Partilerinin Tarihi 1890-1925), Fresno, 1930, s. 141.
89- N. T. S. T., Miutyan gam Hameraşkhutyan Khıntin Hay Heğapokhagan Gusaktsutyunneru Mıçev (Ermeni Devrimci Partileri Arasında Birlik veya Uzlaşma Sorunu), Boston, 1909, s. 143.
90- Süslü, a.g.e., s. 54.
91- Koçar, a.g.e., s. 165.
92- Sabah-Gülyan, a.g.e., s. 253.
93- a.g.e., s. 255.
94- a.y.
95- a.g.e., s. 268.
96- Pascual C. Ohanian, La Cuestion Armenia y las Relacıones Intenacionales 1897-1914, c. II, Buenos Aires, 1982, s. 156-157.
97- Ternon, a.g.e., s. 185.
98- Tarpinyan, a.g.e., s. 206-207.
99- Badmutyun S. D. Hınçakyan Gusagtsutyan 1887-1962 (S. D. Hınçak Partisi Tarihi 1887-1962), c. I, Beyrut, 1962, s. 317.
100- a.g.e., s. 336.
101- Ermenistan Devlet Merkez Tarih Arşivi (EDMTA), fon 408, dosya 1, belge 86.
102- a.y.
103- Kuran, a.g.e., s. 498.
104- Şpilkova, a.g.e., s. 187-188.
105- Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), Ankara, 1989, s. 200.
106- M. Avetyan, Hay Azkayin Azadakragan Hisnamya (1870-1920) Huşamadyan yev Zor. Antranik (Ermeni Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Ellinci Yıldönümü ve Gen(eral) Antranik Albümü [1S70-1920]), Paris, 1954, s. 39.
107- a.g.e., s. 59.
108- a.g.e., s. 60.
109- Tarpinyan, a.g.e., s. 192-193; Mete Tunçay, Anaide Ter-Minassian’ın Ermeni Devrimci Hareketi’nde Milliyetçilik ve Sosyalizm 1887-1912 (İstanbul, 1992) adlı eserine ek olarak hazırladığı bölümde Anayasal Ramgavar Partisi’nin programının Türkçe metnine yer vermiştir. Bu belgenin aslı Berlin’de Prusya Kültür Mirası Devlet Kütüphanesinde korunmaktadır. Burada programın 31 Ekim 1908’de İstanbul’da kabul edildiği belirtiliyor (s. 92).
110- Tarpinyan, a.y.
111- a.g.e., s. 193-192; Tunçay, a.g.e., s. 85.
112- Tarpinyan, a.g.e., s. 193-194.
113- Tunçay, a.g.e., s. 89.
114- a.g.e., s. 85-105.
115- Tarpinyan, a.g.e., s. 205.
116- bkz. EDMTA, fon 57, dosya 1, belge 17.
117- Avetyan, a.g.e., s. 60.
118- Koçar, a.g.e., s. 171.•
119- A. S. Hamparyan, Hay Hasaragagan-Kağakagan Midkı Arevmıdahayutyan Azadakrakan Uğineri Masın XIX Tari Verç – XX Tari Izgisp (19. Yüzyıl Sonu ve 20. Yüzyıl Başında Batı Ermenilerinin Kurtuluşu Yolunda Ermeni Toplumsal-Siyasal Fikriyatı), Erivan, 1990, s. 375.
120- bkz. EDMTA, fon 408, dosya 1, belge 162, s. 1.
121- İttihat ve Terakki Cemiyeti 1908-1918 yılları arasında sekiz kongre topladı. Kongrelerde genellikle partinin izleyeceği siyaset üzerinde çalışılır ve Heyet-i Merkezi- ye’ye girecekler seçilirdi. Hem İTC’nin hem ülkenin yönetiminin Heyet-i Merkeziye’nin elinde toplanmış olduğu pekâlâ söylenebilir. Bkz. İttihat ve Terakki’nin Son Yılları (1916 Kongresi Zabıtları), İstanbul, 1992, s. 7. İttihatçıların ulusal politikaları açısından en önemli sayılanlar, üçüncü (1910), dördüncü (1911) ve altıncı (1913) kongrelerdir.
122- Mesela, Şpilkova, a.g.e., s. 181.
123- Ahmad, a.g.e., s. 39.
124- Mehmet Altan, “CHP ve Hukuk,” Sabah, 27 Temmuz 1995.
125- Çapanoğlu, a.g.e., s. 37.
126- Gurko-Kryajin, Istoriya revolutsii v Turtsii (Türkiye’de Devrimin Tarihi), Moskova, 1923, s. 34.
127- İttihatçıların programı, H. Z. Gabidullin, Mladoturetskaya revolutsiya (Jöntürk Devrimi), Moskova, 1936, s. 105-106’dan alıntılanmıştır.
128- Isdepan Sabah-Gülyan, Yeridasart Turkiya (Genç Türkiye), Paris, 1908, s. 27.
129- Miller, a.g.e., s. 69.
130- Papazyan, a.g.e., c. 1, s. 36.
131- a.y.
132- a.g.e., s. 40.
133- Ünal, a.g.e., s. 179.
134- Bozkurt, a.g.e., s. 200.
135- Papazyan, a.g.e., s. 93.
136- a.g.e., s. 101.
137- Bozkurt, a.g.e., s. 203.
138- Papazyan, a.g.e., s. 101.
139- Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler 1453-1953, İstanbul, 1953, s. 237.
140- Kamurân Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1988, s. 179.
141- Bozkurt, a.g.e., s. 197.
142- Azadamard (Özgürlük Kavgası), 12/25 Haziran 1908, no 4.
143- Bozkurt, a.g.e., s. 201.
144- Edwin Pears, Fourty Years in Constantinople, Londra, 1915, s. 271.
145- Yusuf Akçura, Osmanlı Devletinin Dağılma Devri (XV//. ve XIX asırlarda), İstanbul, 1940, s. 21.
146- Bozkurt, a.g.e., s. 200.
147- a.y.
148- Ahmad, a.g.e., s. 32.
149- Şpilkova, a.g.e., s. 210-211.
150- Ahmad, a.g.e., s. 40.
151- Koloğlu, a.g.e., s. 142.
152- A. N. Mandelştam, Yeridasart-Turkeri Bedutyunı (Jöntürklerin Devleti), Eçmiyadzin, 1916, s. 17.
153- Sonyel, a.g.e., s. 24.
154- Troşag, Şubat-Mart 1909, no 2-3 (200).
155- Sonyel, a.g.e., s. 24.
156- Ünal, a.g.e., s. 181.
157- Azadarar Şarjun Panagi Hağtagan Mudkı i G. Bolis (Kurtarıcı Hareket Ordusu’nun İstanbul’a Muzaffer Girişi), İstanbul, 1909.
158- Jamanak (Vakit), 2 Nisan 1909, no 15.
159- Asdvadzaduryan, a.g.e., s. 78.
160- Heinrich Vierbücher, Armenia 1915. Uniçtojenie Turtsyey kulturnogo naroda (Ermenistan 1915. Kültürlü Bir Halkın Türkiye Tarafından Yok Edilişi), Erivan, 1991, s. 40.
161- Sonyel, a.g.e., s. 26.
162- Azadarar Şarjun Panagi…, s. 104.
163- Sonyel, a.g.e., s. 26.
164- Papazyan, a.g.e., s. 110.
165- Azadarar Şarjım Panagi…, s. 164.
166- a.y.
167- a.y.
168- a.y.
169- İttihat ve Terakki’nin Son Yılları, s. 89.
170- Pears, a.g.e., s. 283.
171- a.y.
172- Mustafa Turan, Taşkışla’da 31 Mart Faciası, İstanbul, 1964, s. 74.
173- Bozkurt, a.y., s. 201.
174- Turan, a.g.e., s. 79.
175- Ünal, a.g.e., s. 185.
176- İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. IV, İstanbul, 1995, s. 379.
Arşen Avagyan – Gaidz F. Minassian, Ermeniler ve İttihat ve Terakki İşbirliğinden Çatışmaya, Aras Yay., 2. Baskı, Kasım – 2005, İstanbul.