Ortadoğu’nun Yağmalanan Kaynakları – Suat Parlar & Yarın Dergisi


Yarın Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 7, Eylül 2003


Suat Parlar: “İşbirlikçi politikalarla Türkiye tükendi..”

Yarın Dergisi: Amerika’nın son yıllarda içine girdiği süreçle, yüzyıl önce İngiltere’nin girdiği süreç çok benzeşiyor. İngiltere’nin Ortadoğu siyaseti ana hatlarıyla bugün ABD tarafından tekrar ediliyor gibi. Bilindiği gibi 20. yüzyılın başında İngiltere Doğu Hindistan Kumpanyası ile Basra, Süveyş, Fırat/Dicle ve Doğu Akdeniz’den oluşan dörtgeni kontrol etmek, rakip güçleri buraya sokmamak ve böl-yönet politikasıyla burayı dizayn etmek stratejisine sahipti. Bugün, yüz yıl sonra onun mirasından beslenerek büyüyen ABD, İngiltere’nin yarım bıraktığı işleri mi tamamlamaktadır, yoksa iddia ettiği gibi, kendisine ait ve kendi icat ettiği yeni bir düzen mi ikame etmektedir?

Suat Parlar: Britanya İmparatorluğu sahip olduğu hasılayı, dünya ölçeğindeki kurumsal gücünü, jeo-politikasını kendinden sonraki emperyalist güce aktardı. Eğer bugün dünyada İngiltere’nin varlığından söz ediyorsak İngiltere’nin ABD’yle bağlantılarını iyi kurmalıyız. İngiltere bugün mali sistem olarak, finansal bağlantılar olarak ABD sayesinde ayakta duruyor. Askeri açıdan ABD destek olmasaydı Falkland savaşında yenilecekti. Onun yanında, ikinci sınıf bir emperyal güç olarak varlığını hala çeşitli platformlarda ortaya koyabiliyorsa, belli ölçüler içinde bir etkinlik alanı varsa bunu ABD’ ye borçludur. Aynı şekilde ABD de hegemonik güç olarak İngiltere’nin deneyimine dayanıyor. Tarihte de böyle oldu. Venedik, Cenova, Floransa’yı Hollanda takip etti. Hollanda’yı Britanya takip etti. Şimdi Britanya’yı ABD takip, ediyor. Bu anlamda sürekliliği olan bir dünya sisteminden söz etmek mümkün.

Güçlerin ve merkezlerinin yükseliş ve düşüşleri var. Geçen yüzyıl ortalarına kadar İngiltere, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ABD egemen oldu. 1. Dünya savaşında Britanya güç kaybetmeye başlamıştı. ABD’ye borçlu duruma geldi. 2. Dünya savaşı bittiğinde de hegemonyasını, sömürge gücünü ABD’ye devretti. Amerika yeni sömürge şekilleri belirledi ve Ortadoğu’ya girdi. Sadece bu kadar değil, bu çok masumane bir görüntü olur. Kendinden önceki Britanya emperyalizmini takip ederek köle ticaretinden afyon ticaretine kadar bütün kirli işlerin kaynağında durdu. Bu anlamda Britanya ve ABD’yi ikizler olarak, anglo-sakson emperyalizminin merkezi güçleri tarzında aralarındaki işbölümüyle çözümlemek bizim açımızdan yararlı bir çözümleme olur. Şu anda ulusal emperyalizmden söz edecek durumda değiliz.

Örneğin, Britanya ile ABD’nin 1. Dünya savaşından beri politikalarında çakışma var, biri olmadan diğeri olmaz. Bunu yaparken diğerlerini aklamamalıyız. Avrupa emperyalizminin de hakkını vereceğiz. Aynı sömürgecilik deneyiminin içinde hem İslam ülkelerinin hem de Afrika ülkelerinin inançlarının paramparça edilmesinde, inanılmaz insan köleleştirmesinde Fransa da Belçika da diğerleri de en az anglo-sakson emperyalizmi kadar kirlidir. Özellikle Ortadoğu sözkonusu olduğunda Amerikansız bir Britanya Britanyasız bir ABD düşünmek mümkün değil. Tarih tekerrür mü ediyor sorusunu da sorarsak, Ortadoğu bağlamında yeniden bir oyun tezgâhlanıyor. ABD bu oyunun yönlendirici unsuru olmaya çalışıyor, bunu yaparken züccacîyeci dükkanına giren filden farkı yok. Oyunun kurallarını değiştirmeye çalışıyor. Hatta o kadar gözü kara ki bu bölgede kendi İslamını bile yaratmaya çalışıyor.

Yarın Dergisi: ABD’nin temel amacı nedir? Sadece petrolü ele geçirmek mi?

Suat Parlar: ABD sadece süper hegamonyayı temsil etmiyor, para-hegamonyayı da temsil ediyor. Para-hegemonya deyince şunu anlıyoruz. Kapitalizm çağında emperyalist güç parayı kontrol eder. Bu sermaye birikimi anlamında para değildir. Para, dünya üzerinde egemen para değilse, rezerv para değilse, dolaşımdaki para değilse hegamonik güç olarak kabul edilmeniz mümkün değildir. ABD şu anda dünyanın en borçlu ülkesi. 7 trilyon dolar borcu var. ABD ekonomisinin varlığını sürdürebilmesi borçlanabilmesine bağlı! Nasıl borçlanacak? Müttefikleri borç vermeye devam ederse ekonomisini sürdürebilecek. Peki kimdir onlar? Japonya ve Almanya. Borç tahvillerinin büyük bir bölümü Japonların elinde. Amerika’nın elindeki sopa müttefiklerini tehdit edecek muazzam bir askeri güç ve petroldür. Şu anda dünyada temel hammadde petrol, kullanım oranı %40. Alman ve Japon ekonomisi çok daha fazla petrole bağımlı, Ortadoğu’dan gelen petrole bağımlı…

Amerika ham petrol havzalarını kontrol altına alıyor, bunun için muazzam bir askeri güç kullanıyor. Bunun doğal bir sonucu olarak rakip ekonomiler üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Onların rekabet avantajını kırıyor, o ölçüde kendi endüstriyel ürünlerinin rekabetini sağlıyor. Bu tip bir merkantilist baskı, onları karşısında bir güç bloğu oluşturmaktan alıkoyuyor. Karşısındaki cepheyi bölüyor. Borçlanabilirliğini devam ettiriyor. Denklem petrol+dolar+silah denklemi. Bu denklem üzerine oturuyor ve bu denklem Ortadoğu’da açılıyor.

Ortadoğu’yu geniş tutmalıyız. Ortadoğu bir koridorlar düzenidir. 5500 yıldır insanlığın bütün önemli oluşumlarının alanıdır. Bu bölgedeki jeo-politiği kontrol edemeyen güç -ki buna Büyük İskender’i de, bildiğimiz bütün Sasani imparatorlarını, Osmanlı’yı da katabiliriz- hegemonik güç olarak varlığını hissettiremez. ABD de bundan azade değildir. Amerika da Ortadoğu ve Avrasya’nın su, enerji kaynakları ve en önemlisi de kültür kaynakları olmadan hegemonyasını sürdüremez, süper hegemonya da olamaz. Ama Amerika’nın Ortadoğu’ya yüklenmesi sadece petro-politikle bağlantılıda değildir. Bu nedenlerden sadece biridir. Ortadoğu’nun jeopolitik bir önemi var. Niye? Körfezi kontrol etmeyen alt kıtayı kontrol edemez. Gelecek yüzyılın Pasifik yüzyılı olduğundan söz ediliyor. Mesele bu şekilde değerlendirildiğinde Körfezin ve Doğu Akdeniz’in kontrolü önemli.

Diğer bir önemli unsur; ideolojilerin sonunu ilan ettiler. O günden beri Ortadoğu’da istikrarsızlık devam ediyor onların tabiriyle. Ben bunu Tanrının kazancı olarak kabul ediyorum. Ortadoğu’da muazzam bir dinsel güç var, büyük kültürel kaynaklar var. Ortadoğu’da ideolojilerin sonunu göremediler. Dinlerin, büyük mücadelelerin sonunu Ortadoğu’da göremediler. Tam tersine, Filistin halkının direnişi, Irak halkının yükselen direnişi, İran’da biriken güç, İran sosyal bir devrim yaşadı. Diğer Ortadoğu ülkelerinde büyük ölçekte eğitim kurumları, sosyal gelenekler yaşıyor… Halen daha bir Suriye önemlidir, Mısır önemlidir. Zeytuniye, Ezher, halen İran’da bulunan ilmi merkezler önemlidir. Kontrol altına alınamıyor. Yani, bu da beraberinde şunu getiriyor. Hem doktriner alternatif olarak, hem kültürel alternatif olarak, hem de beşeri güç olarak Ortadoğu ezilmeden ABD’nin hegemonyasını dünyaya kabul ettirmesi mümkün değil. Ortadoğu’da bu alternatif potansiyelin kırılması gerek. Petrolün yanın da bu nedende rol oynamaktadır.

