Kuantum Mekaniği ve Materyalizm – Ahmet Kerem Çebi & Hasan Gül

Kuantum Mekaniği ve Materyalizm – Ahmet Kerem Çebi & Hasan Gül


Bilindiği gibi Einstein “Tanrı zar atmaz” diyordu. Evet sevgili Hasan, tanrı zar atar mı?

Şu anki teoriye göre, tanrı zar atıyor. Gerçekte ‘Tanrı zar atmaz’ sözü bir totoloji. Yani, tanrıysa tabii ki zar atmaz. Şu bağlamda zar atıyor: Mikro evrendeki bazı olaylarda olasılık etmeni var. Bu anlamda, tanrı zar atar.

Deniliyor ki, “Görülebilen dünya ne madde ne de enerjidir; enerjinin görünmeyen düzenidir.” Bunu biraz açar mısın?

Kuantum mekaniğinin dışında bir de görecelik teorisini göz önüne almak gerekiyor. Görecelik teorisine göre, madde ve enerji birbirinden özde farklı şeyler değildir. Yeni bir kavram olarak madde-enerji kullanılmaktadır. Soruyu yanıtlamaya geçmeden önce daha genel bir kaygıdan söz etmek istiyorum. Newtonyen bir dünyada yaşıyoruz. Bunu şu anlamda söylüyorum: Newton mekaniğinin sonuçları günlük yaşamda gözlemlenen büyüklükler ve hızlar için geçerlidir. Fakat Newton mekaniğinin doğru olmadığını biliyoruz. Şöyle açıklayabilirim: Çok farklı varsayımlarla başlayan yeni teoriler, Newton mekaniğini reddetmiştir. Birkaç örnek dışında, gözlemlediğimiz, yaşadığımız dünyada Newton mekaniğine aykırı hiçbir şey yokmuş gibi görünebilir. dolayısıyla kullandığımız kavramlar Newton mekaniğinden alınma kavramlardır. Uzay, zaman, madde, enerji gibi. Kuantum mekaniğinin Coppenhagen Okulu yorumu şunu demiştir: “Bizim ortaya koyacağımız sonuçlar da Newtonyen büyüklükler yani günlük yaşamda gözlemlenebilen (hız, kütle vb. büyüklükler) söz konusu olduğunda Newton mekaniğinin kavramlarıyla olayları açıklamak durumundadır.” Bu yorum bir zorluk yaratıyor. Newtonyen kavramlarla, Newtonyen olmayan olayları veya dünyaları açıklamakta zorluk ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, senin soruna gelecek olursak, madde ve enerji arasında Einstein’ın popülarazi edilen denkleminde ifadesini bulan bir ilişki var. Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüşebiliyor ve bunu herkes biliyor. Dolayısıyla madde ile enerji birbirinden çok farklı şeyler değildir. Bu olgu yeni bir kavrama gereksinim olduğunu gösteriyor. Eski Yunan’da “Nesnelerin temel tözü birdir.” biçiminde ifadesini bulan düşünce de böylece doğrulanıyor.

“Newtonyen bir dünyada yaşıyoruz.’ dedin. Newton’un hareket yasaları klasik fiziğin temellerini oluşturuyor. Einstein’a geçmek istiyorum: Einstein ile Newton’un ayrışan ve örtüşen yanları nelerdir?

Einstein’ın Newton”dan ayrılan yanı şudur: Newton’da zaman ve uzay a priori ve mutlak olarak vardır. Zaman ve uzay birbirlerinden ve hatta maddeden bağımsızdır ve uzay öklidyendir. İdealist bir yapı içinde, uzay, zaman ve madde birbirleri ile ilişkisiz olarak mekanik bir birliktelikte vardır. Aynı metafizik bakış açısı, madde ve enerji için de geçerlidir. Madde ve enerji birbirinden farklı ve bağımsız şeylerdir. Einstein’da, zaman ve uzay arasında diyalektik bir ilişki vardır, zaman ve uzay birbirlerine bağlıdır ve uzay-zaman diye bir kavram vardır. Aynı diyalektik ilişki madde ve enerji arasında da vardır. Ayrıca, “Genel Görecelik Teorisi”ne baktığımızda, madde-enerji ile uzay-zaman’ın arasında da diyalektik bir ilişki vardır. Yani, uzay-zaman, madde-enerji’den bağımsız değildir. Ayrıca uzay-zaman öklidyen değildir. Uzaktan ve aynı anda etkiyen kuvvetler, örneğin, Mach’ın “Yadırganan bir anlaşmazlık, kanıksanmış bir anlaşılmazlığa dönüştü.” diye nitelendirdiği yerçekimi, Einstein’da yoktur. Örtüşen yanları arasında, ikisinin de birer klasik fizikçi olduğu söylenebilir. Einstein’daki “güzellik” anlayışı Newtonyen’dir. Evrende süreklilik ve basit yasalar arar. Sadece bu yüzden kuantum mekaniğine karşı çıkmıştır.

Kuantum mekaniğine gelelim. Einstein klasik determinizme dayalı olabilecek bir düşünceyi dile getiriyor. Oysa kuantum mekaniğine göre temel atomik tepkimeler rastgele oluşur. Yani deney yapan insan, Einstein’a göre, deney koşutlarında deneyi, deneyin sonuçlarını etkilemez. Oysa Kuantum mekaniğine göre deney koşullarında insanın niyeti deneyi ve deneyin sonuçlarını etkiler. Kısacası, Klasik determinizm ilkesine kuantum mekaniği gerçekten darbe indirebildi mi?

Önce şu konuya değinmek istiyorum. Newton aslında kendi teorisini anlamış birisi değildi. Newton bir kartezyendi. Kendi teorisinin gelip geçici olduğunu düşünüyordu. Fakat teorinin öngörüleri söz konusu (örneğin, Uranüs gezegeninin varlığı bu teoriyle öngörüldü). “Newton kendi teorisini anlamış değildir” demekle kastım şudur: Newton modern anlamda anladığımız “Enerjinin Korunumu Kanunu’nun kendi teorisine göre geçerli olmadığını düşünüyordu. Yüzyıl sonra Fourier ve Lagrange Newton teorisine göre de enerjinin korunduğunu gösterdiler. Onun için Newton dendiğinde, Newton’un kendi kişiliği anlaşılmasın. Nedenselliğe o bağlamda bir darbe vurulmuştur. Kuantum mekaniği ile tabii. Biraz daha genişletecek olursak; klasik nedensellik ilkesine göre biz belirli bir andaki koşulları bilirsek, geleceği tamamıyla hesaplayabiliriz. Hatta tarihi de biliriz, gerisini de hesaplayabiliriz. Dolayısıyla “an”, tarihi ve geleceği belirliyor Newtonyen teoride veya klasik determinizmde. Newton’da bir süreklilik var. Kuantum mekaniğinin vurduğu darbe şudur: Doğada kesintililik (discrete) var. İkincisi, senin de söylediğin gibi kuantum mekaniğinin temel savlarından biri, “İnsanın niyeti, deneylerin sonuçlarını etkiler.” Evet bu aslında Einstein’da da var. Einstein bir yerde şunu söylemiştir: “Teori sizin neyi göreceğinizi belirler.” Fakat Einstein’ın rahatsızlık duyduğu nokta, dolayısıyla kuantum mekaniğine yaptığı eleştiri, dünyayı “güzel” bulmayışıdır. Deney doğaya bir sorudur. Soruyu sorduğumuzda soru doğaya bir ortam kanalıyla gider. Ortam ideal olmadığı için, bilgi eksilir. Yine yanıtı aynı kanalla doğa tarafından verilir. Bu anlamda da bir bilgi eksikliği var. Dolayısıyla bir hata olur deneyde. Bu hatanın dışında (Buna “öznel hata” diyelim) Kuantum mekaniğine göre, soru doğaya ulaştığı anda, sorduğunuz soru nedeniyle doğa değişir. Buna çok kaba bir örnek vermek istiyorum: Suyun sıcaklığını ölçmek istiyorsunuz. Aklınıza gelen şey nedir? Bir termometre koymak içine ve ölçmek. Şimdi termometrenin suyu ölçmesi için termometreyle su aynı sıcaklığa gelecek ve termometre duracak. Siz o sıcaklığı kaydedeceksiniz. Fakat termometre eğer suyla başlangıçta aynı sıcaklıkta değilse, termometreyi koyduğunuz anda aslında ölçmek istediğiniz suyun sıcaklığını değiştirmiş olacaksınız. Dolayısıyla, termometreyi koymadan önceki suyun derecesini ölçmüş olmayacaksınız. Fakat bu hatayı ısı sığası düşük bir termometre kullanarak azaltmak mümkün. Ama kesinlikle hata sıfır değildir. Bu tür hatayı sadece sınıfa yaklaştırabilirsiniz. Kuantum mekaniğinin söylediği şudur: Bu tür hataların dışında, teorinin getirdiği bir hata vardır ve bir sınır vardır. Kuantum teorisi, ‘Bu teorik bir sınırdır, Söz konusu hataya “nesnel hata” adını verebiliriz.

Einstein üzerine öyle bir izlenim bıraktın ki bende, Einstein, Newton’un o deterministik dünya görüşünden sıyrılmış gibi. Hatta neredeyse tam bir kuantum kuramcısı. Einstein’da Newton’un mekaniğinden esinlenen deterministik dünya görüşü var. Sence Einstein’da egemen olan bu değil mi?

O konuda haklısın. Ben öyle bir izlenim vermek istemedim. Einstein süreksizliği ve nedenselliğin yok olduğu bir evreni “güzel” bulmaz. Bunun için karşı çıkar kuantum teorisine.

Einstein Zürich Politeknik Enstitüsü’nden mezun olduğu sırada, Max Planck enerjinin süreksizliği düşüncesini öne sürüyor. Einstein doktora öğrenimi yapıyor. Ve bundan sonra fizikte devrim yaratabilecek makaleler yayınlıyor. Daha doğrusu bunların fizikte devrim yarattığı değerlendirmeleri yapılıyor. Aklıma hemen şöyle bir soru geliyor: Planck kuantum kuramının ilk kişiliği. Oysa Einstein klasik fizikten ayrılmıyor. Ama, fizikte “devrimi yapan” Planck değil de, Einstein oluyor. Bu noktaya sen nasıl bakıyorsun?

Kuantum mekaniğinin fazla reklamı olmadı. Bir atom bombası patlatmadılar. Söylemek istediğim birkaç şey var: Birincisi, Planck enerjinin süreksiz olabileceğini öne süren kişidir derken, şuna dikkat edilmesi gerektiği kanısındayım; o sıralarda 1900″e geldiğimizde Newton mekaniği birkaç şey dışında her şeyi açıklıyordu. Bu uç noktalardan birisi, Merkür’ün güneş etrafındaki yörüngesini açıklamakta Newton yetersiz kalıyordu. İkincisi, karacisim ışıması. Üçüncüsü, fotoelektrik olayıdır. Karacisim ışıması deneyinin sonuçlarını klasik fizik (ki onun dayandığı şey enerjinin sürekli olduğudur) açıklayamıyor. Planck ilk anda biraz da entelektüel bir çabayla, “Enerji kesikli olsa ne olurdu?” diyor ve karacisim ışıması deney sonuçları, enerjinin kesikli olduğu kabul edilince, teoriye uyuyor. Ama bu çok küçük bir örnek.

Einstein’ı Newtoncu olarak nitelendirebiliyor muyuz?

Bu, Newtoncu demekle neyi kastettiğimize bağlı. Einstein’ın Newton’a büyük darbe vurmuştur. Fakat hala onda klasik fizikçilerde varolan bir ‘güzellik” anlayışı var. Belki o anlamda Newtoncu diyebiliriz. Yani bir nedensellik, süreklilik ve yasalarda basitlilik istiyor Einstein. Kuantum teorisinin oluşumu uzun yılar almıştır. Einstein’ın makaleleri New York’ta süpermarketlerin camlarına asılmıştır. Bu kadar popülarize edilmiştir. Ardından, bildiğimiz gibi, atom bombası patlatılmıştır. Dolayısıyla Einstein Planc’a göre daha popülerdir.

Daha önce de belirttiğin gibi Planck’ın yaptığı deneyler hiç de küçümsenecek deneyler değil. Fizikçi ekibiyle birlikte çalışıyor. Karacisim radyasyon eğrisinin hassas ölçümlerini yapıyor, doğada kesintililik dediğimiz olguyu bir bakıma kanıtlıyor. Böyle olmasına karşın, Einstein’ın doktora öğrenimi yaptıktan sonra yayınlamış olduğu makalelerin rağbet görmesi söz konusu. Bunun sadece reklama dayandırılması, tek başına pek açıklayıcı olmasa gerek.

Tabii. Şöyle durumlar da var: Einstein rölativite,.teorisi, kendisinden daha önce yapılmış olan deneylere dayanmakla beraber, oldukça kişisel. Kişiselle kastım, rölativite teorisinin tek başına Einstein’ın ürünü olmasıdır. Kuantum kuramını oluştururken sadece Planck yok; Heisenberg. Schrödinger, Louis de Broglie, Niels Bohr, Paul Dirac var. Kuantum teorisi bir kişinin eseri değil yani. Ama rölativite teorisi kabaca sadece Einstein’ındır diyebiliriz. Böyle bir farklılık var.

Sevgili Hasan, denilir ki; “Bilim gelişir, sanat değişir.” Bu önerme Newtonyen bir bakışın formülasyonu mu?

Eğer süreklilik kastediliyorsa (ki burada öyle), bu önermenin Newtonyen ya da idealist bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz.

Kuantum mekaniğinin felsefeye ve sanata etkisi ne olmuştur?

Kuantum mekaniğinin felsefeye en büyük etkisi, nedensellik tartışmalarını başlatmasıdır. İkincisi, mantıktaki “üçüncü olasılığın dıştalanması” kuralını savunmak zorunda kalan idealistleri yeni tartışmalar açmaya zorlamıştır. Üçüncüsü, bilimin idealist anlamda “objektif” olduğu tezi, son derece zayıflamıştır. Kuantum mekaniği Lenin’in de belirttiği gibi, ‘Diyalektik materyalizmin yeni bir kanıtlayıcısı.” olarak değerlendirilebilir. Fakat kuantum teorisini oluşturan insanlar da Dirac dışında, diyalektiği kabul etmiş insanlar değil. Bir anlamda idealizmi korumak için de tartışmalar yapmak zorunda kaldılar. Bunlardan en önemlisi Coppenhagen Okulu’dur. Coppenhagen Okulu’na üç değişik çevreden eleştiri gelmiştir Copenhagen Okulu yorumu, hala çoğu kuantum mekanikçisinin kafasında geçerlidir. Bu idealist ve gerici bir yorumdur. Kuantum mekaniğiyle ya da rölativite teorisiyle uğraşan insanların sayısı çok az. Bu, fazla matematik bilgisi gerektirdiği izleniminden, doğuyor olabilir. Günümüzde kuantum mekaniği ile ilgilenenlerin ezici çoğunluğu bile kuantum mekaniğinin felsefesiyle ilgilenmez. Bundan ötürü özellikle sanatçıların kuantum mekaniğine ilgileri benim bilebildiğim kadarıyla fazla olmamıştır. Türkiye için de bu geçerli, dünya için de… Yalnız, Bertolt Brecht’ i ayrı tutuyorum.

Karl Popper’in agnostizm (bilinemezcilik) görüşüyle, mikro evren çerçevesinde, kuantum mekaniğinde yer alan belirsizlik arasında herhangi bir ilişki var mı?

Kuantum mekaniğindeki belirsizlik ilkesi sanırım yanlış anlaşılıyor. Kuantum mekaniğinin bu ilkesi, bazı fiziksel ölçülebilen Newtonyen büyüklüklerin (konum, hız gibi) aynı anda belirli bir hatanın altında ölçülemeyeceğini söyler. Kabaca şöyle bir analoji kurabiliriz: a işlem b = b işlem a ise a ile b, bu işleme göre, değişme özelliğine sahiptir. Örneğin, 3+5=5+3’tür; dolayısıyla, 3 ile 5, toplama işlemine göre, değişme özelliğine sahiptir. Başka bir örnek verecek olursak (1.13×2.08) = 2.08 x 1.13 olduğu için, söz konusu sayılar, çarpma işlemine göre, değişme özelliğine sahiptir. Şimdi bir de çıkarma işlemine bakalım: a-b, her zaman b-a’ya eşit değildir. Sözgelimi, 3.8-5.7=5.7-3.8. Dolayısıyla, 3.8 ile 5.7 , çıkarma işlemine göre, değişme özelliğine sahip değildir. l(a işlem b) – (b işlem a)l (yani, (a işlem b) ile (b işlem a)nın farkının mutlak değeri), buna ‘hata’ diyelim. Görüldüğü gibi, işleme göre, a ile b değişiyorsa ‘hata’ sıfır; değişmiyorsa, ‘hata’ sıfırdan büyüktür. Çıkarma işlemine göre, ‘hata’ = l(a-b) – (b-a)l= l2a – 2bl = 2la-bl<0. Reel sayıları göz önüne aldığımızda, eğer a ile b çıkarma işlemine göre değişmiyorsa, ‘hata’ = 2la-bl>0 olur ve buna bir alt sınır koyamayız. Çünkü, sıfırdan büyük en küçük reel sayı yoktur. Doğal sayıları göz önüne alacak olursak, bir, sıfırdan büyük en küçük doğal sayı olduğu için, “hata” = 2×1 olacaktır (en az). Yani, değişme özelliği olmayan reel sayı çiftleri için ‘hata’ya pozitif bir alt sınır bulamazken, doğal sayı çiftleri için ‘hata’ en az 2’dir Burada anlatılanların belirsizlik ilkesiyle ilişkisine gelince, şunları rahatlıkla söyleyebiliriz: Kuantum mekaniğine göre konum ve hız operatörleri değişme özelliğine sahip değildir. Dolayısıyla, pozitif bir ‘hata* vardır. Doğa (evren) reel sayılar gibi sürekli değil, doğal sayılar gibi kesintilidir, Bu, böyle olduğundan ötürü, “hata”ya pozitif bir alt sınır bulabiliyoruz. Burası, işin matematiksel yanı. İşin fizîksel yanını da sezmek mümkün. Konum ve hız, idealist olarak birbirinden bağımsız Newtonyen kavramlardır. Fiziksel gerçeklikle bu kavramlar örtüşmemektedir. Madde-enerji ve konum-zaman arasındaki diyalektik ilişki ‘hata’ya yol açmaktadır. Mekanik birliktelikleri olan fiziksel büyüklüklerde böyle bir hata söz konusu değildir. Burada agnostizme değinecek olursak, şunu belirtebilirim: Agnosîizm,. kabaca, “Hiçbir şey bilinemez.” der. Oysa, belirsizlik ilkesinin nereden kaynaklandığını, sonuçlarını, ne anlama geldiğini, az önce anlatmaya çalıştığım gibi, iyi biliyoruz. Herhangi bir bilgiden agnostizme nasıl ulaşılabileceğini, açıkça söylemek gerekirse, kavrayabilmiş değilim. Agnostiklerde agnostizme götüren bir düşünme süreci olmalıdır. Bu süreç nedeniyle, bir “doğru” düşünme yöntemi ve dolayısıyla bu yöntemin bilgisini agnostiklerin kabul etmesi gerekmektedir. Yok, süreç de reddediliyorsa, başlangıç noktası “Hiçbir şey bilinemez.” önermesi ise, bilinmeli ki, bu da en azından bir şey bilmektir.

Big Bang kuramıyla kuantum çalışmaları arasında herhangi bir ilişki var mı?

Hem var, hem yok. Kaba hatlarıyla yoktur. Big Bang evrenin nasıl oluştuğunu açıklayan teorilerden bir tanesi. Bu konuda başka teoriler de vardır. Fakat Big Bang altı ay önce Hubbe teleskopuyla yapılan birtakım deney ve gözlemler sonucu oldukça güçlenmiştir. Kuantum mekaniğinin sonuçları, parçacıklarının kütlesi küçüldüğünde ortaya çıkmaktadır. Nasıl ki rölativitenin etkisi ışık hızı civarında ortaya çıkıyorsa, kuantumun etkileri de kütle çok küçüldüğünde ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, Big Bang teorisi küçük parçacıklarla ilgilendiğinde kuantum mekaniğini dikkate almak zorundadır. Fakat, kaba hatlarıyla ilişkileri yoktur. Birisi küçük parçacıkların mekaniğini açıklamaya, diğeri ise evrenin oluşumunu açıklamaya çalışan bir teoridir.

Big Bang kuramıyla ilgili ABD’de yapılan son çalışmalar, bütün dünyada, medya aracılığıyla, tanrının varlığının bir kanıtı olarak sunuldu. Bu çalışmalar, kafalarında tanrı imgesi taşıyanlara gerçekten böyle bir olanak mı sağlandı?

Einstein sözü çok önemlidir: Tanrı zar atmaz.” Kuantum mekaniği aslında tanrının var olduğu düşüncesine bir darbedir. Big Bang teorisi şunu söyler: Evren bir patlamayla oluştu. Kabaca bu. O teorinin öngörülerinden bir tanesi söz konusu patlamadan (Big Bang) sonra ortaya çıkan bir takım radyasyonların hâlâ varolması ve bunların uzayda homojen olmaması gerektiğidir. Yapılan ölçümlerde de bu radyasyon bulunmuş ve homojen olmadığı görülmüştür. Big Bang’i “ilk neden” olarak göstermek istiyorlar. “İlk neden”, her şeyin bir yaratıcısı olduğu önermesine dayanır. Dolayısıyla, bir ev varsa, onun bir mimarı vardır; ev, tesadüfen oluşmamıştır, diyorlar. Bu önermeden hareketle, evrenin çok daha görkemli bir yapı ve onun da görkemli bir ustasının olduğu söyleniyor. Bu önermenin uygulanışını burada kesiyorlar. Oysa, söz konusu önermenin uygulayışını bir alt basamakta veya bir üst basamakta kesmemek için hiçbir neden yok. Aslında kendi mantıklarına göre bile bu sonuç (tanrının varlığı), bu önermeye dayanılarak çıkarılamaz. Eğer “Her şeyin bir yapıcısı vardır.” diye bir aksiyom söz konusuysa, bu sonsuza gider. Bu da gösteriyor ki, kafalarında tanrı imajı taşıyanların başka bir aksiyoma ihtiyaçları vardır. Bu aksiyom da “Tanrı vardır.” önermesi olmalıdır. O zaman da “ilk neden”e gerek kalmaz. Bilim ve teknolojinin oldukça gelişmesiyle, insanlara sunduğu olanakların artmasıyla, sıradan insanın kafasında bile bilimin din karşısındaki otoritesi artmıştır, örneğin, kilisenin Galilei’yi aklaması… Artan otorite karşısında, din, bilimden bile medet umar olmuştur. Big Bang, dinin kullanmak istediği ne ilk teoridir, ne de son olacaktır.

Sevgili Hasan, bugünkü koşullarda materyalizmi savunmanın kuantum mekaniğinden haberdar olmayı gerekli kıldığını söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle. Materyalizm ne bir dogmadır ne de materyalizmin kendisine sunulan olanaklardan, bilimin sunduğu olanaklardan, yararlanmama hakkı vardır. Özellikle kendisine solcu diyenlerin, materyalistlerin, materyalizmi geliştirmek, 1920’lerdeki haliyle bırakmamak için kuantum mekaniğini bilmeleri bir zorunluluktur. Matematiğini bilmeyebilirler; ama temel varsayımlarını ve sonuçlarını kesinlikle bilmeleri gerekir.

Bugün sosyalistler materyalizmi gerektiği gibi savunabiliyorlar mı?

Hayır. Var olan araç ve olanakları yeterince değerlendirdikleri söylenemez. Bugünün verileri çerçevesinde kendilerini derinleştirmeleri, teoriyi geliştirmeleri bir zorunluluktur. Savunma konumundan çıkıp saldırıya geçmek, ancak böyle mümkün olabilir.

Bu söylediklerin bana ister istemez Engels’in Fuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin sonunda yazdığı bir paragrafı anımsattı. Kitap yanımda. Ben o paragrafı buraya almak İstiyorum: ‘1650-1860 yıları arasında Almanya’da materyalizm ticareti yapan vulgarizatörler, üstatlarının dar görüşlülüğünü bir türlü aşamadılar. O zamandan beri doğa bilimlerinde görülen bütün ilerlemeler bu vulgarizatörler için bir yaratıcıya beslenen inanca karşı iler sürülecek yeni kanıtlar olmaktan başka bir işe yaramadı. Gerçekte teoriyi geliştirmeye hiç de niyetleri yoktu. Gerçi idealizm söyleyeceğini söylemiş ve 1848 devrimiyle öldürücü bir darbe yemişti. Ama materyalizmin, bir an için de olsa, kendisinden daha aşağıya düşürüldüğünü görmek zevkini tatmıştı. Fuerbach bu materyalizmden gelecek her türlü sorumluluğu reddetmekte tamamiyle haklıydı. Fakat materyalizmin bu gezginci vaizlerinin doktrinini genel olarak materyalizmle karıştırmaya hakkı yoktu.” Buradan hareketle sormak istediğim soru şu: Bugünün materyalizm savunucuları Engelsin burada sözünü ettiği vulgarizatörlere benzetilebilir mi?

Çoğunluğu benzetilebilir. Hatta bu vulgarizatörlerden daha da aşağı bir konumdadırlar. Çünkü var olan teoriyi de yeterince özümsediklerini düşünmüyorum. Kuantum teorisi materyalizmin önünde yeni ufuklar açmıştır. Olaya sadece kuantum teorisi diye de bakmamak lazım. Bütün yeni bilimsel veriler takip edilmeli ve değerlendirilmelidir. Yani materyalizm her şeyle ilgilenmeli ve kendisini değiştirmeli, geliştirmeli. Kesinlikle olaya böyle bakılmalıdır.

Yani yeni savunuculara mı ihtiyacı var materyalizmin?

Evet, yeni insana ihtiyacı var materyalizmin. Yeni insanın ise bilimden, kuantum mekaniğinden habersiz olması düşünülemez.

Kuantum mekaniğiyle ilgilenen sosyalist insan sayısı yok denecek kadar az değil mi?

Maalesef öyle. Ancak bu yapılması bile bence bir umut ışığı. Bu arada. Yalçın Küçük’ün uzun zamandır kuantum mekaniğiyle ilgilendiğini belirtmek istiyorum. Örneğin Fatih Sultan Mehmet adlı kitabının önsözünde şöyle bir belirlemede bulunmuştu: ‘Modern fizik, modern resim, modern müzik insanın düşüncesinde ve düşünce yöntemlerinde büyük değişikliklere denk düşüyor.” Buradan hareketle, “gözlem ile gözleyen aklın birbirinden tümüyle bağımsız olmayışını, düşüncemizin ve diyalektiğin, yeni yasalarından birisi yapmak durumundayız.” diyor. Artık insanın aklıyla gördüğü sonucuna varıyor. Yalçın Hoca’nın, söylediklerinin daha önceden söylenmiş olmasından mutluluk duyduğunu biliyorum. Einstein şöyle demişti: “Teori, neyi gözlemleyeceğinizi belirler.” Hoca’nın ‘İnsan aklıyla görür.” önermesinin, Einstein’ın bu sözünün bir soyutlaması olduğu kanısındayım. Burun, bilimsel bakışta görece yeni olması yanında sanatın doğuşundan beri sanatta pek fazla dillendirilmediği halde, bulunduğu düşüncesindeyim. Sanatçı, bilinçsiz de olsa, aklıyla gören bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Günümüzdeyse tekeller aklı siliyor, sanatı manipüle ediyor.

Brecht Estetiği bu manipülasyonun panzehiri değil mi?

Panzehirlerinden birisi. Çünkü tekellerin sildiği aklı var etmeye çalışıyor.

Brecht estetiği ile kuantum mekaniği arasında ilişki var mı?

Düşünsel anlamda var. Brecht estetiğindeki kesintili dil, kuantum mekaniğinin tanımladığı kesintili doğa ile örtüşüyor. Sözgelimi deneycinin deneye etkide bulunmasına benzer biçimde oyuncunun oynadığı karakteri yorumlayışı, Brecht estetiğinde bilince çıkarılmıştır. Ayrıca, seyirci ile oyun arasında kurulan ilişki, yabancılaştırma, gözlem ile gözleyenin bağımsız olmadığının yine bilince çıkarılmasıdır.

“Tekeller aklı siliyor.” dedin. Batıda akıl, tekellerin tekelinde mi?

Soruyu önce üniversiter bağlamda yanıtlayacağım Üniversite özerkliği, feodal sistemde tüm eğitim kurumlarına egemen olan otoritenin özerk olmasından kaynaklanmış, kapitalist sistemde aynı otoritenin zayıflamasıyla zayıflamış; “üniversite” artık bir ticari kuruluş olmuş ve “üniversite” elemanlarının değeri kazandırdıkları para ile ölçülmeye başlanmıştır. Tekelci kapitalizmin gelişmesiyle, tekeller, “üniversite” görüntüsü altında bile olsa kendilerinden bağımsız şirketlerin oluşmasını engellemiş ve bazı alanlarda, kendi bünyelerinde kurdukları araştırma birimleri, ‘ûniversite’lerden daha “bilimsel” olabilmiştir. IBM çalışanlarından iki fizikçinin aldığı Nobel Ödülü çok yakın bir örnektir. Batı’da tekeller, nesne! koşulların yardımıyla da aklı silmekte oldukça başarılı olmuşlardır. Bugün Batı’da üniversite yoktur. Filozof sözcüğü, Yunanca phil (sevmek) ve sophy (bilgi) sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur. Sevmek akılla olur. Aklı silinen bir insan sevemez. Batı’da sevgi kalmadığı için filozof kalmamıştır. Cheomsky gibi dilbilimcilerin filozof olarak piyasaya sunulmaları söz konusu olmuştur. Sanatta ise, örneğin küçük adamın küçük problemleri tragedya olarak sunulmaya çalışılmıştır. Tragedya, insanın tanrı olduğu coğrafyada yazılmıştır.

Tragedya bugün yazılabilir mi?

Tragedyanın bugün Kürdistan’da yazılabileceğini düşünüyorum. Çünkü “tanrılaşma yolundaki insan”, o coğrafyadadır.

Bu, tragedyayı geride bırakan bir olgu değil mi?

Elbette, istersen buna “çağdaş tragedya” diyelim. “Çağdaş Kawa” nitelemesi bir tesadüf değildir.

Biraz önce, sol düşüncenin saldırıya geçmesinin kuantum mekaniğinden haberdar olmayla ilişkisine değindik. Bunu açabilir miyiz?

Yol, kesinlikle kuantum mekaniğinden haberdar olmaktan geçiyor. Ama, başka şeyler de var. Benim söylemeye çalıştığım şey şudur: Engels’in kastettiği vulgarizatörler D’Alembert, Dlderot gibi kaba materyalizmin üstatlarının izinden gitmişlerdir. Üstatlarının önemini yadsımıyorum. Bunlar, maddenin kinetik teorisi (ki bir fiziksel teoridir) ve örneğin gazlarda çok başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Fakat oradan öteye gidememişlerdir, Şimdi oldukça yol açıcı yeni bir fiziksel teori vardır. Onun sağladığı olanaklardan yararlanmamak, Engels’in sözünü ettiği vulgarizatörlerin durumuna düşmektir. Türkiye’de olsun, dünyada olsun, hala bu olanaklar yeterince değerlendirilmemiş, materyalizmin gelişmesi ve diyalektiğin yeni yasalarının bulunması çabalarına girişilmemiştir.

Kuantum mekaniği son sözü söyledi mi?

Kesinlikle hayır. Kuantum mekaniği bir gün gelecek daha da geliştirilecektir, değiştirilecektir, hatta belki yıkılacaktır. Einstein’ın kısmen katıldığım bir sözü var: “Ebedi teoriler bilimde yoktur. Her teorinin yavaşça bir yükselmesi, zaferi vardır. Ondan sonra hızlı bir şekilde düşebilir. Yeni bir teori oluşturmak, eski bir ağılı yıkıp yerine bir gökdelen dikmek değil, bir dağa tırmanmaya benzer. Böylelikle daha yeni ve daha geniş bir manzarayla karşılaşırsınız.” Bilimde en önemli şeylerden bir tanesi de doğru soruyu sormaktır. Doğru soruyu sormak çok önemlidir. Örneğin, Atalet ve yerçekimsel kütle kavramları eşit. Newtonculara göre bu bir tesadüftür. Ama, Einstein bir soru sormuştur: “Bu kütleler neden birbirine eşit?” ve bu sorudan Genel rölativite teorisi çıkmıştır. Ayrıca, bazı şeyleri açıklamakta sıkıntı çekiyorum Çünkü bir kavram sorunu söz konusu. Yeni kavramlara ihtiyacımız var. Örneğin, Newtonyen kavramlarla rölativiteyi veya kuantumu açıklamak oldukça zor. Her yeni teoride yeni kavramlar bulmak zorunluluğu vardır. Kuantum mekaniğinin, tabii yeni kavramlar bulmuştur, o işi bitirdiğini düşünmüyorum. Bunda, gerici Coppenhage Okulu’nun yorumu özellikle engelleyici olmuştur. Yeni kavramlar bulma zorunluluğuyla karşı karşıyayız.


Notlar
*Hasan Gül
1964’te Elbistan’da doğdu. İlköğrenimini aynı ilçede bitirdikten sonra, ortaöğrenimini Bursa Anadolu Lisesi ve Ankara Fen Lisesi’nde tamamladı. 1985’te ODTÜ Kimya Bölümü’nden mezun oldu. ABD’de Ohio State University of Illinois’de Matematik dalında doktora çalışmalarında bulundu. Girdiği sınavlarda aldığı çeşitli derecelerin yanı sıra, lisans öğrencisiyken Journal of Chemical Education’da yayımlanmış bir bilimsel makalesi bulunmaktadır. Şu anda ODTÜ’de öğretim elemanıdır.


Yeni İnsan Dergisi (Politika-Eylem-Sanat), Sayı: 15-16 / Şubat-Mart, 1993 yılında yayınlanmıştır.


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın