Günümüz toplum bilimcilerinin en çok tartıştıkları konulardan biri de ilk çağ devletlerinde propaganda ögesinin kullanılıp kullanılmadığıdır. Bu bilim adamlarının azımsanmayacak önemli bir bölümü, bu sava olumsuz yaklaştıkları, propagandanın tarihini de Papa XV. Gregory’nin Hristiyan olmayan ülkelere gönderilen misyonerler aracılığı ile Hıristiyanlığın yayılmasını gözeten “Congregatio de Propaganda Fide”nin kuruluş tarihi olan 1622 yılından başlatıp (Qualter, 1980), Roma Katolik Kilisesi’ne bağladıkları, daha sonra Aydınlanma’nın etkisiyle 1789 Büyük Fransız Devrimi ile bilimsel bir özellik kazandığı konusunda ki düşüncelerini sürdürmektedirler.
Bunları tam karşısında bir görüşü savunan Jacques Ellul, Propaganda Tarihi adlı ünlü yapıtında (Ellul, 1976), Antik Yunan’da bir propagandanın varlığından söz edebilir miyiz? diyerek ortaya attığı bu soruyu, yine söz konusu yapıtının ilk bölümünde, ayrıntılı bir biçimde açıklamış bulunuyor. Gerçekten siteye ait olan raporlar incelenecek olursa, propagandaya dönük, ideolojik ve psikolojik bir çabanın varlığını hemen görmek, farketmek, oldukça zordur. Bu nedenle Antik Yunan Federal Siyasasının, çoğunlukla, sanki propagandanın hiç kullanımı olmaksızın yürütülmekteymiş gibi bir izlenim edinmek, her zaman mümkündür. Ellul, bu görünüşe inanmanın bir yanılgı olacağını söyleyerek, irdelemesini sürdürmektedir: Bayramlar, propagandaya yönelik, etkinlikler olmuştur. Hiç kuşkusuz, bunların dinsel etkilerine benzer, siyasal etkileri de bulunabilmektedir. Bu noktada, bunların bu amaç için, düzenlenip, düzenlenmedikleri konusu, her zaman tartışmaya açıktır. Öte yandan, Antik Yunan’da, tiyatro ve edebiyatı, propagandanın birer aracı gibi algılamak, oldukça kuşku verici bir durum yaratmaktadır; çünkü birçok kişi için, genel anlamda, edebiyatta görülen bir nesne, ya da siyasal bir içeriğin, propaganda olması için yeterli değildir. Burada siyasal anlamda, Yunan tiyatrosu’nun gerçek nesnelerini, daha temel sorunlara, birer soru olarak yöneltmek için, bizlere, iyi bir fırsat yaratmaktadır. Gerçekten, propaganda için zorunlu olan, iktidar ile bir ilişki ve bir düzenleme ögesidir. Burada kendini gösteren sorun; kamusal bir eylemin tüm bu olgularından yoksun olup, olmamasıdır. Tüm bu tartışmalar, bir yana bırakılırsa, bu durumda, Ellul’ün de vurguladığı üzere, Antik Yunan’ın söz konusu bu olgudan tümden uzak olduğunu söylemek de mümkün değildir. (Huyghe, 2010; Tzu, 1999) (1)
Antik Yunan Dünyası’nda, propagandanın ya da ön propagandanın bilinç ve duygularla alınabilecek, her şeyin en açık bir biçimde belirdiği, iletişim ile ilgili kavram ve oluşumların türeyip ortaya çıkmış olduğu mekân, kamusal alandı (Huyghe: 2010). Kamusal alanı süsleyen, heykel ve freskler, görkemli anıtsal binalar, resmi geçit törenleri, zafer takları, müzik, siyasal söylevler ve diğer siyasal ve dinsel etkinlikleri, edebiyatı, siyasal düşünceyi ve mitolojiyi, halka dayanmak zorunda olanların birer siyasal iletişim etkinliği ve örgüsü olarak değerlendirilmesi daha akılcı görünmektedir. Tüm bunlar tarihsel bilincin kamusal alana, kamusal alandaki bu bezemelerin de tarihsel bilince yansımasından başka birşey değildir.
Antik Yunan’da tarihsel bir bilincin varlığının en güzel bir başka kanıtı da; çoğu kez, barbarlar karşısında, Yunanlıların bir Yunanlı gibi düşünmüş olmaları; ya da, atalarının savaşlarını, tiranların üstünlüğünü, demokrasi dönemini anımsamış olmalarıdır. Yazılı kültürle, tiyatroyla, olimpiyat oyunları gibi büyük toplantılarla, tüm Atinalılar siyasal bir ruh kazanmıştı ve hiçbir siyasal olgu onlara öylesine sonsuz ve doğal görünemezdi (Huyghe, 2010).
Dönemin iki önemli iletişim tekniği bulunmaktadır: Retorik ve Propaganda (2)… Yunan sitesi gelişiminde, böylesine olumlu ögeleri bünyesinde barındırmaktadır. Bunun en başta geleni ideolojilerdir; Yunan düşüncesi, en açık bir biçimde, demokrasi olsun, aristokrasi olsun ya da monarşi olsun hangi rejimin en iyisi olduğunu belirlemeye yönelmiştir. Her rejimi karşılaştırmak suretiyle, Platon ve Aristotales’in siyasal düşüncelerinde de göreceğimiz üzere, bunu tarihsel bir süreklilik içinde açıklayarak bir model yaratmayı amaçlamışlardır. Bununla birlikte her Yunan sitesinde, çok kaba bir biçimde de olsa, bir parti bulunmaktaydı. Ya oligarkların bir partisi, ya da tiranın bir partisi. (Huyghe, 2010)
Tiranlar ve Propaganda
Daha, retoriğin ortaya çıkıp, gelişmesinden çok daha önceleri, M.Ö. VIII ve VI. yüzyıllar arasında, hemen hemen tüm Antik Yunan sitelerinde, Tiranların (Çevik: 2009: 4) sistematik bir biçimde bir propagandayı kullanmış oldukları yolunda bir çok kanıt görünmektedir. Bir anlamda yeni bir siyasal düzen kurulmaktadır ve bu düzenin egemenleri, bunu halka dayandırmak durumundaydılar. Bu tiranlar, demagoglar, kurdukları despot düzene destek ve bağlılığı sağlamak için, halka etki yapmak zorundaydılar. Söz konusu bu propaganda etkileri bakımından üç ögeden oluşmaktaydı: Bunlardan ilki, elbette, söylemin biçimsel ögesi ve kimi zaman da edebiyat… Söz, etki için önemli bir araç, ama gerçek anlamda retorikten söz etmek için ise, daha çok erken. İkincisi halkın himaye edilmesine dönük, el koyma alanları, toprak ve para dağıtımı, belirli siyasal ve toplumsal kararların alınması da, etkinin bir başka ögesiydi. Ve üçüncü olarak, halkın gururunu okşamak için, sitenin güzelleştirilmesi de, etkinin bir başka önemli ögesiydi. Bu son durum bize, sanki yakın geçmişin diktatörlerinin anıtsal propagandasını anımsatmaktadır. Antik Yunan sitelerinde tiranlar kendi anıtlarının görkemiyle diğerlerini geride bırakmak için, bir tür yarış içine girmişlerdi. Öte yandan, tiranlar yaygın bir biçimde, bayram ve festivallerden en geniş biçimde yararlanmışlar, dithyrambe διθύραμϐος/dithúrambos, diye nitelendirilen, Dionysos onuruna yazılmış ilahilerden oluşan bir propaganda nitelikli bir edebiyat bile oluşturmuşlardı. Propaganda edebiyatının bu kullanımı, tiranlar tarafından, içe dönük olduğu kadar, aynı biçimde dışarıya karşı da yönlendirilmişti (Ellul, 1976: 8-10; Huyghe, 2010).(3)
Bu tiranlar arasında, yalnıza biri, yenilikçi ve sistematik bir biçimde, kapsamlı bir propaganda tekniği uygulamış bulunuyordu. Bu da Peisistratos idi (Çevik, 2009: 3) (4) M.Ö. 600-527 yıllarında yaşamış Peisistratos, bir propaganda dehasına sahip olmuştu. O’nun bu özelliği, yalnızca belagat/güzel konuşma sanatı ve herkesçe sevilen cömertliklerinden gelmiyordu. Eşgüdümlü birçok aracı dikkat çekecek bir biçimde kullanmayı başarmıştı. Bir yandan, kimi soyluları Eupatridae/ ευγενής kendisine karşı bir saldırıyla suçlayarak, bir halk düşmanı ortaya çıkarma sistemini ilk kez o bulmuş, siyasal alanda uygulamıştır, diyebiliriz. Gerçekte, çarpıtmayla edebiyatı sistemli olarak, ilk kez belki yine Peisistratos kullanıyordu. Bu nedenle, propagandanın sahneye konmasını inanılmaz bir sanata dönüştürmüştü. M.Ö. 556 yılında, Atina’nın ünlü girişinde, Tanrıça Athena’nın simgesel bir modeli, simgesel olarak koruması altında, kendisini karşılamaya gelmesini, törensel bir gösteriye dönüştürmüştür. Bu eylemiyle, halkın gözünde sanki Tanrıça Athena’nın kendisini destekliyor kanısını yerleştirmek istemiştir. Son olarak, halkın rejime olan desteği için, “Dyonisies ve Panathenaic” törenlerini, festivallere dönüştürmeyi denediyse de başarısız olmuştu. Halkın bilincinde dinsel öge bağımsız kalmıştı. Bu iki eylemi, çok yeni, çok kararlı, etkili propagandaya dönük bir işlemdi (Ellul, 1976: 8-10; Huyghe, 2010)
Peisistratos’un başarısını asıl kolaylaştıran, bu dönemde Atina’nın yaşamış olduğu, bolluk ve refahtı. M.Ö. VI. yüzyılın sonlarına doğru Atina’da Attica toprağının üç ürününün kullanılmaya başlamasıyla, ekonomik patlama meydana geldi. Bu ürünlerden zeytin, bir anda doğu Akdeniz’in en iyisi konumuna yükselen zeytinyağı ve kalaylı kaplardı. Atina kapları çok geçmeden zamanın en iyisi durumundaki Corith kaplarının yerini aldı ve Laureion bölgesinin gümüşünden yapılan Atina baykuşu paralar Doğu Akdeniz’in standart parası haline geldi. Bu yüzyılda ekonomik gelişmeye eşlik eden başka bir siyasal gelişme oldu. (Çevik, 2009: 3) Peisistratos aynı biçimde, dışa dönük, İyonyalıların dini merkezi Delos üzerinden adalara doğru, bu kutsal mekânı korumak ve genişletmek için, bir propaganda siyasasına girişti. Theseus (5) tarafından Girit’ten Delos’a getirilen, Appollon kültünü canlandırdı (Ellul, 1976: 25- 26) .(6)
II
M.Ö. VI. yüzyıl boyunca süren, acı dolu ekonomik sınıf çatışmaları döneminin ardından Peisistratos, siyasal, ekonomik ve toplumsal düzeni yeniden sağladı, aralarında Anakreon, Simonides ve Bacchylides gibi ozanlar de olmak üzere sanatçıları Atina’daki sarayına çekti. Korumasına aldığı sanatçılarla, bir sanat tanıtım seferberliği başlattı. Halkı etki altına almak amacıyla, bir sonraki yüzyılda inşaa edilecek olan, Acropolis’in görkemini bile gölgede bırakabileceği bir yapılanma programı yürüttü. Bu sanatçılar, Peisistratos’un isteği üzerine, Atina’nın Tanrıçası Athena’nın kutlanması için Panthenaia Festivalin’i gerçekleştirdiler ya da geliştirdiler. Homerik şiirlerin okunması yarışmasını düzenlediler (Çevik, 2009: 4).
Başta Peisistros olmak üzere, bu tiranların yaptığı devlet içindeki hoşnutsuzluğu ve parçalanmışlığı bastırmak ve bir sonraki yüzyılda Atina’nın gücüne yol açacak olan bir tür birliktelik oluşturan etnik kimliği, yurttaşlık duygusunu aşılamaktı. Bu dönemde yapılan propagandaya dönük bir başka önemli girişim de, Atina’da Dionysos adına bir festival, Kent Dionysia’sı, yaratmak olmuştur. Bu festival tüm diğer yerel festivalleri gölgede bırakmış ve Attica halkı için tek resmi kutlama olmuştur. İşte tragedya ilk defa bu Propaganda ile olan yakın ilişkisini çok önce keşfetmiş bulunan, bu yüzden de, iktidarı boyunca, kültür ve sanatın koruyucusu olan Peisistratos, Dionysos şenliklerinde tragedya yarışmaları başlatmış, bu yarışmalarda giderek komedya türleri de yer almaya başlamıştır. Bu yüzyılda oyunlarının ancak bir bölümü günümüze dek gelebilen Aiskhylos, Sophokles, Euripides gibi tragedya, Aristophones gibi komedya yazarları yetişmiştir (Ellül, 1976: 25-26; Çevik, 2009: 4)
Atina Demokrasisinde Propaganda Aracı: Retorik ve Tiyatro
Atina sitesi, bu dönemde korkunç bir kültürel gelişme içine girmiş bulunmaktadır. Bu gelişmenin ana nedeni Atina sitesinin bu dönemde Yunan Dünyası’nın kültür merkezi olması ve refaha kavuşmasıdır. Atina’ya bu zenginlik, Pers savaşlarından sonra, artan denizaşırı ticaretle gelmiştir. Pers orduları İonya kentlerini ele geçirdikten sonra, Yunan yarımadasına yönelmiştir. Pers saldırılarına karşı Attika’da güçlü bir savunma birliği kuruldu. Birliğin en güçlü üyesi Sparta idi. Maraton, Thermopil, Salamis savaşları kazanıldıktan sonra, İonya site devletlerini de içine alan bir Attika-Delos Birliği oluşturuldu. Sparta’nın karada güçlü olmasına karşın, Atina’nın deniz savaşlarındaki ortaya koyduğu üstünlük, bu birliğin liderliğini Atina’ ya kazandırmıştı. Delos’ ta birlik adına toplanan vergiler giderek, Atina’nın bayındırlığına harcanmaya başladı. Öte yanda denizaşırı ticaret geliştikçe Atina sitesi zenginleşiyordu. Perikles yönetiminde bu zenginlik daha da artarak, Atina altın çağını yaşayacaktı. Bu nedenle M.Ö. V. yüzyıl Atina’da demokrasinin yükselme, sanatın özellikle tiyatronun da gelişme dönemi olmuştu (Şener, 1991: 2-3.)
Antik Yunan’da, her siyasetin, hatibin/söylevcinin egemenliğine dayandığını söylemek, bir gelenektir. Düşünceyi kurmak ise siyasal iletişimin bir işleviydi. Bu işlevi yerine getirmek ise; propagandaya düşmekteydi (Ellul, 1976; Açık, 1989; Meyer, 2004) (7)
I
Retorik demokrasi dönemlerinde böylesine yaygınlaşmış, bir sanata dönüşmüş, her özgür yurttaşın, gündelik yaşamının bir parçası olmuş, onu etki alanı içine almıştı. Gerçekten, özgür bir yurttaş, hemen her gün ya etken ya da edilgen olarak retorikle iç içe idi. Hemen tüm işler, köleler tarafından yapıldığı için, sitenin özgür yurttaşı, günün büyük bir kısmını kamusal alanlarda geçirirdi. Genellikle sabahları, önemli bir zaman dilimi, hamamlar için ayrılmıştı. Hamamlar yıkanmak ve vücut bakımı dışında, önemli güncel siyasetin ya da felsefenin, şiirin konuşulduğu mekânlardı. Güzel konuşanlar, güzel şiir okuyanlar baş köşede tutulduğu, kamusal alanların bir parçası kabul edebileceğimiz, bu mekanlarda bulunanlar, kimi zaman dinleyici, kimi zamanda konuşmacı olurlar, tartışmaları izlerlerdi. Hamamdan çıkanların, çoğu kez uğrak yerleri, sitenin agorası olurdu. Yunanlıların agorazein, yani aylak aylak dolaşan anlamına gelen bu sözcük ile, anlatmak istediği, hiç kuşkusuz pazar yerini hiçbir amacı olmaksızın dolaşanlar olmasa gerekir. Çünkü sitenin en önemli bir bölümünü oluşturan, en merkezi yerinde bulunan bu alanda, alış veriş yapıldığı kadar, ayaküstü dedikodu, şiir, felsefe, güzel konuşmak, siyaset yapmak, bu alanda yurttaşlar için düzenlenen, sergi ve gösterileri izlemek anlamını da taşımaktaydı (Friedell, 1994: 203)
Yurttaşlar bu alanda, yüz yüze bir araya gelirler, retoriğin ortaya koyduğu, söz ve dilin gücü ile, karşılıklı bir biçimde, birbirlerini tanırlar, çift yanlı yatay iletişimin ortaya koyduğu aracılık ile, bir siteye ait olmanın, yurttaş olmanın, bilincine varırlardı.
Söylemlerden söz edince, Perikles’in bir belagat/güzel konuşma yeteneği olduğunun da altını çizmeliyiz. Bunun en güzel kanıtı, Atinalı ünlü hatip/söylevci Demosthenes’den asetizm ve ses yönetimi üzerine eğitim almış olmasıdır. Perikles’in bu doğrultuda ilgili sanatçılara kol kanat geren, bu söylemleri yazılı olarak mevcuttur. O’nun koruması altındaki sanatçılardan; Eschylle’nin Persler ve Eumenidler gibi parçaları, Aristohhane’nin demogog Cleon’a karşı Babilliler gibi yapıtları, Simonides ve Thyrtes’nin, bir siteyi, bir rejimi kutsayan şiir ve kasideleri gibi, siyasal propaganda anlamında, her biri Brecht’in tiyatrosu ile boy ölçüşebilecek kadar, özel bir öneme sahiptir. Zaten sanatçı ve aydın belli bir amaç için el ele vermiş durumdadır. (Huyghe, 2010.)
Genellikle güneşin etkisini yitirmesiyle, agorayı, stoaları terkeden yurttaşların geldiği diğer kamusal alanlar ise, kış ve yağmurlu günlerde, odeon/ ωδείο, diğer günlerde ise tiyatro idi. Antik Yunan sitelerinde, tiyatro siyasal iletişimin en etkili propaganda aracıydı. Burada ise, yurttaşlar diğer yerlerden farklı olarak, sitenin egemen güçlerince, iyi birer yurttaş olmaları için, kendilerine sunulan, şiirden felsefeye, söylenceye/mitosa, tragedya, trajedi ve komedyaya dek (Ekinci, 2016), retorik ile progagandanın ortaya koyduğu, tek yanlı iletişimin de tüm etkileri içinde siyasal söylemlere kendilerini bırakırlardı. (Arıkan, 2011: 13-14; Keskin, Büyük, 2013: 387; Şener, 1991: 3) (8)
II
Atina’ da tragedya ve komedya’nın böylesine olağanüstü bir hızla gelişmesinin bir başka nedeni de toplumsal yapının birbirinden farklı, hatta zaman zaman birbiri ile çelişen değer yargılarını da bünyesinde taşımakta olmasıdır. Tiyatro sanatına özgü olan ve karşıtların çatışmasından doğan bu akım, dönemin toplumsal çelişkilerinden hız almıştır. Bu toplumsal çelişki, Yunan toplumunun büyük toprak sahiplerinin hegemonyasından kurtulup, demokrasinin egemen olduğu siyasal bir yapıya geçmesi ile açıklanabilir. Antik Yunan’da daha krallık döneminden başlayarak halkın haklarını koruyan yasalar birbiri ardına çıkarılmaya başlamış, giderek özgür yurttaşların yönetimde oy hakkına sahip olmaları sağlanmıştı. Buna karşılık site nüfusunun büyük bir bölümü yurttaşlık haklarından yoksun kölelerden oluşmaktaydı. Yurttaşlık haklarından yoksun köle ve kadınların yanında, bu hakka sahip olmalarına karşın, kırsal kesimde yer alanların oy vermek için kolayca merkeze gelemediği için Atina sitesinde yönetime katılma hakkı, sınırlı sayıda kentli bir yurttaş topluluğunun elinde bulunuyordu. Böyle bir siyasal uygulamada, yönetenler kesimini oluşturan seçilenler, çoğunlukla aristokrat ailelerden gelen demokrasi yanlısı soylulardı. Böylesine sınırlı bir uygulama ile Atina’da demokrasi kurulabilmişti. Bu yönetimde soylular kadar, ticaret ve zanaatla da uğraşan sıradan yurttaşlar da yönetimde söz sahibi olmuştu. Bir yanda giderek zenginleşen bir kent orta sınıfının “liberal eğilimi”, diğer yanda, aristokratların “demokratik eğilimi” yanında, geleneksel değer yargıları toplumda bir arada yaşatılmasının zorunluluğu, siyasal sistemin geleceğini de yakından ilgilendirmekteydi. İşte, yönetimde bulunanların siyasal yapıyı korumak kaygısının ağır bastığı biçimsel bir demokraside, eski dönemlerin inançlarını ve ahlak değerlerini de bir ölçüde bünyesinde taşımaya özen gösterildiği toplumsal iç çelişkinin varlığını sürdürdüğü böyle bir ortam, yeni bir tiyatro türünü ortaya çıkarmıştı (Şener, 199: 3)
Toplumsal bu iç çelişki, tragedyaların karşıt çatışan güçlerini oluşturmuş, trajik olan bu karşıtlıkta, hem yönetenler içindeki çelişki guruplarının, hem de yönetilenler içindeki çelişki guruplarını bu oyunlarda kendilerini bulmaları sağlanmıştır. Yurttaş tiyatrosu bu biçimde antik dönemin en önemli yerlerinden biri durumuna gelmişti. Yunan sitelerinde gittikçe önem kazanan toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası durumuna gelen tiyatro, tüm yurttaşlarla birlikte, aynı anda toplandığı, başta tragedya olmak üzere, mitlerin ve kendi kökenleri doğrultusunda türlü oyunların sergilendiği toplumsal ilişkinin anlam kazandığı bir yer olmuştu.
III
Antik Yunan tragedyası, özellikle Perikles döneminde, Atina demokrasisinin belirleyici işlevlerinden biri olarak öne çıkmıştı. Yunan sitesinin tarihsel özelliğinden dolayı, her site özerk kalma eğilimindeydi. Bunun yanında dışa doğru yayılma sınırlı olunca, iç gelişmeleri de buna uygun, yoğun bir biçimde yaşanmak zorunda kalınmıştır. Site devleti oluşumundaki eski toplum, zorunlu bir biçimde yükselebileceği en yüksek noktaya ulaşmış bulunuyordu (Thomson, 1990: 19; Keskin, Büyük, 2013: 387)
Antik Yunan tiyatrosunda sahneye konan tragedyalarda işlenen egemen güçlerin siyasalarına uygun temalar, bu oyunların yazarlarına, bu yazarların bu güçlerle olan ilişkilerine göre başkalık göstermekteydi. Örneğin, tragedyanın kurucusu, dünya tiyatrosunun ilk tiyatro yazarı ve eleştirmeni olarak kabul edilen, M.Ö. 525-456 yılları arasında yaşamış olan Aiskhylos, başta Perikles olmak üzere, Klesidhenes, Miltiades, Themistokles, Ephialtes gibi yöneticilerin döneminde çalışmış, bunlarla sıkı işbirliği içinde olmuştur. (Aiskhülos, 2009: 5-6; Keskin, Büyük, 2013: 387) Aiskhylos, dramatik çatışma ve eylemi, tragedya içinde, dramatik yapının temeli olarak geliştirmiştir.(Arıkan, 2011: 10; Keskin, Büyük, 2013: 388.) Aiskhylos tragedyalarında işlemiş olduğu siyasal konuların en başında Pers Savaşları gelmektedir. “Persler” Tragedyasını ilk sahneye koyduğunda, henüz pek genç olan Perikles’ten büyük destek görmüştür. “Persler” Tragedyasında, Perslerin Yunanlılar tarafından nasıl yenildiğini, usta bir biçimde, üstelik Pers askerlerinin nasıl acınacak duruma düştüklerini de, yine ustaca işleyerek, izleyiciye aktarmaktadır. Diğer yandan da Perslerin bu yenilgisi ile, Asya’nın diğer kavimlerinin de Pers boyunduruğundan kurtulduğunu dile getirmektedir. Bu biçimde Yunan sitelerinin diğer, toplumlara da özgürlüklerini sunduğunu vurgulayarak, yurttaşların bu birliğe olan güven ve gurur duygularını kabartıp, pekiştirirdi. Aiskhylos’un bir diğer önemli yapıtı da “Zincire Vurulmuş Prometheus” adlı tragedyasıdır (Aiskhülos, 2010: 26-27; Keskin, Büyük, 2013: 390). Hesiodos’un “Tanrıların Doğuşu” adlı yapıtından esinlenerek yazmıştır. Bu tragedyasında Tanrılar Tanrısı Zeus, siyasal iktidarın, Prometheus ise aklın kişileştirilmesidir. Başlangıçta tüm izleyici zihinlerde tartışmasız olan siyasal iktidar, sonunda tartışmalı ve soru işaretli bir duruma dönüşmektedir. Uygulamada salt yönetimsel gücün, tek başına hiçbir zaman yeterli olamayacağı ortaya çıkmıştır. Salt bir gücün yenemeyeceği bir güç vardır ki; bu da kurbanı Prometheus’ta temsil edilen akıldır. Şu halde, siyasal iktidar akılla ilişki kuramadığı sürece tehlikelidir. Demokrasilerde akıldan yoksun iktidarlara yer olmadığı teması bu biçimde site yurttaşlarına işlenerek, mevcut siyasal sistemin en önemli özelliği yurttaşların zihinlerine kazınırdı.
Aiskhylos’tan sonra, Sophokles, Euripides ve Aristophanes gibi tiyatro ustaları söylence/mitsel ezgileri tragedyaya uyarlayarak bu alanı oldukça geliştirme olanağı bulmuşlardır (Reşat Nuri, 1976: 145; Keskin, Büyük, 2013: 392). Bu ustalar temalarını, söylence/mitos olarak bildiğimiz, her Yunan yurttaşının tarihsel geçmişi olarak belledikleri, Tanrılar ve insanlar üzerine kurulan, anımsanmayacak kadar eski dönemlerden beri, kuşaktan kuşağa aktarılan, belleklerde yer eden, tüm Yunan sitelerinde yaygın olan öykülerden almışlardır. Ancak bu yazarlar, geleneksel bu öykülerin ayrıntılarını, başta siyasal iktidar olmak üzere, tüm site egemen güçlerinin çıkarları doğrultusunda, istedikleri biçimde değiştirmekte, kendilerini özgür hissetmişlerdir (Neill, 2003: 216; Keskin, Büyük, 2013: 392.).
Tragedya gibi ağır, ağdalı oyunların kültürel düzeyi yüksek üst sınıflara, komedya gibi, hafif oyunların ise daha alt sınıflara yönelik olduğu, oyunların içeriğinden açıkça ortaya çıkarmak mümkündür. Bununla birlikte, en başından beri Antik Yunan’da var olan komedya, Aristophanes’in yazdıkları ile yerini almıştır. Ancak üst sınıflar hiç önemsemedikleri için hep tragedyanın gölgesinde kalmıştır ( Keskin, Büyük, 2013: 398).
Antik Yunan sitelerinde, yaşanılan savaşlar, değişen koşullar nedeniyle, siyasal, ekonomik, kültürel bir yozlaşmanın baş göstermesi, site insanının mutsuzluğa düşmesi sonucunda tiyatroda bir arayış içine girmiş, ütopik bir çok yapıt, ard arda sahneye konmaya başlamıştır. Platon ile ilgili bölümümüzde daha ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız üzere, ünlü düşünür, Devlet adlı yapıtında işlediği ve tüm Yunan sitelerinde geçerli olacağına inandığı ideal bir devlet ve siyasal bir örgütlenme tasarlamıştır. Aynı biçimde Aristophones de benzer neden ve düşüncelerden yola çıkarak, geçmişin sitesinin siyasal düzenine duyduğu özlemi, Atina sitesinin yalnızca olumlu özelliklerini temel aldığı bir ütopya tasarlamıştır. Aristophanes’in Kuşlar adlı tragedyası bunların ilkidir. Daha sonra bunu Bulutlar ile Kurbağalar izlemiştir (Aristophan, 2010: 7, 63-64).
İşte Antik Yunan Tiyatrosu, nasıl ki geçmişte tiranların siyasal emellerinin kitlelere yansıtıldığı bir alan olmuşsa, Perikles Döneminde de demokrasi ideallerinin bir propaganda aracı olmuştu. Antik Yunan komedyası, eğlendirici bir güldürü biçimi olmaktan çok, toplumsal, tarihsel, siyasal olaylara, sorunlara ve kişilere yöneltilen bir eleştiri biçimidir. Komedya, içeriksel yönüyle, toplumsal ve siyasal bir yergiyi kapsamaktadır. Komedya, karşı sınıflara yöneltilmiş eleştiri olduğu kadar, tarihsel-mantıksal uyumsuzluk ve çelişkilerin dramatik anlatımı olarak da çeşitli biçimlerde kendini oraya koymaktadır.(Çalışlar, 2009: 56- 57). Bu yönüyle komedya, siyasal iletişimin önemli işlevleri arasında kabul edilen; sınıflar arası dengeyi sağlama işlevini de Antik Yunan sitesinde yerine getirdiğini söyleyebiliriz.
IV
Antik Yunan sitesi koşullarında biçimlenmiş, böyle bir demokraside, Perikles, kendi iktidarını, psikolojik araçların birlikteliğinin kullanımı üzerine kurmuştu. Belagat/güzel konuşma sanatı, O’nun için, hiç terketmediği temel bir kural olmuştu. Halk üzerinde bir “hipnotik güç”ün uygulanabilirliğini görmüştü. Perikles, retorik, yani konuşma sanatının da yardımı ile propagandayı akılla birleştirmişti. Perikles, tiranların benimsediği, bir demagojik yardımcı araçlar sistemini, para dağıtarak tüm yoksullar ve savaş kurbanlarının yaşamlarını sürdürmesi için kullanacaktı. Aynı biçimde, işsizlikle mücadelede, büyük çalışma programlarını, bir propaganda anıtına dönüştürerek ustalıkla ortaya koymuştu. Propagandayı halk bayramlarından, tiyatro ve müzik etkinliklerine doğru, sonuna dek, geliştirdi. Aynı etkinliklerde yoksullara ücretsiz yerler ayırarak, zengin ve yoksulları bir araya getirdi. Bu adeta özel olarak kurulmuş, bir ikna monarşisi idi. (Ellul, 1976: 25-27).
Aynı zamanda Perikles, Atina’da dışa dönük bir propagandayı denedi, fakat, iç propagandada yakalamış olduğu başarıyı burada ulaştığını söylemek çok zordur. Buna karşılık, helenistik konfederasyonu, Atina’nın etrafındaki sitelerinin içlerinde de etkin siyasalar üreterek bir imparatorluğa dönüştürmüştür. Çok sayıda sitede, demokratik rejimlerin yerleşmesi için, bunları kışkırtmadan çekinmemiştir. Bu demokrasilerin ancak, Atina’nın desteği ile ayakta durabileceğini, içlerine dönük yaptığı çalışmalarla onların hissetmesini sağlamıştır. Söz konusu bu sitelerde, sürekli biçimde, içeriye soktuğu adamları ile, site yönetimini, Atina için propaganda işlevi ile özellik verip, biçimlendirmiştir. Ama, Peisistros’un aksine, çarpıcı propaganda yöntemlerini kullanmamıştır. Ezici, yok edici, sömürücü bir propagandaya, belki de demokratik özelliği nedeniyle, hiç yönelmemiştir .(Ellul, 1976: 25-27) Hep ikna ve inandırmayı benimsemiştir. Perikles, retorik ve propagandayı sanki, günümüz siyasal iletişimin bir ögesi gibi algılamış ve kullanmıştır.
Retoriğin Gelişmesinde Sofistler: Sokrates, Platon, Aristotales
I
Propagandaya güç katan, kitleler üzerindeki etkisini artıran, önemli bir öge de retorik olmuştur. Retoriğin M.Ö. V. yüzyılda Sicilya’da doğduğu ileri sürülmektedir. Sofist Gorgias (Platon, 1993) (9) tarafından Atina’da tanıtılmıştır. Yunanistan’da, M.Ö. 485-374 yılları arasında yaşamış Gorgias estetik ve edebi kaynağı retorikle buluşturmuştur. Bu dönemde, Retorik, düz yazı, figürlerle tümüyle işlevsellikle zenginleştirildi ve daha sonra buna şiir eklendi. Böylece, söz sanatları, kafiye, yarım kafiye, paronomases, cümlenin ritmi, cümle deyimleri arasında paralellik ve düşünce, anlam figürleri, dolaylamalar, metaforlar, antitezler retoriği biçimlendirmeye başladı. Daha sonra, Georgias’ın belli bir aşamaya getirmiş olduğu retorik hukuksal ve siyasal etkinlikler içinde anlam kazanarak gelişmiştir. Site, kent devleti ya da, her ne kadar farklı anlamlar taşısa da polis tam anlamıyla M.Ö. V. ve IV. yüzyıllarda biçimlenmiş, Yunanistan, Batı Anadolu ve İtalya’ da kendini gösteren siyasal bir oluşumdur. Retorik ile, antik Yunan site devletinin gelişimi aşağı yukarı aynı zaman dilimi içinde ortaya çıkmaktadır. Romalı ünlü retorik ustası Quintien’in tanımıyla; “Retorik, yapılandırılmış dilsel çalışma anlamında hem bilim, sanat, hem de, kanıtlanmış bilgiye dayanan bir teknik, (bene dicendi scentia) ruhlar üzerine, söylemin eylemi” (Quintien, 1989: 15, 34) anlamına gelmektedir. Ruth Amossy’e göre; ” Antik Yunan kültürü tarafından geliştirilen retorik, etkili sözcüğü, söylemsel bir uygulamaya bağlanmış bir kuram gibi ele alınıp, incelenebilir.” (Amossy, 2000: 6).
Tüm bu tanımlara karşın, retorik, bazen kesin bir biçimde farklılıklar içermektedir. Ama, herşeyde önce retorik sanatın ifadesi, bir sistem içinde, tarihsel olarak, dinleyiciyi ikna etmek veya inandırmak bakımından söylemini kurmak anlamında, teknikler birliği demektir. Buradan hareketle Michel Meyer’e göre; retoriğin birbirinin tarihsel karşıtı üç tanımı bulunmaktadır (Meyer, 2004: 5)
Bunlardan birincisi; Retorik, dinleyiciye odaklanmış bir düzenlemedir. Bu düşünce Platon’da egemendir. Bunlardan ikincisi Roma’ya özgü, Quintilian’ın da izleyicisi olduğu, Retoriğin, iyi konuşma sanatı biçimindeki tanımıdır. Üçüncüsü ise; Retorik, bir konuşmacının olayıdır; bu anlamda, toplumsal ve etik bir çerçevede, dinleyiciyi ikna etmek zorunda olduğu söylem ya da düzenlemenin sunumudur. Bu tanım ise, Hümanist Felsefe ’ye kapı aralamaktadır.
Daha geniş anlamıyla yazılı metin, özellikle dramatik ve edebi metinlerle yönelmeden önce, retorik, ilk başlarda sözlü siyasal söylemlerle ilgilenmiştir. İkna sanatı retorik, aşamalı olarak, birçok biçimsel ögeyi kısıtlayarak, söylem süslemelerini öne çıkararak, güzel konuşma sanatına yer vermiştir. Felsefeci ve sofistler arasında ki geleneksel muhalefete göre; söylemin içsel ya da etik etkilerinin kullanımı ile, retorik, argüman ve diyalektik olarak ayrılmakta ( Blay, 2005: 727.) buna söylemin mantıksal boyutu eklenmektedir.
Retoriğin gelişme çizgisini ve yurttaşlar üzerindeki etkilerini anlayabilmek için, site kent devletinin toplumsal özelliklerini ve siyasal anlam derinliğini hep göz önünde tutmak gerekir. (10) Site ve kent devleti olarak da nitelemiş olduğumuz bu kavramları, polisi tanımlamakta yetersiz kaldığını, gerçekte polis kavramı, bir sitede yaşayan yurttaşların tümünü temsil ettiğini, bir kez daha anımsayalım. Bu oluşum, yurttaşların üyesi olmaktan gurur duydukları siyasal bir yapıdır. Sitenin toplumsal, siyasal ve kültürel bütünlüğünü temsil etmektedir. Bu dönemin tüm filozofları, siyasal düşüncelerini, polis için üretmişlerdir. Bu nedenle politika sözcüğünün polisten geldiğini ileri sürenler olmuştur. Ama gerçekte aristokratik bir yönetimin, yönetici sınıfın genetiğini belirleyen özellikleri içinde taşımaktadır. Bununla birlikte eşitlik ve siyasetten pay almak isteyen çok farklı gurupların baskısını da barındırmaktadır. Bu nedenle polis ya da site olarak nitelendirdiğimiz bu siyasal oluşum içinde sürekli çatışma söz konusudur. Atina için de durum farklı değildir. Uzun süren Pers savaşları, siyasal dönüşümün tüm koşullarını hazırlamıştır. Persler savaşı kaybetmiş, barış antlaşması imzalanmıştır. Savaş ekonomisinin, Atina demokrasisi üzerinde paradoksal biçimde, hem olumlu, hem de olumsuz etkileri olmuştur. Bu savaşlar, bir yandan küçük bir azınlığın yönetimde etkili olmasına, diğer yandan da daha aşağı sınıfların siyasal yaşama daha etkin olarak katılmalarına yol açmıştır (Ağaoğlu, 2006: 41). Başka bir anlatımla, sitenin savunmasına yapılan katkı, tüm özgür yurttaşları siyasal haklara kavuşturmuştur. Daha önce, gelir düzeyine göre dört guruba ayrılan ve statüsüne göre siyasal hakları olan yurttaşlar, halk meclisinde/ ekklesia/ εκκλησίας του δήμου da eşit olarak temsil edilmeye başlanmıştır. Karar alma sürecinin doğrudanlığı tüm yurttaşların kendilerini ilgilendiren siyasal konularda düzenlemeleri, bunları hep birlikte yapmaları anlamını taşımıştır. Sitenin bu ifade özgürlüğünün ve siyasal katılımcılığın ağır bastığı siyasal oluşumunun sitede yaşayan yurttaşlara konuşma ve ikna yeteneğinin ne denli önemli olduğunu göstermiştir. Site’nin siyasal yapısı içinde konuşmak ve tartışmak yurttaşlara tanınan temel haktır. Siyaset ise konuşularak yapıldığı için, siyasal alanın gelişmesinin de ilk dinamiğini oluşturmuştur. Toplumsal bilginin ve siyasal kültürün, yurttaşların etkileşimi ile oluşması, siyasal alanın ve doğrudan demokrasi deneyiminin önemli bir özelliğidir. Kültürün sözlü kültür olması da, bir başka önemli özelliklerden biri olmuştur. Yurttaş etkileşiminden polis kimliği oluşmuştur.
Polis de sadece bir kent değildir. Atinalılar, sitede yaşayan yurttaşı uygarlığın simgesi saymış, diğerlerini barbarlıkla suçlamışlardır. Yurttaşların etkileşimi kamusal yaşamın kültürel yapısıyla sürekli bir biçimde güçlenmekteydi. Tiyatro, şiirsel anlatıya, müziği ve dansı ekledi. Felsefe, sanat ve spor üzerinde yükselen Atina’nın gündelik yaşamı, yurttaşlara ait oldukları bütün ile gurur duymalarını sağlıyordu. Yurttaşlığın oluşan ilk biçimi bir hak olduğu kadar siyasal katılımı bir görev olarak sunuyordu. Aristotales’e göre; “toplum bireylerden oluşur; çünkü insan doğuştan bir zoon politikon’dur/ toplumsal-siyasal bir hayvandır(Ağaoğlu, 2006: 340). Siyasal bir konu üzerinde karar almak için, öncelikle iki tarafın kendi düşüncelerini yurttaşların çoğunluğuna kabul ettirmeleri gerekecektir (Theodorapulos, 2004: i) (11).
Sofistlerin siyasal konuşmanın önemi üzerine yaptıkları vurgu, aslında, polis’in iki temel özelliğinden biridir. Bunlardan ilki, yasalar önünde eşitlik anlamına gelen isonomia kavramıdır. Bu kavram, yasalar önünde yurttaşların eşit olmasını temsil eder. Statüleri ne olursa olsun tüm yurttaşlar yasalar önünde eşittir. Diğeri ise, günümüzdeki ifade özgürlüğüne denk gelen isogoria dır. Yurttaşlar, kamusal yaşamı ilgilendiren konularda düşüncelerini özgürce ifade edebilmelidir. Bu iki kavram da, günümüz demokrasilerinin iki önemli temelini oluşturmaktadır. Bunlar; yurttaşların yasalar önünde eşitliğince temellendiren hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğüdür.
II
Retoriğin beslendiği en önemli alan felsefe olmuştur. Felsefe, uzun bir sure retorikle her hangi bir alışverişi kabul etmemiştir. Yunanlı filozof Platon, demokrasiyi ve hocası Sokrates’in ölümünden sorumlu tuttuğu sofistleri birçok konuda suçlamıştır. Bunlardan biri de, sofistlerin değer sisteminin olmadığı ve her türlü düşünceyi savunabilmeleridir. Platon, retoriği, bu inandırma tekniğini uygulayanların gerçek bilgiye saygı duymaksızın, ikna yollarını aradıkları için, reddetmişti. Kendi üstünlüğünü kurmak isterken, kitlenin hoşuna gitmek isteyen hatip/söylevci, iktidar arzusunun kölesidir ve tümüyle sahte değerler üzerinden işini görmektedir. Eğer, şiir ideal devletten nasıl kovulmuşsa, retorik de bu sürgünden payını almalıdır (Aristoteles, 2001: 9).
Platon, yapıtlarını diyaloglar biçiminde yazmıştır. Bu diyalogların büyük bir kısmı ustası Sokrates ile farklı sofistleri tartıştırdığı diyaloglardır. Gorgias da, bu diyaloglardan biridir. Diyalogda, Sokrates, bir sofist olan Gorigias ve öğrencileri ile tartışır. Gorgias, Atinalı olmayan Atina’ya Sicilya’dan retorik öğretmeye gelmiş bir sofisttir. Atina’da şöhret ve servet kazanmıştır. Diyalogda, Sokrates, Gorgias’a öğrettiği şeyin ne olduğunu sorar. Gorgias, retorik sanatı olduğunu söyleyince, bu sanatın ne ürettiğini sorar. Platon’a göre, iknanın kendisi bir ürün değildir. Ona göre, retoriğin ve demokrasinin tehlikesi demagogların halkı kandırmasıdır (Platon, 1999) . (12) Sofistler ile olan bu karşıtlığı, aslında, günümüzde demokrasi tartışmalarının da temelini oluşturmaktadır. Bu tartışma, bir karşıtlık üzerine kuruludur. Bir tarafta ortak iyinin bulunmasının siyasal konuşma ile sağlandığı demokrasiler; diğer yanda kamusal iyinin teknik bir sürece indirgendiği totaliter rejimler (Aristotales, 2001: 10) .(13)
Platon’un zihninde canlandırıp, tasarlamış olduğu bu retorik türü, ancak kendi düşüncelerini yakından bilen, kendi okulunun bir üyesi tarafından ortaya çıkarılabilirdi. Bu işlevi yüklenen de Aristotales olmuştur.
III
Platon’un öğrencisi Aristoteles, hem siyaset yapmayı hem de böyle bir siyasal yapı içinde bulunmayı erdem saymaktadır. Siyaset, agorada yurttaşların bir araya gelmesi ile gerçekleşir. Ticaretle gelen zenginlik, kamusal konuşma ile gelen saygınlık, yurttaşlar arasında eşit dağılmadığı, için bir takım farklılıkların ortaya çıkmasına neden olur. Özünde iknaya dayanan konuşma yeteneği, bu farklılığı yaratan en temel ögelerden biridir. Başta Atina olmak üzere diğer Yunan sitelerinde de eğitim, okul yerine kişisel hocalarla sağlanmaktadır. Eğitim, sanat, spor ve felsefe temelli gerçekleşmektedir. Varlıklı aileler, çocuklarını kamusal yaşama hazırlarken, bu eğitimleri kamusal konuşma ve ikna için biçimlendiren hocaları tercih etmeye başlarlar. Artık, kamusal saygınlık ve zenginlik, kişisel becerilerin gelişimi ile, elde edilebilecek bir özelliktir. Atina’da odaklanan bu değişim akımının nedenleri, her şeyden önce artan bir zenginlik, kent yaşamına yönelişti. Özellikle hitabet/söylev gibi demokratik bir yönetimde başarılı bir meslek yaşamıyla yakından ilgili sanatlarda, daha yüksek düzeyden bir eğitime duyulan gereksinim idi. Oysa, bu değişmenin başlatılmasına önayak olanlar, satın alabilenlere öğrenim satarak, yaşamlarını kimi kez oldukça yüksek bir düzeyde kazanan ve Sofistler diye bilinen gezgin öğretmenlerdi (Sabin, 1969: 23).
Bu arada Aristotales, retorik sanatı’nın/ Τέχνη ῥητορική/ Ars Rhetorica, tüm bileşenlerini bir araya toplayacak, ona açıklık getirecek, ve siyaset arasına yerleştirip, ama ona şiiri de bağlayarak tamamlayacaktır. (14)
Aristotales’e göre, retorik, diyalektiğin bir dalıdır. Ne retorik ne de diyalektik başlı başına bir konunun bilimsel bir incelemesi değildir. Her ikisi de kanıtlar sağlama yetisidir. (Aristotales, 2001).
Aristotales, retorik üzerine ilk dersleri, Platon’un yaşamış olduğu bir dönemde, hala kendini Akademinin bir üyesi olarak kabul etmiş olduğu bir sırada vermişti. Bu bir anlamda hocalarına meydan okuma olduğu kadar; retorik sanatını, hem daha esnek, hem daha ayrıntılı duruma sokmuş olan ve retorik eğitimine, liberal eğitimin bir eş anlamlısı, aynı zamanda görkemli siyasal bir kariyere giriş olarak bakan, Atina Okulu’nun ünlü lideri, Sokrates’in yüzüne de çarpılmış bir eldivendi. Çünkü Aristotales’in Retorik’in açılış bölümü, bu ilk kurslara dek uzanıyordu. Burada, hemen günün geçerli sistemlerine karşı bir saldırıya girişir, bu sistemlerin bir tartışma öğretisi yaratamamış olmalarını ve tüm dikkatlerini coşkusal çekicilik üzerine toplamalarını kınar. Platon’un bir methiye sanatı ya da ne pahasına olursa olsun, inandırma tekniği olarak retoriğe karşı polemiğin de ortaya koyduğu, aynı aşağılamayı, aynı horgörüyü sergileyerek, hocası ile aynı düşünceyi paylaştığını da vurgular (Aristotales, 2001).
Aristotales’in bu biçimde geliştirerek ortaya koyduğu retorik, büyük kabul görmüş, Atina Site’sinin sınırlarını aşarak, bir taraftan Mekodanya, diğer taraftan Roma’ya ulaşarak propaganda ile buluşmuş, siyasal alanın vazgeçilmez bir ögesi olarak, etkilerini günümüze dek taşımıştır.
Mekodonyalı Filip Döneminde Propaganda ve Siyaset
Retoriğin bu biçimde gelişmesi, sistematik bir yapıya bürünmesi, ister istemez propagandayı da etkileyip, geliştirmekte, onu biçimlendirmektedir. M.Ö. IV. yüzyılın yarısına geldiğimizde, Antik Yunan’da Mekodanya’nın geliştirmiş olduğu, küresel bir propagadadan söz edebiliriz. Her Yunan sitesinde ve Atina’da geniş bir propagandanın yürütüldüğü barış yanlısı bir parti oluşturulmuştu. Bu pasifist hareket, Yunanistan’ın fethi sırasında Mekodonyalı Filip tarafından güvence gibi kullanılmıştı. Bunu, özellikle Atina içinde ve kamuoyu üzerinden yapmaya özen göstermişti. Filip, siyasetçileri satın almıştı. Bu temelde psikoloji hareket noktalarını ve kanaat önderlerini ele geçirmek demekti (Ellul, 1976: 25; Huyghe, 2010). Filip’in propagandasının bir başka yönü, sitelerde, çok güçlü ve birleşik kamuoyu oluşturulmasını önlemek için, siyasetçiler arasında küçük farklı guruplar yaratmıştır. Aynı biçimde, propagandada korkuyu kullanmıştır. Kendisine karşı direnen site halklarını acımasızca cezalandırmış, bunun haberlerinin, diğer sitelerde yayılmasını sağlamıştır. Bu ince, stratejik taktik ve iç psikolojik işgal ile, Atina’nın tüm sitelerini, aşamalı bir biçimde birbirinden ayırıp, kendine bağladı. Bu dolaylı eylem, Pythian Oyunlarının varlığına, Delfi tapınağının yönetimine, Amphiktyonik kuruluna atanmak için özen göstermesi, onun kaygılarının bir sonucu, aynı zamanda askeri harekâtın psikolojik bir hazırlığı olduğunu da kanıtlamaktadır. Tüm bunlar, prestijli, kilit konumlardı. Kamuoyu üzerinden psikolojik bir çalışma ile, tüm Yunan sitelerin birliğini gerçekleştirmeyi başarmıştı. Askeri operasyonlar, yalnızca işlerlik aracı olmuş, yapılması gereken, daha önce, propaganda ile, zaten büyük ölçüde sağlanmıştı (Ellul, 1976: 25).
Tüm bu çarpıcı örneklere karşın, M.Ö. IV. yüzyıldan sonra propaganda sistemi çok daha karmaşık bir biçimde kendini göstermişti. Kısacası propaganda Yunan demokrasilerinde, hep sıradışı olmuştu. Büyük kitlelerin yokluğu, bir anlamda propagandanın doğasına aykırıydı (Sabin, 1969: 23.) Bu nedenle, bu dönemi çalışan birçok yazar, Antik Yunan sitelerinde propaganda sözcüğünün kullanımı konusunda, kendini oldukça, kısıtlamak zorunda hissetmiştir. Gerçekten de Antik Yunan’da yukarıda vurgulamış olduğumuz, çarpıcı olaylar dışında, propaganda ile ilgili gösterebileceğimiz çok fazla kanıt yoktur. Ancak, site devletini oluşturan, yöneten ve yönetilen sınıflar, özellikle de siyasal iktidarın çıkarları ve varlığını sürdürebilmesi açısından, siyasal iletişimin tüm ögelerinini yanında, bir ikna, inandırma, etki altına alma, hep olagelmişti. Bunun için de, mitolojiden siyasal düşünceye, savaşlardan destanlara, anıtsal yapılara dek, her olgu ve öge retorikten ve propagandadan da yararlanılarak, agoralardan, tiyatrolara, stoalardan, hamamlara dek, tüm kamusal ve kutsal alanlar mekân seçilerek kullanılmıştır. Bu nedenle, Antik Yunan kentlerinde, propaganda, siyasal iletişimin bir uç tekniği olarak kutsal ve kamusal alanlarda, anıtlarda, ya da buralarda kullanılan retoriğin etkisinin gölgesinde kendini gizlenmiştir (Ekinci, 2016).
Antik Roma’dan Cumhuriyet ve İmparatorluğa İletişim ve Siyaset
Roma İmparatorluğu/Imperium Romanum en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km² büyüklüğündeydi.(15) Avrupa tarihi klasik antik döneminin en geniş imparatorluğuydu. Bu geniş topraklarda, yüzlerce dilin konuşulduğu, yüzlerce kavmin bulunduğu Roma barışı/Pax Romanum adı verilen siyasal bir sistem, Romalılar tarafından oluşturmuş bulunuyordu (Grimal, 1993) Antik Roma yolları, hem bu sistemin, hem de Roma düşünce ve ideolojinin yaygınlaşmasında, kısacası, Roma İmparatorluğu’nun büyüyüp gelişmesinde zorunlu bir öge olmuştu. Bu yollar sayesinde, Romalılar orduları için, güvenli, hızlı, hareket alanı sağlamışlardır. Bu yollar aynı zamanda haberleşme ve iletişim için kaçınılmaz olmuştu. Roma’nın elindeki en etkili iletişim ağlarını oluşturmaktaydı. Ekonomik gelişme bakımdan ise, Antik Roma Yolları Roma yiyecek ve mal ticaretinin gelişmesinde ve çok geniş bir alanda bu mallarının yayılıp dağıtılabilmesini sağlamıştır (Chevallier, 1972.). (16)
Bu geniş topraklarda, kurulmuş bulunan bu imparatorluğun ve bu sistemin, bu sistemde yeralan kavimlerin, devletlerin yönetimi için, güçlü bir siyaset ve güçlü bir iletişim kaçınılmaz olarak kendini göstermekteydi. Bu bağlamda; Antik Yunan’da geliştirilmiş bulunan propagandanın tüm olgularını, nispeten yeni özellikler yüklenmiş, kendine özgü bir tekniğinin kurumsallaştırıp, sunulmuş bir biçiminde, toplumsal yaşamın tüm ögeleriyle birlikte, Roma’da rastlamak mümkündür (Ellul, 1976: 27). Antik Yunan’da olduğu gibi, siyaset, retorik ve propaganda birbirinden beslenmekteydi.
I
Romalılarda, belagat/retorik/güzel konuşma sanatı, Antik Yunan’ın da etkisiyle, kamusal yaşamın önemli bir parçası haline gelmiş bulunuyordu. Yunan retorikçileri, burada öylesine büyük bir itibar sahibi olmuşlardı ki, bunlar arasında bazıları kendi okullarını kurmuşlardı. Retorik, sözlü ve yazılı anlatımın, insanlığın “humanitas” ayrılmaz bir parçasına dönüşmüş, bireye yansıyarak, yükselmesine neden olmuştu. Roma retoriği, pratik bir yaklaşım benimsemesine ve kurgul ve kuramsal yansımalarına karşın, Yunan temellerine geniş ölçüde sadık kalmıştır. Bununla birlikte, gerçekte, Romalılar, Yunan düşüncesine, yeni hiç bir şey getirmemişlerdir (Robrieux, 1993: 13). Roma için hukuk, hep felsefeden önce gelmiştir.
Antik Yunan’da siyasal iletişimin temel aracı konuşmaydı. Konuşma da retorik aracılığı ile, güçlü bir konuma ulaşmıştı. Roma’da sözün yanına bir araç daha eklendi: Yazı. Roma’da özü konuşmaya dayanan retoriğin kuramı bile yazılı hale geldi. İki yetkin hatip/söylevci Çiçero ve eğitimci Quintilien, retorik tarihinde en önde gelenleri olarak kabul edildi. Roma’nın bu iki ünlü retorik ustası Çicero ve Quintilian, retorik sanatı üzerine kitaplar yazdı (Stron, 2010: 311-312) . (17)
İlke olarak, söylev, toplumun yaygın görüşünü etkilemek için, bir kararın alınmasında, halka çağrı yapıyordu. Tiberius Gracchus’ten sonra, halka dönük bu çağrılar, yasaların uygulanması, hatta kaldırılmasında olsun, Senato üzerinde baskıları harekete geçirmekte etkili olmaktaydı. Dolayısıyla, söylev adeta halkı kışkırtmanın bir aracı olmuştur. Aynı zamanda, halkın desteğini kazanmak için, bir siyasetçi tarafından sunulan yasa önerileri, propaganda araçları arasında yer almıştır. Sonra, seçim propagandaları, aynı zamanda oy için söz verme ve tehditler, her yurttaş üzerinde baskı oluşturuyordu. Ayrıca, adayların niteliklerini ele alan övgüler ve seçim vaatlerini içeren, afiş biçiminde hazırlanan yazılar, günümüz seçim afişlerini anımsatmaktaydılar. Bunların yanında, edebiyatın kullanılmaya başladığının da altını çizmemiz gerekir. Cesar’ın çeşitli yazı ve yorumları incelendiğinde, bunların gerçekte birer propaganda çalışmaları olduğu görülecektir. Cesar olayların tarihi ve hatta kendi portresinin yaratılmasında, oldukça başarılı olmuştu (Ellul, 1976: 27-28).
II
Roma’da propagandanın en önemli araçlarından biri de, partilerdi. Parti, siyasal suikastte dahil olmak üzere, türlü amaçlar için, bir liderin etrafında guruplaşma olarak ortaya çıktı. Büyük bir aile başkanına bağlı olarak, bu çekirdeğin etrafında başlayıp, yavaş yavaş, partiler oluşmaya başladı. Bu partiler gerçek anlamda, çok üyeye sahip değildi. Bunlar, seçim zamanlarında seçmenlerin belli çıkarları ya da sorunları için harekete geçen, belli bir yapıya ve belli bir örgüte sahiptiler. Bu örgütlerin başındaki siyasi liderler genellikle şaibeli kişilerdi. Bu partiler, birer propaganda makinası gibi çalışırlardı (Ellul, 1976: 28).
Tüm devletlerde olduğu gibi Roma’da da para, gücün, siyasal iktidarın temsili anlamında, propaganda aracı gibi kullanılmıştır. Paranın bir yüzünde, ciddi devlet adamı portresi, bir simge, bir slogan bulunmaktaydı. Kamusal alanlarını süsleyen, aynı zamanda paranın yüzüne işlenen devlet adamı büst ve heykelleri, Roma’da rekabet ve çatışmalara neden olacak kadar, etki gücüne sahiptiler (Ellul, 1976: 31-32).
Roma’da başta imparatorluk kültü olmak üzere, dinsel olgular da, birer propaganda malzemesiydi. İmparatorluk kültü, Augustus’un yönetimi altında, sistematik, oldukça esnek ve görünüşte kendiliğinden, ancak siyasal iktidar tarafından desteklenir bir biçimde, İmparatorlukta manevi bir birlik oluşturmak için kullanılmaktaydı. Bunların işlevlerini yapmada yasal ve idari işlemler yetersiz kalmaktadır. Bunun en kolay yolu dinsel olguların yerinde kullanılmasıydı. Ve çoğu kez din, kendi işlevinin tam aksi bir durumunda, ideolojik bir açıdan olayın içine giriyordu. İmparator Constantin ve Julien dönemlerinde bu propaganda, belli bir güce ulaşmıştı. Bu zamanda, dinsel olgu, propaganda aracı olarak ele geçmez iyi bir fırsat olmuştu. Ama bu kısa süreli de olsa bir canlanma yaratmıştı (Ellul, 1976: 29-30). (18)
III
Tüm bu işler için, Roma’nın, kitaplara ve siyasal imparatorluk kamusal iletişimi için çok miktarda papürüse gereksinimi vardı. Bu nedenle, Roma, Mısır’ın papirüs teknolojisini tüm imparatorluğa yaydı. Papirüs, Mısır’da üretilen bir bitkiydi. Boyu iki ile üç metreye kadar ulaşmaktaydı. Kesilen sapları dövülerek yazı yazmaya elverişli hale getiriliyordu. Papirüs, Antik Yunan, İskender’in İmparatorluğu ve Roma dönemlerinde sadece Mısır’da Nil nehrinin suladığı topraklarda yetişmekteydi. Taş üzerine yazılan yazıyla kıyaslandığında taşıması ve saklanması çok kolaydı. M.Ö. 3. Yüzyılda İskenderiye kitaplığında 20.000 adetten fazla el yazması olduğu söylenmekteydi. Yazının, yazı ile birlikte, Latincenin ve Roma kültürünün ve gücünün, kitap ve siyasal metinlerle yaygınlaşmasında bir diğer, önemli bir öge ise, parşömendi. M.Ö. 2. yüzyılda Mısır’dan papirüs ihracatı sınırlanınca Bergama Kralı, hayvan derilerinden üretilen parşömeni üretmiştir. Bergama’dan bütün dünyaya yayılmıştır. Papirüs ve parşömen, Roma’da birlikte kullanılmıştır. Roma bürokrasisi yazı teknolojilerinden büyük oranda yararlanmıştır. Roma, üç kıtaya yayılan imparatorluğunun egemenliğini, geliştirdiği yazı teknolojisi, posta sistemi ve yolları ile sağlamıştı (Yaşın, 2013: 13).
IV
Roma, Antik Yunan’ın kültürel mirası üzerine kurulmuştu. Yunanca yazılı yapıtlar, Roma’da yaygın bir biçimde okunmaktaydı. Roma, kendine özgü bir felsefe geliştiremedi. Buna gereksinim de duymadığı söylenebilir. Çünkü Roma bir imparatorluktu. Felsefeden daha çok hukuka yönelmesi, geniş topraklar üzerinde çok çeşitli kavim ve dinden insanların yönetilebilmesi için, bu durum kaçınılmazdı. Buna karşın, felsefeyi pratik amaçlar için kullandılar. Siyaset ve retorik eğitimi pratik amaçlar içindi. Aralarında bir yüzyıl olan iki retorik ustası Çicero ve Quintilian retoriği farklı amaçlar için kullandı. Çicero’ya göre, retorik, bir hedef kitleyi etkileme sanatı idi. 106 ve 43 yılları arasında yaşamış, Roma’nın en büyük hatiplerinden biri ve siyaset adamı olan Çiçeron, retoriğe katkıda bulunan birçok kitabı kaleme almıştır. Kitaplarını daha çok uygulamalı siyaset üzerine yazmıştı. Cicero’nun yapıtlarını verdiği dönem, Roma siyasetinin karma yapısının devam ettiği bir dönemdi. Hala, senatoda yapılan konuşmalar, Roma’nın siyasetini doğrudan belirleyebiliyordu. Quintilian’ın retoriği ise, demokratik mekanizmaların ortadan kalktığı imparatorluk dönemiydi. Artık, retorik, daha çok sarayda gündelik yaşam içinde güzel konuşma eğitimiydi. Güzel konuşma saygınlık uyandırmaktaydı. Retoriğin siyasal işlevi eski görkemi büyük ölçüde ortadan kalkmıştı. Birinci yüzyılda Roma’da, 30 ve 98 yılları arasında yaşamış Quintilian, Seneka, ardından, 55 ve 120 yılları arasında yaşamış, (Yaşın, 2013: 13) Tacitus, Cicero düşüncesini sürdürmüşlerdir.
Demokrasinin olmadığı, yurttaşın karar alma süreçlerinin dışında kaldığı siyasal sistemlerde, iletişim teknolojisi ve yönetsel işlevler, propaganda için kullanılmaktaydı. (19) Roma için de durum aynıydı. Yüksek İmparatorluk döneminde, imparatorluk kültü emperyal bir propaganda aracı olmuştu. Roma, İmparatorluğu’nun geniş, yol ağından siyasal iktidarlar, propaganda için sonuna dek yararlanmıştı. Yol terminalleri, yol gösterge taşları, bunun için en güzel araçlar olmuştu (Yaşın: 2013: 13).
Roma siyasal yaşamında siyaset, retorik ve yurttaşın varlık nedeniydi ve Roma’nın geleceği için yapılmaktaydı. Bu nedenle, Roma’da Antik Yunanla karşılaştırılamayacak kadar, karmaşık, yaygın, kendiliğinden gelişen duygular, toplumsal sınıfların varlığı üzerine kurulmuş, toplumsal ve ideolojik, özellikte, kışkırtıcı bir propaganda sözkonusuydu. Bu Roma’nın içe dönük, kendine özgü odaklaşmış bir propagandasıdır. Özellikle, toplumsal muhalefeti aşmaya dönük, toplumu sisteme bağlamak için, Çiçeron tarafından, tasarlanmış bir propagandadır. Hatırı sayılır bir ideolojik kapsama sahiptir. Tüm Romalıları etrafında toplayan söylenceler/mitler yaratmayı amaç edinmiştir. Bunlar, parti ve toplumsal gurupların üzerinde yer alan, tarihsel anlam taşıyan, Cumhuriyet söylenceleri; Roma’nın kuruluş söylencesi, Roma’nın kökenleri ile ilgili söylence olup, ordunun değerini de geride bırakarak, Roma’nın onur ve görkemini yükseltmektedir. Bunun yanında, tümüyle siyasal olsun, seçime, yandaşlığa dönük, yalnızca bireysel nitelikli olsun, değişik içerik türüne sahip, propaganda, Roma tarafından geliştirilmişti. Bu, bir liderin kişiliğine dayanan, yukarıdan aşağıya, düşey bir propaganda türüdür. Gündemdeki, mevcut tutkularla oynamaktadır. Burada kitlenin sistematik bir kullanımı söz konusu değildir (Ellul: 28-29). (20)
Her ne kadar, Jacques Ellul, söz konusu yapıtında, bayramları, festivalleri, zafer geçit törenlerinin propagandada kullanımı konusunda daha kuşkucu bir yaklaşım sergilese de; kanımızca, kamusal alanda gerçekleşen bu etkinlikler, bağlılık duygusu ve siyasal kimliklerin oluşumunda, siyasal iletişimin bir ögesi olarak, son derece önem taşımaktadır. Görüldüğü üzere, Roma’da propagandanın çok daha ötesinde, dahası, propagandayı da kapsayan bir siyaset ve iletişim örgüsünün varlığı, geniş ölçüde kendini göstermekteydi.
Roma’nın Cumhuriyet döneminden başlayarak, propaganda ağırlıklı bir biçimde, dışa dönük yapılmaya başladı. Roma, yakın komşuları öncelikli olmak üzere, gücünü hissettirmek, etkisini artırmak için, propagandadan en yoğun biçimde yararlandı. Propaganda, bu kavimler üzerinde Roma üstünlüğü kanaatini uyandırmak amacı ile yapılıyordu. Bu inancın bir sonucu olarak, bu kavimler kendiliklerinden Roma sistemine entegre olmak isteyecek ve kendilerini buna adayacaklardı (Ellul, 1976: 29-31).
Roma’nın bu yönde kullandığı, federasyon için birinci yöntem, büyük bir destek propagandası kullanarak, sitelerin, bağımsız kalması, iç işlerinde otonom bir yönetime sahip olmasıdır. Yetenekli bir siyasetle, birçok site ele geçirilmiş, ezilmemiş, ama federasyonun bir üyesi durumuna getirilmiştir. Bu yöntemle İtalyan sitelerini bağlayıp, birbiriyle ilişki kurmalarına engel olup, her birinin doğrudan Roma ile ilişki kurmaları istenmiştir. Birlik, genellikle askeri bir plan üzerinde kuruluyor ve çok güçlü bir merkezi propagandaya gereksinim duyuluyordu. Her site Roma’ ya askeri birlik sağlardı. Bunun içindir ki, siyasal ve ekonomik anlamda, bu sitelerin iç yaşamında, Roma ne pahasına olursa olsun, kendini vazgeçilmez kılmak zorundaydı. Bu çabaların sonucunda, Roma tüm Latinler için ortak bir hukuk oluşturmuştur (Ellul, 1976: 29-31). Bu biçimde, hem merkeze olan bağlılık duygusu güçlendirilmiş, hem de ortak bir Romalılık duygusu ve kimliği oluşturulması düşünülmüştür.
Diğer yöntem, psikolojik eyleme dayanıyordu. Koloni, gerçekte, yalnızca orduya dayalı araçlarla gözetim altında tutulmazdı, toplumsal krizlerde de Roma çözüm ve uzlaşmaya öncelik verilirdi. Burada, söz konusu olan, yabancı kavimlerin ortasında, cazibe merkezi gibi, bir tür Roma sitesinin yaratılmasıyla, kavimlerin sisteme entegre edilmesi düşünülmüştü. Bu Roma yönetiminin, siyasal örgütlenmesinin bir üstünlüğüydü. Değişik statüleri kabul etmiş bulunan koloninin komşu kavimlerin de, bu ayrıcalıklı durumu görmeleriyle, Romalılar kendilerini sevdirmeyi, kendileri için bir istek yaratmayı, siyasetlerinin temeli haline getirmişlerdi. Bu biçimde, tüm sempati ve istek uyandıran bu siyasal ve hukuksal statüler bir anlamda, Roma’ya boyun eğmiş kavimlerin, sistemle kolayca bütünleşmelerini kolaylaştırmaktaydı. Burada göz önünde tutulan, siyasal ögelerin, davranışların Roma tarafından belirlenmesi, yer almış oldukları toplumsal ve siyasal basamakların sabitlenmesiydi. Ama bu durum, tekil siyasal bir uygulamadır. Romalı yetkililerin almış olduğu kararlara ve duruma bağlı olarak, bazı değişiklikler gösterebilmektedir. Bir anlamda, kavimler kendi vatanları gibi, Roma’ya daha çok bağlanaraktan, daha yüksek bir kategoriye yükselmek için, kendilerine izin veren, Roma kararlarını beklemekteydiler. Roma’nın, kendine özgü bu siyasasının temeli, duygular üzerine oynamaya dayanmaktaydı. Böylesine devasa bir sistem içinde olmak, ister istemez coşkuyu, sadakati, özveriyi, gururu ortaya çıkarmaktaydı. Diğer bir değişle, burada söz konusu olan ilişki, öncelikle, psikolojik olup, kurumsal yollarla elde edilmekteydi (Ellul, 1976: 31).
V
Romalılar için, sanat ve siyaset iç içe girmiş, biriyle ilişkilendirilmiştir. Emekleme döneminde Roma sanatının kalbini oluşturan, anıtlar insanların hizmetine ayrılmış olup binalar kamusal gereksinimleri karşılamaktadır. Cumhuriyet ve imparatorluk dönemlerinde, yöneticilerde, sanatın kendi amaçlarını gerçekleştirme yeteneği ve özelliği üzerinde taşıyan bir gücün bulunduğu bilincine sahiptiler. Senato ve imparatorlar, kamusal alanlar, çeşitli heykel ve kabartmalar koyup süslemişlerdi. Yeni görkemli binalar yapmışlar, eskilerini ise onarmışlardı. Bu işler için hemen her dönemde sponsorluk her zaman yaygın bir kamusal eylem olmuş, bir yazıtla, sponsorun anılması, bu eylemin açıklaması yeterli görülmüştür. Onursal heykellerin gerçekleştirilmesi, Senato’da normal olarak oylanması, ilan edilmesi, M.Ö. I. yüzyılın başında uygulanmaya başladı. Sulla ve daha sonra Pompeu propaganda tekniklerini kendilerini yüceltmek için kullanmaktaydılar. Jules Cesar ise, bu imparatorlar içinde bu sanatı kullanan en iyi ustalardan biri olmuştu (Andrew, Ramage, 1999: 15-16).
Anıtlar, aynı zamanda, bir propaganda aracı olarak kullanılan kabartmalara sahipti. Kimi zaman toplumsal ahlak değerlerini anımsatır, kimi zaman da bir zaferi bir kahramanlığı ortaya koyardı. Bu özellikler Hadrianus döneminde fetihleri, av sahneleri, dönemin toplumsal değerleri, kötü vahşi barbarlar hep bu anıt kabartmalarında kullanılan propaganda konuları olmuştur (Andrew, Ramage, 1999: 15-16). Romalılar, devletin kurumsallaşmasının ardından, çok eski dönemlerden başlayarak, Anıtsal kemerli takları da önemli yol kavşaklarında, kamusal alanlarda oldukça yaygın bir biçimde kullanmışlardır. Anıtsal kemerli taklarda görünümün önemini belirleyen heykel olması, onu diğer onursal anıtlardan temelden ayırmaktadır. Bunların simgesel işlevlerini belirleyen ayrıntılı törenler olmuştur. İlk onursal taklar/kemerler Dedicate ailesi tarafından yaptırılmış olup, bu gelenek Cumhuriyet Dönemi’ne dek uzanmaktadır; at üzerinde özel konumda, sıradan insanlardan ayrılmış bir biçimde tanrı ya da önemli kişileri heykel ya da kabartmaları bu takların en başta gelen süslemeleriydi. İmparatorluk döneminde, imparatoru yüceltmek ya da imparatorun yakınlarından birini, bir generali onurlandırmak için daha karmaşık anıtsal kemerli taklar yapılmıştır (Andrew, Ramage, 1999: 15-16). Bazı onursal Roma anıtları, bir kolon ya da bir kolon gurubu üzerine önemli bir kişinin heykelinin yerleştirilmesi ile oluşmaktadır. Bu tür onursal Roma anıtları, bir günün, bir kişinin ya da bir olayın anısını toplum içinde yaşatmak ve canlı tutmak için tasarlanmıştır.
İmparatorluk kolonları, bir zenginliğin ve olağanüstü bir boyuta ulaşmaktadır. Bunlardan en dikkat çekici olanı, Roma’da üzerine heykeltraş Apollodorus tarafından Trajan bedeninde, Aziz Peter heykelinin yerleştirilmiş kolonlu anıttır (Andrew, Ramage, 1999: 1516).
Bir başka sanatsal propaganda aracı da imparator heykelleridir. İmparatorluk heykelleri, ya büst ya da tüm bedeni ortaya koyacak biçimde, Yunan heykel tarzının kopya edilmesiyle ortaya çıkmıştır. İmparatorluk heykelleri, kentin işlek caddelerine, kamusal alanlara, galerilere, kütüphanelere, 2.60 m. boyunda devasa olarak, halkın dikkatini çekecek biçimde yerleştirilmiştir. Kullanılan malzeme ise, granit, beyaz mermer, büstlerde kimi zaman da gümüşten yararlanılmıştır (Andrew, Ramage, 1999: 15-16). Bu biçimde kitleler üzerinde siyasal iktidarın gücünü hissettirmek amaçlanmaktaydı.
Sonuç
Daha sonra ki yüzyıllarda, özellikle M.S. III. yüzyıldan başlayarak, Roma’nın güç kaybetmesine koşut olarak propaganda da, belirgin bir biçimde, eski hızını ve önemini yitirmeye başlamıştır. Ama kurumsal bir yapıya dönüşmüş, aynı olgular, etkilerini de büyük ölçüde yitirmişlerdi. Bunun yerini, kendilerine, Latince panegyrista, Antik Yunan’da πανηγυριστής/panêguristês, denen, bayram ve festivallerde boy gösteren, belli ağırlıkları olan, övgü yazarları almıştı. Bu övgü yazarlarının bir başka özelliği de retorik ile siyaseti bir araya getirmiş olmalarıydı. Bununla birlikte, övgü propagandası, paganların bir propaganda sorunu olarak kendini göstermiş, Roma’nın hıristiyan imparatorları tarafından pagan yazarların yapıtları yığınlarla yakılmıştı. Bu durum, İmparator Constantin’in çaba ve dönüşümleriyle, entellektüellerin ve senatörlerin bir olayı gibi algılanmaya başladı. Daha sonra, bu etkili propaganda, siyasal nitelikli kararların dışında, entellektüel tartışmalar kapsamında kaldı (Ellul, 1976 : 31-32; Methy, 2000: 365-411).
Roma’nın siyasal sistemi Atina gibi demokratik “polis”lerden her zaman farklı olmuştu. Siyasal sistem, karma bir özellik taşıyordu. Senato, sisteme aristokratik bir özellik, halk meclisi ise demokratik nitelik kazandırıyordu. Ama hiçbir zaman yurttaşlar, özgür de olsalar, siyasal katılım bakımından, Atina’da olduğu gibi eşit olmadı. Yönetimin imparatorluğa dönüşmesi ile birlikte, yurttaşların siyasal hakları ortadan kalktı. Kentsel yaşam içinde Romalı yurttaşlar, Roma İmparatorluğu yıkılana kadar varlıklarını bu koşullarda sürdürdüler (Yaşın, 2013: 13-14).
Notlar
1- Olaya bu bağlamda yaklaşacak olursak, burada bir başka iletişimcinin Prof. Dr. François Bernard Huyghe’un da adını anmamız gerekir. İletişim ve enformasyon bilimleri alanında araştırmalarıyla tanınan, bu alanda diş dolduran birçok yapıta imzasını atan Huyghe, kendi internet sitesinde yayınlamış olduğu ”Retorikten Propagandaya” başlıklı makalesinde de konuya aynı bakış içinden yaklaşmaktadır: “Devlet ya da siyasal iktidar, bir uygulamasını inandırmak için, Hobbes’un Devlet Yönetimini/Laviahant’ını beklemek zorunda kalmamışlardır. Siyasal otorite, kendi anlatımında, şeytanlaştırma ve yüceltme gibi, çevresini saran aygıt içinde, zaten öteden beri varolan, hazır ki döneme özgü ögeleri, ortaya çıkarmakta ve kendini adamaktadır. Bu biçimde, sayısız yazılı papürüs ve Mısır tapınaklarının duvarlarını süsleyen resimlerde, M. Ö. 1286 yılında, Fravun II. Ramses, Hititlere karşı kazanmış olduğu Kadeş savaşını kutlamaktadır. Hikaye, Mısır askerlerinin geri çekiliyormuş gibi davranarak, sürpriz bir atakla düşmanı nasıl çökerttiğini, bir ayrı bölüm içinde de, çağdaş savaş ve enformasyon ilkelerini bilenleri zehirlemek için, Hititlerin casus kullandığını, Mısır askerlerinin paniklemeye başladığı, ama Ramses’in yalnız başına düşmana yüklendiği, askerlerini canlandırdığını ve sonuç olarak tarihsel bir zafer kazandığını bize anlatmaktadır. Mısır üzerine çalışan uzmanlar, bu kahramanlık sürüm gücünü yaratan şeyler üzerinde kuşku duyup, düşünmek ve araştırmak yerine, yalnızca Mısırlıların, kararsız bir savaş sonrasında imzalamış oldukları antlaşma imzaladıklarından söz etmektedirler. Ama II. Ramses’in iletişimin ilkelerini anlamış olmasının nedense pek az önemi vardır. O kendi yüzünü, kendisini göklere çıkarmakta, Tanrıların desteğini özellikle Amon’un desteğini aldığını ileri sürmekte, düşman kral hain ilan etmekte, Fravunun inandığı konularda da zafer vaadetmektedir. Ve özellikle Ramses, tarihin yeniden yaratılmasında birden çok araç kullanılmasına özen göstermektedir: Zaferini epik şiirle anlatmakta, ayrıca mükemmel bir edebi metin içinde, sürekli olarak tekrarlanması gerek duyulmaktadır… Bu propaganda değilse nedir? Sonuçta onunla aynı işlevi yerine getirmektedirSavaş Sanatı adlı ünlü yapıtında, Savaş zamanında Psikolojik savaş ve propagandadan söz eden bir başka yazar da, Sun Tzu’ dur. Sun Tzu’un bu yapıtında kısa bir tarihsel bakış olarak, uygarlıklar ve çok sayıda imparatorluğun yükselişi ve çöküşünde, psikolojik savaş ve enformasyon, propaganda önemli bir yer tutmaktadır. Çinli yazar, büyük olasılıkla, M.Ö. VIII. yüzyıla ait bir yazıtta, savaş başlamadan önce, düşmana korku salmak için, bayraklardan ve müzikten yararlanıldığını belirtilmektedir.
2- Bu tekniklerin etkinlik sırasında birinin, örneğin kimi zaman propaganda, kimi zaman retorik öne çıkmakta, ya da her ikisinin bir arada, birbirini güçlendirmek amacıyla kullanılmaktadır.
3- dipnot yok.
4- Atina’da tiran Peisistratos M.Ö. 540’lı yıllarda yönetimi ele geçirdi. Peisistratos M.Ö. 528/527 yılında ölünceye kadar yönetimde kaldı ve yerine aristokratlar ve Sparta krallarının işbirliği sonucunda M.Ö. 510 yılında Atina’dan kovulan oğlu Hippias geldi.
5 Theseus / Θησεύς Atina’nın efsanevi kralı. Annesinin Ethra, babasının Egeus ya da Poseidon olduğu söylenir. Theseur, İyonyanın başkahramanıydı. Atinalılar onu büyük reformcu olarak kabul ediyorlardı. Attika’nın Atina önderliğinde siyasi bütünleşmesini sağlayan kişi olduğu kabul ediliyordu.
6- Bu davranışıyla kendini Theseus ile özdeşleştiriyordu: “Theseusa gemi bulmak gerekir, ve bu Delos’a büyük güç ve ihtişam verir” diyordu. Bu doğrultuda, İyonyalılar, Atinalı rahiplerin sağlayacağı Atina varlığı ve etkisini, böylece, Delos’ta kabul etmiş olacaklardı. Burada, Peisistratos tarafından kullanılan “yalan haber” psikolojik eylem aracı gibi sunulan somut gerçekleri açıkça görmekteyiz. Diğer tarafından, propaganda konusunda, Antik Yunan’da, binlerce yılın ürünü ve birikimi olan ortak söylencenin/mitlerin önemini, görmemezlikten gelmemiz de, mümkün değildir. Bu kez doğrudan, tiyatro aracılığı ile kullanılmış olması, propagandanın kitlesel etkisini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Antik Yunan’da, etkili araçlarıyla, mükemmellikte, dinsel ve dolaylı bir biçimde, siyasal tekil bir propaganda örneğine rastlamaktayız. Bu, dini merkezli oldukça başarılı olan çift anlamlı/ Δελφικός bir propagandadır. Tamamen ideolojik bir araçla, tüm Yunanistan üzerine etkilerini kurmak için çaba harcayan siyasal grupların ve rahiplerin karmaşık bir birlikteliğinin hemen başında bulunulmaktadır.
7- Bu olayın çok basit bir görünümüdür. Retorik kuramının doğuşu ve doğrudan demokrasiyle bağlantılıdır. Siyaset ve propaganda her zaman retoriğin ayrıcalıklı alanlarından birini oluşturmuştur. Ama bunun için tartışmanın en azından ilke olarak serbest olduğu demokratik bir rejim gerekir. Yine de retoriğin en yoğun olduğu yer, yalnızca genel tartışma alanı değil, oy toplama siyasetine yönelik kaygılardır. Atina’nın siyasal, hukuksal yapısı retoriğin ortaya çıkması için uygun bir ortamdır. Özellikle, retoriğin ortaya çıkmış olduğu, M.Ö. V. yüzyıl Atinası’nda, tüm yurttaşlar askeri görev dışında, yargıçlık gibi her türlü kamu görevini kısa süreli dönüşümlü olarak üstleniyorlardı. Her özgür yurttaş, halk meclisinin doğal bir üyesidir, siteyi ilgilendiren her türlü sorunla doğrudan ilgilenir. Bir dava açılacağında, önce sorun kamu görevlisine iletilir, ardından halktan kurulu bir jüri önünde, davalı ile davacı, doğrudan konuşarak jüriyi ikna etmeye, yanlarına çekmeye çalışırlar; davayı yürütecek bir savcı ya da savunmayı üstlenecek bir avukat yoktur. Davalı kendini savunmak durumunda olduğundan dolayı, kendini daha iyi savunabilmek için belli bir konuşma yetisine sahip olmak zorundadır. Böylece konuşma yetisine sahip olanlar, toplumda sivrilip önder olabilmekte, kamusal alanda kendini görünür kılabilmektedir. İşte böyle bir ortamda, retorik zamanla sanat haline gelebilmiş, değer kazanabilmiştir.
8- Güzel ve etkili konuşmanın, şiirin de sıradan, okuma yazma bilmeyen bir site yurttaşı için bile, yaşamsal önemi vardı. Çünkü başta söz olmak üzere, şiirler, destanlar onun belleği idi, geçmişi ve geleceği idi. Site yurttaşı için retorik öylesine önemliydi ki günlük yaşamının adeta bir parçası olmuştu. Özellikle tragedya, acı, korku, ama aynı zamanda da coşku içerikli temalar ortaya koyarak, site yurttaşının ruhunu olumsuz tutkulardan arıtmak, kötülüklerden uzak tutmak, kalplerini sevgi ve acımak duyguları ile doldurmak amacı güden oyunlardı. Bu nedenle işlenen temaların ve karakterlerin soylu ve seçkin olmasına özen gösterilir. Olayların anlatımını üstlenen oyuncular, bunları kusursuz, etikili birer söylemle şiirsel bir biçimde, izleyicilere aktarırdı. Retorik tekniklerinin tümüyle egemen olduğu bu anlatımda, söylencelerden/mitolojiden ya da tarihten alınan konularla Tanrılar, yarı Tanrılar, Tanrıçalar, krallar, kraliçeler, kahinler gibi, soylu kişiler arasındaki çekişmeler izleyicilere sunulur. Tragedya’nın izleyiciyi etki altına almasının en başta gelen özelliği; işlenen temanın, baştan sona dek ciddi bir hava içinde geçmesi; erdemi ve üstün ahlakı öne çıkarması, izleyicide acıma ve korku duygularını kabartarak, bu biçimde, ruhu olumsuz tutkulardan kurtarma amacı güdülmesiydi. Temaların Söylenceden/mitolojiden ya da tarihten alınmış olması, kahramanların olağanüstü varlıklar olarak ortaya konulması, olayların anlatımında kullanılan söylemlerde egemen olan şiir dilinin son derece üst düzey, ağırbaşlı bir özellik taşıması, kaba söylemlerden sakınılması, izleyici etkilemesi bakımından son derece önemliydi.
9- Platon’un diyaloglarından tanıdığımız Georgias, Sicilya’nın Leotinoi kentinde, yaklaşık 480’li yıllara doğru dünyaya gelmiş, 108 yaşına dek Sokrates ile aynı dönemlerde yaşamış, retoriği Atinalılara öğretmiş, bir sofist olarak kabul edilir.
10- Antik Yunan sitelerinde, demokrasinin egemen olduğu dönemlerde siyaset ve siyasal düşünce hep, retorik aracılığı ile yapılabilmiştir. Bu dönemde retorikten vazgeçilemezdi. Çünkü bu dönemin en etkili iletişim aracı dil aracılığıyla gerçekleşen, söz söyleme ve güzel konuşma sanatıydı. Retorik, en genel anlamıyla, dil aracılığıyla, ikna sanatı ya da tekniği olarak tanımlanabilen bu terim; Latince rhetorica sözcüğünden gelmektedir. Antik Yunan dilinde ῥητορικὴ τέχνη /rhetorike tekhne olarak anlam bulmuş olup, tam anlamıyla konuşma tekniği, iyi konuşma sanatı olarak tercüme edilmektedir.
11- İkna sözcüğü, tutum ve davranış değişikliği veya rıza için iletişim araç ve yöntemlerinin kullanılmasını gerekli kılmaktadır. O dönemin iletişim aracı ise, kamusal konuşmadır. Yurttaşların konuşma özgürlüğü, karar alama süreçlerine diğer yurttaşlarla eşit koşullarda girmesini sağlamaktadır. Siyasal özgürlük, her şeyden önce konuşma özgürlüğü isegoria/ ισηγορίας anlamına gelir. Doğrudan demokrasilerde yurttaş hakları, konuşmak, dinlemek, tartışmak ve onaylamak veya onaylamamak olarak tanımlanabilir. Rıza arayan ve üreten, bu sürecin anahtar sözcüğü ise konuşmadır. Bu durum ise; retoriğin gelişmesi için tüm koşulların oluşmasında önemli bir etken olmuştur.
12- Böylece, demokrasinin en temel unsurlarından olan siyaset ve iletişim arasındaki bağı koparır. Bunun yerine, eğitimle kazanılan kamu çıkarını bilme yetisini koyar. Ona göre, demokrasiler uzmanlığı olmayan kişilerin bilmedikleri konularda karar aldıkları ve kamusal görevleri yürüttükleri bir sistemdir. Bunun yerine, ideal devletinde bilgi hiyerarşisi ile belirlenmiş bir devlet modeli önerir. Onun modelinde toplumun iyiliğini bilmek bir uzmanlık alanına dönüşmüştür. Bu nedenle Platon Faşist devlet modelinin de ilk tasarlayıcısı ünvanına hak kazanmaktadır.
13- Platon, daha sonraki düşüncesinde, gerçekten etkili retoriği ve onun ortaya koymuş olduğu herşeyi toptan suçlayan “Gorgias”’tan çok daha sonraları yazmış olduğu bir dialog olan “Fhaidros” ta, sıradan retorik uygulamalarının bir başka suçlamasıyla, gerçek felsefi retorik için ayrıntılı bir tasarıyı yanyana koymuştur. Bu yeni görüşü, Platon’da “ruhların biçimlerini tanıması” olarak kendini gösterir. Bunlar, bir anlamda kişilik tipleridir. Her ruh biçiminde, ruhun farklı bir parçası egemendir. Bu da, kimilerinin bir coşkunun, diğerlerinin de bir başka coşkunun etkisi altında olması demektir. Platon’un felsefesi, diyalektik düşüncesi, bu coşkusal arzularla ilgilenmeyi, basitlik olarak görmüştür. Çünkü bunlar, insana akıllı bir varlık olarak yönelmektedir. Platon’a göre; işte retoriğin, felsefenin işini tamamlayarak, ona değerli bir yardımda bulunacağı yer burasıdır. Eğer ruhun farklı biçimleri inceleniyorsa ve bunları bireylerde tanımlama noktasına geliniyorsa, felsefi kanıtın, farklı türden insanlara nasıl uydurulacağının da bilinmesi gerekmektedir. Çünkü gerçekten de bu durumda kanıt, dinleyiciye hiç bakmaksızın, ancak tek bir şey olabilir; bir işlem yöntemi ve gerçeğe ulaşma yolu…
14- Antik Yunanda sofistler retoriği bir disiplin olarak öğretmekteydiler. Bu yapılandırma biçimi “ikna becerisi”ni ön plana çıkarmıştır. Bunun aksine Aristotales, retoriğe analitik bir yaklaşım göstermiş, Retorika/ ρητορική adlı yapıtında14 retorik yeteneğinin aslında ikna etmek değil “her bir olayda iknanın mümkün olan anlamlarının keşfi” olduğunu söylemiştir. Bu durumda ikna etmenin üç yolu bulunmaktadır: Mantıksal olarak düşünebilmek; insan karakterini ve erdemini türlü biçimlerde anlayabilmek; coşkuları kavrayabilmek; yani onları adlandırabilmek ve tanımlayabilmek, nedenlerini ve eyleme geçirme yöntemlerini bilebilmektir.
15- Antik Roma, M.Ö. IX. Yüzyılda, İtalya’da kurulan, Roma kent devletinden doğarak tüm Akdeniz’i kuşatan görkemli ve güçlü bir imparatorluğa dönüşen bir uygarlığın adıdır. Yaklaşık 1200 yıl boyunca varlığını sürdürmüş olan Roma uygarlığı bir monarşi oligarşi ve cumhuriyetin bileşimi bir demokrasiye ve sonrada otokratik bir imparatorluğa dönüşmüştür.
16- Latince viae adı verilen Antik Roma Yollarının yapımı askeri, ticari ve siyasal nedenlerle gerekmiş olup, Romalılar bu yollara ağ sistemini yapıp, sonra bakımını sağlamakta büyük deneyim kazanmışlardır. Antik Roma yolları bir bölgeden, diğer bölgeye asker ve askeri malzeme taşımak için yapılmakla beraber bu yollar ana taşıt olarak atlı araba için yapılmıştı. Roma askeri lejyonları bu yollar sayesinde, çabuk ve güvenli bir biçimde, ülke içinden uzak Roma sınırlarına gidebilmekte idiler. Roma İmparatorluğu’nun en parlak zamanlarında antik Roma yolları ağı 85.004 km. karayolunu kapsamaktaydı ve 372 bağlantıdan oluşmaktaydı. Her ne kadar bu yollar imparatorluğun güvenliğini ve düzenini sağlama konusunda bir işlevi yerine getirmişlerse de, diğer taraftan, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünde önemli bir etken olmuşlardır. Romalıların düşmanları olan barbar kavimler, bu yollardan Roma topraklarına gelip yerleşip, yönetimini ele geçirmişlerdir. Roma İmparatorluğu’nun ortadan kalkması ile birlikte, bu yolların çoğu, yüzlerce yıl iletişimi sağlamayı sürdürmüşlerdir.
17- Roma döneminin pek az bilinmesine karşın, Çiçeron’a bağlanan Herennius’a ait Retorik yapıtı, Orta Çağ boyunca, Ondokuzuncu yüzyıl’a kadar, yalanlanmıştır. Söz konusu yapıtın bilinmeyen bir yazara ait olduğu ileri sürülmüştür.
18- Bu tür propaganda İmparatorluğun birliğini amaçlamaktadır. Bir karar almak için, çoğunluğu elde etmekten daha çok, bir katılımın kışkırtılması yeterli olmaktadır. Kendi araçları içinde, Cumhuriyet’in sonu propagandası önemli farklılıklar içerir, oldukça ideolojiktir, bir o kadar da gerçekten uzaktır. Bu propaganda, üniter ve merkezi bir özelliğe sahiptir. Evrensel bir imparatorluğun ve merkezi bir devletin oluşturulması ile ilgilidir. Bu anlamda, görkemli bir Roma ve Romalı yaratılması görüntüsünü, İmparatorluk sonuna dek, kullanacaktır. İnformasyon bu propagandanın bir aracına dönüşmüştür. Büyük olasılıkla, Cesar tarafından Acta Diurna adı verilen bir sistem geliştirilmiştir. İnformasyonun çok çeşitli ögelerini içeren afişleri, özellikle siyasal haberleri, yasa özetlerini, söylevleri, Senato çalışmalarını siyasal iktidar hazırlatmaktadır.
19- Dipnot yok.
20- Ama burada, belki Syllas ve Cesar bunun dışında tutulabilir. Bu propaganda, yaratıcı değildir. Simge ve resimler ortaya koymaz. Propagandanın gücü olarak, şiddet ögelerini, ama, özellikle daha önceden, görünürde var olan verileri kullanır. Eskinin inançlarını ve dinsel söylenceleri yoğun bir biçimde, mevcut duruma uyarlayarak, siyasete malzeme yapıp, yeniden kurgular, yeniden inşaa eder.
Kaynaklar
Açık Tansu: Retorik Kuramının Doğuşu; Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Ankara,1989.
Ağaoğlu Mehmet Ali: Kent Devletinden İmparatorluğa; 5. Baskı, İmge kitabevi, Ankara, 2006.
Aiskhülos: Zincire Vurulmuş Prometheus; Çeviren, Furkan Akdemir, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul,2009. Aiskhülos: Oresteia; Çeviren, Yılmaz Onay, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul,2010.
Andrew & Ramage Nancy H. L’art romain; Traduction.: Dennis Collins Cologne, Könnemann, 1999. Aristophanes: Kuşlar-Bulutlar; Çeviren, Furkan Akderin, Mitos Boyut Yayınları, İstanbul, 2010.
Aristotales: Retorik; Beşinci Baskı, Çeviren Mehmet H. Doğan, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2001.
Arıkan Yılmaz: Açıklamalı Tiyatro Sözlüğü ve Klavuzu; Pozitif Yayınları, 2011.
Amossy Ruth: L’Argumentation Dans Le Discours; Nathan Üniversite, 2000.
Blay Michel: Dictionnaire Des Conceptes Philosophiques; Larousse, CNRS Editions, Paris, 2005.
Chevallier Raymond : Les Voies Romaines ;Armand Colin Paris, 1972
Çevik Adnan: Antik Yunan Tiyatrosu: Atina ve Drama; 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale, 2009.
Egon Friedell: Antik Yunan’ın Kültür Tarihi: Çeviren, Necati Aça, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 1994. Ekinci Necdet: Başlangıcından Günümüze Siyasal İletişimin Temelleri; Birinci Kitap, Hegemonyanın ve Kamuoyunun İnşasında Stratejiler, Olaylar, Olgular, Aktörler, Siyasal Düşünceler, İkinci Baskı Gece Kitaplığı, İstanbul, 2016.
Ellul Jacques: Histoire de La Propaganda; Que Sais-Je? Presses Üniversitaires De France, Paris, 1976 Grimal Pierre: L’Empire Romain; Edition Fallois, Paris, 1993.
Huyghe François Bernard: “De la Rhetorique a la Propagande” 3 Aut 2010
(http ://www. huyghe. fr/actu_137. htm
Keskin Uğur, Büyük Köksal: “Antik Yunan Yazınsal Oyunlarında Yönetim Düşüncesi”: Süleyman Demirel Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 18, Sayı:1, Yıl:2013.
Le Bohec Yann: Rome, Ville Et Capitale, De Cesar A La Fın Des Antonins; Edition du Temp, Paris, 2001.
Methy Nicole:” Eloge rhetorique et propagande politique sous le Haut-Empire. L’exemple du Panegyrique de Trajan”; Melanges De L’Ecole Française De Rome Antiquite, T. 112, 2000.
Meyer Michel: La Rethorique; Presses Universitaires de France, Coll. Que Sais-Je, Paris,2004, Türkçe olarak; Michel Meyer: Retorik; Dost Yayınevi Kitapları, Ankara 2009.
Neill William H. Mc : Dünya Tarihi; Çeviren Alaeddin Şenel, İmge Kitabevi, Ankar, 2003.
Platon: “Georgias” Oeuvres de Platon; Traduites Par Victor Cousin, Tome Troisimeme, BossongeFreres, Libraire, Paris, (http://remacle.org/bloodwolf/philosophes/platon/cousin/g orgias.htm) Türkçesi Georgias Ya da Retorik Üzerine; Çevirenler, Mehmet Rifat, Sema Rifat, Hasan Ali Yücel Klasik Dizisi, Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, İstanbul, 1999; Platon: Georgias; Melih Cevdet Anday, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.
Platon: Georgias Ya da Retorik Üzerine; Çevirenler, Mehmet Rifat, Sema Rifat, Hasan Ali Yücel Klasik Dizisi, Türkiye İş Bankası, Kültür Yayınları, İstanbul, 1999.
Qualter Terence H: “Propaganda Teorisi ve Propagandanın Gelişimi” Çeviren Ünsal Oskay, Siyasal Bilgiler Dergisi, Cilt:35, Sayı:1, Ankara, 1980.
Quintien: Institutions Oratoires; Tome. I, Les Belles Letteres Coll. “Bude Serie Latine”, Paris, 1989
Reşat Nuri Güntekin’in Tiyatro İle İlgili Makaleleri: Hazırlayan, Kemal Yavuz, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul,1976.
Robrieux Jean Jacques: Elemans de Rethorique Et d’Argumentation; Dunot, Paris, 1993.
Sabin George: Siyasal Düşünceler Tarihi; Eski Çağ-Orta Çağ, Çeviren, H. Rızatepe, Sevinç Matbaası, Ankara, 1969.
Stron Wilfried: La Puissance Du Discours. Une Petite Histoire de La Rethorique Dans La Grece Antique et a Rome; Traduction, Slyvain Bluntz, Les Belles Lettres, Paris, 2010.
Şener Sevda: Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 468, Eskişehir 1991.
Thomson George: Aiskhylos Ve Atina; Çeviren Mehmet H. Doğan, Payel Yayınları, İstanbul, 1990.
Theodorapulos V.T.: Atika Retoriğine Giriş; Çeviren, Sema Sandalcı, Arkeoloji ve Sanat, Antik Edebiyat ve Kültür Eserleri Dizisi: 5, İstanbul, 2004
Tzu Sun: L’art de la guerre; Economica, Paris,1999.
Yaşın Cem; “Medya ve Siyaset’ Medya Siyaset Kültür; T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2013.
Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 4, 2016.
İlk yorum yapan olun