Yarın Dergisi: Türkiye’nin bu süreçteki yeri nedir? ABD politikaları ve Ortadoğu açısından, özellikle 11 Eylül sonrası ve Irak işgali ekseninde, Türkiye’nin konumu için neler söylenebilir?

Suat Parlar:  Türkiye oyundan çıkarıldı. Bugüne kadar stratejik önemini pazarlamaya dayalı bir politika vardı. Türkiye’nin egemenlik sistemi stratejik önem pazarlaması sayesinde bugüne kadar ayakta durdu, Türkiye Ortadoğu ile Avrupa arasında tampon işlevi gördü. Türkiye ne doğulu, ne batılı, ne müslüman, ne hristiyan… Türkiye tam bir bulamaç tarzında bazı gerçeklikleri yaşadı. Türkiye’nin egemenleri de ağırlıklı olarak Sovyetler Birliğine karşı değil, Ortadoğu’daki devrimci unsurlara karşı konumlandıklarını algıladılar ve bunun pazarlığını yaptılar. Ama şu andan itibaren ABD, Türkiye’yi böyle bir maliyet çerçevesinde görmek istemiyor. Yani Türkiye, benim stratejik önemim var bana kredi verin, bana para verin diyemeyecek. Başka alternatifler gündemde artık. Bu alternatiflerin oluşturulmasında İsrail’e de önemli roller düştü. İsrail’in bölgedeki deneyimi, birikimi özellikle Kuzey Irak’taki faaliyetleri, ürünlerini yeni yeni vermeye başladı. Türkiye’ye gelince Türkiye fiilen parçalanmış durumda… Sadece bu parçalanmanın tescil edilmesi gündemde… Türkiye’deki egemenlik sistemi Türkiye’deki bütün milli unsurlardan bağımsızlığını ilan etmiş durumda… Türkiye çok uluslu tekellerin kontrolünde, onların kompradorlaşmış uzantılarıyla iç içe geçmiş rejim artığının güdümünde. Türkiye’de artık bir bağımsız siyasi rejimden bahsetmek çok güç…

Türkiye’de herhangi bir hukuki dengeden, herhangi bir kurumsal incelikten, herhangi bir politik öncelikten bile bahsedemiyoruz. Sistem İflas etmiş, tükenmiş vaziyette. Bu sistem üzerine yorum yapmak artık anlamlı bile değil. Ama esas olan tükenişin toplumla ilgili olan boyutları… Türkiye ahlaki bir çürümüşlüğün tuzağında. Toplum ahlaki açıdan çürümüş vaziyette. Tüketim kültürünün son sınırlarını yaşıyor, artık tüketimi gerçekleştirirken, gerçeklerden kopmuş bir gençlik, niteliğini yitirmiş bir orta sınıf yozlaşması içerisinde. Tatil beldelerine gittiğiniz zaman ne demek istediğim açıklıkla görülecek. Duyarsızlaştırılmış, vicdanı çimentolaşmış büyük bir halk kitlesi var. Böyle bir halkla Türkiye Ortadoğu’da herhangi bir rol oynayamaz. Türkiye oyundan çıkarılmıştır. Türkiye’nin bu oyundaki yeri olsa olsa lejyoner boyutunda olur. Bu toplum aslında büyük bir toplum ama son 30-40 yılın psikolojik harekâtlarına maruz kalarak zayıflatıldı. Bu soğuk savaş politikalarının ürünleri yeni yeni devşirilmeye başlandı. Bu tükenmişlik tablosu bir sonuçtur. Tabi bu tabloyu ümitsizlik olarak değerlendirmemek lazım. Bu topraklarda her zaman ümit vardır. Ama kısa vadede tablo karanlık…

Türkiye, Irak’ta yanı başında bulunan insanların, her gün onurlarıyla, namuslarıyla oynanmasına seyirci kalan bir duruşu sürdürdüğü sürece çürüyecek ve dökülecektir. Amerikan askerleri Iraklı kadınları elleriyle arıyor. Türkiye namusun çok fazla dillendirildiği, değer kabul edildiği, hayatın merkezine yerleştirildiği bir ülke. Ne yapacak Türkiye? Gidip bu Amerika’nın yanında mı yer alacak? Hangi âli menfaat bunu bağışlatabilir. Hangi ulusal çıkar mantığından, hikmet-i hükümet anlayışından yola çıkarak ABD’nin yanında yer alabilir. Bunlar büyük sorular olarak orta yerde duruyor. Eğer Türkiye önümüzdeki dönemde 1. tezkere sürecinde olduğu gibi bir direniş sergilemez de ABD’nin yanında yer alırsa, bu Türkiye’nin ahlaki, politik, tarihsel açıdan çözülüş ve çöküşünün ilk işareti olacaktır. Bu Türkiye’nin kıyamet alameti olacaktır. Türkiye’nin egemenlik sistemi içerdeki krizlerini dışarı, Ortadoğu’ya yaymak adına, alt-emperyal heveslerle harekete geçerse, bunun sonuçlarını bu ülkede yaşayan insanlar da ödeyecek. Buradan işsizlik, enflasyon, yoksulluk, aşırı silahlanma harcamaları ve militarist bir kültür çıkacak. Önümüzdeki üç aylık süre zarfında Ortadoğu’daki tüm problemlerin bizim iç problemimiz olduğunu göreceğiz.

Yarın Dergisi: Bunu biraz açar mısınız?

Suat Parlar: Türkiye Osmanlının bakiyesidir, dolayısıyla Ortadoğu’daki ekonomik, politik, kültürel bütün sorunlarda pay sahibi. Türkiye’nin içinde yer almadığı bir Ortadoğu çözümü mümkün değil. Emperyalistlerin Ortadoğu’ya dayatmaya çalıştığı aslında eski olan yeni Ortadoğu düzeni de Türkiyesiz kurulamaz. Türkiye’nin yanlarında yer alması ile bunu gerçekleştirebilirler. Kaldı ki, projelerinde Bosna-Hersek’ten Körfez’e varıncaya kadar ABD’nin güdümünde parçalanmış, küçültülmüş, atomlaştırılmış bir İslam devletleri konfederasyonu var, bunun merkezinde de Türkiye var. Bu nedenle Türkiye hep Ortadoğu’ya model olarak gösteriliyor. Bu sadece İran’a karşı değil, hep böyle anlatılır. Türkiye, tüketim kalıplarıyla, batılılaşmış, iğdiş edilmiş kültürüyle, küreselleşmenin tüm etkilerine açıklığıyla modeldir, Ortadoğu’ya kabul ettirilmeye çalışılan da budur.

Neo-liberal bir ekonomik düzen ve bu düzen çerçevesinde sonuna kadar açılmış ve silahsızlaştırılmış piyasalar, ucuz işgücü, turizm adı altında her türlü rezalete açık hale getirilmiş kitleler, kumardan uyuşturucuya kadar her tür gayrı meşru işler, ekonomi dendiğinde üretim içermeyen bir rant ekonomisi, bir yanıyla 4. dünya olarak nitelendirilebilecek ölçüde yoksullaştırılmış kitleler, diğer yanda da dünyanın tüm zenginliklerini kompradorlaşmaları ölçeğinde kontrolleri altında tutan yerli işbirlikçiler. Ortadoğu’ya kabul ettirilmek istenen model budur. Bu yeni Türkiye’nin egemenlik sisteminin tarifidir. Türkiye’de egemenlik sistemi kompradorlaşmıştır. Bu model Ortadoğu’ya ihraç edilmeye kalkılıyor. Ortadoğu’nun direnci kırılmaya çalışılıyor. Top yekûn bir saldırı var. Bu saldırı sürerken Türkiye’nin model olarak gösterilmesi, bizi şuna götürmeli; Türkiye Ortadoğu’dur. Ortadoğu’nun sorunları ve geleceğinden sorumludur. Diğer bir önemli nokta; şu anda Türkiye’nin İsrail’le ittifakıdır. İsrail’le birlikte Türkiye-İsrail Birleşik Devleti yapısı oluşturulmuş durumda. Türkiye bu amaçla İsrail’e her türlü tavizi vermiştir. Buna toprak da dâhildir. GAP bir İsrail projesine dönüşmüştür, sessiz sedasız…

Artık açık açık Türkiye’yi rezerv devlet olarak gördüklerini ilan etmişlerdir. Hatta şunu söyler olmuşlardır: “Dünya Yahudiliği Türkiye’yi muhafaza etmeli, yarın öbür gün bir problemle karşılaştığı zaman gidebileceği başka bir yer yok” diyorlar. İsrail’in Türkiye’nin iç meselesi haline gelmesi, hatta Türkiye’nin egemenlik sisteminde büyük bir güç oluşturması, aynı zamanda Ortadoğu ve Ortadoğu dinamikleriyle ne kadar iç içe geçtiğinin de göstergesidir. Bölgede ve Türkiye’deki hiçbir sorun, İsrail’in bölgede sorun haline gelmiş varlığından soyutlanarak anlaşılamaz. Ortadoğu problemlerinin merkezinde yatan sorun Filistin’dir. Türkiye’nin tüm gücüyle, ağırlığıyla İsrail’den yana tutum alması, İsrail’i ekonomik olarak rahatlatması, askeri alımlarla çok büyük rantlar aktarması, topraklarını ve su kaynaklarını açması, kendi su politikasını oluştururken bile İsrail’le ortak hareket etmesi, ABD’de sözde İsrail lobisi adı altında faaliyet gösteren çıkar çevresiyle, Yahudi sermayesiyle bütünleşmesi, Türkiye’nin Ortadoğu dinamikleriyle iç içe geçtiğinin göstergesidir. Türkiye’de politika yapmak isteyenlerin perspektiflerini geliştirmeleri, meseleleri artık Telaviv’den de Bakü’den de Tebriz’den de Beyrut’tan da görmeleri gerekiyor. Meseleler genişlemiştir, hepsinde sorumluluğumuz vardır. Bu sorumluluğa gözümüzü kapatamayız. Meseleye bu şekilde bakılınca da tablo umutsuzdur. Kof bir anti-yahudi söylem dışında sol kesimde de İslami kesimde de en ufak bir tepki, bir karşı kampanya yoktur. Türkiye’de artık bir Anti-semitizm tehlikesinden değil, bir semitizm tehlikesinden sözetmek mümkün hale gelmiştir.

Yarın Dergisi: Çok umutsuz tablolardan bahsediyorsunuz. Resmi ve reel Türkiye’nin fotoğrafı belki de anlattığınız gibi. Ama bu topraklarda saklı dinamikler, farklı duyarlılıklar taşıyan başka bir Türkiye de var. Egemen olmasa da, Osmanlı yıkılırken sahneye çıktığı gibi, zor anlarda konuşan bu Türkiye’den bakarsak, umut var mı? Bu Türkiye kendisini yeniden inşa edebilecek mi?

Suat Parlar: Sonu umutlu olan kavgaya herkes girer. Önemli olan; sonu umutsuz olan kavgaya girmektir. Böyle baktığımızda Türkiye’de bu birikim bugün var. Türkiye çok rahat bu meselelerin üstesinden gelebilecek kadroları çıkarır. Türkiye’de problem şu; her şeyin sahtesini yarattılar. Solcunun sahtesini yarattılar, İslamcının, ülkücünün sahtesini yarattılar. Bu, çok ciddi tartışmalara ihtiyaç var… Sahte birlikler, birliktelikler adına, yapay birtakım cepheleşmeler adına bazı Truva atlarına fırsat vermemek lazım. Türkiye’de şu andan sonra ciddi bir aksiyon ahlakına ihtiyaç var. Onun oluşması için de aksiyona ihtiyaç var. Türkiye’de kimse gerçek bir kavga vermiyor, sahiden kavga etmiyor, dövüş taklidi yapılıyor. Kimse gerçekleri konuşmuyor. Laf çamuruna batmış vaziyette. Laf çamurundan kurtulacağız, dövüş taklidinden kurtulacağız. Bu perdeyi aralayabiliriz. Bu topraklar çok daha karanlık dönemler yaşadı. Moğol istilaları, Haçlı seferleri… Hepsini geri püskürttü. ABD’nin barbar saldırısını da püskürtür. Onun yerli işbirlikçilerini de… Bunu yapmazsak ne insanlıktan ne gelecekten ne de kimsenin kendi inancından söz etmesi mümkün. Dolayısıyla direnmekten başka çaremiz yok. Tablo her ne kadar karanlık da olsa onu yıkabilecek potansiyellerimiz de mevcuttur.

Bankaların içi İsrail’e boşaltıldı!

Yarın Dergisi: Türkiye’de uzun süredir Osmanlının yıkılış travmasının sonuçlarını yaşıyoruz. Bunun en derin etkilerini devlette görmek mümkün. Özellikle 1. Dünya savaşında yenilen tarafta yer aldığımız için elimizdekini kaybetmiş olma gerçeği, Cumhuriyet dönemi dış politikasına ne pahasına olursa olsun yenen tarafta yer alma refleksi olarak tesir etti. Bugünde yönetici elitin her davranışında, her resmi açıklamasında ve devletin genel yönelimlerinde bu tavrın sinmiş olduğunu görüyoruz. Ancak böyle ayakta kalabiliriz, aksi halde elimizdekini de kaybederiz korkusuna dayalı yaklaşımın Irak ve ABD bağlamında iyice egemen olduğunu görüyoruz. En son kırmızıçizgilerimiz çiğnendi ve üstüne de çuval geçirildi. Arkasından ise Irak’a asker gönderme talebi geldi. Siz nasıl yorumluyorsunuz bu korkuyu. Türkiye yenilgi psikozunu nasıl atlatacak?

Suat Parlar: Evet, Tanzimat’tan bu yana Düvel-i Muazzama ile birlikte hareket etmenin varlık ve beka garantisi olduğu anlayışı var. Türkiye’nin egemenleri onlarla birlikte hareket etmenin ya da onları birbirine karşı kullanmanın gereğini anlattılar. Bundan en fazla kendilerinin yararlandığını anlatmayı unuttular. Dışarıdan gelen kaynaklar ve krediler Türkiye’yi kaç defa iflasın eşiğine getirdi. Türkiye 1878de de iflas etti, cumhuriyette de iflas etti. Duyun-i Umumiyeler kuruldu. Türkiye ilk defa iflas etmiyor. İşte bu anlayış Türkiye’yi tıkıyor. Düveli Muazzarna’yla hareket etmek Türkiye’yi bir vere getirmez. Dünyada 20 tane gelişmiş ülke vardı, 20. yüzyılın başında. 21. y.y’a geldik. 21.si onların arasına giremedi. Onlarla birlikte hareket edilirse 3. sınıf bir ülke olunur. Gelinen nokta budur. Bu anlayış, ödün anlayışı, kırmızıçizgilerden sürekli âli çıkarlarımız adına ve ebed-müddet devlet adına verilen tavizler devleti sürekli batağa sokuyor. Halimize bakın…

Almanlarla savaşa sürüklenmemiz, önce İngilizlerle ittifak arayışına girdik. Onlar yanaşmayınca Almanlara gittik. Bunları hep bize çaresizlik olarak açıkladılar Bir ülke kendi parasına bile sahip çıkamadıktan sonra, kendi emisyon gücü olmadıktan sonra, bu ülkenin bağımsızlığından, kırmızı çizgilerinden söz edilemez. Bu kırmızıçizgilerin bir iradesi olacak, teknolojik temeli olacak. Finansal temeli olacak. Her şey bir yana bu ülkenin yağmalanmasına dur denilecek. Yağmalama olurken kırmızıçizgin niye yoktu. Türkiye’de bankaların içi boşaltıldı deniyor, Nesim Malki öldürüldüğü zaman, dönemin başbakanı katrilyonluk bir rakamın el değiştirdiğinden sözetti. Çok az kişi merak etti. Nesim Malki bu paraları nereye aktarıyordu. İsrail’e aktarıyordu. Nesim Malki’nin defterinde borçlu olarak adı olanlar sonradan bu paraları ödemek için bankalarını boşaltmak zorunda kaldılar. İsrail’e boşalttılar. Para kaybolmaz. Elektronik ortamda gezinir.

Türkiye’de hortum var deniyor. Bu olayı basitleştirmedir, asıl özelliğinden yalıtıp sadece yolsuzluk olayına indirgemek bir perdelemedir. Olay Türkiye’de dışarıdan bir gücün istediği anda istediği yerden tahsilat yapmasıdır. Susurluk, A’sından Z’esine kadar İsrail’in içinde olduğu bir süreçtir… Susurluk sürecini anlamak için İsrail’in Türkiye’de mali politikalarını incelemek gerekir. Finansal düzeneklerini incelemek gerekir. Konumuza dönersek, Kırmızı çizgiden söz edebilmek için hiçbir güce dayanmadan ayakta kalmanız gerekir. Kendi ülkesinin içinde akçalı operasyonlar yürütülürken susan egemenlik sahipleri nerede hangi çizgiyi çizecekler, bu mümkün değil. Bu ülkede sahiplik el değiştirmiş durumda. Türkiye şu anda çok uluslu tekeller ve güçler tarafından kontrol ediliyor. Dolayısıyla Türkiye tabii ki bağımsız hareket edemez, korkularıyla yaşar, korkularına yenilir.


Yarın Dergisi, Yıl: 2, Sayı: 7, Eylül 2003


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın