Shakespeare Üstüne Notlar – Bertolt Brecht

Shakespeare Üstüne Notlar – Bertolt Brecht


SHAKESPEARE İNCELEMELERİ

Shakespeare oyunlarının sergilenmesinin tosladığı güçlüklerden biri de yanlış bir büyüklük anlayışıdır; ilgili büyüklük, küçük çağlar tarafından ozanın eriştiği ünün, kullandığı temaların ve olağanüstü bilinen boyutlarından çıkarılmıştır, dolayısıyla şimdi ozanın oyunları için “büyük” bir sergileme gerekli sayılmakta, bu uğurda elden gelen çabayı harcayan küçük çağların yürekler acısı biçimde serilip kaldığı görülmektedir.

Eski tiyatroda edilgin (pasif) insanı anlatmaya imkân veren gelişmiş bir teknik buluyoruz. Başına gelen olaylara ruhsal bakımdan gösterdiği tepki ortaya konarak, edilgin insanın karakteri kurulup çatılıyor, örneğin, Shakespeare’in III. Richard oyununda III. Richard’ın kendisini sakatlayan yazgısına karşı tepkisi, dünyayı aynı sakatlama işlemine konu etmek için ruhunda duyduğu istektir. Öte yanda, kışlarının nankörlüğüne Kral Lear’in cadıların krallığı ele geçirme çağrısına karşı Macbeth’in, öcünün alınmasını isteyen babasının çağrısına Hamlet’in verdiği cevapları buluruz. Ve yine imparatora ihanet etme ayartısına karşı Wallenstein’in, Mephisto’nun güzel yaşama ayartısına karşı Faust’un cevaplarına tanık oluruz. Bunun gibi, dokumacılar fabrikatör Dreisiger’den, Nora ise kocasından gördüğü zulme bir tepkiyle cevap verir. “Yazgı” tarafından ortaya atılır hep soru, yazgının kendisi yalnızca sorunu ortaya çıkarıcı bir rol oynar, insan etkinliklerinin menzili dışında yer alır. “Ezelî ve Ebedî” nitelik taşır soru, durmadan kendini açığa vuracak, habire boy gösterecektir, hiç bir eylem tarafından silinip atılamayacak bir sorudur, insansıl bir yanı içermez, insansıl bir etkinlik olarak konmaz ortaya. İnsanlar bir zorun itişiyle “karakterlerine” uygunluk içinde davranırlar: karakterleri de “dünya durdukça duracak” nitelik taşır, her türlü etkilemeye kapalıdır, yalnızca açığa vurabilir kendini, insanların ele geçirebileceği gibi bir nedeni içermez. Yazgı üzerinde egemenlik kurulabilirse de, bir uyum sürecinin sağladığı egemenliktir bu. Yazgının “cilvelerine” katlanmak, işte yazgı üzerinde sağlanacak egemenlik budur. İnsanlar ayaklarını’ yorganlarına göre uzatır, yorganın kendisi uzatılmaz. Wallenstein”da imparator bir ilkedir, her türlü müdahaleye kapalıdır, Lear’in kızlarının nankörlüğü ise mutlak (saltık) nitelik taşır, değiştirilebilir birtakım nedenlerden kaynaklanmaz. Hamlet’in annesi bir cinayet işlemiştir, tek karşılığı yine bir cinayettir bunun; Faust, ancak şeytanın yardımıyla yaşamın güzelliklerinin tadını tadar, şeytan bir ilkedir, Tanrı bile başa çıkamaz onunla, onu yönetemez. Macbeth’in kralı herhangi bir kimse, örneğin Macbeth’in kendisi gibi kral olmuş değildir, kendi kralı gibi bir kral olamaz Macbeth. Bir kez daha Lear’i alıp, davranış bilginlerinin önünde sahneleyin! Lear’in, saraydaki 100 soylu için kızından istediği yemeğin gereğinde alınıp getirilecek bir yerde hazır bekleyip beklemediği sorusunun seyircide uyanmasıyla oyun, trajik etkisini gösterecektir.

Elizabeth Tiyatrosu bireye enikonu özgürlük getirmiş ve onu bol keseden tutkularıyla başbaşa bırakmıştır. Örneğin Kral Lear’de sevilme, Üçüncü Richard’da egemen olma, Romeo ve Jülyet ile Antonius ve Kleopatra’da sevme, Hamlet’te cezalandırma ve cezalandırılma, daha başka oyunlarda ise daha başka tutkulara rastlanır. İl oyuncularımız, ilerde de seyircilerin ilgili özgürlüğün tadını çıkarmasına çalışabilirler isterlerse. Ancak, bunun için aynı yaratı sürecinde toplumun kendisine de bir özgürlüğü, bireyi değiştirme ve onu üretken duruma getirme özgürlüğünü sunmaları gerekir; çünkü, zincirlerinden kurtulanın, tüm mutlulukların kaynağı üretim eyleminin nasıl üstesinden geleceğini bilmedikten sonra, zincirlerinden kurtulması neye yarayacaktır? Shakespeare’in Antonius oyununda Antonius’un Kleopatra’ya karşı beslediği tutku yüzünden koskoca bir imparatorluk savaşlara sürüklenir, Antonius’un aşk iniltileri can çekişen lejyonerlerin iniltilerine, sevgilisine yaptığı ziyaretler deniz savaşlarına, aşk yeminleri politik bildirilere (komunike) dönüşürken, bugün benzer durumlarda diyelim bir İngiliz kralı işini kaybeder yalnızca ve muradına ererdi.

Ortaçağ, Hamlet’in ünlü bocalayışını onun karakterindeki güçsüzlüğe vermiş, nihayet tasarlanan eylemin gerçekleştirilmesine doyurucu bir gözle bakmış olabilir. Biz, özellikle Hamlet’in bocalayışını mantık, sondaki tüyler ürpertici eylemi ise mantıksızlık durumuna gerisin geri bir yuvarlanış diye görüyoruz. Ancak, mantıksızlığa böylesi yuvarlanma tehlikesi bizler için de söz konusudur hâlâ, üstelik bugün yol açacağı sonuçlar eskisinden de ağırdır.

Günümüz sanatının konusu dünyanın çığırından çıkmış olmasıdır. Ancak, dünya çığırından çıkmasaydı, sanat diye bir şey olmazdı ya da olurdu gibilerden bir şey söyleyemeyiz; çığırından çıkmamış bir dünyayı tanımıyoruz çünkü. Üniversiteler uyum (armono) konusunda ne derlerse desin, Aischylos’ in dünyası savaşlar ve korkulardan geçilmiyordu; Shakespeare’in, Homer’in, Dante’nin, Cervantes’in, Volter’in ve Goethe’nin dünyalarının da bundan geri kalır yanı yoktu. Haberin kendisi ne denli barışçıl nitelik taşırsa taşısın, savaşlar oluşturur içeriğini, ve dünyada bir barışı gerçekleştiren sanat, onu savaşçıl bir dünyayla gerçekleştirmiş sayılır.

EPİK TİYATRODA SHAKESPEARE

III. Richard’ın birinci perdesinin ünlü sahnesi oynanmasındaki güçlük dolayısıyla oyuncular tarafından tutulmaz pek. İlgili sahnede kurbanlarından birinin ya da daha çok ikisinin yasını tutan dul kadın karşısında iktidara susamış sakatın elde ettiği başarının genel olarak çarpıcı etkisinin sergilenmesi istenir oyunculardan. Böylece, oyuncu, çarpıcılığı bir özellik olarak sergilemek gibi güç bir görevi üstlenmek zorunda kalır. Üstlenilen görevin de hemen hiç altından kalkılamaması, olayın olasılığını hayli etkiler. Gerçekçi yöntemle çalışan oyuncu, bir başka yol izler bu konuda: Dul kadının gönlünü kazanmak için Richard’ın ne gibi eylemlere kalkıştığını araştırır, onun içinde bulunduğu durumu değil, yaptığı işi inceler. Sonunda anlar ki, Richard’ın bütün yaptığı, dolayısıyla kişiliğinin tüm çarpıcı gücü pek kaba bir dalkavukluktan oluşmaktadır Ancak, bu da, oyuncunun başarısını tümüyle kadının oynayışına bağlı kılar. Hatta belki bunun için kadının pek fazla güzel olmaması, dolayısıyla komplimanlara pek alışık bulunmaması gerekir. (…)

Hamlet’in ilk sahnesinin çok önemli bir gestus’u içerdiği şöyle bir başlıkla açığa vurulabilir: Helsingor Şatosunda bir hayalet görülüyor. Sahne, kralın ölümü konusunda şatoda dolaşan söylentileri oyunlaştırarak seyirci önüne çıkarır. İlgili olayın, hayaletin hayalet olarak korku yaratacak biçimde sahnelenmesi, kuşkusuz her zaman dikkati asıl konudan başka tarafa çekecektir. (…)

Shakespeare’deki bazı epik özellikler şu iki nedenden kaynaklanır kanımca; Birincisi: İlgili oyunlara daha önce varolan yapıtların (nuveller ya da oyunlar) temel alınması, ikincisi: günümüzde kuşkusuz kabul edileceği üzere, oyunların tiyatrodan anlayan bir ekibin işbirliğiyle doğmuş olmasıdır. Epik özelliğin hepsinden çok kendini belli ettiği tarihsel oyunlar, önceden varolan konunun zamanın gereklerine uydurulma işlemine en çok kafa tuttuğu oyunlardır. Belli tarihsel karakterler ilgili oyunlarda yer almışsa, başka türlü oyunda eksiklikleri duyulacağı içindir bu; belli bazı olaylara da yine aynı “dış” nedenden oyunlarda yer verilmiştir. Bu yoldan oyunlara sızan montaj öğesi, tek başına, onları epik bir karakterle donatmıştır.

KUTSALLIĞA KARŞI İŞLENEN SUÇLAR
KUTSALLIK BAĞIŞLAR

Klasik yapıtları canlı tutan, kötü de olsa onların günümüzdeki kullanım biçimidir. İlgili yapıtlar sıkılıp ezilerek ahlaksal özü çıkarılır okullarda; tiyatroda ise bencil oyuncular, şan ve şeref düşkünü saray nazırları, gözünü kazanmak hırsı bürümüş akşam eğlencesi satıcıları tarafından bir araç olarak kullanılır. Yağmalanır ve hadım edilirler; dolayısıyla hâlâ sürdürürler varlıklarını. “Salt saygı konusu” yapılmaları bile, diriltici biçimde olur; çünkü kimse gösterdiği saygıdan şöyle tam bir porsiyonu kendisi için alıkoymaksızın bir şeye karşı saygı gösteremez. Sözün kısası, çürüyüp gitmek klasik yapıtlara iyi gelir; çünkü yaşamanın yolu ancak yaşatmaktan geçer. Donmuş bir kült, Bizans saraylarında hizmet edenlerin prens soyundan kişilere el sürmelerini, dolayısıyla ilgili kişilerin o prens sarhoşlukları içinde bir havuza düştüler mi kimseden yardım göremeyerek ölüp gitmesini öngören seremoni gibi tehlikelidir; sarayda çalışanlar, kendileri ölmemek için prens soyundan gelenlerin ölmelerine göz yummuşlardır hep.


B. Brecht, “Oyunculuk Sanatı ve Dekor” Say Yay., 1982 Türkçesi: Kamuran Şipal.


 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın