Kuşatılan Ortadoğu – Suat Parlar & Atilla Akar


6 Nisan 2004
Büyük Ortadoğu Kuşatması, “Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu Ayağı”


Suat Parlar: “BOP, vahşet ve şiddet vaat ediyor. Çözümsüzlüğü barış olarak sunuyor.”

Bazı yazarlar vardır. Kamuoyu önünde pek görünmezler, TV tartışma programlarının ateşli konuşmacıları arasında da değildirler. Onlar kendi kabukları içinde yaşarlar ve kendi yağlarıyla kavrulurlar! Duruşlarıyla var olurlar. Sadece doğru bildikleri yolda, kendi köşelerinde sessizce yazarlar. İşte Suat Parlar da bu tür yazarlardan biri. Asıl mesleği avukatlık olsa da hiç aralık vermeden kitaplarını yazmaya devam ediyor. Parlar, Ortadoğu ve emperyalizm üzerine yoğunlaşmış bir yazar olarak bugüne dek alanında birçok kitaba imza atmış durumda. Bunların arasında “Petrolün Ekonomi Politiği”, “Silahlı Bürokrasinin Ekonomi Politiği”, “Osmanlı’dan Günümüze Gizli Devlet”, “Kontrgerilla Kıskacında Türkiye”, “Kirli İşler imparatorluğu”, “Ortadoğu’da Yeni Dünya Düzeni”, “Ortadoğu Vaat Edilmiş Topraklar”, “Barbarlığın Kaynağı Petrol”, “Barbarlığın En Yüksek Aşaması ABD” gibi kitapları bulunuyor. Görüldüğü üzere Parlar, hem Ortadoğu’nun petrole dayalı ekonomisi hem de bu coğrafyadaki siyasî oyunlar üzerine adeta uzmanlaşmış bir yazar. Nitekim onun bu birikimi ve konuya hakimiyeti söyleşimize de yansıdı. Suat Parlar bize BOP’un ilginç yanlarını, Türkiye’yi ilgilendiren özelliklerini oldukça çarpıcı bir şekilde özetledi. (1)

Atilla Akar: BOP gerçekte eski bir proje olduğu halde sizce niçin şimdi güncel hale gelmiştir? Projenin, evrimi içinde bugün ayrı bir önem kazanmasının nedenleri size göre nedir? “Yeni Dünya Düzeni” kavramı içindeki yeri nedir?

Suat Parlar: Proje eskidir. Hatta şöyle söylemek gerekir; emperyalizmin Ortadoğu projeleri yüz yıllık bir geçmişe dayanır. Amerika’ya gelince, bu Amerika’nın hegemonya kriziyle bağlantılı bir durumdur. ABD’nin hegemonya krizi ekonomik, siyasî ve ideolojik açılardan hedef ve çözüm olarak Ortadoğu’yu gösterdi. Bu noktada çok basit bir gerekçe var. Birincisi, şu anda dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümü burada bulunmaktadır. Petrolün yüzde 68’i, doğalgazın yüzde 41’i Ortadoğu’da. Bu büyük rezervlerin yanı sıra, petrol ihtiyacının yüzde 32’lik bölümü halihazırda bölgeden karşılanıyor. Bir başka ve üzerinde fazla durulmayan bir nokta da, şu anda dünyanın en önemli yeraltı sularının burada bulunuyor olmasıdır. Ortadoğu’da, akarsular anlamında da büyük bir potansiyel mevcut. Amerika’daki domates fiyatlarıyla petrol fiyatlarını mukayese ederseniz suyun önemini anlarsınız. Domates fiyatları hep petrolden daha pahalıdır. Gelecekte su savaşları yaşanacağından söz edilmesi ve bunun hep bir Ortadoğu vurgusuyla gündeme getirilmesi boşa değildir.

Bir başka nokta da insanlığın en önemli kültürel birikimlerinin Ortadoğu kökenli olmasıdır. Bunu sadece semavî dinler anlamında söylemiyorum. İdeolojik renklilik anlamında, Baasçılıktan Kemalizme, Marksizmin 3. Dünyacı yorumundan liberalizme kadar ideolojilere kendi çeşnisini katan Ortadoğu, tarihin ve ideolojilerin sonunu ilan eden Amerika’nın bir bakıma yenilgiyi kabul etmek mecburiyetinde kaldığı bir siyasî coğrafyadır.

Bunların hepsi bir tarafa, Ortadoğu elbette ki ABD açısından bazı projelere konu oluyor. Tabii ki formülasyonlar eski olmakla birlikte yeni bir veçhe kazanıyor. Bu anlamda Prag’da yapılan toplantıda, NATO Daimî Temsilcisi Burns’ün NATO’nun artık işlevini tamamladığı ve Ortadoğulaşması gerektiği noktasındaki tespitleri ve bunun arka planına ABD’nin şu anda içinde bulunduğu krizi tespit eden çözümlemeleri koyması önemlidir. Bir de şunu söylemek mümkün: Büyük Ortadoğu Projesi olmayan herhangi bir dünya gücü, ne imparatorluk kurabilir ne de bir dünya gücü olarak varlığını sürdürebilir.

Atilla Akar: Yani kendi mantıkları açısından doğru yapıyorlar, diyorsunuz…

Suat Parlar: Son derece doğru bir hedefteler. Dediğim gibi dünyanın en önemli suyolları buradan geçer ve Amerika’nın jeopolitiği buna dayalı bir jeopolitiktir. ABD’nin stratejisi mavi su stratejisidir. Bunu çok iyi değerlendirmek gerekir. Avrasyacılık nasıl karasal bir hareket ise Anglo-Sakson ve Anglo-Amerikan çözümlemeye göre de, jeopolitiğin Amerikanlaşmış şekli esas olarak suyollarını ve deniz yollarını temel alır. Böyle baktığımız zaman da Ortadoğu, limanlarıyla, su yollarıyla, Avrasya’yı kuşatan kenar topraktır. Bunlara; yani Avrasya’nın temel geçitlerine hakim olamayan bir güç -tarihte de böyledir- mümkün değil büyük imparatorluk haline gelememiştir. Ne Helen İmparatorluğu, ne Roma, ne Osmanlı. Meseleyi bir de bu zaviyeden değerlendirirsek Büyük Ortadoğu Projesi, ABD açısından hedefleri doğru tespit edilmiş ve ABD’nin stratejik çıkarlarına, stratejik ihtiyaçlarına cevap veren bir projenin adıdır.

Atilla Akar: Peki neden şimdi?

Suat Parlar: ABD askerî açıdan bir dev ama derin bir hegemonya krizi yaşıyor. Üstelik ekonomik açıdan, artık çözülmekte olan bir güç konumunda. Cüceleşmiştir demiyorum ama eğer böyle giderse, belki de yarım yüzyıllık bir süre içerisinde Britanya’nın akıbetine uğrayacak. Britanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı o müthiş ekonomik kayıp tablosuyla karşı karşıya kalacak. Bütün veriler, ABD’nin teknolojiden araştırma geliştirmeye, verimlilikten istihdama kadar birçok alanda Japonya ve Avrupa Birliği karşısında geriye düştüğünü gösteriyor. Buna bir de dünyanın en borçlu ülkesi olma gerçeğini ekleyelim. Şu anda ABD’nin 9 trilyon dolarlık muazzam bir borcu var. Bütçe açıklan her yıl 500 milyar dolarla istikrar kazanmış vaziyette. Sosyal dokusunda müthiş bir çürüme yaşanıyor. Yani gerileyen bir ABD gücüyle karşı karşıyayız. ABD açısından bunu çözmenin bir yolu var; krizi dışarıya yansıtmak, krizi küreselleştirmek. Krizi ihraç etmek. Bunun askerî, ideolojik, hukukî ve sosyal ayakları var. Ortadoğu, tüm bu ayakların birleştiği alan. Çünkü ABD’nin buradaki enerji kaynakları üzerindeki doğrudan denetimi, aynı zamanda rekabet halinde olduğu diğer emperyalist ülkelere karşı kendisine büyük bir veto gücü verecek. Bunu rakamlardan da çıkarıyoruz. Şu anda Japonya aşağı yukarı yüzde 95 oranında dışarıdan gelen petrole bağımlı. Bu oran, Fransa için yüzde 60’larda, Almanya içinse yüzde 55 civarında. Bütün bu ülkeler, petrollerini ağırlıklı olarak Körfez’den ithal ediyorlar. Buna bir de doğalgazı ilave edersek, ABD’nin bu kaynaklar üzerinde askerî denetimi ona müthiş bir veto gücü veriyor. Rakipleri üzerinde hegemonyasını koruma çabası, ancak petrol ve diğer enerji kaynakları üzerindeki denetimiyle bağlantılı.

Bunun bir başka veçhesi de var; dünya para sistemi. Altın ile petrol arasındaki parite kalktı ve dolar ile petrol arasındaki bir pariteye eşitlendi. Mesele böyle değerlendirildiğinde, şu anda doların halen dünyada rezerv para olmasının tek temel ölçütü var; o da ABD’nin petrol üzerindeki denetimi. Bu denetim ortadan kalktıktan sonra ABD’nin dünyada hegemonyasını sürdürebilmesinin hiçbir koşulu kalmıyor. ABD’nin bu bölgedeki petrol yataklarını kontrol altına alması, kendi petrol ihtiyacından ziyade, dünya para sistemini ve diğer rakiplerini bastırmasıyla bağlantılı değerlendirilmeli.

Atilla Akar: Öyle görünüyor ki, proje birkaç temel ayak üzerinde yükselmektedir. Bunlar bölgede geleneksel yapıların dağıtılması üzerine kuruludur. (Siyasal, ekonomik, toplumsal-kültürel ve stratejik dönüşüm) Projenin bu ayaklarını göz önüne alarak, hedeflenen “Büyük Ortadoğu”yu analiz eder misiniz? Projenin mimarları bunun 50 yıl bile sürebilecek bir proje olduğunu söylüyorlar. Siz ne dersiniz?

Suat Parlar: Bir kere projenin ihtiyaçlar açısından değerlendirilmesi lazım. Yapılan tespitler bu konuda ipuçları içeriyor. Bu bölgede demokrasi açığı var; insan hakları konusunda, kadın hakları konusunda problem var; İslam’ın “rehabilite edilmesi” gerekir, diyorlar. Öyle ki Amerika İslam’ın tecdidi konusunda misyon sahibi olduğunu iddia ediyor, “İslam’ı da ben yenileyeceğim” diyor.

Ana kavramları Amerika’nın sunduğu gibi değil de, arka planına bakarak değerlendirmek lazım. Bir kere bu proje, Washington mutabakatıyla açılan neo-liberal kodların Ortadoğu’ya dayatılmasıdır. Demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa; baba, oğul, kutsal ruh üçlemesi! Kutsallaştırılmış ve bir misyona bağlanmış bir yaklaşım. Bu, bir bakıma küresel kapitalizmin kendi yarattığı ilahiyatla taçlandırılmasıdır. Yani biz, bu üçlüyü gördüğümüz noktada hemen kuşkulanmalıyız. Çünkü bu üçlü; demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa, küreselleşme adı altında Amerikan nasyonalizminin saldırısı anlamına gelir.

Üstelik aslında vaat ettiklerinin tam tersini amaçlıyorlar. Demokrasi denildiği zaman, düşük yoğunluklu çatışma denen süreçler neticesinde ezilmiş ve yıldırılmış kitlelere kabul ettirilen tekeller demokrasisi kastediliyor. İnsan haklan denildiğinde kastedilen; uluslararası firmaların yatırımları, uluslararası hukuk çiğnenerek yatırımlarının güvence altına alınmasıdır. Serbest piyasacılık denilen piyasada ise serbestlik yoktur. Bundan, dünyanın kaynaklarını, hammaddelerini kontrol altında tutan en tepedeki 500 şirketin çıkarlarının savunulmasını anlamamız gerekir.

Böyle bakıldığı zaman Büyük Ortadoğu Projesi aslında ne bu bölgedeki rejimlerle, ne de bu bölgedeki meşruiyetini kaybetmiş şeyhlikler ve monarşilerle ilgili. Proje, ne bunların devrilmesiyle, ne bölgedeki kadın haklarıyla, ne de hakikaten söyledikleri gibi -zaten böyle bir noktada.hakları olduğu da tartışılır- “İslam’ın reformasyonu”yla ilgili. Tam tersine bölgeye bir vahşet demokrasisi yerleştirilmeye çalışılıyor. Yani Amerika’nın askerî güvencesi altında, bir müddet sonra NATO’nun da dahil edildiği üsler kuşağıyla bölge sarılacak, düşük yoğunluklu çatışmayla – onların tabiriyle- bölgedeki bütün radikal hareketler ezilecek ve düşük yoğunluklu bir demokrasi modeli yerleştirilecektir. Kısacası, tekellerin işleyişini ve mülkiyetini güvence altına alacak bir tekeller demokrasisi yerleştirilecektir.

İslam da şu hale getirilecek; Müslüman olmayan İslam, rehabilite edilmiş İslam. Neo- liberal kodlarla uyum sağlamış, onların tabiriyle ılımlılaştırılmış, bütün tarihsel birikiminden koparılmış ve kendi içinde ayrıştırılmış, birbiriyle çatışma içerisine sokulmuş bir İslam. Bunun örneğini zaten kendileri daha önce de verdiler ve vermeye de devam edecekler. Arzu ettikleri, Sünni-Şii çatışmasıdır. İslam’ın mümkün olduğunca kendi içinde ayrışmasıdır. Bu aynı zamanda bölgedeki İslamî toplumların yeni tür bir kölecilikle karşı karşıya kalması anlamına gelecektir. Bu bir soyutlama ya da spekülatif bir yaklaşım değildir. Bosna modelini kademe kademe uygulayacaklar. Demek ki Brezizinski’nin bu bölgeyi “Global Balkanlar” olarak değerlendirmesi boşuna değil. Eğer hakikaten Genişletilmiş Ortadoğu “Global Balkanlar” ise, meseleye biraz da Balkanlardan bakmak lazım. Baktığımız zaman da köleleştirilmiş bir İslam görüyoruz.

Atilla Akar: Söz konusu projenin önündeki handikaplar sizce nedir? ABD bölgede, bütün “bunları gerçekleştirecek yeterli güce ve inisiyatife sahip midir? Ayrıca bölge halklarının gözünde “sabıkalı” görünen ABD’nin bugünkü imajı karşısında, projenin gerçekleşme potansiyeli nedir?

Suat Parlar: Bir kere bu projenin yerleştirilmesinde stratejik araçlar nedir, onu gözden geçirmek lazım. ABD nelere güveniyor? Birincisi, bölgede İsrail’in askerî varlığına güveniyor, ikincisi, İsrail’e göre çevre ülkeler tabir edilen Türkiye, Ürdün ve son zamanlarda bu hatta katılan Hindistan’a güveniyor. Mısır zaten malum. Bunların hepsi bir araya geldiğinde bölgede ciddi bir askerî kuşak ortaya çıkıyor. Şimdi bu kuşağın rolünü iyi irdelemek lazım. Türkiye’nin durumu halen belirsiz olduğu için onu şimdilik bir kenara koyalım. Ama Ürdün ve İsrail mutlak olarak ABD ile ortak hareket edeceklerdir. Mısır’a gelince, Mısır’da rejim şu anda meşruiyetini tümüyle yitirmiş vaziyette. Mısır’ın gösterdiği tepkiler de, aşağıdan gelen basıncı kontrol etmek amacını güdüyor. Yoksa şu anda rejimin hiçbir meşruiyeti yok ve İsrail’den sonra, ABD’den en fazla yardım alan ikinci ülke konumunda Mısır.

Bu stratejik ayaklar aynı zamanda stratejik hedeflerle de uyum içerisinde. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin şu anda en önemli amacı, bölgede İsrail’in yaşatılması ve İsrail’le hiçbir bölge gücü arasında askerî bir paritenin olmaması. Buna İran da dahil. ABD, bunu “olmazsa olmaz” olarak açıklıyor. Ama bu kadar değil! Bunun ötesi var. Aynı zamanda İsrail’in, bölgede planlanan yeni ekonomik oluşumlarda merkezî bir role sahip olması isteniyor. Finansal, teknolojik alanlarda şekillendirilecek olan Ortadoğu haritasının merkezinde herhangi bir Arap ülkesi bulunmayacak; İsrail olacak. Şimdi şu sorulabilir; bu, şu andaki askerî mantığa aykırı değil mi? Büyük reform dalgaları büyük şiddet dalgalarından sonra gelir.

Biz şimdiye kadar hep kendini Siyonizm ile ifade eden bir İsrail’e alıştık. Ama İsrail’in içerisinde uzun zamandan beri kendini küreselleşme yanlısı olarak nitelendiren ve bu tip askerî maceralara çekinceler koyan bir topluluk var. Bunlar, diğerlerinden bire bir soyutlanmışlar demiyorum. Bu bir devlet politikasıdır İsrail açısından. Ama İslam’ın ehlileştirilmesi ile birlikte askerî limitlerine vardırılan fakat daha sonra geri çekilen rehabilite edilmiş bir Siyonizm de gündemdedir. Bu anlamda oradaki düşük yoğunluklu çatışma çerçevesi içine alınıp kabul edilebilir düzeye getirildiği zaman Siyonist sömürgeciliğin, bölgede bir ekonomik çatının mimarîsini hazırlaması gündeme gelebilir…

Atilla Akar: Bu durumda akla şu soru geliyor: Buna karşılık Siyonizm’in de bir parça ehlileşmesi gerekmiyor mu?

Suat Parlar: Tabii. Brezinski’nin bu konuda açıklamaları var: Bunu net olarak da söyledi. “Biz artık İsrail’in, Araplarla ilişkilerimizi bozacak düzeyde askerî maceralara girmesini istemiyoruz” anlamında konuştu. Tabii, İsrail inanılmaz ölçüde bir saldırganlık içinde olacaktır. Parantez açarak söylüyorum, planlanan şudur: Filistin halkı çöpleştirildikten, bir toz haline getirildikten, yeni göç dalgası ile çoğu ülke dışına sürüldükten veya en radikal kesimlerin muhalefeti eritildikten sonra işbirlikçi bir Filistin yönetimi ile masaya oturulabilir. Planlanan budur. Zaten NATO toplantısından sonra da emperyalizmin bu konuda çok büyük inisiyatifler geliştireceğini göreceğiz. İsrail’e yönelik olarak da tabii. Dolayısıyla işin Siyonizm ile ilgili yanları da var. Şimdi, bu stratejik araçlar tutar mı?

Atilla Akar: Evet orası önemli, tutar mı?

Suat Parlar: Tutmaz. ABD, hiçbir projesini bu bölgede işletebilecek durumda değildir. Birincisi, halkların nezdinde inandırıcılığını yitirmiştir. İkincisi, “İslam’ın ehlileştirilmesi” projesinde Türkiye gibi bir ülkenin model olarak sunulması son derece gülünç olur. Çünkü Türkiye’de İslamî birikim, bırakın Iran, Mısır çapında olmayı Fas’taki Zeytuniye çapında bile değildir. Çok büyük kurumlar yoktur Türkiye’de. İkincisi, “islam” Türkiye’de yıllarca Soğuk Savaş’ın hizmetinde olmuştur. Üçüncüsü, Türkiye’deki İslamî bilinç, Kur’an kurslarında öğretilenlerden ibarettir. Büyük İslamî merkezler yoktur. Türkiye’deki İslamî yapılanmanın, İran’ın Orta Asya’daki İslamî etkinliği ile -ki bu etkinliğin ideolojik tarafları var- mukayesesi kabil değildir. Bu, Türkiye’nin cephe hattına sürülmesinin kibarca, diplomatik dilde ifadelendirilmiş biçimidir. Dolayısıyla Türkiye’nin böyle bir model olma ihtimali yoktur.

Bunun yanı sıra ABD’nin İsrail’e verdiği destek, çılgınlık boyutlarındadır. Bu durum ortada iken, Siyonizm’in rehabilite edilecek olmasına inanmak mümkün değildir. Bu projenin tutması için Filistin halkının direnişinin bastırılması ve yolundan saptırılması gerekiyor. Ama Filistin halkı direnecek, direnişini çok daha güçlenerek sürdürecek. Dahası, şu anda Irak’ta çok daha organize hale gelen ve omurgasını ağırlıklı olarak dağıtılmış Irak ordusunun oluşturduğu müthiş bir direniş hattı var. Amerika bu problemi çözemez.

Atilla Akar: Nasrettin Hoca’nın tabiriyle Amerika göle maya çalıp yoğurt yapmaya mı çalışıyor?

Suat Parlar: Amerika projeler çöplüğüdür, doktrinler çöplüğüdür. Bunların hiçbiri de işlemez. Birbirinin üzerine binerek, günümüze kadar akıp gelen yığınla doktrin var. Bu doktrinlerin hiçbirinin yeniliği yoktur. İşte Bush’un “önce vur” doktrini, “yığınsal misilleme”, “toptan misilleme” doktrinin günümüze tercümesidir. Amerika’nın bu doktrinleri işletecek kapasitesi de yoktur. Görünürde danışma mekanizmalarını işleterek diğer müttefikleriyle işbirliği yapabilir. Bu işin malî ya da polisiye boyutlarını NATO ya da BM çerçevesinde onların sırtına yıkmaya çalışabilir, ama oradan da sonuç alamaz.

Yani siz eğer bir imparatorluk kurmak istiyorsanız önce ideolojik inandırıcılığınız olmalı, ikincisi, malî kaynaklarınız yerli yerinde olmalı. Üçüncüsü, vassallarınızm gözünde bir itibarınız olmalı.yerli Amerikalılar (Yerli Amerikalılar diyorum ben onlara, yerli Romalılar gibi. Roma’nın hakimiyetler döneminde her ülkede Roma tarzını benimsemiş yerli Romalılar vardı) şimdi tarihlerinin en kötü dönemini yaşıyorlar. Yerli Amerikalıların işi hiç kolay değil. Dolayısıyla öyle bir vassallar kuşağı oluşturmaları da zor.

Bu proje tutmaz ama en azından şunu gündeme getirir: Ortadoğu ülkelerindeki anti-Amerikancı güçlere, anti-emperyalist güçlere darbe vurabilir. Bu anlamda mevzi kazanabilirler. Bunun bir ayağı, örneğin suikast politikalarıdır. Bu suikast politikalarını da Ortadoğu’da Büyük Ortadoğu Projesi’nin ayak sesleri olarak görmek gerekir. Şeyh Ahmet Yasin’in öldürülmesi, Hamas liderlerine, Filistin liderlerine saldırılar, bundan önce de Şii din adamlarının yine Irak’ta katledilmesi… Bunun yanı sıra Kafkasya’da bazı darbe süreçlerinin gündeme getirilmesi hepsi bu bağlam içerisinde değerlendirilmeli. Ama bu proje tutmaz.

Tekrar tekrar söylüyorum; Amerika, şu anda çürümekte olan bir küresel hegemonyayı temsil ediyor. Hegemonya krizi o kadar açık ve rakamlara dökülecek boyutlarda ki! 500 milyar dolar bütçe açığı, 9.5 trilyon dolar dış borcu olan bir ülkenin Ortadoğu gibi inanılmaz ölçüde karmaşık çelişkilere sahip bir bölgede, üstelik de haritayı genişleterek başarılı olması mümkün değil. Bir nedeni daha var bunun; Büyük Ortadoğu Projesi aynı zamanda Rusya ve Çin’e yönelik bir meydan okumadır.

Atilla Akar: Bu durumda bir etki-tepki yasası harekete geçecek demektir. Bu anlamda BOP bölgede ABD karşıtı yeni dinamikleri harekete geçirebilir mi? Öyle ise ABD açısından tam bir “kaş yapayım derken, göz çıkarma”ya dönüşebilir mi? “Dış dinamik”in bu kadar zorlanması, bölge ülkelerinde ne gibi tepkilere yol açar? Yoksa proje aslında “olumlu”dur da söz konusu karşı çıkışlar, bölgedeki statükolarının değişmesini istemeyen -özellikle diktatoryal ve anti demokratik- rejimlerin “gerici” tepkileri midir?

Suat Parlar: Bu proje, mücadeleyi tetikleyecektir. Çünkü ciddiye alınıyor. Haziran’daki NATO toplantısında ve bir hafta önce toplanacak olan G-8 Zirvesi’nde Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin konuşulacağı açık. Bu da şunu gösteriyor; ABD bu projeyi, deyim yerindeyse, çıkışsızlığına bir çözüm olarak değerlendiriyor. Çünkü projenin müttefikleriyle ilgili, Rusya ve Çin’le ilgili bölümleri var. Böyle değerlendirildiğinde Amerika bu projeden vazgeçemez. NATO dahil olmak üzere, elindeki bütün araçları seferber edecek. NATO’nun işlevleri genişleyecek, NATO, Ortadoğululaşmış bir NATO’ya dönüşecek.

Bu proje hemen hemen bütün direniş hareketlerinde kısa süreli bir gerilemeye yol açabilir. Çünkü büyük bir askerî ve politik yüklenme gündeme gelecek. Ama orta ve uzun vadede, belki de, şu anda gündemde olmayan direniş hareketlerini de körükleyecek. İkincisi, bölgeye çok büyük bir yüklenme yapılması, bugüne kadar “böl-yönet” politikası çerçevesinde hep gündemde tutulmuş İslamî ayrımların üstesinden gelinmesini sağlayacak. Irak’ta Şii-Sünni birlikteliği gibi ipuçları görülmeye başlandı. Bunun yanı sıra proje, bölgedeki sol hareketlerde canlandırıcı bir etkiye yol açacak. En önemlisi de bu bölgedeki milliyetçi-halkçı programlarda bir yükseliş ortaya çıkacak.

Atilla Akar: Yeni tarz bir Baasçılık canlanıyor diyebilir miyiz buna?

Suat Parlar: Şimdi şu var; hepimiz dersimizi çok iyi çalıştık. Bu bölgede ne eski tarz bir Sovyetizm, ne eski tarz bir Baasçılık gündeme gelir.

Atilla Akar: Yeni tarz diyorum…

Suat Parlar: Ben bu bölgeden çok daha iyi alternatiflerin çıkacağı inancındayım. Yani bölgenin bu şekilde kuşatılması, bu bölgedeki direniş hareketlerini genişletecek…

Atilla Akar: Hayat memat meselesi artık…

Suat Parlar: En önemlisi de şu; ülkelerin hepsi deyim yerindeyse, I. Dünya Savaşı’ndan sonra dayatılan Misak-ı Millîlerini de genişletmek mecburiyetindeler. Bölgede millî çıkarlar da genişlemiştir; bütün etnik topluluklar, bütün dinî topluluklar hepimiz birbirimizden sorumluyuz. Artık bu bölgede hiçbir halkın -ne Filistinlilerin, ne Türklerin, ne Kürtlerin- tek başına kurtuluşu söz konusu değil. Çünkü haritayı onlar genişlettiler. Artık Büyük Ortadoğu denildiğinde buna Balkanlar, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Orta Asya dahil. Böyle değerlendirildiğinde büyük direniş odakları ortaya çıkacak. En önemlisi de, şu anda ABD karşısında, ABD’nin nükleer tekeli karşısında; bu anlamda dikkate değer güçleri olan Rusya ve Çin de ekonomik gerekçelerle, ABD’nin bu bölgede ilânihaye bulunmasından, boyun eğdirme yaklaşımından, imparatorluk inşa sürecinden hoşnutsuz. Onların gücü de eklendiği zaman, devletler boyutunda bazı gelişmeler ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla orta vadede istedikleri sonuçları alacaklarını düşünmüyorum. Ama başlangıçta tabii ki, ciddiye alınabilecek kayıplar gündeme gelebilir.

Bölgedeki gerici rejimlere gelince, bu rejimlerin hepsinin destekçisi zaten Batı, ABD emperyalizmidir. Yani insan haklan, refah, demokrasi sadece ABD’nin bölgeyi kendine daha fazla bağlama oyunudur. Gerçekte ABD samimi bir demokratikleşme atılımını önermemekte; böyle bir yapı ortaya çıktığında da bunu engellemektedir. Düşünebiliyor musunuz, dünyanın en büyük petrol yatakları bu bölgede ve siz bu yatakları halkların eline, demokratik inisiyatifine vereceksiniz? Bu mümkün değil. Petrol; az nüfuzlu, meşruiyeti olmayan, emperyalizme bağımlı, zayıf devletleri sever. Reform hayal, fakat bölgedeki ilkel rejimlerin ve monarşilerin kafasına yeni bir Demokles kılıcı asacaklar. Yani tehdit edecekler. Diyecekler ki; “Ya bu projeyle bütünleşirsiniz yahut da işiniz biter. Sizi halklarınıza teslim ederiz.”

Bu demokrasi sayıklamasının özellikle Suudi Arabistan ile ilgili bir yönü de var. ABD bir süre sonra, demokratik yönetimi olmayışını bahane ederek Suudi Arabistan’a müdahale edebilecek. Yani düşük yoğunluklu bir demokrasi programı çerçevesi içerisinde, demokrasi ve insan haklarını bölgeye yeni müdahale gerekçesi olarak kullanacak. Bu proje iki yanlıdır; bu rejimleri kendilerine bağlamak ve uygun gördüğü zamanda askerî müdahalede bulunmak. Meseleye böyle baktığımızda, cephe daha da genişliyor. İş öyle bir noktaya varıyor ki, gerici rejimler bile bir noktadan sonra ABD’ye muhalefet etmek zorunda kalacaklar. Bu da projenin kendi iç dinamikleri açısından aslında ne kadar işlemez olduğunun göstergesi.

Atilla Akar: Proje görünürde “demokratik hedefleri” baz alıyor gibi. Bölgedeki rejimlerin “demokratik süreçlere” sokularak değişmesini teşvik eder bir görüntü oluşturuluyor. Ancak son Irak işgalinin ve arkasından gelişen olayların da gösterdiği gibi, ABD şu ana kadar bu yöndeki adımlarını askerî-savaşçı yöntemlerle sürdürmeye istekli. Bu noktada BOP, makyaj bile olsa, ABD politikasında yöntemsel bir değişikliğe mi denk gelmektedir?

Suat Parlar: Yöntem değişikliği de, strateji değişikliği de değil. Söylem aslında yanıltıcı ama hep de gündemde olan bir söylem. Tam tersine, bırakalım böyle açılımları, bir strateji değişikliğine gitmeyi, ABD, müdahale araçlarının temelini daha da genişletiyor. Yani, bugüne kadar, demokrasi ve insan haklarını ön plana çıkaran çok sayıda askerî müdahalede bulunmadı belki ama, Ortadoğu’da bunu daha fazla gündemine alacağını göreceğiz. Bu çok tehlikeli bir gidişat.

Sonra, askerî araçların çok daha yoğun, çok daha sert kullanılacağına şahit olacağız. Hele NATO da bu projeye “evet” derse, yani ABD’nin müttefikleri de kendilerini buna zorunlu hissederlerse, ki orada ABD muhakkak örtülü olarak petrol tehdidini kullanacaktır, o zaman müdahale araçları çok daha genişleyecek. Daha şimdiden, adına kontrgerilla denilen yöntemlerin, çok daha ötesine geçildiğini görüyoruz. Nitekim asimetrik savaş stratejisi ile bunun altyapısını hazırladılar. Örneğin şu olabilir: İran’ın nükleer çalışmalarına karşı, aynen zamanında yapıldığı gibi İsrail’le koordineli bir şekilde bombalama yapılabilir. Taktik nükleer silahlar kullanılabilir. Yani bu proje, şiddetin geri çekilmesi anlamına gelmiyor. Böyle bir durum söz konusu değil. Açıkçası bu proje, bölge halklarına yönelik derin bir tehdit. “Ya benim istediğimi, istediğim demokrasiyi kabul edersin yahut da bu bölgede inanılmaz ölçüde bir askerî şiddet uygularım.”

İşte Irak’ta da bunun modelini görüyoruz zaten. Yani “Bizim çekilip gitmemizi istiyorsanız, bütün çıkarlarımıza biat edeceksiniz” diyorlar. Hatta bunun ötesine geçiyor, “İslam’da tecdidi biz sağlayacağız” diyorlar. Bölgede Müslümanlara verilen mesaj net; “Bir yenilenmeye ihtiyacınız var, bu yenilenmenin tarifini de biz yapacağız.” Şimdi buna nasıl boyun eğilebilir? Ve büyük bir şiddet olmadan bu nasıl gerçekleşebilir? Bu projenin bence ihmal edilen yanlarından biri de bu. Ortadoğu’daki bütün savunmalar, saldırılar, ideolojik çıkışlar, hareketler kendisini dinle dışa vurur. Dolayısıyla bu projenin dinî bir yanı da vardır. Bu aynı zamanda dinsel ölçekler içerisinde bir saldırıdır. NATO toplantısının Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da yapılması da anlamlıdır. Bu anlamın farkındalar; zaten o anlamı vurguladılar. “Bu toplantının İstanbul’da yapılması anlamlıdır” dediler. Meselenin dinî boyutunu da düşünmek lazım.

Atilla Akar: Bir hilafet mekanizmasının yeniden diriltilmesi, tesisi anlamında mı yani?

Suat Parlar: Çok açık, artık hilafet NATO’da!

Atilla Akar: İlaveten bir faktör daha belirleyici olacak gibi. O da bu yılın sonunda yapılacak olan ABD seçimleri. İlgili projeyi bugüne değin “Şahinlerin İktidarı” olarak tanımlanan Bush yönetimi uygulayabilir mi? Yoksa bu Demokrat bir iktidara ve Demokrat bir Başkana (J.F.Kerry) yönelik bir hazırlık mıdır? BOP aslında “Güvercin”ler için biçilmiş bir kaftan mıdır? Bu mantık çerçevesinde BOP’u hangisi “daha iyi” uygular?

Suat Parlar: Amerika’da hiçbir zaman Güvercin olmadı. Amerika’da belirleyicilik, her zaman için askerî-endüstriyel kompleksle iç içe geçmiş olan enerji devlerindedir. Son zamanlarda bu koalisyona, gücü çok artan finans oligarşisi de katıldı. Ama bunlar inanılmaz ölçekte iç içedirler. Dolayısıyla Şahin ve Güvercin ayrımı, Amerika söz konusu olduğunda, çok fazla anlam taşımaz. Önemli olan, Amerikan egemenlik sisteminin bu konudaki stratejileri ve ihtiyaçlarıdır. Bush bir kukladır. Bush’un burada bir inisiyatifi olamaz. Onun arkasındaki sınıfsal iradenin gücünde de şu anda bir azalma söz konusudur.
Kaldı ki, Kerry belki de herkesten daha fazla Şahinler grubuna sokulabilir. Bunu da şöyle değerlendirmek mümkün; bir yıldan bu yana özellikle Senato’da -belki Temsilciler Meclisi’nde farklıdır ama- Cumhuriyetçilerle ortaklaşa oluşturulan muhafazakâr blok, şu anda ABD’de egemenlik sistemini oluşturan sınıfsal bileşkeye uyuyor. Kerry de onların adamıdır. Fazladan şu olabilir; diğer emperyalist rakipler ve müttefikler söz konusu olduğu zaman Kerry’ye, aynen Clinton’ın yaptığı gibi sözde bir danışma mekanizmasını işletmesi için, ufak bir manevra alanı tanınabilir. Onun Başkanlık imtiyazı da budur.

Atilla Akar: Burada bize nüans gibi gelen şeyler önem kazanmaya başlıyor galiba. Biraz geriye dönersek mesela niye Clinton döneminde 11 Eylül yapılmadı, Neo-con strateji gündeme getirilmedi de, Florida seçimlerinde sumen altı beş yüz oyla, el çabukluğuyla Bush yönetimi devreye sokuldu? Buradan baktığımızda bizim için çok fark yokmuş gibi görünüyor ama…

Suat Parlar: Onlar Başkanlara verilen manevra inisiyatifleridir. Clinton dönemi, Amerika’da silahlanma harcamalarının zirvesidir. Bu anlamda askerî-endüstriyel komplekse en fazla kaynak aktarılan dönemdir. Ama fazladan şu yapılmıştır; dediğim gibi danışma mekanizmaları kullandırılmıştır.

Bush, çok büyük bir ekonomik krizin üzerine geldi. Çünkü Clinton döneminde şişirilen yeni ekonomi balonu patladı. Dolayısıyla, Clinton iktidarda olsaydı, Bush’un şu anda uyguladığı programın aynısını yapıyor olacaktı, hiçbir şey değişmeyecekti. Clinton, çok büyük sosyal harcamalar iddiasıyla geldi, söz konusu bile olmadı. Kaldı ki, onun döneminde de saldırı gerçekleşti. Dünya Ticaret Merkezi, ilk onun döneminde vuruldu. O zaman daha fazla bomba bulunabilmiş olsaydı, 11 Eylül o dönemde gerçekleşecekti ve daha fazla can kaybı olacaktı. Çünkü Remzi Yusuf’un mahkeme açıklamaları var; binlerce insanı öldürmeyi planlamışlar. Bu anlamda aralarında çok büyük farklılıklar yoktur. Önemli olan ABD egemenlik sisteminin iç işleyiş kodlarıdır.

Vietnam Savaşı da dahil olmak üzere ABD’nin bütün askerî müdahaleleri, aynı zamanda, içerideki sınıfsal çelişkilerin keskinleşmesi ile bağlantılıdır. ABD, Vietnam’a müdahale kararı aldığı zaman grevlerle sarsılıyordu, sosyalistler yükselişte idi, Amerikan Komünist Partisi altın devrini yaşıyordu. Vietnam Savaşı’nı -ki uluslararası Soğuk Savaş’ın bir parçası durumuna dönüştürdüler- bir araç yaptılar. Birincisi, içerideki sınıfsal mücadeleyi bastırdılar, kontrol altına aldılar, ikincisi de tüm dünyaya, çok büyük bir anti-komünist hezeyan yayabildiler.

O modelden bu modele sıçrama yaparsak şunu görürüz; hangi Başkan gelirse gelsin, bir kere Irak’tan çıkış yok! Belki de bölgeye daha fazla güç yığmak zorunda kalacaklar. Zaten müttefiklerinin ısrarı da bu doğrultuda. Kaos çıkar gerekçesiyle, Amerika’nın orada kalmasını istiyorlar. Ayrıca, Kerry’nin işbaşına gelmesi Ortadoğu projesindeki şiddeti azaltmaz, yoğunlaştırır. Çünkü beklentilerle gelip oraya oturacak. Kendisine daha büyük krediler açılacak, Bush yönetimi gibi yıpranmış bir yönetim değil, belki de danışma mekanizmalarının işletilmesi çerçevesinde daha ılıman davranacak. Ama şunu aklımızda tutmamız lazım;

Amerika artık bir askerî imparatorluk inşa süreci başlatmış vaziyette. Bundan geri dönüş yok. Bundan geri dönebilmesi için gerekli malî kaynaklara sahip değil. Bu bir Bush politikası değil, bir mecburiyet politikası. Dünyaya olan borçlanmasının yolu, askerî gücünü kullanmasından geçiyor.

Atilla Akar: Olaya AB-ABD çelişkisi açısından bakarsak, BOP bölgede yeni stratejik arayıştan ve güç savaşlarını da beraberinde getirecek midir? AB’nin BOP karşısında bir tutumu veya kendi projesi ya da kendi BOP’u var mıdır?

Suat Parlar: Avrupa Birliği dünyada en fazla ihracat kapasitesine sahip ticarî grup. Büyük bir gücü var. Şu anda ABD’nin Almanya’ya ne kadar borcu olduğunu bilmiyoruz. Ama şunu da söylemek lazım, AB askerî açıdan cüce. Nükleer gücü önemli seviyede değil. Onun dışında, Almanya’nın modern bir ordusu var, teknolojisi ileride, dışarıya silah satıyor ama ABD’nin küresel ölçekteki askerî sorumluluklarını devralabilecek yapıda değil. Bunun birinci sebebi AB’nin şu anda dünya enerji kaynaklan üzerinde askerî bir denetiminin olmaması, ikinci sebep de Euro’nun halen dünya parası durumuna gelmemesi. Almanya’yı, -ki Avrupa Birliği dediğimiz zaman Almanya’yı eksen almalıyız- bölgesel bir güç olarak göremiyorum. Küresel ölçekte, Ortadoğu’yu kapsamına alacak şekilde sorumluluklar üstlenecek durumda değil. Zaten Almanya ve son zamanlarda Fransa, ABD’nin oradan erken çekilmemesi için ısrara başladılar. Paralize olmaya başladılar. Savaşın ilk döneminde bazı restleşmeler varken, NATO toplantısından önce, birbirlerine çok daha ince, diplomatik tarzda barış güvercinleri uçurmaya başladılar.

Almanya eksenli bir Avrupa’nın, Ortadoğu’da ABD’nin oynadığı ölçüde rol oynayamayacağını görüyoruz. Orada her gün Amerikan askerleri ölüyor, Almanya açısından bu mümkün de-ğil. Alman kamuoyu zaten savaşa karşı. ı. Körfez Savaşı’na da karşıydı, ikincisinde de tavır koydu. Bu o kadar kolay değil. Almanya’da halen büyük çekinceler var, ülke büyük askerî maceraları göze alabilecek durumda değil. Dahası, Almanya bir imparatorluk inşası doğrultusunda harekete geçmiş de değil.

(Almanya’nın) Balkanlar’da arayışları oldu, Balkanları parçaladı; Hırvatistan, Slovenya. Herkesten erken davrandı ama ne oldu? Yüzüne gözüne bulaştırdı, Amerika’yı davet etti. Dolayısıyla orada böyle yönelimler yok. Proje kapsamında olmamakla birlikte bölgede bir ekonomik nüfuz elde etmeye de çalışıyor. Irak’la anlaşmaları, İran’la çok iyi ilişkileri vardı. Bir de tabii o bölgede özellikle böyle bir projenin ekonomik pastasından pay almayı isteyeceklerdir. NATO toplantısı beraberinde böyle bir paylaşımı da gündeme getirecektir. Nihaî olarak ABD’nin çıkarlarıyla Avrupa Birliği’nin çıkarları arasında tabii ki derin bir çelişki vardır.

Atilla Akar: Daha da derinleşecektir o zaman….

Suat Parlar: Yapabildiği kadar girişimlerde bulunacak. Ama genel hatlarıyla ABD’nin bölgeden çıkmasını istemeyecektir. İkincisi, bu proje konusunda bir “bekle gör” siyaseti izleyecektir ve en önemlisi son dönemde “teröre karşı mücadele” adı altında ABD’nin yönettiği bir operasyon söz konusu Avrupa’da. Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da, Almanya’da eşzamanlı olarak başladı. İslamî hücreleri dağıtmaya yönelik bir operasyon başladı ki, bu işin başında ABD var. Son derece önemli. Çünkü düne kadar Avrupa bu konularda hep çekimserdi, yani Müslümanlarla ilişkilerini çok fazla germeyi istemiyordu. ABD şu söylemi çok fazla tırmandırıyor; “Biz tüm Batı’nın çıkarları adına, petrol ikmali aksamasın diye Ortadoğu’da bulunuyoruz. Buradaki mücadelemizin temelinde böyle bir amaç var, yüklerimizi paylaşmalıyız. Almanya, hatta Japonya da bizim malî yüklerimizi paylaşmak durumundadır.”

Uzun kapsamda tabii Almanya’nın payına düşen, ABD’yi finanse etmek. Açıklarını kapatmak ve borçlanmasını sağlamak. Ama bu ilanihaye devam etmez. Bu bir “Amerikan Yüzyılı” çerçevesi içerisinde, ABD’nin efendiliği, küresel hegemonyasının kabul edilmesi çerçevesinde devam etmez. İkincisi, Rusya ile Çin, bu politikaya, Amerikan imparatorluğunun buraya yerleşmesine karşı çıkarlarsa, ciddi tepkiler ortaya koyarlarsa o zaman Almanya eksenli Avrupa Birliği politikalarında da değişiklikler meydana gelebilir. Rusya ile nihayetinde uçuş mesafesindedirler. Rusya ile askerî açıdan böyle bir gerilimi istemezler. Bu temelde değerlendirildiğinde AB’nin bu projeye yönelik çekinceleri olacak, bir müddet sonra çelişkilerinin de yoğunlaştığını göreceğiz. Ama şimdilik, kısa vade için söylüyorum bunu, bir “bekle gör” politikası takip ediyorlar. Ve Almanya şu anda küresel bir güç değil, bölgesel bir güçtür. Dolayısıyla bu bölgede Amerika ile çok ters düşecek bir pozisyonda değildir.

Atilla Akar: İsrail-Filistin sorunu çözülmeden BOP uygulanabilir mi? Veya BOP’un İsrail-Filistin sorununa geliştirdiği bir yaklaşım var mıdır?

Suat Parlar: Var. Kısaca şu; Zaten BOP’un en temel ayaklarından biri, İsrail’in varlığının siyasî -askerî olarak güvence altına alınması ve bu bölgede Büyük Ortadoğu Projesi’nin aslî unsuru olarak İsrail’in tarif edilmesi ve bunun da bütün Arap dünyasına kabul ettirilmesi. Peki bu nasıl sağlanacak? Bunun için Filistin yönetiminin işbirliği yapması lazım. Bu çok açık. Bu işbirlikçilik için Oslo’da bazı adımlar atıldı. Bundan sonra yükselen İntifada bu işbirlikçiliğin de önünü kesti. Şimdi böyle değerlendirildiğinde meselenin emperyalizmin istediği tarzda çözümlenme ihtimali pek ufukta görünmüyor. Şiddetle çözerlerse ne olur? Şunu yaparlar; büyük bir göç dalgasını tekrar başlatırlar.

Zaten malum, “Ürdün Filistin devletidir” deniliyor. Filistin devleti denildiğinde İsrail Ürdün’ü tarif ediyor. Kral’a verilen güvenceler ve malî yardımlarla bir miktar daha Filistinlinin gelmesi kararını verdirtirler. Ama bunun ötesinde bu problemi çözemezler. Dondururlar. İnşa ettikleri o müthiş utanç duvarı zaten Filistin ekonomisini paramparça etti. Barışa gelince, o bölgede güçlünün barışı dışında bir barış söz konusu bile değil. Çünkü Şeria ve Gazze’deki su kaynakları, ki İsrail ihtiyacının yüzde 67’sini buradan karşılıyor. İsrail açısından yaşam sağlıyor. Batı Şeria ve Gazze’de Oslo Anlaşması ile A,B,C,D diye tasnif edilen bölgelerde -ki zaten bunların hepsinde İsrail’in fiilî egemenliği var- İsrail’in sonsuza kadar kalması garanti altına alınıyor. Mesele böyle değerlendirildiğinde İsrail toprak vermeden, mülteciler meselesini çözmeden, Filistin halkının ekonomik açıdan çöpleştirilmesine karşı geliştirilen politikaları onaylamadan gerçek bir barış mümkün değildir. Bu doğrultuda adım atılmadan da bu bölgede Filistin direnişi sürecektir.

Bir de şunu gösteriyor: Büyük Ortadoğu Projesi gerçekçi bir proje. Şöyle gerçekçi bir proje; size inanılmaz ölçüde bir vahşet ve şiddet vaat ediyor. Bu anlamda, istikrarsızlığın istikrarını garanti altına alıyor. Çözümsüzlüğü bir barış olarak sunuyor. Bundan sonrası da artık bölge halklarının iradesine kalmış bir konu. Yalnız, şunu akılda tutmak lazım: Filistin niye bu kadar önemli? Temel gerekçe şudur; Filistin devrimi Arap devrimidir aynı zamanda. Yani Filistin sorunu çözülemezse, Ortadoğu’daki devrimci yangının söndürülme ihtimali yok. Çünkü çok güçlü bir Filistin diasporası var Arap ülkelerine yayılmış vaziyette. Dolayısıyla bu doğrultuda Amerika’nın işi zor. Güçlünün barışını dayatma konusunda çok çaba sarf edecek, büyük şiddet uygulayacak ama bence Filistinliler direnecektir.

Atilla Akar: Kimileri açısından ise BOP aslında “Büyük İsrail” projesidir? Bu yaklaşım doğru mudur, abartılmakta mıdır? İsrail’in BOP’a yaklaşımı nedir?

Suat Parlar: Çok açık biçimde şunu söylemek lazım; artık Amerika’da bir İsrail kolonizasyonu var. Yani Amerika’yı kolonileştirdiler. Hatta benim abartılı bulduğum ama gerçeği ortaya koymak bakımından da değerine inandığım çözümlemeler var. Şöyle söylemek gerekir, artık Amerika siyaseten İsrail sömürgesine dönüştü. Bunda gerçek payı var. Şimdi Şahinler demeyelim ama egemenlik sistemindeki çelik çekirdek içerisinde hakikaten Siyonistler var. Meseleye böyle yaklaşıldığında israil’in güvenlik ihtiyaçları, İsrail’in stratejik çıkarları ABD açısından birinci sıraya taşınabiliyor. Büyük Ortadoğu Projesi’nin İsrail’in varlığının daha kalıcı hale getirilmesinde kombinasyonlara dayalı olduğu düşünüldüğünde İsrail’in bu projenin biçimlendirilmesine entelektüel yardımda da bulunduğunu düşünüyorum. Hatta onun ötesine geçerek stratejik planlama aşamasında İsrail’den destek alındığını da düşünüyorum.

İkincisi, İsrail’in 1960’tan itibaren bu bölgeye yönelik planları var: Suriye’nin üç devlete ayrılması, Lübnan’ın parçalanması, İran’ın parçalanması. Hepsinin kademe kademe uygulamaya konulduğunu görüyoruz, Kuzey Irak’taki yapay oluşum dahil olmak üzere. Şu anda İsrail’i rahatlatacak bütün gelişmelerin gündemde olduğunu görüyoruz. Hatta bu İsrailcilik öyle boyutlara vardı ki, (ABD) İsrail’in uzun vadeli çıkarlarını İsrail’den daha fazla düşünür halde ve Ariel Şaron gibi İsrail siyasetinde urlaşmış, kanserleşmiş bir yapıyı bile koruma yanlısı. Yani İsrail’in uzun vadeli çıkarları ABD’deki kolonyal sistem tarafından çok çok iyi gözetiliyor.

O bakımdan şu yanılgılara düşmemeliyiz. Örneğin bir müddet sonra Ariel Şaron’un tasfiye edildiğini görebiliriz. Bu, asla politikalarda yumuşama anlamına gelmez. Çünkü daha kurumsal, planlanmış ve Büyük Ortadoğu Projesi’ne bağlanmış bir İsrail’in varlığının güvence altına alınmasıyla ilgili bir programın başlatıldığını gösteriyor. İkincisi, İsrail’le ilgili olarak bir de şunu söyleyebilirim; Türkiye ile İsrail birleşik devlet konumuna getirilmek isteniyor. Türkiye’ye verilen rol İsrail’i taşıma rolüdür. Avrasya konferansına gelen İsrailli Bakan Parintski’nin Türkiye ile ilgili açıklamaları vardır. “Biz”, dedi, “önemli bir koridor oluşturuyoruz. Bu koridordan sadece su gelmeyecek. Elektrik, diğer enerji yatırımları ve GAP’ı da birlikte gerçekleştireceğiz.” Türkiye ile ilişkilerinin düzeyi sorulduğunda “mükemmel” demişti. Şimdi, hepsini toparlarsak, bölgede İsrail’in Türkiye’nin sırtına yüklenmesi dahil olmak üzere, İsrail’i rahatlatacak bir planın, Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli sacayaklarından biri olduğunu göreceğiz.

Atilla Akar: Öyle görünüyor ki, Türkiye, ABD ve BOP açısından “Örnek Ülke”dir. Bu anlamda Türkiye’nin söz konusu projede özel ve stratejik bir önemi olduğu söylenmektedir. BOP açısından Türkiye’nin durumunu özetler misiniz? Bu senaryoda Türkiye’ye nasıl bir “rol” verilmiştir?

Suat Parlar: Türkiye çok talihsiz bir noktada bulunuyor. Türkiye, bir kere bu bölgede Soğuk Savaş’ın bitmesi ile açılan politikalara hazırlıksız yakalandı. Türkiye öyle bir duruma geldi ki, müttefik olarak bir arada bulunduklarıyla şu anda çatışması gerekiyor gerçekten de. İsrail’le, Amerika ile. Britanya da buna dahil. Çünkü bölgede bir Kürt devleti projeleri var. Kıbrıs’ta yaşananlar malum.

Ama Türkiye gerekeni yapamıyor. Türkiye stratejik bir mahkumiyet içerisinde. Türkiye sürgülenmiş vaziyette. Türkiye’nin kilitleri denize atılmış vaziyette. Yani Türkiye şu anda bu projenin bir ayağını oluşturmakta: Ilımlı İslam’ın burada işlemesini sağlamak. Ki bu konuda Amerika’ya bazı güvenceler verildiği de görülüyor. Özellikle seçim süreçleri bu doğrultuda değerlendirildi. Yeni bir muhafazakâr dalga ile birlikte… Ama bu muhafazakârlığı; kapitalizmin muhafazakârlığı, sarsılmazlığı anlamında algılıyorum. Bu muhafazakâr dalga ile birlikte düşük yoğunluklu bir İslam modelinin Türkiye’ye yerleştirilmeye çalışıldığı biliniyor. Buna yönelik olarak ne egemenlik sistemi içinden, ne millî kurumlardan, ne de halktan itiraz geliyor.
Türkiye’nin savaşta kararsızlığı yeterli bir kazanım değildir, çünkü stratejik derinlik kaybına uğruyor ülke. Kıbrıs’ta, Kuzey Irak’ta, Türkiye artık sonun başlangıcında. Bu süreçte BOP, Türkiye açısından küçülme, reflekslerini yitirme ve parçalanma projesidir. BOP, aynı zamanda Türkiye’de millî devletin parçalanması projesidir.

NATO toplantısı bizim söyleyip durduğumuz Sevr toplantısıdır. Bu toplantı bu sefer Sevr’de değil, İstanbul’da yapılıyor. Çünkü böyle bir proje; Türkiye’ye ılımlı İslam projesinin dayatılması, Türkiye’nin temel kurucu dinamikleri açısından ele alındığında ulus-devletin parçalanmasının teyidi anlamına gelir. Hukuken de teyidi anlamına gelir, fiilen teyidinden söz etmiyorum.

Bir de tabii Türkiye, proje çerçevesinde yeni askerî işlevlerle bu bölgede doğabilecek olan çatışmalara ve krizlere sürülürse ki sürülecektir, o zaman Türkiye’nin çok büyük askerî maceralarla karşı karşıya kaldığını göreceğiz. Bu da bölgesel bir devlet olmanın avantajlarıyla yedirilecek gibi değil. Çünkü bölgesel devlet demek kendi kimliğine dayanan bir devlet demektir. Ama Türkiye’de, olsa olsa, millî devletin tasfiyesi sürecidir. Büyük Ortadoğu Projesi; İran’ın parçalanmasıdır, Suriye’nin köleleştirilmesidir, Irak’ta sömürge yönetiminin kurulmasıdır. Projenin Türkiye’ye ilişkin yanı da, Türkiye’de millî devletin çökertilmesidir, tahrip edilmesidir.

Atilla Akar: Şimdi burada bir parantez açalım. Ordu cenahından bir tepki oldu. İlker Başbuğ’un açıklamalarını hatırlarsak. Bu bir tavırdı aynı zamanda. Şunu hesaba kattığımızda; Türkiye’de bu projeye karşı olan bir dinamik de var. Bu dinamiğin gücü tartışılabilir ama kısaca böyle bir dinamik var. Buna kısaca “Avrasyacı” yaklaşım diyebiliriz. Gene daha önce de bu yaklaşımın üst düzeyde dillendirildiği çıkışlar oldu. Bu durumda ne olacak peki? Türkiye açısından -aslında Türkiye derken, Türkiye yönetimi de homojen değil şu anda- hükümet açısından baktığımızda ne yapılmak istendiğini az buçuk görebiliyoruz. Bir de daha derinde karşıt dinamik var. BOP’u buraya koyarsak…

Suat Parlar: Türkiye’de şu anda komprador rejim millî kurumlardan bağımsızlığını ilan etmiştir. Medyasıyla, sermaye dünyasıyla, hatta yer yer bazı üniversiteleriyle bağımsızlığını ilan etmiştir. Millî kurumlar derken, çok açık, orduyu da kastederek söylüyorum, ordudan da bağımsızlığını ilan etmiştir. Dolayısıyla Türk ordusunu kendi çıkarları doğrultusunda ehlileştirmek, kendi istedikleri pozisyona çekmek için inanılmaz ölçüde psikolojik savaş, baskı uyguluyorlar. Ve şu anda psikolojik savaş kurumu Türk ordusunun elinde değil, Türk ordusunun elinden kaçmış vaziyette. Dışarıyla irtibatlı bazı medya tekellerinin kontrolüne geçmiş vaziyette. Bu da şunu gösteriyor: BOP Türkiye’de millî kurumları kuşatarak gerçekleştirilecek. Millî kurumları baskı altına alarak gerçekleştirilecek. Ama millî kurumlar da kendi içlerinde biriktirdikleri hassasiyetler doğrultusunda buna tepki verecektir. Vermek zorundalar, vermemeleri düşünülemez. Buradan bir adım öteye geçersek, çok net ki BOP, Türkiye’nin aynı zamanda bekâ problemi ile ilgilidir. Bekâ sorunudur.

Atilla Akar: Size göre Türkiye -tabii homojen bir dunun yok ama- BOP karşısında nasıl bir tavır almalıdır? “Partner” mi yoksa “karşıt” mı olmalıdır? Her iki seçeneğin de Türkiye açısından avantaj veya dezavantajları nelerdir?

Suat Parlar: Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi’nin dışında kalmak için her türlü aracı kullanmalıdır. Buna borç moratoryumu da dahildir. Çünkü şu anda Türkiye’yi kıskaca alan şey; müthiş borçlu oluşu. Türkiye, merkez güçlerle -borç moratoryumu da dahil olmak üzere- siyaseten, ekonomik açıdan, diplomatik açıdan çatışmayı göze alamazsa zaten bir müddet sonra biz Türkiye’den söz edemeyeceğiz. Daha doğrusu bizim bildiğimiz, bizim jeopolitiğine sahip çıktığımız, tarihsel birikimini içerdiğimiz bir Türkiye olmayacak. Başka bir Türkiye ortaya çıkacak. O Türkiye bizim Türkiye’miz değil. O Türkiye, başkalarının Türkiye’si. Sürükleniş buraya doğru. Türkiye, neo-kolonyalist sürükleniş aşamasını da geride bıraktı artık. Düne kadar Türkiye, neo-kolonyal bir sürükleniş içerisindeydi, o aşama tamamlandı. Bundan sonrası bekâ problemi.

O bakımdan Türkiye, BOP içinde kesinlikle yer almamalıdır. Mümkün olduğu ölçüde bu bölgede farklı oluşumlara önderlik etmelidir. Rusya ile ilişkilerini sıkılaştırmalıdır. Mümkün olduğu kadar kendine farklı pazar alanları açabilmelidir. Ortadoğu bu konuda verimlidir. Bunun yanı sıra Türkiye güven duymalıdır. Türkiye’nin bölgede hesaba katılan çok güçlü dinamikleri var halen. Bu güveni duymalıdır. Yani eğer Türkiye, ulusal güven içerisinde hareket etmezse zaten her şey elden gidecek. Dışarıdan bakıldığında Türkiye güçlü ülke olarak görülüyor. Dışarısı o gücü hesaba katarak Türkiye’yi parçalamayı, istikrarsızlaşmayı göze alıyor ama Türkiye içerisinde ne yazık ki, ürkek, kendinden bîhaber, bir ulusal bilinçten yoksun kadrolar Türkiye’yi bu noktaya kilitlediler, hapsettiler. Şiddetle bunun önüne geçilmesi gerekiyor.

Dediğim gibi, Türkiye’nin BOP içerisinde bütünlüğünü koruma ihtimali yoktur. Böyle bir ihtimal söz konusu değil. Çünkü bu aynı zamanda Türkiye’de millî devletin parçalanması projesidir ve Şark Meselesi’nin ikinci perdesidir. Birinci perde, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasıdır. Yirmi altı devlet çıkardılar Osmanlı’dan. Şimdiyse Osmanlı’nın bakiyesi olan ve yarın ne yapacağı belirsiz olan bir gücün parçalanması söz konusudur. Bu Şark Meselesi’nin ikinci perdesidir. BOP, Şark Meselesi’nin ikinci perdesidir.

Atilla Akar: Eklemek istedikleriniz…

Suat Parlar: Şöyle söylenebilir; bizim bunları konuşuyor olmamızı önemli buluyorum. Bu şunu gösteriyor; artık gelişmelere fenersiz yakalanmıyoruz. Bu son derece önemli. Demek ki Türkiye’yi, kendi kurguladıkları çerçeveler içerisinde birtakım iç problemlere, iç mücadelelere, iç savaşlara sürükleyemeyecekler.

Atilla Akar: Peki ben bir soru sorayım, ek olarak. Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulama aşamalarında, durumun giderek sertleşmesi halinde, yani kantarın topuzunun iyice kaçması durumunda, işte militer yöntemlerin artık katliama, kıyametimsi görüntülere doğru yol alması durumda -varsayımsal olarak- Proje aynı zamanda bir dünya savaşının tetikleyicisi olabilir mi size göre?

Suat Parlar: Şu anda Ortadoğu’da yaşanan düşük yoğunluklu bir 3. Dünya Savaşı’dır. Dolayısıyla buna zaten girdik. Eğer Amerika, “önce sen vur” prensibinden vazgeçmezse, kendini mutlak güvenlik anlamında dünyaya dayatırsa, askerî imparatorluk inşa sürecini tırmandırırsa buna bu bölgenin güçleri ve halkları da baş eğmeyeceklerdir. Bizim millî devletimiz parçalanıyor, Rusya kuşatılıyor, Çin’in ileride çok ihtiyaç duyacağı kaynaklara el konuluyor. Avrupa, malum, zaten bu işin en önemli hedeflerinden biri. Bölge halklarının sonsuza kadar çöpleştirilmesi söz konusu. Bu şimdilik düşük yoğunluklu dünya savaşıdır. Ama bundan bir aşama sonrası, ABD emperyalizminin kolunun kanadının kırılıp bu bölgeden çekip gitmesidir.


(1) Bu röportaj Sayın Suat Parlar’la 6 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilmiştir.
Büyük Ortadoğu Kuşatması, “Yeni Dünya Düzeni’nin Ortadoğu Ayağı”, Atilla Akar, Timaş Yayınları, İstanbul, 2004, 1. Baskı.


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın