Şimdi sıra onlarda… Ülkemiz, anayasal hukuk devletinden, parlamenter demokrasiden ve laiklikten hızla uzaklaşır; Cumhuriyet’in kurumları bir bir tasfiye edilirken; diğer birçok kurum gibi, özelde “tek adam” rejimine, genelde ise kapitalist sömürü düzenine karşı sesini yükseltmeyen; demokrasi mücadelesinde örgütlü gücünü harekete geçirip, etkili bir direnç ortaya koyamayan barolar da artık iktidarın doğrudan hedefindedir. Muhalif sesleri cezalandırma/sindirme aygıtına dönüşen yargının üç ayağından ikisinin (iddia ve hüküm makamının) iktidarca teslim alınmasının ardından, şimdi sıra yargının üçüncü ayağı olan savunma’ya gelmiştir.
İktidar Sarayı’nda gerçekleşen 2019-2020 adli yıl açılışına, temsil ettiği baroların muhalefetine rağmen katılan, katılmakla kalmayıp, burada yaptığı konuşmayla iktidara biat yemini eden TBB (Türkiye Barolar Birliği) Başkanı Metin Feyzioğlu’nun katkısı ile TBB’yi paralize ederken, muhalif barolara karşı da adeta savaş açan siyasi iktidar (1, 2); Ankara Barosunun Diyanet İşleri Başkanına tepkisini (3) bahane ederek; yıllardır el altında tuttuğu, barolara müdahale planını nihayet hayata geçirmiştir. AKP’li Cumhurbaşkanınca en son biat töreninde dile getirilen bu plan, törenin hemen ardından tıkır tıkır işletilmiş; konunun asıl muhatabı barolar bir yana, iktidarın çiçeği burnunda temsilcisi TBB Başkanına dahi fikri sorulmadan, “paralel baro/delegasyonda adaletsiz temsil”i öngören yasa, yangından mal kaçırırcasına, bir gece yarısı TBMM’den geçirilerek uygulamaya konmuştur. 19 yıllık icraatı boyunca, hukuk adına kabul edilmez birçok ilke imza atan Saray rejimi, savunma’nın tarihinde de bunu başarmıştır. Ancak, iktidar cenahı bu, “barolara darbe yasası”nı çıkarma konusunda ne kadar hızlı ve başarılıysa; yasanın uygulanma noktasında bir o kadar başarısızdır. Gerçekten de, yasanın yürürlüğe girdiği 15.07.2020 tarihinden bu yana, Türkiye genelinde 143 000 küsur avukatın %4’ünü dahi rejim barosu ikna (!) edemeyen (4, 5) iktidar cenahı için sahadaki bu tablo bir hüsrandır… Sonuç olarak, İstanbul gibi en büyük kentte bile, “paralel baro” için yeter sayı olan iki bin avukatın bulunması aylar sürünce; bunun üstüne bir de yeni baroda bir iç kriz ortaya çıkınca (6), yasa gereği çift yılların ekim ayının ilk haftasında yapılması zorunlu olan genel kurullar da gelip çatmıştır.Bunun üzerine iktidar,rejim baroları için biraz daha zaman kazanmak ve Feyzioğlu’nu koltukta daha uzun tutabilmek için, tüm baroların yasa ile düzenlenen genel kurullarını son anda bir genelge ile ertelemiştir (7, 7-a). Bu kez bahane pandemidir… Tüm bu hamleler Anayasaya ve yasalara aykırı olsa da, ortada, bu aykırılıkları tespit edecek ve bu gidişe dur diyecek bir yargı kurumu da kalmamıştır.
İktidarın, baroları doğrudan hedef alıp (“paralel baro/delegasyonda adaletsiz temsil” yasası ve “genel kurul erteleme” genelgeleri ile) onlara savaş açması karşısında; barolar da tabii ki sessiz kalmayacaklardır. Ama bu ses, maalesef bir haykırışa, bir gök gürültüsüne, kararlı ve kalıcı bir direnişe dönmek yerine; iktidarın her hukuksuz hamlesinde şöyle bir parlayacak, ama hemen sonra saman alevi gibi sönecektir.
İktidarın art arda işleme koyduğu hukuk tanımaz uygulamalarla baroları kuşatma eylem planı karşısında, baroların nasıl bir tepki ortaya koyduğuna, neler yaptığına; daha doğrusu, nerede yanlış yaptığına yakından bakmakta, mesleğin ve ülkenin “bekası” için bunlardan ders çıkarmakta sayısız fayda vardır. Bu noktadan hareketle, süreci en başından ele alırsak; iktidarın “paralel baro/delegasyonda adaletsiz temsil” darbesine karşı büyük kent baroları başta olmak üzere, ülke genelinde avukatların coşkulu katılımıyla protesto eylemlerinin yanı sıra, İstanbul’da büyük bir savunma mitingi düzenlenmiştir. Ardından, Türkiye’de toplam 143.000 küsur avukatı temsil eden mevcut tüm barolar (80 baro) iktidara karşı bir araya gelerek ortak bir bildiri yayımlamışlardır. Böyle bir olay karşısında, tüm baroların bir araya gelip, ortak bir metinde buluşabilmiş olmaları çok önemlidir. Ancak bildirinin içeriği ve metne atılan 81.imza, bu büyük buluşmanın üstüne ciddi bir gölge düşürecektir. Zira, bu 81. imza TBB’ye aittir. O TBB ki; asli görevi hukuku ve mesleği savunmak iken, iktidar savunuculuğuna soyunup, meslek ilkeleri ve barolarla köprüleri çoktan atmış; baro tarihinde bir ilk olarak (hem de kahir ekseriyet tarafından) başkanının istifası istenmiş, kabul görmemiş; seçimli genel kurul istenmiş, o da kabul görmemiştir. Kısacası; bir çatı örgütü olan o TBB, yine tarihinde ilk kez, varlık nedeni olan barolar nezdinde meşruiyetini kaybetmiştir. İşte bu TBB, baroların ortak bildirisine imza atmıştır. Bu imza doğal olarak TBB için değil ama, o imzayı kabul eden baro yönetimleri için ciddi bir etik zafiyet ve itibar kaybıdır. O imza, hukukun çürütülmesinde iktidara payanda oldukları için, ülke ve avukatlar nezdinde itibarını ve meşruiyetini kaybetmiş bir yönetimi aklama girişiminden başka birşey değildir. Ve ne yazık ki, sorun bununla da sınırlı değildir. Zira, bu bildiriye 80 baronun değil, maalesef TBB’nin iradesi ve dili hakim olmuştur. Bu dil, avukatlara değil iktidara alan açan bir dildir. Hal böyle olunca, bu bildiri 81. imza ve 80 baronun safiyeti (biraz da zafiyeti) yüzünden zebil olmuştur. Üstelik bu bildiride avukatların yükselen öfkesinden ve kararlılığından da eser yoktur… Başkanlar, bildiride; “Ülkemiz aylardır Corona virüsü salgınıyla, ekonomik ve toplumsal ve siyasi sorunlarla mücadele etmektedir. Özelde ise Avukat meslektaşlarımızın yaşadığı sorunlar tahammül edilmez boyutlara ulaşmıştır. Ülkemizin ve mesleğimizin önceliği bu sorunların çözümüne çaba sarf etmektir. Bu nedenle Avukatlık Kanununda Barolar ve seçim sistemlerine yönelik değişiklik girişimlerini doğru bulmuyor; bu girişimlerin durdurularak, geri çekilmesini, Ülkemizin gerçek gündemlerinin çözümüne dönülmesini talep ediyoruz. ...”(8) demektedirler. Bildiride, ülke genelinde yaşanan ve özelde avukatların yaşadığı sorunların ulaştığı tahammül edilmez boyut isabetle tespit edildikten sonra; mesleğin önceliğinin bu sorunlarla mücadele etmek olduğu da yine isabetle tespit edilmiştir. Ama iş, yaşananlardan kimin ya da kimlerin sorumlu olduğunun tespitine ve bu sorunların çözümü için ne önerildiğine gelince, ifadeler birden flulaşmaktarır. Bu nedenle, bildiride ne anlatılmak istendiğini anlamak için farklı bir okuma yapmak gerekiyor. Niyet okuyuculuğu bilimsel bir yöntem olmadığına göre, zorunlu olarak mantık okuması yapıyoruz. Bu yöntemle vardığımız sonuç ise şudur: Bildiriye göre; gerçek gündeme dair sorunlarla “ülkece” mücadele edilmektedir. “Ülke” kavramının içinde iktidar da olduğuna (ve bu konuda açık bir vurgu da yapılmadığına) göre; iktidar, sorunların kaynağı veya sorumlusu olarak görülmemektedir. Diğer taraftan; “suni gündem”in (yani barolara ilişkin yasa girişiminin) yerine, “gerçek gündemlerin çözümüne dönülmesi” talep edildiğine ve bu noktada muhatap da iktidar olduğuna göre; çözüm de iktidardan bekleniyor demektir. Kısacası, başkanlar, olmayacak duaya amin demektedirler. Yani, başkanlar gerçekte sorunun kaynağını olan iktidarı olan-bitenden sorumlu görmedikleri gibi; bildiride sıraladıkları tüm sorunların çözümünü de iktidardan beklemektedirler… Evet, suni gündem olarak gördüğünüz yasa dayatmasını kim gündeme getiriyorsa geri çekecek olan da odur. O nedenle talebin muhatabı doğrudur; ancak talebin dili, içeriği ve ortaya konuş şekli ve sorunların çözüm adresi tamamen yanlıştır. Yasayı iktidar geri çekecektir ama, bunu ona yaptıracak olan da sizin mücadele gücünüz ve kararlılığınız olacaktır. Gerçek gündeme dönülmesi ve esas sorunların çözümü de size, sizin kararlılığınıza ve mücadele gücünüze bağlıdır. Yani, suni veya gerçek gündemdeki tüm sorunların çözümünün anahtarı siz olacaksınız ve bu çözümü de iktidara siz dayatacaksınız. (Aynen Çanakkale’de Nesko Maden işçileri direnişinde, Boğaziçi Üniversitesi’nde ve İkizdere’de olduğu gibi…) İktidar adını ne koyarsa koysun; bunun adı demokrasi mücadelesidir. Nitekim, tarihte de sayısız kez kanıtlandığı üzere; demokrasi mücadelesinde, “Hak, verilmez alınır!..” Demokrasi mücadelesi de, her şeyden önce dilde başlar… Yani siz önce çözülmesini istediğiniz sorunun sorumlusunu dosdoğru işaret edeceksiniz; sonra da çözüm için gerekirse örgütlü gücünüzü ortaya koyacağınızı da cesaretle ifade edeceksiniz. Cesaret de korku gibi bulaşıcıdır… Onu daha, dildeki iradenizde gösteremiyorsanız, yani daha ilk adımda kararlılığınızı ortaya koyamıyorsanız; temsil ettiğiniz kitleye cesaretinizi değil, korkunuzu bulaştırırsınız. O nedenle, demokrasi mücadelesinde samimi iseniz; kararlı olmak zorundasınız. Bu kararlılığınızı da önce kullandığınız dilde, ardından da, eylemlerinizle ortaya koymak zorundasınız. Eğer bunu yapamıyorsanız, gerisi lafügüzaftır…
Başkanların bildirisi işte bu nedenle de sorunludur. Bildirideki dil, temsil ettiği kitleyi değil ama muhatabını cesaretlendiren muğlak ve uzlaşmacı bir dildir. Bu dil aslında, “sıkılı yumrukla el sıkışılmaz” diyerek, iktidarın koluna giriveren Feyzioğlu’nun dilidir ve maalesef, baro başkanlarının tüm halis niyetlerine ve samimiyetlerine rağmen, bu bildiriye TBB Başkanının gölgesi düşmüştür… Sonuç itibariyle, iktidar üzerinde hiçbir etki yaratmayan bu bildirinin ardından, 33 baro başkanı aldıkları yeni bir kararla, Ankara’ya, yasanın görüşülmekte olduğu TBMM’ye doğru, -her nedense sembolik- bir savunma yürüyüşü başlatmışlardır. Bu yürüyüş kararı da sorunludur. Zira yürüyüş plansız, hedefsiz ve semboliktir. Bundan da önemlisi, bu karar avukatların kollektif iradesine de dayanmamaktadır. Oysa barolara yönelik bu boyutta bir saldırı savunma tarihinde bir ilktir ve bu saldırı hiç de sembolik değildir. Evrensel ve ulusal hukukumuzda ise; hem fiili hem de yargısal savunmada geçerli olan “silahların eşitliği” ve “meşru müdafa” prensipleri gereğince; size yönelik saldırının boyutu ve yoğunluğuyla orantılı olarak, sizin de karşılık verme hakkınız vardır. Örneğin; hiçbir saldırı sembolik olmayacağına göre, yapacağınız savunma da sembolik olamaz. Olursa siz kaybedersiniz. Bu, bu kadar net… O nedenle, sonu baştan belli bu “sembolik” yürüyüşte anlık başarılar kazanılsa da, günün sonunda gelinen nokta önemlidir. Başkanlar da Ankara’ya doğru işte böyle ortak iradeden yoksun, plansız, programsız, hedefsiz ve kitlesiz bir yolculuğa çıkmışlardır… Her biri kendi illerinden (kısa bir yürüyüşün ardından araçla) yola çıkan başkanlar, Ankara girişinde bir araya geldiklerinde, polis barikatı ve şiddeti ile karşılaşacaklarsa da, oradaki kararlılıklarıyla hem barikatı; hem de o sırada, deyim yerindeyse, aralarına kaynak yapıp, sureti haktan görünmeye çalışan TBB Başkanının kendisini de, gölgesini de aşacaklarlardır. Anıtkabir ziyaretinden sonra Meclis kapısına dayanan Başkanlar karşılarında yine TBB Başkanını bulacaklardır. Adeta iktidarın kadrosuz “çözüm ortağı” gibi çalışan Feyzioğlu’nun Meclis Komisyonu adına getirdiği, üç temsilciyle görüşmelere katılabilecekleri teklifini başkanlar kabul etmeyeceklerdir. Onların, hep birlikte içeri girme teklifi de Komisyonca kabul edilmeyecektir. Hoş, mesele Komisyona dert anlatmak, onları vahim bir yanlıştan dönmeye ikna etmek gibi safiyane bir niyetse, içeriye kaç kişi girdiklerinin de hiçbir önemi yoktur. Zira bu yasayı düzenleyenler, ne yaptıklarını çok iyi bilmektedirler. Bu saatten sonra onları o “yanlıştan” döndürecek tek şey, Komisyona toplu halde dil dökmek değil, ülkeye yayılan örgütlü gücünüzle ortaya koyacağınız demokratik hak mücadelenizdir; ve bu mücadeleye, hiç hatırlamak ve hatırlatmak istemediğiniz anayasal direnme hakkınız da dahildir. Evet, böyle de kazanacağınızın garantisi yoktur. Ancak bu iradeden yoksun hiçbir eylemin kesinlikle kazanma şansı da yoktur. Nitekim, başkanların TBMM önündeki sembolik eylemi geceli-gündüzlü dört gün sürse de sonuç değişmeyecektir (9, 10). Bu arada barolar, Ankara’da “Büyük Savunma Mitingi” yapmaya karar verirler. Ancak miting pandemi gerekçesiyle yasaklanınca, bu karara tepki ve suç duyurusu için Ankara Adliyesinde toplanan binlerce avukata polis tarafından müdahale edilecek, gaz sıkılacak; ardından da soruşturma açılacaktır (11). Ankara’da yaşanantabloyu, İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu şöyle özetleyecektir: “Anlattık dinlemediniz. Başkentimize geldik, yürütmediniz. Adalet Komisyonuna almadınız, görüşmediniz. Basın yayınladı, ekranlarını kararttınız. Sosyal medyada göründük, kapatmaya kalktınız. Miting çağrısı yaptık, yasak koydunuz. HABERİNİZ OLSUN: VAZGEÇMEYECEĞİZ!” (12)
Peki sonra ne oldu derseniz? Koca bir hiç!.. Dört günlük maratonda yorgun düşen başkanlar (içlerindeki isyanı ve öfkeyi bastırıp) evlerinin yolunu tutarken; sonrası, barolar için öğrenilmiş çaresizlik içinde geçen büyük bir sessizlik ve hüsran olacaktır… Tabii bu arada, Komisyondan ve Meclisten sorunsuz şekilde geçen yasa, çok hızlı bir şekilde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konacaktır (13, 14). Yasa, bir sonuç alınmayacağı bilinse de, demokrasi mücadelesinde başkaca bir yol ve yöntem üretemeyen (!) ana muhalefet partisi tarafından Anayasa Mahkemesine taşınsa da, sonuç yine değişmeyecektir (15). İlginç olanı ise; Meclis Komisyonlarında ve Genel Kurulda cansiperane mücadele veren; kabul edilen yasaların çoğunu Anayasa Mahkemesine taşıyan ama sonucu bir türlü değiştiremeyen muhalefet partilerinin, ülke elden giderken, başka türlü bir demokratik mücadele yöntemi bulamıyor olmalarıdır. Sonuç olarak; baro başkanlarının Ankara çıkarmasından geriye, yalnızca, İstanbul Barosu Başkanının “HABERİNİZ OLSUN: VAZGEÇMEYECEĞİZ!” nidası kalmıştır; gök kubbede hoş bir seda olarak…
Ankara eylemleri sırasında, baro başkanları ile Meclis arasında mekik dokuyan, ama ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranamayan Feyzioğlu; geçirdiği gergin günlerin ardından; yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, oldukça rahatlamıştır. Yüzünde güller açan “çözüm ortağı”nın, yasaya ilişkin yaptığı açıklamada, yasadan önce 80 baro başkanıyla birlikte altına imza attığı itirazların tam aksini savunmaya başlaması da kamuoyunu hiç şaşırtmayacaktır (16). TBB Başkanı hep bildiğimiz gibidir. Pekiyi ya barolar?.. Barolar da yeni yasa ile birlikte, bir takım tepkisel çıkışlar ve açıklamalar dışında, büyük bir sessizliğe gömülmüştür. Şimdi bütün gözler, art arda kurulması beklenen “paralel baro”lardadır… Ancak, avukatlar bu tuzağa düşmeye hiç de niyetli değillerdir. Onların rejim barolarına itibar etmemesi üzerine, bu planın, en azından kısa vadede iktidara yaramayacağını; İstanbul’da yasa zoruyla kurulan minyatür baronun da 2020 Ekiminde yapılacak olan genel kurulların sonucunu değiştirmeye yetmeyeceğini gören barolar da nispeten rahatlayacaklardır; ve umutla genel kurullarının yapılacağı tarihi beklemeye koyulacaklardır. Aslında bu rahatlama hissi yanıltıcı, umutsa boşunadır. İktidar yasa darbesinden istediği sonuçları (şimdilik) alamamış olsa da, barolara karşı moral ve hamle üstünlüğü kazanmıştır: Bu iktidar ülkenin ve yargının görece özerk ve en büyük hukuk kurumuna hukuksuzluğu yasa yapıp dayatmış ve onlar da istemeye istemeye sineye çekmiştir. Barolar bu yasa konusunda, öğrenilmiş çaresizlikle, yapabilecekleri başka bir hamle olmadığına inanarak; belki de, “bu sorunun üstesinden seçim sandığında geliriz, nasılsa!..” umudu ile kaderlerine razı olmuş gibidirler… Ama bu ülkede seçim sandıklarının da bir garantisi kalmamıştır.
Başkanlar, bu haleti ruhiye içinde, barolara yönelik saldırıların arkasının geleceğini maalesef öngörememişler ya da görmek istememişlerdir. Oysa o yol bir kere açılmıştır artık… Zamanında, 12 Eylül darbesinin dikensiz gül bahçesinde “Anayasayı bir kere delmekle birşey olmaz.” diyerek, ülkeyi açık pazara çeviren neoliberal iktidarların bugünkü şakirtleri, kapitalist yıkım düzenine “kutlu dava” adını verip, Cumhuriyet’le hesap kesmek üzere vites büyütürken; hukuku geçiş garantili otoyol gibi kullanmakta; bedelini de halka ödettikleri bu yolda Anayasayı da, yasaları da (hatta kendi yaptıkları yasaları da) delik deşik etmekten hiçbir beis duymayacaklardır. Hukuk, tanımayan bu zihniyetin tek bir kuralı vardır; iyi-kötü işleyen her kurumda, önce bir kanal bulup yol açmak, sonra da, o yolu otobana çevirmek!.. 19 yıllık deneyimle sabittir ki, bu zihniyet, hukuksuz bir ilk adım attığında, güçlü ve kalıcı bir dirençle karşılaşmıyorsa; bunun arkası mutlaka gelecek demektir. Nitekim sizin “paralel baro” düzenlemesine karşı ortaya koyduğunuz -niceliği (katılımı) güçlü ama niteliği (etkisi) çok zayıf- bildiriniz ve sembolik eyleminiz, yasanın yürürlüğe girmesiyle birlikte sönümlenince; barolara karşı hukuksuzluğun yolu da sonuna kadar açılmıştır. Bu kez, saldırı doğrudan seçim sandığınadır. Üstelik bu kez iktidar daha da cüretkârdır: Yasa güvencesi altındaki baro genel kurulları (diğer denekler ve odalarla birlikte) İçişleri Bakanlığının genelgesi ve pandemi gerekçesiyle üç ay ertelenmiştir. Hemen arkasından İl Hıfzıssıhha ve İlçe Seçim Kurulları da devreye girerek, barolara ilişkin erteleme/iptal kararlarını tebliğ etmeye başlamışlardır.
İktidar için 15 Temmuz nasıl Allah’ın bir lütfu ise, pandemi de aynen öyle olmalıdır!.. Zira onlar her türlü kısıtlama ve kapanma şartlarında gözümüzün içine (baka baka değil) soka soka, Ayasofya açılışlarını ve lebaleb kongrelerini yapar, cenazelerini camilere sığmayan cemaatleriyle kaldırırken virüsten korunmayı akıllarına getirmezken; virüse karşı savunmasını pek zayıf buldukları savunma’yı ciddi ciddi koruma altına alacaklardır! Avukatların sağlığını, partili vatandaşların, cemaatlerinin sağlığından, hatta kendi sağlıklarından da fazla düşünen bir iktidarın bu göz yaşartıcı duyarlılığı (!) karşısında, avukatların; öyle, hakmış, hukukmuş, yasaymış, genel kurulmuş diye sızlanmaları da olsa olsa meslek deformasyonu olmalıdır!.. Şaka bir yana; avukatların pandemiye karşı değil ama iktidar politikalarına karşı tam anlamıyla savunmasız kaldıkları ayan beyan ortadadır.
Barolar, iktidarın bu yeni hamlesi karşısında da, tabii ki sessiz kalmayacaklardır (17). Ama tepkiler her zamanki gibi, yine saman alevi kıvamında kalacaktır. Baroların hemen hepsi (İzmir ve Diyarbakır Baroları ile İstanbul Barosunun seçim gruplarının genel kurulları fiilen zorlamaları dışında) iptal kararlarına karşı yapacaklarını, mevzuat hazretlerinin izin verdiği çerçevede yapacaklardır. Çerçeve bellidir: Yazılı açıklamalarla hukuksuzluğu teşhir etmek ve kararın iptali için yargıya başvurmak. Hukuk tanımayan iktidara karşı hukuk mücadelesi!.. Anayasayı ve yasayı, hatta mahkemeleri bile hiçe sayan iktidar genelgeleri ile, ekim ayından bu yana art arda üç kez ertelenen genel kurullarını yapabilmek için barolar, çalmadıkları kapı bırakmışlardır. Bazı mahkemeler yürütmeyi durdurma kararları verseler de, YSK bu kararları tanımamış; İzmir ve İstanbul’da genel kurulları bilfiil zorlayan avukatlara da kolluk kuvvetleri geçit vermemiştir (18, 18-a). Bu arada, Ankara’daki “paralel baro” eyleminden dönerken “HABERİNİZ OLSUN: VAZGEÇMEYECEĞİZ!” diye haykıran İstanbul Barosu Başkanı, yapılacağını ilan ettikleri genel kurulun iptal edilmesi üzerine, itiraz dışında yapabilecekleri başka bir şey olmadığını, bu nedenle genel kurul toplantısına gitmeyeceklerini ifade edince; baro seçim grupları da baro yönetimini eleştirerek, toplantı tarihinde orada olacaklarını ve Durakoğlu yönetimini de genel kurula davet ettiklerini ilan etmişlerdir… Toplantı günü, seçim grupları söz verdikleri gibi, toplantının yapılacağı Haliç Kongre Merkezinde olmuşlarsa da polis tarafından salona girmeleri engellenmiştir. Bu sırada İstanbul Barosu ne yapıyordu derseniz; onların da (Durakoğlu’nun sevdiği ifadeyle) “ekseni kaymıştır” bir kere!..
Son ertelemede, ancak 300 kişilik bir katılımla genel kurul yapılmasına izin verilmesi karşısında, bu kez 34 baro “Aklımızla alay mı ediliyor?” diye ortak bildiri yayımlayarak; hem iktidara, hem de TBB’ye çok sert biçimde yükleneceklerdir (19). Aslında TBB, ilk erteleme genelgesine, düşük perdeden de olsa, (hem de Feyzioğlu’na rağmen) itiraz etmiş (20); ancak ardından derin bir sessizliğe gömülmüştür. TBB’nin bu bildirisi de çok sorunludur. Bildiride; “Yargının kurucu unsuru olan avukatların, yasamanın yürütme ile iç içe geçerek kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kalktığı dönemlerde yargıya müdahalenin kaçınılmazlaşacağına ilişkin uyarılarının haklılığı her gün daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.” şeklinde, şaşırtıcı bir tespit vardır. Tespit şaşırtıcıdır, zira TBB; “… yasamanın yürütme ile iç içe geçerek kuvvetler ayrılığının fiilen ortadan kalktığı dönemler…” derken, iki hususta yanlış bilgi vermektedir. Birincisi; 2010-2017 referandumları ile Anayasada yapılan değişiklikler sonucu HSYK’nın (Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun) yapısı tamamen değişmiş ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı altında yürürlüğe giren yeni düzenleme ile “kuvvetler ayrılığı” yalnızca fiilen değil, anayasal açıdan da ortadan kaldırılmıştır (ki, bu da aslında bir rejim değişikliğidir). İkincisi; yine Anayasada yapılan değişiklikle HSYK (yeni adıyla HSK), tamamen iktidarın kontrolüne geçince; yargıda, yasama ve yürütmeyle iç içe geçerek “kuvvetler birliği”ne, dolayısı ile “tek adam”dan ibaret olan yeni rejimi tahkim eden otoriter yönetim biçimine geçilmiştir. Savunma’nın çatı örgütünün, ülkedeki bu çarpıcı altüst oluştan bihaber olması inanılır gibi değildir. Bu vahim ifadeler, TBB’nin çok uzun bir süredir, baro gündeminden olduğu kadar, ülke gündeminden de ne kadar koptuğunun apaçık göstergesidir. Bu bildiriye imza atmayan TBB Başkanının imzadan imtina etmesinin sebebi ise, tabii ki metinde yer alan bu tarihsel hatalar değildir. Onun derdi başkadır. Feyzioğlu “tek adam” rejimine biat ettiği gün itibariyle, (bir zamanlar TBB başkanı sıfatı ve hukukçu kimliğiyle, sonuna kadar karşı çıktığı) “Başkanlık Sistemi” ve “Kuvvetler Birliği”nin en sadık bekçisidir artık. Hukuksa, onun için teferruat!.. Bu nedenle, onun (en hafifinden de olsa) “kuvvetler ayrılığını” savunan bir bildiriye imza koyması eşyanın tabiatına aykırıdır!..
Ama Feyzioğlu, ilk genelgeden altı ay sonra ortaya çıkıp, iktidardan ve kendisinden çok emin bir şekilde; “Barolarımız pandemi koşulları çerçevesinde genel kurullarını yapıp TBB delegelerini seçtiklerinde Türkiye Barolar Birliği, genel kurulunu yapmaya hazırdır. Ben de hazırım.” diyerek (21), şakacı kimliğini de çekinmeden ortaya koyacaktır!.. Şaka maka, bu ülkede ancak Feyzioğlu hazır olduğunda genel kurul yapabileceği gerçeği de ortadadır. Yalniz bu gerçeği, Feyzioğlu’nun ağzından duymak tabii şaka gibidir. Feyzioğlu, “Ben de hazırım.” dedikten bir ay sonra; yani üçüncü ertelemede kadrosuz “çözüm ortağı” olarak yeniden ortaya çıkacaktır. Bu kez iktidarın içinden iyice çıkılmaz hale getirdigi genel kurullar kaosunu (tabii ki, iktidar hedeflerine uygun olarak) çözebilmek için, Adalet Bakanlığına yeni bir kanun yapılmasını önerecektir. Bir kez daha taşın altına elini koyacak ve böylece yeni bir “reformun” kapısını aralayacaktır!.. Oysa, baroların önünden çekildikleri anda, -en azından- genel kurullara ilişkin kaosun anında sona ereceğini herkes gibi kendisi de çok iyi bilmektedir.
Ancak üçüncü ertelemeyle birlikte, barolar da adeta silkinip kendilerine geleceklerdir. Bu kez 51 baronun imzaladığı bildiride (22) aranan kan bulunacak, baroların tarihinde saklı olan devrimci gelenek aniden canlanıp dile gelecektir. Bakın başkanlar ne derler:
“….
Bugün Avukatlık Kanunu’nda yer alan seçime ilişkin hükümleri yok sayarak baro genel kurullarının engellenmesi, gelecekte yapılması muhtemel tüm seçimlerin iptali için de korkutucu bir emsal yaratmaktadır. Demokrasiye aykırı bu tavrın bir diğer sonucu ise TBB seçimlerini de ötelemek ve baroların iradesine rağmen hukuku teferruat sayan bir başkanlık anlayışının TBB’de sürmesini sağlamaktır.
….
Kanunda yer alan emredici hükümlerin uygulanmasının, hukuksuz idari kararlarla engellenmesi suçtur. YSK’dan başlamak üzere yasak kararlarının altında imzası olan herkes suç işlemektedir.
…..
Bu kapsamda, şu ana kadar genel kurul kararı alan, genel kurulunu gerçekleştiren ve henüz genel kurul kararı almamış olan bizler en geç haziran ayı sonuna kadar barolarımızda genel kurul süreçlerini tamamlamak yönündeki kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.
……”
Bu kez avukatlar oldukça yüksek perdeden ve kararlı bir dille konuşmaktadırlar. Örneğin; “baro genel kurullarının engellenmesi, gelecekte yapılması muhtemel tüm seçimlerin iptali için de korkutucu bir emsal yaratmaktadır.” derken;ülke genelinde ve barolar özelinde yaşanan sorunların müsebbibi olan sorumluları da cesaretle işaret etmektedirler. Örneğin; “Demokrasiye aykırı bu tavrın bir diğer sonucu ise TBB seçimlerini de ötelemek ve baroların iradesine rağmen hukuku teferruat sayan bir başkanlık anlayışının TBB’de sürmesini sağlamaktır.” derken; İktidara yönelik çok ciddi uyarılarda bulunmaktadırlar. Örneğin; “YSK’dan başlamak üzere yasak kararlarının altında imzası olan herkes suç işlemektedir.” derken; Avukatlar, ilk kez ve açıkça sorumluları işaret etmekte ve iktidara da çözümü dayatmaktadırlar. Örneğin; “bizler en geç haziran ayı sonuna kadar barolarımızda genel kurul süreçlerini tamamlamak yönündeki kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz.” diyerek, barolar; önlerine koydukları takvim uyarınca gereğini yapacakları hususunda, iktidarı son kez uyarmaktadırlar. O gün geldiğinde, iktidar, kaçırdığı sandığı getirip avukatların önüne koymazsa, yani Anayasadan doğan görevini yapmazsa; anayasa ve yasa güvencesi altındaki kurumsal yaşam haklarını savunan barolar da bu haklarını geri almak için direneceklerini ilan etmektedirler.
Nihayet demokrasi mücadelesinde ilk adım doğru ve gayet net tespitlerle, cesurca atılmıştır. Avukatlar nihayet çözümü sorunun kaynağında değil, kendi kararlılıklarında, örgütlü mücadele geleneklerinde ve direnme hakkında saklı olduğunu görmüşlerdir. Çok daha önemlisi genel kurullarını yapsalar da, TBB yönetimini yeniden alsalar da, temel sorunlarının çözülmeyeceğini, bu zihniyetle mücadelenin bitmeyeceğini anlamışlar; kendi kurtuluşları ile ülkenin kurtuluşu arasındaki kopmaz bağı da kavramışlardır. Demokrasi mücadelesinde başarı için gereken ilk adım nihayet atılmış, dil sorunu çözülmüştür. Bu dil de açıklık ve netlik vardır, kararlılık ve cesaret vardır. Hepsinden önemlisi sorunun kaynağını tespitle, ona çözümü dayatma becerisi vardır.
Avukatlar şimdi önlerinden kaçırılan seçim sandığını geri almak için mücadeleye hazır görünüyorlar. Önlerine bir de takvim koymuşlar, iktidara süre vermişlerdir. Ancak tabii ki iktidar önünüze bizzat o sandığı koymadığı sürece, YSK’ya bağlı seçim kurulları sürece onay vermedikçe, siz getirip seçim sandığını ortaya koyamazsınız; koysanız bile, oyları sayamazsınız; saysanız bile YSK o seçimi onaylanmadığı sürece siz yönetim organlarınızı oluşturamazsınız. İşte o zaman siz de, verdiğiniz süre dolduğunda kendi seçiminizi yaparsınız: Ya bundan önce de yapıla geldiği gibi; o gün sandık önünüze konmadığında bir basın açıklaması yapıp iktidara tepki gösterir; sonra normal hayatınıza döner, hiçbirşey olmamış gibi duruşmalarınıza gider-gelirsiniz. Ya da artık hiç geri adım atmamak üzere ayağa kalkar yürürsünüz.. Size yasal haklarınızı kullandırmayan, sizi Anayasanın güvencesi altındaki örgütünüzle birlikte soluksuz bırakan; size yaşam hakkı tanımayan, devleti babasının çiftliği gibi kullanan, hukuk tanımaz iktidara karşı demokratik direnme hakkınızı kullanırsınız. Pekiyi, ne zamana kadar? Ülkenizkapitalist-emperyalist boyunduruktan kurtulup, tam bağımsız ve özgür olana kadar… Aslında önünüze sandık konsa da konmasa da; bu görev çok uzun bir zamandır sizi ve tüm demokrasi güçlerini çağırıyor: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!..”
Seçim bizim.
Notlar
1) https://hukukdefterleri.com/dusuk-yogunluklu-hukuk-anlayisinin-sefaleti/
2) https://hukukdefterleri.com/hukuksuzluga-biatin-dayanilmaz-hafifligi/
3) https://t24.com.tr/haber/diyanet-ten-ankara-barosu-hakkinda-suc-duyurusu,875287
4) https://www.hukukihaber.net/m/mesleki-hukuk/kamu-avukatlarina-baro-baskisi-h438555.html
5) https://m.bianet.org/bianet/siyaset/239479-istanbul-barosu-avukatlarina-baro-degistirin-baskisi
6) https://www.gazeteduvar.com.tr/baro-secimlerini-baskanlik-krizi-erteletti-iddiasi-haber-1500969
7-a) Aslında bu hamle o kadar son anda olmuştur ki; çoğu baroya, konuyu yargıya taşıma fırsatı dahi bırakılmamıştır. O nedenle, buna “erteleme kararı” değil de, “iptal kararı” demek daha doğrudur.
10) https://www.evrensel.net/haber/409883/direnise-ragmen-ayristirici-coklu-baro-sistemi-kabul-edildi
12) https://www.veryansintv.com/tbmm-onunden-paylasti-kimseye-gostermeyin-ben-utaniyorum/
13) https://www.haber3.com/guncel/coklu-baro-duzenlemesi-meclisten-gecti-haberi-5525697
14) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/resmi-gazetede-yayinladi-coklu-baro-yasasi-yururlukte-1751639
18) https://www.mynet.com/izmir-barosundan-acik-havada-genel-kurul-110106621609
19) https://istanbulbarosu.org.tr/HaberDetay.aspx?ID=16225
21) https://www.habervakti.com/m/gundem/tbb-baskani-feyzioglu-ndan-genel-kurul-aciklamasi-h138746.html
Hukuk Defterleri, Sayı: 31, Mayıs-Haziran 2021